Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi / Şair Evlenmesi /1859

 

Batı üslubuyla yazılmış olan "Şair Evlenmesi", buna rağmen geleneksel Türk tiyatrosunun izlerini taşımaktadır. Eski ile yeni, doğu ile batı arasında bir köprü olma niteliğine sahiptir.

Görücü usulü evliliği, halk diliyle ve yine toplumdan seçilmiş karakterler ile eleştirel boyutta incelemiş olan "Şair Evlenmesi" bu açıdan bakınca batı tiyatrosunu sadece teknik açıdan örnek aldığını göstermektedir...şinasi, bu yeni tekniği Türk tiyatrosuna sokabilmek için, Türk toplumuna ve seyircisine yabancı olmayan bir konuyu alışkın olunan oyun kişileri aracılığıyla ele almıştır.

 

"Şair Evlenmesi", geleneksel türk tiyatrosunun aksine serim-düğüm-çözüm kısımları bulunan bir olay dizisi üzerine kurulmuştur.

Bu anlamda "Şair Evlenmesi", Türk toplumuna ait töresel bir olayı batı teknikleriyle birleştirerek bir ilke imza atmıştır. Daha önce de yazılmış olan oyunların varlığından söz edilse de, "Şair Evlenmesi" ilk Türk tiyatro oyunu olarak kabul edilir.

Ayrıca noktalama işaretleri ilk defa bu eserde kullanılmış ve tiyatro terimleri hakkında da Türkçe karşılıklar kullanılmıştır

 

İlk yerli roman : Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

 

Şemsettin Sami tarafından kaleme alınmış, Kasım 1872'den 1873 yazına değin Hadîka gazetesinde tefrika edilmiş, kitap olarak ilk basımı 1875 yılında yapılmıştır. Acıklı bir aşk hikâyesini anlatan bu eser Osmanlıca harflerle basılmış ilk Türkçe roman örneğidir.

 

Kitap, Talat Bey ile Fitnat Hanım'ın aşkını anlatmaktadır. Anlatılan olaylar Tanzimat Dönemi'nde geçmektedir. Yazar aynı zamanda o dönemin kadın-erkek ilişkilerinin ne şekilde olduğunu ikili arasında yaşananlarda ayrıntılı şekilde anlatır. Aynı zamanda bu hikaye o dönemdeki kadının ve erkeğin toplumdaki yerini büyüteç altına almaktadır. Ayrıca hikayemiz, Türk edebiyat tarihinde batılı anlamda yazılmış ilk roman olarak kabul edilmektedir. 

 

*Batılı tekniğe uygun ilk roman : Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı Memnu

 

 Halid Ziya Uşaklıgil'in realist-naturalist bir romanıdır. İlk olarak 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edildikten sonra 1900'de kitap olarak yayımlanmıştır.

 

Halit Ziya Uşaklıgil, diğer romanlarında olduğu gibi Aşk-ı Memnu'da da ağır bir Osmanlıca kullanır. Ağır bir dil ve üslup kullanımı, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki ana edebiyat akımı olan Servet-i Fünûn dönemi Türk edebiyatının genel özelliklerindendir. Halit Ziya Uşaklıgil, bu dönemin diğer yazarları gibi, günlük hayatta kullanılmayan ya da nadiren kullanılan Arapça ve Farsça kelimelere Aşk-ı Memnu'da sıkça yer verir, bu bakımdan romanın kelime haznesini şiirlerin kelime haznesine yaklaştırır. Çok belirgin olmasa da, Fransızca sözdiziminin kimi özellikleri de romanda kullanılmıştır

 

Aşk-ı Memnu, tefrika edildiği dönemde büyük ilgiyle karşılanmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil'in en tanınan romanı olmuştur. Roman, yazarın en olgun eseri olarak kabul edilir ve Servet-i Fünûn dönemi Türk edebiyatının şaheserlerinden biri olarak değerlendirilir

 

*İlk çeviri roman : Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859

 

Tanzimat dönemi ,Batı edebiyatı ile Türk aydınının çe­viriler yoluyla ilk kez yüz yüze geldiği dönemdir. Şinasi, Fransızcadan manzum olarak Türkçeye çevirdiği bazı şiirleri, asıllarıyla birlikte "Tercü-me-i Manzume" adlı eserinde toplamıştır. Yusuf Kamil Paşa, Fenelon'dan "Telemak" adlı romanı çevirmiştir. Böylece edebiyatımıza çeviri yoluyla ilk roman kazandırılmıştır (1859).

 

*İlk köy romanı : Nabizade Nazım / Karabibik

 

Nabizade Nazım'ın 1890’da yayınladığı gerçekçi köy romanıdır. İlk Türkçe köy romanı olarak kabul edildiği için Türk edebiyatının önemli bir yeri vardır. Eser, roman değil, uzun öykü olarak da değerlendirilebilir. Antalya’nın bir köyünde yaşayan Karabibik adlı köylünün yaşam mücadelesini konu edinir.

 

*İlk psikolojik roman: Mehmet Rauf / Eylül

 

Eylül, Mehmet Rauf'un ilk psikolojik roman olarak Türk tarihine geçen romanı.

Olaylardan çok kahramanların ruh halinden bahseden kitap, 1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmaya başlamış, 1901 yılında ise kitap halinde basılmıştır.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk realist roman : Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası

 

Araba Sevdası, Recaizade Mahmud Ekrem'in 1898 yılında yayımlanan romanıdır. 1889 yılında yazılan eser, Türk edebiyatında ilk realist roman örneği olarak kabul edilmektedir.

 

Roman, dönemi İstanbul'unda görülen kimi cahilce davranış kalıplarını, eğlence ve zevk yaşamını anlatmaktadır. Osmanlı yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimat'la birlikte Batı'ya açılan Osmanlı Devleti'nde yaşanan batılılaşma sürecinin yanlış özelliklerinin vurgulandığı yapıtta, Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir. Romanda Bihruz Bey karakterinden hareketle batılılaşmayı anlamayan tip eleştirilir. Bihruz Bey, az buçuk Fransızcasıyla berberler, kunduracılar, terziler ve garsonlarla konuşmayı, araba kullanmayı ve şık giyinip kendine bakmayı marifet bilmekte ve komik durumlara düşmektedir. Roman kahramanı Bihruz Bey, birçok yönden Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey'le Rakım Efendi adlı romanındaki Felatun Bey karakteriyle benzerlikler gösterir 

 

*İlk resmi Türkçe gazete : Takvim–i Vakayi

 

Takvim-i Vakayi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde 1831'de yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk gazetesidir.

 

Haftalık olarak yayımlanan ve Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da yayımlanan bir gazeteydi. Resmî ilânlar ve gayrı resmî duyurular dışında, iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler de basılmaktaydı.

 

Takvim-i Vakayi resmî bir gazete olması dolayısıyla makaleler esas olarak devletin görüşlerini yansıtıyordu. 1860'tan itibaren sadece resmî duyurular ve kabul edilen yasa metinleri yayınlanır oldu.

II. Abdülhamit devrinin büyük bir kısmında Takvim-i Vakayi yayınlanmadı. İlk yayın kesintisi 1878 yılında oldu ve bu ara 1891'e kadar sürdü. 1891'de yeniden çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi'nin basımı 1892'de yeniden durduruldu. 1908 Jön Türkler sonrasında yeniden yayın hayatına girdi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Takvim-i Vekayi'nin görevini Resmî Gazete devraldı.

 

150px-Takvimi_vekayi_1831.jpg

 

*İlk yarı resmi gazete : Ceride-i Havadis

 

Ceride-i Havadis, Türk basın tarihinin yarı resmî olan ilk Türkçe gazetesi olarak kabul edilir.

 

William Churchill adında bir İngiliz tarafından 1840 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. Devletten teşvik yardımı aldığından ötürü gazete yarı resmî bir kimliğe sahip olmuştur. İlk sayılarında sadece haber içerikli olan gazete yayınlanmaya başladığı günlerde hiç ilgi görmemiş hatta ilk üç sayı bedava dağıtılmıştır. Bu yüzden gazete haftalık olarak çıkarılmaya başlanmış ardından on günde bir çıkarılması kararlaştırılmıştır. 1843 yılında bir süreliğine kapatıldıysa da, daha sonra yayın hayatına tekrar döndü.

 

Gazetenin döneminde çeşitli ilanlara yer vermiş ayrıca ilk ölüm ilanları bu gazetede yer almıştır. Kırım Savaşına, savaş muhabirlerini de göndererek döneminde uluslararası haberciliğe öncü olmuştur. 1864 yılında 1212 sayıyı geride bırakarak kapanmıştır.

