Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ermeni sorunu


Misafir TheLastofMohicaN

Önerilen İletiler

1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler'den Maraş'ı devralmak için gelen Fransızlar'ın Ermeniler tarafından büyük bir coşkuyla karşılandığı bilinen bir gerçektir. Çünkü fransızlar onlara bağımsız bir Ermeni devleti vadetmektedir. Ayrıca Fransa'da şu anda Ermeni soykırımının kabulune binaen bir abide vardır. Yani bütün bu tartışmalar yalnızca ve yalnızca şovenlerin işine gelmektedir. Bunların başında da son yüzyıldır şovenizmi büyük bir ustalıkla en önemli dış politika haline getiren Fransa vardır. Yalnız ben ermenileri sevmediğini açıklayan karakurta acıdığımı bildirmek isterim. Ve kendisini sınıfları ve sınırları aşan ve insanı olduğu gibi seven bir ideolojinin ne kadar onurlu olduğunu anlamaya davet ediyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

600.000-1.000.000 arsinda insanin oldugune dair rakamlar dolasiyor ortalikta ve bunu devlet ve sivil toplkumda kabul ediyor.Herkes evet bu kadar insan olmustur ama kimse katledilmemistir goc sartlarinda olmustur diyor.....

 

yani tartisilan sey bunlari bizimmi yoksa kosullarin (hastalik -yorgunluk-aclik vs ) nin mi oldurdugudur..

 

diyelim ki bu insanlarin bir kismi bizi arkadan vurdu ve devlette boyle bir karar aldi( karar devlet karimi yoksa bazi pasalarin kararimi tartisilir) bu insanlari goc ettirildi....peki bu insanlarin goc ederken barinma isinma giyecek yiyecek vb gibi devletce ihtiyaclari saglandimi......cunku sizinde bildiginiz gibi 0-70 yas arasi insanlar goce tabii oluyorlar ve cocuklar ve yaslilar hemen gencler daha sonra oluyor....yani bu insanlar goc sirasinda oldu demek bizi aklamaz......

 

 

2. olarak diyelim ki biz bu insanlari yine bize saldirdiklari icin katlettik.....goc ettirdik ve goc eden insanlara da saldirdik lokal olarak yakaladiklarimizida ya astik ya kestik ya kuyuya attik yada gomduk......evet katletmis oluruz ama bu soykirim degildir cunku bazi sehirlerdekilere hic dokunulmamistir.......

 

 

bence yapilan bu insanlari kursun atmadan doganin yok etmesini saglayacak sekilde olaylar planlandi.....tarihte bazen ne kadar acimasiz olabilecegimize dair bir bilgi var........

 

yani bu insanlar doganin insafina birakildi.......

 

ayrica osmanlinin bu kadar insana savas zamaninda bu hizmetleri saglama kapasitesi varmiydi bu tartisilir....kapasite varsa bu insanlarami yoksa kendi milletine mi kullanirdi o da tartisilir.......

 

tartisilmayan tek sey ise yuz binlerce insanin oldugudur.....nasil olursa olsun bu insanlar olmustur........

 

kesin olan bir diger sey ise bu soykirim degildir.......

 

daha cok nefret ettigimiz uluslara karsi bile bu yola gitmedigimize gore..........

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu bir tr. yi yıpratma taktiğidir ermeni nufuzu bu gün bile ermenistan 3 milyona erişemedi nasıl olurda 90 sene evvel bir milyon ermeni yok olur. Eyer bir milyon ermeni osmanlı kalelerinin civarında varsa idi, ya rumlar bizans imparatorluğundan kalma insanlar kaç milyondu pamuk bile bu tuzağa düşmüştür mantık.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar biz Kendi askerlerinin yiyeceğini azığını bile teymin edemeyip resmi rakamla 90 bin kayıplarla beraber 130 bin askerinin sarı kamışta açlıktan ve donarak ölmesine mdüahele edemiyecek hale gelmiş bir imparatorluktna bahsediyoruz.

Sanki imparatorluk bilerek onalrı yolda aç korumasız bırakmış ve doğanın öldürmesine seyirci kalmış. biraz izan böyle bir nyiet osla bu iş istanbuldna başlardı herhalde. Cumhuriyet kurulduğunda dahi ekonominin en güçlüleri arasında ermeniler de olmazdı.

 

ki yuakrıda belirtmiştim. kafilelere saldıran arasında Ermeni komitacı Taşnak ve Hınçak partilerinin çeteleride vardır. bu şefler Ermenistnada bunu itiraf etmişlerdir. Onlar kaçtı korkak oldukları içincezalandırdıkd iyerek. bu Kontrolu elinden kaybetmiş bir imparatorluğun döneminde olmuştur. yüzbinelrce kişinin tam güvenlikli sevkini sğalamak için bir on binlerce tam teşekküllü asker gerekir. altı cephede çarpışan bir ülke. ve en sağlam cephede azami savunmayı yapmak için gerekli olanın üçte biriyle savaşan bir ülke. nerede o asker.

 

dediğim gibi ermenilerin sevki bir tercih değil bir zorunluluktu. zira kalsalar başka bir tehlike sivil katliam olabilirdi. İNTİKAM işte tarihte bunu engellemeye hiç bir devletin gücü yetmemiştir. Cepheden dönen ve köylerinin ermeni militanalrca kıyıldığını gören askerler nasılbir tepki verecekti tahriklere kapılmayacaklar mıydı. 6-7 eylülün mumla aratacak dehşetler yaşanırdı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

anlatamıyorum galiba. tercihen değil mecburen yapıldı bu sevk. mecburen yapılmışbir uygulamada her eşyi planlaycak imkan ve vakit var mıydı. bir iç kıyım ihtimali vardı.

 

gönül isterdiki ermeniler, bir arada yaişama ilkelerine riayet etselerdi. ülke içindeki sorunları işgalci düşman ülke askerlerine komitacılıkla yardımcı olarak çözme yoluna gitmeselerdi. Cephedeki askerlerin moralini bozmak için köyleri basıp ailelerini katletmeselerdi de. bunalrın hiç birine gerek kalmasaydı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hiçbir neden insan öldürmeyi haklı göstermez. Eğer ortada bir tehcir varsa, sonuçları da göz önünde bulundurulmalıydı. Orada ölen herhangi birinizin annesi, babası, kardeşi ya da çocuğu olabilirdi. O zaman bunları söyleyebilecek miydiniz? Yalnız kesin olan birşey varsa o da bunların konuşulmasının artık saçma olduğudur. Şu anda yapılması gereken, bir daha böyle acıların yaşanmaması için birlikte mücadele etmektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Günümüzde, tarihin belli bir döneminde bir arada yasamak zorunda olan iki toplumdan birinin, çesitli nedenlerle magduriyetinden bahsetmesi moda anlayis haline gelmistir. Magduriyet iddialarinin dogrulugu arastirilmadan kabul gördügüne de sikça rastlanilmaktadir. Bu konudaki basari, magduriyetin gerçekligi ile ilgili olmayip ne kadar gürültü çikardiginiza ve sizi alkislayanlarin güçleriyle iliskilidir. Bu nedenle magduriyet iddiasindakiler, alkislayacak kesimi kendileri bulma arayisindadirlar. Dünya milletler mücadelesine bu gözle bakildiginda, benzeri birçok olayla karsilasilacaktir. Bu olaylar analiz edildiginde aglamasi gerekenlerin aglamayi beceremedigi, haksiz ve saldirgan olanin yine ayni piskinlikle arsizligi sürdürdügü ve onu alkislayanlarla kol kola hareket ettikleri görülmektedir. Bu nedenle çevremizde meydana gelen bu gibi gelismeleri politik psikoloji (büyük gruplarin, kitlelerin ve uluslararasi birbirleriyle olan iliskilerini ele alarak bu iliskilerde rol oynayan psikolojik etmenleri degerlendiren bilim dali) metotlarina göre degerlendirmemiz gerekmektedir.

 

Konumuzu, Ermeniler tarafindan Türklere ve Türkiye Cumhuriyetine yöneltilen iddialar açisindan sinirlandirarak degerlendirirsek su tespitleri yapmamiz mümkündür;

 

a. Ermeniler Osmanli-Rus savaslarinda ve Birinci Dünya Savasinda Ruslara destek olmalari karsiligi kendilerine vad edilen topraklari vatanlastiramadiklarindan dolayi, buna engel olan güce karsi siddetli öfke ve intikam duygusu içinde yasamaktadirlar.

