Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Beyrut Kasabı'nın Huzurunda Bir Türk Başbakanı


irinçköl

Önerilen İletiler

Tarihe "Beyrut kasabı" olarak geçen eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un uzun süredir bağlı tutulduğu yaşam ünitesinde hayatını kaybettiği haberi gelince, Tayyip Erdoğan'ın 8 yıl önce İsrail'e yaptığı ziyareti hatırladım.


 


 


Bu seyahatten kamuoyuna yansımayan önemli bilgiler var. Bunları, 2006 yılında Başbakanlığın Bilinmeyenleri adlı kitabımda yayımladım ama bu kitap ikinci baskıyı yapmadığı gibi, var olan tek baskı da yıllar önce tükendi. "Talep olmadı" demişti yayınevi sahibi..Doğrudur; zira halkımız, Tayyip Bey'in seyahatlerini Fehmi Koru'nun, Hasan Cemal'in vs. objektifinden izlemeyi tercih ediyordu o yıllar...


 


 


Olaya geçelim...


 


3 Mayıs 2005...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın resmi İsrail gezisine, THY'nin tahsis ettiği özel bir uçakla kalabalık bir heyet halinde Ankara'dan yola çıktık.


 


Dışişleri yetkilileri ve Erdoğan'ın sözüm ona "Dış politika"danışmanları, çoğu zaman olduğu gibi bu kez de İsrail'e gidebilmek için Telaviv nezdinde yoğun bir lobi çalışması yapmak zorunda kalmışlardı.


 


Zira Tayyip Bey, başbakan düzeyinde yapılacak ziyaretlerin"karşılılıklık ilkesi" çerçevesinde yapılması gerektiğini anlamıyor, en son hangi ülkeye gidilip gelindiğine bakmaksızın canının istediği her yere çat kapı gitmek istiyordu. Kendisinden önceki başbakanların


 


Ankara'dan dışarı çıkmaktan aciz olduklarını öne sürüp "Türkiye'yi dünyaya tanıtmak" diye bir misyon atmıştı ortaya..


Tabii bu durum resmi ziyareti olanaksız kılınca, Dışişleri bürokratlarına"çalışma ziyareti" ayarlama çabası düşüyordu...


 


İşte böyle bir "çalışma ziyareti" vesilesiyle bir uçağa doluşup Telaviv Ben Gurion Havaalanı'na intikal ettik.


Havaalanında alt düzey bir protokolle karşılanıldı. O dönem İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron, "mevkidaşını" Telaviv'de değil, Kudüs'te 'kabul edecekti!


 


Türk Büyükelçiliğinin üstün gayretleri sonucu temin edilen iki adet külüstür otobüse sığışıp Kudüs'e doğru yola çıktık.


Şaron'un ikamet ettiği ve bir nevi ek başbakanlık binası olarak kullanılan mekana geldiğimizde, bizi binanın kantinine aldılar.


 


Aslında "aldılar" demek biraz kibar kaçıyor; Nazilerin yahudilere yaptığı gibi üstüste yığdılar demek daha doğru olur...


 


Aramızda üst düzey bürokratlar, tanınmış gazeteciler, etkili orta doğu uzmanları vs. vardı. Hava bunaltıcı derecede sıcaktı ve İsrailli görevliler, önümüzden tepsilerle geçirdikleri çaylardan birer bardak da bize ikram etmeyi (hatta parayla satmayı) kabul etmiyorlardı. Burada iki saat kadar sıcaktan, susuzluktan kırıldık.


Sonra bizi mekanın bahçesinde kurulan bir bedevi çadırına aldılar. Tayyip Erdoğan ile Ariel Şaron'un ortak basın toplantısını burada yapacakları söylendi.


 


Çadıra girmeden önce oldukça yüksek güvenlikli bir aramadan geçtik. Pasaportlarımız, el çantalarımız didik didik edildi. X-ray cihazından defalarca geçirildik. Üzerimizde hiç bir şey kalmadığı halde hâlâ ötüyorduk. Bayanların sutyen kopçasından dolayı 'öttüğünü' söyleyip bizi perdeli bir bölmeye aldılar. Sutyenlerimizi çıkarttırıp birer torbaya koydurdular.


