Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DEJA-VU


Shatin

Önerilen İletiler

Sevgili arkadaşlar öncelikle verilecek cevaplar için şimdiden herkese teşekkür ederim. (Tabi cevap gelirse çok da mutlu olurum. :D )

 

Bugün çalışmıyorum ve yine binlerce ciltlik ansiklopedilerden bile fazla bilgiyi içerisinde barındıran sanal ansiklopedide araştırma içerisindeyim.

Bugünkü konum Deja-vu

Sizlerden de bu konuda bana yardımcı olmanızı istiyorum. Nedir dejavu?

Yalnız bilgi sahibi olanlar, kaynak gösterenler, birşeyler katmak isteyen arkadaşlar sizden bir ricam var.

Deja-vunun yaşanan bir olayı daha önce yaşanmış gibi hissetmek (ya da buna emin olmak) olduğunu biliyorum. sizlerden istediğim bilimsel olarak kültürel olarak dinsel olarak nasıl açıklanır bu konu

bunun üzerinde yapılan çalışmalar var mıdır varsa nelerdir nasıl sonuçlanmıştır gibi bilgilerinizi burada görmekten çok mutlu olacağım.

 

Bu yazıya birşeyler katan katmak isteyen arkadaşlara şimdiden teşekkürler

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Başka bir yorumu, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasıdır. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayı daha önce yaşamış gibi olur. Sinir aksonlarındaki minik bir sapmadan kaynaklanır.

 

 

 

peki her konuda bilgi her iki lobdan da geçer mi?

yani şöyle söyleyeyim gözümüzü kapattık olduğumuz yerde birkaç tur bir sağa bir sola döndük ve yönümüzü tamamıyla kaybettik diyelim. sonra birden gözümüzü açtık ve gözün karşısında bulduğu bilgileri beyne iletirken her iki loba da ayrı ayrı mı iletiyor?

bir ikinci sorum; eğer öyle birşey varsa dejavu nun her zaman ya da çok sıklıkla yaşanması gerekmez mi?

ama bu bazen oluyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
  • 2 ay sonra...

Benim cevabım biraz absürd olacak..

 

İnsanın anne babasından, onlara da kendi ebeveynlerinden vs. geçen genler vardır.

Bunların bir kısmı da hafıza genleridir.

Dolayısıyla, sizden eski nesillerden birinin başından geçen olayları siz de yaşarsanız, veya onların gittikleri yerlere siz de giderseniz, bu genler dejavu hissi yaratmaktadır.

(Bilimsel dayanağı yoktur, sallıyorum)

 

Reenkarnasyona inananlar için de buna benzer bir açıklama yapılabilirdi sanıyorum.

(Ben inanmıyorum bu arada...)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beynimiz bilgisayar gibi iki hafıza türünden oluşuyor:

Çok abes bir benzetme olsa da;

Ram - Kısa Süreli Hafıza

HardDisc - Uzun Süreli Hafıza...

 

Bilgisayarda bunların aralarındaki bağlarını bildiğiniz için basitleştirerek anlatacağım...

 

İnsanların bilgiyi işlemede iki süreci var:

Önce bilgi kısa süreli hafızaya gelir,

Sonra Uzun süreli hafızaya gider ve oraya yerleşir.

 

Deja-vu olayı bu süreçteki aksamadan kaynaklanıyor.

 

Yani bilgi kısa süreli hafızaya geliyor, Uzun süreli hafızaya yerleşmesinde bir aksama ve gecikme oluyor. ki bu çok çok kısa bir andır.

 

Yani zihnimize yerleşmiş olan bilgiyi, görüntüyü, sesi, durumu biz bir anlıkta olsa bir süre sonra anlamlandırıyoruz. Ve bu bizde "Daha önce yaşanmışlık" izlenimi veriyor. Oysa o "Daha önce yaşamıştım" dediğimiz an, şu an yaşadığımız an'dan başka bir an değildir. "Tekrar" hissinin kaynağı, zihnimize yerleşmiş olan verinin çok kısa bir gecikme ile farkedilip anlamlandırılmasından ibarettir.