 

220px-Ceride-i_Havadisin_ilk_say%C4%B1s%

 

*İlk edebî roman: Namık Kemal / İntibah

 

İntibah ya da diğer adıyla Sergüzeşt-i Ali Bey, Namık Kemal'in, ilk kez 1876'da yayımlanan bir romanı.İntibah, Türk Edebiyatı tarihinde ilk edebi roman olarak değerlendirilir. Romanda romantizm akımının etkisi görünür. Özellikle romanın başında yer alan uzun Çamlıca tasviri, romantizm etkisinin örneklerindendir.

 

Bununla birlikte, roman boyunca Osmanlı kültürüne de sıkça atıf yapılır, her bölümün başında Divan edebiyatı şairlerinden bir beyitin yer alması bu durumun örneklerindendir. Romanın konusu, Türk halk edebiyatının eski meddah hikâyelerinden "Hançerli Hanım"ın öyküsünden esinlenmiştir.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk tarihi roman : Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri

 

Cezmi, Tanzimat Edebiyatı yazarlarından Namık Kemal tarafından yazılan roman. İlk basımı 1880'de yapılan roman, Türk Edebiyatı'nın ilk tarihi romanı olma özelliği taşır. Kitapta II. Selim döneminde İranlılarla yapılan savaşta yer alan vatansever asker Cezmi'nin başından geçenler anlatılmaktadır.

 

Yeniçeriler, Ahmet Mithat'in Letâif-i Rivâyât adlı hikâye dizisine ait, trajik ve tarihî bir kısa romandır. Yazar hikâyenin bir bölümünü yeniçerilik müessesesini anlatmaya ayırır, böylece dönemin iç dinamikleri hakkında da okuru bilgilendirmiş olur. Nitekim hikâyede yeniçerilik müessesesi çürümeye yüz tutmuş bir kurum, yeniçeriler ise serkeş, başına buyruk insanlar olarak tasvir edilir. Eserde, Çorbacı Osman ile yine bir yeniçeri kızı olan Ayşe'nin dillere destan aşkla, evlilikleri ve tüm bunları takip eden bir trajedinin öyküsü anlatılır

 

*İlk özel gazete : Şinasi ile Agah Efendi/ Tercüman-ı Ahval

 

Tercüman-ı Ahvâl, İstanbul'da 1860-1866 arasında yayımlanan ilk özel gazetedir.

22 Ekim 1860'ta Agah Efendi ve Şinasi tarafından çıkarıldı. Önceleri pazar günleri çıkan gazete 22 Nisan 1861'deki 25. sayısıyla birlikte haftada üç gün yayımlanmaya başladı. Gazete, zamanla Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için yayınını beş güne çıkardı. Bahçekapı'da bir matbaada basılan gazete, matbaanın altındaki bir tütüncü dükkânından satılıyordu.

 

Ahmed Vefik Paşa, Ziya Paşa ve Refik Bey'in sık sık bu gazetede yazıları yer aldı. Bu yazılarda Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleri ve ülkede olup bitenler tartışılıyordu.Ancak 24. sayısından sonra Şinasi ayrılmıştır.

Ayrıca edebi eserlerin de yayımlandığı gazetede, batılı anlamda ilk Türkçe oyun olan Şinasi'nin Şair Evlenmesi de (1860) dizi olarak yayınlamıştı.

Gazete, Ziya Paşa'nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861'de iki hafta süreyle kapatıldı. Bu olay Türk basınında yayın durdurmanın ilk örneği oldu. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahval'in 11 Mart 1866'da yayınına son verildi.

 

250px-Terc%C3%BCman-%C4%B1_Ahval.JPG

 

*İlk pastoral şiir : A.Hamit Tarhan /Sahra

 

Hâmit’in yeni şiirlerini topladığı bu dergi, ilkin 1879 yılı başlarında yayımlanmıştır. Yazar 1875 yılı yaz aylarında Sahra2daki manzumelerden birini yazmaya başlamıştır.

60 sayfalık kitapta 10 manzume bulunur. Hepsi 870 mısra tutar. Hâmit bu kitabında Sahra’da yaşayanları ele alıp hayatlarını över. Onlara ömürlerini boş geçirenler diye hitap eder. Eserdeki bir başka şiirde ise şehirde yaşayanları ve hayatlarını ele alır. Bu şiirde şair daha rahat ve serbesttir. Anlattığı belde Paris’e benzer. Şiirde geçen fransızca kelimeler ise buna ispattır.

Bu iki şiirden sonrakiler, Mu’tekif, Mütehassir, Feragatkar, Mütesadif, Nevmit, Mazi, Da’vet, ve ülfet adlarını taşır. Bu şiirlerin tümü de farklı şekillerde yazılmıştır. Birlik içinde bulunmazlar. Birbirleriyle alakaları yoktur. Recaizade Mahmud Ekrem, eseri oldukça beğenmiştir. Son derece başarılı bir tabiat şiiri olarak görür.

 

Bir zamanlar karargâhım idi

Bedeviler gibi beyâbanlar;

Buna mucib de iştibâhım idi;

Nasıl imrar-ı vakt eder anlar.

Belde halkında görmedin hayfa

Gördüğün ünsü ehl-i vahşette!

Bedevîler sukûn u rahatte;

Sürdüğü daima ganemle sefâ.

Beledî muttasıl esir-i cefâ;

İntiâş aleminde zulmetde!

Biri endişeden aman bulmaz;

Biri endişeye zaman bulmaz.

 

gibi 12 mısralık kıtaları Namık Kemal tarafından takdir edilmiş,Kemal VAVEYLA isimli meşhur vatan şiirini Sahra’nın bu kıtalarına benzeterek ve mısralarını bazı farklarla onun gibi kafiyelendirerek 11 mısralık kıtalar halinde söylemiştir

 

*İlk şiir çevirisini yapan, ilk makaleyi yazan: Şinasî

 

Şinasi, 19. yüzyılda Türk edebiyatını etkileyen ve yönlendiren yazarlar arasında yer alır. Osmanlı toplumunun çağdaş uygarlığı yakalayarak gelişebileceğini, bununsa batı örnek alınarak gerçekleşebileceğini savunan batılılaşma hareketinin öncülerinden biridir. Gazetelerde yazdığı makalelerle, Fransızca'dan yaptığı şiir çevirileriyle, edebi ve toplumsal eleştirileriyle, yazdığı tiyatro yapıtlarıyla ve kullandığı yalın, halkın anlayabileceği arı dille edebiyatta batılılaşmanın ilk adımlarını atmıştır.

 

*Noktalama işaretlerini ilk kez kullanan, ilk Türk gazeteci : Şinasi

 

Batı uygarlığındaki Türk Edebiyatı'nın kurucusudur. Tanzimat Edebiyatı'nı başlatan, Batı Edebiyatı yolunda nazım ve nesir türünde ilk olarak eser veren Şinasi'dir. İlk çeviri şiirleri, ilk noktalama işaretleri, ilk özel Türk gazeteciliği ve ilk yerli tiyatro eseri edebiyatımıza onunla girmiştir. Akılcı ve mantıkçı olup, Türk toplumuna yeni bir görüş kazandırmak gayesindedir. Halkçıdır, halka karşı sorumluluk duygusu ile doludur. Halk, vatan millet gibi sözcükleri bugünkü anlamda ilk olarak kullanan yine Şinasi'dir. Şiiri mecazlardan arıtıp yalın hale koyar,soyut anlatımdan somut anlatıma geçer. Halk dehasına inanır, edebiyatımızda ilk olarak halk kaynaklarından yararlanıp dil, folklor araştırmaları yapar. Mazmunlu deyişler yerine sade bir dil, konuşma diline dayanan bir Türkçe yerleştirmiştir. Sanat için sanat ilkesini bırakır, halk için sanat ilkesine bağlanır. Divan Edebiyatı'ndaki parça güzelliği anlayışına karşı, toplu güzellik anlayışını savunmuştur.

 

*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan : A.Hamit Tarhan/Eşber  

 

Eşber, Abülhak Hamit Tarhan tarafından kaleme alınmış, yazıldığı dönemde oldukça büyük bir ilgi görmüş, manzum trajedi türünde bir eserdir. Abdülhak Hamit Tarhan’ın yazdığı oyunlar içinde en çok dikkat çeken ve beğenilen eser olan Eşber, büyük imparator Büyük İskender’in, Hint Seferi sırasında geçmektedir.

1880’de basılmıştır. Eserin önsözünde piyesin geçmişiyle ilgili bilgileri yazar ağzından bulmak mümkündür.

