Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

insanın özgür iradesi yoktur


kursatotcu

Önerilen İletiler

Yaratmak ancak Allah’a mahsus olduğundan o malumun da Allah tarafından yaratılacak olması lazım gelir. Böyleyken, Allah yoktan varederek istediği şekli, vasfı vererek yaratacağı şeylere, nasıl tesir etmez denir? ”Allah dilediğini yaratır, seçer. Onların seçim hakkı yoktur.” (Kasas 68) Bu öyle bir üç kağıttır ki, niceleri bunu yutmuş ve yutmaktadır. Onlar ise bu lafla sanki; kasdedilen malum kendi kendine meydana geliyormuş ya da gelecekmiş gibi, Allah ile bütün bağı bu noktada kesiyorlar ve olmuş bitmiş bir olayın (ya da olacak bitecek bir olayın) Allah tarafından hiçbir etki olmaksızın algılanıp, farkına varılarak Levhi Mahfuza yazılmasından ibarettir diyorlar. Böylece kendilerince; hem imanın şartı olan kadere inanıp, hem de cebr inancını inkar edici bir görüşü benimsiyorlar. Kendilerini kandırıyorlar!

 

*** Kur’an’da biz hem cebr ayetlerini hem de özgürlüğün olduğunu akla getiren ayetleri görüyoruz. Önümüzde üç seçenek var; ya bu ayetleri hiç te’vil etmeden direk alıp o şekil bir kader anlayışı oluşturacağız, bu batıldır. Çünkü kişi aynı anda hem bir şey yapmaya mecbur olup, hem de özgür olamaz. Geriye kalan iki seçenekten birincisinde ihtiyar ayetlerinin zahirini (görünüşte) alıp cebr ayetlerini te’vil edeceğiz. İkincisinde ise cebr ayetlerinin zahirini alıp özgürlüğün olduğunu akla getiren ayetleri te’vil edeceğiz. Biz (Bakara 286.) ayetteki ”Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez” ifadesinin mutlaka te’vil edilmesi gerektiğini söyledik. Çünkü güç üstünde yük yüklemenin (teklif-i mala yutak) caiz olduğunu akli ve nakli delillerle ispatladık. Hep tekrar ettik; Ebu Leheb’in cehenneme atılacağı Tebbet suresinde vardı ve Ebu Leheb kafir öldü. Kur’an’ın Levhi Mahfuzda olduğunu ayetlerden öğrendik, o halde Levhi Mahfuz da Ebu Leheb’in kafir ölüp cehenneme atılacağı vardır. Halbuki levhi mahfuz ”Yeryüzünde ve nefsinizde başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta olmasın” (Hadid 22) buyurularak açıklandığına göre musibetler yaratılmadan evvel levhi mahfuza yazılmıştı. Demek ki Ebu Leheb yaratılmadan, Kur’an Hz. Peygambere nazil olmadan önce, cehenneme gideceği hükmü yazılmıştı. Halbuki Ebu Leheb’e iman etmesi emredilmişti. O nasıl imanlı ölecek? Ve iman edemeyeceğini bile bile Ebu Leheb’i iman etmekle sorumlu tutmak teklif-i mala yutak olur. Binaenaleyh ”Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez” ayetinin te’vil edileceğini anlamış olduk ve teklif-i mala yutak caiz olunca zaten sonuç olarak cebr düşüncesi kabul edilmek durumunda kalınır. Çünkü Maturidiler ve Mutezililer “teklif-i mala yutak caiz değildir” demişlerdir. Biz bu ayeti te’vil etmek durumunda kalıyorsak, anlarız ki bütün özgürlüğü çağrıştıran ayetleri te’vil etmek zorundayız. Dolayısıyla bizim için, cebr ayetlerinin zahirini alıp, özgürlüğü çağrıştıran ayetleri te’vil etmekten başka yol kalmıyor.

 

*** İnsanların bazısı Amentüyü söylerken, “Bilkaderi Hayrihi Ve Şerrihi Minallahu Teala” diyor. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini ifade ediyor. Peşine bunlara dense ki: “İçki içmekte haram olup, şerdir. Peki o zaman o da mı Allah’tan, yani içkiyi zorla Allah mı içiriyor?” Bu sefer ekseri insanlar lafı değiştiriyorlar “Hayır” diyorlar.

 

*** Şeytanın da esasen kendi yaptıklarında özgürlüğü yoktur. Çünkü o cindir ve amelini yaratamaz. Allah meleklere ve cinden olan İblis’e, Adem’e secde etmelerini emretti. Ve İblis’in secde etmesini dilemedi, onda isyanı yarattı; bu sefer iblis mecburen secde edemedi. Bunun üzerine Allah onu azarladı ve onu cennetten kovdu. Sonra Allah Adem ve Havva’ya cennetteki belirlenmiş ağaçtan yemelerini yasakladı, eğer yerlerse zalim olacakları şeklinde tehdit etti. Fakat onların yemelerini irade etti ve onlara zoraki yasaklanmış ağaçtan yedirtti. Onlar da mecburen yediler. Bu sefer onları, yedikleri için cennetten çıkarttı. Sonuç olarak Allah’ın, şeytan’a, Hz. Adem’e secde etmesini emretmesi de teklif-i mala yutaktır. Çünkü o Allah’tan bağımsız amel etmeye muktedir değildi. İşte cebr düşüncesinin varıp dayanacağı hususlardan bir örnek. İşte bundan dolayı kişiler çoğunlukla cebr anlayışını kabul etmiyorlar veya etmemek için her çareye başvuruyorlar kitabın tamamı şu adrestedir. ( islamdakader.cjb.net )

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
*** İnsanların bazısı Amentüyü söylerken, “Bilkaderi Hayrihi Ve Şerrihi Minallahu Teala” diyor. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini ifade ediyor. Peşine bunlara dense ki: “İçki içmekte haram olup, şerdir. Peki o zaman o da mı Allah’tan, yani içkiyi zorla Allah mı içiriyor?” Bu sefer ekseri insanlar lafı değiştiriyorlar “Hayır” diyorlar.

 

YAnlış ... hemde çok yanlış...Allah Kullarına zulmetmez

Çünkü İki çeşit irade vardır

1.) Külli İrade

2.) Cüzzi irade

 

Külli İrade :Allah'ın sahip olduğu iradedir . Kul buna müdahale edemez ..

Örnek vermek gerekirse: Yani kul kendi yaradılmasına müdahale edemez .Çünkü o Allah'ın elindedir

yada kul nerde doğacağını belirleyemez ,nerde öleceğinide belirleyemez

 

Cüzzi İrade : Allah'ın kula verdiği iradedir ... Allah Kur-an'ı Kerim'de Beled Suresinde

8- Biz ona iki göz vermedik mi?

9- Bir dil ve iki dudak?

10- Ona iki yolu gösterdik.

Buyurmaktadır yani hayır ve şerri seçecek iradeyi Allah kullarına bahşetmiştir

Levh-i Mahfuz olayına gelince Allah Herşeyi Levh-i Mahfuz 'a kaydetmiştir .

ama buna Allahu Teala kaydettiği için böyle oluyor diyemeyiz

bunun adı Allah bunların böyle olacağını bildiği için böyle yazmıştır şimdi sen bu mesajı Allah yazdığı için okumuyorsun

Senin okuyup okumayacağını bildiği için Allahu Teala böyle yazmıştır

Senin dediğin gibi olsaydı yani Allah bazı kullarını cehennemlik bazılarınıda cennetlik yaratsaydı Bu Allah'ın adaletine sığarmıydı

Unutma Allah 'ın 99 isminden (Esma-ül Hüsna) biride EL-ADL 'dir

Yani Allah adalet sahibidir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*** Allah'ın Amacı Yoktur

İspatı: Amaç edinmek acizliktir. Çünkü mesela birisi bir hususta bilgili olmayı amaç edinmiş olsun; dikkat edilirse kişi bilgili olmayı amaç edindiğinde, amaç edindiği konuda bilgisiz demektir. Yani bir şeyi amaç edinen, amaç edindiği anda, amaç edindiği şeyden yoksundur. Bilgili olmak kemaldir, olgunluktur; bilgisizlik eksikliktir, dolayısıyla eksiklik, noksanlık Allah için düşünülemeyeceği için, Allah'ın amacı olmaz, olamaz.

*** Bence kaderin sırrı şudur: Allah'ın dilemesinin nedeni yoktur. Yani cenneti, cehennemi, dünyayı, insanı yaratmasının aslında hiçbir nedeni yoktur. İşte ispatı: "Ezeli (öncesiz, başlangıcı olmayan) olan bir şeyin sebebi yoktur." Şu demektir: Mesela biri üşür, palto giyer. Kişi palto giymeden önce üşümüştür. O halde görünüşte baktığımız zaman, palto giymenin sebebi üşümektir. Lakin üşüme olayı, paltonun giyilmesinden zaman olarak öncedir. Dolayısıyla bir şeyin sebebi, her zaman sebepliden, neticesinden önce gelir. Bu kabul edildiğinde devam edelim. Öncesiz (ezeli) olan bir şeyin sebebi yoktur, dedik. Soruyorum: "Öncesiz olan bir şeyin, öncesi olur mu?", "Olmaz" denecektir. Zira eğer onun da öncesi olsaydı, ona öncesiz denmezdi. Görüldüğü gibi öncesiz olanın öncesi olmuyor. Lakin yukarıda ispat ettiğimiz üzere, bir şeyin sebebinin olması için muhakkak zaman olarak önceliğinin olması ve önceden olması gerekiyordu. Dolayısıyla öncesizliğin öncesi yoksa, o halde sebebi de olmaz. Sebebinin olması için daha öncesinin olması gerekir. Hal böyle olunca "Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur" önermesinin doğruluğu sabit olur. Soruyorum: "Allah bu dünyayı yarattı ama, isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı?", "İsteyerek yarattı" denecek. Yani yaratması hadis ise de, ezeli iradesiyle oluyor. Soru: "Allah ezeli olarak mı irade sahibiydi, yoksa sonradan mı irade sahibi oldu?", "Ezeli olarak irade sahibiydi" derler. Lakin sizinde gördüğünüz gibi "Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur" önermesine göre, Allah'ın iradesi de ezeli olduğu için, onun da sebebi yoktur. Allah'ın yaptıkları ise, O'nun iradesiyle olunca; "O'nun yaptıklarının nedeni yoktur" demek durumundayız. İşte, kaderin sırrı budur diyorum. Yani nedensizlik, illetsizlik. Bununla beraber Kur'an'da ve hadislerde Allah'ın sanki amacı olduğu ya da yaptıklarının bir sebebi varmış gibi olduğunu ilk bakışta akla getiren ifadeler görüyoruz. İşte bu ifadeleri te'vil etmek, yani akla gelen ilk anlamı bırakıp, başka bir mana vermek lazımdır. Bu dünya imtihan dünyası da değildir. Mesela Hz. Adem'i yaratmadan önce de, onun yasak ağaçtan yiyeceğini biliyordu. Zaten rızık da Allah'tan. Ona zoraki yedirdi. Böyle imtihan olur mu? Olmaz elbette. Böyle ayet ve hadisleri uygun bir şekilde yorumlamak lazım geliyor.

*** İmtihan işi Allah için imkansızdır. Biz imtihan diye geçen ayetleri te'vil etmek lazım dedik ve bir takım izahlar yaptık. Onlardan biri de "Allah; sanki kullardan çıkan fiilleri bilmiyorda, bilmek isteyen birinin muamelesi gibi muamelede bulunuyor" şeklindeki izahımızdı. Şimdi bu hususta birkaç ayeti örnek vereceğim.

--- Muhammed 31: "Andolsun, biz, sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sınayacağız (açıklayacağız)."

--- Yorum: Allah denemeden bahsediyor. "Mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye kadar", diyor. Peki ama onları yaratmadan önce, kimin mücahid ve kimin sabreden olduğunu bilmiyor mu? Biliyor; ama böyle ifade ediyor. Yani böyle şeyler Kur'an'da vardır. Ve bizim imtihan ifadesiyle ilgili yaptığımız yorumlar tuhaf görülmemelidir.

Bakara 143: "Ey habib-i zişanım; senin teveccüh ettiğin kıbleyi biz meşru kılmadık, illa Resulümüze ittiba edip devam edenlerle ittibaı terkle arkasına dönüp irtidad edenleri bilelim için meşru kıldık ve kıbleyi tahvil çok kimseler üzerine elbette ağır ve büyük bir iş oldu, illa Allah'ın hidayette kıldığı kimseler üzerine ağır olmadı."

Al-i İmran 140: "Eğer size bir yare dokunmuş ise şüphesiz o kavmede onun misli bir yare dokunmuştur. Ve o günleri biz nas arasında döndürürüz. Ve Allah Teala'nın iman edenleri bilmesi ve sizden şahidler ittihaz etmesi içindir. Ve Allah Teala zalimleri sevmez."

Allah ve Resulü'ne inandığım için, bu kadar hakaretlere uğrayacağım aklımın ucuna gelmezdi. Lakin aklıma gelmeyen, başıma geldi.

Allah bildiği için yazdı demeye getiriyorsun mesela Ademin yasak ağaçtan yiyeceğini Allah o yemeden önce biliyordu. dolayısıyla ilim maluma tabidir yani bilinene tabidir tesir etmez diyorsunuz cevap : peki ama ademin yasak ağaçtan yemesi yani bahsi geçen Allahın bildiği fiil yine Allahın iradesiyle gerçekleşmedi mi? eğer bu soruya evet Allahın iradesiyle vuku buldu bu hadise derseniz bakın ne oldu Allah onun yasak ağaçtan yemesini irade etmiş oldu ve Allahın irade ettiği bir fiilin meydana gelmesini Adem engelleyemez o zaman anladık ki Adem bu fiili yapmaya mecbur oldu bu bir izahtır bir izahım daha var ki o da sitededir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O zaman yüzyıllardır insanlar niye namaz kılıyor niye oruç tutuyor ve zekat veriyor bütün bunlara gerek yoktu niye boşuna uğraşıyorlarki Peygamberler ve alimler

Çünkü senin hesabına göre Allah insanların bir kısmını Cehennemlik bir kısmınıda Cennetlik olarak yarattı

Eeeeeeee..... O zaman ben madem Cehenneme gideceğim niye boşu boşuna namaz kılıp kendimi yorayım . Çünkü nasıl olsa ne yapsam Cehenneme gideceğim

 

Yada madem Allah-ü Teala beni Cennetlik olarak yarattı niye ben ibadet etmek için zaman öldüreyim gider vaktimi bu dünya zevkleriyle öldürürüm

Ne bileyim eşkiyalık yaparım ,zina yaparım, yanii kafama göre yaşarım

Nasıl olsa Allah beni Cennetlik olarak yarattı

 

Nasıl sence mantıklımı bu ...? Bu kadar basit hesaplar yapma kafa karıştırmak istiyorsan daha karışık işler bul kendine

 

Allah cümlemizden Hidayet'ini esirgemesin

 

Amin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kitap: İhyau Ulumi'd-din Yazar: Gazali 3.cilt 108 ve 109. sayfalar (Kalbin Süratle Değişmesi) bölümü Bedir yayınları.

Anlattığımız şeytani sıfatlar kalpte galip ise şeytan galebe çalar ve kalp Allahu Teala'nın ve dostlarının askerlerinden uzaklaşarak şeytanın ordularına meyleder ve kaderine uygun olarak Allah'tan uzaklaşmasına sebep olan tarafa azaları akar gider. Şayet meleki hasletler kalpte galip ise kalp şeytanın iğvasına ve peşin zevklere olan teşvikine meyletmez. Onun ahireti küçümsemesine değer vermez. Belki Allahu Teala'nın ordusuna meyleder. Kaza ve kaderine uygun olarak taat ve ibadat azalarında görülür. Hulasa kalp Rahman'ın iki parmağı arasında devreder durur. İki parmak bu iki kuvvettir. Bu iki kuvvetin cazibesi arasında devreder. Kalpte galip olan işte budur. Sağa sola döner, bir kuvvetten diğerine intikal eder durur. Devamlı şekilde meleğin veya şeytanın iradesinde bulunmak çok enderdir. Bu taat ve masiyetler kalbin hazinesi vasıtasıyla gayb aleminden şuhud alemine çıkar. Zira bunlar gayb aleminin gizliliklerinden idi. Bunlar açığa çıktıkları zaman basiret sahiplerinin ezeldeki mukadderatı bilmelerine alamet olurlar. Cennetlik olarak yaratılan kimseye taat sebepleri müyesser (kolaylaştırmak) olur. Cehennemlik olan kimseye de isyan sebepleri müyesser olur ve kötü arkadaşlar ona musallat olur. Şeytan hükümlerini kalbine ilka eder ve çeşitli hile yolları ile ahmak insanları aldatır. Mesela, aldırma Allah kerimdir şu insanlara baksana Allah korkusu nerde? Ne olursa onlar, sen de öyle olursun! Daha ömrün var, ilerde tövbe edersin diye aldatır, ümitlendirir. Onun va'di tamamen uydurma ve yalandır. Tövbeyi va'deder, mağfiret ile ümitlendirir de bu hileleriyle helaklarına sebep olur. Bu gibi hilelerle kalplerini doldurur, kendi sözünü dinletir, hakkı kabulden onları uzaklaştırır. Mamafih bütün bunlar (Kulun iradesi üzerine kurulan) Allahu Teala'nın kaza ve kaderi iledir. Nitekim "Hasılı Allah her kimi hidayetine erdirmek isterse, İslam'a sinesini açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıklıkta bırakmak isterse onun da kalbini daraltır; öyle sıkıştırır ki öfkesinden göğe çıkacakmış gibi (kendinde bir imkansızlık ve) zahmet (görür). Allah iman etmeyeceklerin üstüne işte böyle murdarlık çökertir." (En'am 125) buyurulmuştur. Yine başka bir ayeti celile'de "Eğer Allah size nusrat verirse o vakit size galip yoktur ve eğer o sizi yardımsız bırakırsa kimin haddinedir ki, ondan sonra size yardım etsin" (Al-i imran 160) buyurulmuştur. Hidayet eden ve sapıklığa düşüren; doğru yolu gösterip, saptıran; hidayet ve sapıklığı yaratan, istediğini yapıp, dilediği gibi hükmeden O'dur. O'nun hükmünü reddedecek, kazasını bozacak kimse yoktur. Cenneti yarattı ve adamlarını hazırladı. Onları taat ve ibadette kullandı. Cehennemi ve onun da adamlarını yarattı. Onları da masiyette kullandı. Cennet ve cehennem halkının nişanlarını insanlara bildirdi ve "Muhakkak ki müminler cennette ve muhakkak ki kafirler cehennemdedir" (İnfitar 13-14) buyurdu. Sonra bir hadisi kudsi de (isnadı muzdarib olarak) Ahmed ve İbn-i Hibban'ın, Abdurrahman'dan rivayetinde şöyle buyurulmuştur: "Bunlar cennetdedir fazla laf yok, bunlar cehennemdedir yine fazla laf yok." O, yaptığından mesul olmayan Allah'tır. Diğerleri yaptıklarından mesuldur. Tevfik ve hidayet Allah' tandır.

Yine İhya'da geçen birkaç hadis

--- 104. sayfa: Resul-i Ekrem efendimiz hazretleri, kalbin bu degişikliğine ve Allahu Teala'nın kalp üzerindeki acayip sanatına muttali olduğu için kalbin bu hali ile Allah'a yemin ederek Buhari'nin İbn Ömer'den rivayetine göre: "Hayır, kalpleri çeviren Allah'a yemin ederim ki, o öyle değil" buyururlardı. Yine Tirmizi'nin Enes'den ve diğer bir çoklarının da rivayetine göre Resül-i Ekrem umumiyetle: "Ey istediği tarafa kalpleri çeviren Allah'ım, benim kalbimi senin dininde sabit kıl" diye dua ederdi.

--- 61. sayfa: "Müminin kalbi Rahman olan Allahu Teala'nın iki kudret parmakları arasınadır"

--- 119. sayfa: Resül-i Ekrem namaza başladığı zaman şöyle dua ederdi: "Allah'ım bana güzel ahlak ihsan eyle, zira senden başka kimse güzel ahlak ihsan edemez. Allah'ım beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır (Müslim)

--- 116. sayfa: Allahu Teala imanı yarattığı zaman iman: Allah'ım beni takviye et, dedi. Allahu Teala da onu güzel ahlak ve cömertlikle takviye etti. Küfrü yarattığı zaman, o da aynı şekilde takviye istedi ve Allahu Teala onu da kötü huy ile takviye etti.

