Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ


İNTERLOCK

Önerilen İletiler

..

                                     KITA  

Cömerdin avucu akçesiz kalınca kapısının kapanmasını
züğürtlüğüne say; cimrinin kapısını örtmasi de akça
dağarcığının başını bağlamak içindir.

                                   HİKÂYE

Hatem'e sordular:
"Senden daha cömert bir kimseyi gördün mü?"

"Evet," dedi.
"Bir gün öksüz bir çocuğun evine inmiştim. On beş
 koyunu vardı. Hemen birini kesti, pişirerek önüme
 getirdi. Koyun kebabının bir parçası hoşuma gitti.
 Yerken, 'kebabın bu parçası pek tatlıdır,' dedim.
 Çocuk dışarı çıktı. Bütün koyunları birer birer kesmiş,
 hoşuma giden yerlerini pişirmiş ve tekrar önüme  
 getirmişti.

 Ben bu hali bilmiyordum. Atıma binmek üzere dışarı
 çıktığım zaman, evin dışında pek çok kan akmış
 olduğunu gördüm.
'Bu nedir?' diye sebebini sordum.
Çocuğun bütün koyunları kesmiş olduğunu söylediler.
Onu ayıplayarak:
'Niçin böyle yaptın?' dedim.

 Cevap verdi:
'Nasıl olur da ben senin hoşuna giden bir şeye malik
 olayım da onda kıskanç davranayım?
 Bu araplar arasında çirkin huyluluk olur.' "

 Sonra Hatem'e sordular:
"O ikramın karşılığında sen ne verdin?"

"Üç yüz baş kızıl tüylü deve ile beş yüz koyun verdim."

"O halde sen ondan daha cömertsin." dediler.

Hatem şu cevabı verdi:
"Ne kadar uzak!
 O nesi varsa verdi.
 Halbuki ben, birçok varlıklarımın ancak az bir kısmını
 verdim, fazlasını veremedim."


                                     KITA  

Yarım ekmeği olan bir yoksulun, bunun tamamını
evindeki misafirlere ikram etmesi; cihan şahının
kendi hazinesinden yarısını bağışlamasından daha
üstün bir harekettir.

                                   HİKÂYE

Şairin biri bir menfaat umudu ile Maani Zaide'nin
kapısına geldi. Bir kaç gün orada dolaştı. İçeriye
girme imkânı bulamadı.
Nihayet Maan'ın bahçıvanından iltimas diledi.
Efendisi bağa gelip de havuz başına oturduğu bir
zamanda kendisine haber vermesini rica etti.
Beklediği vakit gelmiş, bahçıvan da şaire haber

vermişti.
Şair, aşağıdaki beyiti bir tahta parçasına yazarak
suya attı:

                                    BEYİT

"Ey Maan'ın cömertliği!
 Sen gizlice ona dileğimi söyle; Benim için senden
 başka yardımcı yoktur."

Tahta parçası Maan'ın önüne gelince; onu sudan
çıkartmalarını emretti. Üzerindeki yazıyı okudu
ve şairi yanına çağırdı. Yüz bin altın verdi. Tahta
parçasını oturduğu minderin altına koydu.

İkinci gün, tahtayı minderin altından çıkararak
tekrar okudu. Yine şairi istedi. Yüz bin akçe de
bu sefer ihsan etti.

Üçüncü gün, aynı surette hareket etti.
Şair bu halden korktu.
Olmaya ki verdiği caizelerden pişman olur da
geri ister diye düşünüyordu. Nihayet kaçtı.

Maan, dördüncü gün tekrar tahta parçasını
dışarı çıkardı, şairi yanına çağırdı fakat bulamadı.
Dedi ki:
"Hazinemde bir tek altın kalmayıncaya kadar ona
 bazı ihsanlarda bulunmak, benim cömertliğimin
 zimmetimde bir borçtu. Fakat ne çare ki, ihsanları
 adamın havsalası kabul etmedi."

                                     KITA  

Kerem sahibi kimdir?
O kimsedir ki, dilenci onun kapısında gönlüne sığacak
derecede umut besleye.

Halbuki o ihsan elini açar, o kadar bağışta bulunur ki,
dilencinin himmetinin havsalasına sığmaz.

 

..
 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..                                    

 

                                     KITA  

Bir ârabî, arap reislerinden bir cömerdin uğurunu
kutlamak için bir kaside yazarak ona okumuş ve
sonunda şöyle demişti:

                                     ŞİİR

"Bana ellerini uzat ki, onun içi nimetler saçmayı
 ve dışı öpülmeyi âdet edinmiştir."

'Camî, yukarıdaki arapça beyti şu surette tavzih
 ediyor:'

"Yani, benim tarafıma o eli uzat ki, onun avucunun
  içi, mal ve altın bağışlamayı, arkası da dilek sahipleri
  ve yoksullar tarafından öpülmeyi âdet edinmiştir."

