Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche


GeceKuşu

Önerilen İletiler

Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche

zerdust.png

Kitabın adı: Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also sprach Zarathustra)

 

Yazarı: Friedrich Nietzsche

 

Yayınevi: Varlık yayınları

 

Yayın Tarihi: Ocak 2004

 

'Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiçkimse için Bir Kitap' (Orijinal adıyla Also sprach Zarathustra), Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Kitabı belirli bir kategori içerisinde tanımlamak genelde zor olmuştur: Bir edebiyat eseri ve aynı zamanda felsefî bir çalışmadır. Nietzsche kendisi kitabı "yazılmış en derin" eser olarak tanımlamıştır. Eser, birçok farklı konu ve tarz barındırmaktadır. Nietzsche'nin felsefî görüşleri açısından önemli bir yer tutan kitap, birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

 

Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında zamanındaki kulaklara göre ağız olmadığını kendisinin daha sonraki kuşaklar tarafından anlaşılacağını söyler. Özellikle yüzyıl sonra anlaşılacağını söylemesi gerçekleşen bir kehanet olarak görülebilir. Elbette tek tek filozoflarda Nietsche'nin çalışmalarını değerlendirenler olmuştur. Ancak asıl olarak Nietzsche 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel bir ilginin konusu olur ve post modern felsefeler tarafından her anlamda değerlendirilmeye başlanır. Onun perspektivizmi, tarihselciliği, bilgi-iktidar düşüncesi, dil'i kavrayış biçimi yeniden ve yeni anlam katmanlarıyla değerlendirilmeye başlanmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise Nietzsche en derin teorik tartışmalardan en sıradan sohbetlere kadar herkesin dilindeki isimlerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Nietzsche'nin kendi istediği ve düşündüğü anlamda anlaşılıp anlaşılmadığı tartışmalı olmakla birlikte, yüzyıl sonra kendisine pek çok kulak verenin ortaya çıktığı kesindir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ZERDÜŞTÜN BAŞLANGIÇ SÖYLEVİ

 

Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp dağlara çıktı. Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkardı ve on yıl bundan bıkmadı. Ama en sonu gönlünde değişme oldu ve bir sabah tanla kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi:

 

" Ey ulu yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu senin mutluluğun!

 

On yıldır mağaramın üstüne yükselir durursun: ışığından ve yolculuğundan bıkardın ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı!

 

Ama biz seni her sabah bekledik, senden fazlalığını aldık ve kutsadık seni bunun için.

 

Bak! Pek çok bal toplamış bir arı gibi, bilgeliğimden usandım; onu almaya uzanacak eller gerek bana.

 

İnsanlar arasında bilgeler delilikleriyle, yoksullarda zenginlikleriyle bir daha sevininceye dek, vermek dağıtmak isterim.

 

Derinliklere inmeliyim işte bunun için: tıpkı senin akşamları denizin ardına inişin ve alt dünyaya ışık iletişin gibi, ey taşkın yıldız!

 

Aralarına inmek istediğim insanların dediği gibi batmalıyım sencileyin.

 

Kutsa beni öyleyse, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bakan ey durgun göz!

 

Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin!

 

Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Zerdüşt yine insan olmak ister."

 

- Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı.

 

Zerdüşt dağdan yalnız indi ve kimseyle karşılaşmadı. Ama ormana girdiğinde, kutlu kulübesinden ormanda kök aramaya çıkmış yaşlı bir adam belirdi birden önünde. Ve şöyle dedi yaşlı adam Zerdüşt'e:

 

"Yabancı değil bana bu gezgin kişi: yıllar önce geçmişti buradan. Adı Zerdüşt'tü; ama değişmiş.

 

O gün külünü dağlara götürüyordun: bugün de ateşini vadilere mi götüreceksin? Kundakçılığın cezasından korkmuyor musun?

 

Evet, Zerdüşt'ü tanıdım. Dupduru gözleri ve ağzında tiksinti hiç yer etmemiş. Oynar gibi değil mi yürümesi?

 

Değişmiş Zerdüşt, çocuk olmuş Zerdüşt, uyanmış biri Zerdüşt: uyuyanlar arasında neyleyeceksin?

 

Sanki denizde yaşardın yalnızlığında ve deniz seni taşırdı. Yazık, kıyıya mı çıkmak istiyorsun? Yazık, gövdeni yine kendin mi sürükleyesin istiyorsun?"

 

Zerdüşt cevap verdi: "insanları seviyorum."

 

"Neden" dedi ermiş, "ormanın ıssızlığına çekildim ben? İnsanları fazla sevdiğim için değil mi?

 

Tanrıyı seviyorum şimdi: insanları sevmiyorum. İnsan fazla eksik bir şey bence. İnsan sevgisi yıkım olurdu benim için."

 

Zerdüşt cevap verdi: "Sevgi de ne söz! Ben insanlara armağan götürüyorum."

 

"Onlara bir şey verme" dedi ermiş. "Onlardan al daha iyi ve onlarla birlikte taşı, -bu onların daha çok hoşlarına gider: yeter ki senin de hoşuna gitsin!

 

Ve onlara vermek istersen, sadakadan fazlasını verme, onu da dilensinler senden!"

 

"Hayır" diye cevap verdi Zerdüşt. "Ben sadaka vermem. Yoksul değilim o kadar."

 

Ermiş Zerdüşt'e güldü ve şöyle dedi: "Öyleyse hazinelerini onlara kabul ettirmeye bak! Onlar yalnızlardan kuşkulanırlar ve bizim armağanlarla geldiğimize inanmazlar.

 

Adımlarımız sokaklarından pek ıssız çınlar. Ve gece yataklarındayken, güneş doğmadan çok önce birinin geçtiğini işitseler, kendi kendilerine soracaklardır: nereye gider bu hırsız?

 

Gitme insanlara, ormanda kal! Hayvanlara git daha iyi! Neden benim gibi olmak istemiyorsun, ayılar arasında ayı, kuşlar arasında kuş?"

 

"Peki, ormanda ne yapıyor ermiş?" diye sordu Zerdüşt.

 

Ermiş cevap verdi: "Türküler düzüp söylüyorum ve bu türküleri düzerken gülüyor, ağlıyor ve mırıldanıyorum: böyle övüyorum tanrıyı.

 

Türkü söyleyerek, ağlayarak, gülerek ve mırıldanarak övüyorum benim tanrım olan tanrıyı. Peki, sen armağan olarak bize ne getiriyorsun?"

 

Zerdüşt bu sözleri işitince ermişi esenledi ve dedi:" Ne vereyim ben size! Çabucak gideyim de bir şey almayayım sizden!" ve ayrıldılar böylece, yaşlı adamla Zerdüşt, iki çocuk gibi gülüşerek.

 

Ama Zerdüşt yalnız kalınca, şöyle dedi gönlüne:"nasıl olur! Bu yaşlı ermiş, tanrının öldüğünü daha işitmemiş ormanında."

 

 

Zerdüşt ormanın kıyısındaki en yakın kente vardığında, birçok kimseyi pazar yerinde toplanmış buldu: çünkü bir ip cambazının oynayacağı bildirilmişti. Ve Zerdüşt halka şöyle buyurdu:

 

Ben size üstinsanı öğretiyorum. İnsan alt edilmesi gereken bir şeydir. Onu alt etmek için ne yaptınız?

 

Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden öte bir şey yaratmışlardır: peki siz bu büyük yükselişin inişi olmak ve insanı alt edecek yerde hayvanlara dönmek mi istiyorsunuz?

 

İnsana göre maymun nedir? Gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç. İnsan da tıpkı böyle olacaktır. Üst insana göre: gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç.

 

Solucandan insana dek yol aldınız ve sizde çok şey daha solucandır. Maymundunuz bir zamanlar ve şimdi bile insan, her maymundan daha maymundur.

 

İçinizde en bilgeniz bile uyumsuzluktur, bitki ve görüntü melezidir. Ama bitki ya da görüntü olun mu diyorum size?

 

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum! Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. İsteminiz desin ki: Üstinsan yeryüzünün anlamı olacaktır!

 

Yalvarırım size kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın ve inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz açanlara! Ağı saçanlardır onlar, bilerek bilmeyerek.

 

Hayatı hor görenlerdir onlar, çürüyen ve ağılanmış kişiler, yeryüzü bıkmıştır onlardan: bırakın gitsinler!

 

Bir zamanlar tanrıya karşı işlenen günah en büyük günahtı, ama tanrı öldü, onunla birlikte öldüler o günahkârlar da. Yeryüzüne karşı günah işlemek şimdi en korkuncudur ve bilinmezin özünü yeryüzünün anlamından üstün tutmak!

 

Bir zamanlar can, gövdeyi hor görürdü: bu hor görme de en üstün şeydi: -can, gövde cılız, ********* ve aç olsun isterdi. Böylece gövdeden ve yeryüzünden kurtulmayı kurardı.

 

Ah, bu canın kendisi cılız, ********* ve açtı: ve işkence bu canın tutkusuydu!

 

Ama siz de, kardeşlerim, söyleyin bana: gövdeniz, canınız için ne diyor? Canınız, yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlık değil mi?

 

Evet, kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi.

 

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, işte bu denizdir, onda batabilir sizin büyük hor görmeniz.

 

Yaşayabileceğiniz en büyük şey nedir? Büyük hor görme saatidir. Mutluluğunuzun bile size ********* geldiği saat ve usunuzun ve erdeminizin.

 

Dediğiniz saat: "Benim mutluluğum nedir ki! Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o. Ama varlığı kendisi haklı çıkarmalı mutluluğum!"

 

Dediğiniz saat: "Benim usum nedir ki! Aslanın, yiyeceğine duyduğu özlemi duyuyor mu bilgiye? Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!"

 

Dediğiniz saat: "Benim erdemim nedir ki! Daha beni çıldırtmadı. Ne kadar bıktım iyiliğimden ve kötülüğümden! Hep yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!"

 

Dediğiniz saat: "Benim doğruluğum nedir ki! Ateş ve kömür değilim bakıyorum da. Oysa doğrular ateş ve kömürdürler!"

 

Dediğiniz saat: "Benim acımam nedir ki! Acıma, insanı sevenin çivilediği çarmıh değil midir? Oysa benim acımam çarmıha germe değildir."

 

Hiç böyle konuştunuz mu? Hiç böyle haykırdınız mı? Ah, böyle haykırdığınızı duysaydım bir!

 

Günahınız değil, yetingenliğiniz haykırıyor göklere, günahınızdaki bayağılık haykırıyor göklere!

 

Sizi diliyle yalayacak şimşek nerede? Sizi aşılayacak çılgınlık nerede?

 

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, bu şimşektir; o, bu çılgınlıktır!-

 

Zerdüşt böyle konuştukta, halktan biri bağırdı: "İp cambazını yeterince dinledik; artık kendisini görsek!" Ve bütün kalabalık Zerdüşt'e güldü. Ama bu sözlerin kendisi için söylendiğini sanan ip cambazı, başladı oyununa.

 

 

Fakat Zerdüşt halka baktı da, şaştı. Derken şöyle buyurdu:

 

İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, -uçurum üstünde bir ip.

 

Korkulu bir geçiş, korkulu bir geri bakış, korkulu bir ürperiş ve duraklayış.

 

İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil: insanda sevilebilecek olan, onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır.

 

Ben, yaşamasını bilmeyenleri severim, meğerki batmasını bileler; çünkü bunlardır karşıya geçenler.

 

Ben, büyük hor görenleri severim, çünkü bunlar büyük saygılılardır ve karşı kıyıya duyulan özlem okları.

 

Ben, batmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayanları, yeryüzü bir gün üstinsanın olsun diye, kendilerini yeryüzüne kurban edenleri severim.

 

Ben, bilmek için yaşayan ve bir gün üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim. Böyle ister o kendi batışını.

 

Ben, üst insana ev kurmak, toprak, hayvan ve bitki hazırlamak için çalışanı ve türeteni severim: çünkü böyle ister o kendi batışını.

 

Ben, erdemini seveni severim: çünkü erdem batma istemidir ve özlem oku.

 

Ben, kendisi için bir damla bile ruh ayırmayanı, baştanbaşa erdemin ruhu olmak isteyeni severim: ruh olarak böyle yürür o köprünün üstünde.

 

Ben, erdeminden eğilim ve yazgı yapanı severim: böylece o, erdemi uğruna yaşamak ister, ya da hiç yaşamak istemez.

 

Ben, bir sürü erdem istemeyeni severim. Bir tek erdem, iki erdemden daha erdemdir, çünkü yazgının asıldığı daha zorlu düğümdür o.

 

Ben, gönlü har vurup harman savuranı severim. Ne teşekkür bekler, ne de teşekkür eder: çünkü hep verir o ve kendini korumak istemez.

 

Ben, zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim: "Ben düzenci bir oyuncu muyum yoksa?" çünkü yok olmak ister o…

 

 

Ben, işine başlamadan önce altın sözler saçan ve hep söz verdiğinden fazla yapanı severim: çünkü batışını ister o…

 

 

Ben, gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı severim: çünkü şimdikiler eliyle yok olmak ister o.

 

 

Ben, tanrısını yola getireni severim, çünkü tanrısını sever o: tanrısının öfkesinden yok olması gerekir de.

 

 

Ben, yaralanmada bile gönlü derin olanı ve küçücük bir şeyden yok olabileni severim: böyle geçer o köprüyü seve seve.

 

 

Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir: her şey onun batışı olur böylece.

 

Ben özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: böylece kafası, yüreğinin yalnız içi olur, ama yüreği batmaya zorlar onu.

 

Ben, insanların üstünde asılı o kara buluttan tek tek düşen ağır damlalar gibi olan herkesi severim: onlar şimşeğin gelişini haber verirler ve haberci olarak yok olurlar.

 

Bakın, ben şimşeğin habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım: oysa şimşek, üstinsandır.

 

 

Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra, yine halka baktı ve sustu. "İşte ordalar," dedi gönlüne, "işte gülüyorlar: beni anlamıyorlar, ben bu kulaklara göre ağız değilim.

 

Gözleriyle işitmeyi öğrenmeleri için, kulaklarını mı patlatmalı? Dümbelek gibi, vaiz gibi ötmeli? Yoksa yalnız kekemeye mi inanırlar?

 

Onların gurur duydukları bir şeyler vardır. Onları gururlandıran şeye ne diyorlar? Kültür diyorlar, -bu onları keçi çobanlarından ayırıyormuş.

