Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Jung ve Din


GeceKuşu

Önerilen İletiler

jung%20ve%20din.png

 

Jung ve Din

(Doç. Dr Abdulkerim Bahadır)

( İz Yayıncılık; İstanbul, 2007)

 

Yapısalcı psikoloji ekolünün kurucusu Wilhem Wundt (1832-1920) 1879’da ilk laboratuarı kurarak psikoloji bilimselleşti. İlk zamanlarda psişe ihmal edilmiş ve küçümsenmiştir. 20. yy başında Freud tarafından bu aralanmıştır ilk olarak.

Freud dindarlara, psikolojik tedaviye muhtaç obsesif ve nevrotik hasta gözüyle bakmıştır. Jung ise, dinin insan için vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu kabul etmiştir. Pek çok psikolojik rahatsızlığın ardında dini bağlılığın yoksunluğunu temel neden görmüştür.

 

Jung, ilkel insan (arkaik insan)’la modern insan arasında büyük benzerlikler vardır diyor. Sadece varsayımlar farklıdır. Yani düşünce ve davranışları daha farklı temeller üzerine oturur. Modern insan her şeyi doğal ve açıklanabilir nedenlere dayandığını kabul eder. Arkaik insan ise her şeyin gizli, görünmez ve denetlenemez güçler tarafından organize edildiğini varsayar. Olayların arkasında tesadüfler değil, bilinmeyen niyet ve amaçların yattığına inanır.

Jung’a göre, kurtuluşun ve sağlığın yolu, ecza dolabından değil, bizzat insanın içsel dinamiklerinden geçer. Bu durum, hem birey hem de toplum için geçerlilik arz eder. Özellikle manevi sorunların olumsuz neticelere yol açabileceğine inanmıştır Jung.

 

Akademik Kişiliği ve Dini Altyapısı

Dindar bir aileden geliyor Jung. Özellikle anne tarafı ya ilahiyatçı ya da rahiptir. Baba tarafı da doktorluk ve resmi görevlerle ön plana çıkıyor. Yani çok zengin ve deneyimli bir ortamda yetişmiş.

Çocukluğu çok sıkıntılı geçmiş ve hayal gücü kuvvetli bir çocuktu. Hatta 1 nolu (dışa dönük) ve 2 nolu (içedönük) ayrımını o yaşlarda oluşturmaya başlamıştı.

 

1913 yılında psişik süreçleri konu edinen bir bilim dalı olarak kendi yaklaşımını “Analitik Psikoloji” olarak belirlemiştir. 1935 yılında yeni bir ad olarak “Kompleks Psikoloji” kavramını kullansa da pek kabul görmemiştir.

 

Hayatının ikinci yarısında, teorik yaklaşımlarını ve pratik uygulamalarını zenginleştirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda birçok konferans ve seminer vermiştir. Modern insanı daha iyi anlamak; başta arketip düşüncesi olmak üzere Analitik Psikolojinin temel yaklaşımlarını araştırmak üzere 1921-1925 yılları arasında birçok Afrika, Asya ülkesine gitmiştir (Tunus, Cezayir, Kenya, Uganda, Çin, Tibet, Hindistan)

Jung’a göre Batı, pozitif kültür yapısıyla yetinmemeli, eksik olan manevi tarafını telafi etmek üzere Doğu’dan istifade etmelidir. Tanrının varlığı ve etkinliğiyle de çok ilgilenmiştir. Bu noktada psişede mevcut bir Tanrı imgesine kesin olarak inanmış, fakat objektif bir Tanrı anlayışı ortaya koymaktan uzak durmuştur.

 

Jung, çocukluğunun ve gençliğinin önemli bir bölümü, Hıristiyanlığın her yönüyle hayatı belirlediği bir çevrede geçirmiştir. “İsa” imgesi ürkütücü ve güven vermeyen olumsuz bir bağlam dahilinde ön plana çıkmıştır.