 

Mesela "Sara/Epilepsi" hastalarının durumunu özetle "Beynin Kısa Devre Yapması" olarak tanımlarsak eğer, şu tespitten anlayabilmeniz çok daha kolaylaşır: Epilepsi hastalarının çoğunluğunda, Epilepsi krizinden hemen önce "Deja-vu" yaşadıkları tespit edilmiştir.

 

"Karabasan" olayı da buna benzemektedir mesela. Orada da uyku sırasında "Beden" ile "Beyin" (beynin 'uyan!' komutunu bedenin algılamaması) arasında bir kopukluk olmakta ve beyin uyandığı halde beden uyanmamaktadır.

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Ben şahsen fala,rüya yorumlarına,kehanetlere falan hiç mi hiç inanmamaktayım. Bana son derece basit ve gülünç gelen bu konulardan anlamam, bu tür konularla ilgili terimleri de bilmem.Ancak dejavu denilince ben orda dururum.

Neden? Çünkü ben devamlı olarak dejavu görüyor yada yaşıyorum. Kendi kendime durup " Yaa , ben bunu daha önce yaşamıştım." hiç demedim şu ana kadar. Şu an üniversiteli bir genç olarak bu tür sözleri söylemeyecek kadar büyüdüğüme inanıyorum. Ben dejavu gördüğüme neden inanıyorum , peki?

Arkadaşlarla birlikte sınıfta oturuyoruz mesela, sağımda arkadaşlar var. Konuşuyoruz, gülüyoruz falan, (sınıf 50 kişilik büyük bir sınıf) ben arkadaşlarımdan biriyle oturmuş konuşuyorken birden arkadaşımın sesi kısılmaya başladı ,yanımda duruyor, konuşuyor,hareket ediyor ama ben onu çok çok kısık bir sesle duyuyor ama tepki veremiyorum ve başımı sınıfın kapısına doğru çevirdim(bu hareketi katiyen kendim yapmadım başım sanki zorla döndürülürcesine yavaşça o tarafa döndü), tam o sırada kapıdan bir arkadaş girdi ve yine ben az önceki gibi istemsizce yerimden kalkıp hemen önümdeki sıraya geçtim,oturdum,oturduğumda üstümden ağır bir yük kalkmışçasına rahatladım. Tabi bu olayların en başından beri olan bir diğer olaysa gözlerimin sadece karşıya bakması(saga sola çevirip etrafta neler oluyor,bana olanları fark eden var mı diye bakmak istedim) ve nasıl anlatacağımı da bilmiyorum ama sanki görüş açım aşırı genişletilmiş biçimdeyken ufak bir noktaya beynimin zoom çekiyor olması , çok garip hissettmem ve acayip bir baş dönmesi olması. Oraya oturduktan sonraysa seslerin hızla netleşmesi ve hareket kabiliyetim hızla yerine geldi , ancak bunu hiç kimse farketmemişti, konuştuğum arkadaşsa " Daldın mı olm cevap versene!) dedi, ben duymadığımı söyledim tekrar konuştu ve olay bitti.

Bu dejavuyu açıklamıyor ama sanırım çok iyi bir örnek oluyor...

 

Saygılar... Sevgiler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
Ben şahsen fala,rüya yorumlarına,kehanetlere falan hiç mi hiç inanmamaktayım. Bana son derece basit ve gülünç gelen bu konulardan anlamam, bu tür konularla ilgili terimleri de bilmem.Ancak dejavu denilince ben orda dururum.

Neden? Çünkü ben devamlı olarak dejavu görüyor yada yaşıyorum. Kendi kendime durup " Yaa , ben bunu daha önce yaşamıştım." hiç demedim şu ana kadar. Şu an üniversiteli bir genç olarak bu tür sözleri söylemeyecek kadar büyüdüğüme inanıyorum. Ben dejavu gördüğüme neden inanıyorum , peki?