Cömert, ârabîye elini uzattı.
Şair öptü ve cömert de şaka yoliyle dedi ki:
"Dudaklarının kılları elimi tırmaladı."

Şair cevap verdi:
"Kükremiş arslanların pençesine, kirpinin dikenlerinden
 ne ziyan gelir?"

Bu söz cömerdin çok hoşuna gitti:
"Bu cevap benim nazarımda o kasideden daha güzeldir."
 dedi. Kaside için bin akçe ve cevap için de üç bin akçe
 verilmesini emretti.

                                     KITA  

Şairler, dilediklerini, yazdıkları güzellemelerle göklere
yükseltirler. Sözden anlamayanları da yerlere geçirirler.
Söz eri'nin kim olduğunu bilir misin?
O kimsedir ki, kötüyü iyiden, iyiyi de daha iyiden ayırabilir.



                                   BAHÇE V

Beşinci bahçede; aşk ve muhabbet çemenleri bülbüllerin
halinden, şevk ve sevgi derneklerindeki pervanelerin
kanatlarının yanmasından bahsedilecektir.

Bu söz peygamberlik kandilinin ışığından alınmıştır:

"Kim ki sever, namusunu korur ve sevgisini içinde
 saklarsa öldüğü zaman şehitlik mertebesine erer!"

Camî, bu hadîsi tefsir ediyor:
"Yani; her kim ki aşk cazibesine tutulur da sevginin   
  güzellikleriyle kaynaşır ve bu işte namusunu korumak,
  sevgisini gizlemek yolunu tutarsa, öldüğü vakit şehit
  gider.

 Aşkta namus ve sır saklamanın şart olması; tabiatın
 istekleri ve nefsin havasiyle bulaşmaması içindir.
 Çünkü, ona erişebilmekte bu vasıtalara baş vurulur
 ve aşkın sırları açıklanırsa, o zaman insanlık ruhuna
 yaraşan bir fazilet değil, belki hayvana benzeyen
 nefsin isteklerinden sayılır."

                                     KITA  

İnsanlık şerefine yakışan aşk, her neredeyse sakınmak
ve gizlemek de ona gerekli bulunan meziyetlerdendir.

Tabiatın  isteklerinden ve nefsin arzularından gelen
aşk, yırtıcı canavarların tabiatına yaraşır.

                                   HİKÂYE

İki akıllı arasında aşk bahsi açılmıştı.
Biri dedi ki:
"Aşkın hassası daima belâ ve mihnettir
 Âşık her zaman ıstırap çeken, belâya uğrayan insandır,"

Öteki itiraz etti:
"Sus!
 Anlaşılıyor ki sen asla cenkten sonra barış görmemiş,
 ayrılıktan sonra kavuşmanın tadını tatmamışsın;
 Dünyada aşkı sanat edinen temiz yürekli insanlardan
 daha hoş ve aşktan anlamıyan ağır canlılardan daha
 kaba kimse yoktur."

                                     KITA  

İnsanın gönlünün güzelliği, aşk dilberinin ışığındandır.
Gönlünde güzellik olmayan güzele kim gönül verir?
Anlayışı eksik olanlar bu kaideye delil isterlerse,
"her cins kendi cinsini arzular" sözü buna senettir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                   HİKÂYE

Bir vakit, hazreti Ebubekir halifelik çağlarında Medine'nin
sokaklarında dolaşıyordu.

Evleri kapı kapı gezerken ansızın bir eve girdi.
İçeriden bir ağlama sesi işitti.
Bir kadın şu beyiti okuyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu:
Beyitin anlamı şu rubaidedir:

                                     RUBAÎ

"Ey çehresi güzellikte aydan parlak sevgili!
 Senin ay yüzünün önünde güneş zebundur.
 Sütninem dudaklarıma memesini vermeden önce,
 senin mercan dudaklarının hâtırasıyla kan içtim."

Bu şiirin nağmesi Ebubekir'in gönlüne pek dokundu.
Kapıyı çaldı. Ev sahibi dışarıya çıktı.
Halife sordu:
"Köle misin yoksa serbest mi?"

"Köleyim."

"Bu beyiti kimin sevgisiyle okuyorsun?"

"Ey peygamberin halifesi, Hazreti Muhammed'in
 mübarek türbesi hürmetine beni kendi halime bırak!"

"Senin gönlündeki derdi anlamadıkça buradan bir
 adım atamam,"

Cariye gönlünden derin bir ah! çekti,
Haşim oğullarından bir delikanlının adını söyledi.
Halife mescide döndü, cariyenin sahibini çağırttı.
Değer pahasını vererek kızcağızı satın aldı ve doğruca
sevgilisinin yanına gönderdi.

