Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hearten

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    200
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Belirtmemiş

hearten - Başarıları

Ortak

Ortak (7/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Sevgili evrensel, halkın %99 u karşı çıkacak çünkü mevcut rejim, sistem sünni müslümanlardan yana demişsin. Evet doğru halkın %99 u karşı çıkar fakat sünni sistem için teorinin yanlışlığı sebebiyle karşı çıkar! Öne sürdüğün görüşün mantıklı ve tutarlı bir yanı yok. Bir yandan devletin din olgusundan elini çekmesini isterken diğer taraftan şu kapatılacak burası açılacak, devlet bunu denetleyecek falan filan gibi bir sürü direktif vermişsin... Devlet ancak ve ancak bütün inançlara eşit mesafede durduğu anda laik olabilir. bunun başka bir alternatifi yoktur! Burası kapatılıp şurası açılsın gibi tuhaf tavsiyeler yerine devlet herkese eşit mesafede dursun ve kamu kurumlarında ateistler yada şamanlar gibi müslüman yada hristiyanlarda kendilerini gerçekleştirebilsin, devlet yasaları ve kanunları hiçbir inanca imtiyaz tanımasın demek doğru olacaktır. Bu arada devlet derken asıl kanunlardan ve yasalardan bahsettiğimizi düşünerek yazıyorum bunu. İnşallah devlet derken mevcut hükümetlerden yada başkanlardan bahsetmiyoruzdur. Bana göre devlet mevcut yasalar ve kanunlardır. herhangi bir kişi yada kurum değildir. mevcut sistemin sünni kesime hitap ettiğini nasıl iddia edebiliyorsun hayret. Başörtülü kızların %90 ı sünnidir. Başörtülü bir alevi görmek, başörtüsü yüzünden üniversiteye girememiş bir alevi görmek imkansız denecek kadar azdır. İmam hatip liselerindede alevi bulmak zordur. Çoğunluğu sünnidir. Katsayı problemini ne yazıkki "mevcut sistemle" çoğunlukla sünniler yaşamaktadır. Kamu kurumlarında da başörtüsü yüzünden problem yaşamış bir aleviye rastlamak nerdeyse imkansız... Esasen alevi vatandaşlarımızın başörtüsü gibi bir dertleri yok... Neyse ... Eğer diyanete ayrılan bir ödenek varsa ve bunun engellenmesi gerekiyorsa öncelikle devletin o sürekli üzerinde durduğu laiklik ilkesine uyarak diyanetten ve dinden elini çekmesi gerekir. Sorun yine devlet kanunlarındadır. Camilere kadar girip hutbeleri düzenleyen bir devletin laik olduğunu hiçkimse ama hiçkimse iddia edemez... Bunu yaptığı her ne kadar normalse camilere ve diyanete ödediği parada o kadar normaldir... Bence eleştirmeye neden devlet diyanete para ödüyordan değil, neden devlet camilerde hutbelere müdahale edebiliyor? dan başlasanız daha etkili olacaktır... Durum alevi sünni çatışması değil. başka inançların birbirleriyle çatışmasıda değil. Laikliği bu bağlamda ele almak son derece yanlıştır ve yanlı bir tutum getirir. Sözkonusu problem devletin kendini hala tam olarak oturtamamış olmasından kaynaklanır. Eğer yasalar çıkar ve ideolojist yaklaşımlar üzerine şekillenmeye devam ederse, devlet hiçbir zamanda asıl yerini bulamayacaktır...
  2. İşte bu... Ne yazıkki böyle... Geçenlerde Deniz Baykal aynen şöyle bir söz sarfetmiş. " Cumhuriyet sandıkta kaybedilmeyecek" Halka ait olan sandıktan çıkan bir sonucun kayıp olduğunu ileri sürmek ne büyük bir gaflettir. İşte bunun için Erdoğan egemenlik kayıtsız şartısız milletin lafının sadece duvarda asılı kaldığını söylemişti. Doğruda söyledi...
  3. Neden bir nokta patlayarak kainat varolmuş? Kainatın oluşmasına sepeb olan o büyük patlamaya sebep olan nedir? Yönlendiren nedir? Neden bir tanrı kavramı oluşuyor? Neden böyle bir gen var ( var ise ) ? Neden sorusunu biraz daha fazla sormaları gerekiyor ateistlerin. Bu böyle olmuş şu şöyle olmuş demekle yetmiyor görüldüğü gibi. Herşeyi sebebe bağlayarak; tohum toprağa düşmüş, su çekmiş serpilmiş, bunun içinde meyve vermiş demekle olmuyor... Nedenle başlayan soruların, kaçamak olmayan mantıklı cevaplara gebe olması gerekmekte...
  4. hearten

    Hangi cumhuriyet?

    GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ATİLLA YAYLA Hangi cumhuriyet?-2 Laisist propagandanın inanmamızı istediği gibi laiklik aklın ve ilmin gelişmesinin bir sonucu olarak varlık alanına girmedi. Aklın ve bilimin gelişmesi üzerindeki olumlu tesirleri, onun yan sonuçlarıydı. Ana ihtiyaç din farklılığının kamu otoritesini dinler arasında taraf olmaya itmesini ve böylece siyasî gücün din lehine veya aleyhine bir baskı aracı hâline gelmesini engellemekti. Laikliğin bir doktrin olarak geliştiği dönem aynı zamanda klasik insan hakları doktrininin de doğmaya başladığı dönemdi. Bu iki paralel gelişme siyasî düşünce tarihinde, J.Locke’un yazılarında izlenebilir. İnsan hakları ve laiklikle paralel bir diğer gelişme ise siyasî yönetimin rızaya dayanmasıydı. Daha doğrusu, zaten var olan rıza anlayışı bir arayışa dönüşmek ve yeni yol ve yöntemlere kavuşmak üzereydi. Buna, bir süre sonra temsilî demokrasi adı verilecekti. Dolayısıyla, laiklik değil insan hakları fikrinin doğması, gelişmesi ve yerleşmesi medenî gelişmenin dinamosuydu. Laiklik insan haklarının hizmetine koşulan bir anlayıştı. İnsan hakları (meşru müdafaa dışında) hiçbir şekilde insanın hayatına, malına, hürriyetine zarar verilmemesini talep eden genel bir ilke iken, laiklik farklı bir dinden veya aynı dinin farklı yorumundan olduğu gerekçesiyle insanın hayatına, malına ve özgürlüğüne zarar verilmemesini gerektirmekteydi. Yani, insan hakları daha genel, laiklik daha özeldi. Bunun bugün için de geçerli olduğu söylenebilir. Ana ilke insan haklarıdır ve insan haklarının kabullenildiği ve hakları koruma mekanizmalarının sağlam biçimde tesis edildiği bir