 


 


Uzun bir beklemeden sonra Erdoğan ve Şaron geldi. Protokol gereği ilk söz Erdoğan'a verildi. Şöyle dedi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı:


"Ben tüccar adamım, ticaretten iyi anlarım..İşim ticaret olduğu için aracılık ve arabuluculuk yapmayı da severim..Şimdi biz diyoruz ki bu topraklardaki kavga artık son bulsun. Filistinli kardeşlerimizi biz iknâ etmeye hazırız..."


 


"Arabuluculuk" gibi kendi kendine ilan edilemeyecek bir misyonun aniden nereden çıktığı anlaşılamadı. Zira arabuluculuk kavramı uluslararası ilişkilerde oldukça önemli bir kavramdı ve böyle ayak üstü dile getirilmesi, talepkâr olunması görülmüş şey değildi.


 


Tayyip Bey, güya uluslararası ilişkilerde ezber bozuyor, Türkiye'yi etliye sütlüye karışmaz politikalardan sıyırıp inisiyatif alır konuma getiriyordu!


 


Teklifini üstüne basa basa yineledi. Sesine yarı şakacı bir ton vermeye çalışmasına rağmen, Dışişleri heyetinde ve Türk gazeteciler arasında buz gibi bir hava esti. Sadece, Tayyip Bey'in danışmanları sırıtıyordu. Belli ki bu aklı onlar vermişti. O dönem Başbakan'ın "Dış politika"danışmanları, yabancı dil bilmeyen İmam Hatip mezunu Ömer Çelik ileAhmet Davutoğlu'ydu. İkisi de heyette idi ve de birbirleri ile öne geçme yarışı içindeydiler.


Dışişleri Bakanlığı'nın tavsiye ettiği veya görevlendirdiği danışmanlar da vardı ki onlar tamamen devre dışı bırakılıyor, fikirleri bile sorulmuyordu..


 


Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın ağzından bu kadar kritik bir coğrafyada bu kadar kritik bir açıklama yapılırken, Ariel Şaron ve İsrail tarafı ne yaptı?


 


Onu da anlatalım.


Şaron, Erdoğan'ı son derece dalgacı bir hava içinde dinledi, İsrailli gazetecilerle kaş göz işaretleriyle şakalaştı. Söz kendine gelince de -sıkı durun- aynen şöyle yaptı:


 


Önce uzunca bir süre sustu..Sonra koca göbeğini hoplata hoplata tam 3 dakika güldü..Evet güldü! Şaron'un bu şen kahkahasına İsrailli gazetecilerden de eşlik edenler oldu..


 


Acaba Beyrut Kasabı neyi bu kadar komik bulmuştu?


 


Sonra aniden ciddileşti ve koca gövdesini Tayyip Erdoğan'a döndürerek,


"Türkiye Başbakanı konuşurken şöyle bir baktım da..Ne kadar akıllı ve yetenekli bir adam olduğunu düşündüm!" dedi.


Aynen böyle dedi..


 


Ardından da ticaret hacmi vs. gibi rutin konulara geçti.


 


"Arabuluculuk" konusunda Şaron'dan aldığımız yanıt buydu..


 


Oradan, Ahmet Davutoğlu'nun deyimiyle "Filistin'e geçmek" istedik. Orada, sanırım gazetecilik kariyerimin erken bitmesine sebep olan'şakalarımdan' birini yaparak, "Şu an zaten Filistin toprağındayız Sayın Davutoğlu" şeklinde latifede bulundum. Davutoğlu, gülümsedi.


 


İsrailli yetkililer, Ramallah'a geçme talebimize biraz mırın kırın ettikten sonra yine iki külüstür otobüs ayarladılar. Son derece kötü bir arazide yarım saat kadar yol aldıktan sonra Kudüs-Batı Şeria sınırındaki askeri kontrol noktasına ulaştık. (Yanlış hatırlamıyorsam, Betunya sınır kapısı olarak geöiyor buranın adı)


 


Astsubay rütbeli İsrail askerleri herkesin otobüslerden inmesini istedi.


 


Aralarında Ömer Çelik, Ahmet Davutoğlu gibi koca koca milletvekillerinin, danışmanların, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin, büyükelçilerin, ünlü gazetecilerin yer aldığı heyet tıpış tıpış otobüslerden indi. (Yukarıda Allah var, Ömer Çelik hafif itiraz eder gibi oldu ama fazla uzatmadı...)


