Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Cassirer ve İnsan


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Felsefe târihinden anlaşıldığına göre insanın neliği hakkında konuşmanın farklı yolları var. Bunlardan bir tânesi: insanın diğer canlılar arasındaki özel yerine bakmak, bir diğeri de: insanın diğer insanlar arasındaki özel yerine bakmak. İmdi insanın neliğini araştırmak için seçilen hareket noktaları farklı olunca ulaşılan sonuçlar da farklı olmakta. Cassirer’e göre bu insan kültürü açısından bir dizi sakınca doğurmakta ki bunlardan en önemlisi: farklı insan imgelerine veya görüşlerine dayanarak yaşamını sürdüren insanların çokluğu düşünsel bir kargaşa ortamı yaratmakta. İmdi Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme isimli eserinde Kant öğretisinden yola çıkarak bu sorunları incelemekte ve insanın neliğini aydınlatmaya çalışmakta:

 

*

 

Cassirer’e göre felsefe araştırmalarının en yüksek amacı kendini bilmedir; bu amaç hangi okuldan olursa olsun her filozofun gerçekleştirmeye çalıştığı bir amaçtır. Ancak bu amaç en açık biçimde çağdaş felsefede dile gelir. Ne var ki çağdaş felsefede kullanılan refleksiyon yöntemi tikel vâroluş hakkında birtakım bilgilere götürse de insan doğası hakkında kuşatıcı bir bilgi ortaya koyamaz. Fakat Antik felsefede insan doğası hakkında daha kapsamlı bir irdelemeye rastlıyoruz. Bu irdelemeye de insanın doğal bir merâkı yol açtı. Eski Yunan’da mitoloji evrenin doğuşu hakkında dillendirdiklerinin arkasında insanın kendi ben’ine ilişkin birşeyler öne sürüyordu. Yunan filozofları da Sokrates’le birlikte doğrudan insan doğasına yöneldi. Ne var ki Sokrates insanın neliğini araştırmaya çalışmıyor, salt insan doğasını fiziksel nesnelerin doğasını araştırdığımız yolla; deney ve gözlem yoluyla araştıramayacağımızı görmemizi istiyordu. İmdi insan doğasının bilgisine de ancak dialoglarla ulaşılabilirdi. Böylelikle Sokrates’e göre insanın neliğine ilişkin ancak dolaylı bir tanım çıkıyordu: insan sürekli olarak kendisini araştıran, vâroluşun koşullarını inceleyen ve onu denetleyen bir varlıktı.

 

Bu tür çabalar Sokrates sonrası dönemde de sürdü; ancak insanın neliğine ilişkin daha kesin dilegetirişler yapıldı. Söz gelişi Aristoteles’e göre insan toplumsal bir hayvandı; eğilimleri de onu bilgi sâhibi olmaya sürüklerdi. Aristoteles duyuları başat bir önemde görür, onlara daha fazla değer verirdi. Oysa ki Platon duyulara böyle bir değer vermezdi; üstelik onları hor görürdü. İmdi eğer Aristoteles’e katılsaydık insan bilgisinin salt dış dünyâ hakkında olacağını ve öyle kalacağını benimsememiz gerekirdi. Ne var ki insan fiziksel çevresine bağlıdır; ancak bu bağlılık onu başka bir düşünsel edime iter; nitekim insan kültürü geliştikçe başka bir yaşam biçimi benimsenmeye başlar ve bu yaşam biçimini anlamada duyuların tanıklığı da bir işe yaramaz. Aynı şekilde Platon’un yaptığı gibi duyuları hor görmek de bizi bir yere götürmez.

 

Cassirer’e göre felsefe târihi içinde insanın neliğini ona ilişkin dış ve rastlantısal özelliklerde aramanın yanlış olduğu yollu görüş ilk defâ Stoalılarla birlikte gündeme geldi. Nitekim zenginlik, toplumsal ayrıcalık vb. insanın neliğini bulmaya çalışmada yol aldırabilir değildi. İnsanın neliği ruhun içsel tutumlarında ve eğilimlerinde aranmalıydı ki bunu yapacak olan da akıldı; ancak akıl insanın neliğini ortaya koyabilirdi. Ne var ki Ortaçağ’da bu görüşe bir dizi eleştiri yöneltildi; söz gelişi Augustinus’a göre bu görüş aklın gücünün ne kadar abartıldığının güzel bir örneğiydi. İmdi akıl insanın neliğini ortaya koymada kullanılamazdı; bunu yapmak için tanrının inâyetine ihtiyaç vardı. Kezâ çağdaş dönemde de Pascal bu tür bir eleştiri dile getirmişti.

