Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

TAVSİYE EDECEĞİNİZ FİLMLER


sardunyam

Önerilen İletiler

Bir Hitchcock tarzı olan filmde, Moor'un canlandırdığı Rachel Carlson, başarılı esrarengiz yazardır. Ama hayatı yedi yaşındaki sevgili oğlu Thomas'ın boğulmasıyla altüst olur. Bir yıl sonra, milyarlarca dolarlık ön ödemeye rağmen hâlâ yazmak için çok şaşkındır ve evliliği parçalanmıştır. En yakın arkadaşı, Rachel'in yaralarını sarması ve tekrar yazmaya başlayabilmesi için uzak sakin bir balıkçı kasabasında sayfiye evi kiralar. Bu sessiz ve sakin balıkçı kasabasında, yaşadağı olaylar Rachel'ı hayatı ve akıl sağlığı için endişe etmesine ve korkmasına neden olur.

 

başrolde Demi Moore ve Hans Matheson oynuyor...

türü: gerilim/macera

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Konu : Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Herşey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.

 

Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.

 

Fragman : Pi (6.5Mb, MOV)

 

Resmi Sitesi : www.pithemovie.com

 

Ödüller : Film, 1998 Sundance film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü kazanırken Büyük Jüri ödülüne de aday oldu.

 

İlginç Not : Film, sadece 60.000 bin dolara çekildi. Bunun da büyük bir kısmı yönetmen Aronofsky'nin arkadaşları ve ailesi tarafından karşılandı.

 

Sinemafanatik Yorum : Çok küçük bir bütçe ile bu filmi çeken 30 yaşındaki Darren Aronofsky, başarısıyla büyük stüdyoların ilgi odağı haline geldi. Gerilimin etkisini arttırmak ve bir kabus havası yaratmak için filmi siyah beyaz çekmeye karar veren Aronofsky, birçok açıdan 1920'lerin korku filmlerindeki veya bir David Lynch filmindekine benzer bir etki yaratmayı başarmış.

 

Film ayrıca dünyadak bazı kavramlara da ilginç açıklamalar getiriyor. (İbranice'de her kelimenin bir sayısal karşılığı var. Baba'nın karşılığı olan "3" sayısı, annenin karşılığı olan "41" sayısı ile toplandığı zaman çocuğun karşılığı olan "44" sayısına ulaşılması gibi.)

 

Genellikle 100 milyon dolarlık bütçeleriyle, ILM ve Digital Domain gibi büyük özel efekt şirketlerine yaptırılan gözalıcı efektlere sahip filmleri sıkça gördüğümüz şu günlerde, "Pi" bir bilimkurgu filminde az rastlanan bir şekilde izleyicinin gözüne ve kulağına değil, zekasına ve hayalgücüne hitap ediyor. Clint Mansel'in neredeyse hipnotize edici müziği ile Oren Sach'ın hızlı kurgusu bunlara eklenince, seyredeni adeta filmin içine çeken türden bir atmosfer meydana gelmiş.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

marcus teşekkürler :clover:

 

gerilim sevenlere

 

Tepenin Gözleri, İnsan Avı, Lanet, Omen (666) önerebileceğim filmler...

 

Çocuk filmi olarak Charlie'nin çikolata fabrikası (Jhony Deep oynuyor) oldukça eğlenceli...

 

komedi ve gerilim filmlerinde önerilerinizi paylaşmanızı istiyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Blair Cadısı

Korkmak için hiçbir neden yok, yalnızca korkunun kendisi var... ve korku cehennemden de daha ürkünç ”

Sıradan bir motel odasında banyo yapan bir kadının arkasından yavaşça yaklaşan bir gölge, kanlı çığlıkların habercisidir... Denizin serin sularında kulaç atan masum bir genç, süzülerek kendisine doğru gelen dev canavarın sivri dişleri arasında koca bir mideye yuvarlanacağından henüz habersizdir...

Boş evin içerisinden gelen garip seslere kulak tıkayan çaresiz bir bebek bakıcısı ise kaçınılmaz sona nafile çığlıklar atarak direnmeye çalışmaktadır... Karanlık odaların, uzun koridorların ve kapısı aralık elbise dolaplarının arasında rahatça hareket eden genç bir kız, maskeli bir sapığın tehditkar bakışlarına aldırış etmeyerek belki de en büyük günahı işlemiştir ve cezası oldukça kanlı olacaktır...