yerde laikliğin hedeflediği sonuçlar zaten doğacaktır ve laikliğin ayrıca vurgulanması bir ek kazanç getirmeyecektir. Ancak, laiklikle insan hakları arasındaki bu ilişki sık sık gözden kaçırıldığından ve laiklik evrensel kabul gören bir ilke hâline geldiğinden, demokrasiden bahsederken laikliğin ayrıca ve özellikle vurgulanmasında bir mahzur yoktur. Tabiî biraz ihtiyatlı olmak kaydıyla. İngiltere, İsveç ve Yunanistan gibi ülkelerde tesis edilmiş bir devlet dini var ve bu ülkeler yine demokrasi. Buna bakarak, klasik anlamda laik olmayan ülkelerde de devletin dinler arasında maksimum ölçüde tarafsız olmasının veya tarafsa bile diğer din gruplarının temel hak ve özgürlüklerini ihlâl etmemesinin medenî bir ülke olmaya yeteceği söylenebilir. Laiklik üzerinden yapılan baskı... Öyleyse, diyebiliriz ki, laiklikle demokrasi arasında pozitif bir ilişki kurabilir. Ancak, bu, her laiklik anlayışının demokrasiye uyacağı anlamına gelmez. Gerçekten, birçok ülkedeki laiklik anlayış ve tatbikatı oralarda demokrasinin kurulmasına engel olmaktadır. Türkiye de bir ölçüde bu kategoriye girmektedir. O yüzden, ancak, özgürlükçü, barışçı laikliğin demokrasiyle uzlaşabileceğini ve demokrasinin gelişmesine yardımcı olabileceğini vurgulamak gerekir. Bu anlamda laiklik, devletin din sebebiyle veya din yüzünden insanlar arasında ayrım ve baskıcılık yapmaması, siyasî iktidarı kullanma (yönetme) hakkının dinden gelmemesi, pozitif hukukun genel anlamda bir dine veya dinî yoruma dayanmamasıdır. Bu tür bir laiklik özgürlükçü, demokratik laikliktir ve demokrasiyle uyumlu ve demokrasiyi teşvik edicidir. Bu özelliklere sahip olmayan laiklik hem otantik anlamda laiklik olmaktan bir hayli uzaktır hem de demokrasiye destek vermek bir yana ona engel olur. Bazı “İslâm ülkeleri”nin ve Türkiye’nin durumu budur. Buralarda laiklik bir hayat tarzı, hatta bir seküler din, topluma istenilen şekli vermenin yolu ve ideal (çağdaş, laik) birey yaratmanın aracı olarak görülmektedir. O yüzden, dinler arası savaşı-çatışmayı önlemek demek olan laikliğin kendisi bir çeşit dine dönüşmekte ve dinlerle savaşa tutuşmaktadır. Laikliğin halk tarafından olması gerektiği gibi benimsenmemesinin, siyasî kültürümüzde kök salamamasının ana sebebi budur. Nitekim, ülkemizde, laiklik bir barış değil çatışma, birleştirme değil bölme aracıdır. Mamafih, bu yalnızca bizim problemimiz değildir, başka ülkelerde de değişik şekillerde ve belli ölçülerde tezahür etmektedir. Nitekim, yakında Liberte Yayınevi tarafından yayımlanacak olan “Din Özgürlüğü ve Laisite” adlı muhteşem kitabında Jeremy Gunn, Fransa’da laisite ve ABD’de din özgürlüğü ilkesinin sanıldığı kadar birleştirici ve özgürleştirici olmadığını göstermektedir. Türkiye tipi laiklik bu tarz bir eleştiriye tabi tutulunca, hemen, bizim laikliğimizin eşsiz, benzersiz, bize mahsus olduğu ileri sürülmekte ve başka ülkelerin laiklikleriyle karşılaştırılmaması istenmektedir. Kuşkusuz, laiklik, her ülkede, bazı özgül renkler ve tatlar alabilir; ama bu, laikliğin tamamen mahallî olabileceği anlamına gelmez. Laiklik genel bir ilkedir ve dünyanın neresine giderseniz gidin taşıması gereken evrensel özellikler vardır. Eğer mahallî renk ve ögeler bu evrensel özellikleri bastırıyorsa, orada laiklik değil başka bir şey söz konusudur veya bu şey her ne ise evrensel ölçütlere uyarak tashih edilmeli veya onu laiklik olarak adlandırmaktan vazgeçilmelidir. “Hangi Cumhuriyet?” sorusuna bütün bu açıklamalardan sonra daha iyi cevap verebilecek konumdayız: Elbette demokratik cumhuriyet. Totaliter cumhuriyet anlayışının onu tercih etmemizi değil ondan kaçmamızı gerektirecek özellikleri ve sonuçları olduğunu hem kendi ülkemizdeki hem başka yerlerdeki tecrübelerden öğrenebilecek durumdayız. Demokratik cumhuriyeti tercih edersek, bu, ister istemez, bizi egemen cumhuriyet anlayışının ilkeleri ve değerleri denilen şeyleri yeniden değerlendirmeye, hatta sorgulamaya iter. Cumhuriyet ilkelerindeki sorun Cumhuriyet ilkeleri, hiç şüphesiz, altı ok değildir. Altı ok CHP’nin ilkeleridir. CHP elbette bu ilkeleri savunmakta özgürdür; ama onların herkesin benimsemesi gereken ilkeler olduğunu hiçbir şekilde iddia edemez. Hele hele onların devlet zoruyla topluma dayatılmasını talep etmeye hiç hakkı yoktur. Başka kişi, grup ve partilere altı oku benimsemedikleri için yöneltilen eleştiriler gülünçtür. Bu istikametteki bütün baskılar ise zorbalıktır. Demokratik cumhuriyetin ilkeleri Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan ilkeler olabilir: Laiklik, demokratiklik, sosyal devlet oluş ve hukuk devleti oluş. Ancak, bu ilkelerin de iyi anlaşılması ve doğru yorumlanması gereklidir. Laiklik, özgürlükçü-demokratik laiklik olmalıdır, totaliter laiklik değil. Bu laiklik en küçük azınlık olan bireyden başlayarak dinî grupları veya aynı dinin farklı gruplarını birbirlerinin baskı ve saldırılarına karşı gerekirse devlet eliyle korumayı esas almalı; ama hiçbir zaman, bizde olduğu gibi, devlet eliyle bir din anlayışı yaratmayı veya dine şöyle veya böyle bakan, onu şu veya bu şekilde yaşayan bireyler yetiştirmeyi hedeflememelidir. Demokratik cumhuriyetin baskın ögesi cumhuriyet değil demokrasi olmalıdır. Demokrasi hem insan hak ve özgürlüklerinin tesis edilip korunması, hem yönetimin rızaya ve katılıma dayanması, hem yönetimin şeffaf olması ve hesaba çekilebilmesi olarak anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Türkiye’de yaşadığımız için, silahlandırılmış bürokrasinin sivil denetime tabi tutulması ve politikacıların emri altında olması