                                     KITA  

Ey gönül!
Sen bütün dünya muradından el çektikten sonra,
muradının sevgilisine seni kim kavuşturabilir?

Vuslat dertle, merakla elde edilir.
Sende o dert ve merak yoksa, bari inle ki bir gönül
ehli teessür duysun.

                                   HİKÂYE

Sesinin ve nağmesinin tatlılığıyla tanınmış, güzellikte
eşsiz, türkücü bir cariye bir gün sahibinin karşısında
saz çalarak gazel söylüyordu.

Gönlünde onun sevgisi yaşıyan, başında onun sevdası
dalgalanan genç bir delikanlı, pencerenin altında
dikilmiş, can kulağını o sese vermiş, okuduğu gazelin
ince ve tatlı nağmelerinin zevkiyle kendinden geçmiş
bir halde dinliyordu.

                                    BEYİT

Sevgilinin yüzünü görebilmekten mahrum olup da
ayrılık duvarı arkasından onun sesini duyabilen âşık,
ne bahtiyar âşıktır.

Cariyenin efendisi ansızın başını pencereden sarkıttı.
Delikanlıyı aşağıda görünce yanına çağırdı.
Yemek sofrasına oturttu, her taraftan söz açtı.
Her hünere ait bahisler ortaya attı.

Genç, her şeyden ve her sözden ilgisiz bir halde
kulağını efendiye, gözünü cariyeye dikmişti.
Kızcağız gamzesiyle ondan ne sorarsa, delikanlı
kaşlariyle cevap verir, kız kâkülleriyle her neyi
düğümlerse o, çözmeye uğraşırdı.

                                   MESNEVÎ

Düşmanlarının rağmına biribirini seven iki âşığın
kavuşmasından daha hoş hangi manzara vardır?
Göz ve kaşlarının büyüsüyle anlaşarak kucaklaşmak
ve öpüşmek için bahane ararlar.

Bu konuşma faslı devam ederken efendi, bilinen
bazı zaruretler dolayısıyle meclisten dışarı çıktı.
İki coşkun sevgiliyi başbaşa bıraktı.

 

Meclis boş kalınca karşılıklı vuslat arzuları uzadı,
cariye ağzını açtı, delikanlının karşısında şu feryadı
inledi:

                                     KITA  

"Öyle bir Tanrı'ya and içerim ki, insanlarla periler
 gizli ve aşikâr onun kullarıdır.
 Sen, cihanda görmüş olduğum her yaratıktan bana
 daha aziz, daha sevgilisin."

Delikanlı bu nükteyi işitince feryada kaldırdı:

                                     RUBAÎ

"Ey, gözüm ve gönlüm aşkına menzil olan sevgili!
 Bütün cihan dilberlerinin güzelliği sende toplanmıştır.
 Gönlüm sana doğru akıyorsa hayret etme; sana âşık
 olmayan gönül taştır. Gönül değildir."

Bundan sonra cariye dedi ki:
"Dünyada bir dileğim var: kollarımız biribirine dolanmış
 olduğu halde, ağızlarımızın ve dudaklarımızın şekerini
 emmek,"

Delikanlı cevap verdi:
"Ben de bu arzuyu beslerim.. Fakat ne yapayım ki, ulu
 Tanrı buyurmuştur ki: 'Ancak Allah korkusu güdenler
 müstesna olmak üzere, bazı dostlar kıyamet gününde
 biribirine düşmandırlar',

**
Camî, bu ayeti şu suretle tefsir ediyor:
"Yarın kıyamet gününde sevgililerin dostluğu düşmanlık
  rengine girer. Ancak kendini sakınan kimselerin, sevgiyi
  arttıran dostluğu bu kaidenin dışındadır."
**

 İşte ben de yarın sevgimizin temellerine sarsıntı gelmesini,
 aşkımızın nefrete dönmesini istemiyorum."

Delikanlı bu sözleri söyledikten sonra meclisten ayrıldı ve
giderken bu nameyi inledi:

                                     RUBAÎ

 Ey gönül,
 Bu iki günlük sevgiden vazgeç!
 Çünkü geçici aşktan bir şey çıkmaz.
 Öyle bir aşkı seç ki, hesap gününde de onunla karar
 kılasın!

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..
                                    HİKÂYE

Bilgi erenlerinden biri anlatır ki:
"Bir zamanlar nasihat meclisi kurar, dinleyenlerin
 gönüllerine irfan tohumları saçardım. Meclisime
 bir ihtiyar devam ediyordu. Bu vazifeden bir an
 bile geri durmaz, ama daima ah! çeker, göz yaşı
 dökerdi. Bir dakika olsun ahları, gözyaşlarından    
 ayrılmazdı.

 Bir gün onu halvete çağırttım.
 Ağlayıp sızlamasının sebebini sordum.
 Bana şöyle anlattı:
"Ben, genç köle ve cariye alıp satmakla uğraşan
 ve o yüzden geçinen bir adamdım. Bir gün üç yüz   
 dinara küçük bir oğlan çocuğu aldım.
                              