“ Bu da neydi ? ”diyen korku dolu bakışlar, ağlamaktan kan çanağına dönmüş ıslak gözler, sessizlikte kaybolup giden nefes alışlar ve ardından gelen keskin çığlıklar korku sinemasının en çok hafızada kalan motifleri olsa gerek.

Korku sineması, son 20 yıl içerisinde çok büyük başarılara imza atmasına ve de yapımcıların gişeyi garanti altına almak anlamında en favori türü olmasına rağmen, kendini cinsellik, şiddet ve bol bilgisayar efektleri gibi yan öğelere teslim ederek “ saf korku ” ( pure fear ) anlamında yaratıcılığından çok büyük ödün verdi. Son yıllarda gerçekleştirilen korku filmleri arasında yaratıcılığın ne demek olduğunu göstermek anlamında en başarılı yapım ise hiç şüphesiz “ The Blair Witch Project ” idi.

Film çekmek amacıyla lanetli bir ormanda tehlikeli bir yolculuğa çıktıktan sonra esrarengiz bir şekilde kaybolan üç sinema öğrencisinin yaşadıklarını ellerindeki High-8 kameranın merceğinden görüntüleyen film, özellikle gerçeklik ve kurmaca arasındaki yakınlıktan yola çıkarak kafalarda oldukça şüphe bırakmıştı.

Yalnızca 30.000 dolara mal olan ve sıradan bir el kamerasıyla sadece sekiz gün içerisinde çekilen film, hiçbir yapay unsura başvurmadan adeta korkunun doğasını ekrana yansıtmayı başardı.

Korku sinemasının belki de en rahatsız edici ve de ürkütücü filmlerinden biri olan “ The Blair Witch Project ”, kelimenin tam anlamıyla görünürdeki hiçlikten yola çıkarak, izleyicisini oldukça etkileyici ve de inandırıcı bir korku yolculuğuna çıkardı.

Florida Üniversitesi’nin iki yetenekli öğrencisi, Daniel Myrick ve Eduardo Sanchez, senaryosunu, yönetimini ve kurgusunu kendilerinin gerçekleştirdikleri bu filmde, olağanüstü set tasarımlarına, profesyonel oyunculuklara, müzik ve özel efektlere yer vermeden seyirciye bir sonraki sahne için hiçbir ipucu vermeden gerçek bir korku atmosferi yarattılar.

1994 yılında Maryland ormanında kaybolan üç amatör belgesel sinemacının haberiyle başlayan “ The Blair Witch Project ”, bir sene sonra izleri bulunan bu kayıpların çektikleri video görüntülerinden oluşuyor. Bu anlamda seyirciyi “ Acaba bunlar gerçekten oldu mu ? ” gibi kuşkulu sorulara sevk eden film, yarattığı ikilemi başarıyla pazarlayarak oldukça büyük bir hasılat elde etti.

200 yıldır meydana gelen gizemli olaylardan dolayı kötü bir efsanesi olan Maryland’deki Kara Tepeler Ormanı, 21 Ekim 1994 tarihinde Heather Donahue, Joshua Leonard ve Michael Williams adındaki üç meraklı genci konuk eder.

“ The Blair Witch ” ( Blair Cadısı ) diye anılan yerel bir efsaneye vesile olan söz konusu orman, ziyaretçilerinin esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmasıyla ünlendi. Efsaneye bakılırsa 1785 yılında Elly Kedward adındaki biri, birkaç çocuğu evine alarak bedenlerindeki bütün kanı çekip almaya yeltendi. Büyücülük suçlamasıyla yargılanan Kedward, köy sakinleri tarafından sert bir kış dönemi köyden kovularak ölüme terk edildi.

Ertesi yıl ise Kedward’ı suçlayanlar bir anda ortadan kayboldular. Köyün üzerinde Kedward’ın lanetinin dolaştığına inanan köy halkı ise, bir daha onun ismini ağzına almadı. Fakat aradan geçen yıllar yeni insanların kaybolmasına engel olmadı. İnsanların ortadan kayboldukları Kara Tepeler Ormanı da lanetli bir yer olarak efsaneleşti ve bu efsane günümüze kadar geldi.