gerektiği ayrıca ve bilhassa vurgulanmalıdır. Demokratik cumhuriyette sosyal devlet ilkesi piyasa ekonomisini boğacak, uygulamalarına meşruluk sağlayacak şekilde daraltılmamalıdır. Piyasa ekonomisi hem insan haklarının hem demokrasinin zarurî temellerindendir. Devlet-kamu otoriteleri ekonomik alanı işgal etmeye, bireylerin ve birey birliklerinin iktisadî faaliyetlerine keyfî müdahalelerde bulunmaya, vatandaşlarını negatif ve pozitif diskriminasyona tabi tutmaya hevesli ve muktedir olmamalıdır. İyi tanımlanmış kriterlere göre zaruret hâli içinde olduğu objektif olarak tespit edilen kişi ve gruplara faktör fiyatlarını (piyasaları) çarpıtmadan, kamu kaynaklarını yaratan kimselerin rızası hilafına olmadan, onları muktedir hâle getirecek şekilde veya onlar muktedir hâle gelene kadar geçici maddî destek sağlanmalıdır. Sosyal devletin ikinci ayağı organize ve geniş çaplı müdahaleyi gerektiren tabiî afetlerde kamu organlarının ve imkânlarının vatandaşlara yardımcı olmak üzere devreye sokulmasıdır. Hukuk devleti veya hukukun hâkimiyeti medeniyetin elzem, vazgeçilmez gereğidir ve günümüzde demokratiklik ve demokratik laiklikle ilişkili bir ilkedir. Kanunların genel, soyut, eşit olması, geriye yürümemesi, kanunsuz suç olmaması, âdil yargılanma hakkı, bağımsız ve (devlete karşı da) tarafsız yargı, kanun yapma sürecinin açık, parçalı, kademeli ve kanundan etkileneceklerin katılımına açık olması hukukun hâkimiyetinin gerekleridir. Özgürlükçü, barışçı, demokratik laiklik; doğrudan demokrasinin kimi araçlarıyla takviye edilmiş; ama özel alanı daraltmayan liberal temsilî demokrasi; devleti bir hayır organına çevirme görünümü altında kayırmacı bir devlet cihazı yaratmayan ve toplumsal dokuyu tahrip etmeyen bir sosyal devlet; ve bilgili, âdil, bilge yargıçlarla işleyen ve evrensel standartlara uygun bir mevzuata sahip bir hukuk devleti bir cumhuriyeti kıymetli ve tercihe şayan kılacak unsurlardır. Böyle bir cumhuriyet, demokratik bir cumhuriyettir. Bunun tersi ise totaliter cumhuriyettir. Ben, bir liberal olarak, totaliter cumhuriyeti değil, demokratik cumhuriyeti tercih etmekteyim. Ya siz? Zaman Gazetesi 26/06/2006
  5. Akp hükümetini devirmek için hangi yollara başvurulduğu açık. Yıllarca milletin kanını emen insanları sırf mevcut hükümetin devrilmesi için yine milletin başına getirmekten hiç çekinmiyorlar. Bu kadar gözleri dönmüş, kimsenin umrunda değil ülkenin kalkınması, halkın yoksulluğu...
  6. hearten

    Hangi cumhuriyet?

    Kesinlikle katılıyorum. Bunu forumumuzda bile görmek mümkün. Bazı arkadaşlarımızın mesajlarına dikkat edildiğinde çok açık meydana çıkıyor asıl laiklik savunuculuğunun ne amaç beslediği...
  7. Sedelina %100 destekliyorum... Yalan yanlış propagandalarla insanları kandırmayalım demezler de dine saldırırlar... Devlet televizyonlarında din empoze edildiğini neden görmedik acaba? Biz develet diye başka bir kanalımı isliyoruz yoksa? Daha dün trt de biz belgesel izledim, dünyanın oluşumundan bahseden biz belgesel resmen evrim teorisini anlattı ballandıra ballandıra... Bu mu laik devlet kanalı? Tabi evrim "bilimsel" ya ondan galiba... Evrenselin yazısı için söylenecek çok şey var ama ne yazıkki zamanım yok. yalnız din derslerinin kaldırılması konusuna değinmek istiyorum. Din dersleri kaldırılsın laik devlet din empoze etmez diyorsunuz. Peki sizce dindar ve dindar olmayan öğrenciler arasında bir eşitsizlik sözkonusu olmaz mı? Ateist bir öğrenci öğrenim hayatı boyunca ihtiyacı olan tüm bilgileri edinecek fakat dindar öğrenci ihtiyacı olan din bilgisinden yoksun kalacaktır. Kuran kursları kapatılıyor, camilerde ders verilmesi yasak peki nerde öğrenecek dindar olan öğrenci dinini? evinde mi? Sizce evinde yetersiz şekilde din bilgisi edinmesi yada size göre tehlikeli olan Kur-an kurslarında öğrenmesi yerine okullarda daha bilinçli bir şekilde dinini "isteğe bağlı" olarak öğrenmesi daha iyi değilmidir? Ayrıca din bilgisi kaldırılmalı derken, hala bir teori olan evrimin müfredatlara sokulmaya çalışılması sizce ne kadar demokratik ve laik bir harekettir? Kamu kurumlarında yapılanda bu değilmidir? Laiklik, din ve vicdan hürriyeti, din ve devletin birbirinden ayrılması, en önemlisi devletin bireylere eşit mesafede durması, herhangi bir dine ve felsefeye imtiyaz tanımaması değilmidir? Valla benim anladığım bu... Dindar bir kişi devlet kurumlarında "bizde uygulanan laiklik anlayışına göre" dini ile ilgili birtakım fedakarlıklar etmek zorunda bırakılırken, başörtüsü takması engellenirken, diğer tarafta ateist kişi herhangi bir fedakarlık yapmaya mecbur bırakılmıyor. çünkü yapacak bir fedakarlığı yok. Bu durumda "ne yapalım ateistin feragat edeceği herhangi birşey yoksa" deyip geçelim mi? Buna imkan yok. Burada eşitsizlik sözkonusudur. Devlet dini ve felsefi görüşlere eşit mesafede durmamıştır. İşte bunun içinde laiklik ortadan kalkmıştır. En güzel çözüm herkesin kendi felsefesini ve inancını yaşamasına izin verilmesidir. Hristiyan, müslüman, yahudi gibi din mensupları yada ateizm, şamanizm, agnostisizm gibi felsefi görüşlere sahip her kişi devlet kurumunda kendini gerçekleştirebilmeli. Elbette seccadesini alan devletin ortasına sermeyecek, fakat devlet hiçbir kişinin dinine, inancına imtiyaz tanımamalı ve hiçbirkişiyi dininden, inancından fedakralık yapmasına mecbur bırakmamalı. Herkese eşit mesafede durmalı, ateistlerin kendilerini gerçekleştirebildikleri gibi müslümanların yada hristiyanlarında kendilerini gerçekleştirebilmelerine imkan tanınmalı. Ancak bu şekilde laiklik sağlanmış olunur.