 


Sonra otobüslere geri alındık ve çorak bir kaya parçasının üzerinde yüz kadar ev ile tepede Yaser Arafat'ın yalnız, mahzun, mütevazı kabrinden ibaret Ramallah'a vardık.


 


Şaron'un Türk heyetini bekletmesinden dolayı Filistin programı tam dört saat rötar yapmıştı. Filistin Başbakanı Ahmet Kurey de anlamlı ve haklı bir karşılık vererek bizi dört saat bekletti.


 


Ancak bu dört saatlik bekleme sırasında Filistinli kardeşlerimiz, bizi İsrailliler gibi aç ve susuz bırakmadı. Ellerinde, evlerinde ne varsa getirip bizimle paylaştılar.


 


Orada da o dönem Filistin Cumhurbaşkanı olan Mahmud Abbas ile ortak bir basın toplantısı düzenlendi. Tayyip Bey "arabuluculuk" teklifini burada da gündeme getirdi. Abbas, heyecansız dinledi, herhangi bir mukabelede bulunmadı.Coğrafyanın çetin siyasi şartlarından, Türkiye'nin dostluğunun kendileri için ne kadar önemli olduğundan söz etti. Sözün özü, işi diplomatça savuşturdu.


 


Bu gezide yer alan Soykırım Müzesi ve Mescid-i Aksâ ziyeretlerinden de söz etmeliyim.


Kudüs'teki Soykırım Müzesi, bilindiği gibi yahudilerce çok önemsenen bir sembol mekan. İsrail protokolü, burayı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına, yahudi din adamlarının sembolü olan 'kipa' giymeyi zorunlu tutuyor. Nitekim, aralarında ABD devlet başkanlarının da bulunduğu pek çok şahisiyet kipa giydi. Tabii aynı şey Tayyip Erdoğan'dan da istenecekti fakat 'kipa' olayı, seyahatten haftalar önce basında o kadar haber oldu ve o kadar sıkıntı yarattı ki; ilk kez bir istisna yapılarak Tayyip Bey kipayı giymekten 'affedildi'..


 


Kipa giyilmedi ama "soykırım" ritüeli eksiksiz uygulandı. İnternette yıllardır dolaşan o meşhur fotoğrafta gördüğünüz gibi Tayyip Bey ve Emine hanım, büyük meşalenin önünde saygıyla ayakta durup din adamlarının söylediği ağıt ve ilahileri dinlediler.


Çıkışta da Tayyip Bey, "holokost"un ne kadar "insanlık dışı", ne kadar"ayıp bir şey" olduğunu vurguladı.


 


Evet, "holokost" dedi...


 


Böylece Bülent Ecevit'in İsrail'i Filistinlilere "soykırım" uygulamakla suçladığı ve İsrail-Türkiye ilişkilerinde büyük bir gerilime yol açan 'dil sürçmesi' düzeltilmiş oldu..


 


Mescid-i Aksâ ziyaretinde de tehlikeli gelişmeler yaşandı; şöyle ki:


İsrail makamları, Tayyip Bey'in Mescid-i Aksâ ziyaretinde en az Türk korumalar kadar İsrailli koruma bulundurulmasında ısrarcı oldu. Devasa bir Türk-İsrail koruması eşliğinde Mescid-i Aksâ'ya gidildi.


Tam da ibadet vakti yapılan bu ziyaret sırasında İsrailli korumalar büyük bir terbiyesizlik örneği sergileyerek kutsal mekâna ayakkabıları ile girmeye kalkıştı! Camide büyük bir tepki koptu.


 


İsrailli ve Türk korumalar arasında yumruklaşmaya varan itişmeler yaşandı. Kabul etmek gerekir ki olayın bir felakete dönüşmesi"Türk polisinin" İsrailli korumaları camiye sokmaması sonucu engellendi.


Az kalsın, büyük bir faciaya imza atılıpp, Kudüs'ün en kritik noktasında müslüman-yahudi çatışmasına neden olunuyordu!


