Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2013 .. KITA Cömerdin avucu akçesiz kalınca kapısının kapanmasınızüğürtlüğüne say; cimrinin kapısını örtmasi de akçadağarcığının başını bağlamak içindir. HİKÂYEHatem'e sordular:"Senden daha cömert bir kimseyi gördün mü?""Evet," dedi."Bir gün öksüz bir çocuğun evine inmiştim. On beş koyunu vardı. Hemen birini kesti, pişirerek önüme getirdi. Koyun kebabının bir parçası hoşuma gitti. Yerken, 'kebabın bu parçası pek tatlıdır,' dedim. Çocuk dışarı çıktı. Bütün koyunları birer birer kesmiş, hoşuma giden yerlerini pişirmiş ve tekrar önüme getirmişti. Ben bu hali bilmiyordum. Atıma binmek üzere dışarı çıktığım zaman, evin dışında pek çok kan akmış olduğunu gördüm.'Bu nedir?' diye sebebini sordum.Çocuğun bütün koyunları kesmiş olduğunu söylediler.Onu ayıplayarak:'Niçin böyle yaptın?' dedim. Cevap verdi:'Nasıl olur da ben senin hoşuna giden bir şeye malik olayım da onda kıskanç davranayım? Bu araplar arasında çirkin huyluluk olur.' " Sonra Hatem'e sordular:"O ikramın karşılığında sen ne verdin?""Üç yüz baş kızıl tüylü deve ile beş yüz koyun verdim.""O halde sen ondan daha cömertsin." dediler.Hatem şu cevabı verdi:"Ne kadar uzak! O nesi varsa verdi. Halbuki ben, birçok varlıklarımın ancak az bir kısmını verdim, fazlasını veremedim." KITA Yarım ekmeği olan bir yoksulun, bunun tamamınıevindeki misafirlere ikram etmesi; cihan şahınınkendi hazinesinden yarısını bağışlamasından dahaüstün bir harekettir. HİKÂYEŞairin biri bir menfaat umudu ile Maani Zaide'ninkapısına geldi. Bir kaç gün orada dolaştı. İçeriyegirme imkânı bulamadı.Nihayet Maan'ın bahçıvanından iltimas diledi.Efendisi bağa gelip de havuz başına oturduğu birzamanda kendisine haber vermesini rica etti.Beklediği vakit gelmiş, bahçıvan da şaire habervermişti.Şair, aşağıdaki beyiti bir tahta parçasına yazaraksuya attı: BEYİT"Ey Maan'ın cömertliği! Sen gizlice ona dileğimi söyle; Benim için senden başka yardımcı yoktur."Tahta parçası Maan'ın önüne gelince; onu sudançıkartmalarını emretti. Üzerindeki yazıyı okuduve şairi yanına çağırdı. Yüz bin altın verdi. Tahtaparçasını oturduğu minderin altına koydu.İkinci gün, tahtayı minderin altından çıkararaktekrar okudu. Yine şairi istedi. Yüz bin akçe debu sefer ihsan etti.Üçüncü gün, aynı surette hareket etti.Şair bu halden korktu.Olmaya ki verdiği caizelerden pişman olur dageri ister diye düşünüyordu. Nihayet kaçtı.Maan, dördüncü gün tekrar tahta parçasınıdışarı çıkardı, şairi yanına çağırdı fakat bulamadı.Dedi ki:"Hazinemde bir tek altın kalmayıncaya kadar ona bazı ihsanlarda bulunmak, benim cömertliğimin zimmetimde bir borçtu. Fakat ne çare ki, ihsanları adamın havsalası kabul etmedi." KITA Kerem sahibi kimdir?O kimsedir ki, dilenci onun kapısında gönlüne sığacakderecede umut besleye.Halbuki o ihsan elini açar, o kadar bağışta bulunur ki,dilencinin himmetinin havsalasına sığmaz. .. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 9 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 9 Aralık , 2013 .. KITA Bir ârabî, arap reislerinden bir cömerdin uğurunukutlamak için bir kaside yazarak ona okumuş vesonunda şöyle demişti: ŞİİR"Bana ellerini uzat ki, onun içi nimetler saçmayı ve dışı öpülmeyi âdet edinmiştir."'Camî, yukarıdaki arapça beyti şu surette tavzih ediyor:'"Yani, benim tarafıma o eli uzat ki, onun avucunun içi, mal ve altın bağışlamayı, arkası da dilek sahipleri ve yoksullar tarafından öpülmeyi âdet edinmiştir."Cömert, ârabîye elini uzattı.