İşte bu efsaneyi araştırmak için yola çıkan üç öğrenci de benzer bir sonun kurbanı oldu. “ Blair Cadısı ” efsanesi üzerine yapacakları belgesel için işe çevre sakinleriyle konuşarak başlayan grup, daha sonra ormana yöneldiler. İlk önceleri her şey normal gibi görünse de güneşin batışıyla birlikte yolunu kaybeden gençler, ıssız ormanın içerisinde yapayalnız kaldılar. Soğuk ve açlığın da etkisiyle oldukça zor anlar yaşayan genç ekip, acımasız doğanın pençeleri arasında kabus dolu anlar yaşamaya başladılar.

Bütün yaşananları, Josh’un gözleri ve Heather’ın kamerasıyla gösteren film, heyecan ve klostrofobi unsurlarını çok iyi kullanarak izleyiciyi somut bir neden dayanmayan psikolojik bir gerilimin içine sürüklüyor.

Yolculuk sırasında duyulan ağaç hışırtıları, ormanın derinliklerinden gelen uğultular ve her adımda takip ediliyormuş hissi veren gölgeler filmin en öneli doğal korku öğeleri. Filmin en büyük özelliği ise, 86 dakika boyunca hiçbir şiddet ve kan öğesine yer vermemesi.

1999 yılında Sundance Film Festivali’nde keşfedilen “ The Blair Witch Project ”, kısıtlı imkanlar içerisinde, dar bir kadro ve yalnızca High-8 el kamerasıyla neler yaratılabileceğini göstererek genç ve profesyonel sinemacılara iyi bir ders verdi. Ayrıca sadece hayal gücü ve doğanın sentezinde kurgulanan bir filmin, herhangi bir yapay korku objesine gerek kalmadan umulmadık derecede insanları korkutabileceğini ispatladı.

Sevgili sardunyam birazda sinema hakkında konuşma isteğimden fazlaca laf kalabalığı yapıyorum..Kusuruma bakma artık :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili marcus bencede birazda sinema konuşmalıyız... :clover:

 

dün akşam tarantinonun otel filmini izledim gerçekten etkileyici sahneler vardı gerçi ben gerilim filmlerinde kan görmekten hoşlanmıyorum ama film iyi işlenmişti ve gencin kurtulma mücadelesi etkileyiciydi. insanların zevk için işkence ile insan öldürmek adına binlerce dolar ödemeside çok ürkütücüydü. :unsure::(

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Son olarak DVD de İskelet anahtarı izledim çok güzel bir gerilim mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum oldukça ilginç ve süprizlerle dolu bir film yalnız izlerken çok dikkatli olmak sonundasınız yoksa filmin içerisinde ki en önemli ince detayı kaçırırsınız beğeneceğinizi umuyorum.Film hakkında geniş bilgi aşağıda ki linkte.

 

-http://www.beyazperde.com/film/2484-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

B00004VXTG.08._SCLZZZZZZZ_.jpg

yıllar önce izlediğim,mükemmel bir avrupa sineması örneği...

Harry işinden başka birşey düşünmeyen,ailesi ile de problemleri olan bir pazarlamacıdır ve bir gün down

sendromu hastası olan georges ile bir köy yolunda elinde valizle yürürken yolları kesişir.Hayattaki tek amacı

para kazanmak olan harry nin hayatı artık kesinlikle eskisi gibi değildir.İnsanın dünyaya geliş amacının nasılda

bu düzen içinde hedefini şaşırdığını anlatan çok içten,sıcak mükemmel bir film...

8ejour.gif

izleyin..

seveceksiniz...

özellikle bu gece extra gergin olanlar.. :biggrin:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

orjinal adını unuttum ama adada tek başına tom hanks in filmi kargoda çalışan tom kargo uçağının arıza yapmasıyla denize çakılırlar ürettebattan sadece okurtulur.fakat yalnızdır bir adada ordaki mücadelesi insana çok şeyler öğretiyor.izlenmesi gereken müthiş bir film

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tesekkurler herkese

Degisik turlerde de ornegin romantik komedi ve aksiyon gibi onerebileceginiz filmler var mi?

 

Romantik fantastik olarak göl evini (The Lake House)izlemediysen şiddetle tavsiye edebilirim oldukça güzel film Keanu Reeves Sandra Bullock'u bir araya getiren konu itibari ile ilginç bir film.

 

Film kısa özetini alıntıladım.