 

İşte bundandır, kendileri için "hor görme" sözünün kullanılmasından hoşlanmazlar. Ben de gururlarına sesleneyim bari.

 

Onlara en hor görülesi şeyden söz açacağım, "bu, son insandır."

 

Ve halka şöyle buyurdu Zerdüşt:

 

İnsanın, kendine bir erek edinme zamanı gelmiştir. İnsanın en yüksek umudunun tohumunu ekme zamanı gelmiştir.

 

Toprağı bu iş için yeterince verimli daha. Ama bu toprak bir gün yoksullaşacak ve güçten kesilecek ve hiç ulu ağaç yetişmeyecek onda.

 

Yazık! İnsanın, özlem okunu insandan öte salamayacağı ve yayının, vınlamayı unutacağı zaman geliyor.

 

Size diyorum: hora tepen bir yıldız doğurabilmek için, kişinin içinde kargaşa olmalı daha. Size diyorum: daha var sizde bu kargaşa.

 

Yazık! İnsanın artık yıldız doğuramayacağı zaman geliyor. Yazık! En hor görülesi adamın, kendini artık hor göremeyenin zamanı geliyor.

 

Bakın! Size üstinsanı gösteriyorum.

 

"Sevgi nedir? Yaratma nedir? Özlem nedir? Yıldız nedir?" -böyle sorar da son insan, göz kırpar.

 

Yeryüzü artık küçülmüştür ve üstünde, her şeyi küçülten son insan sıçramaktadır. Toprak piresi gibidir o, kökü kurutulamaz: son insan, en uzun ömürlüdür.

 

"Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.

 

Güç yaşanan bölgelerden ayrılmışlardır: kişiye sıcaklık gerekir de. Komşu daha sevilir ve ona sürtünülür: kişiye sıcaklık gerekir de.

 

Sayrı düşmek ve kuşkulu olmak günahtır onlarca: sakınarak yürünür. Budaladır, daha ayağı taşlara ya da insanlara takılıp sendeleyen!

 

Ara sıra biraz ağı: tatlı düşler kurdurur bu. Ve çokça ağı sonunda, tatlı bir ölüm için.

 

Daha çalışılır, çünkü iş eğlencedir. Ama eğlencenin zarar vermemesine bakılır.

 

Artık zengin ya da züğürt olunmaz: ikisi de pek sıkıntılıdır. Kim buyurmak ister daha? Kim söz dinler: ikisi de pek sıkıntılıdır.

 

Bir sürü ki çobansız! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: başka türlü duyan, deliler evine gönüllü gider.

 

"Eskiden bütün dünya deliymiş" böyle derler de en inceleri, göz kırparlar.

 

Akıllıdırlar ve olup biten her şeyi bilirler: alaylarının sonu gelmez böylece. Daha bozuşulur, ama hemen barışılır, yoksa mideleri bozulur.

 

Gündüz için küçük hazları ve gece için küçük hazları vardır: ama sağlığı sayarlar.

 

"Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.-

 

Zerdüşt'ün, "öndeyiş" de denen ilk konuşması burada sona erdi: çünkü bu sırada kalabalığın bağrışması ve sevinci, sözünü kesti. "Bize ver bu son insanı, ey Zerdüşt" diye bağırıyorlardı, "bu son insanlardan eyle bizi! Üst insanı biz sana bağışlarız sonra!" Ve bütün kalabalık çılgınca seviniyordu ve dudaklarını şapırdatıyordu. Ama Zerdüşt üzüldü ve gönlüne dedi:

 

"Beni anlamıyorlar: ben bu kulaklara göre ağız değilim.

 

Anlaşılan pek fazla kalmışım dağlarda, pek fazla dinlemişim dereleri ve ağaçları, şimdi keçi çobanlarına söz söyler gibi konuşuyorum onlarla.

 

Durgun gönlüm ve duru, sabahleyin dağlar gibi tıpkı. Oysa beni soğuk sanıyorlar ve korkunç şakalar yapan alaycının biri.

 

Ve işte bana bakıyorlar ve gülüyorlar: ve gülerken benden nefret ediyorlar. Gülüşleri buz gibi…"

 

 

Derken bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran bir şey oldu. Çünkü bu arada ip cambazı oyununa başlamıştı: küçük bir kapıdan çıkmış, iki kule arasına ve pazar yerinin ve halkın üstüne gerili bir ip boyunca ilerliyordu. Tam yarı yoldayken, küçük kapı bir daha açıldı ve alaca bulaca giysiler içinde, soytarıya benzer biri uğradı dışarı ve öncekinin ardından hızlı hızlı yürüdü. "İleri, seni topal seni", diye haykırdı korkunç sesi, "ileri, seni miskin, sinsi, saz benizli seni! Yoksa ayağımın altına alırım seni ha! Bu kuleler arasında ne işin var? Senin yerin kulenin içi, kitlemeli seni, kendinden üstün olanın yolunu tıkıyorsun!" -Ve her sözle birlikte gittikçe yaklaşıyordu öndekine: fakat bir adım kala, bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran o şey oldu: şeytan gibi çığlık kopardı ve yolunu tıkayan adamın üzerinden atladı. Fakat beriki, rakibinin kazandığını görünce, başı döndü ve ipini şaşırdı; attı sırığını ve sanki bir kol ve bacak çevrintisi gibi, sırıktan daha tez, daldı derine. Pazar yeri ve halk, fırtınaya uğramış bir deniz gibiydi: kalabalık darmadağın olmuş, hele gövdenin düşeceği yerde, birbirine girmişti.

 

Fakat Zerdüşt yerinden kıpırdamadı ve gövde paramparça ama henüz canlı, yanı başına düştü. Az sonra, yaralı kendine geldi ve Zerdüşt'ü yanında diz çökmüş gördü. "Ne yapıyorsun öyle?" dedi sonunda. "Şeytanın bana çelme takacağını çoktandır biliyordum. Şimdi cehenneme sürükleyecek beni: ona engel olacak mısın?"

 

"Şerefim hakkı için, dostum," diye cevap verdi Zerdüşt, "bu söylediğin şeylerin hiçbiri yoktur: ne şeytan var, ne cehennem. Canın, gövdenden bile önce ölecektir: hiçbir şeyden korkma artık!"

 

Adam gözlerini kuşkuyla kaldırdı. "Söylediğin doğruysa" dedi sonra, "hayatımı yitirmekle hiçbir şey yitirmiş olmayacağım. Ben, dayakla ve bir lokma yiyecekle oyun öğretilmiş bir hayvandan fazla bir şey değilim pek."

 

"Ne demek" dedi Zerdüşt, "sen tehlikeyi iş edindin, bunda hor görülecek ne var. Şimdi de işin yüzünden ölüyorsun: bunun için seni kendi elimle gömeceğim."

 

Zerdüşt bunu söyledikten sonra, can çekişen adam daha fazla karşılık vermedi; yalnız, teşekkür için Zerdüşt'ün elini arıyormuş gibi, elini kımıldattı.

 

 

Bu sırada akşam oldu ve pazar yeri karanlığa büründü: derken halk dağıldı, çünkü merak ve yılgı dahi yorulur. Ama Zerdüşt, yerdeki ölünün yanına oturdu ve düşünceye daldı: böylece zamanı unuttu. Sonunda gece oldu ve soğuk bir yel, yalnızın üstünden esmeye başladı. Derken doğruldu Zerdüşt ve gönlüne dedi:

 

Gerçek, Zerdüşt iyi balık tuttu bugün! İnsan değil tuttuğu, ceset.

 

Tekin değil insan varlığı ve hala anlamsız: soytarının biri yıkım olabilir onun için.

 

Ben insanlara, varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum: Üstinsandır bu, - o kara buluttan, insandan çakan şimşek.

 

Ama ben onlardan uzağım daha ve benim düşüncem onlara bir şey söylemiyor. Ben onlara göre daha deliyle ceset arası bir şeyim.

 

Karanlıktır gece, karanlıktır yolları Zerdüşt'ün. Gel, soğuk ve katı yoldaş! Seni kendi elimle gömeceğim yere götüreyim.

 

 

Zerdüşt bunu gönlüne dedikten sonra, cesedi sırtladı ve yola koyuldu. Daha yüz adım gitmemişti ki, bir adam sokuldu yanına ve kulağına fısıldadı, - bakın hele! Kuledeki soytarıydı bu konuşan. "Git bu kentten, ey Zerdüşt" diyordu, senden nefret eden pek çok burada. İyilerle doğrular senden nefret ediyorlar, seni düşman ve kendilerini hor gören biri sayıyorlar; hak dine inananlar senden nefret ediyorlar ve seni kalabalık için tehlike sayıyorlar. Talihin varmış ki, sana güldüler: Gerçek, soytarı gibi konuştun. Talihin varmış ki, şu ölü köpekle arkadaşlık ettin; böylece alçalarak yakayı kurtardın bugün. Ama git bu kentten, yoksa yarın üstünden atlarım, bir diri bir ölünün üstünden nasıl atlarsa." Bunu dedikten sonra adam kayboldu: ama Zerdüşt karanlık sokaklardan yoluna yürüdü.

 

Kentin kapısında mezarcılarla karşılaştı: onlar meşalelerini yüzüne tuttular, Zerdüşt'ü tanıdılar ve hayli alay ettiler. "Zerdüşt ölü köpeği götürüyor: ne hoş değil mi Zerdüşt'ün mezarcı olması! Ellerimiz bu kebaba dokunamayacak kadar temizdir de. Zerdüşt şeytanın lokmasını mı aşırmak istiyor? Peki! Afiyet olsun! Şeytan, Zerdüşt'ten daha usta bir hırsız olmasa bari! -o, ikisini de aşırır, ikisini de yer! Ve gülüştüler ve baş başa verdiler.

 

Zerdüşt buna bir şey demedi ve yoluna yürüdü. Ormanlar ve bataklıklardan öte iki saat yol aldıktan sonra, kurtların aç ulumalarını o kadar dinledi ki, kendisi dahi acıktı. Derken, ışığı yanan bir evin önünde durdu.

 

"Açlık" dedi Zerdüşt, "beni haydut gibi bastırıyor. Ormanlarda ve bataklıklarda bastırıyor beni açlığım ve derin gecede.

 

Ne tuhaf huyları var açlığımın. Çokluk, yalnız yemekten sonra gelir bana, bugünse hiç gelmedi: nerdeydi ki?"

 

Ve bunun üzerine Zerdüşt, evin kapısını çaldı. Yaşlı bir adam çıktı; elinde ışık vardı ve sordu: "bana ve tedirgin uykuma gelen kim?"

 

"Bir diriyle bir ölü" dedi Zerdüşt. "Bana yiyecek içecek bir şey ver, gündüz yemeyi unuttum. Açları besleyen, kendi gönlünü canlandırır: böyle der bilgelik."

 

Yaşlı adam gitti, ama çabucak döndü, Zerdüşt'e ekmek ve şarap sundu. "Burası açlara göre bir yer değil" dedi, "onun için burada oturuyorum. Hayvanla insan, ben yalnıza gelirler. Yoldaşına da yedirip içirsene, o sende yorgun." Zerdüşt cevap verdi: "yoldaşım sağ değil, ona kolay kolay yemek yediremem." "Bana ne," dedi yaşlı adam ters ters, "kapımı çalan, verdiğimi almalı. Yiyin ve uğurlar olsun!"

 

Bunun üzerine Zerdüşt, yola ve yıldızlara bel bağlayarak iki saat daha yürüdü: çünkü gece yürümeye alışıktı ve uyuyan her şeyin yüzüne bakmayı severdi. Fakat tan ağarırken, Zerdüşt kendini sık bir ormanda buldu, yol yoktu görünürde. Derken ölüyü, bir ağaç kovuğuna yerleştirdi kurtlardan korumak istiyordu. Kendisi de toprak ve yosun üzerine uzandı. Ve hemen uykuya daldı, gövdesi yorgun, gönlü durgun.

 

 

Uzun zaman uyudu Zerdüşt ve yüzü üzerinden yalnız tan değil, sabah dahi geçti. Ama sonunda gözleri açıldı: şaşmış, baktı Zerdüşt ormanın ve sessizliğin içine; şaşmış, baktı kendi içine. Derken, birdenbire karayı gören bir gemici gibi, çabucak doğruldu ve sevinçten bağırdı: çünkü yeni bir gerçek görmüştü. Ve gönlüne şöyle dedi:

 

"İçime bir ışık doğdu: yoldaşlar gerek bana, diriler, istediğim yere götürebileceğim ölü yoldaşlar ve cesetler değil.

 

Beni, benim istediğim yere, kendi istekleriyle izleyecek diri yoldaşlar gerek bana.

 

İçine bir ışık doğdu: sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt! Sürünün çobanı ve köpeği olmayacak Zerdüşt!

 

Niceleri sürüden çekmek, bunun için geldim ben. Halk ve sürü bana kızacak: çobanlar, haydut diyecekler Zerdüşt'e.

 

Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine iyiler ve doğrular derler. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler.

 

İyilere ve doğrulara bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan: oysa o, yaratıcıdır.

 

Bütün inançların erlerine bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan: oysa o, yaratıcıdır.

 

Yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler ve inançlar değil. Yaratma arkadaşları arar yaratıcı, yeni levhalara yeni değerler kazıyanları.

 

Yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: çünkü ona göre her şey, hasada hazırdır. Ama yüz orağı yok: bu yüzden başakları yolar da, canı sıkılır.

 

Yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilenleri. Yıkıcılar denecek onlar için, iyi ile kötüyü hor görenler denecek. Oysa hasatçılar ve bayram edenler onlardır.

 

Yaratma arkadaşları arıyor Zerdüşt, hasat arkadaşları ve bayram arkadaşları arıyor Zerdüşt: sürülerden ve çobanlardan ona ne!

 

Ve sen, ilk yoldaşım benim, uğurlar olsun! Seni ağaç kovuğuna iyice gömdüm ve seni kurtlardan iyice sakladım.

 

Ama senden ayrılıyorum: vakit erişti. İki tan arası, bana yeni bir gerçek geldi.

 

Ne çoban olacağım ben, ne mezarcı. Halka söz söylemeyeceğim artık: ben ölüyle son kez konuştum.

 

Yaratıcılara, hasatçılara, bayram edenlere katılacağım: gökkuşağını göstereceğim onlara ve üstinsana çıkan merdiveni.

 

Tek-barınanlara söyleyeceğim türkümü ve çift-barınanlara ve her kimde işitilmemiş için kulak varsa, mutluluğumla ağırlaştıracağım onun yüreğini.