--- Yorum: Dikkat edilirse 109. sayfadaki "mamafih bütün bunlar (kulun iradesi üzerine kurulan) Allahu Teala'nın kaza ve kaderi iledir." ifadesindeki parantez içindeki kısım mütercim tarafından eklenmiştir. Zaten İhya da verdiğim örnekler incelendiğinde, Gazali'nin cebr görüşünde olduğu görülecektir. Yalnız parantez içindeki ifadeye dikkat edin, bu ifade yazıya aykırı düşüyor, çünkü yazı cebr itikadı yönündedir. Parantez ise cebr düşüncesini kabul edememekten dolayı konulmuştur. Mütercim (Ahmed Serdaroğlu) yıllar yılı aldığı eğitimle Maturidi düşüncesini benimsemişti. Birden bire karşısında cebr ifadeleri görünce dayanamadı ve parantezi oraya koydu. Bilindiği gibi Gazali, Eş'ari mezhebindendir. Yani şunu anlatmak istiyorum, Gazali dünyada tanınmış biri ve hele İhya'sı önde gelen eserlerden sayılır. Bir tarafta göklere çıkarılan Gazali, bir tarafta yerin yedi yedi kat dibine sokulmaya çalışılan ve hakaretlere maruz kalan cebr anlayışı. Ama Gazali de cebircidir. Bununla beraber mantık icabı, cebr inancını yerden yere vuranlar Gazali'yi de yerden yere vurması gerkirdi. Niye yok böyle şey? Niçin Gazali'yi böylesine aşağıyan ifadeler göremiyoruz? Yine söylüyorum ki Cebriyye diye bilinen mezhep öncelikle cebirci olduğu için yerden yere vuruluyor, hakaret ediliyor, dalga geçiliyor, sapık, kafir deniyor. Ama sıra Eş'ari mezhebine geldi mi, deniyor ki: "Şüphesiz ki, bu görüşde bir nevi cebirciliğe kayma var." Ondan sonra konu kapatılıyor ve Eş'ari mezhebine yönelik fazlaca itiraz yapılmıyor. Genelde kitaplardaki tavır budur. Karşı çıktığınız cebr ise, ikisi de cebirci. Niçin birine Ehli Sünnet mezhebi, hak yol deyip, diğerine kafir, sapık diyorsunuz? Tamam Cebriyye'den olan Cehmiyye'nin değişik kafirlik, sapıklık görüşleri de var; lakin ekseriyetle kitaplarda Cebriyye'yi kafir, sapık olarak niteleyenler ilk planda Cebriyye'nin, cebr görüşünü hedef alarak böyle ifadeler kullanıyorlar.

*** Said Nursi (Eserler küçük boy, Yeni Asya Neşriyat 1998 basım)

Said Nursi üzerinde araştırma yapmamın nedeni şudur: Çok insan tarafından yüzyılın alimi olarak vasıflanıyor. Bu insan böyle hatalar yapıyorsa, diğerleri buna kıyas edilmelidir. Yani Said Nursi'yi burada, Maturidiyye binlerce yazarın son yüzyıldaki temsilcisi olarak seçtim. Said Nursi olması itibariyle, daha etkili olur düşüncesiyle öyle yaptım. Aslında Elmalılı Hamdi Yazır da, Konyalı Mehmet Vehbi de kaderi inkar eder. "Risale-i Nur" kitaplarından örnekler vereceğim. Fakat hepsini yazmak uzun olacağından, sayfa numarasını verip, birkaç kelime yazıp … ekleyeceğim. Okuyucu o sayfayı bütünüyle okumalıdır.

SÖZLER

37: Allah'ım…

(Burada imanın mahluk olduğu bildiriliyor.)

43: Allah'ım…

138 -139: Katilin kadere vasıta olduğu bildiriliyor.

219 - 500: Gazali övülüyor. Ona "Hüccetü'l - İslam" diyor. Ama Said Nursi, Gazali'nin savunduğu cebr görüşünü sapıklık olarak vasıflıyor.

262: Tevfik…

(Hidayetin Allah'tan olduğu bildiriliyor.)

690: İzn-i İlahi…

(İmanın mahluk olduğu anlatılıyor.)

430 - 431: Beşincisi…

(Burada cebr görüşünü sapıklık olarak vasıflamaktadır. Ve dikkat edilirse Ehli Sünnet'i, cebr görüşünün dışında tutuyor. Yine "Tüfek atmasaydı ölmesi bizce meçhul" diyor. Halbuki Kur'an'da ecelin bir olup, ileri-geri gitmeyeceği bildirilmiştir.

MEKTUBAT

32: Resul-i Ekrem o hükmü kadere…

51: İkinci sualiniz…

52: Üçüncü sualiniz…

(Burada ecelin bir olduğu ve vakti gelmeden kişinin ölemeyeceği bildiriliyor.)

55: Eğer denilse…

56: Elhasıl…

(Burada ise açıkça özgürlüğün olmadığı ifade ediliyor.)

75: Çok dostlarla…

199 - 270 - 438: Gazali övülüyor.

219: Allah birdir…

257: Hasedin çaresi…

317: Ve saniyen…

(Razi kelam alimi olarak vasıflanıyor. Bilindiği gibi kader, kelamın en önemli konularındandır. Ve Razi'nin, Tefsir-i Kebir'i baştan başa cebri savunur.)

333: Beşincisi…

(Burada cebr düşüncesi resmen savunuluyor.)

334: Altıncısı ve en mühimmi…

353: İbn Arabi burada ve çok yerde evliya olarak anlatılıyor. İbn Arabi'nin "Fusus-u Hikem" adlı kitabı, küfür lafızlarıyla doludur. Kaderi inkar eder ve daha pek çok din dışı görüşleri vardır.

355 - 356: Dördüncü nükte…

(Cebr düşüncesi anlatılır.

374: Beşinci nükte…

(İmam Eş'ari demekle demek ki Eş'ari mezhebini kendisi batıl saymamaktadır. Ne var ki, Sözler'deki kader risalesinde cebr görüşünü sapıklık olarak vasıflamıştı. Eş'arilik'te cebri savunur.

375: Said Nursi, Resul-i Ekrem'in ana-babasının Ehli Cennet olup, imanlı olduklarını söylüyor. Halbuki Razi, Tefsir-i Kebir'inde Resul-i Ekrem'in babasının kafir olduğunu ve bunun, Ehli Sünnet'in görüşü olduğunu bildiriyor. Delil ise Sahih-i Müslim'de geçen şu hadistir: "Adamın biri Resul-i Ekrem'e "Ya Resulullah, babam nerede?" diye sordu. Resulullah buyurdu ki: "Cehennemde!" Bunun üzerine adam üzüntülü bir şekilde uzaklaşırken onu çağırdı ve dedi ki: "Babanda, babam da ateştedir."

Annesi için ise şöyle bir hadis var: "Resulullah sahabeleriyle bir gün, bir mezara uğradı. Ağladı ve yanındakileri de ağlattı. Dediler ki: "Niye ağladın?" Resulullah buyurdu ki: "Bu annemin mezarıdır. Onu ziyaret etmek istedim, izin verildi. Ona mağfiret dilemek için izin istedim, verilmedi."

412: Yapacağınız iş…

(Ecelin zamanının değişmeyeceğini bildiriyor. Kader risalesinde ise "Tüfek atmasaydı ölmesi bizce meçhul" demişti.)

432: Usulü'd-din uleması ve kelamcı olarak Gazali'yi gösterip, talimatlarını rehber edinmek gerektiğini söylüyor. Lakin kader konusunda değil rehber edinmek, tam cephe alıyor.)

Not: LEM'ALAR ve ŞUALAR adlı kitaplarda işaret ettiğim sayfaların ilk iki kelimesini yazacağım. Sayfa bütünüyle okunmalıdır.

LEM'ALAR

Rızık: 317 (İnsanların sana…)

337 ( İkinci nükte…)

Kader getirdi: 356 (Tarikat hevesiyle…)

357 (İşte bu…)

Allah'ın iradesinin genelliği: 423 (Evet bütün…)

425 (Lazımı olan….)

522 (Veyahut ism-i Azamın…)

542 (Ey Halık-ı Külli şey…)

ŞUALAR

Allah'ın iradesinin genelliği: 14 (Altı İsm-i Azamın …)

34 (Ve musibet …)

48 (Onlara bakan…)

142 (Altı günde…)

524 (On birinci kelime…)

560 (Müfettiş olmak…)

564 ( Bu fıkra…)

(Her şeyin Allah'ın iradesiyle olduğunu söylüyor. Bu kabul edilince iş cebr olur.)

Kader getirdi: 272 (Aziz sıddık kardeşlerim…)

Rızık: 279 (Deyip o…)

285 (Yükleyenlerden hiç…)

414 (Tatlılaşsın. Hapisten…)

(Rızkın hapiste ise, sen rızkını yiyeceğin için mecbur hapse girdin demektir.)

357: (Hatalar, cevapları)

(Mahkemelerde dahi, Said Nursi'nin kaderi inkar ettiği saptanmıştır. Yani o kadar açık ki, anlaşılması zor değil.)

Ecel: 418 (Sıkılmayınız meyus…)

(Katil kaza-i ilahiye vasıta olmuşsa, mecbur öldürdü demektir.)

Tesadüfe bağlı gibi görünüyor: 561 (Biçilmiş ve…)

562 (Olmasından suret…)

(Demek ki tesadüf değil. Tesadüf değilse, cebr olduğu aşikardır.)

Gazali övülüyor: 635 (Yani ecnebi…)

(İslamiyetin en meşhur ve parlak hücceti olarak vasıfladığı Gazali cebr itikadını savunur.)

267: (Hasenat yazdırıyor…)

"Mesela bir adam yapmadığı bir sirkat ile zulmen hapse atılır. Fakat gizli bir cinayetine binaen, kader dahi hapsine hüküm verir; aynı zulmü beşer içinde adalet eder."

(Soruyorum: Peki yaptığı gizli cinayet kader değil miydi? Yoksa o kaderin dışında mıydı?)

406: Ben de derim…)

("Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez." (Bakara 286) ayetinin zahirini alıp "Teklif-i mala yutak yoktur" demiştir. Oysa bu ayetin te'vili icap eder. "Teklif-i mala yutak" caizdir. Zira cebr olunca "Teklif-i mala yutak" var demektir.)

504: (Ümmet o fitneden…)

"Yoksa cebr-i mutlak ile olsa, ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz."

(Bu ifadelerinden cebr itikadını kabul etmediğini anlıyoruz. Görüldüğü üzere eserleri kader hususunda çelişkilerle doludur.)

ASA-YI MUSA

(Envar Neşriyat 1988 basımı)

--- Sayfa 211: Ya Rabbi ve ya Rabbe's-semavati vel-aradin! Ya Halıkı ve ya Halık-ı Küll-i Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden

kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hakimiyyetinin ve rahmetinin hakkı için nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur'an'a ve imana hizmet için, insanların kalplerini Risale-i Nur'a musahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kamil ve hüsn-ü hatime ver. Hazreti Musa Aleyhisselam'a denizi ve Hazreti İbrahim Aleyhisselam'a ateşi ve Hazreti Davud Aleyhisselam'a dağı, demiri ve Hazreti Süleyman Aleyhisselam'a cinni ve insi ve Hazreti Muhammed Aleyhisselam'a Şems ve Kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur'a kalpleri ve akılları musahhar kıl! … Ve beni ve Risale-i Nur Talebelerini nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü'l-Firdevs'te mes'ud kıl! Amin. Amin. Amin.

--- Yorum: Görüldüğü gibi bu duada bir çok cebr sözleri mevcuttur. Kalpleri ve aklı çevirenin Allah olduğu, yine nefsin ve şeytanın şerrinden de koruyanın Allah olduğu ifade ediliyor. Peki nefis ve şeytanın zarar verdiği kimseleri, Allah korumuyor mu? Yani ifade ettiği sözler, cebr oluyor. Lakin bunlar, cebre yine muhalif oluyorlar.

*** Kitap: İhya 4. cilt (Korkunun Kısımları) bölümü

--- Sayfa 292-293: … Eğer Allahu Teala bizatihi korkulmasa, ona günah yaptırmaması ve günah imkanlarını vermemesi lazım gelirdi. Günah sebeplerini kolaylaştırmak, onu uzaklaştırmak demektir. Halbuki günahtan önce günah işlememişti ki bunu haketmiş olsun. Abide, ibadet yolunu kolaylaştırmakta aynıdır. Çünkü ibadetten önce ibadet etmemişti ki buna hak kazanmış olsun. İsyan edenin - kabul etse de etmese de - ezelde isyanı ile hükmedildi. Muhammed aleyhisselamı yaratılmadan önce en üstün makama yükselten, Ebu Cehil'i de yaratmadan ve hiç günah işlemeden yerin dibine batıran kimdir? Elbette ki Allah'tır. Bu işleri yapan Allah olduğuna göre her şeyden önce O'nun Celalinden korkmak gerekir. Allah'a itaat eden, Allah Teala'nın onda yarattığı irade ve ona verdiği kuvvetle itaat eder. İsyan eden de Allah Teala'nın onda yarattığı kesin irade kuvveti ve isyan kudreti sebebi ile isyan eder. İrade ve kudretten sonra fiil zaruri hale gelir. Bunları kula havale, daha önce hiçbir sebep olmadan ezeli kazaya raci olduğuna göre, dilediği gibi takdir ve istediği gibi hükmedenden elbette, aklı başında olanlar korkarlar ki bu, zati itibariyle olan korkudur. Bunun ardında açıklanması caiz olmayan kader sırrı yatar. Allahu Teala'nın sıfatlarından korkmayı anlamak ancak bir misal ile mümkün olabilir. Eğer bu hususta Şari'in izni olmasa buna da kimse cüret edemezdi. Haberde varid olduğuna göre Allahu Teala Davud aleyhisselam'a şöyle vahyetmiştir: "Ey Davud yırtıcı hayvanlardan korktuğun gibi benden de kork." Bu misal her ne kadar bu mananın sebebini sana anlatmazsa da bu manadan hasıl olan şeyi anlatır. Çünkü sebebini anlamak kaderin sırrını anlamak demektir. Bu da ancak ehline açıklanır. Bunun özeti şöyledir: Yırtıcı hayvanlardan korkmak onun sana karşı olan geçmiş bir cinayetinden dolayı değil, kendisinde kuvvet, kudret, kibir, heybet ve saldırganlık vasfı ile dilediğini yapabilme imkanlarına sahip olup, yaptığına aldırış etmemesi bakımındandır. Seni parçalarsa zerre kadar keyfine keder gelmez. Şayet salıverirse sana acıyıp sana merhamet ettiği için değil, seni beğenmediği ve senin ölüne ve dirine iltifat etmediği içindir.

Onun nazarında senin gibi bin kişi ile bin karınca öldürmek arasında fark yoktur. Zira yırtıcılıkta bunların önemi yoktur. Allahu Teala'nın böyle üstün misalleri vardır. Bunu böyle dış görünüşü ile bilen, dış görünüşten daha kuvvetli olan batını müşahede ile Allahu Teala'nın "Bunlar cennete buna aldırış etmem; bunlar da cehenneme buna da aldırış etmem" buyurduğunun doğruluğunu anlar. İşte onun her şeyden müstağni ve hiçbir şeye aldırış etmediğini bilmen, kendisinden korkuyu gerektirdiğini anlamak için sana yeter. Bu korku, zatı için Allah'tan korkmaktır.

*** Kitap: İhya 4.cilt

--- Sayfa 311:…Allahu Teala azap ve sevap sebeplerini yarattığı gibi, hepsinin adamlarını da yarattı. Ezeli kazadan meydana gelen mukadderatları herkesi yaratıldıkları şeye doğru iter. Cenneti yarattı, adamlarını da yarattı. Dileseler de, dilemeseler de oraya doğru giderler. Cehennemi yarattı, onun da adamlarını yarattı. Onlar da dilese de, dilemese de o tarafa doğru giderler. Kendisini kader dalgaları arasında çırpınmakta gören herkes zaruri olarak korkar. İşte bu, ariflerin sırrı kaderden olan korkularıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

soru: Allah mahlukatının kendisine itaat etmeden önce, itaat edecek olmalarını ve O'na isyan etmeden önce isyan edecek olmalarını irade etmiş miydi? Bu soruya hayır derseniz Allahın iradesinin ezeli olduğunu reddettiniz demektir. ve cevap olarak " Allah bildiği için irade etti" derseniz cevap: size göre (maturidilik) Allahın hem iradesi hem de ilmi ezelidir. o halde bahsi geçen şekilde cevap verirseniz bakın mana şöyle oluyor: sanki önce biliyor sonra diliyor. bu ifadenin zahirinden şu anlaşılıyor ki sanki Allahın iradesi, ilminden sonraymış gibi bir mana anlaşılıyor. halbuki siz (maturidilik) Allahın hem ilmine hem iradesine ezeli dediniz şu da bir gerçektir ki ezeli olan bir şey zaman olarak başka bir şeyden sonra gelmez. gelse zaten ona ezeli denmez dolayısıyla "Allah bildiği için irade etti" denemez. zaten mutezile Allahın iradesine hadis (sonradan olan) dedi. bunu siz (maturidiler) demiyorsunuz. bir de şunu sorayım maturidilerin içyüzü şudur: onlara sorsanız deseniz ki Kuran ezeli midir, yaratılmış mıdır (mahluk mudur) size ezelidir, yaratılmamıştır derler onlara bu sefer soruyorum: Kuran da şeytanın Hz. Ademe secde etmediği ve Hz. Ademin yasak ağaçtan yediği yine ebu lehebin (tebbet suresi) cehennemde azap göreceği bildirilmiştir bu ayetler yalana dönemeyeceğine göre bunlar ifade edildiği gibi meydana gelmesi lazımdır o halde daha ebu lehep şeytan Hz. Adem yaratılmadan onların durumu hakkında bilgiler verilmiş. şimdi şeytanın Hz. Ademin özgürlüğü daha nerede kalır zira Kuran ezeli daha dünya ortada yok alem ortada yok( alem: Allah ve sıfatları hariç her şey demektir) bu hükümler Kuran da mevcut daha kulların özgürlüğü nerede? yine derlerse ki bu soruma "Allah onların öyle yapacağını bildiği için öyle O'nun kelamı" onların bu itirazına yukarıda geçen izahım yeterlidir . çünkü hem ilmi hem kelamı ezeli olunca biri birinden zaman olarak önce veya sonradır denemez . yukarda izahı var. yine bu hususta mutezile mezhebi Kuran a yaratılmış demektedir sonradan olma demektedir mutezile mezhebi: kaderi inkar eden mezheptir. onlarda kulların özgür olduklarını savunurlar "Allah zorla kullarına günah işletmez diyorlar eğer böyle olsaydı imtihanın manası kalmazdı, Allah zalim olurdu" şeklinde aynen maturidilerin (yani piyasadaki dini kitapların yüzde doksan dokuzunun mezhebi) dediği gibi diyorlar. görüldüğü gibi mutezile mezhebi der ki: kulların fiillerini hareketlerini Allah yaratmaz derler bu filleri kullar kendileri yaratır derler çünkü onlar diyor ki: eğer hareketlerimizi Allah yaratırsa biz cebr altında kalırız Allah o zaman bize zorla günah işletmiş olur derler dikkat edin şimdi çıngarın neden koptuğunu izah edeceğim. işte dönen dolap: anlattığım gibi mutezile mezhebi hareketlerimizi biz yaratırız dediler ve peygamberimizin kader ile ilgili tüm hadislerini inkar ettiler bu hadisler mütevatir olmadığı için inanç konusunda delil olmaz diyerek bu rivayetleri reddettiler . maturidiler ise böyle davranmadılar fakat onlar da bu hadisleri gördü o bakımdan, bu hadislerden genelde pek bahis açmamayı kendilerine daha uygun gördüler (ve eğer siz bu konuda hadis gösterirseniz onlara şunu derler : "Allah öyle olacağını bildiği için ... ") bu işi geçiştirdiler. hah şimdi çıngar dediğim şeye gelelim : maturidi mezhebine göre fiillerimizi hareketlerimizi Allah yaratır lakin cüzi irademizi yaratmaz . bu şu demektir örnek: ben oturuyorum ya kalkmak istediğimde Allah kalkmak fiilini yaratıyor, ben de kalkıyorum. fakat burada örnek verdiğin ayağa kalkma düşüncesi " cüzi iradedir yani cüzi irade bir fiili yapmayı istemektir yani maturidiler şunu diyorlar: biz fiili yapmayı hür irademizle isteriz peşine Allah da bu fiili biz istediğimiz için yaratır . dolayısıyla biz yine hürüz derler burada cüz irade diye örnek gösterdiğim, düşünceleri bu mezhebe göre Allah yaratmaz derler . halbuki bunların mezhep imamımız dedikleri kişinin kitabını (kitabut tevhid) incelediğimde o tam aksine herşeyi Allah yaratır diyordu ve onların bu "cüz iradeyi Allah yaratmaz" ifadelerini söylemiyordu. bir örnek daha ebu mansur maturidinin "kitabut tevhid" adkı kitabında (not : bu kitap üzerindeki araştırmalarım yine sitede kader konusunun sonlarına yakındır, çelişkilerini gösterdim) bir örnek daha vereyim : ebu mansur maturidi kitabında imanının mahluk olduğu ( yaratıldığı) bölümü açmıştır ve "kim iman mahluk değil derse onun sözü kabul edilmez" demektedir buraya kadar tamam mı? bak şimdi ; günümüzdek kitaplara baktığımızda ise şunu görürsünüz özellikle kelam kitaplarında maturidi mezhebine göre iman mahluk değildir derler gördünüz mü çelişkiyi? dahasını söylüyeyim : 300 yıllık fıkıh kitabı olan (fetevayihindiyye) vardır piyasada çoktur bu kitap maturidi itikadıyla yazılmıştır akçağ yayınları 4. ciltte küfür lafızları bahsinde aynen şu fetva vardır :