 

15 yaşına kadar ki okumalarıyla Tanrı ile ilgili kanaati az çok oluşmuş. Tanrı’yı İsa’dan ayrı bir gerçeklik olarak kabul etmiştir.

 

Hıristiyanlığı sorgulamaya başladı bu yaşlarda. Özellikle babasına sorduğu birçok soruya cevap alamadığından kendi Tanrı anlayışını oluşturmaya çalıştı.

 

Jung’a göre, Tanrı’nın insan tarafından ispata ihtiyacı yoktur. Tanrı kendini bizzat kabul ettirir. Tanrı fikrini insan oluşturamaz, bu fikir insanda bir olgu olarak öteden beri mevcuttur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Jung Psikolojisinde Psişik Süreçler

Analitik psikoloji, tüm yaklaşımlarında ruhun gerçekliği tezinden hareket eder. Ruhun kendine has özel bir yapısı ve bağlı olduğu ilkeleri mevcuttur. İnsan dış gerçekliği, rahun yapısına göre kavrar.

Jung, psişe ve ruh kavramlarını birbirinden ayırarak farklı anlamlarda kullanır. Buna göre psişe, tüm bilinçli ve bilinçdışı süreçleri kasteder. Ruh ise tüm psişe içinde “kişilik” olarak karakterize edilebilecek belirlenmiş ve sınırlanmış bir “fonksiyon kompleksi” ne işaret eder.

 

Bilinç ve Bilinçdışı

Jung’a göre insanda bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olmak üzere üç farklı psişik alan vardır.

Bilinç, insanın kendi psişesinin içerikleriyle ilgili doğrudan bilgisini içerir. Kişisel bilinçdışı, daha önce bilinç alanında olmalarına karşın, etkinlik güçlerini kaybettikleri için unutulmuş, bilincin dikkatini üzerinden uzaklaştırmış ya da dikkatini çekmediği halde herhangi bir şekilde psişeye ulaşmış içeriklerin toplandığı kısımdır.

 

Kolektif bilinçdışı, doğuştan aktarılan, bireysel tecrübelerle elde edilmeyen, tüm insanlığın ve hatta tüm hayvan aleminin sahip olduğu ilksel formlardan oluşan ve bireysel psişenin temellerini teşkil eden ortak içeriklerden oluşur.

 

Bilinç

Jung, bilinci “psişik içeriklerin ben ile ilişkisini koruyan fonksiyon yada aktivite” olarak tanımlar.

Kolaektif bilinçdışı kavramıyla jung, insan topluluklarının hayatlarını tayin ederken rehber edindikleri gelenek, örf, anane, ahlaki ilkeler, idealler, değerler, kurallar, inançlar ve önyargılarla ilgili bütüncü bilinci ya da bilinçli bilgiyi kasteder.

Jung’a göre ben, bilincin merkezini teşkil etmekte beraber, kökleri bilinçdışı derinliklerine kadar uzanır. Ben ve bilinç kavramaları birbirinden kesin olarak ayrılmaz, bunun yerine dönüşümlü olarak kullanılırlar.

 

Bilinçdışı

Bilinçle bilinçdışı arasında bir gerilim vardır. Bu gerilim zamanla nevroza sürükler. Bunun iyileşmesi konusunda bilinçdışının bilinç alanında yansıma bulmasına bağlı olduğu noktasında Freud ve Jung birleşir. Bilinçdışını ifade şekli ve boyutunda ise ayrılırlar. Freud’a göre bilinçaltı, bireysel ve içgüdüseldir. Jung’a göre ise sadece bireysel değil, kolektif bir boyuta da sahiptir.

Jung’a göre bilincin tüm işlevleri önceden bilinçdışında hazır bulunur. Bilinçdışı, birbirinden farklı pek çok öğeyi bir arada barındırabilen yüce algılara, ataların ve tüm insanlığın deneyimlerine sahip eşsiz bir hazinedir. Bu durumda bilinç, ancak ruhun bilinçdışı tarafının gecikmiş bir filizi sayılabilir.