 

Varacağım ereğime, ben kendi yolumu yürüyorum: duraklayanların ve geride kalanların üzerinden atlayacağım. Benim ilerleyişim, onların batışı olsun böylece!"

 

Güneş tam tepedeyken, gönlüne söylediği buydu Zerdüşt'ün: derken sorarcasına yukarı baktı, çünkü başının üstünde bir kuşun tiz çığlığını işitmişti. Bakın hele! Bir kartal havada geniş değirmiler çizerek uçuyordu ve ona bir yılan, ev gibi değil, dost gibi asılmıştı: çünkü yılan, kartalın boynuna dolanmıştı.

 

"Bunlar benim hayvanlarım!" dedi Zerdüşt ve yürekten sevindi.

 

"Güneşin altındaki en gururlu hayvanla güneşin altındaki en bilge hayvan, araştırmaya çıkmışlar.

 

Zerdüşt daha sağ mı, bilmek istiyorlar. Gerçek, sağ mıyım daha?

 

İnsanlar arasında yaşamayı, hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum; tehlikeli yollarda yürüyor Zerdüşt. Bana hayvanlarım yol göstersinler!"

 

Zerdüşt bunu der demez, ormandaki ermişin sözlerini hatırladı, iç çekerek şöyle dedi gönlüne:

 

"Daha bilge olsam! Baştan aşağı bilge olsam, yılanım gibi tıpkı!

 

Ama ben olmazı istiyorum: onun için hep bilgeliğimle yürümesini dileyeyim gururumdan!

 

Ve bilgeliğim beni bir gün yüzüstü bırakacak olursa: -ah, kaçmaya bayılır o!- gururum deliliğimle kaçsın o zaman!"

 

-Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Friedrich_Nietzsche_en.jpg

 

 

..şöyle konuş ve kekele:

"bu benim iyimdir..
  budur sevdiğim,
  böyle hoşuma gidiyor o,
  ancak böyle istiyorum iyiyi.
  yersel bir erdemdir benim sevdiğim:
  kurnazlık azdır onda,
  hele ortak us daha da azdır.
  ama bu kuş, yuvasını benim yanımda kurdu;
  bu yüzden onu sever, okşarım.
  'işte yanımda kuluçkaya yatmış
  altın-yumurtaları üzre.-'
  böyle kekelemelisin işte ve erdemini övmelisin.
  insan, alt edilmesi gereken bir şeydir;
  bundan ötürü seveceksin erdemlerini.
  çünkü onlar yüzünden yok olacaksın.

böyle buyurdu zerdüşt
sevinçler ve tutkular üzerine

 

friedrich nietzsche

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bi nietzsche yorumu:

 

Nietzsche, gerçekten çok farklı..
öyle ki, onu ya çok seversiniz ya da
nefret edersiniz...
Söylemleri ve üslubu oldukça kesin
ve sert..

ben, nietzsche'nin önce "Böyle buyurdu
zerdüşt" kitabını okudum..sonra İrwin
Yalom'un "Nietzsche ağladığında" sını
ve "Böyle buyurdu Zerdüşt" ü tekrar
okumaya döndüm...

Zira her ne kadar bir roman olsa da,
gerçeğe oldukça  yakın biçimde yazılmış
olmasından dolayı, Nietzsche hakkında
fikir sahibi olmak adına oldukça önemli...

Nietsche'nin "umut" kavramı hakkında
şöyle bir sözü vardır :

 

"Kötülüklerin en kötüsüdür umut,
 çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır."

 

Bu söz O'nun "insanca, pek insanca"
kitabında geçer...

Oysa, Böyle buyurdu Zerdüşt kitabında
da şöyle bir sözü var:

 

"Sevgim ve umudum hakkı için yalvarırım  
 sana; içindeki kahramandan yüz çevirme!  
 En yüksek umudunu kutsal tut!"

Ve aynı kitabın bir başka yerinde şöyle
diyor;

"Siz bir tanrı yaratabilir misiniz?  
 Öyleyse bana hiçbir tanrının sözünü
 etmeyin!
 Oysa üstinsanı pek güzel yaratabilirsiniz,
...bu umut olmadan hayata nasıl
 katlanırdınız, ey gören kişiler."

Bu sözlerden çıkan sonuca göre Nietzsche,
"umut" kavramını ikiye ayırmıştır..

Umut, sürü insanı için, gerçeklerden kaçış
yolu, boş hayallerle avunma, teslim olup
her şeyi oluruna bırakma, eylemsizlik,
durağanlık, bir sığınma ve avuntudur...

Oysa umut insanı bu denli güçsüzleştiren
bir şey olmayacak kadar kutsaldır..
Umut tektir..
Ve amaç üstinsana ulaşmaktır.
kutsal umut budur..

Bu durumda Nietzsche umuda değil,
umut kavramının herkesçe kabul gören
genel anlamına karşıdır..

Bu arada, eğer her sevdiği kadın tarafından
ihanete uğrayan felsefeci olsaydı, ortalık
felsefeciden geçilmezdi sanırım..
Bu kadar basit değil....

sevgiler..  

 

merâl gul.gif   

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

"without music, life would be mistake.."

 

castello-spettrale-15591822.jpg

 

    Ey istemim benim,

 sen her zorluğun mucizesi,
 zorunluğum benim!
 Koru beni bütün küçük yengilerden!

    Sen yazısı ruhumun, yazgı dediğim!
 Sen içimdeki!
 Üstümdeki!
 Koru ve esirge beni bir büyük yazgı için!

    Ve son büyüklüğümü, istemim,
 esirge en sonuncun için,
 -ki amansız olasın yengin içinde,
 Ah;
 kimler yenilmedi ki kendi yengilerine!

    Ah,
 kimlerin gözü kararmadı ki
 o esrik alaca karanlıkta!

    Ah,
 kimlerin ayağı kaymadı ki ve
 unutmadı ki yengisinde-ayakta durmayı!

 Ki ben bir kez dolu ve olgun olayım-
 büyük öğlede: dolu ve olgun,
 tıpkı eriyik maden gibi,
 şimşek yüklü bulut gibi,
 şişmiş meme gibi:

 -dolu ve olgun
 kendimle ve en gizli istemim için,
 okunu özleyen bir yay,
 yıldızını özleyen bir ok:

 -bir yıldız,
 dolu ve olgun öğlesinde,
 eriyik,
 delik deşik kutsanmış yokedici

 güneş oklarıyla:
 -kendisi bir güneş ve
 amansız bir güneşistemi,
 yengisinde yoketmeye hazır!


    Ey istem,
 her zorluğun dönüm noktası,
 sen benim zorunluğum!
 Esirge beni
 bir büyük yengi için!-


   nietzsche

....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ciddi mutsuz olduğum bir dönemde okumuştum Nietzsche ağladığında'yı.

bana iyi gelmişti. kitap başından sonuna idealizm karşıtı.

kendi gerçeklerimle barışmam ve yüzleşmemde faydasını gördüm.

okumayan arkadaşlara niçe felsefesinden ziyade sırf bu yüzden bile tavsiye edebilirim.

ardından  Böyle buyurdu zerdüşt kitabını almıştım bende : )

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

o kısır-döngünün farkına vardığın..

ve çemberi kırabildiğin için..

kutlarım..

 

nietzsche idealizm'i eleştirmiş..

ve fakat işin özünü kavrayamayanlar

tarafından..

inkârcı olarak nitelendirilmiştir..

oysa o nicelikler ve niteliksel

değerlendirmeleri reddediyordu..

 

of yaw bize ne..

peki de geç gitsin..

 

bak sana ideal kelimesinin

yorasını yaptım..

belki işine yarar..

 

**

ideal:
İlkel benlik ya da duyguların veya
kişisel içgüdülerin düşük ahlâklı
önermeleri/Sufleleri

ve bu zihinsel uyarımlarına/tedaî
uyan/kabul eden ve süreçte
savunmaya dahi geçen kişi/identity..

 

identity ya da kimlik filmini seyrettin mi?

öneririm..

 

merhaba..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nesneleşme ve Özgürleşme Sorunu Bağlamında Nietzsche

 

Giriş
Friedrich Nietzsche’nin nesneleşme ve özgürleşme kapsamındaki fikirlerini anlayabilmek

için öncelikle, onun bu sorunsalı ilgilendiren özne, birey, toplum, devlet ve özgürlük gibi

temel kavramlardan ne anladığını irdelemek gerekir. Nietzsche, nesne-özne ayrımına karşıt

olarak dünyayı algılama ve anlama konusundaki yanılgıları dile getirir ve yaşadığı döneme

kadar süregelen “değerlendiriş biçimleri”ni tümüyle reddeder.
"Bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi” gerektiğini* savunan Nietzsche’nin bu çıkışı,
kendi çağında pek ses getirmese de etkileri bakımından 20.yüzyıl felsefesinin pek çok

dalına sinmiştir.

Nesneleşme, yabancılaşma ve özgürleşme konuları birbirleriyle ilintili konulardır.

 

Yabancılaşma;

“öznenin içinde bulunduğu koşullarda taşıdığı özelliklerden ve genel amaçlardan uzaklaşması”
anlamına gelirken nesneleşme;

“özne olmaktan, öznenin amacının aracı durumuna dönüşmeyi”
işaret eder.

(N.Ö.27)

 

Özgürlük;

“…den” bağımsız olmaya, kendini belirlemeye, ‘özgür olma’
durumuna işaret etmektedir.

 

Özgürleşme ise;

‘özgür olma’ durumuna işaret etmektedir.

 

Ancak ‘özgür olma’ya yönelebilmek için bile asgari özgürlüğe sahip olmak gerekmektedir.

(N.Ö.30).

Nietzsche’nin görüşleri nesneleşme, yabancılaşma ve özgürleşme konuları kapsamında

tartışmaya açıldığında, onun decandence, pesimizm, nihilizm gibi konulardaki fikirlerini birey,

sürü, devlet, toplum, özgürlük ve en genel anlamda güç istenci kavramlarını anlamak ve bu

eksende çözümlemeye çalışmak gerekir.

 

devam edecek..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Nietzsche’de Güç İstenci ve Özne-Birey İlişkisi

Tüm bu kavramlar arası bağlantıların, ekseninde
döndüğü odak nokta, Nietzsche’nin felsefesinin
temel düğümü olan "güç istenci" yorumudur.

Çünkü Nietzsche güç kavramını,
"fizik, düşünce ve ahlak yönünden etki yapabilme
ya da etkiye direnebilme yeteneği"** olarak
sadece insana has kılmaz.

Nietzsche’nin gözünde dünya;
"…başlangıcı olmayan, sonu olmayan;
sağlam ve demirden, büyümeyen veya küçülmeyen,

kendini genişletmeyen, sadece dönüştüren bir güç
büyüklüğüdür."

Nietzsche’ye göre;
"…bu dünya güç istencidir ve başka hiçbir şey
değildir"
(G.İ.651,Afz.1067).

"Ortak bir beslenme tarzıyla birbirine bağlanmış
güçlerin çeşitliliği" ne (G.İ.411, Afz.641) ve
"gücün büyüme biçimlerinin bir dışa vurumu" na

(G.İ.449, Afz.706) "hayat",

"farklı yarışmacıların eşit olmayan bir biçimde
büyüdükleri güç yerleşimi süreçlerinin tahammül
eden bir biçimi" ne de (G.İ.411, Afz.642)
"güç istencinin özel bir durumu" (G.İ442, Afz.692)
olarak “yaşam” diyen Nietzsche’ye göre güç;
sadece insanda beliren ve onu şekillendiren bir şey

değildir.

Onun tasavvur ettiği güç, bir istem olarak tüm evreni
kapsar ve kuşatır.
Nietzsche’nin perspektifinden bakıldığında
"tüm itici güçler güç istencidir; bunun dışında hiçbir

fiziksel, dinamik veya psişik güç yoktur."
(G.İ.439, Afz.688).

 

devam edecek

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Özne, Nietzsche’nin felsefesinde bir kurgu, bir uydurma olarak görülür.

Özne anlayışını, güç istenci savıyla ilişkili değerlendiren Nietzsche’ye

göre özne, olan şeyin arkasına eklenen, uydurulan ve yansıtılan bir şeydir

(G.İ.326, Afz.481).
Özne, en yüce gerçeklik duygusunun tüm farklı itkilerinin altında yatan bir

birliğe duyduğumuz inanç için kullanılan terimdir,(…) içimizde bir çok etkinin

tek bir maddenin benzer bir çok durumu olduğuna dair bir kurgudur.

(G.İ.328, Afz.485).
Bununla birlikte madde anlayışımız, özne anlayışımızın bir sonucudur

(G.İ.327, Afz.485) ve nesnenin, içerden bakıldığı takdirde özne haline

gelecek bir şey olduğu zamanı geçmiş bir uydurmadır (G.İ.321, Afz.474).
Nietzsche’ye göre özne ve nesne arasına çekilen keskin ayrım anlamsızdır

çünkü “dünyayı yorumlayan bizim ihtiyaçlarımızdır; dürtülerimiz ve lehte ve

aleyhte olanlardır. Her dürtü bir nevi hükmetme arzusudur; her biri, tüm diğer

dürtüleri kendisini bir norm olarak kabul etmeye zorlamak ister”

( G.İ.326, Afz.481).

* “Güç İstenci” adlı eserinin alt başlığı,
"Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi" dir.
(Bkz: Güç İstenci-Birey Yayıncılık)
** TDK, Büyük Türkçe Sözlük-

http://tdkterim.gov.tr/bts/

Birey ise Nietzsche’nin felsefesinde tüm eylemleri kendisine ait olan ve

eylemlerinin değerini kendisinden türeten bir niteliğe işaret eder.

Bununla birlikte, O’na göre bugüne kadar yapılan en temel hata, hedefi

tek tek bireylere değil sürüye yerleştirmektir. Halbuki sürüyü bir birey

olarak anlamaya çalışmak ve ona bireyden daha yüksek bir derece

vermek, derin bir yanlış anlamadır (G.İ.481, Afz.766).

Bu bağlamda bireyselik ise; “güç istenci”nin ılımlı ve hala bilinçsiz
bir biçimidir zira bireye toplumun aşırı güçlü egemenliğinden

kurtulmak yeterli gibi görünmektedir.
(G.İ.490-491, Afz.784).