 

b. Osmanlilarin, Ermenilerin bir bölümünün yerlesim alanlarini hakli olarak degistirme mecburiyetinde kalmasi, onlar açisindan ikinci büyük bir tranma geçirmelerine neden olmustur.

 

c. Geçirilmis trâvmalari ve Türk milleti ile Devletine karsi duyduklari nefret; genis cografyalara dagilmis az nüfuslu tüm toplumlarda görüldügü üzere (genis cografyada yasanmaktan dolavi ulusal kültürden uzaklasmanin yarattigi kendi milletine yabancilasma), milli kimliklerini koruma vasitasi olarak kullanilmaktadir. Bir toplumu milletlestirme veya bir gaye etrafinda toplama faaliyetinde yararlanilan unsur veya argümanin, dogrulugu ve kanitlanabilir olmasi fazla bir önem tasimaktadir. Önemli olan, onun kullanilma biçimi, kullanilma sikligi ve bundan etkilenerek tepki gösteren hasini kitlenin olusturdugu ilave katkilardir. Türk ve Türkiye düsmanligi seklinde ve farkli iddalar kullanilarak Ermeniler tarafindan gündeme getirilen tüm olaylarda hesaplanan durum budur. 1965 yilindan itibaren hizla artan ve günümüze dek ulasan Türkiye'ye ve Türklere yönelik soykirim iddialarini bu açidan degerlendirmek gerekmektedir. Özellikle bir avuç Ermeni nüfusunun oyunu kazanmak ugruna yalana ve çarpitmaya dayanilarak yapilan politik oyunlar bir milleti topyekün yargilama ve dünya kamuoyu zihninde "soykirim suçunu isleyen caniler" durumuna getirme noktasina ulasmistir. Örnegin: Hitler'in ordularina Polonya'vi isgal emri verirken sarf ettigi iddia edilen "Ermenileri kim hatirliyor?" sözleri tamamen bir hayal ürünüdür. Bu sözler ne Hitler'in yaninda bulunanlar tarafindan dogrulanmis, ne de Nürnberg Mahkemesi savunma ve iddianamelerinde yer almstir. Etik anlamda hiçbir kural tanimayan bu gayretleri tarihi degistiremeyecegini bilmekle birlikte, cografya geregi bir arada yasamak zorunda olari iki ulusun arasina anlamsiz nifak tohumlari ekecegi asikardir.

 

Burada bahsedilen Ermenilerden kasit, Türkiye Cumhuriyeti sinirlari içinde kendi örfadetlerini ve dinlerini özgürce yasayan Ermeni asilli Türk vatandaslari degil: açlikla karsi karsiya bulunan Ermenistan topraklarinda fiziken ve ruhen çok: uzakta bulunan diaspora Ermenileri ve oy avciligi ugruna halkini bos ve tehlikeli emeller ugruna pesinden sürükleyen firsatçilardir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

diaspora daki ermeniler üzerinde etkili olan aşırı milliyetçi, Taşnak geleneğinden gelen ermeni örgütleri Ermenistan da da farklı davranmamaktadır. hatırlarsanız ermenistan millet meclisini basıp. hükümet üyelerini ve milletvekillerini ototmatik silahlarla taramışlardı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Her yıl 24 Nisan yaklaşmaya başladığında, önce “Ermeni diasporası”ndan protestolar yükseliyor. Sonra ABD, Almanya, Fransa ve diğer ülkelerin yöneticileri başlıyorlar: “Bu sefer üstümüzde çok baskı var. Yakında seçim de var. Bu sefer galiba ‘Ermeni soykırımı’nı kabul edeceğiz. Türkiye elimizi güçlendirecek kararlar alırsa belki bu konuda kongreyi ikna edebiliriz. ...” Bu propaganda ve karşılıklı açıklamların ardından pazarlıklar başlıyor. Zamana ve zemine göre, İncirlik, F-16’ların nerede yenileneceği... Türkiye’nin hangi konularda tavizler vermesi gerektiği gündeme geliyor. Ermeni Soykırımı Günü olan 24 Nisan’a gelindiğinde; Amerikan başkanı ne diyecek, Kongre ne yapar, AB ne karar alacak diye bekleniyor. Bu kesimlerden “1915’te Ermeni soykırımı olmuştur!” cümlesi kullanılmadan yapılan her açıklamada, Türkiye’yi yönettiğini iddia edenler ayağa fırlayıp zafer çığlığı atıyorlar.

 

“Oh be, bu sene de atlattık!”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

anlatamıyorum galiba. tercihen değil mecburen yapıldı bu sevk. mecburen yapılmışbir uygulamada her eşyi planlaycak imkan ve vakit var mıydı. bir iç kıyım ihtimali vardı.

 

gönül isterdiki ermeniler, bir arada yaişama ilkelerine riayet etselerdi. ülke içindeki sorunları işgalci düşman ülke askerlerine komitacılıkla yardımcı olarak çözme yoluna gitmeselerdi. Cephedeki askerlerin moralini bozmak için köyleri basıp ailelerini katletmeselerdi de. bunalrın hiç birine gerek kalmasaydı.

 

 

CYRANO arkadaşıma katılıyorum tehcirin mecburen yapıldığı doğrudur

 

ancak hazırlıksız ve plansız yapıldığını söylemek pek doğru değildir...

 

devlet arşivleri başbakanlık osmanlı arşivinde bu konuda vesikalar mevcuttur...

 

örneğin;

 

Sevk Olunan Ermenilerin Yollarda Korunmaları, Bunlara Saldıranların Cezalandırılmaları (Ermenilerin sevkleri esnasında yollarda muhafaza edilmeleri, firar edenlerle bunlara saldıranların cezalandırılmaları, sevk için eski yolun kullanılması hususlarında Dahiliye Nezâreti'nden Erzurum Vilâyeti'ne şifre telgraf.) 1 Ş. 1333 (14 Haziran 1915) BOA. DH. ŞFR, 54/10

 

 

Konya'ya gönderilen Ermenilerin iskân ve iaşe masraflarının karşılanması için Maliye Nezâreti'ne tebligat yapıldığı, bunun için gerekli miktarın ve ne kadar Ermeni bulunduğunun tespiti hususunda Dahiliye Nezâreti'nden Konya Vilâyeti'ne şifre telgraf

 

20 C. 1333 5 Mayıs 1915

 

DH. ŞFR, nr. 52/235

 

İhraçlarına teşebbüs olunan Ermenilerin güvenliklerinin temin edilerek sevklerine devam edilmesine dair Dahiliye Nezâreti'nden Erzurum Vilâyeti'ne çekilen şifre telgraf

 

13 Ş. 1333 26 Haziran 1915

 

DH. ŞFR, nr. 54/156

 

VE BUNLAR GİBİ YÜZLERCE BELGE....

 

BELGELERE

 

www.devletarsivleri.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz( türkçe çevirileri de mevcut)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kasıt ayrı şeydir yetersizlik ayrı şeydir. daha öncede belritmiştim. yüzbinlerce insandan oluşan bir kafileyi, yüzde yüzde güvenlikle sevk etmek için yine yüzbinelrce tam donanımlı askere ihtiyaç vardır. varmıdır tehcir için ayırılabilecke o kadar asker osmanlının elinde o günlerde.

 

diyebilirki biri o zaman tehcir etmeseydi peki doğuda ermenistan devletinin ordularıyla savaş olduğu sırada. ermenilere karşı halkın tahrik edilmesi neticesinde ne feci olaylar yaşanabilirdi.

 

savaş insani bir şey değildirki, onun şartlarıda insani değildir. getirdikleri, zorunlulukları bunalr elbette barış dönemlerinden farklıdır.

 

Pearl Harbor'a Japonlar'ın ünlü şok baskınından sonra abd de yaşıyan Japon asıllı amerikalıların tümü toplama kamplarına kapatılmıştır. bunun sebebi hem onalrın ajan faaliyetlerine girme ihtimali, hemde diğer amerikan vatandaşlarının intikam için onlara yapacağı saldırılardan onları korumak için.