Arkadaşlarla birlikte sınıfta oturuyoruz mesela, sağımda arkadaşlar var. Konuşuyoruz, gülüyoruz falan, (sınıf 50 kişilik büyük bir sınıf) ben arkadaşlarımdan biriyle oturmuş konuşuyorken birden arkadaşımın sesi kısılmaya başladı ,yanımda duruyor, konuşuyor,hareket ediyor ama ben onu çok çok kısık bir sesle duyuyor ama tepki veremiyorum ve başımı sınıfın kapısına doğru çevirdim(bu hareketi katiyen kendim yapmadım başım sanki zorla döndürülürcesine yavaşça o tarafa döndü), tam o sırada kapıdan bir arkadaş girdi ve yine ben az önceki gibi istemsizce yerimden kalkıp hemen önümdeki sıraya geçtim,oturdum,oturduğumda üstümden ağır bir yük kalkmışçasına rahatladım. Tabi bu olayların en başından beri olan bir diğer olaysa gözlerimin sadece karşıya bakması(saga sola çevirip etrafta neler oluyor,bana olanları fark eden var mı diye bakmak istedim) ve nasıl anlatacağımı da bilmiyorum ama sanki görüş açım aşırı genişletilmiş biçimdeyken ufak bir noktaya beynimin zoom çekiyor olması , çok garip hissettmem ve acayip bir baş dönmesi olması. Oraya oturduktan sonraysa seslerin hızla netleşmesi ve hareket kabiliyetim hızla yerine geldi , ancak bunu hiç kimse farketmemişti, konuştuğum arkadaşsa " Daldın mı olm cevap versene!) dedi, ben duymadığımı söyledim tekrar konuştu ve olay bitti.

Bu dejavuyu açıklamıyor ama sanırım çok iyi bir örnek oluyor...

 

Saygılar... Sevgiler...

Arkadaşım ne anlatmaya çalıştığını burda benden iyi anlayan olamaz...

 

Bende başımdan yıllar önce geçen bi olayı anlatmak istiyorum

 

Bundan 5-6 sene öncesiydi. Bi sabah kardeşimle beraber kanpeye uzanmış çizgi film izliyorduk. Kardeşimle ara sıra el şakası falan yaparken birden bişey oldu ve dediğin gibi sesler kısılmaya başladı. Ses tamamen kesildi ve o andan sonra anlayamadığım bişeyin etkisi altına girdim. Boynumu kendi kendini zorla kardeşime doğru çevirdi. ben ona bakmaya başladım. içimden çığlık atmak geliyodu ama yapamıyordum. Ona bana yardım et kurtar dercesine bakarken o hala şaka yaptıgımı sanıp umursamıyodu. bu yaklaşık 45 - 50 saniye kadar bu şekilde devam etti.

bir süre sonra üzerimden sanki tonlarca ağırlıta bi yük kalkmışcasına rahatladım. Ve tıpkı senin dediğin gibi bu derece korkunç bir olayı ne gariptir ki anlatma ihtiyacı duymadım

Saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...
  • 2 ay sonra...
  • 3 hafta sonra...

Dejavu matrixtir yukarıda ki arkadaşında dediği gibi eğer dejavu varsa Ziona gidecek gemi kalkacak demektir.Ters giden birşeyler varsa Morpheus kesin dayak yer Thrinity bacı Neo ya yazar ama karşılık görmez Neo nun gözü iştedir,aklı fikri Kahin teyzenin dedikleridir.Need gun a lot of gun.Modeli misali.Ayrıyetende şahsı kanaatimdir ki Düş Sokağı Sakinleri dinleyenlerin yaşadıkları birşeydir yaptığım deneylerden bunu gururla söylüyorum Düş Sokağı Sakinleri en büyük dejavu kaynagıdır.Saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 yıl sonra...

Yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamışlık duygusuna “dejavu” denir.

Türkiye’nin son günlerdeki politik olaylarını daha önce yaşadığınız duygusuna kapılıyor musunuz?

Örneğin Ergenekon gözaltılarını, tutuklamalarını?

Ya da “Başbakan, Genelkurmay Başkanı’nı görevden alsın” sözlerini?

Gelin yıllar öncesine gidip bir dejavu yaşayalım...