                                     BEYİT

 Sanki dudakları şeker, yanakları parlak bir aydı;
 henüz annesi ağzının sütünü yıkamamış.

 Onu büyütüp yetiştirmek için yıllarca emek çektim.
 Güzellk ve dilberlik icabı olan naz ve edayı öğrendi,
 yüzünde şuhluk izleri alevlendi.

 Onu Yusuf Peygamber gibi esir pazarına götürdüm.
 Müşterilere onun huylarını, meziyetlerini sayıp
 döktüm. O sırada kılığından iyi bir adam olduğu
 anlaşılan yakışıklı bir süvari geldi. Atının eğeri
 üzerinde nazlı bir heykeli andırıyordu. Göz ucuyla
 çocuğa baktı, hemen yanına geldi.
 Ondan sordu:
'Adın ne? Nerelisin? Ne gibi hünerler biliyorsun?
 Hangi işleri yapabilirsin?'

Sonra yüzünü bana döndü, kölenin fiyatını sordu.
Ona dedim ki:
'Her ne kadar güzellikte, yakışıkta bir altınsa da   
pahası tam ayarlı bin altındır.'

 Hiç bir şey söylemedi ve orada bulunanlardan
 gizliyerek elini, çocuğun eline götürdü, avucuna
 bir şey sıkıştırdı.

 Gittikten sonra tartıya vurdum. Yüz dinar geldi.
 İkinci ve üçüncü günlerde de böyle yaptı. Üç yüz
 dinarı bulunca kendi kendime; 'kölenin sermayesini
 tamam verdi,' dedim.
 Öyle görünüyor ki, genç adamın bu çocuğa gönlü   
 düşmüş, fakat istediğim parayı vermeye kudreti  
 yetmiyor.

 O pazardan ayrıldıktan sonra ben de durmadan  
 arkasından koştum. Evini öğrendim, gece olunca
 kalktım. Çocuğu nefis elbiselerle süsledim.
 Hoş kokular sürdüm ve doğruca evine götürdüm,
 kapısını çaldım.
 Dışarı çıktı, bizi görünce şaşkın bir halde:
'İnna Lillâh ve İnna ileyhi raciûn" dedi.
 Sonra sordu:
'Sizi hangi rüzgâr attı?
 Benim evimi size kim gösterdi?'

 Ben dedim ki:
'Bazı şehzadeler çocuğa müşteri çıktılar.
 Aramızda uyuşamadık.
 Bu gece de başına bir felâket getireceklerinden
 korktum. Onu sana emanet edeceğim. Bu gece
 senin himayende rahatça uyusun.'

Bana:
'Sen de beraber gel, yanında bulun,' dedi.

 Ben, çok ehemmiyetli bir işim olduğundan, orada
 kalamıyacağımdan bahisle çocuğu ona bırakarak
 ayrıldım. Evime döndüm. Kapımı kapadım.
 Şimdi başımı yastığa koymuş, bu gece iki sevdalı  
 arasında geçecek macerayı düşünüyordum.
 Bir kapı sesi geldi.
 Bu sesin arkasından köle titreyerek ve göz yaşı 

 dökerek içeri girdi.
 Hemen sordum:
'Ne oldu sana?
O delikanlı ile olan yoldaşlığınızın sonunda ne gibi
hâdise yüz gösterdi ki bu halde geri döndün?

 Çocuk anlattı:
'O babayiğit öldü, canını sevgilisine yolladı,'

'Allah Allah!' dedim, 'bu nasıl oldu?'

Çocuk devam etti:
'Sen ayrıldıktan sonra beni içeriye götürdü, bana
 yemek hazırladı. Karnımı doyurdum. Ellerimi de
 yıkadım. Benim için yatak serdi. Üzerime misk ve
 gül suyu kokuları serpti ve beni uyuttu.
 Ondan sonra yanıma geldi, parmağını yanağımın  

 üzerine koyarak:

'Ya Rabbi!
 Bu ne güzel, ne sevimli çocuk,' dedi ve ilâve etti:
'Bunun sevgisiyle nefsimi ayaklandıran duygular
 ne kadar çirkindir. Fakat yüce Tanrı'nın azap ve  
 cezası her şeyden daha şiddetlidir. Bu geçici
 heveslere tutulanlar herkesten daha kara talihlidir.'

 Sonra:
'İnna Lillâh ve İnna ileyhi raciûn,'
 diyerek tekrar parmağını yanağıma koydu:

'Biliyorum ki, bu son derece güzel ve arzuları
 uyandırmakta en son mertebeye varmıştır, fakat
 lekesiz ve temiz bir ahlâk ondan daha güzel ve bu
 faziletler için Tanrı'nın vâd ettiği sevap, hepsinden
 daha üstündür.'

 bu sözleri mırıldandıktan sonra hemen yere düştü.  