 

Eserdeki kimi aksaklıklar şunlardır: Aristo ve İskender’in Tanrı hakkındaki düşünceleri, monoteist bir karakter taşımaktadır. Yunan düşüncesinde ve Aristo’da tek Allah, melek ve cennet inanışı yoktur. Yirmi sayfayı aşan karşılıklı konuşma okurları sıkmaktadır.Mısralarda düğüm gereğinden fazladır. Sayfa altı açıklamaları aşırıdır. Bazı noktalarda ne demek istendiği açık cümlelerle verilmemiş, mukayyed kafiye gereksizce kullanılmış, bazı mısralarda tek bir Türkçe kelime bile bulunmamıştır.

Eşber manzum bir dramdır, kafiyeleri mesnevi yolundadır. Vezni aruzdur. Eseri bitevilikten kurtarmak için, yer yer manzumeler serpiştirilmiştir.

 

Oyun ikilemler üzerine kurulmuştur. Zira oyunda birçok ikilem görülmektedir. Eşber’in ikilemi, kız kardeşi ve ülkesi arasında, Sumru’nun ikilemi, ağabeyi ve İskender arasında, İskender’in ikilemi, fetih ve aşk arasındadır. Oyun, Aristo’nun İskender’e söylediği “Zafer veya hiç.” sözüyle son bulur. Bu cümle eser için oldukça etkileyici ve derin bir cümledir.

 

Oyun edebi bir eser olarak gayet başarılıdır. Ancak bir tiyarto eseri olarak sahnelenmesi oldukça zordur. Çünkü oyunda dekor kullanımı çok fazla olup, dekorlar Abdülhak Hamit Tarhan’ın hayalgücünün eseri olduğundan uygulanması oldukça zordur. Ancak her ne kadar zor olsa da oyun 2.meşrutiyet sonrasında bazı gruplar tarafından sahnelenmiştir.

 

*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri : A. Hamit Tarhan / Nesteren

 

Nesreten 1877’de Paris’te yayımlanmıştır. Hâmid onu yazarken Seyyid’i izlemiş, oyunun çok yerini de ondan almıştır.

Şairin basılmış bu ilk manzum tiyatrosu, hece vezniyledir. Belli bir hece sayısına göre değildir. Namık Kemal ve Ekrem bu eseri beğenmediklerini Hâmid’e açıklamışlardır.

Hâmid oyun sonuna eklediği parçada bir allegorizm ile o günün Türkiyesine dokunur. Dil ve anlatılış eski tarzdadır. Beş perdelik oyunun perdeleri arasına ilave fasıllar konularak eser dokuz perdeye çıkarılmıştır.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk bibliyografya:Katip Çelebi / Keşfü’z Zünun

 

Çok yönlü kişiliğiyle XVII. yüzyıl Osmanlı bilim ve düşünce hayatında önemli bir yer edinen Kâtib Çelebi'nin Arapça yazdığı eser kapsamlı bir bibliyografya ve ilimler ansiklopedisi mahiyetindedir. Alfabetik sıraya göre düzenlenmiş olan eserin ilk adı Kitâbü İcmâli'l-fuşûl ve'l-ebvâb iî tertibi1-Sıîûm ve esmâ'i'l-kitâb'dır. Mü­ellif yaptığı ilâve ve düzeltmelerden son­ra bu ismi Keşfü'z-zunûn can esâmi 7-kütüb ve'1-fünûn olarak değiştirmiştir. Kitapta yer alan bilgiler geniş ölçüde Arapça literatürle ilgili olmakla birlikte aralarında Farsça ve Türkçe çalışmalar hakkında olanlar da vardır. Keşfü'z-zu­nûn'un telifi yirmi yılda gerçekleşmiş, Kâtib Çelebi bu zaman zarfında eserini, Halep sahaflarında başladığı (1043/1633) araştırma ve incelemelerini çeşitli şehir­lerin sahaf ve kütüphanelerinde sürdü­rerek tamamlamıştır.

 

Keşfü'z-zunûn, adından da anlaşıldığı gibi kitapların (küt üb ) yanında ilmî disip­linleri de (fünûn) ele almış, yani ilimlerin sayımı ve taksimini de konu edinmiştir. Eserin, Kâtib Çelebi'nin ilim anlayışını yansıtması bakımından önem taşıyan beş bölümlü mukaddimesinde bilginin tanı­mı, ilimlerin İslâm dünyasında ortaya çı­kışı ve gelişmesi, alanlarıyla sınırları ve medeniyetle olan ilişkileri, kitap telif bi­çimleri ve şerh geleneğinin çeşitli tarzları gibi konular işlenmiştir. Kitabın yazımın­da tekrarlardan olabildiğince uzak durul­muş, ismi bilinen bir eserin yeri geldikçe müellifi, biliniyorsa telif tarihi, gerekti­ğinde bab ve fasılları, varsa üzerine yazı­lan şerh ve haşiyeler geçtikleri yerde ve­rilmiş yahut geçecekleri yere işaret edil­miştir. Türkçe ve Farsça eserler özellikle belirtilmiş, bizzat görülen kitapların baş­langıç cümleleri aktarılarak benzer isim­ler taşıyan çalışmaların birbirine karıştı­rılmasının önüne geçilmiştir.

 

İlk hatıra kitabı : Babürşah /Babürname

 

Babürnâme, Babür İmparatorluğu'nun kurucu Babür tarafından kaleme alınan hatıratı. Eser aynı zamanda anı türünün de özelliklerini taşımaktadır. Pek çok dilde defalarca basılmıştır.

 

Babürnamede anlatılan bazı olayların resimleri:

 

200px-Baburnama_1.jpeg

 

 

 

 

200px-Baburnama.jpg

 

 

200px-PeafowlBaburnama.jpg

 

 

200px-RhinoHuntBabur.jpg

 

*İlk hamse yazarı : Ali Şir Nevai

 

Hamse, Bir şâirin beş mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır.

 

Hamse yazarı şâirler hamse şâiri ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başlamıştır. İlk hamseyi Çağatay şâiri Ali Şir Nevai yazmıştır. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şâir de Nizami Gencevi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda gerçekleşti. Nergisi, hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü.

 

*İlk tezkire : Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais

 

Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen tezkire, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır.

 

Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâyis adlı eserine dayanır. Türk Edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk Edebiyatı'nda sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asım ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk şiir antolojisi : Ziya Paşa /Harabat

 

Harâbat, Ziya Paşa'nın 1875'te yayınlanan,içerisinde Türk, Arap, İran ve Çağatay sahasında yazılmış şiirlerden seçmeler bulunan 3 ciltlik divan edebiyatı antolojisidir. Eserin en önemli yanı manzum bir edebiyat tarihi olarak nitelendirilebilecek olan önsözüdür. 9 bölümden oluşan önsözde Ziya Paşa dil, edebiyat ve şair hakkındaki görüşlerini anlatır. Önceki yıllarda çıkardığı Hürriyet gazetesinde yayınlanan Şiir ve İnşa makalesinde edebiyatın Arapça ve Farsça boyunduruğunda anlaşılamaz hale geldiğini söylemesi ve yeni edebiyatı savunmasına karşın Harabat önsözünde Osmanlıca'nın Arapça ve Farsça ile zenginleştiğini savunur, divan edebiyatını över. Bu karşıtlık dönem aydınlarında bulunan doğu-batı ikiliğini yansıtması açısından önemlidir. Divan edebiyatını bu antolojini ön sözünde övmüştür. Bu övgü Namık Kemal ile aralarında bir bozulmaya sebebiyet vermiştir ve buna karşı Namık Kemal de Tahrib-i Harabat adında bir eser yazmıştır.Harabat edebiyatımızdaki ilk antoloji olma özelliği taşımaktadır.

 

İlk atasözleri kitabı : Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye

 

Durub-i Emsal-i Osmaniye, Şinasi tarafından 1863 yılında yazılmış olan, ilk atasözleri kitabı niteliği taşıyan eserdir. Eserde 1500 kadar Osmanlı atasözü ve deyimi derlenmiştir. Eserin 2. baskısında (1870), bu sayı 2500'e ulaşır. 1885'te ise Ebüzziya Tevfik kendi topladıklarını da ayrıca belirterek bu atasözleri ve deyimlerin sayısını 4000'e kadar çıkarır.

 

İlk mizah dergisi : Diyojen /Teodor Kasap

 

Diyojen, İstanbul'da Teodor Kasap tarafından 1870 yılında haftada üç gün olarak yayınlanmaya başlayan dergi ilk Türk mizah dergisidir.

 

Türkçe yayımından önce bir süre Fransızca, Rumca çıkan dergi Ermenice olarak da yayınlanmıştır. Türkiye'de modern mizahın ilk örneklerinin yayınlandığı dergi, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik ve Namık Kemal'in imzasız yazılarına yer verdi.