 

Unutmayalım ama bir arada yaşama nın gerekliliklerine uymayan o devirde ermeniler olmuştur. o tarihten önce hiç basılan ermeni köyü var mı, katledilen ermeni var mı? Taşnak ve Hınçak çetelerinin yarattığı dehşete destek vermeyebilirdi osmanlı ermenileri, onları durdurabilirdi. eğer sen komşun olan türk köyü Bu iki ermeni komitacı çetesi tarafından basılıp, katledilirken bırak karşı çıkmayı destek verirsen, bir arada yaşamanın gerekliliklerine en büyük darbeyi vurmuş olursun. dehşet her zaman mağdurlarıyla beraber onu yaratanlarıda yutar. ve tarihe böyle acı oalylar kaydedilir. ne gerek vardı tehcire, egedekiler niye tehcir edilmedi , istanbuldkailerin mallarına nyie el konulamdı. sebebi belli ege ve marmara ermenileri o tarihlerden beri ne taşnak ve hınçak'a ne de asalaya hiç prim vermemiştir. onalr bir arada yaşamanın gereklerini yerine getirmiş, ve huzur içinde ub güne kadar yaşamışlardır türklerle beraber doğru olanda budur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

NEDEN 24 NİSAN--- SOYKIRIM İDDİALARININ KÖKENİ

 

 

Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

 

Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti'nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı göndermiştir: "Sayın Başkan, Türk Ermenistanı'ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum."

 

Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.

 

Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "yer değiştirme" uygulamasıyla bile ilgili değildir.

 

Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı -veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkarmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Zeyno ve Cyrano, elinize saglik, bayagi bir bilgilendim sayenizde...

 

birde soykirim derken... sunuda belirtim Almanlarin yahudilere yaptiklari soykirimdir...

yani özellikle bir irki yok etmek icin sarfedilmis caba.. basindan sonuna kadar planli ve projeli bir eylem...

 

ve asla ve asla Osmanli Devletinin Ermenileri soykirimina ugrattiklari kabul edilemez...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

alaTurka arkadaşım

 

aynen söylediğin gibi soykırım(jenosit): bir ırkın , başka bir ırk tarafından istemli ve sistemli olarak ortadan kaldırılmasdır.

 

tarihin ilk soykırımı bu tanıma göre;

 

mö,640 tarihinde asurlar tarafından elam ırkına karşı uygulanmıştır..

 

sonrasında;

 

 

İSPANYOL VE AMERİKALILARIN YERLİ KIZILDERİLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

NORVEÇLİLERİN TATERLERE (GÖÇER) UYGULADIĞI SOYKIRIM

İNGİLİZLERİN AVUSTRALYALI YERLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

ALMANLARIN BATI AFRİKA’DA NAMİBYALILARA UYGULADIĞI SOYKIRIM

ALMANLARIN YAHUDİ VE ÇİNGENELERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

RUMLARIN KIBRIS’TA TÜRKLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM

YUNANLILARIN BATI TRAKYA’DA TÜRKLERE KARŞI ASİMİLASYON YOLUYLA UYGULADIĞI ETNİK VE KÜLTÜREL SOYKIRIM

 

işte bulaşmaya çalıştığımız uygarlıklarr!!!!

 

ve birde postmodern soykırım vaaar

 

Felluce’de 1500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terkedildiği, cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlandığı ve 250 bin kişinin bölgeden sürüldüğü belirtilen raporda “Felluce katliamı Post Modern Soykırımdır” denildi.

 

Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kaldıkları ifade edilen raporda, Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamakla suçlandı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

1991 Sonrası Türkiye - Ermenistan İlişkilerinden Kısa Notlar

 

Türkiye, Ermenistan'ın yıllardan beri dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine yürüttüğü karalama kampanyalarına ve bu karalama kampanyalarına karşı Türk kamuoyunun duyduğu rahatsızlığa rağmen, 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuş, Ermenistan ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi düşüncesiyle hareket etmiş, hatta Karadeniz'e kıyısı olmamasına rağmen 1993 yılında Ermenistan Türkiye tarafından (dış güdümlü olarak) Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne kurucu üye olarak davet edilmiştir. Bu dönemde enerji sıkıntısı çeken Ermenistan'a kendi elektrik ağından elektrik sağlayan Türkiye, Ermenistan Cumhuriyeti'nin sergilediği olumsuz tavırlara rağmen sınır ticaretine izin vermiştir. Bunun karşılığında Türkiye Ermenistan'dan (sözde) soykırım iddialarından vazgeçmesini, Azerbaycan topraklarından çekilmesini, Gürcistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti'yle olduğu gibi doğal olarak sınır antlaşmasını yenilemesini gündeme getirmiş, ancak Ermenistan olumsuz tavır sergilemiştir.

 

Ermenistan, söz konusu taleplerinden vazgeçmek yerine Türkiye'ye karşı olumsuz tavrını iyice yoğunlaştırmış ve Türk-Ermeni ilişkilerini gergin bir noktaya sürüklemiştir.

 

Doğusunda Azerbaycan, batısında Türkiye, güneyinde Gürcistan ile önemli sorunlar yaşayan Ermenistan, kendi içerisinde de ciddi ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

 

Sadece ekonomik ilişkiler açısından bakıldığında, Ermenistan ile Türkiye arasında ikili ticari ilişkilerde Türkiye'nin önemli bir çıkarının olmayacağı görülecektir.

 

Türkiye'nin yıllardır doğrudan olmasa bile dolaylı olarak Gürcistan ve İran üzerinden Ermenistan'la ticari faaliyetleri devam etmektedir. İki ülke arasında 40-45 milyon Dolarlık bir ticaret hacminin olduğu gayri resmi söylentiler arasındadır. Ermenistan'ın her yıl Türkiye'den dolaylı olarak 40 milyon Dolarlık ithalat, 1-1,5 milyon Dolarlık ihracat yaptığı belirtilmektedir. Bazılarına göre ise söz konusu rakam 90 milyon Dolardır.

 

Türk - Ermeni İş Geliştirme Konseyi ve bazı çıkar gruplarınca Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması halinde iki ülke arasındaki ticaret hacminin 350-400 milyon Doları bulacağı ifade edilmektedir. Mevcut rakamlar, Ermenistan'ın ekonomik potansiyeli göz önüne alınınca imkansız olarak değerlendirilmektedir.

 

Nüfusu Ermenistan nüfusunun neredeyse iki katı, kişi başına düşen milli geliri Ermenistan'la hemen hemen eşit düzeyde ve tüketim alışkanlıkları benzer olan Gürcistan'la Türkiye'nin gerçekleştirmiş olduğu ticari ilişkilerde ticaret hacmi 2000 yılında en yüksek seviyeye, 286 milyon Dolara ulaşmıştır. Söz konusu rakam Azerbaycan ile olan ticaretin bir kısmını oluştururken Ermenistan'la da dolaylı ticareti içermektedir. Ayrıca, bu rakamın yaklaşık yarısını ihracat, yarısını ise ithalat oluşturmaktadır. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda en iyi ihtimalle olası bir Ermenistan - Türkiye ticaretinde rakam 100-150 milyon Doları geçmeyecektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

artı arkadaşlar, ermeniler Bolşevik ihtilaliyle beraber Sovyetler birliğinin savaştna çekildiğini açıklayıp, işgal ettiği türk şehirlerini terk etmesiyle Ermenistan ordular buraları işgale başlamışlardır. Osmanlının vurdumduymazlığına rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın hakkında idam kararı varken verdiği emirlerle Kazım Karaberkir Paşa hucuma geçmiş ve ermeni ordularını Erivan'a kadar sürmüş burada yapılan Gümrü antlaşmasıyla bu günkü ermenistna sınırımız çizilmiştir.

 

yani o sınır ermenilerin işgalci saldırganlıklarının durdurulması ve geri püskürtülmeleriyle çizilmiştir ve her ne kadar Gümrü antlaşmasında Ermenistan Türkiye ile bir düşmanlığı olmadığını ve bu sınıra riayet edeceğini imza altına almış olsa da. bu sınırı hiç bir zaman "İçine sindirememiştir"

 

Ha bu arada Ermenistan da bir ermeninin bırakın soykırım yok dediğini, var olan resmi ermeni tezlerine en ufak bir eleştiri yaptığı takdirde dahi artık ermenistnada yaşama şansı kalmaz. Ne yazık ki ermenistan aşırı ırkçıların elindedir. Hınçak artık tarihe gömülmüştür ama Taşnak geleneği ermenistanın en güçlü siyasi hareketi. Ermenistan Türkiyeyle sorunsuz ilişkiler istiyorsa önce bu sladırgan ve aşırı ırkçı tavrından vazgeçmeli.