Nietzsche’nin felsefesinde bireysel tavır, güç istenci savıyla ilintisi içinde

düşünüldüğünde, bireyin toplum içinde kendisini gerçekleştirebileceği en

etkili fakat tehlikeli bir yoludur çünkü bireycilik, toplum içinde sadece

"bireycilik" olarak kalmaz. Birey, toplumun egemenliğine kişi olarak değil,

sadece birey olarak karşıdır. Bu tavrıyla da bütüne karşı olan tüm bireyleri

temsil eder.
Nietzsche’ye göre bu tavır, bireyin "içgüdüsel olarak kendini tüm diğer bireylerle

eşit farzetmesi" nden kaynaklanmaktadır(…).

Bu sebeple birey, toplumla mücadelesinde kazandığı her şeyi, kendisi için bir kişi

olarak değil “bütüne karşı olan tüm bireylerin temsilcisi” olarak kazanır.

Örneğin, Nietzsche’ye göre anarşizm ve sosyalizm de bireycilik tarafından

kullanılan bir ajitasyon aracıdır.
(G.İ.491, Afz.784).

Nietzsche’ye göre bireyler, ilkin kendilerini özgürleştirirler.

Akabinde ise birbirleriyle mücadele ederek “hakların eşitliği” konusunda

anlaşmaya varırlar.

Bu durumda adalet bir “amaç”tır. Son olarak, buna ulaştıklarında ise gücün

gerçek eşitsizliği çoğalmış bir etki yaratır ve bireyler, kendilerini gruplar halinde

organize ederler; gruplar artık imtiyazlar ve üstünlük için mücadele eder ve daha

yumuşak bir biçimde de olsa yine çatışmalar çıkar. Çünkü insan, özgürlüğü güç

sahibi olmadığı sürece ister.

 

Nietzsche’ye göre insan güce sahip oldu mu, daha fazla güç ister;

bunu yapamıyorsa adalet, yani eşit güç ister (G.İ.492, Afz.784).

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Özelde Hristiyanlığa, ve genel olarak da  insanın yaşam arzusunu dizginleyen,

içgüdülerini körelten tüm dinsel inanç ve düşüncelere karşı çıkan Nietzsche,

“bir hayvanı, türü, bir bireyi, içgüdülerini kaybettiğinde, ona zararlı olanı seçip

onu yeğlediğinde” yozlaşmış kabul ettiğini belirtir ve yaşamı,

“gelişim, süreklilik, tüm güçlerin toplanması, güç içgüdüsü” olarak ifade eder.

Nietzsche’ye göre “istem gücünün olmadığı yerde düşüş vardır”

(D.14-15, Afz.6).

 

Bu bağlamda Nietzsche’nin bahsini ettiği gelişim, “doğaya dönüş” anlamını içerir;

“büyük işler yapmak için, büyük işlere izin verilen yüksek, özgür, hatta ürkütücü

doğaya ve doğallığa doğru…”

(P.A.126, Afz.9-48).

 

Nietzsche’nin decadence olarak ifade ettiği çöküş/çürüme, O’na göre aslında bir gerekliliktir.

Çünkü atıklar, çöküş ve yok etme, yaşamın ve yaşamın büyümesinin gereklilikleridir;

Çöküş fenomeni yaşamın herhangi bir artışı ve ilerlemesi kadar gereklidir

(G.İ.46, Afz.40).

 

Nietzsche, yaşamdan kopuk ve insanın yaşama güdülerinin zıttı olan değerlerin ve

değerlendirme biçimlerinin pesimizme, pesimizminde “en büyük değerlerin, kendi

öz değerlerini düşürmesi” (G.İ.27, Afz.1) anlamına gelen nihilizme sebep olduğunu

düşünür.

 

Nietzsche’nin perspektifinden bakıldığında “pesimizm, nihilizmin bir ön hazırlık şeklidir”

(G.İ.30, Afz.9) ve “modern pesimizm, modern dünyanın yararsızlığının bir ifadesidir”

(G.İ.44, Afz.34).

İnsansal özniteliklerin yitirilmesi ve başka bir özne tarafından manipüle edilerek o öznenin

amacının aracı/nesnesi haline getirilmesi açısından nesneleşme/araçlaşma/şeyleşme,

Nietzsche’nin felsefesinde genel bir çöküş ve çürümenin bireysel ve toplumsal olarak

ortaya çıkmasına karşılık gelir.

Fakat bu çürüme/çöküş, Nietzsche’ye göre doğal bir gerekliliktir.

“Sürü içgüdüsü”nün topluma egemen olması, insanla onun özniteliklerini ifade eden

içgüdüleri arasına bir set çeker. Bu engellenme, bireyin sürü toplumu içerisinde, yaşamın

inkarı sayılan ve tüm doğal içgüdüleri reddeden yoz değerlerle yaşamasını zorunlu kılar.

Sürü ahlakının egemen olduğu toplumda bireyin kendini gerçekleştirmesi mümkün değildir.

Çünkü sürü, güçlü bireylere karşı saldırgan, adaletsiz, ölçüsüz, arsız, saygısız, yüreksiz,

yalancı, sahte, merhametsiz, sinsi, kıskanç ve intikam doludur.

(G.İ.205, Afz.284)

 

Nietzsche barışsever, alçak gönüllü, cesur, dürüst, vicdanlı adaletli, hoşgörülü gibi niteliklerin

nereye kadar araç veya egemen bir etkinin doğal sonuçları olarak kesin bir amaca ve akıbete

bağlı olup olmadığını sorgular;

Nietzsche’ye göre bu niteliklerin hiçbiri kendi iyiliği için “iyi” değildir, bir sürü içgüdüsünün

sonucudurlar.

(G.İ.204, Afz.284)

 

Decadent’in bireyde ve toplumda başgöstermesiyle birlikte “bir hastalık olarak” nihilizm öyle bir

boyuta ulaşır ki, artık eski değerlerin ve değerlendirme biçimlerinin kullanılmasına olanak yoktur.

Bu bağlamda Nietzsche, “eski levhaların kırılıp parçalanmasını ve yerine yeni levhaların asılmasını”

öğütler. (B.B.Z.203).

* Paradigma Felsefe Sözlüğü, “Decadence” maddesi, Ahmet Cevizci

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Nietzsche’de Özgürlük Sorunsalı ve Devlet
Nesneleşme ve özgürleşme konularıyla ilişkisi içinde
tartıştığımız “özgürlük” sorunsalı, Nietzsche’nin
felsefesinde güç istemi savıyla birebir bağlantılıdır.

Nietzsche, özgürlüğe dair şunları söyler;

“İnsanın içindeki en korku dolu ve temel arzu, güç
 dürtüsü -ki bu dürtü “özgürlük” diye adlandırılır- en
 uzun süre kontrol altında tutulması gereken arzudur.
 Eğitim ve terbiye için bilinçsiz içgüdüsüyle
 ahlakbiliminin bugüne kadar güç arzusunu kontrol
 altında tutmayı hedeflemesi bundan dolayıdır: Zorba
 bireyi kötüler ve toplumsal refahı ve vatanseverliği
 yücelterek, sürünün güç içgüdüsünü vurgular.”
(G.İ.458, Afz.720)

Nietzsche’ye göre insanın özgür olma arzusunun
kaynağı “güç dürtüsü”dür.

Özgürlük;

“savaş ve zaferden hoşlanan insan içgüdülerinin,

 diğer içgüdülere hükmetmesidir”

(P.A.116, Afz.9-38).

Doğayı ve dolayısıyla insanı devindiren güç istemi,
sadece “özgürlük istemi” olarak insana yansımaz.
Aslında bu istenç, sürü içgüdüsünden tutun da en
yüksek tip insana kadar her insanda kimi zaman
gizlenmiş, kimi zaman yansımış olarak ve kimi
zaman da açıktan açığa gözlemlenebilir.

 

Örneğin; güç istenci, özgürlük istenci olarak ezilenler

arasında da görünür.

Görünürdeki hedef, sadece özgür kalmaktır.
(G.İ.485, Afz.776).

 

Benzer şekilde bu istenç, kimi zaman kendini

“boyun eğme, iktidarda olanlar için kendini vazgeçilmez

 ve yararlı kılma” olarak da görülür

(G.İ.484, Afz.774).

 

Nietzsche’ye göre insan, özgürlüğü güç sahibi olmadığı

sürece ister. Güce bir kez sahip oldu mu, daha fazla güç

ister; bunu hala yapmıyorsa, “adalet” yani eşit güç ister.

(G.İ.492, Afz.784).

Nietzsche’de özgürlük, güç istencinin, güç dürtüsünün

çeşitli kisvelere gizlenmiş bir yansıması olarak açığa

çıkar ve insanın asıl amacı, özgürlüğü edinmek değildir,

özgürlük gücü edinmek için “bir ara basamak”tır.

Çünkü insan, güç sahibi olmadığı ölçüde özgürlüğü arzu

eder bu istenç, ilk etapta adalet ve eşit güç gibi çeşitli

söylemlerle maskelenir.

 

Nietzsche’ye göre “maksattan kaynaklanan tüm olaylar,

gücü artırma maksadına indirgenebilirler”
(G.İ.420, Afz.663).

 

Nietzsche’nin, etik açıdan “iyi” ve “kötü”ye dair yaklaşımı

bile güç istenci savı ile ilişkilidir:

 

“İyi olan ne?- Güç duygusunu, güç istemini, insandaki gücü

 yükselten her şey.

 Kötü olan ne? - Zayıflıktan gelen her şey.

 Mutluluk ne? Gücün arttığı duygusu- bir direnişin aşılması.”

 (D.12, Afz.2)

Görüldüğü üzere Nietzsche’ye göre insandaki özgür olma

arzusu, bireyin toplum içindeki durumu da dahil olmak üzere

canlılığın güç istenci dürtüsüyle ilişkili olarak bir ara basamaktır.

 

Aslında insan, farketmese dahi karşı koyulmaz bir güç istemi

ile çeşitli kisvelerle gücü arzulamaktadır.

Çünkü Nietzsche, canlılığın olduğu her yerde güç istenci

olduğunu ve hizmetkarların iradesinde bile efendi olma arzusu
yattığını düşünür.

(BBZ.118).

 

Daima kendini aşmak zorunda olan hayatın olduğu yerde istenç

de vardır.
Fakat bu istenç yaşama istenci değil, “güç istenci”dir.

(BBZ.119).

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Nietzsche eserleri bütünlük içinde incelendiğinde,

onun hiyerarşik bir düzen tasavvur ettiği, halklar arasında
yaşam enerjisine dayalı bir fark gördüğü ve seçilmiş bir
halk arasından da üst /üstün-insan’ın geleceğini
öngördüğü görülür.

 

Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı edebi eserinde Nietzsche,

konuyla ilgili olarak şöyle der;

"Ey bugünün yalnızları, ey ayrılanlar, bir gün, siz bir halk
 olacaksınız: kendini seçmiş olan sizlerden, seçilmiş bir halk
 yetişmeli -ve onun içinden de üstinsan.

 Hakikaten, nekahet yeri olmalı artık dünya!

 Ve şimdiden, yeni bir koku tütmekte üstünde, bir şifa getiren,

-ve yeni bir umut."
 (BBZ.83)

Burada üzerinde durulması gereken esas nokta;
Nietzsche’nin hiyerarşik katmanlı toplum yapısı düşüncesi
ve seçilmiş bir halk içinden çıkacak olan üstinsan savıyla,
O’nun devlet hakkındaki görüşleri arasında ilginç bir ilişki
kurmuş olmasıdır. Nietzsche, devletsi bir örgütlenmeyi
sürü içgüdüsünün bir ifadesi olarak görür.

O’na göre devlet,

"tüm soğuk azmanların en soğuğuna verilen addır.(…)

 Devlet, her iyinin ve kötünün dilinde yalan söyler ve

 onun sahip olduğu her şey çalıntıdır."
 (BBZ.56).

 

Bununla birlikte devlet, "ahlaksızlığı organize
etmiştir -içeride: polis, ceza kanunu, sınıflar, ticaret,
aile olarak: dışarıda: güç istenci, savaş istenci,

yarış istenci, intikam istenci olarak."
(G.İ.457, Afz.717).

Nietzsche’ye göre kimsenin bir insanı öldürmeye cesareti

yoktur, hatta onu kamçılama cesareti bile yoktur. Fakat
devletin olağanüstü makinesi, bireye aşırı güç verir
ve böylece birey, yaptıkları için sorumluluk kabul etmez.

(G.İ.457, Afz.718)

Nietzsche’nin üstinsan savı ile ilgili olan en ilginç ilinti
ise üstinsan’ın köprülerinin devletin bittiği yerde atılacağıdır:
"Devletin bittiği nokta neresi ise orada başlar,
 lüzumsuz olmayan insan: orada başlar lüzumluların
 türküsü, biricik ve yeri doldurulmaz bir şekilde. Oraya,
 devletin bittiği yere, -şöyle bir bakının kardeşlerim!
 Görmüyor musunuz ebemkuşağı ve köprülerini
 üstinsanın?"
  (BBZ.58).

Bu noktada anılması gereken ana nokta, Nietzsche’nin insanı;
"maymun ile üstinsan arasına gerilmiş bir ip, bir köprü”* olarak

görmesi ve henüz üst-insanın dünyaya gelmemiş olduğunu**

belirtmesidir.

 

Üstinsan’ın ortaya çıkmasına bir koşul olarak sunduğu
devletin ortadan kalkması, üzerinde durulması gereken
bir konudur.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

"İnsanın özgürlüğü" konusuyla ilgili olarak çözümlendiğinde açıkça görülür ki

Nietzsche’nin felsefesinde özgürlük, toplumu oluşturan bireylerin sadece

belirli bir kısmı için geçerlidir. Çünkü Nietzsche, bugüne kadar yeryüzüne

egemen olmuş olan ve hala daha egemenliğini sürdürmekte olan ahlaklardan

iki temel tip ahlak belirler:

Efendi ahlakı ve köle ahlakı.

(İ.K.Ö.191, Afz.260)

 

Efendi ahlakına sahip olan soylular (efendiler), Nietzsche’ye göre nesnelere

ad verme hakkına sahiplerdir ve bu insanlar kendi başlarına “iyi”lerdir.