Şair öptü ve cömert de şaka yoliyle dedi ki:"Dudaklarının kılları elimi tırmaladı."Şair cevap verdi:"Kükremiş arslanların pençesine, kirpinin dikenlerinden ne ziyan gelir?"Bu söz cömerdin çok hoşuna gitti:"Bu cevap benim nazarımda o kasideden daha güzeldir." dedi. Kaside için bin akçe ve cevap için de üç bin akçe verilmesini emretti. KITA Şairler, dilediklerini, yazdıkları güzellemelerle göklereyükseltirler. Sözden anlamayanları da yerlere geçirirler.Söz eri'nin kim olduğunu bilir misin?O kimsedir ki, kötüyü iyiden, iyiyi de daha iyiden ayırabilir. BAHÇE VBeşinci bahçede; aşk ve muhabbet çemenleri bülbüllerinhalinden, şevk ve sevgi derneklerindeki pervanelerinkanatlarının yanmasından bahsedilecektir.Bu söz peygamberlik kandilinin ışığından alınmıştır:"Kim ki sever, namusunu korur ve sevgisini içinde saklarsa öldüğü zaman şehitlik mertebesine erer!"Camî, bu hadîsi tefsir ediyor:"Yani; her kim ki aşk cazibesine tutulur da sevginin güzellikleriyle kaynaşır ve bu işte namusunu korumak, sevgisini gizlemek yolunu tutarsa, öldüğü vakit şehit gider. Aşkta namus ve sır saklamanın şart olması; tabiatın istekleri ve nefsin havasiyle bulaşmaması içindir. Çünkü, ona erişebilmekte bu vasıtalara baş vurulur ve aşkın sırları açıklanırsa, o zaman insanlık ruhuna yaraşan bir fazilet değil, belki hayvana benzeyen nefsin isteklerinden sayılır." KITA İnsanlık şerefine yakışan aşk, her neredeyse sakınmakve gizlemek de ona gerekli bulunan meziyetlerdendir.Tabiatın isteklerinden ve nefsin arzularından gelenaşk, yırtıcı canavarların tabiatına yaraşır. HİKÂYEİki akıllı arasında aşk bahsi açılmıştı.Biri dedi ki:"Aşkın hassası daima belâ ve mihnettir Âşık her zaman ıstırap çeken, belâya uğrayan insandır,"Öteki itiraz etti:"Sus! Anlaşılıyor ki sen asla cenkten sonra barış görmemiş, ayrılıktan sonra kavuşmanın tadını tatmamışsın; Dünyada aşkı sanat edinen temiz yürekli insanlardan daha hoş ve aşktan anlamıyan ağır canlılardan daha kaba kimse yoktur." KITA İnsanın gönlünün güzelliği, aşk dilberinin ışığındandır.Gönlünde güzellik olmayan güzele kim gönül verir?Anlayışı eksik olanlar bu kaideye delil isterlerse,"her cins kendi cinsini arzular" sözü buna senettir. .. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 10 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 10 Aralık , 2013 .. HİKÂYEBir vakit, hazreti Ebubekir halifelik çağlarında Medine'ninsokaklarında dolaşıyordu.Evleri kapı kapı gezerken ansızın bir eve girdi.İçeriden bir ağlama sesi işitti.Bir kadın şu beyiti okuyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu:Beyitin anlamı şu rubaidedir: RUBAÎ"Ey çehresi güzellikte aydan parlak sevgili! Senin ay yüzünün önünde güneş zebundur. Sütninem dudaklarıma memesini vermeden önce, senin mercan dudaklarının hâtırasıyla kan içtim."Bu şiirin nağmesi Ebubekir'in gönlüne pek dokundu.Kapıyı çaldı. Ev sahibi dışarıya çıktı.Halife sordu:"Köle misin yoksa serbest mi?""Köleyim.""Bu beyiti kimin sevgisiyle okuyorsun?""Ey peygamberin halifesi, Hazreti Muhammed'in mübarek türbesi hürmetine beni kendi halime bırak!""Senin gönlündeki derdi anlamadıkça buradan bir adım atamam,"Cariye gönlünden derin bir ah! çekti,Haşim oğullarından bir delikanlının adını söyledi.Halife mescide döndü, cariyenin sahibini