Yayın yaşamını 1873 yılına kadar sürdürmüş olan dergi 183 sayı çıkmıştır ve üç kez geçici olarak kapatılmıştır. Ancak son sayısı olan 183. sayısında siyasal içerikli mizah yazıları nedeniyle 9 Ocak 1873 tarihinde yönetimce yayımına son verilmiştir.

 

233px-Diyojen_dergi_kapak.jpg

 

İlk hikaye kitabı : A.Mithat Efendi / Letaif-i Rivayet

 

Letaif-i Rivayat, Ahmet Mithat Efendi’nin 1870-1894 yılları arasında neşrettiği yirmi beş kitapta­ki otuz hikâye ve romandan meydana gelen külliyatın ortak adıdır. Yazarın Letaif-i Rivayat’ın dördüncü cüzü­nün başında yer alan “Kariîn-i Kirama Suret-i Mahsusada Teşekkür” başlıklı yazıda belirttiğine göre, bu seri as­lında üç kitaptan meydana gelecek şekilde düşünülmüş; fakat bu üç kitapta yer alan hikâyelerin ilgi görmesi üze­rine yazar başka adlarla ve müstakil olarak neşredeceği eserlerini de Letaif-i Rivayat üst başlığı altında yayımlamıştır. Dolayısıyla Letaif-i Ri­vayat ortak adı, bu eserlerin ortak bir tema veya düşünce etrafında kaleme alınmış olduğu anlamına gelmemekte­dir. Aynı yazıda yer alan, “Asıl maksat asar-ı naçizanemi meydan-ı intişara koymak olduğuna göre nam ve un­vanın hiçbir ehemmiyeti olmaması...” şeklindeki ifade de yazarın böyle bir amacının bulunmadığını göstermek­tedir. Bunları, Ahmet Mithat Efendi’nin yine aynı yıllarda müstakil olarak yayımladığı romanlardan farklı kılan, belki hacim itibariyle daha kısa eser­ler oluşlarıdır. İçlerinde hacmi, kurgusu ve zengin kişi kadrosu veya kişilerin geniş bir çerçevede ve­rilişiyle roman olarak değerlendirilebilecek eserler de bulunmakla birlikte, bunların çoğunu “büyük hikâye” kategorisine koyabiliriz. Bu hikâyelerin çoğu, konusunu bizim ha­yatımızdan almakla birlikte içlerinde konusu Fransa’da geçen ve dolayısıyla kişi kadrosu yabancılardan olu­şanlar da bulunmaktadır. Külliyatın yedinci kitabı ise bir tiyatro eseridir.

 

 İlk fıkra yazarı : Ahmet Rasim

 

Kendine özgü bir üslupla kaleme aldığı eserleri geniş bir okur kitlesi tarafından okunan, mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerine tanıklık etmiş bir yazardır. 50 yılı bulan yazı hayatında farklı edebi türlerde ve çok sayıda eser verdi. Dönemin İstanbul hayatının ayrıntıları üzerinde durduğu fıkralarıyla tanındı.3.ve 4. Dönem TBMM’de İstanbul milletvekili olarak yer aldı. Tanınmış bestekar Osman Nihat Akın’ın dedesidir.

 

İlk Türkçe yazılan ilk kitap : Yusuf Has Hacip / Kutadgu Bilig

İlk siyasetname : Yusuf Has Hacip/ Kutadgu Bilig

Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : Y. H. Hacip / Kutadgu Bilig

İlk didaktik şiir örneğimiz Kutadgu Bilig

Aruzla yazılan ilk eserimiz : Kutadgu Bilig

 

11. yüzyılda yazılmıştır.

Yusuf Has Hacib yazmıştır.

Mesnevi tarzında yazılmıştır.

Siyasetname türünün ilk eseridir.

Eserde kullanılan bazı sözcükler günümüzde de kullanılıyor.

Türk dilinin Hakaniye (Çağatay) lehçesi ile yazılmıştır.

Nazım birimi beyittir. (Redif ve kafiye kullanılmıştır.)

İslamiyet'in Türklerce kabulünden sonraki ilk yazılı eserdir.

Allegorik ve didaktiktir.

Bazı bölümlerinde ansiklopedik bilgiler içerir.

'Kutlu Olma Bilgisi' veya 'Mutluluk Veren Bilgi' olarak Türkiye Türkçesine aktarılabilir.

18 ayda tamamlanmıştır. Eser, 6645 beyit, 85 bâbdan oluşmaktadır.

4 soyut kavram üzerine kurulmuştur. Bunlar; Kün Togdı (hükümdar, kanun, adalet); Ay Toldı (mutluluk, saadet); Odgurmış (akıbet, hayatın sonu); Ögdülmiş (Akıl, zeka)

Nasıl mutlu olabileceğimizi,hayata nasıl tutunabileceğimizi yazmıştır.

 

İlk mensur şiir örneklerini veren : Halit Ziya Uşaklıgil

 

Mensur şiir, şiirin cümle yapısı ve ahengini koruyan ancak ölçü ve kafiyeye bağlanamayan; şairane bir konuyu, his, hayal ve düşünceyi kısa şekilde ve yoğun bir üslupla anlatan düzyazı türüdür. Mensur şiirde olay örgüsü de vardır. Bu özelliğiyle, öykü ile şiir arasında bir tür sayılır. Mensur şiir, divan edebiyatındaki secili nesirle benzerlikler içerir.

 

Mensur şiir, 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında bu türün Batılı anlamdaki ilk örnekleri Servet-i Fünun Dönemi’nde Halit Ziya Uşaklıgil tarafından verilmiştir. Onun, mensur şiir türündeki “Mensur Şiirler” ve “Mezardan Sesler” adlı eserleri bu türü, edebiyatımıza tanıtmış ve benimsetmiştir. Bu türde Mehmet Rauf ise “Siyah İnciler’ adlı eseri yazmıştır. Mensur şiir ile şiir karşılaştırması: Mensur şiir, şiirin ahengini korur. Şairane bir söyleyişe sahiptir. Kısa, yoğun ve süslü bir üslubu vardır. Şiirle aynı temaları işleyebilir. Dil ve anlatım bakımından şiire benzer. Mensur şiirde söz sanatlarından yararlanılabilir. Ancak ölçü ve kafiye yoktur. Seci bulunabilir. Şiire ait dize, beyit, bent gibi birimler ve kafiye örgüsü bulunmaz. Düzyazı şeklinde yazılır.

 

Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan : Mehmet Emin Yurdakul

Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: M.Emin Yurdakul

 

Şiir yazmaya Servet-i Fünun Dergisi’nde başlayan Yurdakul bütün şiirlerinde sade bir dil ve hece ölçüsü kullandı; konularını toplum dertlerinden, sosyal-epik hayat sahnelerinden aldı; uyarıcı-öğretici şiirler yazdı. "Türk Şairi", "Milli Şair" diye anılır. 14 Ocak 1944 tarihinde İstanbul’da öldü. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk makale : Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi

 

 " Mademki sosyal bir şekilde yaşayan halk, bu kadar kanundan sorumludur, elbette ki sözle ve yazı ile kendi vatanının yararına olan düşüncelerini söylemesi onun en doğal haklarından kabul edilir. Eğer şu iddiaya bir dayanak aranılacak olsa, eğitimle zihni açılmış olan, medenîleşmiş milletlerin yalnızca politika gazetelerini göstermek yeterlidir.

 

 Bu konu Osmanlı Devleti tarafından yeni de olsa kabul edilmiştir ki Büyük Meclis, Tanzimat’ın oluşumu sırasında kanunlara ve düzene bağlı yazılar yazılması için herkese resmî bir izin vermişti. Hatta yüce hükümetimizin izniyle, Osmanlı toprakları içindeki Müslüman olmayanların kendi dilleri ile şu anda çıkardıkları yazılar bile, belki onların hukuklarına göre çok serbesttir; fakat asıl Osmanlı gazeteleri meselesine gelince, resmî olmayan bazı yazılı kâğıtların devamlı çıkması üzerine, çıkarılmasına, her nasılsa şimdiye kadar hâkim milletten hiçbir kimse bu konuda uyarıda bulunmamıştır.

 

 Hele şükürler olsun, yüce adaletin koruması, kaybedilene karşılık kazanmayı kolaylıkla sağladı. Şöyle ki: Bu yolda Türkçe bir gazete hakkında yazılan bir dilekçe hakkında geçenlerde sunulan resmî yazının açıklanması, resmî olarak Eğitim Bakanlığından verilen kararname üzerine kabine toplantısında itibar sahibi kimseler tarafından bile nitelikli bir şekilde bu konuyu savunmuşlar ve bu bakımdan konu yüksek müsaadeleriyle hükümdara yakışır şekilde sunulmuştur. Ve bundan başka her çıkarılışında, bir bölümü uygun olmadığı hâlde, padişaha takdim edilmesi konusunda yüce iradelerini de kullanarak ayarlama getirmişlerdir. Bu sebeple eski ve yeni ve yeniyi eskisine üstün tutarak, ortaya çıkan bütün teşviklere teşekkür etmekte, hâlimizden açıkça anlaşılan acizliğimizi bütün herkese duyururuz.