 

 

BUGÜN fikir hayatındaki kısırlığımızın temel sebeplerinden biri sol düşünceye düşmanlıktır. Bunun nedeni ise Soğuk Savaş ve onun uzantısı olarak 12 Mart-12 Eylül darbeleridir.

Annales-School tarihçiliği; yani tarihi olayları ekonomik temelli düşünceyle anlama-analiz etme yöntemi solculukla özdeşleştirildiği için, bu anlayış bizim üniversitelerimize sokulmamıştır. Bu da hâlâ temel meseleleri kavrayamamamıza neden olmaktadır.

Gündemdeki olayları hâlâ Soğuk Savaş yıllarının bize dayattığı tek boyutlu düşünce sistematiğiyle tartışıyoruz. Sosyal tarihçiliği-ekonomik tarihçiliği bilmiyoruz.

Örneğin; Türkiye’deki Ergenekon soruşturması-davasını nasıl “okuyor-analiz ediyorsunuz”?

Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla dengeleri altüst olan günümüz dünyasında yeni oluşturulmaya çalışılan düzeni kavrayamadan Türkiye’deki olayları anlayabilir misiniz?

Sözlerimi somutlaştırmak için size bir dejavu yaşatmalıyım!..

Yeni yol haritası

1945 yılında II. Dünya Savaşı bitti.

Savaşın iki galibi Amerika ve Sovyetler (Rusya), özelikle 100 yıldır paylaşım mücadelesine girdikleri emperyal rakiplerini saf dışı edip dünyaya hâkim oldu.

İngiltere, Fransa galip bile olsalar savaş yorgunuydu; ABD’nin gölgesine sığındılar. Almanya, İtalya, Japonya zaten savaştan yenik çıktı.

İki süper gücün dünyayı paylaşma isteği Soğuk Savaş’ın başlamasına neden oldu.

“Milli Şef” İsmet İnönü’nün usta dış politikasıyla harbe girmeyen Türkiye, yönünü Batı’ya döndü. Üstelik bunu Atatürk döneminin SSCB’ye yakın dış politikasını tamamen değiştirerek yaptı.

İnönü, Türkiye’nin geleceğini Batı’da görse de, ülkenin tam bağımsızlıkçı çizgisinden çok taviz verme eğiliminde değildi.

Oysa...

ABD’nin yeni dünya düzeninde Türkiye’den istekleri vardı. Örneğin, Kore’ye asker gönderilmesi gibi...

ABD, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tarafsız kalmasını istemiyordu; yeni ordulara ihtiyacı vardı.

Çünkü...

Sovyetler Birliği Avrupa’nın merkezine kadar gelmişti.

Afrika’da, Asya’da sömürgeler özgürleşiyordu. Ortadoğu’da ulusal hareketler çığ gibi büyüyordu.

Çin ve SSCB kapitalist ülkelere karşı birleşik cephe oluşturma kararı almıştı.

Ve bu karardan 5 ay sonra Kuzey Kore, Güney Kore topraklarına girdi.

II. Dünya Savaşı bitmişti bitmesine ama dünyayı paylaşım mücadelesi sürüyordu.

Ve ABD’nin, savaşacak Mehmetçik’e ihtiyacı vardı.

Genelkurmay Başkanı tasfiye edildi

İsmet Paşa, iktidarı DP’ye kaptırmasaydı Kore’ye asker gönderir miydi?

Türkiye’yi savaşa sokmamış İsmet Paşa’nın Kore’ye asker gönderme ihtimali az.

Peki Genelkurmay’ın II. Dünya Savaşı’ndaki kurmay kadrosu görevde olsaydı, DP’nin isteğine uyar mıydı?

Bu konuyu açmalıyım:

Demokrat Parti 6 Haziran 1950’de TSK içinde “balans ayarı” yaptı.

Bunu da ustaca başardı.

Hükümet olunca gündeme hemen ezanın tekrar Arapça okunmasını getirdi. Ardından radyoda dini program yapılması yasağını kaldırdı.

Dini duygulara seslenip kamuoyunun desteğini arkasına alınca Türkiye’nin gündemine suni bir olay getirildi:

“Askerler darbe yapacak!”