 

"iman mahluk (yaratılmıştır) diyen kimse kafirdir"

 

. yine aynı kitabın 15. cildinde hem eşari hem maturidi mezhepleri övülüyor, aralarındaki farkların önemsiz olduğu söyleniyor. bu da tamam mı? bak şimdi : halbuki eşari mezhebinin temel görüşü imanın mahluk olduğudur. bakın kelam kitaplarına der ki : eşari mezhebine göre "iman yaratılmıştır" derler ne oldu şimdi! şu oldu ki: bunlar ne dediklerini bile bilmeyen adamlardır bunlar kendi mezhep imamımız dedikleri adamın dedikleri şeylere inanana kafir diyorlar sonra da yine mezhep imamlarını göklere çıkarıyorlar. bütün bunların daha detayları sitede vardır cüz i iradenin yaratılmış olduğu sözü sonradan bu mezhebe eklenmiştir kim ekledi niye bunu yaptılar hepsinin izahı sitede diyorum size!!!! ibn humam bu eklemeyi yaptı ondan öncede diyen vardı said nursi diyor ki cüzi iradeye, emr-i itibari (itibari demek varsayılan demektir) derim ki : varsayılan şey adı üstünde varsayılandır yani yoktur yokluk ise tesirli değildir siz daha ne özgürlüğünden bahsediyorsunuz.

bilbaya cevap : Allah kul hakkını da affeder. afffetmez diyen kafir olur izahı aşağıda

"Benim bilgi dağarcığımda Allah katında her günahın affı mümkün, fakat kul hakkı konusunda böyle belirti yok ve aksine onun Allah Adaletinde(Allah tarafından) affı yerine günah ve sevap değişimi var. " bilbay bunlar senin ifadelerin cevap: evet anlattığın gibi piyasadaki kitapların neredeyse tamamına yakını bu konuyu da aynen anlattığın gibi izah ediyorlar onlar bu konuda da yanılıyorlar . ve bu küfür olur ( kafirlik olur) izahı: her ne kadar bu anlatılanları destekleyici mahiyette rivayetler var ise de (hadis) bu konuda Kuran'da hatırımda kaldığına göre Nisa 48. ayetti galiba "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz ( genel anlamda küfür) gerisini dilediği için bağışlar" görüldüğü üzere ayette küfür hariç bütün isyanların Allah dilerse bağışlanabileceği ifade edilmektedir. dolayısıyla kul hakkı da küfür olmadığından dolayı Allah dilerse bunu da bağışlar, dilerse bağışlamaz . şu bir gerçek ki itikadi konularda hadisler mütevatir cinsinden olduğunda delil teşkil ederler. mesela ben ruyetullahı (Allahın görülmesi) inkar ediyorum ve bu hususutaki ruyetullahın olacağına ilişkin rivayetleri mümkün olursa tevil etmek buda olmaz ise inkar ediyorum .

 

burada size bir şey söylemek istiyorum pek fazla anlatılmayan bir husustur. bir müslüman düşünün inanılması lazım gelen herşeye inanmış ( kadere dediğim gibi inanmış) olsun bu kişi namaz kılmasa oruç tutmasa yani bu gibi ibadetleri yapmasa fakat hatalı davrandığını kabul etse yine bu kişi sabah akşam günah işlese zina etse içki içse kumar oynasa ve hatta ateş ister gibi günde 100 tane müslüman öldürse fakat bunları yaparken haramın haram olduğunu kabul etse ve harama helal diye itikad etmese yani yaptığı hataların bilincinde olsa ve hatalarını kabul etse bu halini hayatı boyunca sürdürse yine müslüman olduğu halde ölse lakin yaptığı bu saydığım günahlarından tevbe de etmemiş olsa soruyorum bu kişi cehennem azabına uğramadan cennete gidebilir mi ? cevap: gidebilir. çünkü Allah küfür hariç yani kafir olarak ölmüş olma durumu hariç diğer bütün isyanları yukarda zikretttiim ayette anlaşıldığı gibi bağışlayabilir . bakın bu bahsetttiğim kişiyi Allah dilerse dilediği kadar onu cehennemde cezalandırır ve cennete sokar ya da izah ettiğim gibi cehennemde azap çektirmeden de cennete koyabilir . bir çok insan şimdi bana bağırıyor kızıyor tahmin ediyorum ama şunu söyleyeyim ki bu görüş hem eşari mezhebinin hem de maturidi mezhebinin görüşüdür. kim ki yukarda izahını yaptığım gibi bu kişinin cehennem azabına uğramadan da cennete girebileceğini kabul etmezse kafir olur . çünkü Nisa 48. ayeti yalanlamış olur. bir de bu hususta Zümer 53. ayete bakın mealini tam hatırlayamıyorum

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*** İstitaat (İnsan gücü, kudreti, güç yeterliği)

Eş'ari'de insan gücü, istitaat fiil ile beraberdir. Yani fiil mevcut değil iken, insan gücü de yoktur. Halbuki insanlar istitaat yok iken mükellef olduklarından "Teklif-i mala yutak" caiz olmuş olur. Mutezile insanın gücü fiilden önce, Maturidi ve Eş'ari fiille beraberdir, derler. Mutezile kulun kudretinin sona ermeyeceğini savunuyor. Maturidi ve Eş'ari ise kulun kudretinin sona ereceğini savunuyor. Bunun için Maturidilik kulun kudreti fiille beraberdir diyor. Zira bunu demeyip, "Fiilden önce" deseydi, o zaman fiilden önce kulda olan kudret sona erecek ve o zaman fiil nasıl olacaktı? O bakımdan Maturidi "Kulun kudreti fiille beraberdir" demek durumunda kaldı. Lakin yukarıda zikrettiğimiz gibi, yani fiil mevcut değil iken, insan gücü olmayınca ve insanlar istitaat yok iken de mükellef olduklarından, "Teklif-i mala yutak" olacakken, Maturidiler bunu kabul etmemiştir.

*** İsnad prensibi ile alakalı daha evvel detaylı bilgi verdik. Aşağıda vereceğim ayetleri, sırayla okuyun ve işlerin bazen Allah'a, bazen kullara isnad edildiğini göreceksiniz. Bu konu çok ince olup, en az bilinen hususlardandır. Çoğu kişi bu mevzuyu bilmediği için kaderi inkar eder.

_ Namaz: Bakara 3, Tevbe 5, İbrahim 40, Nur 56

_ Kur'an: Nisa 82, En'am 25, 157, Yusuf 2, İsra 45, 46,106,107, Kehf 57, Furkan 73, Lokman 7, Sad 8, Zümer 27, 28, Fussilet 44, Zuhruf 3, Muhammed 24, Kamer 22, Kalem 51,52, Abese 11, 12, Mutaffifin 13,14

_ İlim: Ankebut 43, Rum 59, Fatır 28, Mücadele 11

_ Sabır: Nahl 127, Lokman 17, Saffat 102, Zümer 10, Fussilet 35, İnsan 12

_ Şeytan'ın azdırması: Araf 16, Kehf 50, Hacc 4, Ankebut 38, Neml 4, Sebe 20, 21, Yasin 62, Zuhruf 36, 37, 62, Mücadele 10, Hicr 39, Bakara 36, Kasas 63, Nahl 99,100,

_ Musibet, şer ve iyilik dokunması: Nisa 78, 79, Yunus 106, Kasas 47, Rum 36, Fussilet 51, Teğabün 11, Tevbe 51

_ İman, küfür, saptırma, mühürleme: Bakara 6,7, 21 , Araf 100, 158, 178,179, 186, En'am 107,109,110,111,148, Tevbe 55, 85, Yunus 100, Yusuf 101, İbrahim 35, Kehf 29, Taha 79, 85, Mülk 2, Zariyat 56, Nahl 93, Kasas 56, 64,68, Zümer 36,37, 41, Hacc 16, Tin 7, Muhammed 24

_ Cihad: Bakara 190,191, Al-i İmran 140, 165, Tevbe 5, 46,52, Ankebut 69

_ Tevbe etmek: Tevbe 117,118, Hud 3, Furkan 70, 71

_ Öğüt alma: Fatır 37, Saffat 12,13, Abese 11,12, Müddesir 54,55,56,

_ Dileme: Hacc 14, Nur 45, Tur 35, Zümer 62, Buruc 16, Tekvir 27,28,29, İnsan 29,30

_ Gezmek: Tevbe 2, Neml 69, Yunus 22

_ Gülmek: Necm 43, 60, Tevbe 82

_ Çıkarmak: Tevbe 40, Enfal 5

diyorum ki ben Allah a, Kuran a inanan biriyimdir . bu verdiğim ayetleri sırayla okuyun evet hepsinin uygun izahları benim yazdığım kitapta mevcuttur. alın bu verdiğim örnekteki delili istediği kadar bilgili olsun kulların özgür iradesi olduğunu savunanlara götürüp sorun bakalım size cevap mı veriyor yoksa bana hakaret edip cevap vermeden kaçıp gidiyor mu? bu örnekle şunu anlatmaya çalışıyorum yani kulların özgürlüğünü savunanlar aslında Kurana inanmazlar lakin çoğu inandıklarını düşünürler bu örneği onların ya da kendinizin eğer kulların özgür iradesi olduğunu savunuyorsanız gerçek yüzünüzü görün diye veriyorum!!!! ben diyorum ki: Kuran da çelişki yoktur Kuran doğrudur bu ayetlerin hepsinin izahı vardır. ısrarla tenbih ediyorum ki gidin "kulların özgür iradesi vardır" diye bir düşünceyi savunanlara sorun bu ayetlerin manalarını. kaçacaklar diyorum size. tekrar söylüyorum; bana hakarete başladıkları zaman yani cevap vermemek için lafı çevirmeye başladıkları zaman onlara deyin ki: ona hakaret etmiş veya edecek olman bu ayetlerin izahını yaptığın anlamına gelmez. bana cevap ver! zira ben Kuran a inanmakla mükellefim ve inandığımı düşündüğüm bir kitabı tanımak ve iyice anlamak istiyorum deyin!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ısrarla tenbih ediyorum ki gidin "kulların özgür iradesi vardır" diye bir düşünceyi savunanlara sorun bu ayetlerin manalarını. kaçacaklar diyorum size. tekrar söylüyorum; bana hakarete başladıkları zaman yani cevap vermemek için lafı çevirmeye başladıkları zaman onlara deyin ki: ona hakaret etmiş veya edecek olman bu ayetlerin izahını yaptığın anlamına gelmez.

 

DEDİĞİN GİBİ SORDUM NE KAÇTI NEDE SANA HAKARET ETTİ çok güzelde açıkladı

AMA GÖRDÜĞÜM KADARIYLA BENİM AÇIKLAYICI MESAJLARIMI SİLEREK SEN YENİLDİĞİNİ ve KAÇTIĞINI GÖSTERİYORSUN

Ne diyeyim Allah Hıdayet Nasip etsin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Allah hidayet nasip etsin" diyorsun demek ki hidayeti kim nasip ediyor. "Allah" dersen dünyada Allahı inkar eden insanlar da var peki onlara hidayet nasip etmemiş mi?  ve onlara hidayet nasip etmediği halde onları iman etmekle mükellef kıldı mı kılmadı mı  (Araf 158)

2016[/snapback]

 

Araf 158-De ki: "Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah'ın gönderdiği peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah'a ve peygamberine iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelamlarına inanan o okuyup yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz.

 

"Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz"

Bu sana neyi ifade ediyor

çok komik durumlara düşüyorsun :D:D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

işte size maturidi mezhebinin kurucusu olan ebu mansur maturidinin kitabı ve düştüğü çelişkiler. *** Kitap: Kitabu't -Tevhid Yazar: Ebu Mansur Maturidi Çeviren: Hüseyin Suudi Erdoğan

Cüz'i İrade'nin Mahluk Oluşu

--- Sayfa 350: …Belki de Allah onu var etmiştir. Veyahut taşta bulunan ve ondan çıkan ateş gibi olur. Her ikisinden hangisi olursa olsun o, sonradan var olma hadistir. Hadis olan da mahluktur.

--- Sayfa 375: Bununla beraber eğer güzelliğin ve çirkinliğin kendilerini yaratan olmaksızın meydana gelmeleri caiz olsaydı, her şeyin yaratıcı olmaksızın var olması caiz olurdu. Bu hususu ifade etmek, tasdik etmek İslam'dan çıkmak demektir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

--- Sayfa 378: Cenab-ı ZülCelal'in her şeye malik olduğu sabit olduğu vakit O'nun her şeyi yarattığını söylemek lazımdır. Çünkü kul yaratmaya malik değildir.

--- Sayfa 386: Bununla beraber bütün müslümanlar hiçbir ihtilafa düşmeden, gerçekten Cenab-ı Allah'ın Halık olduğunu ve kendisinden gayrının mahluk olduğunu kabullenip ispat etmişlerdir.

--- Sayfa 389: Sonra şöyle demek caizdir ki, gerçekten Allahu Teala her şeyin yaratıcısıdır. Allah'ın kendisi yaratıcıdır, kendisinden başkası ise yaratılmıştır.

İman'ın Mahluk Oluşu

--- Sayfa 381: Sonra da kullarına iman nimetinden dolayı, kullarının kendisine şükretmelerini emretti. Allahu Teala'ya hamd etmek, şükretmek, O'nun verdiği nimetlere karşı olur. Bunların yaratıcısı olmadığı halde, kendi fiili olmayan hususlar için kendisine hamdedilmesini, bir kimseye nimetini ulaştırmayınca da ondan şükretmesini talebetmek caiz olmaz. Kuvvet ancak Allaht'andır.

--- Sayfa 406: Müminlere iman nimeti için kendisine hamdetmelerini emretmiştir. Bu hususların, kendi fiili ile olduğu sabit olur.

--- Sayfa 476: Bunu açıklayan hususlardan biri de mutlak olarak şöyle demenin caiz olmasıdır: Hakikaten iman, Allahu Teala'nın nimetlerinden bir nimettir. Gerçekten mümine Cenab-ı Hak in'am ve ihsan etmiştir. Eğer Allahu Teala'nın kendisine olan fazlı, ihsanı olmasaydı, küfür pisliğinden temizlenemezdi. Ve böylece kendisi büyük bir azaba duçar olurdu.

--- Sayfa 478: Bu hususta asıl olan şudur ki, gerçekten onu ifade etmek, emri isteme yerine veyahut nimetleri izafe etme yerine çıkar. Bunda ise elbette ki o iki husustan biri bulunmaz. Öyle ise Allah'a izafe edilmesi caiz olmaz. O, tıpkı bizim dediğimiz gibidir ki; gerçekten Allah tahkik edildiğinde her ne kadar her şeyin Rabbi ve her şeyin ilahı ve her şeyin yaratıcısı ve her şey de kendisinin ise de; bu hususla, pislikler, çirkin ve kötü olanlar ve ancak onlara istihkak (hak kazanma) kesbetmesiyle zikrolunan şeylerden benzerlerinde söylenmez. Onların bir olan Allah'a izafe edilmesi o husus üzerinden çıkar. Her ne kadar onlar yaratılmış iseler de, Allah'a izafe edilen şeylerden, onların küfrü yaratılmış ise de.

--- Sayfa 571: Bunun üzerine biz: "Kim ki imanın yaratılmış olduğunu nefyederse, onun sözünün hiçbir manası yoktur" diyoruz.

--- Sayfa 573: Sonra mahlukatın bilinmesinin yolu nakli delil olup, aklın ondan nasibi olmamasından veyahut mahlukatın bilinmesinde yolun akli delil olmasından hali kalmaz. Mahlukatın bilinmesi, aklın dahli olmaksızın nakli delil ile elde edilirse, buna göre mutlak olarak ifade edilmek suretiyle Allahu Teala'nın "İşte bu sıfatlara sahip olan Rabb'in Allah'tır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Her şeyi yaratan O'dur…" (En'am 102) kavli celili ile imanın mahluk olduğunu söylemek vacip olur. Çünkü iman, Allah'ın gayri olan bir şeydir. Allah'ın onu yarattığını söylemek vacip olur…

Bu hususu Cenab-ı Allah "O Allah'tır ki göklerle yeri ve aralarında olanları altı günde yarattı" kavl-i celili beyan ediyor. Aralarında olanlardan biri olan iman da onun gibidir. Tevfik Allah'tandir.

--- Sayfa 574: Bu hususta Resul-i Ekrem'den bir hadis rivayet edilmiştir, buyuruyor ki: "Hakikaten Cenab-ı Allah imanı yarattı; O'nu haya ve cömertlikle süsledi." Nebiyyi Muhteremin "Gerçekten Allah yüz rahmet yaratmıştır" buyurduğu da rivayet edilir. İmana rahmet dendiği bilinir. Binaenaleyh Allahu Teala'nın yaratmış olduğu şeyde kendisine zıt olup reddeden ve kendisine uyan veyahut uymayan bir benzerinin olması vacip olur. Zıttı ve benzeri olanı da mahluktur. Sonra o, kendisine süluk eden bir yol, kendisi ile cezalanan bir din, seçilen bir mezhep ve itikad edilen bir dindir. Bunların hepsi de mahluktur. Sonra yüce olan Allah, onun mislini bazen ağaçla, bazen görmek ve işitmekle, bazen hayat ile bazen temiz ve pak olan yerle ve bazen de nur saçan bir kandille verdi. Bunların hepsi de mahluktur. İman da bunun gibidir. Sonra küfrün örneğini de zikrettiğimiz şeylerin zıtları ile verdi ki, yaratılma ve hadis olmada hepsi bir arada toplu olarak görülürler. iman ve küfrün ikisi de bunun gibidir. Tevfik Allah'tandır.

Sonra iman, sahibi için güzeldir, hayırdır ve hidayettir. Vasfı bu olan her şey mahluktur. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor: "…Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi…" (Hucurat 7); " …Henüz iman kalplerinize girmemiştir." (Hucurat 14); "Ey şanlı Resul kalpleriyle inanmadıkları halde ağızları ile "inandık" diyenlerle (münafıklarla) Yahudiler'den küfür içinde koşanlar seni üzmesin." (Maide 41) Bu ayetlerin hepsi imanın kalpte olduğuna delalet etmektedir. O, O'nun fiilidir. Mahluk olmayanın kalpte olması mümkün değildir.

İstitaat

--- Sayfa 413: Fiilin kuvveti de onun gibidir. Öyle ise fiille beraber olduğunu söylemek lazım gelir.

--- Sayfa 488: Sonra Kaderiyyeler-ki kendilerine Mutezile ismi verilmiştir-haberi bize isnad ettiler. Halbuki biz o haberden, söz ve inanç bakımından beriyiz. Fakat onların bu husustaki yalanı Kaderiyye'nin ismi hakkında bize isnad ettikleri yalanları gibidir. Sonra Kaderiyye hakkında olduğu gibi, Mutezile'nin cüreti ve aptallığının büyüklüğünü bilmeleri için, biz her iki mezhebin karşısında öne sürdüğümüz o fikir ve görüşlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu zikrederiz. Bizim fiilin meydana gelmesi için kudretin, fiilden önce olmasını kabul etmeyip inkar ettiğimiz içindir ki, onlar bize, "Cebriyye" ismini vermeye kalkıştılar. Ve cebir felsefe ve fikrini kabul ettiğimizi iddia ettiler. Sonra onlar fiili öyle bir kuvvette gerçekleştirdiler ki, o vakitte kudret bulunmaz. Fiilin vasfolunduğu vakitte kudretsiz olarak gerçekleşmesi, cebri ve ihtiyarı anlayan kimse için, onun fiille birlikte gerçekleşmesinden cebr manasına daha yakındır.

--- Yorum: Mutezile, Maturidi'nin; "Kişinin kudreti fiille beraberdir" düşüncesinin cebre gittiğini söylüyor; dedikleri doğrudur. Bununla birlikte Maturidi cebr itikadını reddediyor.