  8. %32 si oy vermiş ama geri kalan %62 lik kısım oy vermemiş. bu durumda bu hükümetin bu devleti yönetmeye hakkı yok... Süper bir mantık ve mükemmel bir demokrasi anlayışı... Sevgili arkadaşım seçim sistemi değişseydi o halde daha iyi olmazmıydı sence? Yani bütün Türkiye vatandaşlarının herhangi bir seçimde aynı partiye oy verme olasılığı en az evrim meselesi kadar zor bir ihtimal diye düşünüyorum. Nasıl olupta bütün insanların aynı partiye oy vermesini bekleyeceğiz? Yada tam anlamıyla toplumsal bir mütabakat sağlayamıyorsak seçimleri iptal mi edeceğiz? Bundan öte neden bugüne kadar %10,15,20 lik gibi rakamlarla yönetilmeye razı oldunuzda sözkonusu akp olunca dişler meydana çıktı? Haklısınız seçim sistemi bozuk, düzeltilmesi gerekir. Ama anlayamadığım neden seçim sisteminin bozukluğu akp hükümeti ile gündeme geldi? Yıllardır aynı sistem uygulanmıyormu? Neden seçim sisteminin bozukluğu tek başına ele alınıp tartışılmıyorda akp hükümeti sürekli referans alınarak tartışmalar yapılıyor? Niyetler samimi değil, kaldıki bugün başımıza demirel gibi bir kanemiciyi bile hiç çekinmeden koymaya çalışıyorlar. İnsanların derdi halk değil, ülke değil, açlık, sefalet, işsizlik, adaletsizlik değil... Bunlar üzerinden siyaset yapıp menfaatlerini korumaya, ceplerini doldurmaya, ideolojilerini sağlamlaştırarak kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar...
  9. Kendine Tapan Ateistler Terapinin eklediği bu yazı son derece önemli. Dünyadaki bütün herşeyden tam anlamıyla bağımsız ( kendinden bile ) bir ateist yoktur. Olamazda zaten, çünkü bu bağımlılıklar sebebiye ateizme sürüklenmiştir. Bir ilahı ve gerçek olan bir ilahı reddederken, onu reddetmesine sebep olan bir başka ilah vardır ortada. Üstelik terkettiği ilah birken belkide farkında olmadan kabullendiği bir çok ilah mevcuttur.
  10. hearten

    Hangi cumhuriyet?

    GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ATİLLA YAYLA Demokratik cumhuriyet fikrinden ziyade totaliter cumhuriyet fikrine yakın duran çevreler, bazı tezleri mütemadiyen tekrar ediyorlar. Olabildiğince çok tekrarın tezlerini doğru hâle getireceğini veya onlara itiraz edilmesini imkânsızlaştıracağını sanmaları bunun baş sebebi olsa gerek. Basitleştirilmiş ve bilinçaltına işleyecek şekilde formüle edilmiş propaganda esasen totaliter sistemlerin propaganda yöntemidir. Totaliter propaganda, hap hâline getirilmiş fikirlerin basit ifadelerle devamlı olarak tekrarına ve fikirlerin temsil ettiği şeylere karşı tehdit teşkil ettiği ileri sürülen bir düşman yaratılmasına dayanır. Türkiye’deki cumhuriyetçi propagandanın, siyaset psikolojisi açısından bir analize tabi tutulursa, birçok bakımdan totaliter özelliklere sahip olduğu kolayca tespit edilecektir. Ne var ki, totaliter propaganda tarzı uzun vadede kendi kendini tahribe yol açacak özellikleri de bünyesinde taşır. Devamlı tekrar, beyin yıkamayı ancak geçici bir süre için başarabilir. Zaman ilerledikçe etkili olması ve işe yaraması için propagandanın dozu mecburen artırılır. Bu, ufak miktarlarla uyuşturucu kullanmaya başlayan kimsenin tatmin olmak için her seferinde daha fazla uyuşturucuya ihtiyaç duymasına benzer. Ancak, propaganda sınır tanımaz ve her anı işgal eder şekilde yoğunlaştıkça, genişleyip derinleştikçe, insanlar söylenenlerin hayatın gerçekleriyle çakışmadığını, ilgi alanlarıyla sınırlı da olsa, anlar. Sonunda, propagandayı ciddiye almamaya başlar. Propagandanın şifrelerini çözücü yol ve yöntemler geliştirir. Meselâ, söylenenleri tersinden okur, propaganda malzemesine sıradan bir gürültü veya görüntü muamelesi yapar. Yirminci yüzyılın totaliter rejimlerinde olan buydu. Türkiye’de totaliter cumhuriyet propagandası sahasında olmakta olan da önemli ölçüde budur. Cumhuriyetin kurucusu da sahibi de halktır Türkiye’deki propaganda mekanizması taklit ettiği totaliter sistemlerdeki kadar gelişmiş ve incelmiş olmamakla beraber, ülkenin egemen cumhuriyet söylemi ve bu söylemi çeşitli unsurlarıyla halka taşımada kullanılan yol ve yöntemler ve bu esnada sergilenen tarzlar totaliter sistemlerdekilere birçok bakımdan benzemektedir. Ancak, ülkemizde hem totaliter propagandanın komikliğe ve toplumu terörize etmeye varacak ölçüde abartılması hem de açık toplum alanının klasik totaliter sistemdekilere göre daha geniş olması sayesinde insanlar totaliter propagandanın pompaladığı bilgi ve görüşlere teslim olmamakta, onları devamlı sorgulamakta ve alternatif kaynaklardan edinilen bilgi ve görüşlerle karşılaştırmakta ve test etmektedir. Bu yüzden, totaliter cumhuriyetçiler, bütün çabalarına rağmen, toplumu arzu ettikleri ölçüde manipüle edememekte, beyinleri tam olarak ve geri dönüşü olmayacak şekilde yıkayamamaktadır. Bu başarısızlık onları çok öfkelendirmekte ve propagandayı koyulaştırmaya itmektedir. Sonuçta totaliter cumhuriyetçiler fasit bir dairenin içinde dolanıp durmaktadır. Türkiye’deki totaliter cumhuriyetçi propagandanın kodlarını çözmek için önce tarihle sonra egemen cumhuriyet fikriyle ilgili bazı yanlışları düzelterek işe başlamak gerekmektedir. İlkiyle ilgili olarak söylenmesi gerekenler şunlardır: Türkiye Cumhuriyeti’ni ordu değil, sivillerden-politikacılardan müteşekkil TBMM kurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi de cumhuriyetin kurucusu değildir. Tersine, erken cumhuriyetteki totaliterleşme eğilimlerinin ve niyetlerinin bir sonucu olarak CHP kurulmuştur. Bu partinin bir devlet partisi olarak görülmesinin sebebi de budur. O, dönemin tek particilik ruhuna uygun şekilde, siyasî gücü tekel altında tutmanın ve toplumu dönüştürmenin aracı olarak tesis edildi. Ortaya, klasik anlamda bir parti olarak değil, toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz edecek, partiyle devleti aynılaştıracak, egemen kesim içinde elit dolaşımını sağlayacak bir ağ olarak çıktı. Bu yüzden, CHP, aynen iki cumhuriyetin