Parantez açayım: Bu dedikodunun üzerinden 60 yıl geçti; bugüne kadar bu dedikodunun doğruluğunu gösterir bir tek bilgi-belge bulunamadı.

Ama DP hükümeti bu dedikoduyu fırsat bilip, başta Genelkurmay Başkanı A. Nafiz Gürman, Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan, Deniz Kuvvetleri Komutanı Mehmet Ali Ülgen, Jandarma Genel Komutanı Nuri Berköz, Genelkurmay II. Başkanı İzzet Aksalur olmak üzere ordu komutanları dahil 15 general ve 150 albayı emekli etti.

Ve...

İki ay sonra ABD’nin isteği oldu:

25 Temmuz 1950’de DP hükümeti, Kore’ye 4 bin 500 kişilik askeri birlik gönderme kararı aldı.

DP, CHP’nin tavrından çekinip konuyu TBMM’ye bile getirmedi. Bakanlar Kurulu kararnamesiyle Mehmetçik cepheye sürülüverdi.

Üst komuta kademesi tasfiyeye uğrayan TSK sesini bile çıkaramadı.

Olayı protesto eden Türk Barışseverler Derneği’nin solcu üyeleri ise hemen cezaevine tıkılıp sesleri kesildi.

1 Mart tezkeresi

1950’lerdeki iç ve dış olayların günümüz dünyası ve Türkiye’si ile benzerliği var mı?

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Soğuk Savaş dönemi sona erdi.

Soğuk Savaş sonrasının en sert paylaşım mücadelesinin yaşandığı Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu, Türkiye’nin yanı başında.

Türkiye bugüne kadar sorunlu bölgelere BM nezdinde asker göndererek kanlı savaşların dışında kalmaya özen gösterdi.

Fakat...

Bu tarafsız dış politika bir yere kadar sürdü.

Türkiye’nin 1 Mart (2003) tezkeresine onay vermemesi, ABD için dönüm noktası oldu.

Tezkerenin reddedilmesini ABD, TSK’ya bağladı.

İşte ben o tarihten sonra dejavu yaşamaya başladım.

Bugün ne diyorlar:

TSK’da cunta var”; “Başbakan, TSK’nın üst komuta kademesini görevden alsın!”

Sanıyorum oyunun henüz birinci perdesini seyrediyoruz.

 

AVRUPA’YA KOMÜNİST OYUNU

 

ABD’nin Soğuk Savaş doktrinine göre, büyük kara ordusuna sahip Türkiye, NATO şemsiyesi altında olmalıydı.

DP de hükümet olunca NATO’ya başvurdu. Amerika desteğine ve Kore’ye asker göndermesine güvenip hemen kabul edileceğini sanıyordu.

Olmadı; Avrupalılar Türkiye’yi istemedi.

Şaşıran sadece Türkiye değildi; ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, NATO’nun Avrupalı üyelerine sert çıkarak, Türkiye’nin acilen pakta alınmasını istedi.

Avrupa’nın üstünde hâlâ savaşın dumanı tütüyordu; kimsenin sert demeçlerden korkacak hali yoktu.

ABD ve Türkiye, Avrupa’yı ikna için iki yönteme başvurdu:

Bunlardan birincisi, “Stalin, Kars ve Ardahan’ı istedi” yalanına yeniden başvurmak oldu!

Bu yalanı maalesef Feridun Cemal Erkin ile Selim Sarper çıkardı. Güya talep Moskova Büyükelçisi Sarper’e sözlü olarak söylenmişti! Toprak talebini Stalin niye nota vererek yapmamıştı? Bilinmiyor.

Zaten SSCB toprak talebini reddetti; Dışişleri Bakanı Molotov, “Bu nereden çıktı, böyle bir talebimiz yok” demesine rağmen psikolojik harbe yenik düştüler. Bırakın o dönemi, bu kara yalana hâlâ inanılıyor; yıllardır iç politika malzemesi olarak kullanılıyor.

Neyse dönelim konumuza...