çağırttı.Değer pahasını vererek kızcağızı satın aldı ve doğrucasevgilisinin yanına gönderdi. KITA Ey gönül!Sen bütün dünya muradından el çektikten sonra,muradının sevgilisine seni kim kavuşturabilir?Vuslat dertle, merakla elde edilir.Sende o dert ve merak yoksa, bari inle ki bir gönülehli teessür duysun. HİKÂYESesinin ve nağmesinin tatlılığıyla tanınmış, güzellikteeşsiz, türkücü bir cariye bir gün sahibinin karşısındasaz çalarak gazel söylüyordu.Gönlünde onun sevgisi yaşıyan, başında onun sevdasıdalgalanan genç bir delikanlı, pencerenin altındadikilmiş, can kulağını o sese vermiş, okuduğu gazelinince ve tatlı nağmelerinin zevkiyle kendinden geçmişbir halde dinliyordu. BEYİTSevgilinin yüzünü görebilmekten mahrum olup daayrılık duvarı arkasından onun sesini duyabilen âşık,ne bahtiyar âşıktır.Cariyenin efendisi ansızın başını pencereden sarkıttı.Delikanlıyı aşağıda görünce yanına çağırdı.Yemek sofrasına oturttu, her taraftan söz açtı.Her hünere ait bahisler ortaya attı.Genç, her şeyden ve her sözden ilgisiz bir haldekulağını efendiye, gözünü cariyeye dikmişti.Kızcağız gamzesiyle ondan ne sorarsa, delikanlıkaşlariyle cevap verir, kız kâkülleriyle her neyidüğümlerse o, çözmeye uğraşırdı. MESNEVÎDüşmanlarının rağmına biribirini seven iki âşığınkavuşmasından daha hoş hangi manzara vardır?Göz ve kaşlarının büyüsüyle anlaşarak kucaklaşmakve öpüşmek için bahane ararlar.Bu konuşma faslı devam ederken efendi, bilinenbazı zaruretler dolayısıyle meclisten dışarı çıktı.İki coşkun sevgiliyi başbaşa bıraktı. Meclis boş kalınca karşılıklı vuslat arzuları uzadı,cariye ağzını açtı, delikanlının karşısında şu feryadıinledi: KITA "Öyle bir Tanrı'ya and içerim ki, insanlarla periler gizli ve aşikâr onun kullarıdır. Sen, cihanda görmüş olduğum her yaratıktan bana daha aziz, daha sevgilisin."Delikanlı bu nükteyi işitince feryada kaldırdı: RUBAÎ"Ey, gözüm ve gönlüm aşkına menzil olan sevgili! Bütün cihan dilberlerinin güzelliği sende toplanmıştır. Gönlüm sana doğru akıyorsa hayret etme; sana âşık olmayan gönül taştır. Gönül değildir."Bundan sonra cariye dedi ki:"Dünyada bir dileğim var: kollarımız biribirine dolanmış olduğu halde, ağızlarımızın ve dudaklarımızın şekerini emmek,"Delikanlı cevap verdi:"Ben de bu arzuyu beslerim.. Fakat ne yapayım ki, ulu Tanrı buyurmuştur ki: 'Ancak Allah korkusu güdenler müstesna olmak üzere, bazı dostlar kıyamet gününde biribirine düşmandırlar',**Camî, bu ayeti şu suretle tefsir ediyor:"Yarın kıyamet gününde sevgililerin dostluğu düşmanlık rengine girer. Ancak kendini sakınan kimselerin, sevgiyi arttıran dostluğu bu kaidenin dışındadır."** İşte ben de yarın sevgimizin temellerine sarsıntı gelmesini, aşkımızın nefrete dönmesini istemiyorum."Delikanlı bu sözleri söyledikten sonra meclisten ayrıldı vegiderken bu nameyi inledi: RUBAÎ Ey gönül, Bu iki günlük sevgiden vazgeç! Çünkü geçici aşktan bir şey çıkmaz. Öyle bir aşkı seç ki, hesap gününde de onunla karar kılasın! .. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 11 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 11 Aralık , 2013 .. HİKÂYEBilgi erenlerinden biri anlatır ki:"Bir zamanlar nasihat meclisi kurar, dinleyenlerin gönüllerine irfan tohumları saçardım. Meclisime bir ihtiyar devam ediyordu. Bu vazifeden bir an bile geri durmaz, ama daima ah! çeker, göz yaşı dökerdi. Bir dakika olsun ahları, gözyaşlarından ayrılmazdı. Bir gün onu halvete çağırttım. Ağlayıp sızlamasının sebebini sordum. Bana şöyle anlattı:"Ben, genç köle ve cariye alıp satmakla uğraşan ve o yüzden geçinen bir adamdım. Bir gün üç yüz dinara küçük bir oğlan çocuğu aldım. BEYİT Sanki dudakları şeker, yanakları parlak bir aydı; henüz annesi ağzının sütünü yıkamamış. Onu büyütüp yetiştirmek için yıllarca emek çektim. Güzellk ve dilberlik icabı olan naz ve edayı öğrendi, yüzünde şuhluk izleri alevlendi. Onu Yusuf Peygamber gibi esir pazarına götürdüm. Müşterilere onun huylarını, meziyetlerini sayıp döktüm. O sırada kılığından iyi bir adam olduğu anlaşılan yakışıklı bir süvari geldi. Atının eğeri üzerinde nazlı bir heykeli andırıyordu. Göz ucuyla çocuğa baktı, hemen yanına geldi. Ondan sordu:'Adın ne? Nerelisin? Ne gibi hünerler biliyorsun? Hangi işleri yapabilirsin?'Sonra yüzünü bana döndü, kölenin fiyatını sordu.Ona dedim ki:'Her ne kadar güzellikte, yakışıkta bir altınsa da pahası tam ayarlı bin altındır.' Hiç bir şey söylemedi ve orada bulunanlardan gizliyerek elini, çocuğun eline götürdü, avucuna bir şey sıkıştırdı. Gittikten sonra tartıya vurdum. Yüz dinar geldi. İkinci ve üçüncü günlerde de böyle yaptı. Üç yüz dinarı bulunca kendi kendime; 'kölenin sermayesini tamam verdi,' dedim. Öyle görünüyor ki, genç adamın bu çocuğa gönlü düşmüş, fakat istediğim parayı vermeye kudreti yetmiyor. O pazardan ayrıldıktan sonra ben de durmadan arkasından koştum. Evini öğrendim, gece olunca kalktım. Çocuğu nefis elbiselerle süsledim. Hoş kokular sürdüm ve doğruca evine götürdüm, kapısını çaldım. Dışarı çıktı, bizi görünce şaşkın bir halde:'İnna Lillâh ve İnna ileyhi raciûn" dedi. Sonra sordu:'Sizi hangi rüzgâr attı? Benim evimi size kim gösterdi?' Ben dedim ki:'Bazı şehzadeler çocuğa müşteri çıktılar. Aramızda uyuşamadık. Bu gece de başına bir felâket getireceklerinden korktum. Onu sana emanet edeceğim. Bu gece senin himayende rahatça uyusun.'Bana:'Sen de beraber gel, yanında bulun,' dedi. Ben, çok ehemmiyetli bir işim olduğundan, orada kalamıyacağımdan bahisle çocuğu ona bırakarak ayrıldım. Evime döndüm. Kapımı kapadım. Şimdi başımı yastığa koymuş, bu gece iki sevdalı arasında geçecek macerayı düşünüyordum. Bir kapı sesi geldi. Bu sesin arkasından köle titreyerek ve göz yaşı dökerek içeri girdi. Hemen sordum:'Ne oldu sana?O delikanlı ile olan yoldaşlığınızın sonunda ne gibihâdise yüz gösterdi ki bu halde geri döndün? Çocuk anlattı:'O babayiğit öldü, canını sevgilisine yolladı,''Allah Allah!' dedim, 'bu nasıl oldu?'Çocuk devam etti:'Sen ayrıldıktan sonra beni içeriye götürdü, bana yemek hazırladı. Karnımı doyurdum. Ellerimi de yıkadım. Benim için yatak serdi. Üzerime misk ve gül suyu kokuları serpti ve beni uyuttu. Ondan sonra yanıma geldi, parmağını yanağımın üzerine koyarak:'Ya Rabbi! Bu ne güzel, ne sevimli çocuk,' dedi ve ilâve etti:'Bunun sevgisiyle nefsimi ayaklandıran duygular ne kadar çirkindir. Fakat yüce Tanrı'nın azap ve cezası her şeyden daha şiddetlidir. Bu geçici heveslere tutulanlar herkesten daha kara talihlidir.' Sonra:'İnna Lillâh ve İnna ileyhi raciûn,' diyerek tekrar parmağını yanağıma koydu:'Biliyorum ki, bu son derece güzel ve arzuları uyandırmakta en son mertebeye varmıştır, fakat lekesiz ve temiz bir ahlâk ondan daha güzel ve bu faziletler için Tanrı'nın vâd ettiği sevap, hepsinden daha üstündür.' bu sözleri mırıldandıktan sonra hemen yere düştü. Kendisini kımıldattım. Ölmüş, ebedi hayata kavuşmuştu..'