 Kendisini kımıldattım.

 Ölmüş, ebedi hayata  kavuşmuştu..'

İhtiyâr, bu vak'ayı hikâye ettikten sonra dedi ki:
"İşte bütün bu göz yaşlarım o delikanlının hâtırasını
 andığım içindir. Çünkü onun namusu, temizliği,
 ruhunun inceliği asla hatırımdan çıkmıyor.
 Onun güzel vasıfları, hoş tavırları gözümün önünden
 gitmiyor. Ben de ömrüm oldukça bu yolda yürümek
 ve bu halde ölmek istiyorum.

                                     KITA  

Sevgilim, bütün cihandan üstün olan o güzelliğiyle
nasıl gittiyse, ben de onun ayrılık acısiyle bütün
âlemden daha çok ağlamak istiyorum.

Şimdi sararmış çehremden toprağa nasıl gönül kanı
dökülüyorsa,toprağa girdiğim zaman da böylece
kan ağlamak dileğindeyim.

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

                                    HİKÂYE

Arap kabileleri içinde cesaret ve cömertliğiyle
tanınmış bir kabilede Selil adında son derece
edep ve irfan ehli bir delikanlı vardı. Arslanlar
yatağında ve yavuzlar cenginde korkusuz bir
babayiğit olarak şöhret bulmuştu.

Gönlünde amcası kızının sevdasını, başında da
onun aşkının üzüntülerini taşıyordu. Arzusuna
kavuşabilmek için yıllarca uğraşıp çabalamış,
zahmetlere katlanıp, aşkının acılarını çekmişti.

Nihayet sevgilisine kavuştu.

 

Fakat henüz vuslat yatağını ıslatmadan ve aşk
şarabının ancak bir yudumuna bile kanmadan
başka bir yerde yuva kurmak ve yeni bir vatan
tutmak mecburiyeti baş gösterdi.

Aşkının göğünde parlayan o Ay parçasını bir
mahfe'ye bindirdi ve arzu ettiği tarafa doğru
yola çıktı.

Bir konak mesafe yol aldıktan sonra, güzel ve
gönül çekici bir menzile indiler. Mahfe'yi yere
indirdi. Tam bu sırada bir taraftan otuz süvarî
belirmişti.

Selil hemen yerinden fırladı. Silahlarını kuşandı,
atına atladı, süvarilere yaklaşınca düşmanları
olduğu anlaşıldı. Onlarla çarpışmaya başladı.
Birçoklarını yere serdi, fakat kendisi de ağır
yaralanmıştı. Amcası kızının yanına döndü ve
şu şiiri söyledi:

                                     RUBAÎ
"Düşmandan benim ölümüme dair bir haber
  geldi. Karşımda otur ki seni hasret gözüyle
  göreyim.

  Benim kanımı nasıl akıttılarsa, ben de senin
  kanını dökeyim. Olmaya ki dudaklarından bir
  başkası murad alsın."

Kız cevap verdi:
"Tanrı'ya and içerim ki eğer sen benim kanımı
  dökmezsen ben kendi elimle döker ve senin
  kanına karıştırırım.

  Fakat senin daha önce davranmaklığın ve bu
  düğümü gönülden çözmekliğin daha uygun
  olur."

Selil kalktı ve şu nağmeye başladı:

                                     RUBAÎ

"Bu sert ve kaba feleğin uygunsuz güreşlerini
  gör ki, beni nasıl da sırt üstü yere vurdu.
  Hayatımın varlığı avuçlarının içinde olan o
  sevgiliyi, bugün ellerimle öldürmek istiyorum."

Sonra, o yakasının kaytanından bile kıskandığı
ve hamail bağının temasından bile sakındığı
güzel gerdana bir kılıç vurdu; o cihanı aydınlatan
ışığı bir nefeste söndürdü. Topraklara bulanmış
yüzünü, kızın kanına sürdü. Kıp kırmızı kesilen
çehresiyle yine bahtı kara düşmanları arasına
saldırdı.

Daha birkaç düşmanın başını yere düşürdükten
sonra, kendi de başını verdi.

Selil'in kabilesi vakadan haber alınca yakalarını
yırtarak, saçlarını yolarak koştular. Ölülerini
kabilenin kabristanına getirdiler, ikisini bir arada
bir mezara gömdüler.

                                     KITA  

Her iki âşıkı birlikte ağırlamak için toprağın altına
koydular. Ta ki kıyamet gününde hor ve kederli
kalkmıyalar.

