Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNSAN NEDİR?


GeceKuşu

Önerilen İletiler

 

Günümüz Türkiye’sinde temel eğitimin üzerinde gerçekleştirilen bu son değişik ile, “kişi” olabilecek kuşakların, yönetenlerin faydacı anlayıştan kaynaklanan çıkarları uğruna, sorgulayamayan “sürü insan” lar haline gelebilmesi amaçlanmakta ve bunun için elden gelen her çaba sarf edilmektedir.

Ve işte bu yüzden, tüm teknolojik avantajlarına rağmen günümüz insanı için “İNSAN OLMA SORUNU” ve “İNSAN NEDİR?” sorusu daha önemli hale gelmiş, onun insanlaşması için temel gerekliliğin yanıtın kendisinde değil, sorulan sorunun oluşturduğu eylemde, yani “ARAMAK” ta olduğudur.

 

İNSAN NEDİR?

Doğadaki diğer biyolojik canlılarda olduğu gibi var olduğu yaşam serüveninde birçok evrimsel süreçten geçmiştir insan. Ayakları üzerinde durabilmiş, maddeye şekil verip tasarımlar yapabilmiş, elleri ile üretebilmiş ve tüm bunların sonucunda kendini bir bütün olarak ifade edebilecek sanatı ve kültürünü oluşturmuştur. Belki de bu şekilde yaşamı anlamayı, kendini duyumsayabilmeyi öğrenebilmiştir. Ama asıl önemlisi, kendini bir varlık olarak algılama becerisini gösterebilen bilinen tek varlık olmuştur. Sancılı bir süreçtir bu…

 

Eski Hint kültüründe, insan bütün canlılarla kendini bir algılar. Bu düşünüşe göre doğada canlılar birbirlerine bağlı olarak bir aradadır. Klasik Yunanda ise insanın düşünce ve duyguları ile diğer canlılardan ilk kez ayrıldığı görülmektedir; İnsana özgü olan akıl ile insan kendisini diğer varlıkların önüne çıkarır ve bir noktada tanrılıkla bağlanır.

 

Descartes’ da insan aklı ile tanrısallık bir arada algılanır. Dünyanın varlığından tanrıya giden yol bırakılıp, Tanrılıkta kökünü bulan, bilen aklın ışığından dünyanın çıktığı şeklinde bir sonuçlanmaya varılır. İbni Sina’dan Spinoza’ya ve Hegel’e kadar gelen panteizm, insan tini ile Tanrısal tinin özdeşliğini ana öğretilerden biri haline getirmiştir. Artık insanın tinsel farklılığı irdelenmektedir. Leibniz bunu daha da ileri götürmüştür.

 

Ona göre insan kendinde bir tür küçük tanrıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Tarih boyunca kendi üzerindeki bilincinin gelişip artmasıyla insan artık kendisinin kim olduğu, bu evren içerisinde yerinin ne olduğu sorularını da sormaya başlamıştır. Scheler’e göre insanın bu sorgulamaları onu birçok sonuca götürmüş, bu sonuçların etkileri de kendisini insanlık tarihi olarak ortaya koymuş olduğundan, tarihte ortaya çıkan insanlıkla ilgili ide’leri beş farklı ana madde üzerinde toplamıştır;

 

Scheler, özellikle Yahudi ve Hıristiyan geleneğine bağlı olan çevrelerin, dinsel inancın insan üzerindeki ide’si ile algılanan insan düşüncesini dile getirir. Tanımlanan bu ilk ide, Tanrı tarafından yaratılan bir çift insan tasarımının (Adem- Havva) insanlık üzerinde kendisi hakkında bıraktığı etkidir. Bu düşünceye göre, insan daha doğuştan günahkardır. Çünkü aklı ve özgür iradesiyle işlediği günah sonucu Tanrı tarafından cennetten kovulmuştur. İnsanın aklı sayesinde ulaştığı Tanrı kavramı, yine bu aklın, Tanrıyla ama temelde kendisiyle çatışması olarak belki de insanlığın yarattığı ilk mitos biçiminde ortaya çıkmış olması gerçekten çok ilginçtir.

 

İnsanlık üzerinde en çok kabul gören ikinci ide “Homo sapiens” ide’sidir. Yunanlıların ulaştığı bu düşünce, insanın bir “akıl varlığı” olduğudur. Bu düşünce ilk olarak Anaksogoras tarafından dile getirilmiş, Platon ve Aristoteles tarafından da felsefi biçimde açıklanmaya çalışılmıştır.

 

Aristoteles’e göre “Anima rationalis” ide’si yani aklın yolundan giderek bilgi ağacını tanıma ve cennetten kovulma düşüncesi sonraları Hıristiyan felsefesinde de insan özünün “Anima rationalis” ide’si ile tanımlanmasını doğurmuş, bilgi ile günah bir arada algılanır hale gelmiştir.