(A.S.Ü.37, Afz.2)

 

Fakat efendilerle kölelerin çatışmasında köleler kazanmış, sıradan insanın

ahlakı egemen olmuştur. Nietzsche’ye göre köle ahlakına sahip olanların bu

zaferi, bir “kan zehirlenmesi” olarak kavranabilir. (A.S.Ü.45, Afz.9)

Artık sürü hayvanının idealleri toplumun en yüksek değer standartı olarak

doruğuna yükselmiştir. (G.İ.585, Afz.936)

Sürü hayvanı, çeşitli maskelerle gizlediği güç istencini arzu ettiği iktidara

ulaşmak adına kullanmış, Nietzsche’ye göre bu uğurda sağlıklı (soylu) yaşam

içgüdülerini kökünden köreltmiş ve hayatı yozlaştırmıştır. Böylelikle de efendi

olana karşı büyük bir zafer kazanarak iktidarı eline almıştır.

Demokrasi, Nietzsche’ye göre günümüzde sürü hayvanının iktidar istencini bir

biçimidir. Çünkü “içgüdüsel olarak savaşı ve yarışı bırakan bir toplum, düşüştedir:

demokrasiye ve esnaf kurallarına hazırdır”. (G.İ.461, Afz.728)

Fakat modern demokrasi, aynı zamanda devletin çöküşünün tarihsel bir biçimidir

(İ.P.İ.311, Afz.472)

 

Demokrasinin büyük insanlara ve elit bir topluma inançsızlığı temsil ettiğini

düşünen ve demokrasiyi “temelde hepimiz biriz ve hepimiz kendini arayan

sığırlar ve avam takımıyız” ifadesiyle özetleyen Nietzsche, aynı zamanda

sürü hayvanının efendi olmasını sağlayan araçlar oldukları gerekçesiyle

parlamenter hükümete ve basına da karşı olduğunu belirtir.

(G.İ.474, Afz.752-753)

Nietzsche’ye göre tüm politik güçler, sosyalizmden duyulan korkuyu sömürmeye

çalışmakta ve halkı iktidarsızlaştırmak adına -Nietzsche’nin ifadesiyle-

“halk yağcılığı” yapmaktadırlar

(G.G. 160, Afz.292).

 

Üstinsan’ın ortaya çıkışını devletin bittiği yerde aramasına karşın Nietzsche (BBZ.58),

 

* “İnsan bir iptir, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş, -uçurum üstünde bir ip. (…)

    İnsanda büyük olan şey, onun bir amaç değil, bir köprü olmasıdır. “

    (Bkz. Böyle Buyurdu Zerdüşt, 1.Bölüm, Zerdüşt’ün Konuşmaları, Afz.4)

 

** “Doğmadı bir türlü üstinsan. Anadan üryan gördüm ben her ikisini de,

     en büyük insanla en küçük insanı:

     - Fazlasıyla benzemekte bunlar birbirlerine. Doğrusu, fazla insani buldum, -

     en büyüğünü bile!”

(Bkz. Böyle Buyurdu Zerdüşt, İkinci Bölüm, Rahipler Hakkında)

 

Burada sürü insanına ve onun ideallerine karşı aristokratik sistemi

savunduğunu ifade etmekte (G.İ.585, Afz.936) ve bu bağlamda da

askeri devletin muhafazasını ise “üstün insan türü” açısından önemli

görmektedir (G.İ.461, Afz.729).

 

Sonuç

 

Friedrich Nietzsche, kendi dünya görüşünün temel düğümü haline getirdiği

“güç istemi” savıyla özgürleşme-nesneleşme sorununa yaklaşmaktadır.

Evrendeki olaylardan insansal öz-niteliklere ve davranışlara kadar her durumu,

olguyu, olayı ve eylemi bir temel istenç olarak “güç” kavramı ile açıklamaya

çalışan Nietzsche’nin perspektifinden nesneleşme ve özgürleşme sorunsalı,

yine aynı kaynaktan referans alarak çözümlenmeye çalışılmaktadır.

 

Özel olarak nesneleşme ve yabancılaşma konuları, Nietzsche’nin

felsefesinde decandence ve nihilizm bağlamında değerlendirilebilmektedir.

Çünkü Nietzsche, kişi olarak insanın kendini gerçekleştirmesinin, yani güç

istencine paralel bir yaşama sahip olabilmesinin tek olanağını, yaşadığı

-sürü içgüdüsüyle yapılandırılmış- toplum içinde bireysel olarak özerklik

kazanabilmesinde görür. Fakat toplum içindeki bireysel tavır, diğer bireylerle

bir eşitlik düşüncesi içerdiğinden ötürü insanın kişi olarak özgürleşmesinin

önünü tıkayabilmektedir. Çünkü birey, diğer bireylerle eşit olduğu sanısına

kapılması sebebiyle, “bütüne” olan isyanında kendi eşiti saydığı tüm bireyleri

temsil ettiğini düşünür.

 

Nietzsche’nin perspektifindeki esas nokta, insanın “birey” olarak değil,

“kişi” olarak özgürlüğe ulaşmasıdır. Çünkü Nietzsche’nin özgürlükten

anladığı şey, başlı başına “güç dürtüsü”dür. O’na göre insan, sadece

güçsüz olduğunda özgürlük ister, güce eriştiğinde ise daha fazla güç ister.

Nietzsche’ye göre güçsüz insanın ilk etaptaki “eşitlik” ve “adalet” talebi,

“eşit güç” anlamını taşımaktadır.

 

Kısacası insan, bu durumda daha fazla güce sahip olmak adına benzerleriyle

eşit gücü talep etmektedir.

 

Kısaltmalar ve Kaynakça

G.İ. – Güç İstenci (F.N. – Say Yayınları, 1.Baskı, Çev.:Nilüfer Epçeli)

BBZ. – Böyle Buyurdu Zerdüşt (F.N. – Say Yayınları, 1.Baskı, Çev. :Murat Batmankaya)

G.G. – Gezgin ve Gölgesi (İ.P.İ. Cilt 2, F.N.,- İthaki Yay., 1.Baskı, Çev.: Mustafa Tüzel)

İ.P.İ. – İnsanca Pek İnsanca Cilt 1 (F.N. – İthaki Yayınları, 1.Baskı, Çev. Mustafa Tüzel)

İ.K.Ö. – İyinin ve Kötünün Ötesinde (F.N. – Say Yayınları, 2.Baskı, Çev. Ahmet İnam)

A.S.Ü. – Ahlakın Soykütüğü Üstüne (F.N. – Say Yayınları, 2 Baskı, Çev. Ahmet İnam)

D. – Deccal (F.N. – Gün Yayıncılık, İstanbul/2005, Çev. Orhan Tuncay)

P.A. – Putların Alacakaranlığı (F.N. – Gün Yayıncılık, İstanbul/2005, Çev. Orhan Tuncay)

Y.T.Ç.F. – Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe (F.N. – Say Yay., 2.Baskı, Çev. Gürsel Aytaç)

N.Ö.- Nesneleşme ve Özgürleşme Sorunu Üzerine (Ç.V., – Etik Yayınları, 2.Baskı, Ekim 2010)

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

ŞEN BİLİM / LA GAYA SCIENZA/SEX CELL SCIENZA

SESSO-CELL SCIENZA

KAÇIK ADAM

 

Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan,

pazar yerinde koşarken durmadan

"Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!"

diye bağıran kaçık adamı duymadınız mı?

 

Oradakilerin çoğu tanrıya inanmayanlar olduğu için

onun böyle davranması büyük bir kahkahanın

patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar.

 

"Ne yolunu mu şaşırmış?" diye sordu biri.

Bir başkası

"bir çocuk gibi yolunu mu kaybetmiş?" dedi.

"Yoksa saklanıyor mu?",

"Bizden korkuyor mu?",

"Yolculuğa mı çıkmış?",

"Yoksa göçmüş mü?"

 

Onlar birbirlerine böyle bağırarak güldüler.

Kaçık adam onların arasına sıçrayıp

bakışlarıyla onları delip geçerek..

 

"Tanrı nerede?" diye sorar,

"şunu da söyleyeceğim, onu biz öldürdük

sizlerle ben! Onun katiliyiz hepimiz.

Ama bunu nasıl yaptık?

Denizi kim içebilir?

Bütün çevreyi silmemiz için bize bu süngeri

kim verdi?

Onu güneşinin zincirlerinden kurtarır iken

ne yaptık biz yeryüzünde?

Nerede gidiyor şimdi dünya,

biz nereye gidiyoruz?

Bütün güneşlerden uzağa mı?

Sürekli, boş yere geriye, öne, yana, bütün yönlere

atılıp durmuyor muyuz?

Üst alt kaldı mı?

Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz?

Boş uzayın soluğunu hissetmiyor muyuz?

Hava giderek soğumuyor mu?

Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu?

Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu?

Tanrıyı gömen mezar kazıcılarının

yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz?

Tanrısal çürümeden-Tanrının çürümesinden başka

koku duyuyor muyuz?

Tanrı çok çürüdü..

Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü gitti!

Onu öldüren de biziz!

Bütün katillerin katili olan biz nasıl avunacağız?

Dünyayı şimdiye dek elinde tutan,

en kutsal, en güçlü olan

bizim bıçaklarımızla kana bulandı.

Kim temizleyecek bu kanı bizden?

Hangi suyla arıtabiliriz kendimizi?

Nasıl bir kefaret törenini düzenlesek,

hangi kutsal oyunu oynasak?

Bu eylemin büyüklüğü bizim için fazla büyük değil mi?

Bu ancak eylemi gerçekleştirene yaraşır sayıldığı için

bizim tanrı olmamız gerekmiyor mu?

Hiç bir zaman daha büyük bir eylem olmadı,

şu da var ki, bizden sonra doğacak olan,

bu eylem uğruna şimdiye kadarki tarihlerden

daha yüksek bir tarihin bir parçası olacak!"

 

kaçık adam burada susar, dinleyenlere bakar:

Onlar da suskun, söylenenleri yadırgamış halde

ona bakarlar..                                                                           

Sonunda kaçık adam elindeki fenerini yere atar,

fener söner, parçaları çevreye dağılır. Sonra

"çok erken geldim,  daha zamanı değildi.

Bu tekinsiz olagelme daha yolda,

yolculuğunu sürdürüyor.

O daha hala insanların kulağına ulaşmadı.

Şimşeğin de gökgürültüsünün de zamanı var.

Yıldızların ışığının zamanı var,

siz yaptıktan sonra bile,

görülmüş, duyulmuş olmak için işin zamanı var.

Bu eylem onlara hala en uzak yıldızdan bile uzak,

ama yine de bunu onlar yaptı!"

 

Kaçık adamın aynı gün farklı kiliselere daldığı,

içeride Requiem aeternam deo'yu söylediği anlatılıyor.

Dışarı sürülmüş, sorguya çekilmiş;

ama o şu yanıtı vermiş hep..

 

"Neden hala buradasınız,

niçin tanrıların türbesinde ya da mezarının başında     

değilsiniz?"

 

NIETZSCHE

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Nietzsche bir anarşistti..

 

1913 ile 1917 arasında, Emma Goldman Birleşik Devletlerin başından sonuna

Nietzsche ve onun teorilerinin çağdaş anarşist meseleler bakımından önemini

konu alan kamuya açık bir dizi ders verdi. Bu dönem boyunca hepsinde,

Los Angeles’tan New York’a, en azından yirmi üç kez, Nietzsche’nin düşüncesiyle

ateizm, devlet-karşıtlığı ve (Birinci Dünya Savaşı bağlamı göz önünde tutulursa)

milliyetçilik/militarizm-karşıtlığı temalarının ilişkisi üzerine göründü.

 

O halde Goldman’ın Nietzsche değerlendirmesi yalnızca kamusal bir kayıt sorunu

gibi görülebilir ve Nietzsche’nin anarşizmle ilişkisi hakkındaki iddialarının kesin

niteliğini tespit etmek için yalnızca bu derslerin metinlerine danışılması gerekir;

ne yazık ki mesele bu değildir. Goldman’nın yayınladığı anarşist bir gazete olan

Mother Earth’ün[1] (Toprak Ana) yazıhanesine yapılan polis baskınları yüzünden,

fitne çıkaracağı ya da Amerika’nın savaş çabasının altını oyacağı farz edilen her

türlü materyale el konulmuştur. Anlaşılan, Goldman derslerinin kopyalarını kendisi

de araştırmış, fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır.[2]

Böylece, Nietzsche konuşmalarının asıl metinleri gelecek kuşaklara ulaşamamıştır.

 

Buna rağmen, varolan diğer kaynaklar Goldman açısından, Nietzsche’nin modern

bir anarşist praksis oluşturmak bakımından temel önemde olduğu düşüncesini ve

bunun yanında kendi yolunu oluştururken kendisinin de doğruladığı gibi Nietzshe’ye

olan borcunu ortaya çıkarmamızı mümkün kılar.

Goldman’ın denemelerinde baştanbaşa ona kısa göndermeler vardır. Fakat derslerden

yıllar sonra, 1930’da yayınlanmış olan otobiyografisi Hayatımı Yaşarken, Nietzsche’nin

onun üzerindeki oluşturucu etkisinin, yalnızca entelektüel değil kişisel yaşamında da

açıkça görülen bir teşvik sağladığını belirginleştirir. Aynı zamanda o dönemden hayatta

kalan, onun birkaç Nietzsche dersine ilişkin Özgür Toplum ve Toprak Ana gibi gazetelerin

sağladığı hayatta kalmış çeşitli anlatımlar da var. Düş kırıklığına yol açan üstünkörülüklerine

rağmen bu bilgiler, bu konu üzerine genel içeriği ve derslerinin gidişatı hakkında bazı fikirler

verirler.

 

Hem otobiyografisi hem de denemelerindeki Nietzsche ile ilgili yorumlarını birleştirdiğimiz

zaman bu eleştiriler, Goldman’ın derslerinde bu filozof hakkında söylenmesi gereken şey

olarak yalnızca geriye kalan ipuçlarını elde etmemize yardımcı olur. Böyle yaparak, anarşist

teori ve pratiği şekillendirmede Nietzsche’nin düşüncesinin önemli bir rolü olduğu anlayışı

çıkarılabilir ki her şeye rağmen, Goldman bunu ifade etmekte çok sıkıntılıydı.

