Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SO_RATES

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    14
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SO_RATES - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. İşte bu kadar.. Paylaşım için teşekkürler sevgili Gece Yağmuru... Sevgiler..
  2. Size yürekten katılıyorun canugur... Bu 1 milyar Türk lirası ile Allahın varlığını ispatlamaya çalışan arkadaşımızı hakikaten çok yersiz ve gereksiz bir düşünce ile ortaya çıkmış ve bana orta çağ karanlığında kilise papazlarının para ile günah afetmelerini düşündürmektedir... Bu gibileri ya muzilerle insanları etkilemeye, ya da korkutarak inandırmaya kalkan karanlık güçlerdir... Bir şeyin mucizeye veya korkuya ihtiyaç duyması ise tamamen acizliktir... Düşüncem ise; Dünya görüşleri inançlara ilişkin beş küme altında toplanabilir, bunlar: 1. Tanrı 2. Metafizik (en mükemmel gerçeklik) 3. Epistemoloji (bilgi) 4. Etik 5. İnsan doğası Dünya görüşlerinin bu noktada açıklanmasına ihtiyaç olmayan ek inançları da içermesi mümkün olsa da, bu beş küme birbirleriyle yarışan kavramlar sistemlerinin en önemlileridir. TANRI İSE Herhangi bir inanç sisteminin en can alıcı öğesi Tanrı’ya ilişkin ne söylediği ve ne söylemediğidir. Dünya görüşlerin temel sorulara verdiği yanıtlarda büyük farklılıklar vardır: Tanrı var mıdır? Tanrı’nın doğası nedir? Tanrı sadece bir tane midir? Tanrı’nın kişiliği var mıdır yani bilgiye sahip olabilen, seven ve harekete geçen bir Tanrı mıdır? Veya Tanrı kişiliksiz bir güç veya kuvvet midir? Bugüne kadar dünyamızda yaşanan tüm acılara rağmen hala kendini göstermesi gerekmiyormuydu vb. soruları çoğaltmak mümkündür. Tanrı’nın doğasına ilişkin çelişen görüşlerden dolayı Budizm, Hinduizm, ve Şintoizm sadece farklı inançlar değil, aynı zamanda farklı dünya görüşleridir de. Hristiyanlık ve Yahudilik tek Tanrıcılığın bir örneği olduğu için, birbirleriyle olan benzerlikleri, dualistik (iki tanrıcılık), politeistik (çok tanrıcılık) ve dünyayı tanrısal gören panteistik sistemlerin görüşlerinin birbirleriyle olan benzerliklerine oranla daha yakındır. O zaman tüm dünya görüşlerinde temel olan bir öğe Tanrı’ya olan bakışıdır. Yani herkes kendine bir tanrı öyle veya böyle yaratmış ve yaratmakla meşgül... Bu arkadaşımıza son olarak şu söylenebilir... Biraz bilime katkın olsun ve paranı da yararlı bir işte kullanmak istiyorsan bilime arca çünkü bilimden yoksun bir kafada imanda olmaz olursa da böyle olur...
  3. Arkadaşlar... İTHAL ÜRÜNLER YERİNE; BARKODU, "869" İLE BAŞLAYAN YERLİ MALI ÜRÜNLERİ SATIN ALMANAN ÜLKEMİZ İÇİN YAŞAMSAL BİR ÖNEME SAHİP OLDUĞUNU BİLİYORMUYDUNUZ... Türkiye ekonomisi bugün güçlü ekonomiler karşısında bağımsızlık savaşı veriyor. İTHALATA GİDEN HER 6.500 DOLAR, BİRİMİZİ İŞSİZ BIRAKIYOR. Bu nedenle bizlerin de Bu savaşta tüketim parolamız 869 olmalıdır, yani Türk'ün şifresi 869'dur. Savaşı kazanmak ve başı dik gezmek istiyorsak "GELİN ÜLKEMİZİN ÜRÜNLERİNE SAHİP ÇIKALIM". Sonuç olarak; İthal ürünlere verdiğimiz her kuruş, ekonomimizi cıkmaz sokağa götürüyor. Gençlerimize istihdam yaratılamıyor. Yerlisi varken yabancı mal almak, kıt kaynaklarımızın dışarıa gitmesi ve yatırımların azalmasıdır. Ki Azalan yatırım, çoğalan işsizlik demektir......... Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK); Yılın ilk 6 ayında 4 bin 792 bakkal ve 2 bin 435 kahvehane işsizlik sebebiyle kepenk kapattı. 400 bin yeni iş yeri açıldığı söyleniyor. Bizdeki kayıtlara göre 2004 yılı da dahil olmak üzere yeni kayıt yaptıran esnaf sayısı 242 bin 89 kişidir. Bu rakam 1,5 yıllık bir rakamdır. Bunların sebebi ise işsizliğin her geçen gün artmasıdır. İşsizlik arttıkça ülkede, hırsızlık, gasp ve cinayetlerin önüne geçilmez oldu. Esnaf para kazanmayı unuttu. Vergi, SSK ve Bağ-Kur prim borçlarını ödeyemez halde. Ayakta nasıl kalabilirimin yollarını aramaktadır. Hükümetin artık esnafın sesini duymasını istiyoruz"
  4. SO_RATES

    İŞSİZLİK

    Bencede doğru ve yerinde bir tespit... Diğer taraftan ise; Her gün Türkiye'deki işsizler ordusu güçleniyor, artıyor olması işverenlerin işine geliyor Çünkü işverenler üç kişinin yapacağı işi tek kişiye ve oldukça düşük ücretle yaptırıyor! Eğitim ve kariyerinize hitap eden işi yapamıyorsunuz, çünkü işveren sizi asgari ücretle onurlandırıyor! "İstersen!" diyor. Türkiye her an kriz halinde olduğu için, bundan her an işveren yararlanıyor. Türkiye'de çalışmak isteyen çok ama ne yazık ki iş ve olanak bulamıyor...