 

 Şimdi, işte bu gazeteyi içeriden ve dışarıdan seçilmiş bazı haber ve eğitim çeşitleri ile diğer yararlı maddelere dair konuları açıklama ve yayınlama aracı olacağından dolayı, Tercüman-ı Ahval adı ile adlandırmak uygun görüldü. Açıklamaya gerek olmamasından dolayı, söz söylemeye, çözüm beklemeye has bir Allah vergisi olan bu örnek, en güzel insan aklının icadı olan kâtiplik ile kalemle, sözle açıklamak bilgisinden oluşmaktadır; bu gerçekler yapılmış, giderek bütün halkın kolaylıkla anlayabileceği  derecede, işte bu gazeteyi kaleme almak gerekli olduğundan dolayı makamım açısından şimdiden duyurulur.

 

 Değil mi Tanrı’nın lütfu akıl ve kalb ve lisan

   Bu lütfu etmelidir fikr ve zikr insan.

 

                                                                                                                          İbrahim Şinâsi

 

(Tercüman-ı Ahval, nr. 9, Teşrin- i evvel 1277, 22 Ekim 1860)  "

 

 

 

İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk : Fecr-i Ati (Servet-i Fünün)

 

Fecr-i Ati bir edebi topluluktur. Fecr-i Ati'nin Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak doğan bir akım olduğu savunulmuştur. Fecr-i Ati batıdaki benzerlerinde olduğu gibi belli ilkeler çevresinde birleşen bir yazın topluluğu biçiminde ortaya çıkmıştır. 1908 özgürlük bildirisiyle Servet-i Fünun dergisinin çevresinde toplanan gençlerin açtığı bu çığır; en fazla "Fransız sembolizmi" üzerinde çalışarak Ahmet Haşim gibi büyük bir şairin doğmasına olanak hazırlar.

 

Fecr-i Ati topluluğu, 20 Mart 1909'da İstanbul'da "Hilâl" gazetesinin yayımlandığı basımevinde ilk toplantısını yapar, 24 Şubat 1910'da Servet-i Fünun dergisinin 977 sayılı nüshasında , kuruluş nedenlerini kamuoyuna açıklar. "Sinâ-yı Emel" olarak ileri sürülen isim Faik Ali'nin isteği üzerine "Fecr-i Ati" olarak kesinleşir. Edebiyatımızın tanıdığı ilk beyannameyi yayınlayanlar, işte bu Fecr-i Ati'cilerdir. Onlara göre; edebiyat, çok ciddi bir uğraştır.

 

« Encümen, edebiyatı çok ciddiye almakta, onu hoş vakit geçirmek için bir araç olarak kabul etmemektedir. Bu inanışın edebiyatımızdaki ilk temsilcileri ise, Servet-i Fünûnculardır. Gerçekten, edebiyatın ciddi bir çaba olduğu hususunda, Türk kamuoyuna ilk öncülüğü yapanlar onlardır. Bu ciddî çalışmalarına onların 1908'den sonra yeniden başlamaları beklendiği halde, ne yazık ki, ortada görünmemişlerdir. O halde, yaptıkları hizmet daima beğenilmekle beraber, artık onlara "geçmiş" gözüyle bakmak yerinde olacaktır. Şimdilik, Avrupa edebiyatındaki benzeri toplulukların küçük bir örneği olan Fecr-i Âti ise, Türk edebiyatının geleceğini temsil etmektedir. Dilin, edebiyatın, edebî ve sosyal bilimlerin ilerlemesine dikkat etmek; genç yetenekleri bir araya toplamak, ancak fikir tartışmalarıyla kamuoyunu aydınlatmak, Batı'nın önemli edebiyat ve fikir eserlerini çevirmek, edebiyat ve fikir konuları üzerinde konferanslar düzenlemek, Batı'daki benzeri kuruluşlarla sürekli bir temas kurmak onun gayeleri arasındadır. »

(Servet-i Fünun, C:38, No:977, 11 Şubat 1325)

 

İlk seyahatname : Seydi Ali Reis / Miratül Memalik

 

Mir'atü'l-Memalik, Kaptan-ı derya Seydi Ali Reis'in Çağatayca mensur ve manzum şekilde yazdığı eseridir. İlk seyahatname olma niteliği taşıyan Mir’atü'l-Memalik, 1554 civarında yazmıştır.

Jean-Louis Bacque Grammond Mir’atü'l-Memalik’in Fransızca çevirisini yayınlamış ve çok beğendiğini söylemiştir.

 

“Özbek dili ve edebiyatı” konulu bir radyo programına katılan Grammond’a Mir’atü'l-Memalik’i ve yazarı Seydi Ali Reis sorulduğunda. “Kitabı çok beğendiğini, Fransızca çevirisini yaptığını ve Seydi Ali Reis rastladığı padişaha göre Çağatayca*, Farsça** veya başka dillerde şiirler yazıyordu. Bu kitabın konularına paralel bir kitaptan bahsedebiliriz, bu da Grek edebiyatından Anabasis***.” demiştir.

16. yüzyılın denizcilerinden Seydi Ali Reis’in yazdığı Atlas’ı (Muhit) pek değerlidir. Piri Reis’ten sonra Süveyş Kaptanı olan Galatalı Seydi Ali Reis (öl.970/1562) Umman ve Hint denizlerindeki seferleri sonucunda baş tarafı kozmografya (Astronomi) ve bunun temellerinden, diğer kısımları da Kızıldeniz, Aden ve Basra Körfezleri ile Umman denizinin durumlarından bahseden bir eser (Mir’at-ül Memalik) yazmıştır. Bu eser Joseph von Hammer-Purgstall tarafından Almancaya çevrilmiştir.

 

İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi

 

1866 yılında İstanbul'da doğdu. İki yıl Hukuk Mektebinde okudu. Hariciye Nezaretinde çalıştı. Bu sırada Mizan gazetesine yazdığı yazılar yüzünden beş ay tutuklu kaldı. Sonra Konya'ya sürüldü. Sürgün yeri Batı Trablus olarak değiştirildi. Oraya giderken İskenderiye'ye kaçtı. Saraya başvurup affedilmesini sağladı ve İzmir'e gelmesine izin verildi. Vilâyet tercümanlığı yaparken bu defa Bitlis'e sürgüne gönderildi. Çerkes Ali Paşa'nın aracılığı ile yine İzmir'e döndüyse de, sürülme korkusuyla Avrupa'ya kaçtı (1900). Fransa, Tunus ve İngiltere'de yaşadı. İngiltere'nin Folcestone şehrinde öldü. Abdülhalim Memduh, zeki ve taşkın yaratılışlı bir şairdi. 4 Temmuz 1905 yılında öldü. Şiirlerini hem aruz, hem de hece ölçüsüyle yazdı. Şiirlerinde alaycı bir edâ hâkimdir. Abdülhak Hâmid'in takipçisi idi. Çağdaşı Muallim Naci'nin fikirlerinin şiddetle karşısında olmuştur. Süleyman Nazif

Abdülhalim Memduh için: "Dinini Hamid'e, kinini de Naci'ye vermişti." demiştir.

 

Şiirleri: Tasvir-i Vicdan (1885), Tasvir-i Hissiyat (1886), Burhan (Kanunî'nin vezirlerinden Kara Süleyman Paşa'nın zaferlerini anlatır, manzum, 1886), Reşid Paşa (Biyografi, 1886), Mazlum Türklere Mev'ize (1902), Türk Eş'ar-ı Garamı (Fransa'da Edmond Fazy ile birlikte hazırladığı bu Türk aşk şiirleri antolojisi, Antologie des Poémes Amour Turc adıyla yayınlandı, 1905). Manzum oyunları: Bedriye (Hece vezniyle yazılmış oyun, 1887), Nâlân (Nokta dergisinde yayınlandı, yarım kaldı, S. 1-2, 1886), Abdülhamid ve Genç Türk Bir Harem Ağası (Refik Nevzat'la birlikte yazdı, oyun, 2. bs., 1909). Edebiyat tarihi: Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (Bu adla yazılmış ilk Osmanlı edebiyatı tarihidir, 1897).

 

Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz : Fuat Köprülü

 

Fuad Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.

 

1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı.

 

İlk büyük yapıtı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar’ı yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, Türkiye Tarihi adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. 