 

Herhangi bir duruma karşı normal koşullarda bilinç, dış gerçekliğe uygun kişisel tepkilerle cevap verir. Oysa bilinçdışı, tüm insanlığın yaşantısını dile getiren evrensel ölçütlere göre tepki verir. Bu yönüyle bilinçdışı, bilinci dengelemek suretiyle psişenin bütüncü yapısına uygun davranışların ortaya çıkmasına yardımcı olur.

 

Jung’un bilinç, bilinçdışı arasındaki ilişki Freud’un ego, süperego ilişkisine biraz benziyor. Bunda da birbirlerini dengeleme olduğunu söylüyor Jung. Bu dengelemeyi rüyalar ve fantezilerle gerçekleştirebileceğini söylüyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kolektif Bilinçdışı ve Arketipler

Kişisel bilinçdışı, bir kenara atılmış olduğu halde her an bilinçte yeniden yapılandırılabilen, çeşitli nedenlere bağlı olarak bireyde rahatsızlık doğurduğu için bastırılmış, unutulmuş, bilinçsizce algılanan, düşünülen ve hissedilen öğelerin toplamıdır. Bu alanda biriken deneyimlerin tümü, kaynakları itibariyle bireysel tecrübelere dayanır. Buna karşın kolektif bilinçdışı, tüm insanlığın mirasını, tarihten, tek tek toplumlardan ve ırklardan bağımsız olarak başlangıçtan beri süregelen ve evrensellik kazanmış durumlar karşısında gösterilen kalıpsal tepkileri içerir. Korku, tehlike, savaş, aşk, nefret, doğum, ölüm, aydınlık, karanlık gibi durumlar, bu tür içeriklerin bazılarıdır.

 

Kişisel bilinçdışı içerikleri, duygusal ifade tarzlarıyla doğrudan ilgili “kompleks”lere karşılık gelirken; kolektif bilinçdışının içeriklerini “arketip”ler teşkil eder.

 

Jung kısaca kolektif bilinçdışını, daha önce hiçbir şekilde bilinç alanına ulaşmamış, miras olarak devralınan insanlığın tümüne ait ortak öğelerin toplandığı psişik kısım olarak tanımlar. Beyin aracılığıyla aktarıldığını iddia eder. Kolektif bilinçdışının tezahürü ancak sembollerle mümkündür. İşlevlerinden bir de mit üretmektir.

 

Bilinçli akıl, her zaman benin çevreyle uyumuna yönelikken; bilinçdışı, tabiatın kişisel olmayan objektif niteliğine sahiptir.

 

Arketipler

Arketipler, en genel anlamıyla zihinsel biçimler ya da bilinçdışı tabiata ait imgeler olarak tanımlanabilirler. Bunlar, dünyanın hemen her yerinde kültürel yapıyı belirleyen ortak mitlerden, yaşantılardan ve bireyi her zaman etkileyen bilinçdışı kaynaklı ürünlerden oluşurlar. Arketipler, toplumsal anlamda sadece kültür ve gelenekler aracılığıyla değil, aynı zamanda kalıtımsal mirasla da aktarılan ortak oluşumlardır. Jung arketip kavramını daha önceki filozoflardan almıştır. Farklı kullanım şekilleri vardır.

 

Jung’a göre arketipler insanı yönlendirirler. İnsan hayatının evrelere bağlı olarak arketiplerce düzenlendiğine inanır. Bilincin, yaratıcı ve yıkıcı ruhun da kaynağıdır. Jung’un özellikle yoğunlaştığı arketipler, gölge, anima-amimus, kendilik ve Tanrı arketipidir.