 


 


NOT: Mayıs 2005'te gerçekleşen bu ziyareti Star gazetesinin Başbakanlık muhabiri olarak izledim./Fatma Sibel Yüksek


Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=-uWPwicQxPs

 

Bir ülke başbakanı,başka bir ülkeyi ziyaret ettiğinde,en hafif tabiri ile nezaket kurallarına riayet eder, sonra Erdoğan'ın İsrail ziyareti bu günlerde hatırlanıyor,üstelik şaron'un yaptığı kendini bağlar, dolayısı ile,fazla itibar etmemek lazım.

 

islik.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın sarıgöl; ülkeler arasında olması gereken resmi protokol, ziyaret kuralları vardır. Bu da ülkelerin itibarları ile doğru orantılıdır. Bu yapılanın anlamı da; RTE ve yandaşlarının dillerine doladıkları gibi" ülke itibarımız artı" değil ,"ülke itibarımız ayaklar altındadır" şeklindedir.

 

Daha dün bile Mısırdan fırça yedi . Gezi öncesi yaptığı ülke dışı ziyaretlerde de boyunun ölçüsünü alması, anlayan için bir göstergedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın sarıgöl; ülkeler arasında olması gereken resmi protokol, ziyaret kuralları vardır. Bu da ülkelerin itibarları ile doğru orantılıdır. Bu yapılanın anlamı da; RTE ve yandaşlarının dillerine doladıkları gibi" ülke itibarımız artı" değil ,"ülke itibarımız ayaklar altındadır" şeklindedir.

 

Daha dün bile Mısırdan fırça yedi . Gezi öncesi yaptığı ülke dışı ziyaretlerde de boyunun ölçüsünü alması, anlayan için bir göstergedir.

 

Sayın irinçköl,

 

Ülke itibarını sizinle tartışmam bile, en basiti,İsrail ile olan ilişkilerin en aza indirilmesi (tatbikat bile yapılmıyor) insansız hava araçlarını kendimizin yapması,(tank vs vs) ve Mısır'ın darbeci cuntasının çırpınmasını fırça attı diye anlamak, "yazık" kimlerin beyanatına kalmış ülkemizin nezih İnsanları,diye düşünürüm.

 

ANKA_kucuk1.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn sarıgöl, tabana selam verip "van münitle", o dönemde  İsraille ticaret hacmiminin tavan yapmasını nasıl değerlendirirsiniz? Ya da sizce bir devlet bir devletten özür diliyorsa nasıl diler?( Mavi marmara olayı).Özür deyip ardından" bizim size Suriye ve ardından İran için ihtiyacımız var o yüzden ilişkileri yumuşatıyoruz" açıklamasını yapar mı? Bunlar ülke itibarı sonucu mudur?  Avrupa ve ABD ile yaşanan zibidiliklere hiç girmeyeceğim. Nasılsa bu konuyu benimle tartışmazsınız :)
 
Ayrıca şunu da belirteyim ne askeri darbe taraftarıyım ne de Mursi gibi kendilerine göre bir islam anlayışı uydurup bunu halka dayatan diktatörlerin . Darbe darbedir , katliam da katliam. İnsan ölümlerinde siyasi hesap yapılmaz. Bu yüzden Mısrdan fırça sadece bir örnekti En azından itibarlı bir devlet adamı olsaydı sözüne kulak verilir. Böyle terbiyesizce bir tepki verilmezdi. 
 
Tatbikat konusuna gelince Konya bir çok ülke için savaş  tatbikat meydanıdır. Burada tam 11 ülkenin pilotları eğitim alır. Konya 3.ana jet üssü 2001 yılında faaliyete geçti ve ilk tatbikat Türkiye-ABD-İSRAİL üçlüsü tarafından yapıldı..Hatta son tatbikatından 3 ay sonra İsrail Gazze  şeridine saldırmıştır.  .Hatta sürekli İran sınırına kadar uçuş yaptıkları  bilinir. İsrilin Filistinle sorunu 2000 den sonra başlamadı. İsrail -Filistin sorunu 19.yy sonuna dayanır. Gelebilecek ; Konya ana jet üssünün 2001 yılında açıldığı  savunmasına karşılık olarak size, 2000 sonrası İsrail-Filistin arasında yaşananları aktarmak istiyorum ve soruyorum.
( Zira 2008 de Türkiye buradaki uluslararası tatbikatları iptal etmiştir. .İsraili karşılarına almamak adına hepsini iptal etmiştir.Yusuf yusuf durumu anlayacağınız )
 İsrailin, Filistine yaptığı saldırılar ve zulümler yeni mi akıllarına gelmişti? Yoksa çıkarı öyle mi gerektiriyordu.? O zamana kadar Konya da bulunan ne AKP ne de CHP teşkilatları neden seslerini çıkarmamıştır?
 