Ortada toprak talebine ilişkin belge filan olmayınca Avrupalılar bu yalana pek itibar etmedi.

O halde Avrupalıları ikna için başka oyunlar gerekiyordu.

Bulundu:

“Türkiye komünist hareketlerin tehdidi altındaydı.”

Bu “tehlikenin” gösterilmesi amacıyla 1951 yılında Türkiye Komünist Partisi’ne yönelik “büyük tevkifat” yapıldı. Dört yüz kişi işkenceden geçirildi. Kimler yoktu ki; Ruhi Su, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Arif Damar, Mihri Belli...

İşkenceye dayanamayıp aklını kaybedenler oldu. (İşkenceye uğrayanlardan Yılmaz Çolpan Paris Turizm Müşaviri iken 22 Aralık 1979’da ASALA tarafından öldürüldü. Solun tarihi acıklı insan hikâyeleriyle doludur.)

Basın günlerce komünistlerin nasıl sinsi bir oyunla rejimi değiştireceğini yazdı.

Bu arada, ölüm korkusuyla Nâzım Hikmet de Sovyetler Birliği’ne kaçınca yayınlar daha da sertleşti.

ABD her fırsatta, Türkiye’nin komünist tehdidi altında olduğunu söylemeye başladı. Bu arada NATO kararını da bekleyemezdi. Ortadoğu ABD Büyükelçileri Konferansı İstanbul’da toplandı. Güçlü bir Ortadoğu savunma hattı kurulması ve Türkiye’nin bu savunmada etkin bir rol üstlenmesi istendi.

Türkiye’nin Londra, Paris, Roma büyükelçileri de, Cumhurbaşkanı Bayar başkanlığında Çankaya Köşkü’nde toplanarak, Doğu Akdeniz savunmasına ilişkin kararları görüştü.

Öte yandan...

Bir avuç aydına/komüniste karşı Türkiye’yi korumak için Amerikan 6’ncı Filosu İstanbul’a geldi!

Şaka gibi... ABD ayrıca Türkiye’ye 100 jet uçağı vereceğini açıkladı. Yani tehlike o kadar büyüktü!

Bu arada Mehmetçik Kore’de yiğitçe savaşmayı sürdürdü. ABD, Kore’deki Türk Tugayı’na “Başkanlık Onur Belgesi”ni verdi.

Ödül karşılıksız bırakılır mıydı; hemen Kore’ye 900 kişilik ilave asker sevkıyatı yapıldı.

Mehmetçik’in bir hiç yüzünden Kore’de şehitler vermesini protesto eden 56 üniversite öğrencisi tutuklandı. Tabii hepsi komünistti!

Bu arada Ankara’ya ABD askeri heyetlerinin biri gidip diğeri geldi. Ziyaretler sonrasında Kore’ye hep takviye asker gönderildi; bu kez sayı 600 idi.

Bir yanda Kore’ye asker gönderildi, diğer yanda solculara yönelik tutuklamalar hız kesmedi.

Türkiye Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Esat Adil Müstecaplıoğlu; Attilâ İlhan ve Madımak’ta kaybettiğimiz Asım Bezirci’nin de aralarında bulunduğu 15 aydın tutuklandı.

İstanbul’da Orak Çekiç adında gizli bir örgüt ortaya çıkarıldı! Üç kişi tutuklandı.

Milli Eğim Bakanı Tevfik İleri solcu öğretmenlerin tasfiyesinin hızlandırılarak sürdüğünü açıkladı.

Uzatmayalım...

Sonuçta Avrupalılar “komünist tehlikesi oyununa” kandılar/ya da kanar gibi yaptılar; Türkiye’nin NATO’ya katılmasına izin verdiler. Zaten SSCB burunlarının dibine kadar gelmişti; riske girmek istemiyorlardı.

Nedendir bilinmez bu kabulden sonra ABD, Türk-Amerikan Askeri İşbirliği’ne katkılarından dolayı Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’a “Liyakat Madalyası” verdi.

Halk bayram yapıyordu:

100 yıllık Rusya korkusundan yine bizi Batı koruyacaktı. Sovyetler saldırınca NATO bizim yanımızda olacaktı!