 

Hayatında bir değişiklik yapma vaktinin geldiğini hisseden Dr. Kate Forster (Sandra Bullock) stajını tamamladığı yerel Illinois hastanesinden ayrılarak hasta trafiğinin yoğun olduğu Chicago'da bir hastanede çalışmayı kabul eder. Geride bırakmaktan üzüntü duyduğu tek şey kiralamış olduğu güzel evdir. Sığınağı olarak gördüğü bu ferah ve şık tasarımlı evin geniş pencerelerinden karşıdaki sakin göl görünmektedir. Kendini gerçek anlamda kendi gibi hissettiği tek yer burasıdır. 2006 yılının kış aylarıdır. Kate şehre doğru yola çıkmadan önce evin bir sonraki sakini için posta kutusuna bir not bırakır. Evin Kate'ten sonraki sahibi, evi inşa eden mimarın oğlu olan Alex Wyler'dır (Keanu Reeves). Alex bir süre Kate'in notunu görmezden gelse de, yaşadığı sıradışı bir olay, Kate'le mektuplaşmaya başlamasına neden olur. Bu, aralarındaki ilişkinin gizemini daha da artıracaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

orjinal adını unuttum ama adada tek başına tom hanks in filmi kargoda çalışan tom kargo uçağının arıza yapmasıyla denize çakılırlar ürettebattan sadece okurtulur.fakat yalnızdır bir adada ordaki mücadelesi insana çok şeyler öğretiyor.izlenmesi gereken müthiş bir film

 

Fimin orjinal adı Cast Away (yeni hayat) izledim evet güzel bir film Tom Hanks'ın oyunculuğu muhteşem

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kurtlarla Dans: Kevın Costner (son 5 yıldır izlemeye çalıştığım Yunanistanla milli maçımızın olduğu gün ve saatte yayınlanan ve en kötüsü elektrik kesintisi nedeniyle her ikisini de seyredemediğim film. Kitap kadar güzel mi bu 7 oscarlı film acaba)

 

Yağmur Adam : Dustin Hoffman-Tom Cruise (Otistik bir kardeşe sahip olmak her zaman kötü değildir)

 

Can Dostum : Matt Damon-Robin Williams (zekaya çıkartılan şapka)

 

İsyan : Christian Bale (duygulanmanın yasak olduğu bir yerde buna isyan eden insanların hikayesi)

 

Devdas : Aicwarya Rai (bollywodd'tan hoşlananlar için efsanevi bir aşk hikayesi.)

 

Müfreze : Charlie Sheen-Tom Berenger, Willem Dafoe (Amerikan gözü dönmüşlüğünü yine amerikalılar tarafından filme alınması. Savaş filmlerinin en güzellerinden)

 

Amistad : liste uzun, yazmıyorum. Matthew McConaughey burada var. (Bize özgürlüğümüzü verin)

 

Başka bir film daha vardı. Samuel L. Jacksonla beraber matthew macconaughey'in başrol oynadıkları. Bir zenciyi savunmak zorunda kalan bir beyazın inanılmaz savunması...ismini hatırlayamadım.

 

Bir kısmını izleyenleriniz olmuştur. İzlemeyenlere de tavsiye ediyorum. Ben yönetmenleri değil oyuncuları yazdım

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Blood Diamond

 

Leonardo DiCaprio, Jennifer Connelly, Djimon Hounsou ile Kagiso Kuypers’in oynadığı ‘Kanlı Elmas’ (Blood Diamond)

 

1990’larda Sierra Leone’yi kuşatan karmaşa ve iç savaşın oluşturduğu arka planda geçen “Blood Diamond/Kanlı Elmas”, Zimbabweli eski bir kiralık asker olan Danny Archer’ın (Leonardo DiCaprio) ve bir Mendeli bir balıkçı olan Solomon Vandy’nin (Djimon Hounsou) öyküsü.

 

İki adam da Afrikalıdır ama geçmişleri ve tarihleri olabildiğince farklıdır; ta ki kaderleri nadir bulunan pembe bir elması geri almak için ortak bir görevde birleşene kadar. Bu elmas, insanın hayatını değiştirebilir… ya da sona erdirebilir.