 

Jung psikolojisinin en önemli niteliklerinden birisi, kişilik yaklaşımında birbirine karşıt güçlerin bir arada etkinlik göstermesidir. Mesela; persona-kendilik, anima-animus gibi…

 

Bir bütün olarak arketipler, insan ruhunun tüm gizil güçlerinin toplamını; Tanrı, insan ve kozmus arasındaki derin ve sürekli ilişki bağlamında miras alınan tüm aktarımları temsil ederler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Jung Psikolojisi’nde Din ve Tanrı Preblemi

 

Din Problemi

Jung dini, Tanrı tarafından açıklanmış bir kurtuluş yolu olarak takdim eder. Başlarda din ve ruh ayrı şeyler kabul edilip aralarında bağ olmadığına inanılıyordu. Freud’un yeni yaklaşımıyla din hayatın içine çekildi. Ve Jung biraz daha farklı bakmaya başladı dine.

 

Bilinçdışı insanın dini hayatında çok önemli bir yer aldığını belirtir Jung. Bilinçdışı, dini fonksiyonların gerçekleşim ortamıdır.

Din, tartışmasız olarak insan ruhunun en eski ve yaygın ifade tarzlarından birisidir. Din, kişiliğin tamamını kavrar ve etkiler. Kolektif bilinçdışında en büyü ortak argüman dinidir. Her insanda dünya ötesi aşkınlığa dayalı manevi-dini bir ihtiyaç kesin olarak vardır.

 

Jung’a göre, Freud’a ters olarak, nevrozların ve sinir bozukluklarının özünde, içgüdülere ve dolayısıyla dini tabiata yabancılaşma olgusu, birincil patolojik etkenler arasında yer alır.

 

Tanrıyı kavramada bilinçdışı aracılık eder. Her insanın bilinçdışında dine ilgi vardır. Ve her şeyin altında dini duygu vardır. Bunu insanın atması mümkün değildir. Arketipler de dinin yansımasıdır diyor Jung.

 

Dini tecrübeye ulaşmada kiliseye önem veriyor. Gerçi bir olumlu biri olumsuz iki işlevinden bahsediyor kilisenin ama o olumlu yandan yaklaşıyor. Kiliseyi dini tecrübeye ulaşan insanları, yanlış yine gitmekten koruyan vasıta olarak görüyor. Bu yolla dini tecrübeye varılacağını belirtiyor.

 

Dini ibadet ve ayinlerin bireyi dış tehlikelerden kuruduğuna inanır. İbadetler, bilinçdışı güçlerden korumanın yanında bilinçdışının potansiyelini de çoğu zaman artırır. Dine çok önem veriyor ve hatta en iyi tedavini din olduğunu belirtiyor.

Jung, benimsemediği bir mezhebe bağlı olsa bile, hastasının herhangi bir kiliseye gidip dini uygulamalarda bulunmasını, prensip olarak her zaman tavsiye etmiştir. Dini ayinleri, bilinçdışı psişeden kaynak bulan dinamik güçlerle baş edebilmede önemli referans noktaları sunan eşsiz uygulamalar olarak hizmet görüyor.

 

Jung, batının manevi değerlerini kaybettiğini ve maddeye, somuta yöneldiğini bundan dolayı da rahatsızlıkların ortaya çıktığını belirtiyor. Dindar olanların bilinçdışıyla orantılı bir yaşam süreceğinden karlı olduğunu belirtiyor.

 

Tanrı Problemi

Jung’a göre insan ruhunda en büyük güce sahip psikolojik gerçeklik Tanrı olarak etkinlik gösterir. Bilinçdışının en güçlü imgesi olan Tanrı insan varoluşu için zorunluluk arz eder. Psişede var olan üstün güç, Tanrı imgesine ait değilse, psişik enerjiyi bir içgüdü veya bir kompleks kendine çeker ve beni teslim alır. Böylece hakimiyet onlara geçer. Ve sorunlar ortaya çıkar.

Jung’ göre, modern insanın Tanrı’yı bırakıp insan yönelmesinden dolayı boşluk ve sorunlar doğar. Tanrı ile insan dengeli yaşar. Bilinci dengede tutmanın yolu Tanrı’ya olan inançtır. Eğer bu değerini kaybederse yerine başka şeyler geçer. Bu da sorunlara neden olur.