2000 - İkinci intifada
 
Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşıldı. Yeni bir Wye River sözleşmesi Eylül 1999'da imzalandı. Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmadı. Çünkü Kudüs'ün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştı. Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurdu.
Barak, Suriye ile barışa odaklandı. Bu alanda da başarı yoktu. Barak yine de İsrail'in 21 yıllık Lübnan macerasına son verdi.
Mayıs 2000'de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafat'a yöneltti. ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlandı. Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçildi. İki hafta süren görüşmelerde Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamadı.
Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylül'de muhalefetteki Likud Partisi'nin Netanyahu'dan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu kompleksi ziyaret etti. Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylendi. Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başladı. Ve gösteriler şimdi El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüştü. | Yukarı
2001 - Şaron'un dönüşü
 
2000 yılının sonuna gelinirken Başbakan Ehud Barak, giderek kanlı ve öfkeli bir hale gelen şiddet döngüsünün içinde buldu kendini. İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki işgaline karşı intifada tırmanıyordu.
Çevresindeki koalisyon çökerken, Barak 10 Aralık'ta istifa etti. Halktan krizle mücadele konusunda yeni bir yetki istediğini söylüyordu. Ama 6 Şubat'taki seçimleri Ariel Şaron kazandı. İsrailli seçmen 90'lı yıllar boyunca süren ''barış için toprak'' formüllerine arkasını dönmüştü. İsrail'in "Filistinli sorunu"na daha katı bir yaklaşımı savunuyorlardı artık.
Şaron, Filistinli militanlara karşı suikastlar, hava saldırıları ve Filistin idaresindeki topraklara düzenlenen baskınların ağır bastığı politikasını daha da şiddetlendirirken, can kaybı yükseliyordu. Filistinli militanlar ise İsrail şehirlerinde intihar eylemleri gerçekleştirdi.
ABD şiddet olaylarını durdurmak için uluslararası çabalara önderlik etti. Ayaklanmaya ilişkin uluslararası soruşturmayı, Amerikalı eski Senatör George Mitchell başkanlığındaki heyet yürüttü. CIA'nın eski Direktörü George Tenet ise ateşkesin nasıl uygulanabileceğine dair yaptığı görüşmeler sonunda bir öneri hazırladı. Ama bu girişimler döngüyü kıramadı. | Yukarı
2002 - Batı Şeria yeniden işgal altında
 
 
Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şeria'nın neredeyse tamamını işgal etti. 2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğradı, birbirleriyle bağlantısı kesildi, kuşatıldı ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kaldı.
Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirdi. Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia ettiler. Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etti.
Birleşmiş Milletler'in bu konuda hazırladığı bir rapor, "sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları" dolayısıyla her iki tarafı da suçladı ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaştı. Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeria'da Cenin ve Nablus'a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne vardı.
Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim oldu. Beytüllahim'deki Mîlad Kilisesi'nde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona erdi.
İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin terör altyapısını yıkmak olduğunu kaydediyordu.
Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etti.
Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmişti. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği'nden oluşan, "Dörtlü" Orta Doğu'da çözüme yönelik bir 'yol haritası' ile süreci yeniden canlandırmaya çalıştı. | Yukarı
2003 - Bush'un Ortadoğu politikası
 
Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikti. Belge ancak 2003 yılı nisanında Amerika öncülüğünde Irak'a düzenlenen operasyon sonrasında yayımlandı. Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kaldı.
2003 Haziran'ında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, Ortadoğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıkladı.
Bush konuşmasında Filistinlilere 'teröre taviz vermeyen' bir lider belirlemeleri çağrısında bulundu.
Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli oldu. | Yukarı
2004 - Arafat'ın ölümü
 