 

Ailesinden koparılan ve elmas madenlerinde çalışmaya zorlanan Solomon, bu olağanüstü mücevheri bulur ve büyük bir risk alarak saklar. Yakalanırsa anında öldürüleceğini bilmektedir. Ama aynı zamanda elmasın sadece karısını ve çocuklarını mülteci olarak sürdükleri hayattan kurtarmak için gerekli şartları sağlayacağını değil, çocuk asker olarak daha kötü bir kaderin pençesinde olan oğlu Dia’yı da kurtaracağını bilmektedir.

 

Geçimini elmas karşılığı silah ticareti yaparak sağlayan Archer, kaçakçılık nedeniyle hapiste yatarken Solomon’un sakladığı taştan haberdar olur. Böyle bir elmasın hayatta bir kez bulunacağını, Afrika’dan ve isteyerek katıldığı şiddet ve yozlaşmayla dolu oyundan uzaklaşmasını garantileyecek kadar değerli olduğunun farkındadır.

 

Burada, elmasların ardındaki gerçeği açığa ve kâr etmeyi ilkelere tercih eden elmas sektörü liderlerinin ipliğini pazara çıkarmak için Sierra Leone’de olan Amerikalı idealist gazeteci Maddy Bowen (Jennifer Connelly) devreye girer. Maddy yazacağı makale için kaynak olarak Archer’a ihtiyaç duymaktadır ama kısa zamanda Archer’ın Maddie’ye daha da muhtaç olduğunu anlar.

 

Maddy’nin yardımıyla, Archer ve Solomon isyancıların bölgesinde tehlikeli bir gezintiye çıkarlar. Archer pembe elması bulup almak için Solomon’a ihtiyaç duymaktadır ama Solomon çok daha değerli bir şeyin peşindedir… oğlunun.

 

Filmde Solomon'un bir kuyumcunun önünden geçerken elmas gerdanlığa baktığı sahneden ben çok etkilendim... Hangi şartlarda elde edildiğini bilmeden sadece süslenmek için milyonlarca dolar harcanan elmaslar vitrinleri süslerken, sömürge ülkelerinde onlarca çocuğun kanı akıyordu... :crying:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

mel gibson mayalar, cok kan vardi ama inanilmazdi,iyiki ozamanda yasamamisim diye dusundum :)))filmi izleyen herkez kan iskence ozamanki olaylar dedi bense helal olsun adama isde bu dedim demekki ne cok seviyor ailesi icin mucadele ediyor dedim aman banane kandan mandan dimi ama:) sonucda baaaayaniz ille boyle bir son bulacagim:)))

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
Blood Diamond

 

Leonardo DiCaprio, Jennifer Connelly, Djimon Hounsou ile Kagiso Kuypers’in oynadığı ‘Kanlı Elmas’ (Blood Diamond)

 

1990’larda Sierra Leone’yi kuşatan karmaşa ve iç savaşın oluşturduğu arka planda geçen “Blood Diamond/Kanlı Elmas”, Zimbabweli eski bir kiralık asker olan Danny Archer’ın (Leonardo DiCaprio) ve bir Mendeli bir balıkçı olan Solomon Vandy’nin (Djimon Hounsou) öyküsü.

 

Gerçekten çok güzel bir filmdi,bir ülkenin iç savaşı ve yoksulluk,çaresizlik,verilen sözün tutulma çabası,para hırsı,sömürgecilik Çocuklar elleri silahlı karşılarına çıkanı acımasızca katletmeye şartlandırılmış küçük çocuklar,ver bir ülkeyi kaosa sürükleyip onun doğal kaynaklarını sömürmeye çalışan para babaları.

Güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünyanın görsel anlatımı..

 

 

mel gibson mayalar, cok kan vardi ama inanilmazdi,iyiki ozamanda yasamamisim diye dusundum :)))filmi izleyen herkez kan iskence ozamanki olaylar dedi bense helal olsun adama isde bu dedim demekki ne cok seviyor ailesi icin mucadele ediyor dedim aman banane kandan mandan dimi ama:)

 

Evet aslında çok fazla şiddet içeren bir film gerçi zamanın şartlarına göre uyarlanmış,

Cesaretin ne kadar önemli olduğunu,korkunun kaybetmenin ilk şartı olduğunu anlatıyor film birde sadakati,yaşanılan yer uçsuz bucaksız bir orman içerisi bile olsa kendi toprağının daha doğrusu vatanının değerini...