  5. DİNİ DÜŞÜNÜRLERE GÖRE EVRİM.... EVRİM GERÇEĞİNİ BAZI DİN DÜŞÜNÜRLERİ DE KABUL ETMİŞLERDİR.. Düşünebilen İnsan'ın, doğadaki çeşitlenmeyi,canlılar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların derecesini gözlediği an evrim konusunda ilk düşünceler başlamış demektir. İlk yaygın düşünceler, Asur ve Babil yazıtlarında; daha sonra bunlardan köken alan ortadoğu kökenli dinlerde görülmüştür.Hemen hemen hepsinde insanın özel olarak yaratıldığı ve evrende özel bir yere sahip olduğu vurgulanmış; türlerin değişmezliğine ve sabit olduğuna inanılmış ve diğer canlılar konusunda herhangi bir yoruma yer verilmemiştir. Kur'an-ı Kerim'de yaradılışın kademeli olduğu vurgulanmıştır.Yalnız bir Türk din adamı, astronomu ve filozofu olan HASANKALE' li İBRAHİM HAKKI (1703-1780), insanların değişik bitkilerden ve hayvanlardan köken aldığını belirtmiştir. Onyedinci y.y. 'a kadar, piskopos USSHER' in ve diğerlerinin savunduğu türlerin olduğu gibi yaratıldığı ve değişmeden kaldığı fikri yani "Genesis" geniş halk kitleleri tarafından benimsendi ve etkisini günümüze kadar sürdürdü.Ussher'e göre dünya M.Ö.4040 yılında, ekim ayının 4'ünde sabah saat 9:00 da yaratılmıştı. Bu düşünce Ussher tarafından incile eklenmiştir.Daha önce yine hırıstiyan din adamları olan AUGUSTİN (M.S.354-430) ve AQUİNAS (M.S.1225-1274) tarafından canlıların basit olarak tanrı tarafından yaratıldığı ve daha sonra değişerek çeşitlendiği savunulmuştu. ----------------------------- Hacettepe Universitesi Fen Fakultesi Biyoloji Bolumu Prof Dr. Ali DEMİRSOY Yaşamın Temel Kuralları Cilt I /Kısım I /Sayfa: 564
  6. REKTÖRLER SEVİNÇLE KARŞILADI: 'Medeniyetin gereği yapıldı' * ODTÜ Rektörü Akbulut: Medeniyetin gereği buydu * İnönü Üniversitesi Rektörü Hilmioğlu: HSYK içinde Adalet Bakanı ve müsteşarı olduğu sürece yargı bağımsızlığından söz edilemez * Kocaeli Üniversitesi Rektörü Komsuoğlu: Sırada takipsizlik kararı var * Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü Alptekin: Kaybettiklerinin hesabını kim verecek? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın hakkında verilen tahliye kararı, üniversitelerde sevinçle karşılandı. Kararı, ''Medeniyetin gereği buydu'' diye yorumlayan rektörler, kendilerinin hiçbir zaman yargıya müdahale etmediklerini, yalnızca Aşkın'ın tutuksuz yargılanması gerektiğini vurguladıklarını söyledi. Rektörler, ''Ancak, sorulması gereken soru şu; Aşkın'ın kaybettiklerinin hesabını kim verecek'' dedi. Rektörler, Aşkın'ın tahliyesi ile ilgili şu değerlendirmeleri yaptı: **Prof. Dr. Emin ALICI ( ÜAK Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü) Çok sevindirici bir durum. Biz, arkadaşımızın hukuk sistemi içerisinde bu süreci geçirmesi ve hukuk düzeninin arkadaşımıza tam olarak uygulanmasından başka bir şey istemiyoruz. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. 'HİÇ UNUTMAYACAK' ***Prof. Dr. Ural AKBULUT (ODTÜ Rektörü) Mutlu olduğum bir sonuç. Medeni ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de hukuk sisteminde aslolan, bir kimsenin mahkemece suçlu bulunana kadar suçsuz kabul edilmesidir. Biz hiçbir zaman ''Savcı haksızdır, Aşkın suçsuzdur'' demedik, Aşkın'ın tutuklu yargılanmasına karşı çıktık. Sayın Rektör, geçen süreçte büyük ıstırap çekti, sağlığını kaybetti, yaşamı boyunca unutamayacağı, genel sekreter yardımcısının ölümüne şahit oldu. Bütün bu üzüntülü olayları hiç hak etmedi. 'YARGI BAĞIMSIZ DEĞİL' **Prof. Dr. Fatih HİLMİOĞLU (İnönü Üniversitesi Rektörü) En baştan beri söylediğimiz gibi, Aşkın'ın tutuklu olarak yargılanmasını gerektiren hiçbir sebep yoktu. Buna rağmen, tutuklu olarak yargılandı. Bırakılmasından dolayı hepimiz çok mutluyuz ama, bu yargılama süreci esnasında bir kişi yaşamını yitirdi. Sayın Rektör de önemli ölçüde sağlığını kaybetti. Böyle bir hukuki süreç de ne kadar adil, onu da hakikaten kamuoyunun vicdanında tartması gerekir. Bu süreç, iki şeyin önemini bir kez daha ortaya net bir şekilde ortaya koymuştur. Bunlardan birincisi yargı bağımsızlığı... İkinci konu ise, dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır. **Prof. Dr. Ülkü BAYINDIR (Ege Üniversitesi Rektörü) Çok mutluyuz. Geç de olsa, tutuksuz yargılanma aşamasına geçmesi bizim için mutluluk verici bir olaydır. Bundan sonrasının da olumlu bir şekilde yürümesini istiyoruz. * **Prof. Dr. Baki KOMSUOĞLU (Kocaeli Üniversitesi Rektörü) Karar, üniversite camiasını mutlu etmiştir. Gecikmiş bir karar olmasına karşın adalet yerini bulmuştur. Bundan sonra beklenen karar, takipsizlik kararı verilerek dosyanın YÖK'e gönderilmesidir. Rektör ve Genel Sekreter Yardımcısı keşke başından itibaren tutuklanmadan yargılansalardı. * Prof. Dr. Ferit BERNAY (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü) Kararı, Yücel Hoca'nın beraatına giden yolda bir adım diye değerlendiriyoruz. Türk üniversiteleri ve Türk ulusu için, bu kararla aydınlanmaya giden yolun başlangıcı gerçekleşmiştir. 'YA KAYBETTİKLERİ' **Prof. Dr. İsmet Vildan ALPTEKİN (Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü) Bizim talebimiz ve normal olanı buydu. Şimdi tutuklu olarak yargılandığı süre zarfında sağlığından kaybettiklerini, Genel Sekreter Yardımcısı'nın yaşamını yitirmesinin hesabını kim verecek, bunu sormak lazım. * Prof. Dr. Enver DURAN (Trakya Üniversitesi Rektörü) Hukukun uygulanmasından yanayız. bunun dışında söyleyecek şeyimiz yok. Kararı sevinçle karşılıyoruz. Yargının yanındayız... Bizlerde...