 

Ermensitana konferansa giden Can dündar ve arkadaşlarının orada kaldığı muammele, Ermenistan'ın henüz iyi komşuluk ilşkilerine hazır olmadığının göstergesidir.

 

ben yedikuleliyim ve semtimde bir çok ermeni arkadaşım var beraber büyüdüğümüz aynı ilkokula aynı liseye gittiğimiz. hiç bu güne kadar aramızda bir fark görmedim. onların cenazelerini kilisede kaldırması bizim camide kaldırmamız dışında. Ama onlar Ermensitan'a gittiklerinde orada kendilerine anlatılan Türk tipini duyunca ve yedikulede türklerle olan ilişkilerini anlatınca şu söyleniyormuş kendilerini " siz satılmışsınız" ki bunu türkiye ermenileri için Diaspora başkanlarıda söylüyor ya. Tıpkı İsraile hacca gidip döndüklerinde evlerinin eşiklerini kapıalrını öpen yahudi komşularımız gibi. hepsinin ortak görüşü dünya sizi yanlış tanıyor denilemez. HİÇ TANIMIYOR, BİLMİYOR

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE YURT DIŞINA GÖÇ EDEN ERMENİLER VE ERMENİ DİASPORASININ OLUŞUMU

 

Yüzyıllardır Osmanlı tebaası olan Ermeniler, Türklerle ve diğer Osmanlı vatandaşlarıyla barış ve huzur içerisinde yaşamışlardır. Fakat XVIII. Yüzyıldan itibaren Avrupa'da meydana gelen, siyasi sosyal ve ekonomik süreci ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sömürgecilik düşüncesi sonucunda dönemin gelişmiş büyük devletleri, menfaatleri doğrultusunda Osmanlı uyruğunda bulunan Hıristiyan unsurlarla ilgilenmeye başlamışlardır.

 

Bu ilginin yoğunlaştığı bölge, Asya'ya açılan kapı olması sebebiyle Osmanlı Doğu Anadolu'su ve güney vilayetleri idi. Dolayısıyla burada yaşayan gayrimüslim unsurlardı. Bunlar da bölgedeki Ermeniler, Suriye Lübnan ve diğer bölgelerde yaşayan Hıristiyan unsurlardı. Özellikle Ermeniler, Anadolu'nun orta kesimlerinden doğuya doğru hatta Çukurova bölgesi gibi Akdeniz'e sınır, Ortadoğu'ya, körfezlere ve doğu ticaret yollarına hakim bölgelerde yaygın olarak yaşamaları sebebiyle daha çok ilgi çekiyordu. İşte bu özel konumları sebebiyle Ermeniler ve Ermeni meselesi XVIII. yüzyıldan itibaren özellikle Rusya, Fransa ve İngiltere tarafından Şark Meselesi'nin bir parçası olarak, Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarının haklarını korumak bahanesiyle sıkça gündeme getirilmeye başlanmıştır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren bu devletlere Amerika Birleşik Devletleri de eklenmiştir.

 

Ermenilerle ilgilenen batılı devletlerin ilginç olan ortak noktaları, her devletin Ermenilere kendi mezheplerini kabul ettirerek yanlarına çekme gayretleridir. Bu açıdan Osmanlı Ermenileriyle ilk ilgilenen, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de siyasi ve ekonomik çıkarlarını temin, hatta sürekli kılmak isteyen, Rusya ve İngiltere'nin bölgede bulunmasını veya onların güdümünde bir Ermenistan kurulmasını menfaatlerine aykırı bulan Fransa olmuştur. Bu amaçla Fransa Ermeniler arasında Katolik mezhebinin yayılması için propagandalarına başlamıştır.

 

Kanuni döneminde kazandığı kapitülasyonlarla papanın siyasi ve dini nüfuzunu birleştiren Fransa, Osmanlı Ermenilerini kendisine bağlamaya çalışarak ve onları Katolikleştirerek, Osmanlı Devleti içerisinde kendisine bağlı bir müttefik meydana getirmiş oluyordu. Başlangıçta sadece İstanbul Ermenileri üzerinde yürütülen propaganda, daha sonra Anadolu'nun her tarafına özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Suriye ve Lübnan bölgesine kaydırılmıştır. Böylece Fransa, diğer Avrupa devletleriyle arasındaki rekabette Ermenilerden faydalanarak avantaj sağlamak niyetindeydi. Fransa'nın bu Katolikleştirme politikaları sonucu çok sayıda Ermeni Katolik mezhebine girmiştir.

 

Fransa, Katolikleşen Ermenilerin Fransa kralını kurtarıcı olarak göreceklerini ve bir çoğu banker olan bu Ermenilerin Osmanlı devlet kademelerindeki nüfuzlarını Fransa lehinde kullanabileceklerini düşünmüştür. Bu amaçla Katolik Ermenilere her türlü yardımda bulunmuş ve onların Fransa'da sanat ve ticaret eğitimlerini kolaylaştırmıştır. 1810 yılında Paris'te eğitim veren Doğu Dilleri Okulu'nda Ermenice kürsüsü kurdurmuştur. Aslında bu politikalarıyla Fransa, misyonerlerinin faaliyetleri ve papalığın da desteği ile Ermeni toplumunu, Gregoriyen ve Katolik olarak ikiye ayırmıştır. Sultan II Mahmut da 6 Ocak 1930 tarihinde yayınladığı fermanla, Katolik Ermeni cemaatinin ayrı bir millet olduğunu kabul etmiştir.

 

Ermeni meselesinin 93 Harbi'nden sonra uluslararası boyut kazanması üzerine Ermeniler, Doğu Anadolu'da bir devlet kurmak hayaliyle başta Fransa olmak üzere Avrupa devletleri ve Amerika ile daha sıkı ilişkiler kurmaya ve o ülkelerde siyasi faaliyetlere başlamışlardır.

 

Katolik misyonerlerin XIX. Yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'dan Paris'e gönderdikleri, özellikle maddi durumu iyi olmayan öğrenciler ve birkaç iş adamından oluşan küçük bir Ermeni toplumu Paris, Marsilya ve Lyon'a yerleşmişlerdi. Fransa'daki Ermeni toplumunun Osmanlı aleyhine faaliyetlerinin ilk adımı 1880 yılından itibaren Marsilya'da Mıgırdıç Portakalyan tarafından atılmıştır. İstanbul doğumlu bir Ermeni olan Portakalyan, 1870 yılında Van'da bir okul açarak okulu Ermeni ihtilal faaliyetleri için bir merkez haline getirmiştir. Ayrıca 1878 yılında Teoloji Koleji açmış, kolejin politik faaliyetlere karışması üzerine Portakalyan, tutuklanacağını anlayınca Fransa'ya kaçarak Fransız vatandaşlığına girmiştir. Bu hadisenin hemen ardından Portakalyan, Marsilya'da bir basımevi ve Ermeni Birliği adında bir dernek kurarak 1885'te L'Armenie adında bir gazete çıkarmıştır. Bu gazete Ermeni davasını Batı kamuoyunda tanıtmada oldukça etkili olmuştur. Portakalyan'ın bu faaliyetlerinden önce Marsilya'daki Ermeniler bir derneğe sahip değillerdi. Kiliselerine bağlı bir lokalde haftada iki defa toplanan ve İstanbul'da yayınlanan bazı Ermeni gazetelerini takip eden 50 kişi civarında bir topluluktu.

 

Ermenilerin Fransa'da basın yayın yoluyla yaptıkları Ermeni halkını bilinçlendirme faaliyetlerinin yanında, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine Berlin Antlaşması'nda yapmayı kabul ettiği ıslahatları yapması için müdahalelerde bulunmaları yönünde telkinlerde bulundukları görülüyordu. Yurt dışında bulunan Ermeniler Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerini mitingler ve konferanslar şeklinde artırarak devam ettirirlerken, Osmanlı Devleti'ndeki örgütleriyle de irtibata geçerek, Avrupa devletlerinin dikkatlerini üzerlerine çekmek için, Erzurum, Kumkapı, Merzifon, Zeytun vs. gibi yerlerde terör eylemleri yapıyorlardı.

 

Ermeniler, Osmanlı sınırlarında çıkarılan eylemleri çarpıtarak, Türklerin kendilerini yok ettikleri asılsız propagandalarıyla batı kamuoyunu kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlardı. Onların bu yöndeki propagandalarına inanan Fransız halkı, bazı devlet adamları ve bir kısım aydınlar, Ermeniler lehine faaliyetlerini artırmışlar, Batı kamuoyunda ''Zavallı Ermeni'' ''Katil Türk'' imajının yerleşmesinde önemli rol oynamışlardır.