 

Jung, 1916’da yazdığı kitapta (Ölülere Yedi Hitabe) inandığı Tanrı, iyi-kötü, ışık-karanlık gibi zıtlıkları; güneşi olduğu kadar şeytanı da yapısında barındıran bir Tanrı’dır. Bu düşüncesine uygun olarak o, dinlerdeki mantık dışı ya da birbirine zıt kabul ve içeriklerin, dinin dinamik kalmasında önemli bir rol oynadıklarına inanır.

 

Jung’a göre Tanrı, fiziksel değil, açık bir psişik olgudur; yani o fiziksel olarak değil sadece psişik olarak tespit edilebilir. Jung inançlı bir kişidir. Şu cümlesi çok manidar burada, “tüm düşüncelerim, güneşin etrafında dolaşan gezegenler gibi Tanrı’yı merkez alıyor. Bu çekim gücünü reddedersem, en büyük günahı işlemiş olurum.” Fakat herhangi bir Hıristiyan mezhebine bağlı değildir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bireyleşme Süreci ve Hayat Evreleri

Bireyleşme, her şeyden önce tek tek bireylerin gelişmesini ve özelleşmesini hedefleyen genel bir sürece işaret eder. Bu nedenle bireyleşme, aynı zamanda bireysel kişiliğin gelişmesini ve özelleşmesini hedefleyen bir farklılaşma sürecidir.

Jung’a göre, psişik hayatın derinliklerinde kendiliğinden ortaya çıkan; belirgin bir bozukluk tarafından engellenemeyen ve saptırılamayan; fiziksel büyüme ve yaşlanma sürecine bağlı belirli aşamalar paralelinde gelişen tabi bir olgunlaşma sürecine işaret eder. Kişiliğin bilinçdışında kalmış yanlarını bilinçli hale getirip bilinçdışının bilinçle uzlaşmasını sağlayan bireyselleşme süreci, kişilikte farklı yapı ve boyutlarda varlığını sürdüren ve birbiriyle uzlaşmaz görünen eğilimleri uyumlu bir bütünlük içerisinde bir araya getirir.

 

Bireyleşme ve bireyselcilik birbirine karıştırmamak gerek. Bireyselcilik, kişisel özellikleri ön plana alma ve vurgulamayı ifade eder. Bireyleşme ise insanların ortak karar ve amaçlarının daha iyi ve daha mükemmel bir şekilde tatmin edilmesi anlamına gelir. Bireysellik, ben merkezli bir kişiliği işaret ederken, bireyleşme, özgün kişiliğin farkında olmayı bilinçdışı yönünü kabul ederek ona mümkün olduğunca ifade imkanı vermeyi ve canlı-cansız tüm evrenle barışık yaşamayı içerir. Bireyleşme, homojen uyumlu bir varlık olmak, kendi özel nitelikleri içinde kendi olmak demektir.

 

Bireyleşmenin, bireycilikten ve benmerkezcilikten farklılığı, onun toplumsal bir bütünlük içinde, fakat toplum tarafından mutlak olarak belirlenmeksizin kendi insan potansiyellerini en üst düzeyde gerçekleştirme fırsatını vermesinde yatar.

Jung hayatı iki evreye ayırır. 2. Evrede bütünleşmenin sağlanabildiğine, yani kendi olma yada kendini gerçekleştirme sürecinin tamamlandığını belirtiyor. Burada da yine dini öne çıktığı söylüyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Psişik Uzlaşma-Arketiplerin Gerçekleşmesi

Bireyleşme süreci 4 evreyle tamamlanır. 1- Psişenin karanlık yönünü teşkil eden “gölge” arketipinin bilinş alanına yükseltilmesi süretiyle gerçekleşmesi. 2- Psişede karşı cinse ait unsurlar olarak Anima ve Animus arketiplerinin gerçekleşmesi. 3- Mitlerde ve yaşanan hayatta somut yansımalarıyla zengin bir görüntü çeşitliliği arz eden, ancak olumsuz özdeşmelere yol açabilen arketipler olarak “yaşlı bilge” ve “büyük ana” arketiplerinin gerçekleşmesi. 4- Psişenin bütünlük kazanmasında bireyleşmenin temel hedefi olarak “kendilik” arketipinin gerçekleşmesi.