  7. SO_RATES

    İŞSİZLİK

    İşsizlik... İşsizliğin insan üzerindeki yakıcı ve kavurucu etkisini, hayatının bir döneminde hemen hemen herkes tatmıştır. Bugün insanlar iş ararken, sanmayın ki, en çok beklentileri ücret üzerinedir. Öyle bir görüntü verseler bile, asıl amaç, her sabah kalktığınızda gidilebilecek bir yerinizin olmasıdır. Düşünebiliyor musunuz?.. Her sabah kalkıyorsunuz, duşunuzu alıyorsunuz, tıraşınızı oluyorsunuz, bayansanız kendinize özgü hazırlıkları yapıyorsunuz, ama hazırlığınızın bitmesiyle birlikte, hayallerinizin, direncinizin yıkılması, çökmesi de bir oluyor. Nereye gideceksiniz? Sonra omuzların çöküşü ve bulduğunuz bir koltuğa yığılıp, kalma... Hele bir de aynı mahallenizden, komşunuzdan birisini işe giderken görmek; daha da hüzün verici oluyor... Bir arkadaşımın oğlu var. Bilkent üniversitesini en iyi dereceyle bitirdi. Babasının ekonomik durumunun iyi olduğu günlerde; İngiltere'de birkaç yıl dil kursu aldı. Ve neredeyse dünyanın yarısını; görme, bilgilenme, tanıma amacıyla gezdi. Kaç yıl oldu, iş bulamamakta. Bugünlerde babasıyla birlikte, kapı kapı dolaşıp mülakatlara giriyor. Çok iyi eğitim almış ve yetiştirilmiş bir insanın durumu buysa, varın ötekileri siz sorgulayın. Kızlı, erkekli milyonlarca genç; istikbalsiz, moralsiz, gelirsiz bir biçimde hem ailelerine yük; hem de sıkıntı içindeler. Bezgin ve yılgın. Öte yandan iktidarda olanlar, ne var ne yok her şeyi satmakla övünüyorlar. Artık buralar, onların deyimiyle '' rantabıl " olacakmış. Peki ya insan? Satılan yerler, döviz, borsa, rantiye çevrelerine akmakta... Ne yeni bir iş kapısı açılmakta, ne istihdam sağlayacak tedbirler alınmakta. '' Babalar gibi satarız...'' Kendi babalarının malları çok nasıl olsa... Amerika'da evler, yerleşmeler, pasaportlar, düğünlerden elde edilen sandıklar dolusu altınlar ve iktidara yanaşmış hatırlı dostlar. Çok yakıcıdır işsizlik çok... Bir bankadan beş- on kuruş kredi alacak olsanız bile; o asgari ücretten bordronuza itibar ediyorlar. O yoksa, zaten bir hiçsiniz... Yazık çok yazık...
  8. -------------- Sordukları zaman boyle deriz "Elhamdülillah müslümanız".Veya şöyle deriz;" toplumu % 99 u müslüman olan bir ülkede... hede hödö..." Acaba öylemiyiz diye düşünen varmıdır diye düşünelim... Şöyle bakalım acaba "elhamdülillah müslümanmıyız" * Halkımızın %yüzde kacı hala yer sofrasında yemek yiyor * Okuma yazma bilme oranı nedir * Küfür etmeyen erkek hatta kız var mı toplumda * Geri kalmış ülkelerde (örnek=mozambik) görülen salgın hastalıklar bizde var mı * Falcılar,büyücüler,muskalar,medyumlarla aramız nasıl * Kadınlarımız sokakta rahatça yürüyebiliyorlarmı * Kadınlarımızı tekme tokat dövüyormuyuz * Veya başlarını ite kaka kapamak için gayret içindemiyiz * Hoca efendiler ve imam efendilerin kulu kölesimiyiz * Gazetelerin 3.cü sayfasındaki birbirinden vahşi cinayetler gercek mi * Kimliğim kayıp hükümsüzdür diye yürüyen vatandaşların olduğu bir şehir bile var mı * Hırsızlık teşebbüsünün suç olmadığı yer neresi * Ormanlardaki ağaçları kesip villa yapmanın sırrı nedir * Kaç canlı türü kaldı ülkemizde * Bagrı acık gömlekli catık kaşlı kabadayı genclerin işi nedir * Yaşanılan her anın bir mafyası varmı burada * Picassoyu yemek zanneden genclerin olduğu yer neresi * 3 milyon adeti sınav kapısında bekleyen gencler nerede * Sporu bilmeyen yağlı boğazlı kabadayılar * Hastanelerdeki hırsızlık üçgen veya dörtgenleri * İhaleler,pazarlamalar,tarikatlar * Ortaçağdaki aşiret sistemi * Eroin içenler,sigaraya gömülenler * Kapkaççılar,ayılar,düğün ve asker yollama magandaları * Sokaklardaki çöpler al kaçır götür mantığı * Medya bataklığı bööööööööyle uzar gider.Bir soran olursa siz nesiniz diye aynen şöyle derim; "Elhamdülillah Müslümanız" Sonra içtiğim kolanın gazını gaaark diye cıkarır yoluma devam ederim...
  9. İlginç bir başlık... Bir okadar da Düşündürücü... Neyse bu konu ile ilgili şunları söyleyebilirim... Dünya görüşleri inançlara ilişkin beş küme altında toplanabilir, bunlar: 1. Tanrı 2. Metafizik (en mükemmel gerçeklik) 3. Epistemoloji (bilgi) 4. Etik 5. İnsan doğası Dünya görüşlerinin bu noktada açıklanmasına ihtiyaç olmayan ek inançları da içermesi mümkün olsa da, bu beş küme birbirleriyle yarışan kavramlar sistemlerinin en önemlileridir. DURUM BÖYLE OLUNCADA TANRI KAVRAMI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCEMİZİ... Herhangi bir inanç sisteminin en can alıcı öğesi Tanrı’ya ilişkin ne söylediği ve ne söylemediğidir. Dünya görüşlerin temel sorulara verdiği yanıtlarda büyük farklılıklar vardır: Tanrı var mıdır? Tanrı’nın doğası nedir? Tanrı sadece bir tane midir? Tanrı’nın kişiliği var mıdır yani bilgiye sahip olabilen, seven ve harekete geçen bir Tanrı mıdır? Veya Tanrı kişiliksiz bir güç veya kuvvet midir?, Eğer varsa bugüne kadar artık insanlara görünmesi gerekmiyormu veya dünyada olumsuz giden birçok soruna sözüm getiremezmiydi? vb. ... Tanrı’nın doğasına ilişkin çelişen görüşlerden dolayı Budizm, Hinduizm, ve Şintoizm sadece farklı inançlar değil, aynı zamanda farklı dünya görüşleridir de. Hristiyanlık ve Yahudilik tek Tanrıcılığın bir örneği olduğu için, birbirleriyle olan benzerlikleri, dualistik (iki tanrıcılık), politeistik (çok tanrıcılık) ve dünyayı tanrısal gören panteistik sistemlerin görüşlerinin birbirleriyle olan benzerliklerine oranla daha yakındır. O zaman tüm dünya görüşlerinde temel olan bir öğe Tanrı’ya olan bakışıdır...