kavgası gibi, kendi içinde kavgalı bir partidir. Bir yanda totaliter dönemin mirasını demokrasi çağında yaşatmaya çalışan CHP ve diğer yanda demokratik kurallara uymaya ve gerçek bir demokratik siyasal parti olmaya çalışan CHP. Bu parti 1946-50 sürecinde ve bir ara Ecevit’in liderliğinde totaliter yanını, tamamen tasfiye edemese bile, bastırma çabasına girmiş; ancak tam manasıyla muvaffak olamamıştır. Şimdi de parti lideri Baykal, CHP’nin demokratik yüzünün kuvvetlendireceğine dair emareler vermektedir. Ancak, bu hususta iyimser olmak için henüz vakit çok erkendir. Cumhuriyet fikriyle ilgili olarak ise şu noktaların altı çizilmelidir: Cumhuriyet, rejim türleri arasında bir türdür, Tanrısal bir yaratık, vazgeçilmez bir tarz, hiçbir zaman hata yapmayacak bir kavrayış değildir. İnsanî gelişme cumhuriyetle zirveye varmış ve adeta noktalanmış gibi konuşmak ve yazmak insanî birikimin zenginliğinden ve gelişim sürecinden haberdar olmayışın işaretidir. Tarihte cumhuriyetlere atfedilebilecek iyi şeyler de olmuştur, kötü şeyler de. En kötü despotizmlerin bazıları, gerek uzak geçmişte gerekse 20. yüzyılda, cumhuriyet rejimleri adına, cumhuriyet rejimleri tarafından yapılmıştır. Her dönem ve her yer için insan haklarıyla, günümüzde demokrasiyle harmanlanmayan cumhuriyet tatbikatları, hem mahallî hem evrensel ölçekte insanlara çok zarar vermiştir. Esasen, yalnız başına bırakılmış cumhuriyet fikrinde gayri medenî bir nüve vardır. Cumhuriyet bir ideal vatandaş (erdemli insan) nosyonu etrafında kaba zoru (polis-ordu) ve kurumsallaştırılmış ince zoru (mecburî, merkeziyetçi eğitim) kullanarak insanları tek tipleştirme peşinde koşar. Nasıl temellendirilirse temellendirilsin, tek tipleştirme amacı gayri meşrudur ve tek tipleştirme çabalarının yolunu kesecek şekilde insan hak ve özgürlüklerini peşinen saygı göstermeyen ve bu hak ve özgürlüklerle sınırlandırılmaya razı olmayan hiçbir cumhuriyet tercihe ve saygıya layık olamaz. İkinci olarak, bizim cumhuriyetimize övgünün aşırı abartıldığının altı çizilmelidir. Bizdeki cumhuriyetçi propaganda sanki Türkiye Cumhuriyeti insanlık tarihinde kurulan ilk cumhuriyetmiş ve kendi tarihimizde de cumhuriyetin kurulmasından önce beş para eder bir şey yokmuş havasını basmaktadır. Oysa, Türkiye’nin cumhuriyeti gelmiş geçmiş birçok cumhuriyet arasında bir cumhuriyettir. Ne eşsizdir ne de biriciktir. Üstelik, bu sayfalarda daha önce yayımlanan yazılarımda vurguladığım gibi, 80 küsur yıllık tarihi bir bütün değildir, birbirini nakzeden iki döneme ayrılmaktadır. Abartılı cumhuriyet propagandası doğası gereği cumhuriyeti bir araç olmaktan çıkarmış, bir amaç hâline getirmiştir. Ne yazık ki bu, Türkiye’de başka alanlarda da vuku bulan bir şeydir. Demokrasi de, laiklik de, din de bir araç olmaktan uzaklaştırılıp amaç hâline getirilmekte ve onlar insana hizmet edeceklerine insanlar onların aracı, hizmetkârı durumuna düşürülmektedir. Bunun neticesi, elbette, bazen yozlaşma bazen de baskıcılık olmaktadır. Üçüncü nokta, Türkiye’de mütemadiyen cumhuriyetin bitmez tükenmez bir tehdit ve tehlike altında olduğu propagandasının yapılmasına rağmen, ciddî bir tehlikenin ve tehdidin mevcut olmamasıdır. Türkiye’de cumhuriyet fikrine ve cumhuriyet rejimine karşı çıkan kişi ve gruplar, bildiğim kadarıyla pek yoktur. Keşke olsaydı, olabilseydi, olmasına müsaade edilseydi; meselâ, cumhuriyet rejimi yerine anayasal monarşiyi savunanlar bulunsaydı ve onlarla cumhuriyet fikrini savunanlar tartışsaydı. Bu özellikle totaliter cumhuriyetçilere çok fayda sağlardı; böylece hem sadece slogan tekrarı yapmaktan kurtulma yolunda bir müşevvike sahip olur hem de eninde sonunda demokrasinin cumhuriyetten daha mühim olduğunu kavrarlardı. Cumhuriyetin tehdit altında olduğu sanrısı Ülkede cumhuriyet rejiminin gerekliliği konusunda olmasa bile bu rejimin nitelikleri üzerinde bir tartışma var olabilir. İslamcı entelektüeller bir İslamî cumhuriyet talep ederken, benim gibi liberal demokratlar bir demokratik cumhuriyetten yana tercihte bulunabilir. Kimileri de totaliter cumhuriyeti yüceltebilir. O zaman, mesele, cumhuriyetin olmasından veya olmamasından çok, onun niteliklerinin neler olacağı veya olmayacağıdır. Bu hususları belirttikten sonra ülkemizdeki totaliter cumhuriyet propagandasının öne çıkardığı bazı noktalarla ilgili değerlendirmelere geçebiliriz. Bu çerçevede ilk olarak temas edilmesi gereken, galiba, laiklikle cumhuriyet ve demokrasi arasındaki ilişkidir. Açıktır ki, ne laiklikle cumhuriyet ne de cumhuriyetle demokrasi arasında zorunlu bir beraberlik ilişkisi vardır. Laik olan (Tunus, SSCB) ve olmayan (İran) cumhuriyetler vardır. Laiklikle cumhuriyet arasında mecburî bir ilişki bulunmadığı teorik olarak da ispat edilebilecek bir gerçektir. İlgi çekici bir nokta, dinî cumhuriyetlerin durumunda dinin yeri belliyken, dini reddetme veya bastırma adına yola çıkan bazı ülkelerde bu çabanın bir tür politik-seküler dine vücut vermesidir. Tunus ve SSCB gibi ülkelerde seküler dinler ve klasik dinlerin yerini bu dinlerle kaplama çabası içinde çırpınan “seküler-dinci” politik-bürokratik elitler doğmuştur. Türkiye’de de durum bir ölçüde budur. Eldeki bütün bilgiler ve veriler laiklikle cumhuriyet arasında, bizim totaliter cumhuriyetçilerimizin sandığı gibi, tek yönlü bir ilişki olmadığını göstermektedir. Aynı şey cumhuriyet ile demokrasi ilişkisi için de doğrudur. Bir demokrasi cumhuriyet olabilir de, olmayabilir de. Demokratik dünyanın en kıdemli bazı ülkeleri cumhuriyet değildir. Uzun zaman cumhuriyet olan bazı ülkeler ise hiç demokrasi olmamışlardır. Bir yerde cumhuriyet kurmanın orada aynı anda demokrasi kurmak anlamına gelmediğini gösteren yığınla örnek vardır. Türkiye’nin tecrübesi de bu örnekler arasına sokulabilir. Cumhuriyet demokrasinin kurulmasını bazen zorlaştırabilir. Türkiye’de tek parti cumhuriyeti döneminin demokrasiye geçişte kolaylaştırıcı bir işlev mi yoksa zorlaştırıcı bir işlev mi üstlendiği ilgilenmeye değer bir araştırma konusudur. Laiklik ile demokrasi ilişkisi yukarıda ele aldığımız ilişkilerden daha çetrefildir. Unutmamalıyız ki, Batı’da laiklik, liberal demokrasinin henüz tesis edilmediği bir dönemde, bir zaruretten doğdu. Bu zaruret toplumsal barışın tesis edilmesiydi. ([email protected]) Zaman Gazetesi 24/06/2006