 

Sahnelenen ilk tiyatro : Namık Kemal / Vatan yahut Silistre

 

Vatan yahut Silistre, Türk edebiyatı'nın batılı anlamda yazılıp oynanan ilk tiyatro yapıtıdır. Namık Kemal tarafından yazılmıştır; yazarın ilk tiyatro piyesidir. Eserin gerçek adı Vatan'dır. Eser yayınlandıktan sonra uygulanan yasaklar ve sansür nedeniyle Silistre adı ile oynanmış ve yayınlanmıştır. Daha sonra da Vatan yahut Silistre adı ile yaygınlaşmış ve bu isimle kabul görmüştür.

Namık Kemal'in Gelibolu’da otuz üç yaşında iken kaleme almaya başlayıp İstanbul’da tamamladığı Vatan yahut Silistre, sağlığında sahnelenişini gördüğü tek oyundur. İlk temsili 1 Nisan 1873 tarihinde Gedikpaşa Tiyatrosu'nda Güllü Agop kumpanyası tarafından yapıldı. Eserin sahnelenmesinden sonra izleyicilerin heyecana gelerek başlattıkları gösteri ve olaylar; yazarın tutuklanarak Magusa'ya sürülmesine sebep oldu.

 

 

Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: T.Fikret

 

Tevfik Fikret manzum öykü biçiminde kaleme aldığı eserlerinde aruz ölçüsünü başarıyla kullanıp konuşma diline yaklaştırdı. Türk edebiyatındaki ilk çocuk şiir kitabı Şermin'i yazdı. Ömrünün sonuna kadar öğretmenlik mesleğini sürdüren Tevfik Fikret, Ocak 1909'dan itibaren bir buçuk yıl süreyle Mekteb-i Sultani'nin müdürü olarak görev yaptı ve okulun efsanevi müdürü olarak ünlendi. Tevfik Fikret'in edebi hayatı 1880-1896 ve 1896 sonrası olarak ikiye ayrılır. İlk döneminde parnasizmin etkileriyle yazdığı şiirlerinde Sanat için sanat anlayışını, ikinci döneminde toplum için sanat anlayışını benimsedi; şiirlerinde uygarlık ve özgürlük gibi konuları işledi. Ağırlıklı olarak sone ve terza rima nazım şekillerini kullandı. İlk döneminde kullandığı yabancı sözcük ve kalıplar nedeniyle dili oldukça ağırdır. Çocuk şiirlerinden oluşan Şermin dışında tüm şiirlerini aruz ile yazdı. Nazım şekillerinde ve şiirin yapısında yaptığı değişikliklerle şiir dilini düzyazıya yaklaştırmıştır.

 

Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı : Süleyman Paşa / Sarf-ı Türki

 

Süleyman Hüsnü Paşa tarafından Türkçe dil bilgisi olarak yazılmış bir eser olup dokuz bölümden oluşmaktadır. Eserin ilk bölümüne kadar olan baş tarafında İlm-i Sarf'ın anlamı verilmiş ve Türkçedeki harfler ve bu harflerin yazılış şekilleri verilip ünlüler tanıtılmıştır. İsim, Sıfat, Zamir, İsm-i İşâret, Mübhemât, Mastar, Fiil, Fer'-i Fi'l ve Edevât bölümlerinden oluşan eserin Zamir kısmında açıklamalar tablolarda gösterilmiştir. Fiil bölümünde fiil zamanları hikâye ve rivayet şekilleri ile birlikte ayrı ayrı verilmiştir. Edevât bölümünde ise, 51 edat üzerinde durulmuştur. Hatime kısmında cümle hakkında kısaca bilgi verilip örnekler sıralanmıştır.

 

İlk natüralist eserimizin yazarı : Nabizade Nazım / Zehra

 

Zehra, Nabizade Nazım’in yazdığı ve ilk defa 1894’de Servet-i Fünun’da tefrika olarak yayımlanmış romandır. Türk edebiyatının ilk psikolojik roman denemesi kabul edilir.

Eser, yazarın ölümünün ardından 1894 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edildikten sonra 1896’da Arap harfleriyle, daha sonra Latin harfleriyle kitap olarak basılmıştır. Tanzimat sonrası dönemde İstanbul’da geçen bir aile faciasının anlatıldığı romanda kıskançlık konusu natüralist bir anlayışla ele alınır

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim

Şarkı nazım türünü ilk kullanan: Nedim

 

15. yy’da divan şairi Necati’nin başlattığı bir akımdır.

Mahalli konular, günlük yaşayış şiire girmiştir.

Halk zevkine yaklaşılmıştır.

Soyuttan çok somut güzeller ve güzellikler işlenmiştir.

Günlük konuşma dili, deyim ve atasözleri şiirde kullanıl­mıştır.

Bu akım 18. yüzyıl şairi Nedim’le doruk noktasına ulaş­mıştır.

Nedim, halk şiirindeki türküye yakın olan “şarkı” türüne en çok örnek veren şair olarak bu akımın en önemli tem­silcisi olmuştur.

Nedim şiirlerinde İstanbul’un somut güzelliklerini, eğlence ve gezinti yerlerini divan şiirine sokmuş; Baki gibi İstanbul Türkçesini şiir dili olarak kullanmıştır.

Mahallileşme akımının en önemli temsilcileri Necati, Baki, Nedim, Şeyhülislam Yahya ve Enderunlu Vasıftır.

 

İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi : Kamusul Alam

İlk Türkçe sözlük : Şemsettin Sami / Kamus-ı Türki

 

ilk Türkçe ansiklopedi olan Kamus-ül Alam'ın (1889-1898) ve modern anlamdaki ilk geniş kapsamlı Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türkî'nin (1901) yazarıdır. Ayrıca Kamus-ı Fransevî adlı Fransızca ve Kamus-ı Arabî adlı Arapça sözlükleri kaleme almıştır.

 

_MG_3649.jpg

 

İlk sözlüğümüz : Kaşgarlı Mahmut / Divan-ı Lügat-it Türk

 

11. yüzyılda yazılmıştır.

Türkçenin ilk sözlüğü, antolojisi, ansiklopedisi ve dil bilgisi kitabıdır.

Araplara Türkçe öğretmek, Türkçenin yaygınlığını göstermek için yazılmıştır.

Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır.

Yazarı, birçok Türk boyunu gezerek derlemeler yapmıştır.

Sözcükleri güzel örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. (Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk yazını için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır.)

Divanu lügati't-Türk 7500'den daha fazla Türkçe sözcük içerir.

Dönemin özelliklerini yansıtan kelimeleri barındırır.

Karahanlı Türkçesi ile yazılmıştır.

 

250px-Kashgari_map.jpg

 

Divanu lügati't-Türk te yeralan bir harita.

 

 

İlk özdeyiş örneklerini veren : Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık

 

Lehçet-ül Hakayık kitabı 1844-1899 ıylları arasında yaşamış Tanzimat dönemi Türk edebiyatının,saklı kalmış önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Bey'e aittir.Bu eserden birkaç güzel ince söz....

 

Af:Güzel intikam

Aferin:Ucuz ihsan(iyilik)

Alim:Birşey bilmediğini bilen

Barbar:Barutu icad edemeyenler

Batıl inanç:Zihin kanseri

Cesaret:Korktuğunu belli etmemek

Cüce:Bazı büyük adamların yakından görünüşü

Diken:Gül bekçisi

Dost:Bize yardıma hazır zannetiğimiz kişi

Falcı:İstediğimizi söyleyen

Haydut:Dağ bankeri

İhtiyarlık:Delilik ettirmeyi arzu ettiren yaş

İnsan ömrü: Dönüş bileti satılmayan yolculuk

İnşallah:Nezaketle verilen red cevabı

Kefen:Moda dergilerine müracaat edilmeden dikilen elbise

Kibir:Ahmakların vekarı

Kitap: Fikirler,düşünceler kutusu

Kurşun: Muharebe şekerlemesi

Lisan: Çok uzağı vuran silah

Maharet: Çamur içinde para toplayıp ellerini kirletmemek

Mahkeme: Adalet pişirilen yer

Mecnun: Bizim gibi düşünmeyen

Saadet: Başkalarının bahtiyar olmasına çalışma

Saçma: Daima karşımızdakinin fikri

Sancak:Vatana giydirilen en güzel kaftan

Sır:Buharlaşan hakikat

Şair:Söz kantarcısı

Şiir:Darası alınmış söz

Timsah:Tohuma kaçmış kertenkele

Top:Medeniyetin son sözü

Vakit:Adamına göre en ucuz veya en pahalı meta

 

Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin : Orhun Abideleri (Göktürk Kitabeleri)

İlk alfabemiz : Göktürk Alfabesi

 

Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yolluğ Tigin yazmıştır. Yolluğ Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğenidir. Yazıtlarda bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile "Bengü Taşlar" denmiştir.

Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi'nde bulunmuşlardır. Bu yazıtlar II. Göktürk Kağanlığı'na aittir. Yazılış tarihleri MS. 8. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Yazıtlardan Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmışlardır.

1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Radlof’un da yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi'nde bilim dünyasına açıklanmıştır.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı : Ömer Seyfettin

 

Ömer Seyfettin (11 Mart 1884; Gönen, Balıkesir - 6 Mart 1920, İstanbul), Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Asker, şair ve güçlü bir edebi yeteneği olan bir öğretmendir. Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır. Türkçede sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne pek çok eser sığdırmıştır.

 

Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan : A. Hamit Tarhan / Validem

 

Edebiyatımızdaki kafiyesiz ilk şiirdir; şair bu şiirinde annesini anlatmıştır… Validem şiirinde Hâmid annesi ile tabiatı bir bütün olarak düşünmüştür. Burada imgesel döneme bağlı kaldığı düşünülebilir. Çünkü eşi Fatma Hanım’ın ölümünde yazdığı Makber adlı şiirde ölüm acısını ne şekilde dile getirdiğini gördüğümüz şair, annesini anlatırken duyguları ile değil düşünceleri ile hareket eder. Bu durum tabiattaki her şeyi annesiyle özdeşleştiren şairin bilinçaltına yönelerek düşünmemizi gerekli kılar.

 

İlk köy şiiri : Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı

 

I

 

Tepeden iniyor bakın

Şu kızın nişanlısı şanlıdır

Yaradan nazardan esirgesin

Koca dağ delikanlıdır

 

II

 

Fese bak fese ne güzel de al

Ne de hoş belindeki morlu şal

Demedim ya ben sana bak da al

O kadar da bakma ziyanlıdır

 

III

 

Ne kadar da kızardın aman aman

Neden öyle başına çıktı kan

Beri gel bayılma a kız heman

Yüreğin de pek helecanlıdır

 

IV

 

Yakışıklıdır seviyor cihan

Onu ben de pek severim inan

Benim olsa bâri şu kahraman

Olamaz ne çare nişanlıdır

 

V

 

Ne darıldın Ahmed'in oynaşı

Darılır mı âdeme kardaşı

Sana benziyor şu dağın başı

Ne zaman bakılsa dumanlıdır

 

VI

 

Somurtup oturma darıl da git

Bizi ihtiyara şikayet et

Beni istemekte olan yiğit

Daha şanlıdır daha anlıdır.

 

 

Muallim Naci

 

Tekke şiirinin kurucusu : Ahmet Yesevi

 

Ahmet Yesevi...  Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair... Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, ‹slamiyetin Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlk Türk destanı : Alp Er Tunga Destanı

 

Alp Er Tunga, veya Alp Er Tonğa (Altay Türkçesi: İlb Er Tonga), efsanevi bir Türk hakanıdır.

Tonga sözcüğü aslında leopar cinsinden yırtıcı bir hayvanın adıdır. Bir yiğitlik simgesi olarak alplara isim diye verilir. Uzun saçlı olmak Tonga’yı çağrıştırdığı için alplar saç uzatırlar. Ayrıca cengaverler yırtıcı hayvanların özellikle de aslan, kaplan, pars, tonga gibi hayvanların postlarını giyerler. Bu postlar savaşçılığın sembolüdür. Alpar Tonga Han, yanında iki tane tunga (leopar) ile resmedilir, sırtında da bir post vardır, postun dişleri başının üzerinden görünür. Tüm Türk Dünyasında olduğu kadar, İran ve Ortadoğu haklarının pek çoğu tarafından tanınır. Selçukluların 33 atasından biri olarak sayılır. Yeraltındaki 100 sütunlu demir sarayında yaşar. Alpar (Alper) sıfatıyla anılır. İran mitolojisinde adı Afrasyab olarak geçer.

 

Yaşamıyla ilgili bilgiler efsanelere dayanan Alp Er Tunga'nın, Turancılarca Türklerin eski atalarının soyundan geldiği öne sürülür. Ayrıca, Divân-ı Lügati't-Türk'te ve Kutadgu Bilig[7]'de, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab (Afrasyab)'la aynı kişi olduğu belirtilir. Şehname'ye göre İran - Turan savaşları sırasında Zaloğlu Rüstem ile giriştiği mücadele sırasında pusuya düşürülüp öldürülmüştür. Öldürülmesiyle ilgili Alp Er Tunga Sagusu, Divân-ı Lügati't-Türk'ün çeşitli yerlerinde örnek metin olarak verilmiştir.

 

Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan : Namık Kemal

 

Tanzimat döneminin en önemli düşünce, sanat ve siyaset adamlarından birisidir. ”Toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir. Sanatı, toplumun Batılılaşması için bir araç olarak kullanmıştır. Eserlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmayı amaçlamıştır. Divan edebiyatının süslü-sanatlı düz yazısı yerine, belli bir düşünceyi iletmeyi amaçlayan yeni bir düzyazıyı kullanmıştır. Eserlerinde noktalama işaretlerini kullanmıştır. Gençliğinde Divan Edebiyatı tarzında şiirler yazmış, Avrupa’ya gittikten sonra yeni edebiyatı benimsemiş ve o yolda yapıtlar vermiştir. Namık Kemal, Fransız edebiyatını örnek almış, romantizmin etkisinde kalmıştır. Şiirleri biçim bakımından eski, konu bakımından yenidir. Yurt, ulus, özgürlük gibi konuları işlemiştir. Ayrıca şiirlerinde mücadeleci tipte bir insan yaratmıştır. Tiyatroyu “eğlencelerin en faydalısı” olarak nitelemiş, halkın eğitilmesinde okul gibi görmüş, sahne dili ve tekniği yönünden başarılı yapıtlar vermiştir.Eleştiri türünde ise şu eserleri mevcuttur.

Tahrîb-i Harabat (1885) · Tâkib (1885) · Renan Müdafaanâmesi (1962)

 

Bizde epik tiyatro türünün kurucusu : Haldun Taner

 

Epik kelime anlamıyla halk arasında söylenen destansılık anlamıyla epik kelimesi kullanılamaktadır.

 

Epik tiyatro, siyasal amaçlı bir tiyatro düşüncesidir. Bertolt Brecht’in doğrudan Marksizm-Leninizm etkilenimiyle oluşturduğu ve seslendiği seyirci kitlesini de emekçi sınıf olarak belirlemiş bir kuramdır.Ülkemizde ise Haldun Taner bu tiyatronun öncüsüdür. 1950’lerde oyun yazmaya başlamış olan ve tiyatrodaki ilk eserlerinde dramatik türün başarılı örneklerini veren Haldun Taner, ardından epik tiyatro denemelerine girişmişti. Türk Tiyatrosu’ndaki ilk epik tiyatro örneği olan "Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunu ile dünya çapında tanındı. Bu oyun yurtdışında Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, eski Yugoslavya'nın çeşitli kentlerinde oynandı. Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964). Daha sonraki dönemlerde konularını güncel olaylardan alan siyasal-sosyal taşlamaların ağır bastığı oyunlar yazdı. Epik tiyatro ve kabarenin alanında verdiği yapıtlar çağdaş Türk tiyatrosunun klasikleri oldu. Eşsiz bir arı Türkçe kullanan Haldun Taner, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarları arasına girdi.