 

1909 Adana Ermeni olayları gibi pek çok hadiseyi bahane ederek Paris ve diğer Fransız şehirlerinde protesto mitingleri düzenlemişler, 1912-13 yıllarında Osmanlı Hükümetinin yapmaya söz verdiği ıslahatları bir an evvel gerçekleştirmesi için Osmanlı Devleti'ne baskı yapmaları için Bogos Nubar Paşa önderliğinde propaganda faaliyetlerine başlamış, ıslahatları gerçekleştirmek için Avrupa devletlerini bölgeye davet etme cüretini ve cesaretini bile göstermişlerdir.

 

Fransa'dan başka Osmanlı Ermenileriyle yakından ilgilenen ve onlara kapılarını açan bir diğer ülke de Rusya olmuştur. Çarlık Rusya'sı geleneksel sıcak denizlere inme politikasının önünde büyük bir engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti'ni yıkabilmek için Doğu Anadolu'daki Osmanlı Ermenilerini ve İran'daki Ermenileri kullanmaya başlamıştır.

 

Çar I. Petro, Doğu ticaretinden rahatça faydalanabilmek için daha XVIII. yüzyılda Ermenilerden istifade etmeyi düşünmüş ve onlara kendi ülkesine geldikleri takdirde dini siyasi her türlü imkanları tanıyacağı yönünde vaatlerde bulunarak, Ermenilerin Rusya'ya bağlanması ve ondan destek beklemesini sağlamıştır. Özellikle de Rusya'nın 20 Haziran 1804 tarihinde İran ile yaptığı savaşı kazanarak İran'ın bölgedeki otoritesini kırdıktan sonra, Ermenilerle aralarında mezhep ve ırk farkı olmasına rağmen Ruslara meyletmeye başladığı görülür.

 

Ermenilerin Kafkasya'da sempatisini kazanan Ruslar, yüzyıllardır Osmanlı-İran arasında ihtilaflara neden olsa da Türk nüfusunun çoğunlukta bulunduğu (% 73) Revan Hanlığı'nın Ermenistan Vilayeti şekline dönüştürülmesi politikasını uygulamaya başladılar. Bu politika çerçevesinde Rus İncil Cemiyeti, 1815'te Petersburg'da 15000 Ermenice İncil bastırdı. Bu emellerini hemen hemen tamamı Türkçe konuşan Osmanlı Ermenilerine de ulaştırabilmek için 1822 yılında Türkçe İncil bastırıp Ermenilere dağıttı.

 

Bir taraftan dini propagandaya devam eden Rusya diğer yandan da Kafkaslardan güneye doğru yayılmasına devam ediyordu. Bu ilerlemesi sonucunda Ermenilerin kutsal şehri olan Eçmiyazin şehrinin de bulunduğu Revan bölgesini ele geçirdi. Rusya'nın bu yayılmasına karşı koyamayan İran ile Rusya arasında 5 Mart 1828 yılında imzalanan Türkmençay Antlaşması Ermeniler için de bir dönüm noktası olmuştur. Başlangıçta bağımsız bir Ermenistan olarak ilan edilen bölge, kısa süre sonra Rusya tarafından ilhak edilmiştir.

 

İran'la yapılan savaşta Ermeniler Ruslara öncülük ve kılavuzluk ettiler. Özellikle Türkmençay Anlaşması'nın imzalanmasının ardından etrafta bulunan ve bölge sınırları dışında kalan Ermeniler gönüllü veya bazen zorla mal-mülklerini satarak Revan bölgesine göçürülmüşlerdir. Böylece Çar I. Nikola Revan Hanlığı'nı Ermenistan Vilayeti'ne çevirme yönünde önemli bir adım atmış oluyordu. Rusya, bu faaliyetleriyle Doğu ve Batı Türklüğünün irtibatını kesmiş oluyordu.

 

Rusya'da Ermeni diasporasının ortaya çıkması işte bu olaylar sonrası görülür. Yaşadıkları bölgede mezhep ırk ve inanç farkı olmasına rağmen tek Hıristiyan olan Rusya'dan başka yakınlaşacakları devlet olmayan Ermeniler, kiliselerinin de tesiriyle Rusya'ya çeşitli sebeplerle göç etme ve yerleşme haklarını elde ettiler. Ermeni gençlerinin bir çoğuna Rusya'daki üniversitelerde okuma hakkı tanındı. Bu üniversitelerde yetişen gençlerden bazıları da Rus devletinin idari ve askeri kadrolarına atandılar.

 

Ayrıca Ruslar saygın ilim kurumlarından olan Petersburg'daki İmparatorluk İlimler Akademisi'nde Ermeni tarihi ve Edebiyatı üzerine metin ve tercümeler yayınlamaya başlayarak Ermeni aydın sınıfının da yetişmesine ve onların kültürel kimliklerini geliştirmelerine yardımcı oluyorlardı. Böylece Osmanlı Ermenilerine de ulaşarak Osmanlı Devleti'ni içten vuracak bir güce kavuşmayı amaçlıyorlardı.

 

Ruslar bu amaçlarında da başarılı olduklarını 1828-29 Osmanlı-Rus Harbinde gördüler. Çünkü ordularındaki Ermeni subaylar ve idari kadrolar, bu savaşta Osmanlı Ermenileriyle karşı karşıya geldiler, onların Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtılmalarında etkin görev aldılar. Üstelik savaşın sonunda imzalanan Edirne Antlaşması'na konulan bir madde ile -İran'da olduğu gibi- Rusya'ya göç etmek isteyen Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlara izin verilmesi yönünde şartlar ileri sürüldü. Bunun sonucunda da 1830 yılında Rusya'ya oldukça fazla sayıda Ermeni'nin göç ettiği görüldü.

 

Rusya ayrıca egemenliği altına giren Ermenilerin inanç serbestisini tanıdığını 1836 yılında resmen bildirerek, dini merkez olan Eçmiyazin'i Osmanlı Ermenileri dahil bütün Ermeni milletinin cazibe merkezi haline gelmesini amaçlıyordu. Böylece Rusya, Gregoryen Ermenilerini yanına çekerek Doğu Anadolu'da emelleri olan İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bölgedeki faaliyetlerini engellemeye çalışıyordu.

 

Rus Çarı, ülkesinde yaşayan ve emrinde çalışan Ermeniler vasıtasıyla Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için önemli bir faaliyet daha göstermişti ki bu da, 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sırasında, bölgede yaşayan Rus yanlısı Ermenilere silah, araç, gereç sağlayarak Rus ordusunun bölgedeki faaliyetlerini kolaylaştırmış olacaktı. Kaldı ki 93 Harbi sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nda Osmanlı Ermenileri ile ilgili bir maddenin bulunması, Ermeni meselesinin ilk kez uluslararası bir antlaşmada yer almasını sağlamış oluyordu.

 

Ermenilerin din ve mezheplerine karışmıyormuş gibi görünen Rusya yavaş yavaş onları Ortodokslaştırma planı uyguluyordu. Yukarıda Fransızların politikalarında değindiğimiz gibi her devlet bölge ahalisine kendi mezhebini kabul ettirme peşinde idi. Ruslar aslında özellikle Osmanlı Ermenilerini kendi nüfuzuna alarak Doğu Anadolu'nun ardından Adana ve Çukurova'ya inmeyi planlıyorlardı. Ermeniler de Rusya'nın bu politikasına alet olarak kendilerine Çukurova'dan başlayıp bütün Doğu Anadolu'yu kapsayan bir devlet kuracağına inanıyordu.

 

Bu arada bazı Ermeni grupları Rusya hakimiyetindeki Kafkas topraklarına göç ediyorlardı. Doğu Anadolu bölgesi ile yakından ilgilenen ve Hamidiye alaylarının kurulmasından memnun olmayan Rusya, bölgedeki Ermenileri göçe teşvik ediyordu. Rusya'nın amacı, Osmanlı Devleti'nin aşiretleri silahlandırarak Ermenilere saldırmaları sonucu Ermeniler Rusya'ya iltica etmeye mecbur kalıyorlarmış gibi bir hava yaratarak Avrupa'nın dikkatini bölgenin üzerine çekmek idi. Rusların bu emel ve faaliyetlerini Ermeni gazeteleri de sürekli işleyerek Ermeniler arasında ve Avrupa kamuoyunda Rusların politikalarını destekler mahiyette propaganda yapıyorlardı.