Yer altında onları bir döşeğe yatırdılar ki, birlikte
bahtiyar uyusun ve bahtiyar uyansınlar.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

                                    HİKÂYE

Üştür adında yüksek edep ve irfan sahibi bir genç
kabîle büyüklerinden birinin Ceyda adındaki güzel
kızına âşık oldu. Aralarında sevgi bağları ve birlik
temelleri giderek sağlamlaştı. Gizli aşklarını uzak
yakın herkesten sakladılar, sevgilerini gizlemekte
ellerinden geldiği kadar gayret gösterdiler. Fakat
söylenildiği gibi:

                                     BEYİT

"Aşk, söylenmesi elde olmayan bir sırdır.
  İki yüz kat perde arkasında bile gizlenemez."

Nihayet sırları meydana çıktı. Başları da gizli
pusularından dışarı fırladı. Âşıkların kabîleleri
arasında bu yüzden cenkler başladı, kanlar
döküldü.

Ceyda'nın ailesi, çadırlarını oradan kaldırdılar
başka diyara gittiler. Ayrılık acıları uzadı ve
özleyiş arzuları arttı.

Bir gün Üştür dostlarından birine derdini açtı:
"Benimle birlikte gelir ve Ceyda'nın ziyaretinde
 bana yardım eder misin?
 O'nun hasretinden artık canım dudaklarıma
 gelmiş, O'nun hicranından artık gündüzüm
 geceye dönmüştür."

Dostu:
"Başüstüne," dedi.
"Her ne söylersen kulun gibi dinler ve her ne
 buyurursan ona koşarım,"

İkisi birlikte sefer hazırlıklarını tamamlayarak
yola düştüler, mesafeler aştılar. Bir gün bir
gece ve ertesi günü akşama kadar yol aldılar.
Gece, Ceyda'nın divarına yetiştiler. Çadırların
yakınında bir dağın geçidinde konakladılar.
Hayvanlarını yatırdılar.

Üştür arkadaşına dedi ki:
"Kalk; kaybolmuş bir deveyi aramak bahanesiyle
 kabîlenin içine gir; hiç kimseye de benim adımı
 söyleme; ancak orada bir cariye vardır. İşte o ,
 Ceyda'nın koyunlarının çobanı ve O'nun sırlarının
 ortağıdır.
 Ona benden selâm söyle, Ceyda'nın halini sor.
 Konakladığımız yeri ona haber ver."

Arkadaşı şöyle anlatır:
"Ben kalktım, kabîlenin çadırlarına geldim.
  İlk karşıma çıkan adam Ceyda'nın cariyesi oldu.
  Üştür'ün selâmını söyledim. Ceyda'nın halini
  sordum. Bana dedi ki:
 'Kocası onu pek çok sıkıştırmakta ve muhafazası
  hususunda mümkün olan her tedbiri almaktadır.
  Fakat siz şu tepenin arkasındaki ağaçlığa girin;
  yatsı namazı sularında orada bekleyin,'

Ben:
'Çabuk gider, bu haberi Üştür'e ulaştırırım,' dedim.       

 O gece birlikte kalktık, yavaşça hayvanlarımızı çektik,
 kararlaştırdığımız yere yetiştik.

                                     RUBAÎ

 Ahlarla, feryatlarla bekledik. Yârin yolu üzerinde
 oturduk. Bu yoldan ansızın hal hal şıkırtıları, altın
 ve gümüş sesleri geldi, bu sesler bize, kalkın, ayın
 on dördü geliyor! diyordu.

 Üştür yerinden sıçrayarak karşıladı, selâm verdi,
 el öptü. Ben, sevgililerden yüzümü çevirdim ve
 başka tarafa gittim. Bana seslendiler, 'geri dön,'
 dediler. 'Bizim aramızda dilimizin ucuna gelen
 birkaç sözden başka uygunsuz bir hal yoktur.'
 Ben geri geldim. Onlar oturdular. Gelmiş geçmiş
 şeylerden konuşmaya başladılar. Üştür dedi ki:
"Bu gece öyle beklerdim ki, benimle birlikte olasın,
 öyle ki umudumun çehresini ayrılık tırnaklarıyla
 tırmalamıyasın.'

 Ceyda cevap verdi:
'Hayır! Allah'a yemin ederim. Bu hiç bir zaman
 mümkün değildir. Benim için bundan daha çetin
 bir iş yoktur. İster misin ki geçmişteki vak'alar
 tekrarlansın ve zamanenin yürüyüşü bana daha
 çetin kapılar açsın?'

 Üştür:
'Asla!' dedi; seni bırakamam ve senin eteğinden
 elimi çekmem.'

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

                                     MISRA

'Her ne gelecekse gelsin, her ne olacaksa olsun.'

Ceyda, âşıkına sordu:
'Bu arkadaşın benim söyliyeceğim bir şeyi yapmaya
 kadir midir?'

Ben hemen ayağa kalktım:
'Her nasıl istersen öyle yaparım ve bunu canıma bin
 minnet bilirim. Hâtta istersen canım bu uğurda feda
 olsun,' dedim.