 

Goldman, Nietzsche’nin eserleriyle olan ilk karşılaşmasını, kısa bir süreliğine geçici olarak

kaldığı Viyana dönemine, 1895 ile 1899 arasında orada hemşirelik ve ebelik üzerine çalıştığı

yıllara tarihler.[3] Çalışmalarından ayrı olarak aynı zamanda gizlice anarşist toplantılara

katıldığı ve ders verdiği Londra’yı ve Paris’i ziyaret etmiş ve bu münasebetle, devrimci çevre

arasında uluslararası bir ün kazanmaya başlamıştır. Bu şekilde, Kropotkin, Louis Michel ve

Malatesta gibi şöhretli anarşistlerle tanışmaya başlamıştır; fakat otobiyografisi de kanıtlıyor ki,

bu dönemde yaptığı okumalar sayesinde tanıştığı yazarlar arasında Nietzsche, anarşist oluş

bakımından öbürleri kadar önemliydi onun için.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Kültürel nitelikli şeylerin -müzik, drama, edebiyat- devrimci bakımdan daha doğrudan

politik nitelik taşıyan şeylerle eşit olanaklara sahip olduğuna dair ısrarı ile bu birbirine

benzerdi. Örneğin, Avrupa’dayken, anarşist toplantıların dışında, Wagnerci operalara

devam etmiştir, Elenora Duse’nin sahnedeki icrasını görmüş ve Levy Bruhl ve Sigmund

Freud’un derslerini dinlemiştir. Burada aynı zamanda, Henrik Ibsen, Gerhart Hauptmann

ve von Hofmannsthal’ın yanında Nietzsche’nin de eserlerini keşfetmiştir. Goldman bu

yazarları, özellikle “eski değerleri aforoz ederek fırlatıp atmaları”[4] nedeniyle över ve

anarşist ruhla uyumlu bir hareket olarak destekler. Gerçekten, yukarıda bahsedilen bu

isimler o dönemde Avrupalı avangartlar tarafından övülmekteydiler. Bir entelektüel,

yazar veya sanatçı kendisini bir “modern” ve zamanın ruhu (zeitgesit) ile uyumlu olarak

düşünmek için onların çalışmalarından haberdar (au fait) olmalıdır. Nietzsche, yüzyıl-sonu

(fin-de-siècle) bohemleri tarafından özellikle Almanca konuşan dünyada, ikona kırıcılığın

bir örneği olarak görülmeye başlandı. Ezici geçmişin ahlakının, dininin, geleneklerinin ve

kurumlarının döküntülerini ve ağırlığını temizlemeyi gerektiren bir peygamber olarak görüldü.

19. yüzyılın sonunda bu, insanın miraslarını ve geleneklerini, “baba”ya ait olan eski dünya

düzenini reddetmesiyle ilgiliydi; fakat bu fenomen, bilhassa Alman Dışavurumcuları arasında

Birinci Dünya Savaşına kadar sürdü.[5]

 

Bir anarşist olarak, yine de, Goldman heveslerinde olağandışıdır; ve bir kadın ve Yahudi olmanın

buna ilave etkenleri göz önünde tutulduğunda, Nietzsche’ye olan ilgisi belki de çok daha dikkate

değer. Yine de, kültürel olarak zamanına uygun olmak, onu tersine siyasal olarak zamana aykırı

kılar; tıpkı o sırada ona en yakın anarşist olan Ed Brady ile (“genç ikona kırıcıların en cüretkârı”[6])

Nietzsche hakkındaki heyecanını paylaşmayı denediğinde olduğu gibi. Ona, esrime içinde

“Avrupa’daki yeni edebiyat ruhu”nun temsilcisi Nietzsche ve onun “dilinin büyüsü, görüşlerinin güzelliği”[7]

üzerine mektuplar yazmıştır. Bununla birlikte:

“Ed’in yeni sanat konusunda benim duyduğum coşkuyu paylaşmadığı anlaşılıyordu…

 Temelsiz kitaplar okuyarak enerjimi boşa harcamamamı öğütlüyordu. Doğrusu beni

 hayal kırıklığına uğratmıştı ama kendisi okuma fırsatı bulunca, yeni edebiyatın

 devrimci ruhunu takdir etmekten geri kalmayacağını düşünerek teselli buldum”.[8]

 

Goldman yıllar sonra Amerika’daki Nietzsche derslerinin izleyicileri için de aynı umudu

taşıdı; ve Brady gibi diğer anarşistlere göre devrimlerin politik olduğu kadar kültürel de

olması gerektiği anlaşılamazdı. Ne var ki, Brady ve ilişkileri için, kısa süre sonra farkına

vardığı gibi, hiç umut yoktu. Edebiyatın yanı sıra politika hakkındaki düşünceleri de

“klasik” çamura saplanmıştı ve dönemin diğer anarşistleri gibi, o da insanın bir başkasıyla

yapacağı herhangi bir şeyin nasıl olacağını göremedi. Hayatımı Yaşarken’de, Goldman’ın

Brady ile olan ilişkisini nasıl ve neden bitirdiğini anlatan bölümü uzun uzun alıntılanmaya

değerdir çünkü onun hem anarşist hem de ‘modern’ olarak duruşu hakkındaki alakalı

kanaatlerinin gücünü tasvir eder.

 

Nietzsche sebep oldu buna… Bir akşam… James Hunekerle genç arkadaşlarımızdan,

yetenekli bir ressam olan P. Yelineck de oradaydı. Aralarında Nietzsche’yi tartışmaya

başladılar. Büyük filozof şaire duyduğum hayranlığı ve yapıtlarının bende yarattığı

etkiyi dile getirerek ben de katıldım tartışmaya. Huneker şaşkınlığını gizleyemeyerek,

“propogandadan başka bir şeye ilgi duyacağımı zannetmemiştim.” dedi. “Anarşizmin

ne olduğunu doğru dürüst bilmiyorsun da ondan” dedim. “Yoksa hayatın her alanını

ve her çabayı kapsadığını, eskiyi, zaman aşımına uğramış değerleri ise yıktığını bilirdin.”

 

Yelineck, sanatçı olduğu için anarşist olduğunu; tüm yaratıcıların anarşist olması gerektiğini,

çünkü yaratıcı ifade için özgürlüğe ve ferahlığa ihtiyaç duyulduğunu söylüyordu. Huneker

sanatın “izmler”le bir ilgisi bulunmaması gerektiği düşüncesindeydi.

“Nietzsche de şahsında bunu kanıtlıyordu zaten” diyordu. “O bir soylu, ideali ise üstinsan,

sürü içinde yer alan sıradan insanlara ilgi duymuyor, güvenmiyor onlara.” Nietzsche’nin bir

toplum kuramcısı değil, bir şair, bir isyancı ve bir yenilikçi olduğuna dikkati çektim. Soyluluğu

ne doğuştan ne de kesedendi; ruhuydu soylu olan. Bu nedenle de Nietzsche anarşistti, tüm

gerçek anarşistler soyluydu bana göre.[9]

 

Burada Goldman, daha sonra denemelerinde ve derslerinde yapacağı gibi, Nietzsche’nin yanlış

anlaşılmayla karşı karşıya olan fikirlerini ve bunların önemini savunur. Brady’nin yanıtı aşina

olduğu bu direnişin tipik bir örneğidir:

 

“Nietzsche bir ahmak” dedi. Hastalıklı bir beyni var. Onu sonunda pençesine alan deliliğe doğuştan

mahkûmdu zaten. On yıl geçmeden unutulup gidecek; sözde modernler de aynı akıbete uğrayacak.

Geçmişteki büyük değerlerle kıyaslandığında bunlar birer kukladan başka bir şey değil.”[10]

 

Bu hadise üzerine öfkelenen Goldman Brady’den ayrılmaya karar verdi:

“Sen eskiye saplanmışsın. N’apalım, orada kal! Ama beni de tutabileceğini sanma…

Seni kendimden koparmak pahasına da olsa kendimi kurtaracağım.”[11]

 

Belli ki Goldman’a göre, Nietzscheci tüm değerlerin değeraşımı (transvaluation) görevi

onu tutkuyla yüreklendiriyordu. Hem “modern” hem de anarşist bir projeyi gerçekleştirmek

için, her şeyi sorgulamaya sormaya ve/veya kendisi için ne kadar güç olursa olsun

reddetmeye açıkça istekliydi.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Bu olaydan hemen sonra, Goldman Özgür Toplum dergisi çevresine dayanan anarşist çevre

tarafından düzenlenen bir konferans turuna başladı. Bunun parçası olarak, Şubat 1898^de

Philadelphia’da, tüm ahlak ve kanun sistemlerinin baskısını tartışırken Nietzsche’yi zikrettiği

“Ahlakın Temelleri”[12] başlıklı bir konuşma sundu. Özgür Toplum onun yorumlarına dair bir

malumat verir:

 

Yoldaş Goldman, tüm ahlakın, ahlakçılarca “materyalist anlayış” olarak görülen, başka bir

deyişle egoya dayandığı düşüncesini sürdürdü. Goldman, Putların Alacakaranlığı’nda

“Şimdiki ahlakımız, tarifsiz ölçüde zarara sebep olan yozlaşmış bir özel durumdur.”

Diye yazan Nietzsche ile tamamen uyum içinde olduğunu söyledi.[13]

 

Goldman, Kropotkin ve Lacassagne’yi zikrederken de, “Devletin ve Kilisenin, tüm ahlaki

davranışların temeli olarak kullanılacak ahlak kurallarını düzenleme hakkını reddetti.”

Bu siyasal referansları edebi olanlarla yan yana yerleştirme manevrası, Goldman’ın dolambaçlı

pratiğinin tipik bir örneğidir ve sanatsal ifadenin açıkça politik broşürlerden bile daha büyük

kavrayışlar ve devrimci esinler sağlayabileceğine olan inancının kanıtıdır.

 

Goldman, daha sonraki makalelerinde propagandadan, yani saf politik söylemden ziyade sanata

ve edebiyata daha derin bir etki atfetti. Toprak Ana adlı aylık anarşist dergiyi yayımlarken, 1906’dan

sonra, “toplumsal açıdan anlamlı” sanat anlayışı sunmanın yanı sıra teori tartışmaları için kısmen

bir forum sağlamayı umdu.[15] Bu tutum Anarşizm ve Diğer Denemeler’in 1911’deki önsözünde en

açık ifadesini bulur:

 

Harikalar yaratan kişiye olan büyük inancım sözden ibaret değil. Düşünceyi veya hatta duyguyu

uyandırmaktaki yetersizliğinin farkına vardım. Yavaş yavaş… Sözlü propagandanın en iyi durumda

insanları uyuşukluklarından sarsmanın bir aracı olduğunu görmeye başladım: uzun süreli bir tesir

bırakmaz… İnsanın duygularını ifade etmesinin yazılı biçimiyle tamamen farklı olduğunu da…

Yazar ile okuyucu arasındaki ilişki daha içtendir. Doğru, kitaplar sadece olmasını istediğimiz şeylerdir;

daha doğrusu, anlam çıkarmaya çalıştığımız şeylerdir. Sözlü anlatımla kıyaslandığında yazının önemini

daha iyi gösterebiliriz.[16]

 

Bu sebeplerden dolayı, Goldman, Nietzshe’nin seçtiği- şiirsel, edebi, hatta düşsel- anlatım tarzlarının,

ifade ettiği şeyin asıl içeriği kadar temel önemde olduğunu sürekli olarak yineler. Onun bu düşünceleri,

siyasal söylemin sınırları hakkında önemli bir kavrayış sunarlar ve bugün hala anlamlıdırlar.

 

Goldman’ın, hem makalelerinde hem de konferanslarında, Brady’nin dirençli önyargılarıyla yüz yüze

geldiğinde yaptığına çok benzer şekilde Nietzscheci kavramları savunduğu tekrar tekrar keşfedilebilir.

Amerika’nın Birinci Dünya Savaşına girmesinden hemen önce dolaşımda olan Nietzsche’nin fikirleri

hakkındaki belirli talihsiz yanlış yorumları -Nazilerce daha sonra bir araya getirilerek, filozofun uzun

süre sonra entelektüeller ve sanatçılar arasında rehberlik edici bir güç olmasını sona erdiren yanlış

yorumları- temizlemeye hevesliydi. Bu yanlış yorumlar temelde Nietzshe’nin en çok bilinen ve tartışmalı

kavramı olan Üstinsan ve yanı sıra Goldman’ın Stirner’inkine yakın olarak gördüğü “aristokratik” tipteki

bireycilikle ilgili fikirlerine ilişkindir. Bu yüzden, Nietzsche’nin cahilce yanlış okumanuşlarıyla karşılaştığı

zamanki düş kırıklığını anlatır:

 

Okuyucular arasındaki yaygın olan en cesaret kırıcı eğilim, yazarın fikirlerinin ve kişiliğinin ölçütü olarak

bir yapıttan bir cümleyi koparıp almaktır. Örneğin Freidrich Nietzsche, güçsüzden nefret eden biri olarak

kınanmıştır, çünkü o Üstinsana inanmıştır. Bu üstinsan görüşünün, aynı zamanda bir zayıflar ve köleler

ırkı doğurmayacak bir toplum durumunu istediği, bu dev zihnin yüzeysel yorumcularının aklına gelmez.[17]

 

Stirner’i bireycilik etiketiyle “herkesin kendi adına hareket ettiği, şeytanın geride kalanı kapıp götürdüğü”

şeklindeki alçaltılmış formüle indirgeyen “aynı dar görüşlü tutumu” küçümsemeye devam eder.[18]

 

Aynı şekilde, Hristiyanlık (ya da daha erken döneminde reddettiği Yahudik) yerine tanrıtanımaz olduğunu

resmen ilan ederken “geçmişin ölü toplumsal ve ahlaki değerlerini aşmayı üstlendiğini” bildiren Goldman,

kendi muhalif duruşunu Nietzsche ve Stirner’in bireyciliğine dayandırır.[19] Her iki filozofun da Hıristiyanlığa

karşı olduğunu iddia eder çünkü:

 

Onun içinde habis bir köle ahlakını, yaşamın reddini, kuvveti ve kişiliği oluşturan tüm unsurları yok edicisini

gördüler. Doğru, Nietzsche, ayrıcalıklı bir azınlık için olan efendi-ahlakı lehine, Hıristiyanlığın tabiatındaki

köle-ahlakı fikrine karşıydı. Fakat ben, onun efendi düşüncesinin mevki, kast ya da servet bayağılığıyla hiç

ilgisi olmadığını öne sürmeye cesaret ediyorum. O daha ziyade, insani olanakların içindeki efendiliği, yeni

ve güzel şeylerin yaratıcısı haline gelmeyi öğrenebilmesi için eski gelenekleri ve aşınmış değerleri alt etmesine

yardımcı olabilecek olan insandaki efendiliği kast ediyordu.[20]

 

Bu kaygılar Goldman’ın 1913–1917 dönemi sırasında gerçekleşen sonraki büyük ders dizilerinde tekrarlanır.