  11. Arkadaşlar konu demirel değil, demirel sadece piyon... demirel üzerinde yürütülen sinsi bir siyasi plan... Amaç her zaman olduğu gibi akp hükümetini yermek. bunda anlamayacak bir şey yok. yalnız devletin düştüğü içler acısı duruma bakın. koca Türkiye Cumhuriyetinin emekli bir Cumhurbaşkanı, bir gün birileri tarafından ortaya çıkarılıp mevcut hükümeti devirmek için gün gibi apaçık kullanılıyor. Emekli beyefendi ise canıma minnet şeklinde cebine dolacak paraların hırsıyla kendisini kullananların ekmeğine yağ sürüyor. Devlet tehlikede, hemde hiç olmadığı kadar... Lütfen bundan sonra dipnotun yazılarını iyi tahlil edin, eğer o birşey eklemişse ya İslam karşıtlığı bulursunuz yazının içindeki çoğunlukla böyledir, ya akp nefreti... Bu iki temel düşünce ne anlatmak istediğini kolayca anlayabilirsiniz... Demireli yattığı mezardan hortlatıp kurtarıcı bir lidermiş gibi başımıza oturtmaya çalışanlar; aşağıda eklediğim yazıyı dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum... Kandırmayın bu milleti, herkes sizlerin ne olduğunu iyi biliyor. Gözünüz o kadar dönmüş ki, menfaatleriniz ve nefretinizle bezenmiş ideolojileriniz uğruna devleti demirelin eline vermeyi bile kurtuluş yolu olarak görmektesiniz... GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ Yorum - Prof.Dr. Atilla Yayla Demirel nasıl hatırlanacak? Süleyman Demirel, cumhurbaşkanlığı makamındaki görev süresini tamamlayarak 16 Mayıs 2000’de Güniz Sokağı’ndaki evine döndü. Bunun kendisi için çok buruk ve hazin bir gidiş olduğu hem son zamanlardaki söz ve hareketlerinden ve hem de yüzündeki ifadeden anlaşılmaktaydı. Her ne kadar ikide bir böyle olmadığına dair ifadeler sarf etti ise de, davranışları, içinde yanan iktidara daha uzun süre (mümkünse ölünceye kadar) sahip olma ihtirasını tevil edilemez biçimde ortaya sermekteydi. Bu ihtiras onu görev süresinin her ne şekilde olursa olsun uzatılması için pek de şık olmayan arayışlara itti. Beş artı beş formülüne hararetle sarıldı. Bu formül işlemeyince, kendisinin bu doğrultuda bir talebinin olmadığını, her şeyin hükümetin tasarrufunda cereyan ettiğini söyleyerek vaziyeti kurtarmaya çalıştı. Dediğine bakılırsa görevden kaçmayı istemediği için hükümetin teklifine rıza göstermişti. Demirel fanatikleri dışındakilerin gördüğü ve müşahitlerin gözlediği ise yaşlı politikacının iktidara bütün gücüyle sarıldığıydı. Fakat muvaffak olamadı ve makamı Sezer’e, muhtemelen içi kan ağlayarak devretti. Şimdi artık Demirel’in bütün siyasi kariyerini değerlendirme zamanıdır. Bu son derece ilginç ve bir hayli de zengin bir olaydır. O kadar ki, akademik çalışmalara konu olması mümkündür. Nitekim, bir akademisyen olarak bendeniz ileride bu konuda bir yüksek lisans tezi hazırlatmayı düşünmekteyim. Demirel’in siyasi serüveni, başkalarına attığı siyasi çalımlar, sözleriyle davranışları arasındaki tutarlılık ve çelişkiler, etkilendiği fikir kaynakları, ünlü aforizmaları hep birlikte veya ayrı ayrı ele alınarak değerlendirilebilecek konulardır. Benim bu kısa yazıda yapmak istediğim, Demirel tipi politikacılık ve Demirelvari politikayı ilkesel muhteva ve tutarlılık açısından kısaca değerlendirmektir. Demirel portresine bakış... Bir politikacının başarılı olup olmadığına karar vermekte kullanabileceğimiz ölçülerden biri, onun uzun süre parti içinde iktidara yani genel başkanlık koltuğuna hakim olması veya ülke çapında siyasi iktidarı yıllar boyu elinde tutması ise Demirel’in bu bakımdan hayli başarılı olduğuna kuşku yoktur. Demirel, yaklaşık kırk yıllık siyasi hayatı boyunca partisinde tartışmasız lider olmuş, muhaliflerinin çoğunun siyasi hayatını bitirmiş, kendisine karşı çıkma gaflet ve cesaretini gösterenleri adeta ezmiştir. Defalarca başbakan olmuş ve yıllarca iktidarın otoritesini kullanmış, devletin elindeki iktisadi kaynaklardan taraftarlarının cömertçe yararlanmasını sağlamıştır. Bu sayede bugün Demirel’in etrafında her hal ve şart altında onunla beraber hareket etmeye ve kendisine her türlü desteği sağlamaya hazır bir network oluşmuştur. Bu network önümüzdeki aylarda Demirel’in ne yapacağının belirlenmesinde son derece etkili olacaktır. Mevcut ve bundan sonra gelecek hiçbir politikacının bu tarz bir network inşasında Demirel kadar başarılı olamayacağına inanmak için pek çok sebep vardır. Siyaset eğer bir beşeri faaliyet çeşidiyse ve politikacılar ayrı bir varlık türü değil insan ise diğer beşeri faaliyetlerde etkili olan unsurların şu veya bu şekilde politikada da etkili olması gerekir. Bu unsurların en başında ise ilkesel tutarlılık ve temel ahlâki değerlere bağlılık gelir. Politikacıların bu bakımdan diğer insanlardan biraz geride olmasını, içinde bulundukları şartlardan ve siyasi faaliyetin doğasının özelliklerinden dolayı makul bulabiliriz. Nitekim, bir politikacı, seçmenine, bir satıcının müşterisine, öğrencinin hocasına, borçlunun alacaklısına söyleyeceğinden daha fazla yalan söylemeye yatkın ve yakındır. Ama politikacıların siyasi faaliyetlerinde ilkelerden, ilkesel tutarlılıktan ve kuşatıcı ahlâki değerlerden tamamen uzak olmalarını hiçbir şekilde kabul edemeyiz. Edemeyiz, zira sıradan insanlarda bulunmaları halinde onlara acımamıza sebep olacak ve başkalarından ziyade sahiplerine zarar verecek bu olumsuz özellikler, iktidar koltuğuna oturan, kamu gücünü kullananların elinde yıkıcı, tahrip edici araçlara dönüşmektedir. Bunun en iyi örneği Demirel’in siyasi hayatı ve özellikle cumhurbaşkanlığı