İrade

--- Sayfa 433: Allah'ın hakkında zikrolunan husus ise o, Allah'ın kudreti, dilediğinin olması ve saltanatının cereyan etmesidir. işte Allah'ın böylece rububiyeti tamam olur.

--- Sayfa 459: Dünyada kişi, bazen sevmediği ve razı olmadığı şeyi işler. O'nun dilemediği fiilin gerçekleşmesi mümkün değildir.

--- Sayfa 473: Küfür gerçekten çirkindir. Ve kulun fiilidir. O'nun Allah'ın kazası ve hükmü olması mümkün değildir.

--- Sayfa 452: Sonra müslümanların arasında "Allah'ın dilediği olur; dilemediği olmaz" deyimi yerleşip, nesilden nesile intikal etmek suretiyle bilinmiştir.

--- Sayfa 453: Yine başkasının hükmü ve mülkü altında bulunan bir şeyin, onun istemediği ve dilemediği halde meydana çıkarılması, o kimsenin zayıf ve mahkum olduğuna delalet eder. Sıfatı bu olan kimsenin de Rab ve ilah olması mümkün değildir. Bunun içindir ki, bu sıfatlarla yani irade etmek, istediğini yapmak, istemediğini yapmamak gibi kemal sıfatlarla Allah'ın vasfolunması lazımdır. Tevfik Allah'tandır.

Yine hakikaten Cenab-ı Hak, olacağını bildiğinin gayri olarak ve olacağını haber verdiğinin gayri olmasını murad etmiş olsaydı sefih ve yalancı olmasını murad etmiş olurdu. İradesi böyle olan kimsenin ilah ve Rab olması asla caiz değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

--- Sayfa 467: Ebu Mansur diyor ki: Bizimle Kaderiyye mezhebi arasında iki noktada kelam vardır: Biz onlara sual edip deriz ki, Allahu Teala ebedi olarak olacak olan şeyi, olduğu hal üzere bildi mi? Eğer hayır bilmedi derlerse kafir oldular. Çünkü onlar Rab'larını cehaletle vasfettiler. Eğer evet bildi derlerse, kendilerine: "Allahu Teala ilmini bildiği gibi yerine getirmeyi diledi mi yoksa dilemedi mi?" denir. Eğer hayır dilemez derlerse o zaman Allahu Teala'nın, kendisinin cahil olmasını dilemiş olduğunu söylemeleri gerekir. Kendisinin cahil olmasını dileyen de, hüküm ve hikmet sahibi olmaz. Eğer evet dilemiştir derlerse, bu sefer de Allahu Teala'nın her şeyin, olmasını bildiği fiilleri olmasını dilediğini ikrar etmiş olurlar. Bu husus Ebu Hanife'den rivayet edilen husustan bende yerleşendir. Yoksa ben Ebu Hanife'nin beyan ettiği meseleyi lafzı lafzına zikretmiş değilim. Kuvvet ancak Allah'tandır.

--- Sayfa 570: Gerçekten Kaderiyye fiilleri mahlukat yaratır ve fiillerin yaratılmasında Allah'ın iradesinin ve tedbirinin hiçbir dahli yoktur diyorlar. Cebriyye ise, fiillerin yaratılması işini Allah'a havale edip kulun, fiillerin yaratılmasında asla ve kat'a bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh Cebriyye her çirkin ve mezmum olanı Allah'a hamletti. Allahu Teala'nın fiilinin vasfı, bunun olmasından Allah yücedir, beri ve münezzehtir. Kaderiyye ise fiillerin yaratılışını, O'nun hakkındaki cehaletleri sebebiyle, mahlukata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz "Kulların kendilerinden meydana gelen şeye göre, fiillerinin olması, olduğu had üzere de Allah'ın fiilleri yaratmış olduğunu" ifade etmektedir. Tevfik Allah'tandır.

--- Yorum: Maturidi cebri kabul etmediğini bildiriyor.

--- Sayfa 465: En'am 148. ayetin izahında "Allah'a ortak koşanlar şöyle diyecekler: "Eğer Allah dileseydi, ne biz müşrik olurduk; ne babalarımız…"

Üçüncüsü: Onların bu hususu müslümanların "Her şey Allah'ın dilemesiyle olur" demelerinden istihza etmeleri için söylemiş olmaları, tıpkı insanın "Ben öldüğüm zaman ileride gerçekten diri olarak (mezardan çıkarılacak mıyım?)" (Meryem 66) dediği gibi ki, bunu müslümanlarla alay etmek için demiştir. Münafıkların "Şehadet ederiz ki (kalplerimizdeki inancı açığa vururuz ki) doğrusu sen, muhakkak Allah'ın Peygamberisin." (Muhammed 1) sözleri gibi. Fakat kendilerinden meydana gelen bu husus istihza olduğu için ta'n olundular.

--- Sayfa 474: Allah küfrü takdir etmiş ve sonradan vukubulması için hükmetmiş midir?

--- Sayfa 457: Sonra der ki, Cenab-ı Hak sövülmeyi murad eder mi? Bu soruyu sormakta hata etmiştir. Bilakis bu sualin doğru olanı şöyledir: "Allahu Teala kendisine dil uzatan kimseden, kötü ve öfkelenmiş olan sövme fiilinin olmasını diler mi?" Sonra bu sözüne karşı "Maazallah" der. Zira Cenab-ı Hak, ondan bu fiili nehyetmiş ve bu fiile karşı gazap etmiştir. Hüküm ve hikmet sahibi olan bunu asla yapmaz.

--- Yorum: Günümüzde kelam kitaplarında Maturidi mezhebine göre; imanın ve cüz'i iradenin mahluk olmadığı anlatılıyor. Oysa bunların mezhep imamı diye gördükleri şahıs, imanın mahluk olduğunu ifade ediyor. Allah'tan başka her şeyin mahluk olduğunu söylemesiyle ve cüz'i iradenin ise yaratılmadığı hususunu bildirmemesi dolayısıyla çıkan çekişkiler ortadadır.

Sorulabilir ki: "Peki Ebu Mansur Maturidi böyle dedi de, niçin günümüzde onun dediğinin tersi şekilde bunlar anlatılıyor?"

Cevap: Çünkü iman mahluk kabul edildiğinde direk cebr düşüncesi ortaya çıkar. Ebu Mansur Maturidi iman mahluk dedi ama, hala cebre muhalif kaldı. Yani dediği lafın nereye gittiğini anlamadı. Sonradan gelenler, özgürlüğü savunanlar, baktılar ki iman mahluk kabul edilince iş cebre varıyor. Bundan dolayı, imanın Allah'ın yaratmasıyla (mahluk) olduğunu kabul etmediler. İnsan fiillerini Allah'ın yarattığını Maturidi bildiriyor; ama "Cüz'i irade yaratılmamıştır" şeklinde bir ifadesi yok. Bu sefer sonradan gelenler düşündüler, taşındılar baktılar ki insanın fiillerini Allah yaratınca iş yine cebr olacak; bu sefer bu işi (Kulların fiillerini Allah'ın yaratmasını) inkar etmediler. Ama kendilerince başka bir formül buldular. Bu da "Cüz'i iradenin mahluk olmadığı ve kişi hür iradesiyle arzu eder, seçer; bunun üzerine Allah da fiili yaratır" şeklinde bir görüştür. Ve bu izahı çok kullandılar. Hatta "Hayır ve şer Allah'tandır" ifadesini buna göre şöyle yorumladılar: "Evet, hayırda, şer de Allah'tandır; ama mesela kul içki içmeyi hür iradesiyle ister, Allah da bu hareketi yaratır. Yani, yaratma yönünden hayır ve şer Allah'tandır. Dolayısıyla kul özgürdür, cebr yoktur" dediler. Yani günümüz Maturidi kitaplarında geçen "Biz fiili hür irademizle yapmak isteriz, peşine Allah fiili yaratır" şeklinde bir izah Maturidi'nin kitabında yoktur. Bunlar sonradan bu mezhebe eklenmiş, açıklamalardır. Keza cüz'i iradenin yaratılmadığı iddiası da sonradan çıkmıştır. Yani şunu söylemek istiyorum ki; Ebu Mansur Maturidi, özgürlüğü savunanların ve her şeye rağmen savunmak isteyenlerin dayandığı simge durumuna geldi. Öyle ki, özgürlüğü savunmak için, bir şey söylemeleri lazım gelince; söylediler, yazdılar ve "Bu Maturidi mezhebidir" dediler. Ve Maturidi ismi yüzyıllardan beridir Ehli Sünnet'ten olduğu yazılageldiği için, genelde pek tepki almadan fikirlerini yayabildiler. Görüldüğü gibi kitabı çelişkilerle doludur. "Her şey Allah'ın iradesiyle olur" diyor, sonra da bu görüşle uyuşmayan, zıt şeyler söylüyor.

Maturidi görüşünün bu denli yayılmasındaki etkenlerden biri de, insanların ekserisinin özgürlük inancına çok meyilli oluşlarıdır. Ve şunu açıkça söyleyelim ki, Maturidi mezhebindeki kişilerin ekserisi bu savundukları fikirlerle hakikaten, samimi olarak kadere inandıklarını düşünmektedirler. Ve evvelden yaşayan şöhretli kişilerin arkasından genelde giderler ve onlara çok bağlıdırlar. Onları eleştirmek akıllarına pek gelmez. Zaten eleştirenleri de içlerinde barındırmazlar. Yani kendilerinden evvel yaşamış ve alim diye anılan kimselere karşı genelde bir nevi saygı vardır ve özellikle şurası dikkat çekici bir husustur ki o insanların, kendilerine oranla daha iyi bildiklerini rahatlıkla kabul ederler. Hele bir de, kendi zamanlarında yaşayıpta, evvelkilerin hata yaptıklarını söyleyip; bu hususta delil de getiren kimseleri; ekseri insanlar adeta şeytan gibi, düşman gibi görürler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1- Allahın yaratığı cüz-i iradeye yok demiyoruz ve özgür de demiyoruz.

2- Allaha sövme fiilinin işlenmesi için gerekli olan her şeyi(düşünce, cüzi irade) Allah yarattıktan sonra daha nasıl Allah sövdürtmüyor diyebiliriz.İçki içmek de şer Allaha sövmek de şer müslümanlar şerrin Allah'tan geldiğine inanır.

3-İçki; maturidi,eşari mezhebine göre rızıktır.Müslümanlar rızkın Allahtan geldiğine inanır.İçkiyi Allah içirmiş olmuyor mu?

4-Firavun imanının kabul edilmediği konusunda bana katılmıyorsun o halde cevap ver :Firavun iman ettiğinde hayatta mıydı yoksa ölmüş müydü? Hayattaydı dersen soruyorum iman ettiğinde de iman etmekle mükellef miydi?(Araf 158)

size göre hem iman teklifi var hemde iman etmesi kabul edilmiyor.Peki bu teklifi mala yutak (kaldıramayacağı yükü yüklemek)değil mi?Halbuki mutezile , maturıdiye ve siz de teklifi mala yutak'ı kabul etmezsiniz çünkü bunu kabul etmek cebr'i kabul etmek demektir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaratmak ancak Allah’a mahsus olduğundan o malumun da Allah tarafından yaratılacak olması lazım gelir. Böyleyken, Allah yoktan varederek istediği şekli, vasfı vererek yaratacağı şeylere, nasıl tesir etmez denir? ”Allah dilediğini yaratır, seçer. Onların seçim hakkı yoktur.” (Kasas 68) Bu öyle bir üç kağıttır ki, niceleri bunu yutmuş ve .  ( islamdakader.cjb.net )

1797[/snapback]

çaylak cığım islamda kader konusu ateş gibidir nekadar elinde tutarsan okadar yakar Allahı buluyum derken kaybedersin dikkat
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

A" gene tercihte kaldım gitsemmi kalsammı?! ben kalmayı tercih ettim ve ALLAH cc benim kalmam neticesinde irade ettiği şeyi yaptım ve yazdım!. ama tüm bu tercihler arasından yazmamayı ve işimi tercih etse idim ALLAH cc işim ile alakalı irade ettiği işi yapacak ve ALLAH cc benim için o sahneleri yaratacak idi.[/quote" demişsin muadil.

Fakat birşeyi gözardı etmişsin irade ettikten sonra Allah yaratıyor diyorsun da irade etme durumunu ve iradeni Allah yaratmıyor mu ?Sen istiyorsun Allah fiili yaratır diyorsun da "istememi " Allah yaratıyor demiyorsun bunu görmek istemiyorsun insanların çoğu da böyle... Bu bahsettiğin iraden yine Allahın ezeli iradesiyle vücut bulmuyormu ? milyonlarca düşünceden birini sen seçtiğini ifade ediyorsun bak şimdi: milyonlarca düşünce bir insan için aynı anda mevcut olamaz hatta iki düşünce bile aynı kişi için aynı anda vicut bulamaz dolayısıyla sen önce bir düşünce sonra diğer düşünceyi düşünürsün mesela sen hem sağa gitmek düşüncesini hem de sola gitmek düşüncesini aynı anda düşünebilirmisin? hayır düşünemezsin. dolayısıyla senin aklına gelen tüm fikirler Allahın yaratmasıyle meydana gelir.

İnsanlar dua ederken ne diyor? "Allah'ım bizi kötü yola düşürme, yanlışa düşürme, Allah kimseye muhtaç etmesin" demek ki kötü yola, yanlışa düşüren kim? Bu laflara göre Allah insanları kötü yola düşürebilir ve de başkalarına muhtaç edebilir öyle mi? Cebr olur.

Onlara soruyorum. Bana içerisinde imanın ve küfrün (sapıklığın ve hidayetin) mahluk olduğu, Allah'tan geldiği ve yine kişinin fiillerinin mahluk olduğu, Allah'ın dilemesiyle olduğu ifadeleri, düşünceleri içermeyen üç dakikalık dua edebilir misiniz? Onlar bunu yapamazlar. Zira dua ifadelerinin % 90'ı cebr sözleridir. Bu sabit olunca tekrar soruyorum, peki Peygamberimiz dua edermiydi? "Elbette dua ederdi" diyecekler. Hal böyle olunca siz kafirlik, sapıklık olarak kabul ettiğiniz cebr sözlerinin ve düşüncelerinin Peygamberimiz tarafından söylendiği gerçeğini nasıl uzlaştıracaksınız, değerlendireceksiniz? Siz Peygamberimizin yaptığı bir şeyi yapmaktan çekinecek, gocunacak mısınız? Dahası Allah Kur'an'da dua etmeyi teşvik ediyor. Şimdi Allah bunu yapmakla; sapıklık ve kafirlik olarak vasıfladığınız cebr sözlerini ve düşüncelerini bizlere yapmamız için teşvik mi etmiş oluyor?

"Rabbinize yalvara yalvara gizlice dua edin" (Araf 55); "Rabbiniz şöyle buyurdu: "Bana dua edin ki size karşılık vereyim" (Mümin 60)

Bana bazen şöyle sorular soruluyor: "Allah kaldıramayacağı kayayı yaratabilir mi? ya da bükemeyeceği demiri yaratabilir mi?"

Cevap: Yaratamaz. Burada ilk bakışta yaratamaz ifadesi, Allah için acizlik manasını akla getirebilir. Lakin burada yaratma bir şarta bağlı; şart ise kaldıramama ve bükememe. Bunlar ise kesin olarak acizliktir. Ve Allah için acizlik muhaldir (imkansız). Muhale bağlı olan, gerektiren şey de muhaldir. Dolayısıyla Allah sonu acizliğe varacak olan şey, velev ki yaratma olacak olsa da, o halde böyle bir şeyi yaratamaz. Burada esasen bizim yaratamaz ifadesini kullanmamızllah'ı övmek ve onu noksan sıfatlardan tenzih etmektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

size bugün bulduğum bir soruyu sormak istiyorum: Allah "eğer biz dileseydik her nefse hidayetini verirdik fakat "cehennemi tamamen cinlerle ve insanlarla dolduracağım" diye benden söz hak olmuştur". (secde 13) şu halde bu söz hak olunca onun her nefse hidayet vermeyi dilememiş olduğu ortaya çıkmış olur. ( çünkü onun her nefse hidayetini vermeyi kafirlerin cezalandırılması hakkındaki sözün hak oluşuna dayandırılır) ve Allah onların hidayetini dilemeyeceğinden dolayı onların dalalete düşmelerini mutlaka murad etmiştir.

bu ayetin manası " biz dileseydik onlara hidayeti zorla verirdik ve bunu kabul etmeleri için de onları icbar ( zorla) ederdik" şeklindedir. derlerse verilecek cevap şudur: öyleyse onlara hidayeti zorla verseydi ve bu hidayeti kabul etmeleri için de onları icbar etseydi gerçekten hidayete ermiş olurlar mıydı? eğer evet diye cevap verirlerse şöyle cevap verilir: o takdirde Allah onların hidayetlerinin yaratıcısı olunca onlar, gerçekten hidayete erdirilmiş demektir. eğer O, kafirlerin küfrünün halıkı (yaratıcısı) idiyse kafir olmak durumunda kalmış olmalarını niçin inkar edersiniz?

bu onların delilini çürütür çünkü onlar kafirin kendi küfrünün yegane yaratıcısı olduğunu kabul etmişlerdir.

olup biten olayları Allah olmadan önce biliyormuydu, bilmiyormuydu? evet biliyordu dersen devam ediyorum bu olayların, bildiği gibi olmasını mı irade etti yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı irade etti? eğer bildiği gibi olmasını irade etti dersen bak sonuç ne oldu: hz. Ademin yasak ağaçtan yiyeceğini biliyordu; bildiği gibi dileyince ne oldu şu oldu yani onun yasak ağaçtan yemesini irade etmiş oldu tabiki hz. Adem de Allahın irade ettiğine karşı duramayacağından mecburen yemiş oldu (zaten rızıkta Allahtan) bir de şunu herkesin huzurunda soruyorum ki : eğer bakmışsan şunu görmüşsündür ki kader le ilgili hadislerin hepsinde peygamberimiz kulların özgürlüğünün olmadığını bildirir ben bu kader konusunda ikiyüze yakın hadise baktım bir tane bile özgürlüğü savunan rivayet görmedim evet bir kaç tane özgürlükçüler araya sıkıştırmış, uydurmuşlardır. özellikle hz. Ali ye isnad ederek. zaten bu tür rivayetlerin kaynağını vermiyorlar verseler bile kütübü sitte ve diğer tanınmış (sünni) kaynaklardan değildir. hadisler konusundaki görüşünü herkesin huzurunda açıkça söyle!!! hepsini inkar mı ediyorsun? zira tevil etmeye pek yanaşmıyorsunuz ( zira ayetlere yaptığınız bu çeşit bozuk yorumları, hadislere yapamıyorsunuz; niye çünkü millet size güler değil mi tevil edemeyeceğinizi biliyorsunuz) bu hususu sanki böyle bir şey yokmuş gibi geçiştiriyorsunuz!

ısrarla söylüyorum şu sorduğum "bildiği gibi mi yoksa bildiğinin hilafına mı" diye devam eden soruyu bu zamana kadar cevap verme teşebbüsünde bulunan pek çıkmadı. çıkanda rezil kepaze oldu. ısrarla söylüyorum bu soruma cevap verebilir misiniz? verebilir misiniz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

size bugün bulduğum bir soruyu sormak istiyorum: Allah "eğer biz dileseydik her nefse hidayetini verirdik fakat "cehennemi tamamen cinlerle ve insanlarla dolduracağım" diye benden söz hak olmuştur". (secde 13) şu halde bu söz hak olunca onun her nefse hidayet vermeyi dilememiş olduğu ortaya çıkmış olur. ( çünkü onun her nefse hidayetini vermeyi kafirlerin cezalandırılması hakkındaki sözün hak oluşuna dayandırılır) ve Allah onların hidayetini dilemeyeceğinden dolayı onların dalalete düşmelerini mutlaka murad etmiştir.

bu ayetin manası " biz dileseydik onlara hidayeti zorla verirdik ve bunu kabul etmeleri için de onları icbar ( zorla) ederdik" şeklindedir. derlerse verilecek cevap şudur: öyleyse onlara hidayeti zorla verseydi ve bu hidayeti kabul etmeleri için de onları icbar etseydi gerçekten hidayete ermiş olurlar mıydı? eğer evet diye cevap verirlerse şöyle cevap verilir: o takdirde Allah onların hidayetlerinin yaratıcısı olunca onlar, gerçekten hidayete erdirilmiş demektir. eğer O, kafirlerin küfrünün halıkı (yaratıcısı) idiyse kafir olmak durumunda kalmış olmalarını niçin inkar edersiniz?

bu onların delilini çürütür çünkü onlar kafirin kendi küfrünün yegane yaratıcısı olduğunu kabul etmişlerdir.

olup biten olayları Allah olmadan önce biliyormuydu, bilmiyormuydu? evet biliyordu dersen devam ediyorum bu olayların, bildiği gibi olmasını mı irade etti yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı irade etti? eğer bildiği gibi olmasını irade etti dersen bak sonuç ne oldu: hz. Ademin yasak ağaçtan yiyeceğini biliyordu; bildiği gibi dileyince ne oldu şu oldu yani onun yasak ağaçtan yemesini irade etmiş oldu tabiki hz. Adem de Allahın irade ettiğine karşı duramayacağından mecburen yemiş oldu (zaten rızıkta Allahtan) bir de şunu herkesin huzurunda soruyorum ki : eğer bakmışsan şunu görmüşsündür ki kader le ilgili hadislerin hepsinde peygamberimiz kulların özgürlüğünün olmadığını bildirir ben bu kader konusunda ikiyüze yakın hadise baktım bir tane bile özgürlüğü savunan rivayet görmedim evet bir kaç tane özgürlükçüler araya sıkıştırmış, uydurmuşlardır. özellikle hz. Ali ye isnad ederek. zaten bu tür rivayetlerin kaynağını vermiyorlar verseler bile kütübü sitte ve diğer tanınmış (sünni) kaynaklardan değildir. hadisler konusundaki görüşünü herkesin huzurunda açıkça söyle!!! hepsini inkar mı ediyorsun? zira tevil etmeye pek yanaşmıyorsunuz ( zira ayetlere yaptığınız bu çeşit bozuk yorumları, hadislere yapamıyorsunuz; niye çünkü millet size güler değil mi tevil edemeyeceğinizi biliyorsunuz) bu hususu sanki böyle bir şey yokmuş gibi geçiştiriyorsunuz!