  10. Rica ederim CYRANO... Sizler gibi duyarlı arkadaşlarımızı bu forumda görmek gerçekten büyük bir zevk... Bu nedenle ben de size teşekkürü bir borç bilirim... Sevgi ve saygılar...
  11. EVRiM... Bundan yaklaşık 3-4 milyar yıl önce evrensel bir piyango çekilmiş ve büyük bir olasılıkla en büyük ikramiye dünyaya isabet etmiştir.Bu kendi benzerini üretebilen, çoğalabilen, yenilenebilen, değişebilen; fakat ancak belirli koşullar niteliğini koruyabilen canlılığın ilk mayasıdır.Bu eşsiz öz, doğanın eşsiz labaratuvarlarında 3-4 milyar yıl süreyle işlenmiş, dallandırılmış, çeşitlendirilmiş ve geçmiştekini göz önüne almazsak bugün yaşayan yaklaşık 700.000 civarında bitki, 1,500,000 civarında da hayvan türünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Cansızların ve canlıların zaman süreci içerisinde meydana getirdikleri bu değişiklikleri inceleyen bu bilimdalına " E v o l u s i o n = E v r i m " denir.Cansızların evrimini inceleyen alt bilim dalına " A n o r g a n i k E v r i m" denir.[ Çoğunluk uzay fizikçilerinin ve astronomistlerin araştırma alanı içerisine girer] Canlı özün değişimi, " O r g a n i k E v r i m " olarak bilinir.[ başta biyologlar olmak üzere, kimyacı ve diğer bilimadamlarının araştırma alanı içerisine girer ]. Son olarak somut ve soyut düşüncenin, onunla ilgili olarak sosyal ilişkilerin evrimidir [ sosyal bilimlerle uğraşanların çalışma alanına girer ]. Nereden geldik, nereye gidiyoruz, çevremizdeki canlılar niçin var ve neden herbiri farklı şekilde yapılmıştır sorusunun ilk defa söylendiği tarih, evrim biliminin başlangıcını oluşturur.Bu da soyut düşünebilen insanlık tarihi kadar eskidir. Her devirde, her kültür düzeyinde bu soruların değişik açıklamaları olmuştur.Düşünen insanın kafasını sürekli kurcalayan bu bilinmezlik, kökü Mezopotamya kültürlerindeki inanışlara kadar dayanan bir formülle çözüşmeye çalışılmıştır.Bu herşeyin olduğu gibi " bir defada " Tanrı tarafından yaratıldığına inanmaktı.Bu düşünceyi köken alan değişik inanç grupları, özde aynı olmakla beraber, bazı küçük farklılıklarla yaratılış modelleri geliştirmeye çalışmışlardır.Başlangıçta ve bugün hala geniş halk kitleleri tarafından benimsenen bu inanç, gerçekte binlerce yıl insanların rahatlatılmasına ve içini kemiren bu "merak" duygusunun bastırılmasına büyük hizmetleri olmuştur.Yalnız bu rahatlık, toplumlarda dogmatik düşüncenin yaygınlaşması ve doğaya yabancılaşma gibi ağır bir faturayla ödenmeye başlandı.Öyleki, bu doğmatizmin ortaya çıkarttığı asıl tortu tüm dölleri ve bireyleri etkileyerek " yalnız beş duyumuzla algılayabildiğimiz şeyleri gerçek olarak tanımaya , herşeyi olduğu gibi kabul etmeye ve onların tümünün özellikle insan için yaratılmış olduğuna inandırarak" buzdağının altındaki gerçek yapıyı öğrenmelerini engellemye başladı. Tarih, düşündüklerini söylyen ya da gerçeğe, alışılagelmiş yöntemlerin dışında yaklaşmak isteyen "bugünkü bilgilerimizin ışığı altında ister yanılmış, ister doğruyu bulmuş olsunlar" düşünürlerin, bilimadamlarının çektikleri acılı öykülerledoludur.Kiliseye karşı evrenin sonsuzluğunu savunan BRUNO, Roma meydanında yakılırken ( 17 Şubat 1600 ) tüm baskı ve acılara katlanarak, düşündüğünü ve inandığını korkusuzca söylemek suretiyle, gelecek kuşaktaki bilim adamlarına önderlik etmiştir..... Fiziksel olarak değişen evreni, düşüncelerimizde ve inançlarımızda sabitleştirerek sonuca varmaya olanak yoktur.Çünki hiçbir düşünce ya da işleyiş, evrensel yasalara karşı koyamaz.Toplumların baskı altında tutularak ya da bazı dogmatik fikirler aşılanarak değişmez ve kararlı bir hale getirilmesi denenmiş; fakat, bu evrensel yasaya aykırı olduğu için sonuç alınamamıştır.Son yüzyılımızda , bu gerçeği benimseyerek, bilimsel düşünceyi her boyutta serbest bırakan toplumlar, çağdaşlaşmış ve özellikle doğanın ana ilkelerini ortaya koyan temel bilimler alanında patlarcasına büyüme ve gelişmeyi sağlamıştır.Bunun en doğal sonucu olarak evrim düşüncesinde de birçok gelişmeler ortaya çıkmıştır.Bu evrimsel düşünce değişimi tüm hızıyla zamanımızda da sürmektedir.Son 30 yılda gelişen alet ve aygıtlarla yapılan denemeler ve gözlemler, özellikle biyoloji alanında ve uzay çalışmalarında elde edilen bulgular, evrenin yapısını ve dokusunu gerçeğe biraz daha yaklaştırarakaçıklamaya başlamıştır.Artık, bugün biz canlı ve cansız evren konusunda belirli temel bilgilere ve ilkelere sahibiz.Fakat bu ana ilkeler arasındaki dokunun örülmesi daha yüzlerce yıl alacaktır.Zaten Evrimin temel ilkesi de budur." YETER VE DUR" kelimeleri evrimin anlamına ters düşer.... Bilmem evrim karşıtı arkadaşlarımız bu düşüncelere ne der çok merak ediyorum...