Ceyda, elbisesini soyundu, bana:
'Bunları giyin, kendi elbiselerini bana ver,' dedi.
'Sonra kalk, benim çadırıma git ve perdenin arkasına
 otur. Kocam geleceği sırada bir kadeh süt getirecek,
'bu senin içeceğindir, al'; diyecektir. Sen acele etme;
 biraz tereddüt göster. O, bardağını ya eline verecek
 yahut yere bıraktıktan sonra dönecek ve ertesi günü
 sabaha kadar yanına uğramıyacaktır.'

Ceyda ne tarif ettiyse öyle yaptım. Kocası bardağını
getirdi, ben uzun uzadıya nazlandım, o yere koymak
istedi, ben almak için eğildim. Elim kadehe çarptı ve
baş aşağı döndü, bütün süt döküldü. Öfkelenerek 'bu
benimle kavga arıyor' dedi; elini uzattı, oradan geyik
derisinden yapılmış ve derinin omuz başından kuyruk
sokumuna kadar olan kısmından, kuvvetle bükülmüş
bir kamçı aldı.


                                     KITA  

/Öyle bir kamçı ki, kalınlıkta zehirli yılana, uzunlukta
  zehirsiz yılana benzerdi. Sanatı yılan tasviri yapmak,
  tasvirinin levhası çıplak vücutta yılan resmetmekti./

Kamçıyı aldı ve sırtımı davul gövdesi gibi  çırıl çıplak
soydu. Ceng günlerindeki davulcular gibi arka arkaya
darbelerle, makamlarla okşamaya başladı. Feryada
cesaretim yoktu. Sesimi tanımasından korkuyordum.
Sabra da tahammülüm yoktu. Derimi yüzeceklerini
düşünüyordum.

Birdenbire şu hatırıma geldi ki, hemence kalkayım.
Hançerle gırtlağını parçalayıp kanını akıtayım, fakat
düşündüm. Fitneyi ayaklandırmış olacağım ki, sonra
yatıştırmak imkânsız hale gelecek. Sabrettim.

Nihayet adamın anası ile kız kardeşi dayağın sesini
işittiklerinden  gelip beni aldılar, onu dışarı çıkardılar.
Bir saati geçmemişti ki, Ceyda'nın anası geldi. Beni
Ceyda zannediyordu. Derhâl ağlamaya başladım ve
feryadı yükselttim. Elbisemi başıma çekmiş, arkamı
ona dönmüştüm.  Bana, 'Allah'tan kork kızım.' dedi;
'kocanın hoşuna gitmeyen şeyleri yapma;  kocanın
 bir kılı, bin Üştür'den daha değerlidir.  Senin Üştür
 dediğin kimdir ki, onun için mihnet çekiyor, acılara
 katlanıyorsun?' Sonra ayağa kalktı, 'Gideyim bari
 kızkardeşini göndereyim de, bu gece sana dert
 ortağı, sır yoldaşı olsun,' dedi ve yanımdan gitti.

Bir saat sonra Ceyda'nın kız kardeşi geldi. Ağlıyor,
beni döğen o zalime beddua ediyordu. Onunla hiç
konuşmadım. Yanımda yattı. Az çok sakinleşince,
elimi uzattım, ağzını sıkıca tuttum ve dedim ki:
'Kızkardeşin, Üştür ile beraberdir. Ben onun yerine
 bütün bu mihnetleri çektim.  Bunu gizli tut; eğer
 meydana çıkarsa hem siz, ve hem de ben kepaze
 oluruz.'

Önce çok ürkmüştü. Fakat yavaş yavaş korkusu
alışkanlığa döndü. Sabaha kadar o hikâyeyi anlatıp
gülüyordu.

Sabah yaklaşınca Ceyda çadıra geldi. Bizi görünce
korktu. Hayretle, 'Hay Allah müstehakını versin, o
yanındaki kimdir?' diyebildi. 'Kardeşindir ve senin
için iyi bir kardeştir,' dedim.

Sordu:
'Buraya nasıl düştü?'

Cevap verdim:
'Bunu kendisine sor; çünkü vaktimiz daralmıştır.'