 

Cassirer on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde insanın neliği hakkındaki araştırmalarda daha farklı bir tutumla karşılaşıldığını savunur: bu dönemde biyolojik düşünce matematiksel düşünce karşısında zafer kazandı ve bu araştırmalar da biyolojik düşünme biçimi tarafından belirlenmeye başlandı. Böylelikle bu araştırmaların bilimsel bir temele oturtulmuş olacağı iddiâ edildi, insana ilişkin imgesel kurgulara da pirim verilmemeye başlandı. Nitekim bu dönemde ortaya atılan evrim kuramı bu çalışmaların dayandığı temellerden biriydi. Modern biyologlar organik yaşamın salt bir rastlantıya dayandığı görüşünde birleşti. Evrim kuramı da organik yaşamın biçimleri arasındaki sınırları ortadan kaldırdı; nitekim bu kurama göre türler yoktu ve türler arasında kesintisiz bir akış vardı.

 

Ne var ki Cassirer göre felsefece asıl önemli olan şey evrim kuramının dayandığı olgular değil; bu olguların yorumudur. Her filozof birtakım olgulara dayanarak insanın neliğine ilişkin kendi görüşlerini anlatır. Ancak filozoflar olguların serimlenmesinde nesnel; ama yorumlanmasında öznel davranır. Örneğin Nietzsche güç istencinden, Freud cinsel iç güdüden ve Marks da ekonomik itilimden bahsederken olguları keyfî bir biçimde yorumlar. İmdi filozofların insanın neliğine ilişkin ortaya koyduğu kuramlar, içinde deneysel olguların tasarımlanan bir örneğe uyması için baskı gördüğü bir ortam hâline gelir. Böylelikle insan düşünsel bir odak noktası olmayı yitirir, tam bir düşünce kargaşası ortaya çıkar ve insanın neliğinin aydınlatılamayacağı görüşü genel kabûl görmeye başlar.

 

Cassirer’e göre târih boyunca metafizik, tanrıbilim, Felsefe ve biyoloji insanın neliğini aydınlatmaya çalıştı; ancak araştırıcılar hep öznel davrandı. Dolayısıyla insanın neliğine ilişkin ortaya konanların sentezini yapmaya çalışmak yersiz ve yanlıştır. Bu düşünsel kargaşa ortamına dikkat çeken ilk kişi de Max Scheler oldu. Scheler’in de ortaya koyduğu gibi olgular konusunda insan bilgisinin zenginliği herhangi bir düşünce zenginliği yaratmıyor, büyük bir kargaşaya sürüklüyor. İmdi Cassirer bu düşünsel kargaşa ortamından insanları çıkartacak bir ipucu bulunamadığı taktirde insan kültürünün bağlantısız ve ilişkisiz bir veriler çokluğu içinde telâfî edilemez sorunlar doğuracağını savunur ve bir ipucu arar, bunu yaparken de Uexküll’ün organizmalara ilişkin görüşlerinden hareket eder:

 

Cassirer’e bakılırsa: Uexküll biyoloji çalışmalarına en ilkel organizmayı incelemekle başlar ve daha sonra da organik yaşamın diğer basamaklarını incelemeye geçer. Kendisi yaşamın en düşük ve en yüksek basamaklarında özdeş olduğunu savunur; nitekim her organizma kendi anatomik yapısına göre belirli bir alıcı dizgeye ve etkileyici dizgeye sâhiptir. Bunlardan alıcı dizge uyarıları alan dizgedir, etkileyici dizge ise organizmaya gelen uyarılara tepkide bulunan dizgedir. İmdi yaşam bu etki-sonuç ilişkisi içinde sürer.

 

Cassirer’e göre insanın neliği salt bu iki dizge aracılığıyla aydınlığa kavuşturulamaz. Nitekim insan türü diğer organizmaların da sâhip olduğu alıcı ve etkileyici dizgenin yanında bir de simgesel dizgeye sâhiptir. Etkileyici dizge organik tepkiler doğururken, salt insan türünün sâhip olduğu bu simgesel dizge daha farklı tepkiler doğurur. İmdi organik tepkilerde doğrudan işleyen bir süreç vardır, insan tepkilerinde ise belirli bir gecikmişlik vardır ki bu, simgesel dizge aracılığıyla simgelerin yorumlanması nedeniyledir. İnsan türü belirli bir simgeler evreninde yaşar, bu evrende nesnelerin doğrudan kendileriyle değil; simgeleriyle ilişki kurar ve örneğin dilsel biçimlerle, sanatsal imgelerle vb. ilgilenir. Bu evren mitos, din, dil, sanat, târih ve bilimden oluşan insan kültürünün formlarını içinde taşıyan evrendir. Bu evren insanın kendi bulunduğu konumu sürekli olarak anlamlandırmaya çalışması sonucu giderek gelişir. İnsan bilgisi geliştikçe simgeler evreninde düşünce yoluyla kurulan bağlar kuvvetlenir, bunu olanaklı kılan da dildir. İmdi insan, simgeleştiren bir hayvandır ve insanı ıralayan özellik de dil aracılığıyla yaptığı simgeleştirmelerdir.