  12. ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN... ___Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. / İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239 ___Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. / Hafız ZehebiBüyük Günahlar Sayfa 187 ___Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. / Sahihi Buhari ___Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003 ___Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır. Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720 ___Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta. / Ebu Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikah, 17/4805 ___Eğer bir kadın peruk takarsa, eğer kol ve yüzüne dövme ya da ben yaparsa, yüzünden ve kaşlarından cımbızla kıl aldırırsa, yüzüne güzellik vermek için şekil değiştirirse lanetlenmiştir. / İmam Şarani – Uhudul Kubra – Sayfa 313, 867, 889 Kadın yedi sıfatlıdır: 1___Giyim kuşam hevesinden maymun. 2___Fakir düşmeye razı olmadığından köpek. 3___Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan. 4___Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep. 5___Evden eşya sattığından fare. 6___Erkeklere hile kurduğundan tilki. 7___Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyundur. / İmamı Gazali İhyayı Ulumuddin Bu ve bunun gibi uydurmalarda da görüldüğü gibi kadının yerini alaşağı etme girişimi vardır. Amma bakınız Kuran ne diyor: ___Ey insanlar ! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır. / 49Hucurat Suresi 13 ___Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim iyi fiiller gerçekleştirirse onlar cennete girecek ve onlar bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır. / 4Nisa Suresi 124 ___Erkek olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak iyi fiiller gerçekleştirirse onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz. / 16Nahl Suresi 97 ___Allah’ın bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldığı şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. / 4Nisa Suresi 32 ___Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özüsözü doğru erkekler, özüsözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, korunup sakınan erkekler, korunup sakınan kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça hatırlayan erkekler ve Allah’ı çokça hatırlayan kadınlar; bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır. / 33Ahzab Suresi 35 Burada da görüldüğü gibi tam bir çelişki söz konusudur. ___Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz. / İbni Hanbel Müsned 5/43,50; Tirmizi Fiten:75 Nesai Kudat:8; Buhari Fiten:18 ___Kim ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü Cehenneme atar. / İbn Arrak II, 215 Bunlar gerçekçi ve akıl dışı olduğu aşikar olup zira tam tersleri Kuran'da apaçık ortadadır. "Birçok hadis kitabına girmiş yukarıdaki uydurma, Kuran’ın getirmediği hükümleri kadın aleyhine uyduran gelenekçiler tarafından dinimizin içine sokulmuştur. Tahminimiz odur ki, bu uydurma Hz. Aişe’nin Cemel olayında orduya kumanda etmesi üzerine karşı tarafta yer alanların uydurduğu siyasi kaygılı bir uydurmadır. Şimdi bu hadiste taşlanan Hz. Aişe’dir. Peygamber Aleyhisselam gerçekten öyle söylemiş olsaydı, Hz. Aişe’nin Cemel olayına katılmaması, Talha ve Zübeyr’in de onu başlarına geçirmemeleri gerekirdi. Kuran’a ters, olaylara aykırı olan bu hadisin doğruluğu şüphelidir. Diğer sahabilerin bilmediği ve uygulamadığı bir hadis, nasıl din hükmü olur?” (Süleyman Ateş’in Kuran Tefsiri, 6/399400) Siyasi kaygılarla bu tip hadisler uydurup Allah’ın dinine kendi görüşlerini katanlar Kuran’ın Saba melikesini tarifini de gözardı ederler. Neml suresi 22. ve 44. Ayetler arasında Saba kavminden ve onlara hükmeden kraliçeleri Saba melikesinden bahsedilir. Ayetlerin açıklamalarında Saba melikesinin zekasını, topluma doğruyu buldurmadaki becerisini, kavmini tehlikeye atmayışını, tedbirli yaklaşımlarını görürüz. Kadınların yönetici olamayacağına, kadınlara muhalefetin iyi olduğuna dair yüzlerce gelenekçi hüküm ve uydurmaya karşı Kuran’da bu manada tek bir cümleye, tek bir onaya dahi rastlanmaz. Başka çelişkiler ise; ___Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olunur. / Kadınlara Dîni Bilgiler sayfa 61 ___Peygamberin bir hanımı şayet ondan boşanmak isterse, boşanmanın maddi bedelini karşılayıp boşaması söylenir. Yani diğer hanımlar gibi, Peygamber’in hanımları da kendi gönül rızalarıyla evlenmişlerdir ve istedikleri an nafaka alıp boşanabilmektedirler. / Ahzab suresi 28. Bu bunun gibi yanlış anlamalar ve de şeriatçı yobazların uydurma hadis ve olayları yüzünden toplumlarda kadın erkek eşitsizliği inanılmaz bir boyutlanma ile doğmuştur. Tek kaynağınızın Kuran olması en gerçekçi yol olacağı düşüncesindeyim...