makamındaki eylem, tavır, davranış ve sözleridir. Kendisini sırf teoriyle sınırlandırmamaya, siyasetin işleyiş biçimini her seviyede gözlemeye ve anlamaya çalışan bir siyaset bilimi hocası olarak bütün bilgi ve birikimimle Demirel’in hayatındaki temel ilkenin ne olduğunu keşfetmeye çalıştığımda ulaşabildiğim tek ilkenin ilkesizlik olduğunu görüyorum. Benim bildiğim Demirel’in hayatındaki temel ilke herhangi bir ilke sahibi olmamaktır. Çünkü Demirel’in başlıca değil yegâne amacı iktidarda olmaktır, gücü elinde tutmaktır. Bu amaç her türlü aracı meşru kılmakta ve her türlü kalıcı ilkeyi berhava etmektedir. Politikacıların, diğer insanlar gibi, melek olmadıklarının farkındayım. Ayrıca, iktidar sahibi olma arzusunun, diğer insanlar gibi politikacılar için de meşru ve hatta lüzumlu olduğunu idrak ediyorum. Gündelik hayatta da birçok insanın iktidarı amaç haline getirdiğinin farkındayım. Ama bir politikacının iktidarı yegâne amaç haline getirmesinin ve iktidara ulaşmak için her yolu meşru ve her aracı mubah görmesinin korkunç derecede zararlı olabileceğini de biliyorum. Süleyman Demirel’in politika anlayışının ve politika yapış tarzının her türlü ilkeden azade ve temel ahlâkî değerlerin birçoğundan tamamıyla kurtulmuş olduğunu onu iyi gözleyenler zaten biliyordu. Fakat hayatı boyunca onun siyasi hamallığını yapmış kitlelerin bunu anlaması 28 Şubat sürecinde oldu. Onlar adeta bir rüyadan uyanır gibi oldular. Sahi, Demirel’in hangi sözleri doğrudur? Hangi demeçlerine itibar edilmelidir? Din-devlet ilişkileri, din özgürlüğü, laiklik, ordunun sistemdeki yeri, milli ve dini değerler, çağdaşlaşma ve demokrasi konularında on-yirmi yıl önceki Demirel’e mi itibar edilmelidir, yoksa 28 Şubat sürecindeki Demirel’e mi? İmam hatipleri, Kur’an kurslarını teşvik eden Demirel mi gerçek Demirel’dir yoksa kapatan Demirel mi? Bence gerçek ve kalıcı, tanınabilir ve teşhis edilebilir bir Demirel yoktur. Her anın ve her ortamın Demirel’i, istediği her kalıba girebilecek ve her meşrebe bürünebilecek bir Demirel vardır. Bu Demirel gün gelir ülkenin hastalıklı laiklik pratiğinin en büyük eleştiricisi, gün gelir onun en büyük savunucusu olur. Allah ömür verir ve politikaya dönerse 28 Şubat Demirel’inin övdüğü icraat ve söylemleri kıyasıya eleştiren bir Demirel görmek sürpriz olmayacaktır. O yüzden Demirel’in Türk siyasetine en büyük ve en kalıcı katkısı ilkesiz ve temel ahlâkî değerlerden azade siyaset mirası olacaktır. Kısaca Demirelvari siyaset adını verebileceğimiz bu siyaset tarzı her zaman sorgulanmalı ve mahkûm edilmelidir. Türkiye’nin daha iyi bir ülke olmasında siyasetin bir payı olacaksa bu Demirelvari siyaset alanının daraltılması ve Demirelvari siyasetçilerin sayısının azalmasıyla at başı gidecektir. Önder mi, idare-i maslahatçı mı? Süleyman Demirel’in bir diğer özelliği bir demagoji üstadı olarak temayüz etmesidir. Aslında birçoğuna meziyet gibi görünen bu özellik ilkesizliğin hem doğal bir sonucu hem de en büyük sac ayağıdır. Birbirini nakzeden iki fikri aynı aşk ve heyecanla ve aynı azimle ve de muhtemelen aynı samimiyetle savunmak bazı durumlarda psikolojik bir bozukluk işareti bile olabilir. Demirel’in demagogluğunun bir ilginç yönü, olayları ve olguları kolayca ve rahatlıkla çarpıtabilmesidir. Demirel, hayatımda gördüğüm en ihlaslı doğrunun tersini söyleyicidir. Bunun harika örneklerinin sonuncusunu ve ihtimal en ilgincini beş artı beş olayında sergilemiştir. Bu formüle razı olmasını eleştirenlere, ‘hizmetten kaçmam, hükümetin teklifini reddetseydim yine şapkasını aldı kaçtı derlerdi’ mealinde cevaplar vermiştir. Oysa yakın siyasi tarihimizle ilgili asgari seviyede bilgi sahibi kimseler bile 12 Mart döneminde ortaya çıkan bu sözle kastedilen şeyin Demirel’in ordunun haksız ve anti-demokratik muhtırası karşısında halkın kendisine verdiği yetkiye hıyanetlik ederek tası tarağı toplayıp gitmesi, hiçbir şekilde direnmemesi olduğunu bilmektedir. Dolayısıyla, Demirel aslında 28 Şubat’ta da şapkasını alıp gitmiştir. Dayatmacılara teslim olmuş, daha önceki sözlerini yutmuş, bu sözlerin onda birini söyleyenleri hapishane ve mahkemelere taşıyan bir mekanizmaya gururla eklemlenmiştir. Demirelvari politikanın bir diğer özelliği kritik ve tavır gerektiren hiçbir meselede söz sanatının ötesine geçmemek, tavır sergilememek, taraf olmamak, bekleyip dengenin nasıl oluştuğunu görmek ve ancak ondan sonra renk vermek ve şaşmaz biçimde güçlünün yanında yer almaktır. Demirel bir önderden ziyade bir idare-i maslahatçıdır. Teknik bilgisi eğer gerçekten yerinde ise, normal şartlarda işgal edebileceği en büyük makam kamu bürokrasisinde bir üst seviye memurluktur. Demirel, vasatlar cenneti Türkiye’de cumhurbaşkanlığına kadar tırmanmıştır, ama benim gözümde hiçbir zaman ilham verici, yol açıcı, sürükleyici bir lider olamamıştır. 28 Şubat sürecindeki tavrı ve sözleri, onu lider zannedenlere de ibret alınacak birçok olayla öyle olmadığını kanıtlamıştır. Süleyman Demirel, 28 Şubat sürecinde demokrat olmadığını ve demokrasinin ne olduğunu bilmediğini de göstermiştir. Bütün siyasi kariyeri incelendiğinde, Demirel’in kendisinin iktidar makamında oturmasıyla demokrasiyi özdeşleştirdiği anlaşılmaktadır. Demirel’e göre, kendisi iktidarda değilse ülkede demokrasi yoktur, iktidardaysa ülkede demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla işlemektedir. Demirel, demokrat olmaması yanında ahde vefa diye bir ilkeyle ilişkisi olmadığını da hepimizin gözüne batıra batıra anlatmıştır. Yıllarca sırtından siyaset yaptığı DP geleneğini bir aksesuar olarak taşıdığını, yarayışlı bir araç olarak kullandığını tekrar tekrar ispatlamış, sonunda o geleneğe ve o geleneğin kitlelerine sırtını dönerek devletçi CHP geleneğine teslim olmuştur. Üstelik bu teslimiyet onu pek mutsuz etmişe de benzememektedir. Aksine, çok yakışmış, şıp diye üzerine oturmuştur.