 

İlk kadın romancımız : Fatma Aliye Hanım

 

1862′de İstanbul’da doğdu 1936′da yine İstanbul’da yaşamını yitirdi.İlk kadın romancımız, ilk kadın felsefecimiz, edebiyatımızda ilk kez çeviri yapan, kadın haklarından ve kadın-erkek eşitliğinden ilk kez bahseden, hakkında ilk defa monografi yazılan yazar. Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı. Babasının konağında özel öğretmenlerden Fransızca, tarih, edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Yazmaya Fransızca’dan yaptığı çevirilerle başladı. İlk çevirisi George Ohnet’den Volente. O dönemde edebiyatla uğraşmak kadınlar için hoş karşılanmadığından çevirisi Meram adı ve “Bir Hanım” imzasıyla yayınlandı. Sonraları “Meram Mütercimi” olarak tanındı. Bir çok makalesi “Mütercime-i Meram” adıyla yayınlandı. Nisvân-ı İslâm adlı anı kitabı Fransızca, İngilizce ve Arapça’ya, Udî adlı romanı Fransızca’ya çevrildi. Fatma Aliye Hanım’ın felsefeye merakı gençliğinde başladı. Olayları dikkatle incelemesi, çeşitli ailelerdeki gözlemleri onu felsefeye götürdü. Felsefeye merakı arttıkça daha çok kitap okudu, babası ve arkadaşlarıyla felsefe tartışmalarına girdi. Babasıyla birlikte Aristotales ve Platon ile İbn-i Rüşt ve Gazali’nin felsefelerini karşılaştırdı. 1904′te ilk felsefe tarihini yazdı. Thales’le başlayıp ilk çağ felsefesini anlattığı bu kitabın ikinci bölümünü İslâm Felsefesine ayırdı. Kahramanları kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. En önemli eseri sayılan Muhâdarât’ta bir kadının ilk aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalıştı. Romanlarında zaman zaman toplumsal sorunları ele aldı, felsefeye yer verdi. Udî adlı romanında müziğin felsefe ile ilişkilerine değindi. Bu romanda, babasının etkisiyle müziğe ilgi duyan bir kızın daha sonra hayatını kazanmak amacıyla dersler vermesi anlatılır. Fatma Aliye Hanım, düşünceleri ve yaşam biçimiyle ilk kadın kadın hakları savunucularından. Döneminin toplumsal koşulları gözönüne alındığında düşünceleri ve savunduğu görüşlerin son derece cesur olduğu ortaya çıkar. Kadın-erkek eşitliğine inanan ve savunan Fatma Aliye Hanım, her iki cinsin aynı eğitim olanaklarından yararlanmasını istedi. Çok kadınla evliliğe karşı çıktı. Boşanmada kadınların da söz hakkı olması gerektiğini savundu.

 

 

Dünyanın halen yaşayan en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı

 

Manas Destanı, Kırgız Türkleri'nin millî destanıdır. Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede Kırgızların durumunu ve Manas adlı kişiyi anlatan destan, çeşitli kaynaklar tarafından XV. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar dayandırılır.

 

Ünlü Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918), Manas Destanı'yla ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan'ın Tokmok kenti güneyindeki Sarı Bağış boyuna mensup bir Manasçıdan (destanı günümüze kadar nesilden nesile aktaragelen sözlü anlatıcılar) 1869'da yapmıştır. Halk arasında bu sözlü halk edebiyatı anlatıcılarına ırçı veya comokçu da denmiştir.

 

Manas Destanı'na hala eklemeler yapılmaktadır ve destanın 130'dan fazla varyantı vardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman :H.E.Adıvar/Ateşten Gömlek

 

İstanbul’da yaptığı mitinglerden sonra İstanbul’un İngilizler tarafından işgaliyle birlikte ,haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edip, eşi ile birlikte İstanbul'dan ayrılıp Ankara’daki milli mücadeleye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı.

 

Halide Edip, Ankara’da Kalaba(Keçiören)’daki karargahda görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu'nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa'dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muhabiri, yazarı, yöneticisi, ayakişlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip milli mücadeleye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak; Avrupa basınını takip edip batılı gazetecilerle iletişim kurmak; Mustafa Kemal'in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak; Yunus Nadi Bey'in çıkardığı Hakimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal'in diğer yazıişleri ile ilgilenmek Halide Edip'in yürüttüğü işlerdi.[14].

 

1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hastabakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanlıların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. Türk'ün Ateşle İmtihanı(1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek(1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno'nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur.

 

Savaş boyunca cephe karargahında görev yapan Halide Edip, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

 

İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı : Ahmet Vefik Paşa

 

Ahmet Vefik Paşa, bugün bile Türk Tiyatrosu'na hizmetlerinden çok, eli sopalı bir vali olması, “Bir Seyirci Yetişiyor” düsturuyla vatandaşları ve yanında çalışan memurları zorla tiyatroya götürmesi ve halkı canından bezdirmesi ile meşhur, birtakım tuhaf davranışlar sergileyen, acayip bir adam olarak hatırlanmaktadır. Oysa, geçmiş zaman denilir ki, günün koşullarına ve o koşulların yarattığı zorluklara rağmen Ahmet Vefik Paşa'nın tiyatro için gösterdiği yoğun çaba ve bu yoğun çabanın neticesinde başardıkları göz önüne alınacak olursa, Paşa ile ilgili önyargılardan kurtulmak mümkün olur.

Ahmet Vefik Paşa; Bursa Valiliği'ne atanmıştır.

Tiyatroya olan hevesini ve coşkusunu yeni atandığı bu kentte de kaybetmemiş olan Paşa, dönemin tiyatro oyuncularından Fasulyacıyan, Hiranuş, Koharik Şirinyan gibi isimleri Bursa'da izledikten sonra, onları ertesi gün makamına çağırmış ve; “Size bir tiyatro yaptıracağım, eserler vereceğim ve onları oynayacaksınız, yaptıracağım tiyatroya para vermeyeceksiniz, sadece Gureba (yetimler) için yılda iki oyunu onların hayrına oynayacaksınız” demiştir. Bu olayı aktaran o zamanların ünlü tiyatro oyuncularından biri olarak bilinen Ahmet Fehim Efendi'dir. Bundan sonraki aşamada Paşa, Moliére'in bütün oyunlarını tercüme etmeye başlar, Bursa tiyatrosunun tüm masrafını da öder. Paşa görevinden azledildikten sonra hakkında övgüler yazmakla ünlü gazetelerden “Tercüman-ı Hakikat”'te, valinin dillerde dolanan ve garip sayılan hallerine iki tane daha ilave edildiği yazılmıştır. “Paşanın uykusu kaçtığı geceler, odasında sabaha kadar yüksek sesle Moliere'den Fransızca pasajlar irşad etmesi de yine o devirde bir başka manyaklık sayılmaktadır. (Aktaran Tekerek) “, ancak gazetede özellikle iki tuhaf huyundan daha söz edilir:

 

 

1. Halkı cebren tiyatroya sevk ediyor.

2. Kendisi el çırparsa halkın el çırpmasına izin veriyor, kendisi alkışlamamış da halktan biri alkışlamışsa adamı açıkça eleştiriyordu.

 

Kısacası Ahmet Vefik Paşa'nın görevinden alınmasına yol veren nedenlerin başında tiyatro yaptırması, sanatı koruması, piyesler oynatması, aktörlerin parasını devlet bütçesinden ödemesi gibi genelde kapısı tiyatroya açılan sorunlar gelmektedir. Paşa'nın azlinden önce yayınlanan bir bildirgede, özellikle onuncu ve on birinci maddeler dikkate şayandır:

Madde 10: Valiliğe tâyininden azline kadar tiyatro ile uğraşmış, İstanbul'dan Fasulyacıyan namında birinin idaresinde olarak getirttiği bir kumpanya üç sene boyunca haftada üç gece oynamıştır, biletler vilayet matbaasında bastırılmış ve Zaptiye çavuşları tarafından ahaliye dağıtılmıştır; halktan toplanılan hasılatın ayda sekiz bin kuruşa kadar çıktığını kumpanyanın direktörü söylemiştir. Hükümet sıfatına yakışmayacak surette piyeslerin provasında bulunmuştur. Zaptiyeler marifetiyle birtakım fahişelere bilet verecek ve fahişeleri tiyatroya getirtecek kadar bilet sattırarak halkı zarara sokmuştur. Haftanın birkaç gecesini kadınlara ayırarak onları da tiyatroya getirtmiş, aralarına fahişeleri de sokmuştur. Zaptiyelerden teşkil edilen bir mızıka takımını da tiyatroya tahsis etmiştir.

Madde 11: Cehalet içinde yüzen ehâliye maarifi yayacağı yerde gayretini tiyatronun idaresine hasretmiştir. Kız mektebi muallimi İbrahim Efendi'yi aktrislere hoca tâyin ederek, halkın ondan nefret etmesine ve bu yüzden birtakım kızların mektebi bırakmalarına sebep olmuştur. Tiyatroya mahsus on dokuz piyesi resmî ruhsat almadan Bursa matbaasında bastırmıştır, bundan dolayı da matbaaya yirmi bin kuruş borcu kalmıştır. Bursa'dan ayrıldıktan sonra tiyatrosu kapatılmış olan Ahmet Vefik Paşa için Prof. Dr. Metin And, Osmanlı Tiyatrosu kitabında; “Türk Tiyatrosu için bu önemli dönem kapanmıştır. Böylece Bursa'daki tiyatro 1879-1892'ye dek üç yıl sürmüştür” demektedir. Yunan İşgali (1925) sırasında yanan tiyatronun yerine yapılan, Bursa Devlet Tiyatrosu'na, “Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu” ismi gerek Bursa, gerekse Türk tiyatrosu için oldukça önemli bir insanın hatırasını anmak maksadıyla konulmuştur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.