 

Gölge, psişik bütünlüğün görünmeyen, fakat ayrılmaz bir parçasıdır. Bu arketip, kişiliğin diğer yanı ya da karanlık kardeşidir. Gölgenin gelişimi, ben’in gelişimine paralel bir süreç takip eder. Ben’in ihtiyaç duymadığı, hoşlanmadığı ve reddettiği öğeler, gölgede toplanır.

 

Gölgenin, biri kişisel bastırmaların toplandığı kişisel bilinçdışı; diğeri tüm insanların psişelerinde mevcut arketipik öğelere ait olumsuz kalıntılarının toplandığı kolektif bilinçdışı olmak üzere iki boyutu mevcuttur.

Jung’a göre gölgenin olmadığı bir bireyleşmede bütünleşme de söz konusu olamaz. Herkeste vardır ve olması da doğaldır. İnsanla ayrılmaz bir bütündür. Karanlıkta, ışığın nesnelere verdiği gölge gibi…

 

Anima, erkeğin bilinçdışındaki kadını simgeleyen ruh imgesini temsil ederken; Animus, kadının bilinçdışındaki erkeği simgeleyen ruh imgesini temsil eder. Ruh imgesinin arketipik figürü, her zaman karşı cinsi sembolize eder. Bu nedenle insan, kendi psişesinin özelliklerini temsil eden kişiyi seçerek ona bağlanır.

 

Anima ve Animusun en önemli işlevleri, karşılıklı psişik dengelenme olarak tanımlanabilir. Kadın, tabiatında sınırlı olan bir erkeksi unsurla dengelenirken; erkek kadınsı bir unsurla dengelenir.

 

Yaşlı bilge ve büyük ana arketipleri ruh imgesinin ortaya çıkmasından sonraki aşamada, aynı cinsiyet bağlamında ahlaki prensibin kişiselleştirilmesini temsil ederler. Bu aşamaya gelmiş birey, artık benliğinin karanlıkta kalmış birçok alanına ışık tutabilecek ve psişik süreçlerini kontrol edebilecek bir yetkinliğe ulaşmış sayılır. Hayatın genelde 2. Yarısında gerçekleşir.

 

Jung’un kendilik kavramıyla tanımladığı enerji merkezi, insanın bilinçdışında duygusal yoğunlukla yüklü, tüm psişik dinamizminin kendisinden kaynaklandığı ve diğer tüm arketiplerin kendisine uygun olarak düzenlendiği bir enerji merkezidir.

Kendilik, insandaki tüm psişik fenomenlerin toplamına işaret eder; kişiliğin birlik ve bütünlüğünü ortaya koyar. Kendilik, bilinçle bilinçdışının orta noktasını teşkil eden; ben ile bilinçdışı arasında eşit uzaklıkta bütünlük ve tatmin sağlayan ideal bir merkezdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı’yla Bütünleşme Sürecinde Kendilik ve Mandala

Jung’a göre kendilik, her insanın dünyaya gelirken Tanrı vergisi olarak sahip olduğu bir arketiptir. Ben ve personadan farklı bir arketip olarak onun hedefi, biyolojik yapılanmada, ruhun manevi gelişmesinde, dinin ve sanatın ruhsal alandaki başarılarında gerçeklik kazanmaktır. Bu nedenle o, gizli bir sır, gizemli bir kaynak ya da tanrısal yansıma olarak görülebilir.