  12. Demokrasiden dem vuran dipnot bey yine antidemokratik tavırlarını elden bırakmamış maşallah... insanların imam nikahını kendilerine bir şart olarak görmeleri karşısında takındığınız anlayışsız ve aşağılayıcı tavırmı demokrasi oluyor sevgili dipnot? Size ne ? Bunun açıklamasını yapabilirmisin sen bana? bir kişi imam nikahıyla evlendiği zaman buna karar verdiği zaman ne oluyor? l aik devlete karşımı gelmiş oluyor? cumhuriyeti yok saymış mı oluyor? demokrasiyi ihlal etmiş mi oluyor? insanların hak ve özgürlüklerine baskımı yapmış oluyor? imam nikahıyla evlenmek istiyorum, camide evlenmek istiyorum, kır düğünü yapmak istiyorum, otelde evlenmek istiyorum, uçakta evlenmek istiyorum.... kime ne? bu insanların kişisel hakkı değilmidir? kişinin kendini ilgilendirmezmi? siz bu kararlara """cumhuriyeti, laikliği""" bahane ederek karşı çıktığınızda demokrasi anlayışını tamamen ihlal etmiş olmuyormusunuz? nedir demokrasi? ilk önce bunu bir sindirin içinize... demokrasi sizin isteğinize göre şekillenen bir dünya demekmidir? insan ancak ve ancak sizin isteklerinize göre yaşadığı zaman mı demokratik olacak? yukarıda eleştirdiğiniz maddeye dikkat edin, "türkiyenin çıkarları için insan hakkı ihlal edilebilir"... hemen altındada "peki bu sonuçlar bir demokratik bilincimi yansıtıyor?" sorusu... hatırlarsanız cumhurbaşkanıda türkiyenin çıkarları için ibadetler engellenebilir demişti. cumhurbaşkanı-nız bunu söylediği zaman hak, ama bir başkası söylediği zaman antidemokrtatik öylemi? ikisi aynı bilincin ürünü eğil mi? ha çıkarlar için hak ihlali, ha çıkarlar için ibadet yasağı... yoksa siz ibadeti bir hak olarak görmüyormusunuz? görmüyorsanız bunu söyleyinde bilelim... sevgili dipnot her zaman söylediğim gibi, artık laiklilk cumhuriyet hukuk demokrasi Atatürkçülük gibi değerlerin arkasına gizlenerek siyaset yapma ve insanları kandırma devri sona ermiştir!!!!!!!!!!!!! devir, akıl ve düşünme devridir, sahtekarlık artık sona ermiştir, halkın gözü açılmıştır. hiç boşuna uğraşmayın... geçmiş olsun...
  13. Bence çok yakın bir zamanda sağ görüşlü bir yazar yada sağ görüşle öne çıkmış bir zat öldürülecek, yada İslami değerler fena şekilde bir gazete yada bir programda hakarete uğrayacak. Sol görüşün aldığı darbe sonucu şimdide sağ görüşe geldi, sol görüş tepkisini dile getirdi ve hala tepkili şimdide sağcıları azdırmakta sıra...
  14. Eyvahlar olsun erdoğan gelmiş.... Yine yakalandım... Erdoğan ne olur bu seferlik beni affet bir dahaki sefere irticacılık yapmıyacağıma söz veriyorum. Nasılda anladın yine? Ulvi kişi, ileri görüşlü şahsiyet... Affet beni erdoğan ne olur affet...
  15. Ordunuz mu? Bir yandan vatanseverlik deyip insanları vatanhainliği ile suçlayacaksınız, geride kaldık deyip uygarlığa koşacaksınız, Başkalarını yolsuzluk ve adaletsizlikle suçlayıp ülkeden ihraç etmeye çalışacaksınız Her pis taşın altından çıkan, her olaya karışan ve yaptığı bütün kirli işlerin üstünü örtüp bir güzel seyreden ordu mensuplarını, "orduyu değil ordu mensuplarını" Cumhuriyet bekçisi diyerek koruma altına alacaksınız? Yok böyle riyakarlık... Susurluk olayınıda şemdinli olayınada askerin karıştığını bilmiyormuş gibi konuşuyorsun sevgili dipnot! Susurluk ve şemdinli olaylarında ülkenin nasıl bir durum içinde olduğunu hatırlıyormusun? Bu haleti ruhiyeye insanları sevkeden kişileremi siz cumhuriyet bekçisi diyorsunuz? Bırakın artık partizancılığı... Ülke için güzel işler yapmak isteyen adam sağı solu tanımaz nerde haksızlık ve sömürü var üstüne gider. Ülkenin tekerine kim çomak sokuyorsa onun yakasına yapışır! Ahmet efendiye olmaz deyip mehmet efendiye hay hay demez!!! Bu oyunlarla Türkiye Cumhuriyetini kişiler arası çatışma platformu haline getiremeyeceksiniz!!! Atatürkü, din sömüren yobazlar gibi sömürerek iş yapma devri bitmiştir!!! Hepinize geçmiş olsun!!!
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.