Bu yıllardaki konuşmalarının birçoğu özel olarak Nietzsche veya doğrudan onunla ilişkili konular üzerinedir.[21]

Her ne kadar bu derslerin metinleri günümüze kadar ulaşmamış olsa da, eldeki kısıtlı kaynaklardan açığa

çıkıyor ki başlıkların bazen belirli bir izleyici topluluğuna göre uyarlanmasına veya daha güncel hale getirilmesine

rağmen konuşmaların içeriğinin hemen hemen aynı olabilir. Örneğin, çeşitli zamanlarda, “Nietzsche, Avrupa Savaşı’nın

Entelektüel Fırtına Merkezi”, “Freidrich Nietzsche, Büyük Savaş’ın Entelektüel Fırtına Merkezi” veya “ Nietzsche ve

Alman İmparatoru” üzerine verdiği derslerde olduğu gibi.[22]

 

Diğer zorunlu askerlik ve savaş karşıtı eylemleriyle birlikte bu dersler, Alexander Berkman ile zorunlu askere almaya

engel olmak için gerçekleştirdikleri “komplo” suçlamasıyla tutuklanmaları, ve sonrasında yeni komünist Rusya’ya

talihsiz sürgünleriyle en sonunda (Amerika’nın Birinci Dünya Savaşına katıldığı yıl) 1917’de sonuçlandı.

 

Bu dizideki diğer konuşmaları, Nietzsche’nin düşüncesinin çeşitli çağdaş anarşist kaygılarla ilintili olmasıyla ilgilidir:

bireycilik, tanrıtanımazlık, devlet-karşıtlığı ve ahlak-karşıtlığı. Gerisi, doğrudan Nietzsche ile ilgili olmamasına rağmen,

Goldman’ın -örneğin, kadınların oy hakkı, doğum kontrolü, özgür aşk gibi- toplumsal meselelere dair tartışmaları

Nietzscheci/Stirnerci bireycilik kavramlarıyla canlandırma isteğine delalet eder. Onun da değindiği gibi, “Çoğunluğa

inancımın olmayışı, bireyselliğin imkânlarına duyduğum inancım tarafından belirlenmiştir. Yalnızca, bireysellik, ortak

bir amaç için kendisine eşlik edecekleri seçmekte özgür hale geldiği zaman bu kaos ve eşitsizlik dünyasının dışında

düzen ve uyumu ümit edebiliriz.”[23]

 

Goldman, 25 Temmuz 1915’te San Francisco’da Toprak Ana’da özet olarak anlatılan “Nietzsche, Savaşın Entelektüel

Fırtına Merkezi”[24] isimli konuşma verdi. Bu anlatımdan, Goldman’ın, filozofun düşüncesine ilişkin “Avrupa’da

halihazırdaki katliamdan sorumlu tutulması … gereken ‘Güç İstenci’ni savunan adam” suçlaması da dahil yeterli bilgi

sahibi olmayan suçlamalara karşı koyma göreviyle hala kendisini yeniden karşı karşıya yüze bulduğu açık.

Toprak Ana’daki haber, Goldman’ın bu gibi yanlış iddialarla ne şekilde uğraştığını nakleder:

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Bayan Goldman, Freidrich Nietzsche’nin “üstinsanı”nın -eğer herhangi bir şekilde ortaya çıksaydı-

şu anki standartların gözden geçirilmiş bir kavranışından ortaya çıkması gerektiğine; Nietzsche’nin

görüşünün bugünün kavramlarının üstünde ve ötesinde olduğuna işaret eder… Bizim “aristokrasi”

diye adlandırdığımız, zayıflığın üniformalı alametine karşı Nietzsche’nin tavrını göstermek için,

Böyle Buyurdu Zerdüşt’ten alıntı yapmaktadır… Hiç kimse, Bayan Goldman’ın yorumunun, Nietzsche’yi

basiretsiz tutkuların tarafında sayabileceğini duymamaktadır. Şunu açık hale getirmiştir: Nietzsche, şu

anda zorlukla düşünülebilir derinlikleri idrak etmekten yanadır; ve bu gerçeğe itiraz edenler sadece

Friedrich Nietzsche’yi anlamadıklarını kanıtlarlar. [26]

 

Goldman “Kıskançlık: Sebepleri ve Muhtemel Çareleri” adlı tarihsiz bir makalesinde de benzer bir noktaya işaret eder:[27]

 

“İyinin ve kötünün ötesindeki” filozof Nietzsche, şu anki ulusal nefret ve makineli tüfekli yıkımları suçlarının

faili olarak suçlandı; ama yalnızca sadece kötü okurlar ve kötü talebeler onu bu şekilde yorumlarlar.

“İyinin ve kötünün ötesinde”, kovuşturmanın, yargılamanın, öldürmenin ötesinde vs. anlamlarına gelir. İ

yinin ve Kötünün Ötesinde kendimize benzemeyen, farklı olan tüm ötekilere dair anlayışla birleşerek

bireysel iddiaların gerisindeki manzarayı gözlerimizin önüne serer.[28]

 

Toprak Ana 1915 yılında Philadelphia’da verilen “Freidrich Niezsche, Avrupa’nın Entelektüel Fırtına Merkezi”[29]

başlıklı bir dersinde Goldman’ın yine bu konu ile uğraştığını raporlar. Gazete şöyle yorumlar;

 

Şu anda Nietzsche, (onu okumamış ve okusalar bile anlayamayacak olan) uluslarla bireylere, hep kendini

düşünen merhametsiz acımasızlığın ve açgözlülüğün her türlü biçimi için bir özür sağlar. “Ben bir Nietzscheciyim”

demek çok büyük bencilce davranışların hafifletilmesi demektir. Fakat gerçek Nietzsche’nin sentetik yorumu ve

onun felsefi bir açıklaması için, insan Emma Goldman’ı sessizce dinler.[30]

 

Goldman’a has birşey olarak görülen bu konu bu gazetecinin yorumundan da görülebilir:

“Bayan Goldman bu derste diğerlerinden daha fazla bize kendisini gösterir. bu konuyla daha uyumlu bir

konuşmacı nadiren bulunur.”[31]

 

Ve Goldman, her türlü güncel olayla bağlantılı olan, zamanının en acil meseleleri ve tartışmalarıyla kendi

gözde konusuyla uyumlu hale getirmekten fazlasına muktedirdi. Ne var ki bu, kesinlikle onun sadece moda

haline gelmiş meseleleri hemen benimsemesi durumu değildi. Her zaman Goldman’ın kendi gündemini

oluşturduğu ve anarşist praksis açısından kendi önceliklerini belirlediği açık bir duyarlılık vardı.

 

Onun derslerinde ve denemelerinde düşüncesini ayırıcı kılan, Kropotkin’ci kolektivizmle Nietzscheci bireyciliğin

bir harmanlamasına tanık oluruz. Kendiliğin (self) önceliğini ve özerkliğini savunurken eşzamanlı olarak, topluma

dair kadın meseleleri, çocukluk dönemi, eğitim, cinsiyetler arası ilişkiler gibi meselelerle de ilgileniyordu. [32]

 

Fakat özerk kendiliğin kolektif adına kurban edilmemesi üzerindeki ısrarı, onun duruşunu komünizm ya da

sosyalizmden veya kitleleri ya da işçileri devrimci bir ışık altında gören sendikalizm gibi belirli anarşizm

türlerinden ayrı tutan budur. Bunda her zamanki gibi Nietzsche onun örneğiydi:

 

Freidrich Nietzsche devlete soğuk canavar adını verir. O, modern diktatörlük kılığındaki ********* canavarı ne diye

adlandırsaydı? Bu yönetim şimdiye kadar, bireye hemen hemen hiç hareket alanı vermemişti; fakat yeni Devlet

ideolojisi savunucuları bu kadarını bile bahşetmez. “Birey hiçbir şeydir” diye ilan ederler, “göz önünde tutulan şey

topluluktur”. Hiçbir şey, yeni ilahın doymak bilmez iştahını bireyin tamamen teslim olmasından daha fazla tatmin

etmeyecektir.[33]

 

Fakat Goldman, kendisinin “bireysellik” dediği şeyi hâkim Amerikan ideolojisinin sevgilisi “arızalı bireycilik”

kavramından de ayırt etmeye de gayret eder.[34] Bu ikincisini, “sadece bireyi ve onun bireyselliğini bastırma

ve yenilgiye uğratma girişimi”, “bir avuç çıkarcı üstün insana hizmet etmeleri için insanları köle sınıfı olarak

sürüleştirirken tamamen efendiler için ‘bireycilik’” ifade eden bir doktrin olarak reddeder.[35] Benzer bir tema,

1917 Mayısı’nda New York’ta verdiği “Devlet ve Güçlü Muhalifleri: Freidrich Nieztsche, Max Stirner, Raplh Waldo

Emerson, David Thoreau ve Diğerleri” başlıklı dersin konusu olabilirdi.[36]

 

Bir anarşist ve aynı zamanda Rusça (Litvanyaca), Almanca ve Yiddişçe konuşan bir Yahudi kadın göçmen olarak

Goldman’ın düşünceleri, açıkça entelektüel, kültürel ve dilsel bakımdan örneğin Benjamin Tucker tarafından icra

edilen Amerikan radikalizminden ayrıdır. Amerikan muhalif mirasının belirleyici özellikleri Protestanlık, Emerson’un

ve Thoreau’nun bireyciliği ve Jefforson’nın demokrasisinin bir birleşiminden türemiştir; bunlar Goldman’ın anarşizminin

çok az borçlu olduğu felsefelerdir. İçinde yer aldığı anarşist çevrelerdeki diğer Avrupalı göçmenler gibi, gerideki Eski

Dünya’ya ait geçmişi terk etmiş, kendisini sadece Yeni Dünya’daki köksüzlükte bulmuştur. Bundan dolayı, onun siyasal

felsefesi bu yerli Amerikan radikal geleneklerinden başka köklere sahiptir. Goldman, bir Amerikan toplumsal-kültürel

bağlam içinde sonuç karışımı ekleyerek, Stirner’in kendilik kavramıyla Kropotkin’in kolektivizmini yeniden formüle etmiş

ve onları Nietzscheci değeraşımı projesi ile birleştirmiştir.[37]

 

Eğer Goldman’ın bireyciliğe ve toplumsala gösterdiği birleşik dikkat alışılmış değilse, bu yüzden zamana uygun olana

karşın zamana aykırı olana değer vermekle ilgilenir. Nietzsche’ye yönelik ilgisini başka çağdaşlarının birçoğuyla

paylaşmasına rağmen, o bunu oldukça farklı bir anlamda yapmıştır. Yüzyıl sonu entelektüelleri ve 20. yüzyıl başı

dışavurumcuları için, örneğin, Nietzsche’nin Üstinsan’ı sürünün ortak eğilimlerine veya burjuva ideolojisine karşı

yaratıcı dehanın üstünlüğünü temsil eder. Kimi Alman sanatçı ve yazarlar, devletin eski dünya düzenine ve yıpranmış

kurumlarına karşı olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşını, en azından başlangıcında, geleneklerin ve tarihin

kısıtlamalarından özgür bir yeni dünya doğuracak olan sözde Nietzscheci yıkımın bir örneği olarak selamlayacak kadar

ileri gittiler.[38]

 

Bu elbette yalnızca, Goldman’ın hep dikkat çekmeye gayret ettiği Nietzsche’ye yönelik ters yaklaşım türlerinin, ne filozofun

düşüncesinin ne de anarşizmin tüm ruhuyla uyumlu olmadığını gösterir. Bunun için Goldman, Nietzsche’yi, pek de her

şeyden önce “zamanın ruhu” ile uyumlu veya sadece “modern” olma endişesi taşıyan birisi olarak değil; fakat daha ziyade

öncelikle ve en başta bir anarşist olarak okumuştur. Onun Nietzsche okumalarını çağdaşlarının çoğunluğundan ayıran budur.

Şöyle ifade eder:

 

“Hedefine ulaşmış” sanatçılar entelektüel ufuktaki ölü ruhlardır. Uzlaşmaz ve gözü pek ruhlar asla “hedefine ulaşmaz”.

Onların yaşamı zamanlarının aptallık ve durgunluğu ile sonsuz bir savaşımı temsil eder. Onlar Nietzsche’nin “zamana aykırı”

dediği şeyde kalmalıdırlar, çünkü yeni bir biçim, yeni bir ifade ya da yeni değerler için çabalayan her şey daima zamana a

ykırı olmaya mahkûm edilmişlerdir.[39]

 

Aynı şekilde, çağdaş karşı-kültür eğilimleriyle meşgul olduğu ve o dönemde çok önemli olan toplumsal ve siyasal sorunlara

kendini adadığı sırada Goldman’ın Nietzsche dersleri, filozofun kendi ruhunda, görünüşe göre oldukça zamana aykırı

mesajlar iletmek amacındaydı. Goldman’a göre bu, anarşizmin devam eden amacını -“Nietzsche’nin bir anarşist” olduğunu

iddia etmesine imkân veren- kavrayışı- temsil eder. [40]

 

EK:

 

Emma Goldman’ın Freidrich Nietzsche üzerine Konuşmalarının Kronolojisi:

 

1913

25 Nisan 17:00, Kadınlar Kulübü ve 20:00: Howe Hall, Denver. Nietzsche üzerine bir dizi açılış dersi olarak planlanmış.

26 Nisan, 17:00, Kadınlar Kulübü ve 20:00: Normal Hall, Denver. Nietzsche üzerine bir dizi açılış dersi olarak planlanmış.

28 Nisan, 17:00, Kadınlar Kulübü, and 8 PM: Howe Hall, Denver. Nietzsche üzerine bir dizi açılış dersi olarak planlanmış.