İsrail'in hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl oldu. İsrail'in mart ve nisan aylarında Hamas'ın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin'le örgütün önde gelen isimlerinden Abdülazizi el Rantisi'yi öldürmesi Filistinliler arasında büyük tepkiye neden oldu.
İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Gazze'den yerleşimcileri ve askerleri çekme planını açıkladı.
Aynı yıl içinde İsrail Yüksek Mahkemesi, duvarın güzergahının değiştirilmesi gerektiğine hükmetti.
Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yaşadışı ilan etti. Ancak İsrail bu kararlara rağmen duvar inşaasını sürdürdü.
Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasım'da tedavi için götürüldüğü Fransa'da hayatını kaybetti.
Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirildi. | Yukarı
2005 - Gazze'den çekilme
 
Ocak ayında Filistin'de yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirildi.
Ariel Şaron ise, Gazze'den çekilme planı için hükümetinden onay aldı ve plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirildi. Gazze'de bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırıldı. | Yukarı
2006 - Hamas'ın zaferi
 
Ocak ayı başında beyin kanaması geçirerek komaya giren Ariel Şaron'un yerine gelen Ehud Olmert, Kadima adlı yeni bir parti kurdu.
Kadima, seçimler sonunda merkez sol İşçi Partisi ve aşırı Ortadoks Şas Partisi'yle koalisyon oluşturdu.
İlk başta güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan Olmert, Hizbullah'ın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnan'a savaş açtı ve Beyrut'un da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombaladı.
Sonunda ilan edilen ateşkesin ardından Olmert, askerleri kurtarmayı başaramadığı ve savaşı yönetme biçimi nedeniyle ağır şekilde eleştirildi.
Filistin'de ise, ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıktı ve tek başına hükümet kurdu.
Ancak İsrail'in varolma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamas'a yönelik uluslararası ambargo uygulandı.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Hamas'ı gerekçe göstererek, Filistin'e mali yardımları durdurunca, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale geldi.
Hamas'la El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüştü; bu çatışmalar kimi gözlemcilere göre, Filistin'i bir iç savaşın eşiğine getirdi.
Geçen yılın mayıs ayında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir siyasi zemin olması için İsrail cezaevlerinde bulunan önde gelen El Fetih ve Hamas'lı isimler, "cezaevi belgesi" olarak anılan bir bildirge hazırlamıştı.
Direnişin 1967'de işgal edilen topraklarla sınırlı tutulmasını ve İsrail'in üstü kapalı olarak tanınmasını öngören bildirgenin başta yarattığı heyecana rağmen, bu belge de anlaşmazlıkları gidermeye yetmedi.
Hamas'ın belgenin bazı noktaları üzerindeki itirazları karşısında Filistin lideri Mahmud Abbas, konuyu referanduma götüreceğini ilan etti.
Bu amaçla Hamas'a tanınan süreler tekrar tekrar uzatıldı, referandum kozu yerini erken genel seçime gitme tehdidine bıraktı, ancak Abbas bu adımları hayata geçirme aşamasına gelmedi. 
2007
 
"İç savaş" endişeleri nedeniyle devreye giren Suudi Arabistan'ın aracılığıyla Mekke'de bir araya gelen Filistinli rakip gruplar Hamas ve El Fetih'in ulusal birlik hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya vardı.
Ancak İsmail Hanya başkanlığındaki hükümetin ömrü uzun olmadı. El Fetih'le Hamas arasında yaşanan çatışmalar sonunda, haziran ayında Hamas Gazze'nin kontrolünü ele geçirdi. Abbas hükümeti azletti. Hamas kontrolü altındaki Gazze'de hükümet kurdu, Mahmud Abbas ise, Selam Feyyad başkanlığında yalnızca Batı Şeria'yı kontrol edebilen bir hükümet kurdu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, temmuz ayı ortasında İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını tartışmak üzere uluslararası bir toplantı yapılması çağrısında bulundu.
Filistin ile İsrail tarafları "konferansın sonuç bildirgesi" konusunda uzlaşmakta zorlanınca toplantının yapılacağı yer ve tarihin açıklanması son dakikaya kaldı. Amerikalı yetkililer, kasım ayı ortasında konferansın 27 Kasım'da Annapolis kentinde düzenleneceğini açıkladı