 

Homo sapiens ide’si insanı hayvandan ayıran bir özelliktir. Akıl aracılığı ile insan varolanı olduğu gibi tanımaya, Tanrıyı, evreni ve kendini bilmeye elverişli hale gelebilmiştir. Aristoteles’ten Kant’a homo sapiens ide’sini kabul eden hemen bütün filozoflar için insan Tanrıca bir etmendir. İşte bu etmen, kaosu kozmos’a çeviren şey ile ilkece aynıdır.

 

Bu durum ise “aklın değişmezliği” tartışmalarına neden olmuştur . Hegel tarafından yadsınmış olan aklın değişmezliği ona göre eksik bir bakış açısıdır. Hegel tarihi aklın ürünlerinin bir toplamı olarak değil, insanlık tininin bir biçimlenmesi olarak görür. Tarih ona göre, Tanrılığın insanın ideler dünyasında anlaşılması ve kendi kendisinin farkına varılmasının meydana getirdiği sürecin adıdır.

 

İnsan üzerindeki üçüncü ide, naturalist, pozitivist, ve daha sonra pragmatist öğretilerin kabul ettiği “homo faber” ide’sidir. Bu düşünceye göre insan temelde hayvanlardan çok da farklı olmayan bir “içgüdü varlığı”dır. Bacon, Hume, Spencer gibi pozitivistlerin insan anlayışları, onun içgüdü varlığı olduğu yönündedir. Çalışan, konuşan, alet yapan, aklını ve mantığını ancak uğraşları ile kuran bir varlıktır insan. Özde düşünen değil yapabilen, şekil veren, üretebilendir.

 

İnsan için ortaya atılan dördüncü ide ise, onun tarih içerisindeki soysuzlaşmasına değinir. Bu görüş, evrimleşme sürecini tamamlayamayan insanın bu eksikliğini giderebilmek üzere varolmak için üretmek zorunda olduğu aletleri kullanma gereksiniminden bahseder. Evrimsel olarak genetik yapılanmasını doğa ile uyumlu hale getiremeyen insan yok olması gereken bir canlı türüdür. Ancak bu yok oluşu o kendi tinsel yapısı ve aklı ile aşmıştır

 

İnsan üzerine günümüz felsefesinde ortaya konan beşinci ide Scheler’e göre kendisini öylesine mağrur ve baş döndürücü bir yüksekliğe koymuştur ki artık insan, üst insan kimliği ile karşılaştırıldığında “utanç verici” bir varlıktır. Üst insan tek sorumlu olan bir efendidir. Yaratıcıdır. Tarihin kendisinde anlam bulduğu yegane varlıktır. Özde ortaya konan bu ateizm kavramı, insanın bir kişi olması için teist Tanrı kavramının varolmaması gerekliliği esasına dayanır. Hartman’a göre insanın dışında bir varlığın geleceği belirlemesi özgür ve kendinden sorumlu bir varlık olarak insanı ortadan kaldırır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

İnsanın insan hakkında düşünce tarihinde söylediği yığınla söz ve ürettiği çok sayıda düşünceden sonra vardığı nokta aslında bir yere varamamış olmasının yarattığı içsel çelişkidir.

 

Tarih boyunca insanın aklı ve tinsel yapısıyla ulaştığı Tanrı kavramı, yine aynı akıl tarafından yok edilebilmektedir. Ama asıl paradoksu oluşturan, Tanrıyı reddedebilen insanın, evrende kendisini farklı bir yere koyarken ve insanı tanımlarken, Tanrıyı algılamasını sağlayan tinsel özelliğini her şeye rağmen ortaya koyma çabasıdır. Dolayısıyla aslında insanoğlu bilir ki, Tanrıyı anlamak insana özgüdür ve insanca bir eylemdir. Özetle, bu bir çıkmaz sokaktır. Bu durum ise yaşadığımız çağda, kendi ürettiği en büyük soruya yanıt bulduğunu kabul eden insanı başka açmazlara götürür. İşte böylesi bir durumda da sorulması gereken temel soru, düşünen insanın felsefi “uyanış” ını reddeden çözümlerin oluşturduğu problemlerin neler olabileceğidir?