 

Ne var ki bâzı araştırıcılar simgelere başka canlı gruplarında da rastlanılabileceğini iddiâ eder. Cassirer ise bu iddiâların çelişkili yorumlar doğuracağını düşünür ve bunu temellendirmek için konuşmanın yapısını inceler: Cassirer’e göre insanlara âit olan konuşmanın dışında bir de hayvanlara âit olan başka bir tür konuşma daha vardır; ancak hayvanların konuşmalarında nesnelere ilişkin hiçbir simge bulunmaz. Havyanlar hiçbir zaman örneğin poetik imgelem dili gibi bir dil de geliştiremez. Hayvan dilinde de birtakım göstergelere rastlanılması göstergeler ile simgeler arasındaki sınırı ortadan kaldırıp simgeleri birer gösterge hâline getirme çabasını haklı çıkartmaz. Göstergeler için belirleyici olan koşullu reflekstir, simgeler için ise bundan bahsedilemez. Örneğin Pavlov’un köpeği örneğinde zil sesi yemek için bir göstergedir ve köpek bu sesi duymadan yemek yememeye pekâlâ koşullandırılabilir. Fakat aynı şey simgeler için söz konusu edilemez. Göstergelerin ancak bir anlamı vardır, simgelerin anlamı ise çoktur; imdi simgelerin anlamı işlevlerinden gelir ve bu işlevler de çoktur. Göstergeler özel durumlarla ilgili işlevleri yerine getirir, simgeler ise özel durumlarla sınırlı değildir ve tüm insan düşünüşlerini kontrol altına alır. Göstergeler iş gördürücüdür, simgeler ise anlamlandırıcıdır. Hayvanlarda göstergelerle ilgisinde basit de olsa bir tür imgelem bulunsa da simgesel imgelem salt insan türünde bulunur. Göstergeler fizik dünyâya göndermede bulunur, simgeler ise simgesel imgelem yardımıyla kültür dünyâsına girişi sağlayan büyülü anahtardır. Göstergelerin kavranılması sırasında imgelem duyusal gereçlere ihtiyaç duyar, simgelerin kavranılması sırasında ise simgesel imgelem hiçbir duyusal gerece ihtiyaç duymaz.

 

Cassirer’e göre simgelerin işlevi insan türü için çok büyük bir önem taşır. Örneğin bir hastalık sonucu sözcükleri kullanabilme yetisi zedelenen bir kimse yapıp etmelerinde bir dizi sorun yaşar, bir ihtimâl: belki günlük işlerini sürdürebilir; ama yoğun bir düşünsel çaba gerektiren yapıp etmelerinde inanılmaz güçlükler yaşar. Gerektiğinde kavramlar ve kategorilerle düşünecek bir zihinsel yapıya sâhip olmamasından dolayı yaşamını ancak zorunlu günlük gereksinmelerini karşılamakla geçirir. İmdi simgeler olmasaydı yaşam ancak bu gereksinmeleri karşılama çabasıyla sınırlı kalırdı ve insan türü Platon’un mağara metaforundaki kişiler gibi yaşardı. Başka deyişle simgelerin işlevi: ideâl dünyâya geçişi sağlamaktır.

 

Cassirer’e bakılırsa: ideâl dünyâya geçen insanlar artık uzam ve zaman görüsü yardımıyla kavranılabilir olmayan şeyleri kavramaya başlar. İnsan türü fizik dünyânın içinde çok karmaşık ve güç bir düşünce süreci geçirerek bu görüleri zihninde oluşturur ve fizik dünyâda bulunan nesneleri bilgi nesnesi hâline getirir. İdeâl dünyâda ise ancak kavramlar, terimler, ideler, ülküler vb. vardır. Simgelerin âit olduğu yer de bu ideâl dünyâdır.

 

Cassirer’e göre simgelerin varlığını özellikle de etik idelerin ve ülkülerin gelişmesine bakınca kavrarız. Nitekim insan düşünmesi aynı zamanda da imgesel savlar içerir. İmdi insana kendi evrenini yeni baştan biçimlendirme olanağı kazandıran şey de simgelerdir ve simgesel düşünce aracılığıyla insan, yaşamı ve kendi içsel yaşayışlarını anlamlandırmaya koyulur, bunu yapmakla da kendini özgürleştirir. Böylelikle insan kültürü insanın kendini özgürleştirme süreci olarak da betimlenebilir, bu süreci olanaklı kılan şey de simgelerdir. İnsan, simgeleştiren bir hayvan olmak bakımından ideâl dünyâya geçmek yoluyla kendi özgürlüğünü kendisi kazanmaya çalışan bir varlıktır.

 

***

 

Gün Dönümü I; Amor Fati’den

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.