  13. Alt olmaz!... Lütfen Üst Kimliğinizi Gösterir misiniz? Kısa süre önce tanıştığım, bilgi zenginliğine ve derinliğine hayran olduğum Sayın Yavuz Önderman bir konuşmamızda şunları söyledi, söylediklerini kelimesi kelimesine aktaramasam da anlamını aktarmaya çalışacağım. “ Anadolu Hititlerden bu yana neredeyse tüm milletlerin uğradığı ve bir süre kaldığı ve de kalıntılarını bırakarak gittiği bir toprak parçası olmuştur. Hititler devletleri yıkıldığında insanları buharlaşmadığına göre Anadolu’da daha sonra gelenlerin egemenliğinde yaşadılar. Sonra Lidyalılar, Frigyalılar, Romalılar hep bu toprakları işgal eden veya bu topraklarda bulunan topluluklar, şimdi hiçbiri yok ama insanları devletleri olmayınca da burada kaldılar. Germenler onbinlercesi Anadolu’ya gelmişler, Bizanlılar tarafından kullanılmışlar ve bu arada kalmışlardır. Keza Avarlar, Moğollar, Ebu Eyyub El Ensari (Eyüp Sultan) nin de bulunduğu İstanbul kuşatması için gelen Araplar. Persler, Makedonlar ve daha niceleri Anadolu’yu işgal etmiş mesken tutmuştur. 1071 den sonra Oğuzlar(Selçuklu, Osmanlı) Anadolu’ya girmiş ve kalmışlardır bunların yaklaşık sayısı bir milyon veya bir milyon ikiyüzellibin'dir, bu sayı Ahmet Taner Kışlalı’nın bir araştırmasında vardır. Bu kadar etnik grup buharlaşmadan Anadolu topraklarında kaldılar, ve bin yılı aşkın süre ortak anlaşma dili olarak, hiçbir baskı altında kalmadan Türkçe’yi seçtiler. Çünkü Türkçe öğrenmesi ve konuşması çok kolay bir dildi. Ve Türkçe konuşanlar kendilerine Türk dediler.” Ne kadar güzel ve doğru bir yaklaşım, gerçekten Anadolu’dan kimse kovulmadığına ve hatta her millete hoş geldin diyen bir toprak parçasında yaşadığımıza göre, her birimiz çeşitli yerlerden geldiğimize göre, en önemli anahtarın dil olması ve bizi birleştiren dile göre kendimize ad vermemizin hiçbir kafatasçı, ırkçı yaklaşımı yoktur. Kimin dilini konuşuyorsan, hangi dille düşünüyorsan o millete mensupsun demektir. Fenerbahçeli Anelka’ya, eski Beşiktaşlı Nouma’ya niçin Fransız futbolcu deniliyor düşündünüz mü? Onlar Müslüman, zenci ve fakat Fransız. Bunca yıldır bu kombinasyona Fransız dendiğini duymuş muydunuz? İşte evrensel akıl, konuştuğun ve düşündüğün dilin ne olduğuna bakıyor. Türkiye’de yaşayıp, Türkçe konuşamayan ve düşünemeyen kaç kişi varsa kendilerine Türk demeyebilirler, ama bunların sayısı çok fazla değildir, terörist başı bile Türkçe konuşup, Türkçe düşünüyor, buradaki olay tam anlamı ile ihanettir, başka bir şey değil. Bu topraklarda bin yılı aşkın süredir milyonlar baskısız, zulümsüz ve kendi seçimleri ile Türkçe konuşmaktadırlar, binlerce yılın kalıntısı olan “etnik” gruplar Türkçe konuşmaktadırlar. Bizler hem sarışınız, hem esmeriz, hem sarıyız, ama dilimizin milletine mensubuz Türk'üz. Bizi bağlayan dildir, konuşmamız söyleşmemizdir. Kendimizi ifade etmemizdir. Üst kimlikten kasıt budur, bu kimlikte atalarımızın gönüllü rızası ile bizi birleştiren dildir, ve bu dili konuşan alt kimlik adı altında bir çok din, mezhep, etnik grup olabilir, ama onlar yukarıda belirtilen nedenlerle Türk milletinin bir parçasıdırlar. Kim bu beraberlik çimentosunu bir tarafa bırakıp, anam şuydu, babam buydu diyerek ırkını ön plana çıkarıyor ve buna bağlı siyaset yapıyorsa bana göre bu ülkeyi karıştırmak istiyor demektir. Bir kez daha anımsatayım, Müslüman, Cezayir doğumlu Anelka’ya niçin Fransız futbolcu dendiğini düşünün. İnsanlar yanlış yapabilirler, oyunlara gelebilirler, ama bu oyunlar ne onlara faydalı olur, ne yaşadıkları topluma. Şair düşünür İsmet Özel Müslüman olmayan Türk olmaz diyor, bu ne kadar yanlış bir söz, Hıristiyan Gökoğuzları (Gagauz Türkleri), Pagan (Şaman) Yakut Türklerini bir çırpıda silmek çok kolay mı acaba? Konuştuğu dil ile anlaştığımız insanlar aynı milletin insanlarıdır, ana dilim Türkçe değil diyenlerin çocuklarını ana dili Türkçe olacak, çocukların geleceğini karartmasınlar, analarını cahil bırakan feodal zihniyetin insanlarını sözüdür bunlar, ve kendilerine Türk diyemiyorlarsa, bu topraklarda onlar misafirimizdirler baş üstünde yerleri vardır, yeter ki burası bizim tapulu malımız demesinler, veya öyle sanmasınlar, bir takım hainlere kanmasınlar. Kimliğimizi karıştıranlara , bizi bize düşman edenlere inanmayalım...
  14. Savrulan Türk Gençliği... "68 kuşağından günümüze gençliğin dramı” ._____“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. M. Kemal ATATÜRK... ._____"Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği” Bu sözler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa KEMAL’ in Bursa Söylevinden.Gençliğe Hitabesini hepimiz iyi biliriz,hani ezberletmişlerdir ilkokullarda.Fakat ben yukarıdakilerin de Türk Devriminden bugüne Türk gençliğinin ülkesine,devrimine sahip çıkma refleksi ve de toplumsal duyarlılığı hakkında birkaç söz söylemeden evvel değinilmesi gereken satırlar olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bugün ikide bir de çok kötü yerlerde olduğu söylenen,güvenilmeyen ve ne yazık ki kendisine de güvenemeyen bir genç nüfus olduğu ortada.Peki gençlik bu aşamaya hangi safhaları atlatarak geldi.Geçmişte kendisini 68’liler,78’liler olarak ifade edebilmiş kuşaklar varken neden bir 88’liler,98’liler adı hiç anılmadı. Sanırım dönüp bir tarihe bakmamız gerekecek... 