ısrarla söylüyorum şu sorduğum "bildiği gibi mi yoksa bildiğinin hilafına mı" diye devam eden soruyu bu zamana kadar cevap verme teşebbüsünde bulunan pek çıkmadı. çıkanda rezil kepaze oldu. ısrarla söylüyorum bu soruma cevap verebilir misiniz? verebilir misiniz...

2189[/snapback]

birşeyde ben sorayım şuanda bu sayfanı kimler okuyabilir biliyormusun?

sen gerçek bir dindarmısın yoksa islamda bu kıldan ince kılıçtan keskin konuyu irdeleyerek inkar noktasına getirmeye çalışan ***** pek tabiki bilirsin Hz ömerin kıssasına vebadan neden kaçmıştır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*** Soru: Rızık Allah'tan mıdır?

İçki rızık mıdır?

İçki içmek Allah'tan mıdır?

Not: Maturidi'ye göre de haram rızıktır.

*** Bana soruluyor: Allah kullarını özgür yaşayacakları tarzda yaratamaz mı? diye.

Cevap: Yaratamaz. Neden? Bu soru şunun gibidir, Allah başka bir ilah yaratamaz mı? Evet yaratamaz. Neden? Çünkü ilah demek, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, eşi benzeri olmayan ve ezeli olandır. Başkasının yaratması ile ilah olmaz. Çünkü o zaman kendisini yaratan ondan daha kudretli olmuş olur ve kendisi ise kendini yaratana göre aciz olur. Acizlik ise ilah için olmayacak bir şeydir. Demek ki Allah mümkünata kadirdir. Böyle olmayacak şeyler ortaya sürüp de bunu yaratamaz mı? gibi bir soru kendi içinde çelişkilidir. Soruya ilk bakışta sanki, "Allah'ın her şeye gücü yeterse niye bunu yapmış olmasın?" şeklinde saf bir soru gibi görünüyor. Hatta soruyu soran bir de Allah'ı yücelttiğini dahi söyleyebilmektedir. Lakin dikkatle incelendiğinde böyle bir şey olamaz.

Örnek: Ben topa vurdum, top gidip kovayı devirdi. Şimdi bakalım, zahiren konuşursak: Kovanın devrilmesi için kendisine bir etki edenin olması lazımdı, o da toptu. Top ona çarpmayacak olsa, o devrilmeyecekti. Lakin topun da kovaya gitmesi için bir sebebi olmalıydı, bu da ayağımla topa vurmamdı. Peki ama benim topa yaptığım hareket nereden meydana geldi? Dersen ki; kas, kemik, kan. Ben de derim ki; o kan vücutta nasıl dolaşıyor? Dersin ki kalp. Lafın kısası iyice düşünürsek et, kemik, kan bunlar nedir? Bu hareket nasıl oluyor? Yani topa vurma eylemini Allah'tan bağımsız olarak kan, kas, et mi yapıyor? Böyle şey olmaz. On kilo et, kemik karıştır, koy bir yere bakalım; on metre ileri gidebilecek mi? O halde bu hareketin oluşması için bir etkiye, sebebe ihtiyaç var. işte bu da Kur'an'da defalarca zikredildiği üzere hareketlerimizi yaratan, yoktan vareden Allah'tır. Çünkü hareketlerimiz zaman içinde oluyor. Durumumuz değişiyor. Yürüyor, zıplıyor ve oturuyoruz; bunlar hep değişiyor. Değişen, bozulan her şey sonradan meydana gelir. Sonradan meydana gelen her şeyin yapanı, etki edeni vardır. O halde onları yaratan Allah'tır. Bunlar sabit olunca soruya dönelim. Allah kullarını özgür yaşayacakları bir tarzda yaratamaz mı?

Bir kere böyle bir şey olması için kulların hareketlerini kendileri yaratmaları lazım; yok eğer dersen ki "Hayır böyle şey olur mu? Fiillerimizi Allah yaratır, biz cüz'i irademizle seçeriz." O zaman cüz'i iradeyi kulların yaratması lazımdır. Halbuki siz bunu kabul etmiyorsunuz (hal) deyip geçiştiriyorsunuz. Kısacası bu söylediğinizin olması için Allah size hiç karışmadan fiillerinizi, cüz'i iradenizi sizin kendinizin yaratması lazımdır. Bu ise Allah'tan başka yaratıcılar kabul etmeyi gerektirir ki, direk olarak Allah'a ortak koşmak olup kafirlik olur. O halde sizin bu dediğiniz şekilde olması için böyle bir Allah'a ortak koşma gerektiğine göre ve böyle bir şey de kabul edilemeyeceğine göre, demek ki böyle bir şey imkansızdır. Dolayısıyla Allah böyle bir şey yaratamaz. Domino taşlarını dizdiğinde birine vursan hepsi devriliyor. Orta sırada bir taş ele alalım, ona vurulduğu için devrildi, ona vurana da başkası vurdu. Gide gide en baştaki taşa geldik. Ona da elimiz vurdu. Fiillerimizi de Allah yaratır. Bunu zaten Maturidiler de kabul eder.

*** Her şey Allah'ın dilemesiyle mi olur? "Evet" derlerse, de ki: "Zina edenler var, bu da mı Allah'ın dilemesiyle oldu?", "Hayır" derlerse, de ki: "Hani her şey Allah'ın dilemesiyle oluyordu ya…"

*** Özgürlüğü savunan biriyle konuşurken, ona deyin ki: "Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz" bu ifadeye inanıyor musun?", "Evet" derse, de ki: "İnanmadığını ispatlayayım mı?", "İspatla" derse, de ki: "Allah'a sövenler var, değil mi?", "Evet" der, de ki: "Bu da olan bir şey, değil mi?", "Evet" der, de ki: "Peki, bu da mı Allah'ın dilemesiyle oldu?", genelde "Hayır" derler, de ki: "Hani Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmazdı?"

Cevap: Aslında Allah, kendine sövdürtüyor. Ve bunun hiçbir nedeni yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

iman mahluk mudur yaratılmış mıdır? hayır derseniz cevap: iman etmek zaten tasdik etmektir tasdik etmek ise öncesinde bir tasdik olunanı gerektirir. buradan anlaşıldı ki iman bir şeyden zaman olarak sonra vücut bulur bir şeyden sonra vücut bulan ise hadistir( sonradan olan ) her hadisin bir muhdisi vardır yani onu meydana getireni vardır zira bu hadis kendi kendisinin sebebi olamaz zira bunu kabul etmek bir şeyin kendi kendisinden önce gelmesini kabul etmeyi gerektirir. o halde sonuç olarak iman yaratılmış olmalıdır . peki bu imanı kim yarattı? eğer Allah yarattı derseniz o zamanda küfrün de Allahın yarattığını kabul etmeniz gerekir ve ne zaman ki siz imanın ve küfrün mahluk olduğunu kabul ederseniz cebri kabul ettiniz manasına gelir . zaten hem mutezile mezhebi hem maturidi mezhebi imanın ve küfrün mahluk olmadığını savunurlar oysa eşari mezhebi bunların mahluk olduklarını savunur yani insanın özgür iradesini savunanlar imanı Allah yaratmaz diyorlar işte örnek fetevayi hindiyye 4. cilt küfür lafızları bahsinde "imanın yaratılmış olduğunu söyleyen kafirdir" şeklinde fetva vardır. siz bu soruma ne diyorsunuz soru : iman mahluk mudur?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*** Karşımızda iki tane su dolu bardak var. Aynı bardak ve aynı seviye su, yani birinin diğerine üstünlüğü yok. Şimdi seç birini? Mesela: "Soldakini tercih ettim" dedi. Derim ki: "Niçin soldakini tercih ettin?" Ekseriyetle der ki: "İçimden öyle geldi." Yahut önce der ki: "Öyle istedim." De ki: "Niye öyle istedin?" Der ki: "İçimden öyle geldi." De ki: "Niye içinden öyle geldi; niçin içinden öyle geldiğini biliyor musun, bilmiyor musun?" Der ki: "Bilmiyorum." De ki: "Görünüşte sen seçiyorsun ama, seninde söylediğin gibi niye seçtiğini bilmiyorsun ve içinden öyle geldiği için onu seçiyorsun. Peki içinden gelen tarafı sen mi iki saat düşünüp belirliyorsun, yoksa o tarafın diğer tarafa daha ağır bastığını içinde bir anda mı hissediyorsun?" Der ki: "Bir anda o tarafın diğer tarafa ağır bastığını içimde hissediyorum." De ki: "Gördüğün gibi seçtiğin şeyi, aslında sen tayin etmeden bir anda içinde hissettiğini anladın."

İşte o tercih ettirici Allah'tır. Yine fiillerimizi de; zira iki yol var birini tercih ediyorsun, oraya yürüyorsun. Bir anda içine gelen düşünceyi (tercihi) sen nasıl tayin etmiş, belirlemiş olabilirsin? İçinden gelen bu seçimin (ağır basmanın) neden olduğunu bilmiyorsan, onu nasıl tayin etmiş olabilirsin? Bilmeden tayin etmek, ayırmak olur mu? Bilmiyorsan neye göre ayıracaksın? Benim; içinden seçim (tık) diye bir anda olur deyişimle kasdettiğim, seçme anıdır. Şöyle bir soru sorulabilir: "Ben iki şeyden birini tercih edeceğim zaman, bir gün boyunca düşünebilirim; acaba onu mu, yoksa bunu mu seçsem diye. Sen daha nasıl bu seçim bir anda oluyor dersin?"

Cevap: Dediğim gibi bir gün hatta bir yılda düşünebilirsin ama, her düşünmek seçmek demek değildir. İçinden düşünürsün o mu, bu mu, bakın burada bir seçim yoktur. Seçim o süre sonunda verilen karar anıdır. İşte bu seçim, bu karar, bir tarafın diğer tarafa göre ağır basması ile olur ve bu bir anda olur. Ve bunun zamanını da sen ayarlayamazsın, içinde belirir. Sen ise "Hah şimdi şunu seçtim" dersin.

*** 1 ile 10 arasındaki sayılardan beş tanesini içinden seç. Dikkat et, sen seçiyorsun ama aklına bir anda (tık) diye geleni seçiyorsun ve aklına geleni sen belirlemiyorsun. Hisset…

örnek: 3 mü, 4 mü diye düşündüğünde bile (3 mü), (4 mü) ifadesinde, niye 3 ve niye 4 yani burada bile bir tercih var. Ve (3 mü), (4 mü) ifadeleri de dikkat edin, bir anda sizde oluştu. Yani ekseriyetle siz; ben tayin ediyorum diye düşünmek için duraksayıp; düşünüyor, kıyaslıyor olabilmek için yavaşladığınızda bile, düşündüğünüz, kıyasladığınız rakamlar, dikkat edin bir anda aklınıza geldi. Yani kıyaslamayı düşündüğünüz rakamları bile siz tayin etmiyorsunuz. O halde bunları tayin eden kim? Cevap: Allah.

Binaenaleyh üniversite sınavında beş şık var. Diyelim sınava giren, iki şık arasında tereddüt etti ve kafadan attı. İstediğini seçti ve bu husus on - onbeş defa oldu. Görüldüğü gibi bu kadar soruyla kazanacağı yer farklı olur. Ama seçtiğini onun değil, Allah'ın tayin ettiği ortadayken kazanacağı bölümü de Allah tayin etmiş demektir.

*** Radyo dinliyordum, iki kişi arasında şöyle bir konuşma geçti: Arayanın oğlu cezaevindeymiş. Konuşmanın sonunda sunucu diyor ki: "Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın." Demek ki, bu acıları yaşatan kim? Arayan da diyor ki: "Allah onu bize kavuştursun inşaallah" bu laflar cebirdir, lakin insanların ekserisi bu ifadeleri garip karşılamazken yine insanların ekserisine cebr anlatılınca, sapıklık diyorlar. Yahut kötü bir şeyden bahsedildiğinde "Allah göstermesin" dendiği oluyor, demek ki, bunları gösteren kim? görüldüğü gibi cebr olur.

*** Müreccihsiz (Tercih ettirici sebep) Tercih Olmaz:

Yolda gidiyorsun, iki yol var; sağa ve sola. Birini tercih edeceksin. Bir an tereddüt ettiğin oluyor, bir - iki saniye diyelim. Tercih ettirici sebep olmazsa sen bu iki yoldan birini seçemezsin. İcabında on saat orada beklersin de, yine de birini seçemezsin. Zira seçimde birinde, diğerine üstün gelecek bir ağırlık olmalıdır. Bu üstün getirme (tercih ettirici sebep) senden olamaz. Çünkü eğer bu senden olsaydı, o takdirde senin böyle bir durum karşısında hiç tereddüt etmemen lazımdı. Zira nasılsa sen belirliyorsun, ne diye tereddüt edesin ki? Ancak bu (tercih ettirici sebep) senden değil. Çünkü iki şık arasında tereddüt ediyorsun ve zamanını bile sen ayarlayamıyorsun; birden bire (tık) diye, birini öbürüne üstün tutan bir duygu içinde beliriyor ve sen onu seçiyorsun. Sen aslında, senin içinde Allah'ın yarattığı doğrultudaki şeyi seçiyorsun. Bu zaman bir saniyede olabilir, onsaniye de olabilir. Değişkendir; bir anda içinde belirir. Sende "hah şimdi belirledim" dersin.

*** Limoncuyla konuştum, ona iki limon gösterdim. Dedim ki: "Birini seç." Soldakini seçti, dedim ki: "Senin soldakini seçmene Allah etki etti mi, etmedi mi? O kişi: "Etmedi" dedi. Bunun üzerine ben ona: "O halde Allah'ın etki etmediği ve dolayısıyla dilemediği bir şey mi oldu?" dedim.

*** Bu alem mümkün alemler içerisindekilerin en iyisi midir?

Cevap: Değildir. Zira dünyada birçok şer mevcuttur. Allah isteseydi bu kadar şer olmazdı. Dolayısıyla bu dünyanın mümkün dünyalar içinde en iyisi olmadığı sabit olur. O halde Allah daha iyi bir dünya hayatı yaratabileceği halde yaratmamış demektir. Sonuç olarak daha iyi bir dünya hayatı değilde, içinde yaşadığımız dünya hayatının mevcut olmasını irade eden Allahtır.

*** Soru: Allah neyi irade ettiğini bilir mi?

Bilir denirse; bilmesi, ilmi ezeli olunca o halde bildiği; irade etmesi de ezeli demektir. Mutezile Allah'ın iradesine hadis diyor.

*** Gözle Görmediğimizin Delili

Kişi uyur rüya görür. Halbuki rüya görürken gözü kapalıdır. Demek ki gözüyle görmüyor. Denilse ki: "ben daha evelden gördüğüm şeylerden dolayı öyle rüya görüyorum" derim ki: "Sen evvelden çileği gördün diyelim. Onu istediğin kadar düşün, çileği görüyor musun? Hayır görmüyorsun. Diyelim sen rüyadayken çilek görmeyi istedin; Allah o görüntüyü görmeni yaratmadıkça çileği göremezsin. Demek ki biz rüyada iken gözlerimiz ile görmüyoruz. Aslında günlük hayatımızda da gözlerimizle görmüyoruz. Sünnetullah (Allah'ın adeti) olarak, bir cisme baktığımızda Allah onun görüntüsünü görmemizi yaratıyor. Bakmadığımızda yaratmıyor. Olay budur.

*** Mekansız mahluk olmaz. Mekan da mahluktur. Her mahluğun kapladığı bir mekan, yer vardır. Ve her mahluk sınırlıdır. Dolayısıyla eni, boyu vardır. Allah her mekanı görür ve mekandakini de görür. Cisimler iki çeşittir. Birincisi bizim gördüklerimiz, ikincisi göremediklerimiz. Göremediklerimiz latif cisimlerdir. Mesela biz melekleri göremiyoruz; melekler latif cisimdir, mahluktur ve yer kaplar. Lakin Allah onları görmez mi? Görür. Binaenaleyh düşüncelerimiz de, ses de, iman da, küfür de mahluktur. O halde Allah bunları da görür. Lafın kısası Allah her yarattığını görür. Kim ki bu dediklerimizi reddeder ve "Öyle şey olur mu, elbette Allah'ın yarattıkları içinde görmedikleri de vardır" derse; o kişi Allah'ın ezeli bir sıfatı olan Basar sıfatında, görmesinde eksiklik kabul etmiş olacağından; yani "Allah'ın görmediği şeyler de var" diye inanmış olacağından bu inanç küfür olur. Şey ise mevcut demektir.

*** Deniyor ki: Böyle konuşma veya yapma dinden çıkarsın Allah muhafaza (korusun). Demek ki dinden çıkanları, dinden çıkmaktan korumuyor demektir. Yine kötü insanlardan bahsedilirken deniyor ki: "Allah ıslah etsin"; demek ki ıslah olmamış kimseleri Allah ıslah etmedi öyle mi?

*** Alem, uzay cisimdir. Her cisim sınırlıdır. Her sınırlı olan mahluktur. Dolayısıyla alem de, uzay da sınırlıdır. Bu düşünceyi inkar edeni tekfir ediyorum. Bu hususta akli delilim şudur:

_ Kitap: İslam Felsefesinde Allah'ın Varlığının Delilleri Yazar: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu

sayfa 21: Kindi alemin hudusunu ispatlamak için riyazi sağlamlıkta bir takım önermelere dayanmıştır. Ayrıca alemin sonsuz olduğunu farzetmiştir. Daha doğrusu riyazi sağlamlıkta olan önermelere dayanarak alemin sonsuz olacağı faraziyesinin çürüklüğünü göstermiştir. Kindi'nin dayandığı bu önermeler şunlardır:

1- Aynı cinsten olan ve birbirinden büyük bulunmayan iki kemiyet eşittirler.

2- Bütün buutları ve cüzleri ile birbirinden farksız olan kemiyetler bilfiil ve bilkuvve yekdiğerine eşittirler.

3- Sonlu kemiyetler, sonsuz olamazlar.

4- Eşit şeylerden birine aynı cinsten diğer bir şey katılınca eşitlik bozulur. Kendisine katkı yapılan şey, eski halinden daha büyük olur.

5- Sonlu kemiyetlerin bir araya gelmesiyle vücut bulan şey, sonlu olur. Başka bir deyimle aynı cinsten sonlu kemiyetlerden bazısı sonlu olunca tamamı da sonlu olur.

6- Aynı cinsten sonsuz iki kemiyetin biri diğerinden daha az veya daha çok olamaz.

Kindi bu önermelere dayanarak alemin sonlu ve dolayısıyla hadis olduğunu ispatlamıştır. Alemi sonsuz farzederek girişilecek ispatın, böyle bir faraziyeyi muhalle sonuçlandıracağını göstermiştir:

Sonsuz bir cismin bilfiil varlığını farzedelim. Bundan belli ve sonlu bir parça koparıldığını düşünelim. Cismin geriye kalan kısmı ya sonlu olur veya sonsuz olur. Eğer cismin geriye kalan kısmı sonlu olursa, sözü geçen 5 nci madde gereğince cismin tamamı sonlu olmuş olur. O halde burada açık bir çelişki vardır. Çünkü bir cismin hem sonsuz, hem sonlu olduğu sonucuna varıldı.