Oldukça heycanlı sahneleri var bir an bile düşmeyen bir heyecanla devam ediyor izlenmesi gereken filmlerden biri..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

AŞK ve GURUR (Pride and Prejudice)

“Yalnızca geçmişi hatırla, çünkü onu hatırlamak zevk verir.”
[“AŞK VE GURUR” romanından]







Jane Austen’in klasik romanı “Pride and Prejudice - Aşk ve Gurur” bugüne kadar defalarca televizyon dizisi olarak dramatize edildiği halde (1938, 1952, 1967, 1980 ve 1995), bu romandan sadece bir kez sinema filmi yapıldı.


“Pride and Prejudice - Aşk ve Gurur”un yapımcıları, filmin çekimlerinin tamamının İngiltere’de gerçek mekanlarda yapılmasına karar verdiler. Böylece film kameraları iç ve dış mekanları rahatça tarama lüksüne sahip olacak, karakterleri içeride ve dışarıda kolayca izleyebilecekti.

11 haftalık çekim takvimi hazırlandı. Bennet’lerin yaşadığı Longbourn malikanesi olarak da 17. yüzyıldan günümüze kalan Groombridge malikanesi seçildi.

Filmin Künyesi
Yönetmen: Joe Wright
Senaryo: Deborah Moggach (Jane Austen’in aynı adlı klasik yapıtından)
Görüntü Yönetmeni: Roman Osin
Kurgu: Paul Tothill
Prodüksiyon Tasarımı: Sarah Greenwood
Kostüm Tasarımı: Jacqueline Durran
Yapımcılar: Tim Bevan, Eric Fellner, Paul Webster
Sanat Yönetimi: Nick Gottschalk
Müzik: Dario Marianelli
Universal Pictures / UIP Filmcilik

Oyuncular:
Keira Knightley, Matthew MacFadyen, Brenda Blethyn, Donald Sutherland, Tom Hollander, Rosamund Pike, Jena Malone, Judi Dench, Carey Mulligan, Talulah Riley, Tamzin Merchant

Benim yorumum bir klasik olan Aşk ve Gurur'u öncelikle okuyup sonra filmi seyretmeniz..o zaman ordaki duyguyu çok daha rahat kavrayabileceksiniz..romantizm dozu çok yüksek ve güzel bir film.. sizi son olarak Can Dündar'ın bu filmle ilgili yorumuyla başbaşa bırakıyorum..


Kimin kullandığını görmediğiniz bir aracı kullananın kadın olduğunu sürüşünden tahmin edebileceğiniz gibi, senaristini bilmediğiniz bir filmi kaleme alanın kadın olduğunu da yazdıklarından anlayabilirsiniz.
Hem de hemen...
Nasıl mı?
"Aşk ve Gurur"a gidin ve test edin.

* * *

Önce ayrıntılar ele verir senaristin cinsiyetini:
Kızların saçlarını bağladıkları renkli kurdeleler...
Yavuklu için yere bırakılan ütülü beyaz mendiller...
Özenle katlanan bembeyaz masa örtüleri...
Aniden çıkagelen bir misafir için darmadağın odayı toplama telaşı...
Sonra karakterler:
Anneleriyle didişen, babalarıyla dertleşen, hemcinsleriyle yatağa bağdaş kurduğunda sabahlara kadar doludizgin söyleşen kızlar...
Uzun paltolarıyla saçlarını kuzey rüzgârına savurarak gelen soğuk, mesafeli, kibirli ama her daim yakışıklı erkekler...

Aşkla dolu yüreklerine rağmen gururla, ısrarla susan, kıvranıp diyemeyen, sevip söyleyemeyen, isteyip gidemeyen kadınlar...

* * *

Ancak bir kadın senarist, sevdiği erkekle dans eden kadının o anki düş dünyasına sızıp onun erkeğiyle o salonda baş başa olmayı hayal ettiğini görebilir.
Salıncakta dönen bir kadının gözünü merceğe dönüştürüp dünyanın da onunla birlikte döndüğünü, değiştiğini gösterebilir.
Kibirin tutkuya ne kadar yakın durduğunu bilebilir.
Kadının suskunluğunu sese dönüştürebilir.
Mesafenin çoğalttığı çekim gücünü perdede ateşleyebilir.
Ama bu ateşleme de anlık bir haz patlamasından ziyade zamana yayılan bir duygu yoğunlaşmasıdır.
"Aşk ve Gurur"da ihtirasla beklediği erkeğe film boyunca gözleriyle yakaran kadın, sonda, ona nihayet kavuştuğunda elini avuçlarının arasına alıp bir öpücük konduruyor ve "Elleriniz üşümüş" diyor.
O kadar!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Son Samuray... Tom Cruıse...