Elbisemi aldım, Üştür'e yetiştim. Birlikte atlarımıza
bindik, yola çıktık. Yolda macerayı anlattım. Sırtımı
açtı ve kamçının yaralarını görünce de, çok özürler
diledi ve şu sözleri ilâve etti:
'Filozoflar demişlerdir ki: Dost mihnet günleri için
 lâzımdır. Yoksa rahat günlerinde dost eksik olmaz.' "

                                     KITA  

Ey gönül!
Bir gün başına dert gelirse, dert ortağı bir dostun
olduktan sonra gam çekme; dost sıkıntı günleri
içn lâzımdır. Yoksa geniş ve rahat günlerde dosttan
çok bir şey yoktur.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

                                    HİKÂYE

Halife Harunürreşid Kûfe'ye gittiği sıralarda veziri
esir pazarına uğramış, orada kendisine bir köleyi
göstermişlerdi. Sesinin güzelliği uçan kuşu yere
indirecek derecedeydi. Vezir, mes'eleyi Harun'a
anlattı. Halife de o köleyi satın almalarını emretti.
Kûfe'den ayrılma zamanı gelince, ilk gün kölenin
ağlayarak şu nağmeleri inlediğini işittiler:

                                     KITA  
"Sevgilimin hicran kılıcıyla suçsuz olarak kanımı
 dökenler benim gibi kendini şaşırmış bir zavallının
 kanından vazgeçerlerse daha hayırlıdır. Ben ki şu
 birkaç günlük ayrılıkla elden çıkmış bir haldeyim.
 Bu ayrılık, eğer bir ay veya bir yıl sürerse vay ki
 benim halime."

Halife, kölenin bu feryatlarını haber alınca yanına
getirmelerini emretti, derdini sordu ve Kûfe'de bir
kızın aşkına tutulmuş olduğunu anladı. Haline acıdı
ve azad etti.

Vezir ise, 'böylesine güzel sesli bir kölenin serbest
bırakılması yazık olur,' diyordu.

 

Halife ona şu cevabı verdi:
"Bu kadar yüksekten uçan bir gönül sahibini köle  
 tutmak daha yazık olur."

                                     RUBAÎ

Ey devlet ve şahlık arzusunu güden ve kulları azad
etmeye eli yetişebilen devletli!

Aşkın kulu olanları serbest bırak; zaten o gönlü
yaralılar için aşkın kölesi olmanın ıstırabı yetişir.


                                    HİKÂYE

Binlerce bilgini sevdasiyle divane eden ve her an
mahallesine yeni taşınan âşıkları kavgaya salan
bir dilberin artık güzellik çağı sona ermiş, çirkinlik
demleri başlamıştı.

Aşıklar sevgi döşeğini toplamış ve onunla düşüp
kalkmaktan vaz geçmiş, muhabbet derneğinden
ayak göçürmüşlerdi. Ondan birine sordum:
"Bu geçen yılki sevgili değil miydi?
 Aynı kaş ve göz yerinde, aynı ağız ve dudak yine
 olduğu gibi duruyor, boy eskisinden daha uzun,
 vücut eskisinden daha gürbüzdür.
 Bu ne edepsizlik, utanmamazlık, bu ne hayasızlık
 ve saygısızlıktır ki, sevgi eteğini ondan topladın,
 derneğinden ayak çektin?

Bana şu cevabı verdi:
"Sen ne söylüyorsun?
 Benim gönlümü alan ve aklımı çalan yakışıklı bir  
 vücut, yumuşak bir ten, parlak bir deri ve tatlı bir  
 ses kalıbına girmiş bir ruhtu.
 Şimdi o ruh, kalıptan ayrıldı. Ölü bir kalıpla artık
 ne aşk oyunu oynayabilirim?
 Solgun bir gül üstünde sohbete hangi nağmeyle  
 başlayabilirim?"

                                     RUBAÎ

Gül bağdan gitti, çerçöpü neyleyeyim?
Şah; şehirde yok, bekçiyi ne yapayım?
Kafes güzel, güzellik ve sevimlilik bir tûti gibidir.
Tûti uçtuktan sonra kafesi nideyim?

                                    HİKÂYE

Gönül okşayıcı bir mahbubun, güzelliğinin rengi
uçmuş, yüzünün parlak sahifesini karanlık tüyler
kaplamıştı. Dostları da artık meclisine uğramaz,
âşıkları ise onunla düşüp kalkmaktan hoşlanmaz
oldular.

Delikanlı, kendisini âşıklarından ayıran perdenin
ancak yanaklarında, çenesinde filizlenen bir kaç
tüyden ibaret olduğunu ve bu yakışıksız tuzağın
onların gönül kuşlarını pek ürkütmekte olduğunu
anladı. Bir berber çağırdı, dedi ki;
"Artık yoldaşsızlıktan bıktım, rağbetsizlikten ise
 feryada geldim. Gel; şu perdeyi kaldır, şu tuzağı
 ayır,"

Berber ince ruhlu, hoş tabiatlı bir adamdı.
Usturayı delikanlının yüzünde gezdirirken şu kıtayı
söylüyordu:

                                     KITA

"Taze delikanlıların güzellik çağları sona erdikten  
 sonra naz ve cilveyle çenelerini ve kulak diplerini
 traş etmeleri daha hoştur.

 Yoksa, kılları traş edilmiş bir yanak levhası gönül   
 tırmalamaktan başka hiç bir şeye yaramayan bir
 törpüye benzer."

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.