 

Mandala genel anlamı itibariyle, psişik bütünlüğün evrensel imgelerini temsil eder. Jung açısından kendilik’in merkezi sembolü kimliğiyle insanlığın en eski dini sembolleri arasında yer alan bu figür, tüm kültürlerde öteden beri mevcut olmakla birlikte en ihtişamlı ve karmaşık biçimleriyle Doğu kültürlerinde yansıma bulur.

 

Mandala sembolleri, psişenin derinliklerinde kendiliğinden doğar, kendine özgü bir düzene göre yansıma bulur ya da kaybolur. Mandalaları kendilikin somut yansımaları olarak tanımlamak mümkündür. Basit bir kare ya da daireden edebi yazı veya müzikal şekillere kadar zengin ifade imkanı bulan mandalalar, bireysel ile kolektif hayat arasında köprü vazifesi görerek aralarındaki uçurumu kapatırlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Jung Psikolojisinde Amprik-Analitik Metod

Jung, psikolojiyi teorik açıklamalar üzerinde yükselmeyen, sadece gözlemlere ve incelemelere dayanan ampirik bir gerçeklik içinde kabul eder. Jung, ampirik yaklaşımı bilimin yegane kaynağı olarak kabul eder. O, herhangi, bir konuda belirli bir inanca körü körüne teslim olmadığını ve onu savunmadığını; bunun yerine açık gerçeklikleri tespit etmeye ve bu gerçekliklerden hareketle tutarlı neticelere ulaşmaya çalıştığını her fırsatta dile getirir.

 

Jung, çözümlerini Deneysel Psikolojinin verileriyle sınırlandırmamış, içsel deneyimlerin dikkate alınması gerektiği hususu üzerinde ısrarla durmuştur. Jung, istatitiksel kalıp ve sınırlara sığmayan içsel deneyimleri, psikolojinin yapı taşları olarak kabul eder. Bundan da öte o, modern bilimin istatistiksel genellemeci yaklaşımının insanı anlama noktasında başarısız kaldığına, buna karşın içsel deneyimlerin dayandığı malzemelerin çoğunun, dini ilhamlara dayalı imgelerin örüntüsünden oluştuğuna inanır.

Jung başta arketipler olmak üzere bilinçdışı süreçlerle ilgili açıklamalarında, rüyalardan mitlere kadar zengin bir malzeme birikiminden istifade eder. Jung hastalarına hep aynı metotla yaklaşmamıştır. Her hastanın kendine has yöntemi olduğunu ve herkesin farklı olduğunu söylemiştir. Ve hastaya yardım edebilmek için önce onu anlamak ve tanımak gerekir. Bu yolla tedavilerini yapmaya çalışmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Jung Psikolojisinde Dine Psikolojik-Ampirik Yaklaşım

Jung, psikolojinin konusunun ruhun yansımaları olduğunu ve sınırlarının da bu yansımaların ötesine geçemeyeceğini belirtir. Ona göre psikoloji metafizik iddiaları konu edinmez. Ampirik bir bilim olarak din fenomenine bakış açısı, sadece psikolojiktir; yani dini fenomenler, metafizik ya da felsefi değerlendirmelere tabi tutulmadan gözlemlenir.

 

Jung “ahlak ilkesi, Tanrı kavramı ya da herhangi bir dini öz, gökten inerek insana isabet etmiş şeyler değildir. Aksine bunlar, içsel derinliklerinde temellenmiştir ve zaman geldiğinde bu derinliklerinden açığa çıkarlar. Ahlaki ilkelerle ilgili ilksel düşünceler ve Tanrı’yla ilgili olanlar, ruhun asla ortadan kaldırılamaz yapıtaşlarıdır.”

 

Jung’un Psikolojik Yaklaşımına Yöneltilen Tenkitler

Jung psikolojisini birkaç kişi sistemsiz ve karmaşık buluyor. Aynı zamanda da tutarsızlıkların olduğu bir sistem diyorlar. Fikirlerinin açık olmadığını, zor anlaşılır yapıda olduğu vurgulanıyor.