Şimdi de diğer ihtimal üzerinde duralım: Cismin geriye kalan kısmının sonsuz olduğunu düşünelim. Buna cisimden ayrılan parçayı katınca hasıl olan miktar, bu katkı yapılmadan önceki miktardan ya büyük olur, yahut da ona eşit olur. Eğer büyük olursa, sonsuz olanın, sonsuz olandan daha çok olması gerekir ki bu da bizi sözü geçen 6 ncı madde gereğince muhale götürür. Çünkü sonsuz olan iki kemiyetten birinin diğerinden daha az veya çok olması düşünülemez.

Eğer parçayı katmakla hasıl olan miktar, kendisine katkı yapılan miktara eşit olursa, bir miktara diğer bir miktar katılınca eşitlik bozulmuyor demektir. Bu ise sözü geçen 4 ncü maddeye aykırıdır. Cüz, büyük miktara katılınca aynı büyüklüğün değişmemesi cüzle kül arasında farkın bulunmadığı sonucunu verir. Yahut parça ile bütünün aynı büyüklükte olduğu düşüncesini doğurur. Bu ise açık bir çelişkidir.

Bütün bu faraziyeler muhale ve çelişkiye götürdüğünden bir cismin bilfiil sonsuz olamayacağı sonucu çıkar. Başka bir deyimle, kemiyet sahibi şeyin, bilfiil sonsuz olamayacağı anlaşılır. Bu da alemin kadim olmadığını, sonlu olduğunu ve başlangıcı bulunduğunu gösterir. Bu demektir ki alem hadistir. Alem hadis olunca bir muhdise ihtiyaç gösterir. Bu muhdis de Yüce Allah'tır.

*** Mevcudatta Allah'ın yaratmadığı bir şey var mıdır?

Aynadaki görüntün, bıçak, gazete, araba, televizyon bunlar şey midir?

Peki bunları Allah mı yarattı?

Şey: mevcut olan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Maturidiler'in (Bildiği için yazdı) şeklindeki en çok kullandıkları ifadelerine değişik bir cevap: Diyelim birisi kafir; "Allah bildiği için o kişi levhi mahfuza o şekilde yazılmıştır, o bakımdan cebr yoktur" derler. Deki: Peki Allah bu bildiği şeyi (kafirlik) dilemiş midir? "Evet" derse; Allah'ın kafirin küfrünü dilediğini kabul etmiş olur; yani cebr. "Hayır" derse; Allah'ın bildiği bu şey (kafirlik) nasıl dilemesinin dışında olur? Bu kafirlik, meydanda olan bir şeydir. Onun için "Hem var, hem yok o bir haldir" diyemezler.

*** Dünyada şimdiye kadar insanlar arasında vuku bulan tüm savaşları düşünelim. Ölen milyonlarca kişi var. Savaş meydanlarında aldıkları darbe ile ölenler nasıl öldü? Ona mermi, bıçak, ok gibi şeyler isabet etti değil mi? Peki o ölenler eceli ile öldüğüne göre, o anda ölmesi lazım. Ecel ileri geri gitmez. O zaman soruyorum: Savaş meydanlarında bu şekilde ölen insanlara, o mermiyi, oku atan; bunlara atmasa o ölenler nasıl ölecek? Halbuki eceli gelmiş, ölmesi lazım. Demek ki o silahı çeken, oku atan da bu yaptığını o anda yapması lazım. Özgürlüğü yoktur. Halbuki size göre kişi yaptığı fiillerde özgürdü. Yine burada "Kalp krizi ile ölürlerdi" ifadesi işi yokuşa sürmektir. Milyonlarca insan tam öldüğü anda demek kalp krizi geçirecek öyle mi? Dünyada intihar eden bütün insanları düşünelim. Yüksekten atlayan, kendini asan gibi. Bunlar eceliyle mi öldü? Evet denir. Peki onlar intihar etmese o anda nasıl ölecek? Eceli gelmiş ölmesi lazım. Demek ki yüksekten kendini atan, atmak zorundaydı. Kendini asan asmak zorundaydı. Özgürlüğü yok. Yine burada "İntihar etmeseydi başka sebepten mesela, kalp krizi ile o anda ölürdü" denemez. Yani intihar eden binlerce insan var. Hepsi de öldüğü anda kalp krizi mi geçirecek? Her kalp krizi geçiren hemen o anda mı ölüyor? Birkaç dakika içinde mi ölüyor? Ecel konusunda eğer derlerse ki: "Allah kulunun ne yapacağını bildiği için eceli o şekilde takdir etti", o zaman şu örneği ver: Ağaca çıkan; istemeden, yönelmeden yere düştü, öldü diyelim; size göre de fiillerimizi Allah yaratıyor. Demek ki onların bu iddiaları da boşa çıkmış oluyor.

*** Duvarda sinek duruyordu, vurdum öldürdüm. Bu hayvan eceliyle mi öldü? Evet derse; soruyorum: Vurmasaydım nasıl ölecekti, o da mı kalp krizi geçirecekti? Demek ki, ben ona vurmak zorundaydım.

*** İnsanların eylemlerinde Allah'ın iradesi etkili mi değil mi? Allah'ın iradesi kulun cüz'i iradesini kapsıyor mu kapsamıyor mu? Cüz'i irade olarak, örnek: Ben kapıyı kapatmak istiyorum; bu düşünceyi Allah bende yarattığı ve dilediği için mi istiyorum, yoksa yaratmadığı ve dilemediği halde mi istiyorum?

*** Hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz. Zira sebep sebepliden önce gelir. O halde ben çay içmek istedim. Bu düşünce sonradan oldu, peki bu düşünce nasıl oldu? Kendi kendini varedemez, o halde bunun sebebi kendisinden başka bir şeydir. Eğer dense ki onun sebebi çay içmeyi istemeyi istemekti. Bu defa şunu sorarım: O çay içmeyi istemeyi istemek nereden geldi? O da, çay içmeyi istemeyi istemeyi istemekten geldi derse, bu sefer o isteme nereden geldi, o da kendi kendine varolamaz, diyeceğim ve bu silsile sonsuza kadar gidemez, dolayısıyla bir sebepsiz sebebe varıp dayanması gerekir. Bu da Allah'tır. Durum böyle olunca cüz'i iradenin Allah tarafından yaratıldığı anlaşılmış oldu.

*** Resulullah "Hayrın ve şerrin Allah'tan" geldiği şeklinde kaderi bize anlattı. Soruyorum: Bu izah herkese değil mi? Yıllarca dini eğitim yapanda, eline hiç kitap almamış cahil insanlar da bu izahın muhattabı değil mi? Şimdi burada Maturidiler'in izahı gibi, Resululllah "Hayır ve şer Allah'tandır" demekle şunu mu kasdetti; "Tamam böyle ama, öyle zannedildiği gibi cebr değil. Sen şer fiilini istersen Allah da, sen istediğin için şer fiilini yaratır. Sen hayır fiilini istersen sen istediğin için hayır fiilini yaratır." Peki bu izahı, yani Maturidiyye inancı doğrultusunda kitap okumayan ya da kendisine bu şekilde anlatan bulunmayan kimse, sadece öğrenmiş olduğu Amentüyü okuduğunda ne düşünebilir? Ne anlayabilir? Elbette ki cebr anlayışı. Bir daha soruyorum: Eğer sizin dediğiniz gibi olsa, yani Maturidiler'in, hayrın ve şerrin Allah'tan gelmesini izahı gibi. Düşünelim: Resulullah'ın karışıklığa, yanlış anlamaya meydan vermemek için ve (haşa) yanlışlıkla insanların cebr itikadına girmesini engellemek için Maturidiler'in anlattığı gibi "Siz hayrı isterseniz Allah sizde hayır fiilini, siz şerri isterseniz Allah sizde şer fiilini yaratır" şeklinde bir açıklamada bulunması gerekmez miydi? Zira, "Hayır ve şer Allah'tandır" demek açıkça, Maturidiyye kitaplarını okumamış veya kendisine bu bilgiler anlatılmamış insanların cebre inanmalarını onlara düşündürmüş olduğu meydandadır. Esasen bu kitapları (Maturidilik) okusun okumasın Resulullah herkesin cebr inancına bağlanmasını emretmiştir. Dolayısıyla, Maturidiler'e göre cebr yanlış olduğuna göre Resulullahın bu kadar insanın (haşa) yanlış bir inanca bağlanmasına razı gelmiş olduğunu söylemek icap etmez mi? Ve Maturidiler'ce cebr inancı sapıklık olarak, din dışı olarak görüldüğüne göre bu da şu manayı akla getirmez

*** Silahtan çıkan kurşun adamın kafasına saplanıyor ve adam ölüyor diyelim, soruyorum: "Bu merminin yönünü Allah mı tayin ediyor?" Eğer "Hayır, mermi tesadüf olarak başına girdi" derlerse; derim ki: "Ama kafasına saplandı ve adam öldü, eceli geldi. Eğer kurşun tesadüfen kafasına saplandı derseniz, o halde yine tesadüf olarak kafasının on santim yanından geçebilirdi, demek durumunda kalırsınız. O zaman bu eceli gelen kişi nasıl ölecekti? Demek ki kurşunun yönünü de Allah tayin ediyor."

*** Rızık Allah'tan mıdır? "Evet" derse devam et. Bir adam arkadaşına uğradı, öyle ki o gittiği arkadaşı kendi kafasından uydurduğu bir yemek çeşidini gelene sundu, gelen de onu yedi. Demek ki o adamın yediği şey onun rızkıydı. Lakin o zaman şu sonuç çıkar. O adam arkadaşına uğramaya mecburdu. Zira oraya gitmese o değişik yemeği yiyemeyecekti. Halbuki o yemek onun rızkıydı, onu yemesi lazımdı. Kul Allah'ın takdir ettiği rızkı yemeye mecburdur. Peygamberimiz buyurdu ki: "Kimse kimsenin rızkını yiyemez, kimse rızkını yemeden ölmez." Demek ki o adam oraya gitmeye mecburdu. Hani özgürlük? (Şuara 79, Hud 6) Burada "Allah bildiği için" şeklindeki sözleri de onları kurtaramaz. Çünkü Allah Kur'an'da rızık verenin kendisi olduğunu ve istediğine az, istediğine çok verdiğini beyan ediyor. O bakımdan "Allah bildiği için" şeklinde konuşurlarsa ne oldu? Rızık hususunda bildiği, zaten kendi yapacak olduğu şey olduğundan; "Bilmesi tesir etmez, kul özgürdür" denemez.

*** Rızık Allah'tansa o halde; Hz. Adem'in yasak ağaçtan yediği de onun rızkı mıydı? Evet rızkıydı. Ve Allah'ın takdir ettiği rızkı, mahlukat yemek zorundadır. Aksi halde Allah'ın takdirinin bozulması ve bildiğinin tersi çıkmasıyla, ilminin cehle dönmesi lazım gelirdi ki bu muhaldir. Demek ki Hz. Adem yasak ağaçtan yemeye mecburdu. Allah ona zorla yedirdi.

Bu noktada bana şu soruluyor: "Ona şeytan vesvese vermedi mi?" Evet verdi ama, şeytana vesveseyi zoraki verdirten de Allah'tı; Hz. Adem'de o vesveseye kanma düşüncesini yaratan da Allah'tı. Dolayısıyla Hz. Adem'e, Allah zorla yasak ağaçtan yedirmiş oldu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*** Kitap: İslam ansiklopedisi 7. cilt

--- Sayfa 406: Maturidi ve Eş'ari mezheplerinden bahsediyor ve diyor ki: "Bu ayrılıkların ehemmiyetsiz olduğu sık sık söylenir ise de , hiç de öyle değildir. Eşari Allah iradesini mutlak olarak muhafaza etmek istiyordu. Ne olursa olsun yapabilirdi ve bir şey Allah istediği için "iyi" idi. Maturidi ve taraftarları insanın mükafatlandırıldığı ve cezalandırıldığı amellerine mütaallik bir cüz'i irade (ihtiyari) olduğunu kabul eder. Mukadderat ile cüz'i irade arasında bu esaslı mübayeneti izah için bir teşebbüs yapılamaz; bunlar tamamiyle mutezad oldukları halde, müsavi vakalar imiş gibi yan yana beyan edilmektedir. Bir Maturidi'nin "Muhakkak (Hakkan) müminim" demesi mümkündür, fakat bir Eş'ari ancak "Allah isterse müminim" diyebilir. (müteallik: bağlı, ilgili; mukadderat: alın yazısı; mübayenet: ayrılık, zıddıyet; müsavi: eşit, denk)

--- Yorum: Görüldüğü gibi bir ansiklopedi de bile bu konunun içyüzü dile getiriliyor. Ve Maturidiler'le, Eş'ariler'in arasındaki farkın hiç de öyle söylendiği gibi ehemmiyetsiz bir ayrılık olmayıp, birleşmeleri imkansız görüşlere sahip oldukları açıkça beyan ediliyor.

Soru: Allah da, sizinle ilgili olarak; sizin dilediğiniz şeyin, tersinin olmasını dileme özgürlüğü var mıdır?

*** Aşağıdaki cümleleri tasdik ediyor musunuz?

"Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz",

"Allah'ın dilemesinin dışında hiçbir şey olmaz"

Soruyorum: "Allah kullarının hepsinin iman etmesini istiyor mu?", "Evet" derse, de ki: "Peki ama dünyada iman etmeyenler de var; o halde Allah istediğini yapamadı mı, elde edemedi mi, aciz mi?" Eğer "Hepsinin iman etmesini istemiyor" derse, o zaman de ki: "Peki bu iman etmesini istemediklerine de iman etmeyi teklif ediyor mu?" Tabii ki teklif ediyor, lakin bu kişiler iman edemez, iman edemeyecekleri halde onlara iman etmeyi teklif etmek "Teklif-i mala yutak" olur.

Cevap: Aslında Allah kullarının hepsinin iman etmesini istemiyor. Esasen şu gerçek ortadadır ki: Allah kullarının çoğunluğunun kötü olmasını istemiştir. Kullarının çoğunluğunun kötülüğünü ister.

*** Kadere inanmak imanın şartlarındandır. Size göre kadere inanan kişi, içki içmek ya da içmemek hususunda hürdür, özgürdür. Lakin kadere inanmadığını söyleyen bir çok insan var ve onlar diyor ki: "Biz özgürüz. Allah kullarına zorla günah işletmez." Madem size göre, kadere inanan da özgürlüğü savunuyor, inanmayan da özgürlüğü savunuyor; o halde kadere iman etmek şart olduğuna göre kadere inanmak, inanmayan insanlardan farklı olmayı gerektirmez mi? Kadere iman, iman esasıysa demek ki inanmamak, inanmaktan farklı durumlar doğuruyor. Binaenaleyh, iman edenle, etmeyen arasında bir fark olmalıdır. Ne var ki cebr inancını savunmayan kişilerle; açıktan açığa, Allah'a inandığını söyleyip de, kadere inanmadığını ifade edenler arasında kaderi inkar hususunda fark yoktur.

*** Resullullah bize kader konusunda bir tek şekilde inanmamızı emretti. Siz hem Eş'ariyye hem Maturidiyye kader hususunda haklı derseniz; bilindiği gibi Eş'arilik cebri savunurken, Maturidilik özgürlüğü savunur. Burada inanmak lazım gelen bir kader inancı ve önümüzde birbirinin zıttı görüşlere mensup iki mezhep vardır. iki zıt görüşün ikisine de doğru denemez. O halde bunların biri doğru, diğeri yanlıştır. Bu çok açık olduğu halde kitapların çoğunluğu bu iki mezhebi çok az ayrılıkları var, diye anlatmaktadır.

Soru: Allah'ın iradesi, rızası olmadığı şeylere de şamil midir? (Kapsar mı?)

Muharref (Bozulmuş), (Tevrat, İncil, Zebur)'dan kaderle alakalı örnekler:

Romalılara Mektup 9 (10 ve 25 arası)

….Hepsi bu kadar değil! Rebeka'nın iki oğlu da aynı babadan, atamız İshak'tandı. Çocuklar daha doğmamış, iyi-kötü bir iş yapmamışlardı. Öyle ki seçimde Tanrı ereğinin kalıcı olduğu kanıtlanacaktı. Bunun başarılan işler uyarınca değil, Tanrı'sal çağrı uyarınca saptandığı görülsün diye, Tanrı Rebeka'ya "Büyüğü küçüğüne uşaklık edecek" dedi. Kitapta yazılmış olduğu gibi: "Ben Yakup'u sevdim, Esav'dan ise tiksinti duydum." Öyleyse ne diyelim? Tanrı adaletsizlik mi ediyor? Hiçbir zaman! Çünkü Musa'ya şöyle demişti: "Ben dilediğime acıyacağım, dilediğime de sevecenlik göstereceğim." Demek oluyor ki insanın kendi isteğine ya da çabasına değil, Tanrı'nın acımasına bağlıdır bu. Kutsal Yazı'da Firavun'a şu söz bildiriliyor: "Seni bu amaçla yükselttim; senin üzerinde kendi gücümü göstereyim, böylelikle adım tüm yeryüzünde yayılsın diye." Demek oluyor ki, O dilediğine acır, dilediğinin de yüreğini katılaştırır. Şimdi bana "Şu ana dek Tanrı neden insana kusur buluyor? Tanrı istemine kim karşı koyabilir ki?" diyeceksin. Ey ademoğlu! Sen kim oluyorsun da Tanrı'yı sorguya çekiyorsun? Kendisine biçim verilen, biçim verene, "Beni neden böyle yaptın? diyebilir mi? Öte yanı çömlekçinin kili dilediği gibi kullanmaya hakkı yok mu? Aynı topraktan biri özel kullanış, biri sıradan kullanış için iki çömlek yapamaz mı? Tanrı öfkesini göstermek, gücünü belirtmek isteyince, kendilerine öfke yaraşanlara-mahva hazırlananlara-karşı aşırı sabır göstermez mi? Acıma gösterdiklerine ise, onları önceden yüceliğe hazırlayarak, yüceliğinin zenginliğini açıklayamaz mı? Yalnız Yahudi'ler arasından değil, uluslar arasından da çağırdığı bizler değil miyiz?...

Yakup'un Mektubu (13-17)

Gelin, şimdi bol keseden konuşanlar: "Bugün ya da yarın şu kente gideceğiz, orada bir yıl geçireceğiz, alışverişle uğraşacağız, para kazanacağız" diyenler! Oysa yarına ilişkin bilginiz yok. Yaşamınız nedir ki? Çünkü bir süre görünen, az sonra görünmez olan buharsınız. Bu durumda şöyle konuşmanız gerekmez mi? "Rab isterse yaşayacağız; şu işi, bu işi yapacağız." Ama siz şimdiki durumunuzla, gösterişinizle övünüyorsunuz. Bu tür övüncün tümü kötüdür. Bu nedenle iyi olanı bilip de yapmamak günahtır.