68’liler,78’liler dedim ya,onları birçoğumuz sokak ortasında birbirlerini öldüren insanlar olarak hatırlarız hep.Böyle şiddet eğilimli bir toplumsal duyarlılık olacağına hiç olmasın safsatasına sarılırız duyarsız,bireyci genç kuşaklar olarak. Ama gerçekten babalarımız,ağabeylerimiz ellerinde silahla mı atıldılar siyaset meydanına. Dedim ya dönüp tarih sayfalarını karıştıracağız. Türkiye’de birçok alanda büyük bir dönüşüm yaşatan 27 Mayıs 1960 İhtilali ,beraberinde getirdiği özgürlükçü anayasa ile tek parti ve ardından Menderes diktasının baskıları altında birikmiş toplumsal tepkilerin patlamasına sebep oldu. Artık işçinin sendikal hakları, üniversitelerin özerkliği vardı ve dünyada yaşanan siyasal gelişmelerin ülkemize yansımaları bu tepkilerin ana öznesini bu iki kurum haline getirmişti. Türkiye’nin 1947’de Marshall Yardımıyla etkisi altına girdiği Amerikan bağımlılığı,ilk yıllarında topluma çok sevimli gösterilmiş,uğruna Kurtuluş Savaşı verdiğimiz tam bağımsızlığımıza düşürdüğü gölge fark edilememişti. Lakin 60’ların başında bu özgürlükçü havada patlak veren Kıbrıs Krizi ve ABD’nin bu konu üzerine Türkiye’ye “dur bakalım sen kimsin,bana sormadan ne haltlar karıştırıyorsun” demeye getirdiği ünlü Johnson Mektubu Türk Gençliğinde doğan ciddi anti-emperyalist tepkilerin de tetikleyicisi oldu. İşte bu ortamda tam bağımsızlığı özümsemiş,Kurtuluş Savaşı ilkelerine sarılmış,tek vücut olabilmiş bir Türk gençliği ortaya çıkıyordu.O günlerin sık kullanılan söylemlerini şöyle bir hatırlatalım: “sağ-sol yok,anti-emperyalizm var” “emperyalizm seni yeneceğiz” “yaşasın tam bağımsız Türkiye” Peki ne oldu da emperyalizme karşı tek vücut olmuş bir kuşak bir anda sokaklarda birbirini öldürmeye başladı diye sorası geliyor insanın.Gerçekten emperyalizme karşı seslerin bu kadar yükseldiği 60’lı yılların sonlarına doğru birden bire yaratılan,suni bir sağ kitlenin varlığı dikkat çekici.İlk olarak 1968 yılında CKMP’li(sonradan bu parti kendisini fes ederek MHP adını aldı) komandoların İstanbul’da öğrenciler arası gerilim yarattığı görülüyor.Peki bu tabanı nasıl mı oluşturdular.Köylerden kamyon kamyon insan getirildiği ve nato ülkelerinde komünizmle mücadele adı altında hayata geçirilen Süpernato(gladio)nun Türkiye’de ki bir boyutu olan komando kamplarında silahlı eğitime tabii tutulduğu bilinen bir gerçek.Yani Türk gençliğinin kutuplara ayrılmasında bir emperyalizm parmağı var. İsterseniz bunu bir de sağlam dayanakla iyice doğrulayalım: Graham Fuller ismini çoğunuz duymuştur.Bugünlerde Türkiye için “ılımlı İslam Modeli”ni savunan Fuller,CIA’in 60’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’de kullandığı sağlam adamlarındandı.Ana dili gibi Türkçe konuşan bu zat-ı muhteremin Vatan Gazetesinde bir röportajı yayımlandı ve şu çarpıcı sözleri bir çok zihinde yer etti: “60’larda Türkiye’de çok güçlü bir sol vardı ve bizde buna karşı sağı kullandık” Her şey çok açık aslında. Türkiye’de gençliğin bir bütün halinde emperyalizme karşı çıkması tabii ki Atlantikli müttefiklerimizi son derece rahatsız etti ve onlarda komünizmle mücadele adı altında suni bir sağ muhalefet yaratarak bunun karşısına çıkardılar.... Solun ise kendi içerisinde yaşadığı yoğun tartışmalar sonucu bir kesiminin silahlı mücadeleyi seçmesi 70’lere rastlar. Karşı cepheden de ölümler başlar ve iş kızışır.Oysa dönemin sosyalist aydınlarının hemen hepsi terörizmle sosyalist ahlakın uyuşmayacağını savunuyorlardı.68 kuşağının ünlü Kızıl Rudi’si, Rudi Dutschke de bunlardan biriydi: “Terörizm büyük bir cinayettir,sosyalist ahlaka aykırıdır. …Bu devrimci geleneğin yadsınmasıdır.Kişilerin öldürülmesinin hiçbir anlamı yoktur”. Tabii bütün bu uyarılara rağmen sol,tüm üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de silaha sarılıyordu.Oysa dönemin aydınlarının da dediği gibi bu şiddet sosyalizmle değil, Bakunin çizgisinde bir anarşizmle örtüşüyordu.Tabii buda akla şu soruyu getiriyor. Şiddete yönelen sol grupların ardında da bir parmak var mıydı? Sonuç yıllarca dökülen kardeş kanı,çocuk yaşta ölenler,idam edilenler,hapishanelerde çürüyenler ve geride bıraktıkları gözü yaşlı insanlar… 68’lilerden 78’lilere giden evrimde haklı tepkilerin zaman içinde bölünme yaratılarak cephelere ayrılması,ve de haklı olan tarafın haksız bir ifade tarzı olan şiddete yönelmesi olduğunu görürüz ama bana sorarsanız gençliğin asıl dramı,solun ve sağın üzerinden buldozer gibi geçen 12 Eylül’den sonra başlamıştır. ABD’nin our boys diye adlandırdığı general takımının girişimi olan 12 Eylül’ün ardından Türkiye’de iktidara gelen Özal hükümeti ile birlikte ciddi bir apolotizasyon sürecinin işlemeye başladığı görülür. 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar ile Türkiye’nin liberal ekonomiye iyiden iyiye geçiş yapması ile başlayan toplumsal yıkıma olan tepkiler,YÖK’ün kurularak üniversite özerkliğine son verilmesi, siyasal sistemde anti-laik dinsel kesimlere ağırlık verilmesi gibi önlemlerle dindirilmek istendi. Ama en işlevsel olanı 24 Ocak’la ülkeye iyice yerleşen yabancı sermaye çevrelerinin beraberinde getirdiği kültürsüzleşme oldu... 90’lı yıllara damgasını vuran çok kanallı dönem özgürlüğü ile de Postmodernizmin yapısal dinamiklerinden olan “açık toplum”u yaratma adına büyük hamlelerde bulunuldu ve bu dinamiğin hedeflediği şekilde toplumsal duyarlılıktan uzak, bireysel düşünceye ağırlık veren, tüketim ve de marka düşkünü bir genç kuşak yaratıldı. Tabii bütün bunlara rağmen Türkiye’de genç kuşaklar üzerinde bir çok siyasi akımın etkisi devam etti. Fakat bunlarda bu grupların yığınsallık dürtüsüyle hareketinden faydalanılarak en tepelerinden kontrol altına alındı ve işlevsizleştirildi. Bütün bu gelişmelerin ışığında günümüz Türkiye’sinde tip yapılarından kaynaklanan farklılıklarla çeşitli gençlik grupları oluştu.