 

Bir yanda, Tanrıyı sorgulayarak ondan bir şekilde uzaklaşmayı becermiş insan gerçeği vardır. Tanrıyı anlamayı düşünsel boyutta artık gerekli bulmayan insan, varoluşunu anlamak, kendini bilmek adına girdiği bu savaştan vazgeçerek ve tinsel yapısından tekrar koparak bir anlamda insanlığından uzaklaşmakta mıdır? Evet…yanıtlanması zor bir sorudur bu. Ancak insan olma bilinci ve kişi olma sorumluluğu insanı tam anlamıyla tüketmiştir. Belki de bu yüzden vazgeçmiştir günümüz insanı. Yenilmiştir. 19. yüzyıl sonrası ortaya çıkan bilimselci anlayışın faydacı bir bakış açısıyla bütünleşerek değerlendirme ölçütü haline gelmesi başka hangi nedenlerden dolayıdır? Tanrıya insanlaşması için gereksinimi olan insanın onu reddedemeyip göz ardı etme çabasıdır bu. Artık gerçek, sadece denenebilir ve tekrar edilebilir doğruların kendisidir.

 

Öte yanda ise, sanki başka bir dünyada aynı süreç, tanrıyı değil kurallarını yaşamak adına koşulsuz ve sorgusuz bir inancı önermektedir. Çünkü yine yanıtın bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak sorunun yanıtını kim vermiştir? soruyu soran akıl mı? Yoksa aklın bulduğu Tanrı mı? Neden artık insanın tinselliği bir yerden sonra gereksiz yada yetersiz bulunabilmektedir? Sanırım yanıtımız ne olursa olsun, bu düşüncenin, sonuçları açısından yine benzer bir şekilde, insanı, sorgulamama noktasına getirebilmesi oldukça düşündürücüdür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Günümüz dünyasında felsefi eğitim konusunda niçin eksik kalınmıştır?

Neden ısrarla felsefi düşünceden bilinçli bir şekilde uzaklaşılmakta, bahis konusu edilmemektedir?

 

Öyle görünüyor ki bu durum günümüz dünyasını belirleyen değerlerle, anlayışlarla ve görme açılarıyla ilgilidir.

 

Artık “insan olma bilincinin” rafa kaldırıldığı 21. yüzyılın başlarında “humanitas” idealinin üst bir noktası olarak insan hakları düşüncesine ulaşabilmiş olan insanın, bu hakların ihlalinin önüne neden geçemediği de kanımca son derece açıktır.

 

Felsefi bilginin temeli olarak bağımsız ve yaratıcı düşünmenin zayıfladığı, kendini dar çevresinden soyutlayarak bir bütün olarak algılayabildiği “theoria” yönünü yitirdiği, bilginin, bütünlüğü olmayan ve birbirinden kopuk uzmanlıklarla sınırlandırıldığı dünyamızda insanın kendini anlama çabası, faydacı anlayışından dolayı son derece gereksiz bulunmaktadır.

 

İşte bu yüzden toplum bilimcilerin ısrarla sorgulamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı insanın etik anlayışı yok olma sürecine girmiştir.

 

İşte bu yüzden günümüz Türkiye’sinde temel eğitimin üzerinde böylesine hesaplar yapılmakta, “kişi” olabilecek kuşakların, yönetenlerin faydacı anlayıştan kaynaklanan çıkarları uğruna, sorgulayamayan “sürü insan”lar haline gelebilmesi için elden gelen her çaba sarf edilmektedir. Ve işte bu yüzden, tüm teknolojik avantajlarına rağmen günümüz insanı için “İNSAN OLMA SORUNU” ve “İNSAN NEDİR?” sorusu daha önemli hale gelmiş, onun insanlaşması için temel gerekliliğin yanıtın kendisinde değil sorulan sorunun oluşturduğu eylemde, yani “ARAMAK” ta olduğu inanıyorum ki daha da belirginleşmiştir.

 

Oğuz ÇİLİNGİR-25.01.2004

 

 

KAYNAKLAR

  1. Akarsu, B.: Kişi kavramı ve insan olma sorunu, İnkilap, 1998.
  2. Güvenç, B.: İnsan ve kültür, Remzi kitabevi, 1999.
  3. Kuçuradi, İ.: Neitzsche ve insan, Türkiye Felsefe Kurumu, 1999.
  4. Kuçuradi, İ.: Yüzyılımızda insan felsefesi, Türkiye Felsefe Kurumu, 1997.
  5. Kaufmann, W.: İnsanı anlamak, İdea yayınevi, 1997.
  6. Hume, D.: İnsan doğası üzerine bir inceleme, İdea yayınevi, 1997.
  7. Adler, A.: Yaşamın anlamı, Panel yayınları, 2003.
  8. Ürek, O.: Toplumsal düzeni oluşturmaya ilişkin üç yaklaşım: Kant, Popper ve Sartre, U.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler dergisi, Sayı:4, 2003/1.
  9. Frankl, V.E.: İnsanın anlam Arayışı, Öteki yayınevi, 2000.
  10. Hançerlioğlu, O.: Düşünce tarihi, Remzi kitabevi, 1999.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.