"Anne karnında sana şekil vermeden önce seni kutsal kıldım" (Yeremya 1:5)

"Beni annemin rahminden ayıran ve inayetiyle çağıran Allah…(Galatyalılar 1:15)

"Gizli yerde yaratıldığım zaman… Bedenim sana gizli değildi. Gözlerin beni cenin iken gördü… Benim için atanan günlerin hepsi senin kitabında yazılmıştır" (Mezmur 139:15,16)

"Allah, büyük oğlunu yani Esav'ı küçük oğula yani Yakup'a uşaklık edeceğini anneleri Rebeka'ya daha çocuklar doğmadan önce bildirdi: "Senin rahminde iki ulus var ve senin karnından iki kavm ayrılacak; bir kavm öbür kavmden güçlü olacak ve büyüğü küçüğüne uşaklık edecektir" (Tekvin 25:23)

Firavun Musa'ya şöyle dedi: "Rab kimdir ki, İsrail'i salıvermek için O'nun sözümü dinleyeyim? Rabbi tanımam ve israil'i de salıvermem" (Çıkış 5:2)

"Ben onun yüreğini sertleştireceğim ve kavmı koyvermeyecek" (Çıkış 4:21)

"Ben firavunun yüreğini katılaştıracağım… sizi dinlemeyecek ve elimi Mısır'ın üzerine koyacağım ve ordularımı, kavmım İsrailloğullarını Mısır diyarından büyük hükümlerle çıkaracağım" (Çıkış 7:3,4)

"Rabbin söylediği gibi Firavun'un yüreği katılaştı ve onları dinlemedi. Rab Musa'ya: "Firavun'un yüreği inatçıdır, kavmı salıvermek istemiyor, dedi." (Çıkış 7:13,14)

"Rab her şeyi gayesi için yarattı, kötü adamı da fenalık günleri için…"(Meseller 16:4)

*** Esasında benim temel amaçlarımdan birisi de şimdi okuyacak olduğunuzdur. Gerçi buraya kadar anlatılanlardan anlaşılır ise de, yine de açık yazalım ki tereddüde mahal kalmasın. Kitap başından beri Maturidi mezhebinin her ne kadar bin yıldır hak mezhep şeklinde anlatılıyorsa da aslında batıl olup, kaderi inkar ettiğini anlatmaya çalıştık. Ama burada bir adım ileri gidip şunu açıklayacağız: Nasıl ki Mutezile mezhebinin tekfiri (kafir sayılması) vaciptir (gereklidir). Yani Mutezile'yi tekfir etmeyen kafir olur. Neden? Çünkü onlar iman esaslarından kadere inanmayı inkar ediyor. Dolayısıyla ayetleri inkar ediyor. Ayetleri inkar edenin kafir olduğunu Allah, Kur'an'da defalarca bildiriyor. Şimdi biz Mutezile'yi tekfir etmezsek ne olur? Şu olur: Allah'ın Kur'an'da bildirdiklerine inanmamış oluruz ya da şüphe etmiş oluruz ki bunlar küfürdür (kafirliktir). Dolayısıyla Mutezile mezhebini tekfir etmeyen ya da tekfir etmekte tereddüt eden kafirdir. Gelelim esas konuya; ne dedik, Mutezile mezhebi açıktan açığa kaderi inkar ediyordu. Lakin kitap boyunca vurguladık ki Maturidi mezhebi de dolaylı olarak kaderi inkar ediyor. Demek ki bizim biraz önce Mutezile için anlattıklarımız Maturidi mezhebi için de geçerli olmuş oluyor. Yani Maturidi mezhebini de tekfir etmeyen ya da tekfir etmekte tereddüt eden ve duraksayanlar da, otomatik olarak, ayetleri inkar edenleri tekfir etmemekle, onları müslüman saymış ve Allah'ı yalanlamış olurlar. Zira Allah ayetlerini yalanlayanları kafir olarak vasıflıyor. Allah'ı verdiği haberde yalanlamak ise küfürdür. Daha açıkcası Maturidi mezhebini tekfir etmeyenler dinden çıkarlar.

*** Tebbet suresinde Ebu Leheb'in ateşe yaslanacağı vardır. Ve Hadid 22 'de "Yeryüzünde ve nefsinizde başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan evvel bir kitapta olmasın" deniyor. Demek ki Ebu Leheb yaratılmadan önce cehenneme gireceği levhi mahfuzdadır. Daha özgürlük nerede kaldı? Yaratılmadan hakkında hüküm verilmiş!

(Vakıa 77): " Muhakkak o elbette çok şerefli bir Kur'an'dır."

(Vakıa 78): "Korunmuş bir kitapta yazılıdır."

Kur'an'ın mahluk olmaması yönüyle yapılan istidlal: Kelamullah olması yönüyle kadimdir, ezelidir. Biz Müddesir suresinde, Velid bin Mugire için inen ayetler de onun cehenneme atılacağını buluyoruz. Bu adam mahluk olmakla sonradan olmadır, ancak hakkındaki hüküm ise ezelidir; şimdi bu adam nasıl imanlı ölecek? Zira siz Maturidiler de Kur'an'a mahluk değil diyorsunuz.

Soru: Kadere hayrın (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah'tan geldiğine inanıyor musunuz? Evet derler.

Peki zina yapmak şer midir? Evet derler.

Peki zina yapmak Allah'tan mıdır? Genelde hayır derler.

Hani hayır ve şer Allah'tandı ya…

Dolmuşlarda bazen şu yazıyı görüyoruz: "Allah korusun" peki kazalar oluyor; ölenler, sakat kalanlar oluyor. Allah onları korumuyor mu? Allah ayırım mı yapıyor?

*** Ben yanımda biri olduğu halde Maturidi görüşünü savunan biriyle tartıştım. En son ayrılırken yanımdaki ona şunu sordu: "Allah dilemeseydi sen burada olabilecek miydin?"

Sabahtı, 7:00 gibi, adam hiçbir şey diyemedi.

Allah küfrü takdir etmiş ve sonradan vukubulması için hükmetmiş midir?

*** Eş'ari ve Maturidi Mezheplerinin Farkları

--- Cüz'i irade: Eş'ariyye'ye göre Allah yaratmıştır. Maturidiyye'ye göre Allah yaratmamıştır.

--- Husun ve kubuh (Bir şeyin iyi ve kötü oluşu): Eş'ariyye'ye göre akıl ile bilinemez, Allah'ın emir ve yasakları ile bilinebilir. Maturidiyye'ye göre ise akıl ile bilebiliriz.

--- Kesb: Eş'ariyye'ye göre yaratan Allah'tır. Maturidiyye'ye göre kulun kudreti ve tesiriyledir.

--- Ma'rifet (Allah'ı bilmek): Eş'ariyye'ye göre şer'an vaciptir. Maturidiyye'ye göre ise aklen vaciptir.

--- Nübüvvet: Eş'ariyye'ye göre peygamber olmak için erkek olmak şart değildir. Maturidiyye'ye göre ise erkek olmak şarttır.

--- Kula gücü yetmeyeceği şeyleri teklif etmek Eş'ariyye'ye göre caizdir. Maturidiyye'ye göre caiz değildir.

--- Sebep ve hikmet: Eş'ariyye'ye göre Allah'ın fiilleri için bir sebep aranmaz ve bir hikmete bağlanamaz. Çünkü Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Maturidiyye'ye göre ise Allah'ın fiilleri bir hikmete bağlıdır ve bir sebebe bağlanmaktadır. Çünkü Allah abesten münezzehtir.

--- Kur'an: Eş'ariyye'ye göre Kur'an'ın bazı sureleri bazılarından daha faziletlidir. Maturidiyye'ye göre Kur'an'ın bütün sureleri fazilet bakımından birbirine eşittir.

--- İbadetler: Eş'ariyye'ye göre müslüman olmayanlar da ibadet etmekle yükümlüdürler, etmeyenler ceza göreceklerdir. Maturidiyye'ye göre ise yükümlü değildirler ve etmedikleri için de ayrıca ceza görmeyeceklerdir.

--- Dinden dönme: Eş'ariyye'ye göre müslüman iken din değiştiren (dinden çıkan) kimse yeniden iman edip müslüman olursa, eski iyilik ve kötülükleri de geri dönmüş olur. Maturidiyye'ye göre ise geri dönmez.

--- İmanın artıp artmaması: Eş'ariyye'ye göre müminin imanı artar-eksilir. Maturidiyye'ye göre ise müminin imanı ne artar ne eksilir.

--- Eş'ariyye'ye göre iman mahluktur. Maturidiyye'ye göre ise mahluk değildir.

--- Eş'ariyye'de Tekvin (Varetme, yaratma) itibari bir sıfattır. Ezeli olan kudret sıfatının hadis olan ikinci taallukudur. Maturidiyye'ye göre Tekvin, irade gibi hakiki bir sıfattır ve ezelidir.

--- Eş'ariyye'de maduma (mevcut olmayan) ezelde ilahi hitap taalluk eder. Maturidiyye de etmez.

--- Eş'ariyye'de iman ile İslam ayrı ayrı şeylerdir. Maturidiyye de aynı şeylerdir.

--- Eş'ariyye'de said şaki, şaki de said olamaz. Maturidiyye de olabilir.

--- Eş'ariyye'de Allah'ın vaidinden (tehdit) dönmesi caizdir. Maturidiyye de caiz değildir.

--- Maturidiyye'de şirk içinde ölen birini Allah'ın affetmesi caiz değilken, Eş'ariyye de caizdir.

--- Maturidiyye'de kafirin cennete girmesi ve müslümanın ebediyen cehennemde kalması caiz değilken, Eş'ariyye de caizdir.

*** Leukippos demiş ki: "Hiçbir şey hiçten çıkmaz. Her şey bir nedenden ve bir zorunluktan doğar"

*** Kitap: Batı Felsefesi Tarihi Yazar: Bertrand Russell

--- Sayfa 241: Empeirikos demiş ki: "Tanrı'nın varlığını kesinlikle ileri sürenler, dine saygısızlık etmekten kendilerini alamazlar. Çünkü eğer Tanrı'nın her şeyi denetlediğini söylerlerse, Tanrı'yı kötü işlerin yaratıcısı durumuna getirirler. Öbür yandan eğer Tanrı'nın yalnızca bazı işleri denetlediğini ya da hiçbir işi denetlemediğini ileri sürerlerse, Tanrı'yı savsaklayıcı ya da yeteneksiz yapmaya zorlanırlar. Bunun da küfür olduğu açıktır."

--- Sayfa 250: Tanrılara gelince, Epikuros onların varlığına sıkı sıkıya inanır. Çünkü Tanrılar düşün'ünün yaygın varlığını başka türlü anlatamaz. Fakat Tanrıların, kendilerini insan dünyasının işleriyle sıkıntıya sokmadıkları kanısındadır. Onlar, Epikuros'un ilkelerini izleyen ve kamu yaşantısından kaçınan akılcı zevkçilerdir. Yönetim işleri, eksiksiz mutluluk ve huzurla dolu yaşantılarında hiçbir çekicilik duymadıkları gereksiz bir zahmettir, onlar için.

*** "Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resulü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi? Resulullah: "Olup biten işi" dedi. Adam - veya cemaatten biri - yine sordu: "Öyleyse niye çalışılsın ki?" Hz. Peygamber şu açıklamada bulundu: "Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser (kolaylaştırmak) kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır" (Ebu Davud)

görüldüğü gibi eşari ve maturidi mezheblerinin farkları böyledir biri cebri savunur diğeri cebr yanlıştır der bununla beraber piyasadaki kitapların tamamına yakını bu iki mezhebi çok az farkları vardır diye anlatıyorlar. bu görüldüğü gibi yalandır . eşari mezhebini çoğu kişi övüyor lakin onların savundukları gibi bende cebri savunduğum için bana hakaret ediyorlar. gazaliden ise daha evvel ihya adlı kitabından örnek vermiştim. onunda cebri savunduğunu göstermiştim.......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

size öyle bir soru soracağımki ebussuud bu soru karşısında kafayı yemiştir. 1000 yıllık sorudur soru: Tebbet suresinde "seyasla naran zate lehep" , "lehebi ateşe yaslayacağız" deniyor. Kuranın tamamına inanmak farzdır bu ayet mekkidir yani 114 sure içinde iniş sırası olarak 4. sırada veya o sıralarda inmiş bir suredir ve bu sure indiğinde ebu lehep hayattaydı ve 7-8 yıl daha yaşamış olduğunu kitaplardan öğrendim. bu hususta ittifak vardır. soruyorum: ebu lehep kendi ile ilgili bu ayet geldiğinde ve geldikten sonra da Kurana iman etmekle mükellef miydi? ( Araf 158-Bakara 21) evet mükellefti derseniz yine soruyorum: peki ama Tebbet sureside Kurandan bir suredir dolayısyla ebu lehep kendisinin ateşe atılacağı ile ilgili bu ayete de inanmak ile mükellefti öyle mi değil mi? evet öyle. şimdi bakalım bu adam zaten inanmadan öldü ancak düşünelim bu adama hakkında ayet indi ve Kuran yalana dönemez dolaysıyla bu adam Kurana inanmakla mükellef olduğundan kendisi cehenneme gideceğine inanmakla mükellef olmuş olmuyor mu? evet oluyor. şimdi bu adam için düşünelim Kuranı inkar etse ( zaten etti) kafir olmak var fakat Kurana inansa bu sefer cehenneme gideceğine inanma durumunda kalacak şimdi bu adamın kurtulma durumu var mı? yani insanın özgür iradesi var diyenler bu soruya ne diyecekler. hatırladığım kadarıyla bazı gruplar bu sureyi bu husustan dolayı inkar etmişlerdi.insanın özgür iradesini savundukları için. şimdi onlar başlarlar "bildiği için " bunu tahmin ediyorum. fakat onların bu cevaplarına da hazırlıklıyım ve onların bildiği için şeklindeki sözlerine bir karşı cevap sitede vardır sitede var ama ben sitede aralştırdım ve o delilide buldumişte aşağıda:

*** Ebu Leheb'le alakalı soruyu sorduğumda, yani o hayatta iken cehenneme gideceği ayeti indi. Ve o bu ayete inanmakla mükellef tutuldu. Cehenneme gideceğine mi inanmakla mükellef tutuldu? dediğimde, diyorlar ki: Allah onun öyle yapacağını veya iman etmeyeceğini bildiği için öyle yaptı. Bunlara değişik bir cevap: Sizin bu sözünüzdeki "İlerde öyle yapacağını bildiği için" ifadesi bir yaşam süresidir. Yani diyorsunuz ki, Ebu Leheb'in bir yaşam süresi oldu. Bu süre içinde kendisi için, cehenneme gideceği ayeti de geldi. Fakat Allah onun iman etmeyeceğini önceden bildiği için bu ayeti indirdi."

Peki soruyorum; sizin o "Allah onun iman etmeyeceğini önceden biliyordu ya da onu yaratmadan biliyordu" ifadenizde ikinci bir yaşam süresi olsun, öyle kabul edelim. Şimdi dikkat edin, sizin kasdettiğiniz ikinci yaşam süresinde Ebu Leheb iman etmekle mükellef tutulmuş muydu? Evet denir. Ve yine onun inanması için kitap indirilmiş miydi? Evet denir. Bu kitap Kur'an idi. Lakin yine başa dönüyoruz. Zira Leheb suresi de Kur'an'ın bir suresidir. Dikkat edin bu söylediğiniz, sorunun cevabı değildir. Zira Allah'ın ilminde değişiklik olmaz. İlmi cehle dönüşmez. Olan Ebu Leheb'in hayatta iken cehenneme gideceği ayetinin inmesi hadisesiydi. Demek ki bu olay vuku bulmadan evvel Allah bunu biliyordu. Zaten Allah'ın bildiği şey gerçekleşti. Yani Allah'ın olacağını bildiği şey, bildiği şekilde gerçekleşir. Aksi muhaldir.

*** Şimdi sizlere bir zamanlar müftülük yapmış olan, sonra ateist olan Turan Dursun'dan örnek vereceğim. Bunu yapmamın amacı Allah'ı inkar eden bir kişinin görüşleri olması ve düşündüğünü çekinmeden söylemesidir.

Kitap: Din Bu 3 (148-149-150. sayfalar)

"Kısacası "irade" karşıya çıkan seçeneklerden birini seçmedir ya da seçebilme gücüdür. İradesi olan bir seçim yapar. Onu ya da bunu, şu yönü ya da bu yönü, şu biçimde ya da bu biçimde, olumlu ya da olumsuz doğrultuda seçer. Ne var ki Kur'an ayetlerinin hiçbir yoruma yer kalmayacak biçimdeki açık anlatımlarına göre insanın böyle bir seçim yapabilmesi "Tanrı iradesine", "Tanrı'nın dilemesine" bağlıdır. Şimdi buna ilişkin ayetlerden hiç değilse bir kesimine göz atalım "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" (İnsan 30)

--- Yorum: (Burada birkaç cebr ayeti vardı)

Bu ayetlerin açıklamasıyla, insanın bir şey yapma ya da yapmama özgürlüğü şöyle dursun; bir şeye yönelme, bir şeyi dileme, isteme özgürlüğünün bile verilmediği son derece net biçimde anlatılıyor. Çünkü bu ayetlere göre herhangi bir konuda "Tanrı dilemeli" ki insan da dileyebilsin. İnsanın dilemesini, istemesini Tanrı dilemiyor, istemiyorsa insan dileyemez, isteyemez. İnsan iradesine özgürlük tanımayan bu ayetleri yorumlamada nasıl zorluk çekildiğini ve bu zorlamalı yorumların nasıl bir komedi durumu aldığını görmek için Akaid (Kelam) kitaplarına şöyle bir göz atmak yeter. (Örneğin bkz. Ebu Mansur-il Maturidi, Kitabu't-Tevhid Arapça İstanbul 1979) Bu doğrultuda Kur'an'da pek çok ayet var. İslam kelamcısı "Tanrı dilediğini yapar" (Hud 107) ilkesini benimsemiştir. Tanrı dilerse insan iradesini iyiye, dilerse kötüye yöneltir. Anlatılan bu. Bu benimsenince de "insan iradesi" havada kalır. Cebriyye mezhebi ayet ve hadisleri göz önünde tutarak insanin iradesizliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu mezhebe göre insan cansız varlıklar gibidir. Kesmeye yarayan bir bıçağın, yelden sallanan bir ağacın ya da savrulan bir nesnenin, açılıp kapanan bir kapının nasıl özgürlüğü yoksa insanın da bir şey yapma ya da yapmama özgürlüğü yoktur. Ne yapıyor ya da yapmıyorsa zorunlu olarak yapıyor ya da yapmıyor. Eş'ari mezhebinin görüşü de buna yakın olduğu için orta dereceli bir zorunluluk (el Cebru'l-mutavassat) görüşü savundukları kabul edilir. Maturidi mezhebi zorlamalı yorumlarla insan iradesini biraz kurtarma çabasını gösterir. Mutezile mezhebi biraz daha çok gösterir bu çabayı. Ne var ki Kur'an'ın "Tanrı" sının ayetlerdeki açıklamaları karşısında "insan iradesini" kurtarmaya yönelik hiçbir çaba bir şeye yaramaz.

*** Kur'an'ı anlamasınlar diye kalplerine örtü, kulaklarına ağırlık konduğu bildirilen ayetler var (İsra 46) bu ayetler için diyorlar ki: "O kafirler içindir, direttiler direttiler sonunda işte böyle mühürlendiler" Bu itiraza şöyle cevap veriyorum: Bu kişiler mühürlenme anında da iman etmekle mükellef değil miydiler? Evet mükelleftiler (Araf 158) hem mühürleniyorlar, hem de iman etmekle mükellef tutuluyorlar, iki zıt birleşmez.

*** Kitap:Fetavayi Hindiyye 15.cilt 495.sayfada Eş'arilik-Maturidilik ile ilgili şu bilgiler vardır: "Eş'arilik'le, Maturidilik arasındaki hilaf pek cüz-i dir. Maturidi ve Eş'ari hazretlerinin kitapları derinlemesine incelenirse aralarındaki görüş ayrılığının nihayet onüç meseleye inhisar ettiği görülür. Bu ihtilafların altısı manevi, yedisi ise lafzidir. Manevi olan altı hilafın hiçbiri iki tarafın birbirine muhalefetinin diğer tarafı tekfir ve bid'ate nispet etmesini iktiza edecek şeyler değildir."

--- Yorum: Halbuki aynı kitabın dördüncü cildinde küfür sözleri bahsinde "iman yaratılmış diyen kafirdir" fetvası yer alır ki Eş'ariler imanın yaratılmış olduğunu söylerler.

*** Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet ediliyor: "Sakın hakkı adama bağlı olarak tanıma. Tersine önce hakkı tanı, sonra dolayısıyla hakka bağlı olanı tanırsın."

--- Yorum: Yani demeye getiriyorum ki, insanlar bana bakıyor; tanınmamışım, din eğitimi veren okullarda okumamışım, arapça bilmiyorum, prof. gibi ünvanlarım yok ya…

Bir taraftan bakıyorlar ki Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbi (Bu örnek verdiğim kişiler Maturidi'dir) durum böyle olunca ekseriyetle beni dinlemeye bile tenezzül etmiyorlar.

*** Kitap: Evrim Aldatmacası Yazar: HY

--- Sayfa 160: "Bal arıları ve mimari harikası petekler bölümün de deniyor ki: "Peteğin inşasında kullanılan yöntem ise çok şaşırtıcıdır: Arılar petek inşaatına iki-üç ayrı yerden başlarlar ve aynı anda iki-üç dizi şeklinde peteği örerler. Yani çok sayıda arı, değişik yerlerden başlayarak aynı ölçülerde altıgenler yapıp, bunları birbirine ekleyerek peteği örer ve en sonunda ortada buluşurlar. Altıgenlerin birleşme yerleri o kadar ustaca yapılmıştır ki, görünürde sonradan eklendiklerine dair hiçbir iz yoktur. Elbette arıların yaptıkları bu olağanüstü iş karşısında bu canlıları yönlendiren üstün bir iradenin varlığını kabul etmemiz gerekir. Evrimciler bunu "iç güdü" kavramıyla geçiştirmeye ve arının kendisine ait bir özellik gibi göstermeye çalışırlar. Oysa eğer bir "güdü " varsa, bu tüm arılara hakimse ve birbirinden habersiz arıların uyum içinde çalışmalarını sağlıyorsa bu durumda tüm bu küçük canlılara hakim olan üstün bir güç var demektir."