 

Aslında bu şartlar altında Ermeniler Osmanlı idaresinden gerçekten memnun kalmamış olsalardı Rusya'ya göçenlerin sayısının oldukça fazla olması gerekirdi. Rusya da zaten Kafkasya'ya kitlesel bir Ermeni göçünü istemiyordu. Hatta bazı Ermeni gurupların bazen Rus yetkililer tarafından geri çevrildikleri de görülmüştü.

 

Doğu Anadolu'da Ermenilerin bulunduğu Osmanlı vilayetlerinin Birinci Dünya Savaşı'na kadar Rusya'nın elinde bulunması, Osmanlı Ermenileri ile Kafkas Ermenilerinin bir bütün olarak kaynaşmaları ve beraber hareket etmeleri imkanını sağlamıştı. Hatta bölgede Osmanlı Devleti aleyhine faaliyet gösterip yakalananlar üzerinde Rus pasaportu çıkması, bu pasaportların el altından komite üyelerine dağıtılması, hem Rusya'nın bölgedeki faaliyetlerini göstermesi hem de Osmanlı Devletinin kapitülasyonlar sebebiyle bu gibilere bir şey yapamaması, içine düştüğü zor durumu göstermesi bakımından önemliydi. Kaldı ki bunun sonucu Birinci Dünya Harbi öncesinde ve harp süresince Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmaları, Osmanlı Devleti'ne ihanete varan terör ve isyan faaliyetlerinde bulunmaları ve sonucunda Osmanlı Hükümetinin Tehcir yasasını çıkararak uygulamak zorunda kaldığı bilinen bir gerçektir.

 

Ermeni diasporasının oluştuğu ve faaliyetlerini günümüze kadar sürdürdüğü bir diğer ülke de Amerika Birleşik Devletleri (ABD)dir. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Amerika'da bir Ermeni varlığı yoktu. Ermeniler XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş Amerika'ya göç etmeye başladılar. Osmanlı Devleti'nden Amerika'ya yönelik Ermeni göçünü, Anadolu'ya 1820'li yıllarda gelen Amerikalı misyonerler başlattılar. 1830'dan itibaren İstanbul'u kendilerine merkez edinen Amerikan misyonerleri, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar gidip Ermeniler adına bir eğitim seferberliği başlattılar. Bu eğitim sonucu Ermeni gençlerinde Amerika'yı görme arzusu uyandı. İşte Amerika'ya göç eden Ermenilerin ilk grubunu, eğitimlerini sürdürmek amacıyla Amerika'ya giden bu öğrenciler teşkil etmekteydi. Eğitimini tamamlayanlardan bir kısmı Amerika'ya yerleşti. Amerikan pasaportu ile dönenlerden din eğitimi almış olanlar Protestan kilisesinde, hukuk, tıp ve eczacılık eğitimi görenler ise İstanbul'da serbest olarak çalışmaya başladılar.

 

Amerika'ya giden ikinci Ermeni grubunu küçük esnaf, sanatkar ve köylü sınıfı oluşturmaktaydı. Bunlar daha çok tarım ve sanayi alanındaki gelişmeler sonucu büyük miktarda iş gücüne ihtiyacı alan Amerika'nın isteklerine uygundu. Ancak bu göçmenler daha çok misyonerlerin yoğun olarak faaliyet gösterdikleri yerlerde ikamet edenlerdendi. Önce bekarlar gitmiş daha sonra yakınlarını götürmüşlerdir. Üçüncü grubu ise isyanlar sonucu Anadolu'yu terk edenler oluşturmaktaydı. 1890 yılından itibaren Anadolu'da meydana gelen başarısız isyan hareketleri sonucu Ermeni ahalisinin desteğini alamayan zengin şehirli tüccarlar ve ihtilalci dernek üyeleridir. Ayrıca bu grup İran, Mısır, Avrupa'daki diğer ülkelere de göç etmişlerdir.

 

Amerika'ya göçen Ermenilerin faaliyetleri sonucunda 1894 tarihinde ilk defa Amerika Senatosunda Ermeni sorunu gündeme gelmişti. Amerika, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde açtığı okullar vasıtasıyla Anadolu'daki Ermenileri Protestan mezhebine çekmeye başlamıştı. Bunu daha ileri götürerek 1895 yılında Sivas ve Erzurum'da Amerikan konsolosluğu açıldı. Bu dönemde Ermeni Hınçak ve Taşnak komiteleri Anadolu'da kanlı eylemlere başladılar.

 

1896 yılından sonra özellikle Amerikan misyonerlerin faaliyetlerinin yoğun olduğu Harput, Merzifon gibi önemli merkezlerde yaşayan Ermeni nüfusunun yarıdan fazlası Amerika'ya göç etti. Dikkat çekici olan nokta Osmanlı'dan göçen Ermenilerin bazılarının, Amerikan pasaportu alarak geri dönmeleri ve kanlı eylemlere karışmalarıdır. Osmanlı Devleti bu gibi kimseleri yakalayıp tutukladığı, cezalandırmak istediği zaman Amerikan makamları müdahale ederek kendi vatandaşı olduğu iddiasıyla bu Ermenileri resmen himaye etmişti.

 

Osmanlı topraklarında Amerika desteğiyle Ermenilerin karıştığı bu gelişmeler yaşanırken, 1880 tarihinden itibaren Amerika basınında sistematik biçimde Ermeni propagandası yapılıyordu. Türklerin Ermenilere baskı yaptığı ve katliamlar yaptığı iddiaları sürekli gündeme getirilerek Osmanlı Hükümeti devamlı suçlanıyordu.

 

Sonuç olarak, bütün büyük Avrupa devletleri ve Amerika, Osmanlı Ermenilerine kendi menfaatleri doğrultusunda müdahalelerde bulunmuş, misyonerleri vasıtasıyla kendi mezheplerine çekmek şeklinde aslında Ermenileri mezhep olarak bölmüşlerdir. Ermeniler de bu ülkelerin misyonerleri aracılığı ile o ülkelere göç emiş, büyük ölçüde eğitim görme bahanesiyle gitmiş, daha sonra bazı ailelerin de göçtüğü görülmüştür. Bütün büyük devletlere göç eden Ermeniler kendilerine kucak açan ülke yetkililerinin de desteğiyle organize olarak örgütler kurmuşlar, hatta bu örgütlerin şubelerini Anadolu'da açacak kadar ileri gitmişlerdir.

 

Yine ülke dışına giden Ermeniler yaşadıkları ülkelerde askeri ve idari açıdan eğitimlerini tamamlayarak önemli noktalara gelmiş, hatta o ülkelerin Osmanlı Devleti'ne karşı izledikleri politikalara yön verecek kadar ileri gitmişlerdi. Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı coğrafya üzerinde emelleri olan büyük devletler de buradaki Ermeni yandaşlarından da istifade ederek bölge üzerindeki politikalarını gerçekleştirme imkanlarını aramışlardır. Neticede, Ermeniler Osmanlı'dan ayrılıp bağımsız devlet kurma hayallerini gerçekleştirebilmek için göç edip yerleşerek diaspora oluşturdukları ülkeleri, bu ülkeler de Ortadoğu ve Osmanlı coğrafyasındaki politikalarını gerçekleştirmede taşeron olarak Ermenileri kullanmışlardı...

 

türkiyenin bence çok değerli tarihçilerinden,sevgili hocamın makalesidir....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BANA KALIRSA TURKIYE CUMHURIYETI BU KONUDA BUYUK OLCUDE HAKSIZDIR ... OLEN ERMENILERIN YAKINLARINDAN OZUR DILENMELIDIR ... ZORUNLU GOC HUSUSUNDA DEVLETIN MUHACIRLERIN GUVENLIGINI SAGLAYAMAMASI TAMAMIYLE KABUL EDILEMEZ BI VAKA ... ANADOLU NUN BUYUK ZENGINLIKLERININ KAYNAGI BOLGEDEKI ETNIK CESITLIKLIKTI VE BU VE BENZERI POLITIKALAR ANADOLU NUN VE TURKIYE NIN KULTUREL OLARAK SIGLASMASINA VE DE YOZLASMASINA SEBEP OLMUSTUR ... TEK BIR INSANIN BILE ETNIK KIMLIGINDEN DOLAYI OLDURULMESI VEYE BASKIYA MARUZ BIRAKILMASI KABUL EDILEMEZ ... SAYGILARIMLA ...