 

Japonlara batı medeniyeti gittiğinde ve kendi kültürlerinden uzaklaştıklarında neler olduğunu ve emperyalizmin para için herşeyi pazarlayabileceğini anlatan çok güzel bir filmdi... Dün akşam tekrar izledim... Ve bu kez çok başka açılardan dikkat ettim... Japon prens son anda doğru kararı vermişti ama yüzlerce Samuray onurları için çoktan ölmüştü...

 

Filmde pek çok sahneden çok etkilendim... Ve gerçekten bir insanın yani onurun ve bağımsızlığın ne demek olduğunu bilen bir insanın onursuz yaşamasından çok onurlu ölmeye çalışması çok düşündürücüydü...

 

Tom Cruise'nin son yıllarda oynadığı pek çok filmi beğendim... Gerçekten oyunculuk konusunda idol oldu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Son Samuray... Tom Cruıse...

 

Japonlara batı medeniyeti gittiğinde ve kendi kültürlerinden uzaklaştıklarında neler olduğunu ve emperyalizmin para için herşeyi pazarlayabileceğini anlatan çok güzel bir filmdi... Dün akşam tekrar izledim... Ve bu kez çok başka açılardan dikkat ettim... Japon prens son anda doğru kararı vermişti ama yüzlerce Samuray onurları için çoktan ölmüştü...

 

Filmde pek çok sahneden çok etkilendim... Ve gerçekten bir insanın yani onurun ve bağımsızlığın ne demek olduğunu bilen bir insanın onursuz yaşamasından çok onurlu ölmeye çalışması çok düşündürücüydü...

 

Tom Cruise'nin son yıllarda oynadığı pek çok filmi beğendim... Gerçekten oyunculuk konusunda idol oldu...

 

Ken Watanabe'nin emeği,tom zıpırını 10'a katlar o filmde...(naçizane fikrimiz)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşlar yanlış anlamayında bu forumda bu olayı çok gördüm.

 

Yani film tavsiye ederken dikkat etmek lazım. Filmin ayrıntılarını anlatarak sonunu söyleyerek film tavsiye edilmez :)

 

Yada ekşisözlükçülerin ve bir çok sitenin forumun yaptığınıda kullanabiliriz

 

Yani filmin gidişatı ve ayrıntılarıyla ilgili bilgi verirken. Başına ve sonuna "SPOILER" yazarsak filmi izlemeyen kişi o kısmı okumadan geçer.

 

valla ben şahsen bu topiği okurken izlemediğim iki üç filmin, nasıl geliştiğini ve bittiğini öğrenmiş oldum :)

 

30 yıllık film olduğu için onu örnek veriyorum. The Godfather 2 yi izlerken Frodo'nun hain çıkacağını bilseydiniz aynı zevki ve heyacanı alırmıydınız filmden.

 

 

........spoiler........

 

Bruce Wills'İn Altıncı His filminde yer gösterici verdiğim bahşişi beğenmeyip, "abi bruce will varya aslında ölü" demişti. Ben başta önem vermemiştim ama filmin sonlarına doğru Bruce Will'in kendisininde ölü olduğunu anladığı sahnede sinemadaki herkes "aaa, yok artık, inanmıyorum" tarzı tepkiler verip o tadı yaşarken ben yergöstericiye küfürediyordum içimden

 

......spoiler.........

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

........spoiler........

 

Bruce Wills'İn Altıncı His filminde yer gösterici verdiğim bahşişi beğenmeyip, "abi bruce will varya aslında ölü" demişti. Ben başta önem vermemiştim ama filmin sonlarına doğru Bruce Will'in kendisininde ölü olduğunu anladığı sahnede sinemadaki herkes "aaa, yok artık, inanmıyorum" tarzı tepkiler verip o tadı yaşarken ben yergöstericiye küfürediyordum içimden

 

......spoiler.........

 

Ya ben hep ayrıntıları anlatıyorum...

Bana da küfreden var mıdır acab a :(

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.