İhtiyâr, bu vak'ayı hikâye ettikten sonra dedi ki:"İşte bütün bu göz yaşlarım o delikanlının hâtırasını andığım içindir. Çünkü onun namusu, temizliği, ruhunun inceliği asla hatırımdan çıkmıyor. Onun güzel vasıfları, hoş tavırları gözümün önünden gitmiyor. Ben de ömrüm oldukça bu yolda yürümek ve bu halde ölmek istiyorum. KITA Sevgilim, bütün cihandan üstün olan o güzelliğiylenasıl gittiyse, ben de onun ayrılık acısiyle bütünâlemden daha çok ağlamak istiyorum.Şimdi sararmış çehremden toprağa nasıl gönül kanıdökülüyorsa,toprağa girdiğim zaman da böylecekan ağlamak dileğindeyim. .. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 13 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 13 Aralık , 2013 . HİKÂYEArap kabileleri içinde cesaret ve cömertliğiyletanınmış bir kabilede Selil adında son dereceedep ve irfan ehli bir delikanlı vardı. Arslanlaryatağında ve yavuzlar cenginde korkusuz birbabayiğit olarak şöhret bulmuştu.Gönlünde amcası kızının sevdasını, başında daonun aşkının üzüntülerini taşıyordu. Arzusunakavuşabilmek için yıllarca uğraşıp çabalamış,zahmetlere katlanıp, aşkının acılarını çekmişti.Nihayet sevgilisine kavuştu. Fakat henüz vuslat yatağını ıslatmadan ve aşkşarabının ancak bir yudumuna bile kanmadanbaşka bir yerde yuva kurmak ve yeni bir vatantutmak mecburiyeti baş gösterdi.Aşkının göğünde parlayan o Ay parçasını birmahfe'ye bindirdi ve arzu ettiği tarafa doğruyola çıktı.Bir konak mesafe yol aldıktan sonra, güzel vegönül çekici bir menzile indiler. Mahfe'yi yereindirdi. Tam bu sırada bir taraftan otuz süvarîbelirmişti.Selil hemen yerinden fırladı. Silahlarını kuşandı,atına atladı, süvarilere yaklaşınca düşmanlarıolduğu anlaşıldı. Onlarla çarpışmaya başladı.Birçoklarını yere serdi, fakat kendisi de ağıryaralanmıştı. Amcası kızının yanına döndü veşu şiiri söyledi: RUBAÎ"Düşmandan benim ölümüme dair bir haber geldi. Karşımda otur ki seni hasret gözüyle göreyim. Benim kanımı nasıl akıttılarsa, ben de senin kanını dökeyim. Olmaya ki dudaklarından bir başkası murad alsın."Kız cevap verdi:"Tanrı'ya and içerim ki eğer sen benim kanımı dökmezsen ben kendi elimle döker ve senin kanına karıştırırım. Fakat senin daha önce davranmaklığın ve bu düğümü gönülden çözmekliğin daha uygun olur."Selil kalktı ve şu nağmeye başladı: RUBAÎ"Bu sert ve kaba feleğin uygunsuz güreşlerini gör ki, beni nasıl da sırt üstü yere vurdu. Hayatımın varlığı avuçlarının içinde olan o sevgiliyi, bugün ellerimle öldürmek istiyorum."Sonra, o yakasının kaytanından bile kıskandığıve hamail bağının temasından bile sakındığıgüzel gerdana bir kılıç vurdu; o cihanı aydınlatanışığı bir nefeste söndürdü. Topraklara bulanmışyüzünü, kızın kanına sürdü. Kıp kırmızı kesilençehresiyle yine bahtı kara düşmanları arasınasaldırdı.Daha birkaç düşmanın başını yere düşürdüktensonra, kendi de başını verdi.Selil'in kabilesi vakadan haber alınca yakalarınıyırtarak, saçlarını yolarak koştular. Ölülerinikabilenin kabristanına getirdiler, ikisini bir aradabir mezara gömdüler. KITA Her iki âşıkı birlikte ağırlamak için toprağın altınakoydular. Ta ki kıyamet gününde hor ve kederlikalkmıyalar.Yer altında onları bir döşeğe yatırdılar ki, birliktebahtiyar uyusun ve bahtiyar uyansınlar. . Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 14 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 14 Aralık , 2013 HİKÂYEÜştür adında yüksek edep ve irfan sahibi bir gençkabîle büyüklerinden birinin Ceyda adındaki güzelkızına âşık oldu. Aralarında sevgi bağları ve birliktemelleri giderek sağlamlaştı. Gizli aşklarını uzakyakın herkesten sakladılar, sevgilerini gizlemekteellerinden geldiği kadar gayret gösterdiler. Fakatsöylenildiği gibi: BEYİT"Aşk, söylenmesi elde olmayan bir sırdır. İki yüz kat perde arkasında bile gizlenemez."Nihayet sırları meydana çıktı. Başları da gizlipusularından dışarı fırladı. Âşıkların kabîleleriarasında bu yüzden cenkler başladı, kanlardöküldü.Ceyda'nın ailesi, çadırlarını oradan kaldırdılarbaşka diyara gittiler. Ayrılık acıları uzadı veözleyiş arzuları arttı.Bir gün Üştür dostlarından birine derdini açtı:"Benimle birlikte gelir ve Ceyda'nın ziyaretinde bana yardım eder misin? O'nun hasretinden artık canım dudaklarıma gelmiş, O'nun hicranından artık gündüzüm geceye dönmüştür."Dostu:"Başüstüne," dedi."Her ne söylersen kulun gibi dinler ve her ne buyurursan ona koşarım,"İkisi birlikte sefer hazırlıklarını tamamlayarakyola düştüler, mesafeler aştılar. Bir gün birgece ve ertesi günü akşama kadar yol aldılar.Gece, Ceyda'nın divarına yetiştiler. Çadırlarınyakınında bir dağın geçidinde konakladılar.Hayvanlarını yatırdılar.Üştür arkadaşına dedi ki:"Kalk; kaybolmuş bir deveyi aramak bahanesiyle kabîlenin içine gir; hiç kimseye de benim adımı söyleme; ancak orada bir cariye vardır. İşte o , Ceyda'nın koyunlarının çobanı ve O'nun sırlarının ortağıdır. Ona benden selâm söyle, Ceyda'nın halini sor. Konakladığımız yeri ona haber ver."Arkadaşı şöyle anlatır:"Ben kalktım, kabîlenin çadırlarına geldim. İlk karşıma çıkan adam Ceyda'nın cariyesi oldu. Üştür'ün selâmını söyledim. Ceyda'nın halini sordum. Bana dedi ki: 'Kocası onu pek çok sıkıştırmakta ve muhafazası hususunda mümkün olan her tedbiri almaktadır. Fakat siz şu tepenin arkasındaki ağaçlığa girin; yatsı namazı sularında orada bekleyin,'Ben:'Çabuk gider, bu haberi Üştür'e ulaştırırım,' dedim. O gece birlikte kalktık, yavaşça hayvanlarımızı çektik, kararlaştırdığımız yere yetiştik. RUBAÎ Ahlarla, feryatlarla bekledik. Yârin yolu üzerinde oturduk. Bu yoldan ansızın hal hal şıkırtıları, altın ve gümüş sesleri geldi, bu sesler bize, kalkın, ayın on dördü geliyor! diyordu. Üştür yerinden sıçrayarak karşıladı, selâm verdi, el öptü. Ben, sevgililerden yüzümü çevirdim ve başka tarafa gittim. Bana seslendiler, 'geri dön,' dediler. 'Bizim aramızda dilimizin ucuna gelen birkaç sözden başka uygunsuz bir hal yoktur.' Ben geri geldim. Onlar oturdular. Gelmiş geçmiş şeylerden konuşmaya başladılar. Üştür dedi ki:"Bu gece öyle beklerdim ki, benimle birlikte olasın, öyle ki umudumun çehresini ayrılık tırnaklarıyla tırmalamıyasın.' Ceyda cevap verdi:'Hayır! Allah'a yemin ederim. Bu hiç bir zaman mümkün değildir. Benim için bundan daha çetin bir iş yoktur. İster misin ki geçmişteki vak'alar tekrarlansın ve zamanenin yürüyüşü bana daha çetin kapılar açsın?' Üştür:'Asla!' dedi; seni bırakamam ve senin eteğinden elimi çekmem.' . Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2013 . MISRA'Her ne gelecekse gelsin, her ne olacaksa olsun.'Ceyda, âşıkına sordu:'Bu arkadaşın benim söyliyeceğim bir şeyi yapmaya kadir midir?'Ben hemen ayağa kalktım:'Her nasıl istersen öyle yaparım ve bunu canıma bin minnet bilirim. Hâtta istersen canım bu uğurda feda olsun,' dedim.Ceyda, elbisesini soyundu, bana:'Bunları giyin, kendi elbiselerini bana ver,' dedi.'Sonra kalk, benim çadırıma git ve perdenin arkasına otur. Kocam geleceği sırada bir kadeh süt getirecek,'bu senin içeceğindir, al'; diyecektir. Sen acele etme; biraz tereddüt göster. O, bardağını ya eline verecek yahut yere bıraktıktan sonra dönecek ve ertesi günü sabaha kadar yanına uğramıyacaktır.'Ceyda ne tarif ettiyse öyle yaptım. Kocası bardağınıgetirdi, ben uzun uzadıya nazlandım, o yere koymakistedi, ben almak için eğildim. Elim kadehe çarptı vebaş aşağı döndü, bütün süt döküldü. Öfkelenerek 'bubenimle kavga arıyor' dedi; elini uzattı, oradan geyikderisinden yapılmış ve derinin omuz başından kuyruksokumuna kadar olan kısmından, kuvvetle bükülmüşbir kamçı aldı. KITA /Öyle bir kamçı ki, kalınlıkta zehirli yılana, uzunlukta zehirsiz yılana benzerdi. Sanatı yılan tasviri yapmak, tasvirinin levhası çıplak vücutta yılan resmetmekti./Kamçıyı aldı ve sırtımı davul gövdesi gibi çırıl çıplaksoydu. Ceng günlerindeki davulcular gibi arka arkayadarbelerle, makamlarla okşamaya başladı. Feryadacesaretim yoktu. Sesimi tanımasından korkuyordum.Sabra da tahammülüm yoktu. Derimi yüzeceklerinidüşünüyordum.Birdenbire şu hatırıma geldi ki, hemence kalkayım.Hançerle gırtlağını parçalayıp kanını akıtayım, fakatdüşündüm. Fitneyi ayaklandırmış olacağım ki, sonrayatıştırmak imkânsız hale gelecek. Sabrettim.Nihayet adamın anası ile kız kardeşi dayağın sesiniişittiklerinden gelip beni aldılar, onu dışarı çıkardılar.Bir saati geçmemişti ki, Ceyda'nın anası geldi. BeniCeyda zannediyordu. Derhâl ağlamaya başladım veferyadı yükselttim. Elbisemi başıma çekmiş, arkamıona dönmüştüm. Bana, 'Allah'tan kork kızım.' dedi;'kocanın hoşuna gitmeyen şeyleri yapma; kocanın bir kılı, bin Üştür'den daha değerlidir. Senin Üştür dediğin kimdir ki, onun için mihnet çekiyor, acılara katlanıyorsun?' Sonra ayağa kalktı, 'Gideyim bari kızkardeşini göndereyim de, bu gece sana dert ortağı, sır yoldaşı olsun,' dedi ve yanımdan gitti.Bir saat sonra Ceyda'nın kız kardeşi geldi. Ağlıyor,beni döğen o zalime beddua ediyordu. Onunla hiçkonuşmadım. Yanımda yattı. Az çok sakinleşince,elimi uzattım, ağzını sıkıca tuttum ve dedim ki:'Kızkardeşin, Üştür ile beraberdir. Ben onun yerine bütün bu mihnetleri çektim. Bunu gizli tut; eğer meydana çıkarsa hem siz, ve hem de ben kepaze oluruz.'Önce çok ürkmüştü. Fakat yavaş yavaş korkusualışkanlığa döndü. Sabaha kadar o hikâyeyi anlatıpgülüyordu.Sabah yaklaşınca Ceyda çadıra geldi. Bizi görüncekorktu. Hayretle, 'Hay Allah müstehakını versin, oyanındaki kimdir?' diyebildi. 'Kardeşindir ve seniniçin iyi bir kardeştir,' dedim.Sordu:'Buraya nasıl düştü?'Cevap verdim:'Bunu kendisine sor; çünkü vaktimiz daralmıştır.'Elbisemi aldım, Üştür'e yetiştim. Birlikte atlarımızabindik, yola çıktık. Yolda macerayı anlattım. Sırtımıaçtı ve kamçının yaralarını görünce de, çok özürlerdiledi ve şu sözleri ilâve etti:'Filozoflar demişlerdir ki: Dost mihnet günleri için lâzımdır. Yoksa rahat günlerinde dost eksik olmaz.' " KITA Ey gönül!Bir gün başına dert gelirse, dert ortağı bir dostunolduktan sonra gam çekme; dost sıkıntı günleriiçn lâzımdır. Yoksa geniş ve rahat günlerde dosttançok bir şey yoktur. . Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ İNTERLOCK Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2013 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 17 Aralık , 2013 . HİKÂYEHalife Harunürreşid Kûfe'ye gittiği sıralarda veziriesir pazarına uğramış, orada kendisine bir köleyigöstermişlerdi. Sesinin güzelliği uçan kuşu yereindirecek derecedeydi. Vezir, mes'eleyi Harun'aanlattı. Halife de o köleyi satın almalarını emretti.Kûfe'den ayrılma zamanı gelince, ilk gün köleninağlayarak şu nağmeleri inlediğini işittiler: KITA "Sevgilimin hicran kılıcıyla suçsuz olarak kanımı dökenler benim gibi kendini şaşırmış bir zavallının kanından vazgeçerlerse daha hayırlıdır. Ben ki şu birkaç günlük ayrılıkla elden çıkmış bir haldeyim. Bu ayrılık, eğer bir ay veya bir yıl sürerse vay ki benim halime."Halife, kölenin bu feryatlarını haber alınca yanınagetirmelerini emretti, derdini sordu ve Kûfe'de birkızın aşkına tutulmuş olduğunu anladı. Haline acıdıve azad etti.Vezir ise, 'böylesine güzel sesli bir kölenin serbestbırakılması yazık olur,' diyordu. Halife ona şu cevabı verdi:"Bu kadar yüksekten uçan bir gönül sahibini köle tutmak daha yazık olur." RUBAÎEy devlet ve şahlık arzusunu güden ve kulları azadetmeye eli yetişebilen devletli!Aşkın kulu olanları serbest bırak; zaten o gönlüyaralılar için aşkın kölesi olmanın ıstırabı yetişir. HİKÂYEBinlerce bilgini sevdasiyle divane eden ve her anmahallesine yeni taşınan âşıkları kavgaya salanbir dilberin artık güzellik çağı sona ermiş, çirkinlikdemleri başlamıştı.Aşıklar sevgi döşeğini toplamış ve onunla düşüpkalkmaktan vaz geçmiş, muhabbet derneğindenayak göçürmüşlerdi. Ondan birine sordum:"Bu geçen yılki sevgili değil miydi? Aynı kaş ve göz yerinde, aynı ağız ve dudak yine olduğu gibi duruyor, boy eskisinden daha uzun, vücut eskisinden daha gürbüzdür. Bu ne edepsizlik, utanmamazlık, bu ne hayasızlık ve saygısızlıktır ki, sevgi eteğini ondan topladın, derneğinden ayak çektin?Bana şu cevabı verdi:"Sen ne söylüyorsun? Benim gönlümü alan ve aklımı çalan yakışıklı bir vücut, yumuşak bir ten, parlak bir deri ve tatlı bir ses kalıbına girmiş bir ruhtu. Şimdi o ruh, kalıptan ayrıldı. Ölü bir kalıpla artık ne aşk oyunu oynayabilirim? Solgun bir gül üstünde sohbete hangi nağmeyle başlayabilirim?" RUBAÎGül bağdan gitti, çerçöpü neyleyeyim?Şah; şehirde yok, bekçiyi ne yapayım?Kafes güzel, güzellik ve sevimlilik bir tûti gibidir.Tûti uçtuktan sonra kafesi nideyim? HİKÂYEGönül okşayıcı bir mahbubun, güzelliğinin rengiuçmuş, yüzünün parlak sahifesini karanlık tüylerkaplamıştı. Dostları da artık meclisine uğramaz,âşıkları ise onunla düşüp kalkmaktan hoşlanmazoldular.Delikanlı, kendisini âşıklarından ayıran perdeninancak yanaklarında, çenesinde filizlenen bir kaçtüyden ibaret olduğunu ve bu yakışıksız tuzağınonların gönül kuşlarını pek ürkütmekte olduğunuanladı. Bir berber çağırdı, dedi ki;"Artık yoldaşsızlıktan bıktım, rağbetsizlikten ise feryada geldim. Gel; şu perdeyi kaldır, şu tuzağı ayır,"Berber ince ruhlu, hoş tabiatlı bir adamdı.Usturayı delikanlının yüzünde gezdirirken şu kıtayısöylüyordu: KITA"Taze delikanlıların güzellik çağları sona erdikten sonra naz ve cilveyle çenelerini ve kulak diplerini traş etmeleri daha hoştur. Yoksa, kılları traş edilmiş bir yanak levhası gönül tırmalamaktan başka hiç bir şeye yaramayan bir törpüye benzer." . Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.