 

EROL

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşlar uzn bir makale farkındayım ama lütfen okuyun,konuyu bu şekilde derli toplu ele alan nadir yazılardan biridir.

 

Tehcirden Soykırım Malzemesi Çıkar mı?

 

 

Soykırım yalanının odağında en fazla da, "Tehcir Hâdisesi" yer almaktadır. Osmanlı Devleti, I. Dünya Harbi esnasında, Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapıp ihanet etmesi üzerine, 27 Mayıs 1915’te, tartışmalara sebep olan ve Ermenilerin (ve destekçisi Batılıların) bir kaşık suda fırtına kopardıkları, meşhur "Sevk ve İskân Kanunu"nu bazı cebrî ve zecrî tedbirler almak mecburiyetinde kalmıştır. Uygulama, soykırım kastıyla değil; Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik ve ikmâlini aksatan isyankâr unsurların bölgeden uzaklaştırılması; yani sınır dışı etmeden ülke içi nakil işleminin gerçekleştirilmesidir. Kanun gereğince, olaylara karışıp savaş suçu (ihanet) işleyen Ermeniler, Osmanlı sınırları içerisindeki Suriye’ye zorunlu göçe tâbi tutulmuş; fakat sevkıyat sırasında kış mevsiminin çetin şartları ve salgın hastalıklar yüzünden birçok Ermeni telef olmuştur. İşte, Ermenilerin ve onlara arka çıkan Batılıların kıyameti kopardıkları nokta da burasıdır; tehciri merkeze oturtarak Osmanlı’nın, 1878 Berlin Antlaşması öncesinden beridir Ermenileri toplu katliâma; yani "soykırıma" mâruz bıraktığını iddia etmektedirler. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun ortaya koyduğu rakamlara göre, sevk edilen toplam insan sayısı 438.758’dir. Bunlardan 382.184’ü yerlerine ulaşarak iskân edilmişlerdir. Aradaki 56.610 kişilik farkın 6.610’u, yola çıkıp da tehcirin durdurulması sebebiyle bulundukları vilayetlerde alıkonanlardır. Kayıp nüfus toplamı sadece 50.000’dir. Bunların 25-30.000’i hastalıktan, 10.000 civarındaki eşkıya saldırılarından, diğerleri de uygun olmayan yol şartlarından (soğuk, açlık vs.) ölmüşlerdir. Sevk ve iskan, Ermenilerin yaşadığı bütün vilayetlerde uygulanmamış; İstanbul, İzmir, Bursa, Kütahya, Aydın gibi bazı vilayetlerde ikamet eden Ermeniler, hastalar, özürlüler, sakatlar, yaşlılar, yetim çocuklar, gebe ve dul kadınlar (bunlar bulundukları mahallerde koruma altına alınıp, ihtiyaçları devletçe Göçmen Ödeneğinden karşılanmıştır), Osmanlı ordusunda görevli Ermenilerin aileleri, Reji İdaresi, Osmanlı Bankası ve Konsolosluklarda çalışan Ermeniler ve aileleri, Katolik ve Protestan Ermeniler olmak üzere, toplam 167.778 kişi sevk ve iskânın dışında tutulmuştur.

Zorunlu göç, yerel jandarma ve mülki amirlerin kontrolünde başlamış ve hükümet yayınladığı emirlerle kimsenin zarar görmemesi için talimatlar vermiştir. Sevk mıntıkalarına devamlı müfettişler gönderilmiştir. Hatta, Osmanlı hükümeti mütareke döneminde, olaylarda ihmali görülenler hakkında açtığı soruşturmalar neticesinde; 1397 görevliyi cezalandırıp, 40 kişiyi idama mahkum etmiştir. O kadar ki, 19 Nisan 1919’da Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey haksız yere idama mahkum olmuştur. Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından çıkarılan talimatlar ve hükümetin aldığı kararlar uyarınca sevk ve iskân işleminin şu şekilde yapılacağı hükme bağlanmıştır: Göçe tâbi tutulan ahali, kendilerine tahsis edilen bölgelere rahat bir şekilde, can ve mal emniyetleri sağlanarak nakledilecektir. Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri göçmenler ödeneğinden karşılanacaktır. Eski malî ve iktisadî durumları göz önünde tutularak kendilerine emlâk ve arazi verilecek, muhtaç olanlara hükümetçe mesken inşa edilecek, çiftçi ve zanaat erbabına tohumluk ve âlet temin edilecektir. Geride bıraktıkları taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine uygun şekilde ulaştırılacaktır. Ermenilerin boşalttıkları şehir ve köylerdeki gayri menkulleri tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra bu köylere yerleştirilecek muhacirlere tevzi edilecektir. Muhacirlerin zeytinlik, dutluk, bağ, dükkan, fabrika, depo gibi gelir getiren yerleri müzayede ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir. Yer değiştirme olayının canlı şahitleri, naklin büyük bir intizam içinde gerçekleştiğini yazmışlardır. Bunların başında gelen Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915’te, büyükelçi Morgenthau’a gönderdiği raporda aynen şunları kaleme almıştır: "Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhı Ermenilerle doludur. Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat etmektedirler. Kalabalık yüzünden çektikleri sefalet ve zahmete rağmen hükümet, bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte; şiddete ve intizamsızlığa yer vermemekte, göçmenlere yeteri kadar bilet sağlanmakta ve muhtaç olanlara yardımda bulunmaktadır."

Tarafsız ve muteber yabancı kaynakların ekseriyeti dâhi, Osmanlı’nın, Ermenilere en hafif, en insanî ve sağduyulu cezayı verip, "dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasını" gerçekleştirerek; kendisini ve Ermenileri bu vartadan, en az zararla sıyırdığı hususunda ittifak etmektedir. Tehcir olayından bir "soykırım malzemesinin" çıkartılmasının imkânsızlığına, Türk Tarih Kurumu üyesi Prof Dr. Justin McCarthy, şöyle değinmektedir: "Göç ettirilen Ermenilerin 3’te 2’si Suriye’ye varabildi. Buna soykırım diyenler, aynı dönemde İstanbul ve İzmir’deki Ermenilerin varlığını görmüyorlar. O zaman, bir soykırımdan bahsetmek mümkün değildir." Devlet Arşivleri Genel Müdürü Yusuf Sarınay da, iddia sahiplerine haklı olarak şu soruyu tevcih etmektedir: "Katliam yapmak amacında olan bir yönetimin; iaşe, can güvenliği, malların muhafazası ve iadesi, ihmali görülen ve suç işleyen görevlilerin görevlerinden alınmaları, cezalandırılmaları vb. konularda, bu kadar hassas davranması mümkün müdür?" Konu hakkında, Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun nihaî değerlendirmesi ise şöyledir: "İddialarda bulunanlar, Ermenilerin toplu bir katliama tâbi tutulduğunu açıkça belirten bir kaynağa dayanmadıkları gibi, özellikle o dönemdeki hükümetin böyle bir emir verdiğine, hatta imâda bulunduğuna dair de somut bir belge ortaya koyamamaktadırlar. Kaldı ki, öldürüldüğü iddia edilenler nereye gömülmüştür? Toplu mezarlar nerededir? İddiada bulunanlar bunu açıklamak, toplu mezarları göstermek mecburiyetindedirler. Ermeni delegasyon başkanı Bogos Nubar Paşa, Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda; Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin ne miktarda hangi ülkelere sürüldüklerini bildirerek, tehcirin bir soykırım olmadığını bir yerde ispat etmiştir. Asıl şaşırtıcı olan, bu zatın ifade ettiği rakamların Osmanlı Arşivindeki tehcir edilenlerle ilgili şehir şehir verilen rakamlarla uyuşmasıdır. Osmanlı Arşivinde Ermeni konusunu araştıran yerli ve yabancı bilim adamları, Ermenilerin şu veya bu ad altında sistemli bir öldürme hareketine maruz kaldıklarını söyleyememektedirler. Haçlı seferlerinin neden yapıldığını bilenler, masun Ermenilerin kimler tarafından neye âlet edildiklerini ve ne için kandırıldıklarını da bileceklerdir. Dünyayı geçmişte sömüren, sömürgeler kuran ve hâlen sömürenler, sömürgelerinde yüz binlerce, milyonlarca insanı katledenler, "siyah abanoz ticareti" yapanlar, hayrettir ki bugün sözde Ermenileri koruyanlardır. Ne garip, ne kadar inandırıcı ve ne kadar insanî!? Buna inanılmasını isteyenler ise ne kadar akıllı!.."