 

“Tanrı imgesi, bireyin bilincinin ötesinde mutlak bir üstünlük karakterine sahip belirli bir psikolojik durumun ya da fonksiyonun sembolik ifadesidir. Tanrı, bilinçdışına ait bir fonksiyondur. Yani o, Tanrı imgesini aktifleştiren libido bütününün ayrımlaşmış bir görüntüsüdür. Oysa Ortodoks bakış açısına göre Tanrı mutlaktır; varoluşu kendindendir. Böyle bir yaklaşım, bilinçdışından tam bir kopuşa işaret eder… Biz sadece psişe aracılığıyla Tanrı’nın hayatımızı belirlediği inancını oluştururuz. Ancak belirleyişin Tanrıdan mı, yoksa bilinçdışından mı kaynaklandığını ayırt etmemiz mümkün değildir.” (Jung, Psikolojik Tipler kitabında)

Jung, bilimselliği kabul ediyor fakat her şey bilimle elde edilemez diyor. İnsanlar ister kabul etsin isterse etmesin metafizik vardır ve hayatımızda etkilidir. Jung’a göre insanın anlaşılabilmesi, ancak psişik bütünlüğü içinde ampirist ve fenomenolojik bir bakış açısıyla mümkün olabilir.

 

Din ile ilgili görüşleri açısından Jung’u Freud ile karşı karşıya getiren ayrılıkları, Jung’un Freud düşüncesinde kabul etmediği hususlar;

1- Dini cinsel bir nevroza indirgemesi

2- Dini ritüelleri çocukluk dönemi cinsel bastırmaların ve suçluluk duygularının kaynaklık ettiği takıntılara bağlaması

3- Freud’un din fenomenini kişilik gelişimi sürecinde tamamen olumsuzluğa mahkum etmesi

4- Çocukluk dönemi yaşantılarına dayandırarak şimdiki ve gelecek zaman boyutunu reddetmesi

5- Dini sembollerin, bastırılmış gizli dürtülerin yansımaları olduğu şeklindeki Freud’un görüşlerini kabul etmez
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Değerlendirme ve Sonuç

Arketipsel sembollerle dolu yapısıyla psişe, dini bir tabiat arz eder. Psişeyi dini bir yapıya çeviren asıl öz, ruhun derinliklerinde mutlak hakimiyeti temsil eden “numinous” varlık, yani Tanrıdır. Jung’a göre Tanrı imgesi ruhta hakim olmasaydı, doğal olarak mutlak bir din-ruh ilişkisinden söz edilemeyecekti.

 

Jung düşüncesinin nihai amacı, geçmişten geleceğe yüzyıllar boyunca aktarılan değerlerin ortak öğelerini ortaya çıkarmak ve bu değerlere bağlı tüm insanlığı bireyleştirerek bütünleştirmek. Ona göre bu amaç gerçekleştiği taktirde, aynı temeller üzerinde yükselen, sadece kültürel farklılıklarla birbirinden ayrılan, kendini gerçekleştirmiş, ayrıntıların dışında birbirine yabancı olmayan ideal niteliklere sahip bir toplum biçimi ortaya çıkacaktır.

 

Din-psikoterapi ilişkisi bağlamında Freud ve Jung arasındaki derin farklılığı iki cümleyle özetlemek mümkündür: Freud, ruh sağlığının teminatını dinden kurtuluşta görmesine karşın söz konusu teminatı Jung, psişenin dini tabiatıyla barışık olmasında görmüştür. Freud, dini “obsesyonel nevroz” tanımlamasıyla psikopatolojiye mahkum ederken Jung, Freud’un iddiasının tam aksine nevrozun nedenini dinin psişedeki etkinliğini kaybetmesine bağlamıştır. Ona göre, batı dünyasının modernleşmeyle birlikte karşı karşıya kaldığı ciddi kayıpların ardındaki en önemli nedenlerden birisi, mevcut maddeci eğitim anlayışının kişilik bütünlüğüne hizmet eden dinin psişedeki etkinliğini hesaba katmaya yanaşmamasıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.