İsterseniz biraz da kara mizah katarak bunlara bir göz atalım: Kahrolsuncu/Yaşasıncılar: 68’li ve 78’li kuşakların yukarda bahsettiğim etkilerle geldiği bu aşama bugün sağda çok fazla olmasa da kendisine sol demiş gruplar içerisinde hakim.Temel olarak belirli bir ideolojiyi tüm kuramsallığıyla kabul edip, bunun dışındaki her şeyi reddetmeyi içeren kahrolsuncu/yaşasıncı zihniyet,içine düştüğü dogmatizm batağından da kolay kolay çıkamadığından güncel toplumsal sorunlara da rasyonellikten uzak yorumlar getirir. Körü körüne inanmak ve hararetle savunmak dürtüsü damarlarda ki kanın en delice aktığı genç yaşlarda insan beyninin üzerinde daha da etkili olduğundan dünyanın her yerinde her dönemde böyle gençlik gruplarına rastlamak mümkündür. Şiddet eğilimi de yüksek olan bu gruplara günümüzden örnek vermek gerekirse,Y ÖK ve Savaş karşıtı protesto eylemlerine kaldırım söküp, cam çerçeve indirenleri gösterebiliriz. İçlerine düştüğü ideolojik dogmatizm onların sağ kanadını nasıl 60’lı ve 70’li yıllarda “yankee go home “ diye bağıranların üstüne “komünistler Moskova’ya” diyerek saldırmaya ittiyse bugün de sol kanadını ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hamlelerinden biri olan Kıbrıs için Annan Planı’nı halkların kardeşliği programı sanıp hararetle savunmaya yöneltmiştir. Paskalya Yumurtaları: Küreselleşme rüyasını bireysel olarak ta olsa gerçekleştiren grup. ABD Dünyayı küreselleştirip yusyuvarlak yapmaya uğraşadursun bu arkadaşlar kendi kendilerini bu ilerici safhaya(!) hazırlamışlardır bile. Bol tirajlı gazetelerin, bol maaşlı postmodernist yazarlarının sağlam okuyucuları olan bu kitle, çözümü neoliberalizmde ve doğal olarak kayıtsız şartsız AB üyeliğinde görür, Bush ve neoc-con takımının da sık sık telaffuz ettiği gibi insan hakları, demokrasi, dünya vatandaşlığı laflarını ağızlarından hiç düşürmezler. Dünyada ki değişime ayak uydurmanın ne kadar gerekli olduğunu üstüne basa basa vurgular, devletin ekonomiden elini ayağını çekmesini ve bu bağlamda özelleştirmelerin ne kadar gerekli olduğunu bayıla bayıla söylerler. Batıya şüpheyle yaklaşan ve onların hegomonyal hedeflerini vurgulayanlara komplo teorisyeni, statükocu,neo-faşist gibi bir sürü ipe sapa gelmez etiket yapıştırmaktan geri kalmazlar. Allah’ın Sevgili Kulları: 12 Eylül’ün ardından iyiden iyiye güçlenen bu grup,80’li yıllardan itibaren 1969’un Kanlı Pazar’ında ki yüzlerini gizleyip,hoşgörü kisvesi altına sığınmayı tercih eden dini bütün, Allah’ı bir, tarikatı çok kardeşlerimizdir. Aslına bakarsanız ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ılımlı İslam modeli olma misyonunu yüklediği, ve neoliberal muhafazakar-aynı zamanda tepeden tırnağa şeriatçı-bir hükümetin iş başında olduğu Türkiye’de en tehlikeli oluşumun bu grup olduğunu söylemek mümkündür. Bütün dinsel muhafazakarlıklarına karşın aynen paskalya yumurtaları gibi batı ile entegrasyon, değişime ayak uydurma, sivil toplumun etkinliği gibi postmodernist taleplerde bulunmaları tepelerindekinin arkasında kimin parmağı olduğunu da göstermektedir. Zaten o tepedeki zat-ı muhterem, Fethullah Gülen hocaefendi hazretleri de şöyle dememişmiydi: “Amerika dünya gemisinin dümenindeki bir milletin adıdır. …Bu bağlamda inanmış bir insan için batı ile entegrasyon kaçınılmazdır” Tüketim Öküzleri: Siyasetin kirliliğine zerre kadar bulaşmamayı tercih edip kendini dünyevi zevklere veren ve de toplumsal duyarlılıktan gram nasip almamış bu insan müsveddeleri ise adını bile duymadıkları postmodernizmin pasif destekçileridir. Bireysel uğraş alanlarını kendilerine meşgale edinip sürekli bir tüketim telaşına girerler ve çokuluslu markaları ihya ederler. Umutsuzlar: Bunlarda dönen dolapların farkında olupta bunlara bir çözüm bulmanın imkansızlığını savunan umutsuz kitle. Bugünlerde üniversitelerimizde sıklaşan intihar vakaları da bu kitlenin sisteme olan tepkisini,hayattan istifaya vurmasından ibarettir kanımca. Dip Dalgaları: Bu tabir 80’lik vatansever Attila İLHAN’a ait. Ama bugün Türkiye’de 60’lı yılların başında olduğu gibi sağcı-solcu çelişkisini bir yana bırakıp anti-emperyalizm cephesinde buluşan, Mustafa Kemal’in Bursa Söylevini kendisine rehber etmiş bir grubu çok iyi adlandırıyor. Gerçekten sistemin tüm angaje etme ve yönlendirme çabalarına karşın, sistemin karşısına mantıklı bir duruşla çıkmayı başaran dip dalgalarının, tsunamiye dönüşerek emperyalizmin kafasına inmesi korkusu, ülkede ki işbirlikçi güçleri de bu oluşumu bölmeye tetikliyor. Bugünler de sol ulusalcı olamaz, enternasyonalist olur yurtsever olur gibi tartışmalar yaratılmasını ben buna bağlıyorum. Gerçekten 40 yıldır serseri bir rüzgar gibi ordan oraya savrulan yurdum gençliği bütün temel sorunların kökeninde yatan emperyalizmi bir bütün olarak kavrayıp,buna karşı savaşımda ortak bir cephede buluştuğu gün bu topraklar tüm dünyaya örnek olmuş bir kurtuluş mücadelesine yeniden sahne olacaktır. O zaman bizlere, acıyarak ve üzülerek baktığımız bir gençliğin kara mizahını yapma gereği de kalmayacaktır. Ne dersiniz. Çok mu uzak geliyor?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.