Sonuç olarak, uzmanların ekseriyeti, tehcir olayının soykırım ile ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını; daha çok bir "mukâtele"den (karşılıklı vuruşmak, öldürmek) bahsetmenin, gerçeğe en yakın sağlıklı bir değerlendirme olduğunu benimsemiş durumdadır. Osmanlı Devleti’nin, sözünü ettiğimiz sevk ve iskân uygulamasında, BM’lerin 11 Ocak 1951 tarihli "Soykırım Sözleşmesinde" tanımlanan herhangi bir soykırım unsurunun/suçunun; tüm Ermenileri sırf Ermeni olduğu için kasıtlı toplu yok etme girişiminin bulunmadığı gayet açıktır. Osmanlı’nın "Tehcir" uygulaması; âsi, saldırgan, bölücü, düşmanla işbirliği yapan, cephe gerisinde Müslümanları katlederek köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun intikâl ve ikmâl yollarını kesen bir "isyan/ihanet eden topluluğu" cezaî tedbirlerle bölgeden zorunlu/tabiî olarak göç ettirme hâdisesi biçiminde vukû bulmuştur.

Otoritelerin yukarıda yer verdiğimiz görüşlerine ilaveten, tehcir ve sözde soykırım meselesine bir de rakamların diliyle baktığımızda, "iftira komedyası"nın daha belirgin bir vaziyette sırıttığını görmemek imkânsızdır: Osmanlı Devleti’nin 1914 yılı istatistiklerine göre tüm Ermenilerin sayısı, 1.234.671’dir. 1885, 1897 ve 1906 yılı istatistiklerinde bu sayı daha da düşüktür. Ermenileri düşündüğünü ifade eden Fransız Tournebize, 1900 yılında yazdığı kitapta, Ermenilerin tamamını 1.300.000 olarak göstermiştir. Amerikalı H. Lynch, 1901 yılında yazdığı kitapta, 1.324.246 rakamını; Amerikalı Tarihçi Stanford J. Shaw, 1.229.007 rakamını; L. De Constenson, 1.400.000 rakamını vermiştir. Ermeni tarihçi Kevork Aslan da, 1914 yılında Fransızca yazdığı tarih kitabında, Ermenilerin toplam sayısını 1.800.000 olarak belirtirken; H. Paster Madijian 1.700.000 sayısı (Ermeni yazarlar ve Patrikhane kayıtlarına bakılırsa toplam nüfusları 5.000.000 kadardır) üzerinde durmuş; ancak Kevork Aslan ve H. Paster Madijian’ın öne sürdüğü rakamların abartılı olduğu kabul edilmektedir. Çünkü resmî dokümanlarla, yabancı kaynakların verdiği sayılar birbiriyle örtüşmektedir. Verilen bu rakamların, bütün iyi niyetimizi kullanarak ortalamasını alırsak; Osmanlı yönetimindeki bütün Ermenilerin toplam nüfusunun, yaklaşık 1.500.000 civarında olduğu sonucuna varırız. Bu sayılar, 1915 tehcir olayından önceki sayılardır. Oysa, tehcir olayı dolayısıyla 1.500.000 Ermeni’nin öldüğü iddia edilmekte ve "sözde soykırım"dan bahsedilmektedir. Halbuki, bu olaylardan sonra yapılan istatistikler, yabancı kaynaklar ve raporlar; Osmanlı yönetimindeki Ermenilerin sayısının 1.300.000 civarında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sayılar bize, bırakın "soykırım"ı, Ermenilerin nüfusunda ciddî bir azalma bile olmadığını göstermektedir.

En fanatik yazarların rakamları bile esas alınsa, en fazla 200.000-300.000 civarında bir nüfus farkı oluştuğu görülmektedir. Bu fark da, bir kısmının korkuyla kendisini gizlemesinden, isim ve din değiştirerek başka bir bölgede yaşamaya devam etmesinden, bir kısmının göç şartları dolayısıyla ölmüş olmasından, bir kısmının çeşitli vasıtalarla başka ülkelere (Amerika, Fransa gibi) gitmesinden kaynaklanmaktadır. Zâten, zaman zaman öldüğü kabul edilen kimselerin Amerika ve Fransa gibi yerlerde görünmesi bu düşünceyi desteklemektedir. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, İngiliz, Fransız ve Amerikan arşivlerinden, 1 milyon 400 Ermeni’nin Osmanlı topraklarından yurtdışına çıktığını tespit ettiklerini kaydetmekte ve "öldürüldü" denilen Ermenilerin yaşadığını şöyle ispatlamaktadır: "1918’de, şehir şehir tarayarak, Anadolu’da 650 bin Ermeni’nin olduğunu tespit ettik. Amerika, Arjantin, Avusturya, Fransa gibi ülkelere gittiklerine dair belgeler bulduk. Mesela, ABD’ye giden gemilerin yolcu listelerini inceledik. Ölü denilen Ermenilerin aslında göç ettiklerini belirledik."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...

karakurt; hayır öz türküm 300 senelik seceremiz var aile etrafımızda kurmaylarda var askeri geleneklere göre kurmay olabilmek 7 ceddinin karışmamış olması gerekli , ben rumla evli olduğum için benim çocuklarım polis bile olamaz.

90 sene evvelki beyinleri ve kötü günleri tartışmak pek hoş değil ama ister istemez mevzu yapıyoruz. 20 Sene evvel bir almanla şakalaşırken ağzımdan sende yudun morda çıktı yavudi kağtili demek alman bir hiddetlendi şaka ciddileşti sen bana böyle söz söyliyemezsin dedi, babalarımız dedelerimiz yne yaptıysa bunun için beni suçluyamazsın biz ikimiz iyi arkadaşız o kadar dedi bir anlamda doğru geçmişi bırakmak lazım artık beraber yaşamalıyız gılobal olmak lazım.

ınanamıyorum ... tarıhı sen mı bılıyorsun ...pes ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ermenı olayları , yanılmıyorsam bu konularda yetkılı uluslararası bır mahkeme tarafından 'soykırım ' olarak tanımlanmıs ama bu mahkemenın kurulus antlasması olaydan sonra ımzalandıgı ve mahkeme olaydan sonra kuruldugu ıcın olayın adı konulamamıs ve mahkeme gerıye donuk karar verememıstı ... Zaten su acıdan bakarsak uluslararası yasalar uyarınca soykırımın nıtelıgını nıcelık baglamaz ;yanı kac kısının oldugu onemlı degıldır , asıl kınanması gereken konu ınsanların etnık yaradılıslarından dolayı oldurulmus olmasıdır ve eger bu olay gerceklestıyse uzerımızde buyuk bı utanc var demektır ... sahsıma boyle bı olaydan derın hıcap duyarım ...

Tarih: Düzenleyen: erolpolitika
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

 

soykırım(jenosit): bir ırkın , başka bir ırk tarafından istemli ve sistemli olarak ortadan kaldırılmasdır.

 

tarihin ilk soykırımı bu tanıma göre;

 

mö,640 tarihinde asurlar tarafından elam ırkına karşı uygulanmıştır..

 

sonrasında;

 

[...]

 

YUNANLILARIN BATI TRAKYA’DA TÜRKLERE KARŞI ASİMİLASYON YOLUYLA UYGULADIĞI ETNİK VE KÜLTÜREL SOYKIRIM

 

 

 

Zeynoo hanim,

 

Turklerin Kurdistan'in kuzeyindeki (resmi olarak Turkiye'deki) Kurtleri Turklestirme yolu ile uygulamaya calistigi soykirimi unutmussunuz. Sanirim tekniki bir hata yuzunden, yoksa bilginin kaynaginin kitap degil de yurek oldugunu ve dogrularin goreceli ve selektif olmadigini sizin de bildiginizden eminim.

 

Ayrica hatirlattigim soykirim size yabanci geliyorsa -ki olabilir-, size bu sefer gorevleri sadece egemen sistemleri ayakta tutmak icin "fikir" ureten "akademisyenlerin" eninde sonunda cöpu boylayacaklarini hatirlatirim.

 

Sevgilerimle

 

Bozo Avdan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.