--- Yorum: Arı balın peteğini altıgen yapıyor. Aynı boyda yapıyor. Ancak peteği yapmaya başlarken ayrı ayrı noktalardan bir sürü arı başlıyor. Sonra bu petekler birleşiyor ve bir uyum içinde; bu işi insanlar bu akıllarıyla yapamazlar. Bu bir düzen, nizam ve geçmişten bu güne arılar bunu böyle bir düzen içinde yapıyor. Buna tesadüf denemeyeceğine göre bu nizamlı işi yapan, yaratanın Allah olduğunu anlarız. Petek yapmayı ve bu düzende yapımı yaratan Allah olunca arıların hareketlerini de Allah yaratmış demektir. Arı hayvan olunca anladık ki, bütün hayvanların hareketlerini de Allah yaratmış oldu. Şimdi biri kalkıp "Tamam, hayvanların hareketlerini Allah yarattı ama cüz'i iradelerini kullandıklarında; bu iradelerini nereye kullanırlarsa, Allah da bununla alakalı hareketlerini, onların istedikleri gibi yaratır" derse, cevaben deriz ki: Bu petek yapma işi insan aklıyla bile önceden planlanamayacak kadar hassasken, arı bu işi nasıl anlayıpta karar alacakta, yönelecek. Arı bu işin (petek yapmada nizam, ölçü) nasıl olupta ölçüsünü almadan yapmaya başlıyor? Ölçü alınmadan neyin kararını verecekte, nereye, ne kadar yöneleceğini tespit edecekte, bir de bunları Allah'ın karışmadığı hür iradesi ile yapacak? Daha ölçüsü alınmadan, bir şey için "Bir santim ileri, iki santim geriye doğru bu işi ayarlayayım" diye mi düşünecek? Daha ölçü yok ortada. Ama biz bu yapılanlarda hep bir plan program ve nizam görüyorsak, anlarız ki arı bu işi yaparken özgür değil. Zira özgür olsa, o zaman bir arı grubu bir santim yukarı, diğeri iki santim aşağı yapmak ister; sizin demenize göre de Allah onların özgür seçimleri sonucu onların hareketlerini yaratınca ne oldu? Balın peteği birleşmedi, düzensiz oldu. Halbuki böyle şey olmadığını biz görünce anladık ki: Arılar hareketlerinde, yaptıklarında, seçimlerinde özgür değildirler. Seçmeleri, düşünmeleri de Allah'ın yaratması, fiilleri de Allah'ın yaratması iledir. Bu hayvanların fiillerini Allah yaratınca insanların fiillerini de Allah yaratır. Misal köpeğe gel diyorsun geliyor, otur de oturuyor, kalk de kalkıyor. Burada dikkat edilirse köpeğe otur diyor ve el ile işaret ediyoruz, yani zahiren oturması bizim söylememize ve işaretimize tabi gibi. Böylece insanın söz ve hareketlerini de Allah'ın yarattığı sabit olur. Yani köpeğin hareketleri cebr ile olunca, onunla ahenkle devam eden insan fiilleri de dolayısıyla cebr ile olmuş olur. Zira köpek ayakta iken bu köpeğe otur dediğinizi farz edelim; ve el işareti yapmış olalım. Şimdi bu köpek oturdu, bu köpeğin oturması Allah'ın yarattığı bir fiil olup, cebr ile olunca zahiren bakıldığında köpeğin oturmasını emretmemiz ve el hareketleri yapmamız, bu işin sebebi gibi oldu. Köpeğin oturması cebr ile olunca (Allah'ın zorlaması) bizim ona otur dememiz ve el işareti yapmamız da cebr olmuş oldu. Yani zorunlu oldu. Çünkü, zorunlu olarak olması lazım gelen bir şeyin sebebi olan şey de, zorunlu olarak meydana gelmek mecburiyetindedir.

--- Yorum: Daha genişçe "Kader Gerçeği" kitabında cebr görüşü savunulur.

--- Sayfa 192: Öte yandan, bir gölge varlıktan başka bir şey olmayan insanın, Allah'tan bağımsız bir güç ve iradeye de sahip olması da mümkün değildir. "Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır" ayeti yaşadığımız tüm olayların Allah'ın kontrolü altında gerçekleştiğini gösterir. (Saffat 96) Kur'an'da bu gerçek bildirilmekte ve "…attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı…" ayetiyle, hiçbir fiilin Allah'tan bağımsız olmadığı vurgulanmaktadır. (Enfal 17) İnsan gölge varlık olduğu için atma eylemini yapan kendisi olamaz. Ancak Allah bu gölge varlığa kendisinin attığı hissini vermektedir. Gerçekte ise tüm fiilleri gerçekleştiren Allah'tır. Bu durumda kişinin yaptığı işleri kendisine ait fiiller olarak kabul etmesi, açıkca kendisini aldatmasıdır. Gerçek budur. Bir insan bunu kabullenmek istemeyebilir, kendisini Allah'tan bağımsız bir varlık sanmaya devam edebilir, ama bu hiçbir şeyi değiştirmez.

*** Soru: Allah da, sizinle ilgili olarak; sizin dilediğiniz şeyin, tersinin olmasını dileme özgürlüğü var mıdır?

*** Kitap: İslam Nasıl Yozlaştırıldı Yazar: Yaşar Nuri Öztürk

--- Sayfa 331: Bid'atler ve Hurafeler

_ Kaderin insanın fiillerini önceden belirleyen bir sistem olduğunu söylemek.

_ İnsanın alnında, geleceğini belirleyen bir yazının bulunduğunu söylemek.

_ Hayrın Allah'tan geldiği gibi, şerrin de Allah'tan geldiğini söylemek.

Şer Allah'a izafe edilemez. Şerri de elbette ki her şeyin yaratıcısı Allah yaratır ama öncelikle ve ilke olarak yaratmaz; insanın istek ve iktisabı (kazanması) üzerine yaratır. Yaratır ki insanı sorumlu tutsun. Allah öncelikle ve ilke olarak sadece hayrı ve güzeli yaratır. "O odur ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı ve insanın yaratılışına çamurdan başladı" (secde 7)

--- Yorum: Bu yazarı örnek vermekteki amacım kendisinin düşüncelerini fazlaca gizleme gereği duymamasındandır. Görüldüğü üzere "Hayrın ve şerrin Allah'tan" olduğuna inanışın cebr sonucuna vardığını yazar gizlemiyor ve bu inanışın açıkça hurafe olduğunu söylüyor.

 

*** "Hayır ve şer Allah'tan mıdır?" der ki: "Evet". "Namaz kılmak hayır mıdır?" der ki: "Evet". Şunu sor: "Yani bu namaz kılan kişinin namaz kılmasını Allah mı istiyor diyorsun?" "Evet" derse de ki: "Ama bir çok insan namaz kılmıyor, acaba Allah onların namaz kılmalarını istemedi mi?"

*** Hayır ve şer Allah'tan mıdır? Evet diyorlar. İman etmek hayır mıdır? Çoğunlukla evet diyorlar. De ki: O zaman kafirliğin de Allah'tan olması lazım değil mi?

gördüğünüz gibi harun yahyanın kitabında da cebr anlatılıyor niye ona birşey demiyorsunuz bana yükleniyorsunuz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

abd diyorsun ki kendini tanıt ve niçin bu yazıları yazma gereği duydun cevap: ben 28 yaşındayım hiç kimselerden dini eğitim almışlığım yoktur Kuranı okumayı bile kendim kasetlerden öğrendim fakat günde ortalama 7-8 saat kitap okurdum yine okuyorum 5 yıl önce kader hususunda piyasadaki dönen dolapları yavaş yavaş hissetmeye başladım olaylar şöyle cereyan etti. senin de yazıp gördüğün gibi kader hususundaki hadislerde tamamen cebr yani (Allahın kullarını günahlara ve sevaplara zorlaması) görüşü hadislerde vardır hal böyleyken ben piyasadaki elime geçen dini kitapları okuyorken onlarda ekseriyetle kader hususunda kulların özgür iradelerinin olduğu anlatılırdı ve bu anlatılanlar çok çelişkilidir yani bir dediklerini bir alt satırda dahi yalanlayıcı ifadeler kullandıklarını görüyordum bunların üçkağıt olduğunu hisisediyordum lakin onların kendilerince getirdikleri bazı örneklere cevaplarına karşı cevap veremiyordum sonra kendi kendime dedim ki bunlar bu kadar alim elbette vardır bir bildikleri deyip dediklerini kabullendim fakat bu anlayış yani kulların özgür iradesi hususuyla herşeye şamil olan Allahın iradesini bir türlü uyuşturamıyordum 3-4 sene böyle bunalımlı olarak geçti zira tatmin olmuyordum kendimi kandırdığımı hissediyordum ki bu beni hepten bunaltıyordu böyle giderken 4-5 yıl önce elime muhammed ihsan oğuzun kaza ve kader kitabı geçti bu kitabı okuyunca şok oldum çünkü hak mezhep dediği maturidi mezhebiyle, açıktan açığa kaderi inkar ettiğini bildiğimiz mutezile mezhebinin aslında aynı yolda olduklarını ve sözde bir çekişmeden ibaret bunlar diyordu daha sonra bu laflarını düzeltmek istiyordu ve ben o kadar etkilendim ki acaba yanlış mı görüyorum diye 1 günde okuyacağım bu kitabı kelime kelime tetkik ederek bir haftada bitirdim ( bu bahsettiğim kitaptan alıntılar ve çelişkileri sitede vardır) ve karar verdim bu konuyu tüm detaylarına kadar incelemeye sonra kelam ve felsefe kitaplarına daldım ve bu işin inceliklerini arştırmaya başladım bu arada insanlarla da konuşuyordum öğrendiklerimi bir de baktım çevremdeki insanların tamamına yakını da neyi savunduklarını tam manasıyla bilmediklerini ve genelde kulaktan dolma, okuyanlar ise kendilerince bilgili olduklarını düşündükleri kişlerin kitaplarını okuyup pek sorgulamadan hemen doğru kabul ettiklerini gördüm bu aralar elime Razi'nin tefsiri kebir diye meşhur olan tefsiri elime geçti bu tefsirde bir farklılık vardı. çünkü Razi, eşariydi ve cebirciydi yani kulların özgür iradesi yok diyordu ondan da pek çok bilgi edindim sonra şunu farkettim ki eşari mezhebine piyasadaki kitapların neredeyse tamamı ehli sünnet ve hak mezhep diyorlardı ve maturidi mezhebine de ehlisünnet diyorlardı ve hak mezhep diyorlardı. ben kelam kitaplarına bir baktım yine afalladım çünkü hanefilerin genelde itikadda maturidi mezhebinde olduğu söyleniyordu ya. bende madem hanefiyim demek ki ben maturidiyim diye kendimi maturidi görüyordum lakin ilk okuduğum kelam kitabında şunu gördüm ki yamuldum kaldım çünkü orada cüzi iradeden bahsediyordu cüzi irade ise şu demektir yani ben şimdi oturuyorum ya şimdi ayağa kalkmak istedim hah işte bu bir hareketi yapmayı istemeye yani verdiğim örnekteki ayağa kalkmak düşüncesine cüzi irade denir. hah işte bu maturidi mezhebinin cüzi iradeye mahluk(yaratılmış) değil diyormuş yani Allah yaratmaz diyormuş bir baktım eşari mezhebine cüzi irade mahluk yani Allah yaratır diyor ben dedim ki ben nasıl bu maturidinin mezhebinin dediğini savunurum o halde ben bu mezhebi bırakıyorum ve eşari mezhebine geçiyorum dedim fakat hala eşari mezhebinin cebirci olduğunu bilmiyordum. zamanla daha incelikleri gördüm yani çok yalan dolan var bu işlerde onu söylüyorum sonra ruyetullahı (Allahın görülmesi) inkar ettim ve eşari mezhebinden de çıktım ama ben kader hususunda eşari mezhebinin görüşlerini savunuyorum yani lafın kısası kitapların ekserisi cebr görüşünü aşağılar ve eşari mezhebine hak mezhep derler ama çoğu bilmez ki hak dedikleri bu eşari mezhebi de kulların özgür iradesi yoktur Allah zorla günah ve sevap işletir der yani üçkağıt yalan dolan o biçim. bunları elimden geldiğince insanlara anlatmak istiyorum zira bir çok kişi bu maturidi mezhebinin yaptığı laf oyunlarını cevaplayamadıklarını gördüm. benim 5 binden fazla insanla yaptığım tartışmalar vardır çok yüksek tecrübem vardır. bunları insanlara hemen öğrenmeleri için bu yazıları yazdım said nursi diyorlar ya siz gerçekçi olun gerçekçi bu işler çok incedir tam manasıyla bu konuya kişinin kendini vermesi lazımdır itikadi mezhepleri araştırması onların ne dediklerini nasıl savunma yaptıklarını çok iyi bilmek lazımdır said nursi ise kelamcı değildir ve bu hususta çok yetersizdir bunu ispatladım ve yine ispatlarım şu aralar onun külliyatını okuyorum bitirince diğer çelişkilerini de göstermek istiyorum ta ki anlayın bu işin ne kadar ince detay olduğunu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KADERE İMAN

4795 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz."

Tirmizi, Kader 10, 2145.

***

4796 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh oğluna ölümü sırasında demiştir ki: "Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imannın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:

"Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: "Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!" dedi."

"Oğulcuğum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan şunu da işittim:

"Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir."

Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156).

***

KADERLE AMEL

4797 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve:

"Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular. Cevaben:

"Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:

"Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek:

"Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı sordu:

"Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?"

Resûlullah şu cevabı verdi:

"Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!"

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:

"Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir."

Tirmizi, Kader 8, (2142).

***

4798 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da idik. Derken yanımıza Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve oturdu. Biz de etrafında (halka yapıp) oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı. Sonra:

"Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmamış olsun!" buyurdular. Cemaat:

"Ey Allah'ın Resûlü, dedi. Öyleyse hakkımızda yazılana itimad edip ona dayanmayalım mı?"

"Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekâvet ehli olanlar da şekâvet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!"

Sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız" (Leyl 5-7).

Buhari, Tefsir, Leyl, Cenaiz 83, Edeb 120, Kader 4, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizi, Kader 3, (2137), Tefsir, Leyl, (3341).

***

4799 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Süraka İbnu Malik İbnu Cu'şem radıyallahu anh gelerek sordu:

"Ey Allah'ın Resûlü! Bize dinimizi açıkla. Sanki yeni yaratılmış gibiyiz. Şimdi amel ne husustadır: Kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği şeylerde mi, yoksa istikbale ait şeylerde mi çalışacağız?"

"Hayır (istikbale ait şeylerde değil). Bilakis kalemlerin kuruduğu, miktarların cereyan ettiği (kesinleştiği) hususta!" buyurdular. Sürâka tekrar:

"Öyleyse niye amel edelim (boşa zahmet çekelim)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir! Herkes, (yazıldığı) ameliyle amil olacaktır!" buyurdular."

Müslim, Kader 8, (2648).

***

4800 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Sâdık ve Masdûk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka" olur. Sonra bu kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer."

Buhari, Kader 1, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 1, Tevhid 28; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud, Sünnet 17, (4708); Tirmizi, Kader 4, (2138).

Rezin şu ziyadede bulundu: "(Resûlullah) şunu da buyurdular: "Nutfe düştü mü, kırk gün rahimde uçar. Sonra kırk günde alaka olur. Sonra kırkgünde mudga olur. Bir nefis olarak yaratılma safhasına gelince, Allah onu tasfir edecek (şekillendirecek) bir melek gönderir. Melek iki parmağının arasında toprak olduğu halde gelir. Onu mudgaya karıştırır. Sonra onu yoğurur, sonra da emredildiği üzere onu tasvir eder."

***

4801 - Âmr İbnu Vasıla anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ûd radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti ki: "Şakî, annesinin karnında iken şaki olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu işittikten sonra) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu:

"Kişi amelsiz nasıl şakî olur?" Huzeyfe radıyallahu anh:

"Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:"

"Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırkiki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek sorar:

"Ey Rabbim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar:

"Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar:

"Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksilir."

Müslim, Kader 3, (2645).

***

4802 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup:

"(Hastalık nev'inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!" buyurmuşlardı ki bir bedevi:

"Ey Allah'ın Resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne, kuyruğu ile haşefesini uyuzlamış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar!" dedi. Aleyhissalatu vesselâm:

"Pekalâ, birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer (inancınızda hakikat) vardır. Şurası muhakkak ki, Allah her nefsi yaratmış, onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı musibetlerini yazmıştır."

Tirmizi, Kader 9, (2144).

***

4803 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

"Allah Teâla hazretleri bir kulun hayrını diledi mi onu istimal eder!" buyurmuştu. Kendisine: "Onu nasıl istimal eder?" diye soruldu.

"Ölümden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!" buyurdu."

Tirmizi, Kader 8, (2134).

***

4804 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kişi vardır, uzun müddet cennet ehlinin amelini işler, sonra da ameli cehennem ehlinin ameliyle hitam bulur. Yine kişi vardır, uzun müddet cehennem ehlinin ameliyle amel eder de sonunda cennet ehlinin ameliyle hitam bulur."

Müslim, Kader 11, (2651).

***

4805 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan serpti. Bu nur, kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teâla'nın ilmi hususunda kurumuştur."

Tirmizi, İman 18, (2644).

***

KADERE RIZA

4806 - Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah

aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ademoğlunun saadet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'nın hükmettiğine rıza göstermesidir. Şekâvet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'ya istihareyi terketmesidir. Keza şekâvet (sebepleri) nden bir diğeri de Allah'ın hükmettiğine razı olmamasıdır."

Tirmizî, Kader 15, (2152).

***

4807 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kuvvetli mü'min, Allah nazarında zayıf mü'minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah'tan yardım dile, acz izhar etme. Bir musibet başına gelirse: "Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!" deme. "Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!" de! Zira "eğer" kelimesi şeytan işine kapı açar."

Müslim, Kader 34, (2664).

***

ÇOCUKLARIN HÜKMÜ

4808 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını bilmiyor musun?" buyurdular."

Müslim, Kader 30, (2662); Nesâi, Cenaiz 58, (4, 57); Ebu Davud, Sünnet 18, (4713).

 

KADERİYE'NİN ZEMMİ

4812 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Her ümmetin mecusileri vardır. Bu ümmetin mecusileri "kader yoktur!" diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse cenazelerinde hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek Allah üzerine bir haktır."

Ebu Davud, Sünnet 17, (4692).

***

4813 - Ebu Davud'un İbnu Ömer'den gelen merfu bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:

"Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine katılmayın."

Ebu Davud, Sünnet 17, (4691).

***

 

***

4815 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslâm'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye."

Tirmizi, Kader 13. (2150).

***

4816 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelerek:

"Falan kimse sana selam ediyor!" diyerek, Şamlı birisinden selam getirdi. İbnu Ömer radıyallahu anhüma:

"Bana ulaştığına göre, o kimse kaderi inkâr ediyormuş. Eğer o böyle bir bid'a fikre saplandı ise, sakın ona benden selam söyleme! Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim:

"Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) (ve kazf= (taş yağması) olacak. Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek."

Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizi, Kader 7, (2153, 2154).

***

4817 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah mahlukatın miktarlarını, semâvât ve Arzı yaratmazdan ellibin sene evvel, Arşı da su üzerinde iken yazdı."

Müslim, Kader 16, (2653); Tirmizi, Kader 18, (2157),

4818 - Ebu Azze anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye dedi- muhtaç kılar."

Tirmizi, Kader 11, (2148).

işte gördüğünüz gibi bir kaç hadisi size gösteriyorum bunlar kütübü sitte hadisleridir bunun gibi 200' e yakınına baktım hepsinde kulların özgür iradelerinin olmadığı inancı anlatılır peygamberimiz tarafından lakin ben peygamberimizin anlattığı gibi size anlatıyorum bana sapık diyorlar soruyorum onlara: bu hadislere ne diyeceksiniz? hepsini inkar mı ediyorsunuz? söyleyin cevap verin? yüzyıllardan beri süren üçkağıtları görün! peygamberimizin anlattığı düşünce yani cebr ( Allahın zorla kuluna sevap ve günah işletmesi) piyasadaki dini kitapların neredeyse tamamı tarafından sapıklık olarak anlatılıyor ve alay ediyorlar bu düşünceyle ve peygamberimizin lanetlediği kaderi inkar saydığı "kulların özgür iradesi olduğu" görüşü ise piyasadaki dini kitapların neredeyse tamamı tarafından el üstünde yutuluyor ve hak görüşmüş ve doğru görüşmüş gibi anlatılıyor ve tekrarlıyorum bu yapılanlar yeni değildir yüzyıllardır aynı yol izleniyor ne derseniz bu işe, ne!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.