Halbuki...

Bu da koca bir yalandı. SSCB’nin saldırısı durumunda savunma hattı Boğazlar’da kurulacaktı.

Neyse gelelim sonuca...

Dün komünistler, bugün de “darbeci Ergenekoncular” cezaevinde!

Size de yaşadıklarınız dejavu gibi geliyor mu?..

 

En önemli silahları: CAHİLLİK

 

SOĞUK Savaş doktrini 1950’de kolayca hayata geçirildi.

1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. Soğuk Savaş sona erdi.

Dünyayı yeniden dizayn etmek isteyen süper güç ABD, 1990’larda yeni doktrini Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirmek için kolları sıvadı.

Bu konsepte göre Türkiye artık Kemalizm’i bırakıp, yeni rol modeli ılımlı İslam’ın ipine sarılmalıydı.

NATO, konsepti gereği savunma ordusuydu.

Ama artık bunu bırakmalıydı. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi artık bir kenara bırakılmalıydı. Özellikle Ortadoğu’da aktif rol almalıydı.

Fakat Türk Silahlı Kuvvetleri de sömürge ordusu değildi, ulusal devletin ordusuydu; “Hadi şimdi de bu görevi üstlen” denince hemen “Baş üstüne” diyemezdi.

Demediği gibi Rusya ve İran ile ittifak kurulmayı öneren paşalar bile çıktı. Tabii bu teklifi yapanların sonları Silivri’deki Ergenekon davası oldu! Neyse...

ABD, dünyayı dizayn etmekte kararlı; bunun ekonomik nedenleri var.

En azından ilk etapta Irak’tan çekildiğinde Kürtleri ve petrol kuyularını koruyacak TSK’ya ihtiyacı var.

Fakat 1950’lerde “tereyağından kıl çeker” gibi halledilen oyunlar/planlar bu kez hayata kolay geçirilemiyor.

Baksanıza “Kürt açılımı” bile sert muhalefetle karşılandı.

Uyduruk mektuplarla TSK ve son günlerde Dersim meselesiyle CHP ne kadar yıpratılmaya çalışılsa da oyun tutmuyor; ikna edici olmuyor.

Niye? Hükümete, yandaş medyaya, liberallere, din sömürücülerine rağmen oyun niye tutmuyor?

Bakınız...

İşte burada sosyal-ekonomik tarihçilikten yararlanacağız.

1950’de Türkiye nüfusu 21 milyondu. Yüzde 75’i köylüydü ve nüfusu 5 binin altında olan yerleşim yerlerinde oturuyordu.

Okuryazar oranı sadece yüzde 30 idi.

Kişi başına düşen gelir 166 dolardı.

Bu yoksul halkın cehaletinden yararlandılar.

Türkçe ezanın kaldırılması, okullarda din derslerinin mecburi edilmesi, Fatih ve Eyüp Sultan gibi türbelerin açılması, radyoda din programlarının yapılması gibi popülist icraatlarla onu kandırdılar.

Yoksul köylülerin temiz inançları siyasete malzeme yapıldı.

Sadece onlar mı?

Şehirliler de yeni gazino kültürüyle, ABD’den gelen caz müzikle-dansla, güzellik yarışmalarıyla, radyo günleriyle, polisiye cep kitaplarıyla, renkli sinemalar ile meşgul edildi.

Dinciler çok mutluydu. Ardı ardına çıkardıkları yayınlarda Atatürk’e hakaret etmek için birbiriyle yarıştırıldı. Her yanda Atatürk’ün heykelleri kırılıyordu.

 

DP’nin besleme basını ise, ABD’nin Marshall planı çerçevesinde Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardımda bulunması gibi olayları manşetlere taşırken; Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğu; 234 Mehmetçik’in ise esir tutulduğu haberlerini görmezlikten gelmeye çalıştı.

 

Peki.... 1950’ler 2000’li yıllara benziyor mu? Benzerlikler var kuşkusuz.

Ancak bu oyun bugün niye pek tutmuyor? Hadi bu da size ev ödevi olsun...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.