 

 

 
Savunma sanayi konusunda tank projeleri uzun senelerdir yapılan çalışmaların ürünüdür. Başta AKP de olsa, CHP de olsa bu çalışmalar kesintisiz devam eder. En az 25 senedir ,Sivil savunma sanayi ve havacılık dergisini takip ederim. Dediğiniz konuları  ,bunların AKP sayesinde olmadığını bilecek kadar biliyorum. :)
Kaldı ki insansız araçların radarda tesbit edilmesi mümkün. Rusya bunların tesbitini önleyecek bir sistemin, geçenlerde denemesini yapmıştı. Bölgemizdeki radar hava sahası üstünlüğünün, Aselsanda bu işi yürüten  mühendislerimizin şüpheli bir biçimde intiharından sonra   ABD ye geçildiği düşünülecek olursa henüz çokta sevinmeye gerek yok.İntihar eden mühendislerimizin geliştirdiği proje ile  radar hava sahası üstünlüğü tamamen bize geçiyordu. O projeler ve çalışmalar da kayıp.Kaldıki dünyada bu tür şeyleri tek başına yapabilecek ülke yok. Bunlarda bir kaç ülkenin ortaklaşa yapımı ile oluyor. Örneğin tank projesinde hyunday firmasıyla yapılan anlaşmalar var.
 
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkiye su anda hicbir itibari olmayan sadece günesi ve denizi nedeniyle tercih edilen bir ülkedir.Itibarimiz artti diyenler Star Gazetesi,Sabah Gazetesi,Türkiye,Bugün ve benzeri yandas gazetelerin ve de onlarin TV kanallarinin müdavimleridir.

 

Israil'e karsi gösterilen yapmacik ve anlasmali tepkiler tamamen AKP iktidarinin Türkiye'de uzun süreli bir iktidar dönemi yasamasi icindir cünkü ancak AKP ile sSEVR yeniden gerceklesecektir ki kismen gerceklesmistir.Basbakan Erdogan ve onun etrafinda cember olanlarin hepsi LOZAN'a karsi olanlardir,yani Türklük karsiti kesimlerdir.Hedefte Ulus Devletin yikilmasi oldugu icin tüm ser gücler AKP'nin etrafinda kümelenmistir.

 

Komsularla sifir sorun adi altinda yapilan Islam Birligi Projesi suya düsmüstür.Basbakan Erdogan'in Anadolu Islam Cumhuriyeti(eski Türkiye Cumhuriyeti)baskani olarak ayni zamanda Islam Birliginin baskani olma hayalleri iskambil kagidindan yapilan kule gibi yikilmaya yüz tutmustur.Suriye ile düsman,Lübnan ile düsman,Irak'la düsman,Iranla sahte dostluk bu kulenin yikilmaya basladiginin belirtileridir.Türkiye'de Türk kimligini yok edip onun yerine,Ümmetci bir kimlikle olusturulacak olan bölünmüs Türkiye projeleri Gezi olaylari ile sallanmaya baslamistir.Gezi olaylari AKP icin büyük bir tehlike olmustur bu nedenle var gücleriyle insanliga sigmayan zulümle bu baskaldiriyi ezmeye calismislardir.

 

Ecevit'in Israil icin sarfettigi soykirim tanimlamasi dogrudur,Basbakan Erdogan'in bunu düzeltir anlamdaki yaklasimi ise Israil'e karsi nasil bir zaaf icinde oldugunu anlatmaktadir.Israil Filistinlilere soykirim uygulamistir,Ne kadar ilginc ki,Yaser Arafat döneminde Filistinlileri hatirlamayan Türkiyede ki müslümanlar!Hamas terör örgütü'nün ortaya cikisindan sonra Filistin halkini hatirlamaya basladilar.

 

Yaser Arafat döneminde Filistinlilere reva görülen iskence ve zulme karsi o dönemin islami partisinde  olan bugünkü AKP'nin kuruculari bu zulmü asla protesto etmemislerdir,Yaser Arafat'in ölümünden sonra Filistinlilere ragbet artmistir.

 

Iki yüzlü ve kacak siyasetlerle Türkiye lider olamaz ancak yandas olur.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.