25 Nisan, Kadınlar Kulübü, Denver. Nietzsche üzerine bir ders planlanmış.

30 Nisan, 17:00 Kadınlar Kulübü, 20:00 Howe Hall, Denver. Nietzsche üzerine bir bildiri planlanmış.

1 Mayıs, Kadınlar Kulübü, Denver. Nietzsche üzerine bir ders planlanmış.

8 Haziran, Jefferson Square Hall, San Francisco. “İsa Karşıtı Friedrich Nietzsche: Hristiyanlığa karşı Güçlü Saldırı.”15 Haziran, Mammoth Hall, Los Angeles. “Friedrich Nietzsche Devletçilik-Karşıtı”

20 Temmuz, Jefferson Square Hall, San Francisco. “Friedrich Nietzsche, Devletçilik-Karşıtı.”

23 Kasım, Harlem Mason Tapınağı, New York City. “Friedrich Nietzsche, Devletçilik-Karşıtı.”

30 Kasım, Harlem Mason Tapınağı, New York City. “İyinin ve Kötünün ötesinde”

21 Aralık, Harlem Mason Tapınağı, New York City. “İsa Karşıtı Friedrich Nietzsche: Hristiyanlığa karşı Güçlü Saldırı.”

 

1915

21 Mart, Harlem Mason Tapınağı, New York City. “Nietzsche, Birinci Dünya Savaşı’nın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

30 Mayıs, Marble Hall, Denver. “Friedrich Nietzsche, Avrupa Savaşı’nın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

25 Temmuz, Averill Hall, San Francisco. “Nietzsche, Savaş’ın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

3 Ağustos, Turn Hall, Portland, Oregon. “Nietzsche ve Savaş.”

Tarihi Bilinmiyor, Philadelphia. “Friedrich Nietzsche, Avrupa’nın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

16 Kasım, Turner Hall, Detroit, Michigan. “Friedrich Nietzsche, Avrupa Savaşı’nın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

2 Aralık, Fine Arts Theatre, Chicago, Illinois. “Nietzsche ve Alman İmparatoru”

 

1916

13 Şubat, Harlem Mason Tapınağı, New York City. “Nietzsche ve Alman İmparatoru.”

23 Mart, Arcade Hall, Washington, D.C. “Nietzsche ve Alman İmparatoru.”

28 Mart, Müzik Konservatuarı, Pittsburgh. “Friedrich Nietzsche, Birinci Dünya Savaşı’nın Entelektüel Fırtına Merkezi.”

15 Haziran, Burbank Hall, Los Angeles. “Friedrich Nietzsche ve Alman İmparatoru.”

21 Temmuz, Averill Hall, San Francisco. “Friedrich Nietzsche ve Alman İmparatoru.”

 

1917

20 Mayıs: Harlem Mason Taınağı, New York City. “Devlet ve Düşmanları: Friedrich Nietzsche, Max Stirner,

Ralph Waldo Emerson, David Thoreau and Diğerleri”; Nietzsche üzerine bir konuşma olarak planlanmış.

 

Bilgiler Berkeley, Kaliforniya Üniversitesi’nde, Emma Goldman Tebliğleri Projesi tarafından sağlanmıştır.

 

Notlar

1 Bak. Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken (İstanbul: Metis-Kaos Yayınları, 1996).

2 Bu bilgi Berkeley, California Üniversitesi, Emma Goldman Tebliğleri Projesi Editör/Direktörü

Candace Falk tarafından sağlanmıştır.

3 Goldman, Hayatımı Yaşarken, s. 178.

4 Agy, p. 178.

5 Bak Roger Cardinal, Expressionism (London: Paladin, 1984), passim.

6 Goldman, Hayatımı Yaşarken, p. 178.

7 Agy.

8 Agy.

9 Agy., s. 199.

10 Agy., p. 200.

11 Agy., ss. 200-201.

12 Bakınız. Ek.

13 O. Shilling, “Emma Goldman in Philadelphia,” Free Society, March, 13, 1898.

14 Agy.

15 Introduction, Alix Kates Shulman, ed., Red Emma Speaks: Selected Writings and Speeches (London:

     Wildwood House, 1979), p. 14.

16 Goldman, Preface, Anarchism and Other Essays (New York: Dover Publications, 1969), pp. 41-43.

17 Agy., p. 44.

18 Agy.

19 Goldman, ‘The Failure of Christianity,’ Red Emma Speaks, p. 186.

20 Agy., pp. 186-87.

21 Bakınız. Ek.

22 Bakınız. Ek.

23 Goldman, Preface, Anarchism and Other Essays, pp. 44-45.

24 Bakınız. Ek.

25 David Leigh, “Emma Goldman in San Francisco,” Mother Earth, October, 1915, pp. 278-79.

26 Agy.

27 Bu dersin aslı New York Kamu Kütüphanesi’nin Elyazmaları Bölümünden temin edilmiştir., Alix Kates

     Shulman tarafından Kızıl Emma Konuşuyor’un ikinci kısmının önsözüne kaydedildiği gibi, s. 103.

     Shulman bu metnin 1912 civarlarında yazıldığını öne sürer.

28 Goldman, “Jealousy: Causes and a Possible Cure,” Red Emma Speaks, pp. 168-69.

29 Bakınız. Ek.

30 Harry Boland, “Two Days in Philadelphia” in Mother Earth, December, 1915, p 342.

31 Agy.

32 Goldman’ın derslerinin birçoğunun özel olaylarda Yiddişçe olarak verilmesine dikkati çekmek bu bağlamda ilginçtir.

     Bu, gelenek ve dinin reddi de dahil Nietzscheci bir tüm değerlerin değeraşımı projesini benimserken, yine de belirli

     bir kültürel süreklilik düşüncesine sahip çıkmış olduğuna işaret eder gibi görünüyor.

     Bkz. Hayatımı Yaşarken, çeşitli yerlerde

33 “The Individual, Society and the State” in Red Emma Speaks, p. 94.34 Agy., p. 89.

35 Agy.

36 Bakınız. Ek.

37 Bkz. Linnie Blake, “A Jew, A Whore, A Bomber: Becoming Emma Goldman, Rhizomatic Intellectual” in

    Angelaki 2:3 (1997), pp. 179-90.

38 Bakınız Roger Cardinal, çeşitli yerlerde.

39 Goldman, “Intellectual Proletarians” in Red Emma Speaks, p 178.

40 Goldman, Hayatımı Yaşarken, s. 1

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

AFORİZMALAR / APHORISMS

 

İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.
*
Hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğü zaman bir düşünürü daha

sert eleştiririz.

Oysa, bizi pohpohladığında onu daha sert eleştirmek uygun olacaktır.
*
Sahip olunması zorunlu tek şey var:

Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından

inceltilmiş bir ruh...
*
Tüm idealistler, hizmet ettikleri davaların her şeyden önce dünyanın

tüm öteki davalarından üstün olduğunu düşünürler.

Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için, bu davanın tüm öteki

insan girişimlerine gerekli olan aynı pis kokulu gübreye açıkca ihtiyacı

olduğuna inanmak da istemezler.
*
Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az ..
*
Küçücük bağışlarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklüğün bir ayrıcalığıdır.
*
İnsan, diğer insanlardan hiçbir şey istememeye, onlara hep vermeye alıştığı

zaman, elinde olmadan soylu davranır.
*
Acıların bölüşülmesi değil, sevinçlerin bölüşülmesidir dostluğu yaratan ...
*
Bir şeyden hoşlanmaktan söz edilir, aslında doğrusu, bu şey aracılığıyla

kendinden hoşlanmaktır.
*
Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.
*
Hakikatin temsilcisinin en az olduğu zaman, onu dile getirmenin tehlikeli

olduğu zaman değil, can sıkıcı olduğu zamandır.
*
Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki ..
*
Uygarlaşmış dünya ilişkilerinde herkes, hiç değilse bir konuda kendini başkalarından

üstün hisseder. Genel iyiyüreklilik buna dayanır. Çünkü, durum elverirse herkes yardım

edebilir, o halde bir utanç duymaksızın bir yardımı da kabul edebilir.
*
Yapacak çok şeyi olan insan inançlarını ve genel düşüncelerini hemen hemen hiç

değiştirmeksizin korur. Aynı şekilde, bir ülkünün hizmetinde olan her insan ülkünün

kendisine artık hiç kulak asmaz; onun buna zamanı yoktur. Demem şu ki, ülküsünün

hala tartışılabilir olmasından yana olmak çıkarına aykırıdır.
*
İnsan dilediği kadar bilgisiyle şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görünsün, boşuna !

Sonunda her zaman ancak kendi yaşam öyküsünü elde edecektir.

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

İnsanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun
ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur.
*
Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.
*
Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık

çağını yaşıyoruz.
*
Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.
*
İnsanları şiddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine

çevirmiştir.
*
Çok düşünen ve uygulamalı düşünen, kendi maceralarını kolayca unutur,

ama başından geçenlerin çağrıştırdığı düşünceleri hiç unutmaz.
*
Biri kendi düşüncesine bağlı kalır; çünkü ona kendi kendine ulaşmış olduğunu

sanır.

Öteki ise, onu zahmetle öğrendiği ve onu anlamış olmakla övündüğü için bağlıdır

düşüncesine. Sonuç olarak, her ikisi de kendini beğenmişlik ...
*
İçine doldurulacak çok şey olduğu zaman, günün yüzlerce cebi vardır.
*
Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmakta yararı vardır.
*
Açıklanmamış karanlık bir konu apaçık bir konudan daha önemli sanılır.
*
Sadece karşıtları cansıkıcı olmayı sürdürdükleri için, arada bir, bir davaya bağlı kalırız.
*
Bir insan kendini hep çok büyük işlere adadığında, onun başka bir yeteneğinin olmadığı

pek görülmez.
*
Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu

gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir.

İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.
*
Gür ırmaklar kendileriyle birlikte bir çok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler; güçlü ruhlar da bir çok

aptal ve mankafayı.
*
Bir insanın gerçekten ele almış olduğu düşünce özgürlüğü ile, onun tutkuları ve hatta arzuları da

gizli gizli kendi üstünlüklerini göstereceklerini sanırlar.
*
Bir insan yoğun ve kılı kırk yararak düşündüğü zaman, sadece yüzü değil gövdesi de çekinceli

bir havaya bürünür.
*
Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.
*
İnsan yığınlarının davranış biçimlerini önceden kestirmek için, onların güç bir durumdan kendilerini

kurtarmak için hiçbir zaman çok önemli bir çaba göstermediklerini kabul etmek gerekir.
*
İnsan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır.
*
Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken,

vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.

Aşk ve nefret kör değillerdir; ama kendileriyle birlikte taşıdıkları ateş yüzünden kör olmuşlardır.
*
İnsan hatasını bir başkasına itiraf ettiğinde unutur onu; ama çoğu kez öteki kişi bunu unutmaz.
*
Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatmaz kendini. Bilge de böyledir.
*
Bir konu hakkında hazırlıksız sorguya çekildiğimizde, aklımıza gelen ilk düşünce çoğu

zaman bizim kendi düşüncemiz değildir; ama bizim sınıfımıza, konumumuza ve soyumuza

ait olan sıradan bir düşüncedir sadece. Öz düşünceler pek ender olarak su yüzüne çıkarlar.
*
Bizzat kendimizde olan bir değeri övdüğü, okşadığı zaman mucizeyi de, usdışını da kabul ederiz.
Yarı-bilim tam bilimden daha üstündür. O, sorunları olduklarından daha kolay görür ve bununla

görüşünü daha anlaşılır, daha inandırıcı kılar.
*
Çok düşünen partici olmaya uygun değildir; o, parti arasında düşüncesini çok çabuk sızdırır.
*

Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden bir çok kez, ilk kez gibi yararlanmaktır.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Nietzsche'den Salomé'ye

 

tarih 1882:

Bu kadar zamandır mesajlarını okuyorum. en uygun zamanda karşılık verdiğimi düşündüm.

o kadar zor birşey ki güven bunu tam olarak hiçbir zaman edinemeyeceğimi düşünüyorum.

ve yine de alışkınım bu duruma... insanlar hep bir bağ kurmak isterler fakat o bağlar hep

karşılıklı menfaat üzerine kuruludur. En iyiye ve güzele adanmış bir fikir ve fedakarlık bile

özünde bir alma arzusunun tezahürüdür. kişi herseferinde bunu reddedecektir.

Çünkü özü gereği almak istemek, arzulamak durumudur. ve en iyi arzu da elde edemeyeceği

birşeyi istemektir. bu sayededir ki ölümlü bir yaşamdan ölümsüz bir serüvene uzanıvermek

ister herseferinde, görür ki yalnız kaldığını hisseder. ve kulağında aynı melodi yankılanır.

ra ra ra,lay lay lay diye bir sestir en iç huzurumuzda yaşadığımız.
yine değinmek isterim ki uzun süredir mesaj yazıyorsunuz.

güven bir yana yaşadığım için söylüyorum.

insanlar istediklerini elde edene kadar büyük bir savaş verirler zafer kazandıklarını

düşünerekten sarhoş olurlar ne yapacaklarını bilmezler. ve durumumda bir kurbandan

farksız kalmıyor.

işte bu yüzdendir aldırış etmemelerim. İşte bu yüzdendir. güvenmemelerim.

İşte bu yüzdendir kaçıp gitmelerim.

Yine o nağmeler kulağımda çınlıyor. Ahh diyorum kendime yine aynı sonla bitiveriyor

ömür yine aynı durumları yaşatıyor zaman, ne diyebilirim ki Lou Salome sizi suçlamak mı asla...

kızdığımdan mıdır? değil!

ama benimkisi başka bir sevdadır. benimkisi özgürlüğü hissedebilmektir. doğaya evrene canlılara

güvenebilmektir. karşılıksız sevebilmektir.

Bundandır kaybedişlerim.

Bundandır hep düşüşlerim.

Bazen Zerdüşt kadar sıcak yürekli Hayyam kadar duygusal oluveririm Freud kadar acımasızda...

Ama şunu bilirim ki bir defa sevgiye bulaştımı artık geçici hevesler mutlu edemez insanı,

yalan ve sahte vaatler kandıramaz ruhun hep bir üst bilince özlemi doğurur.

Nereye gideceğini bile bilmeden uzaklaşmak işte ben buna derim yaratıcılık.

Fiziksel bir ayrılık gözyaşlarıyla sonuçlanabilir fakat ruhsal bir ayrılık o kadar basit sonuçlanmaz.

Her zaman yüreğinin bir köşesinde hissediverir

insan. Öyle bir histir ki bu birşeyleri almak doyuramaz bu duyguyu.. zaferler elde etmek yetmez gelir artık.

Kişi artık almaktan dilemekten sıkılır olmuştur. Bir şeyler verememekten utanır olmuştur.

En derin sevgisinde bile bir alma arzusu olduğundan kurtulamamıştır. işte yine o anda ağlamak isterisiniz.

değil gözyaşları ruhu hisseder adamın...

Öyle bir histir ki bu tanımlarken bile bir yeriniz hala yanmaya devam eder. Asla sonlandıramzsınız bu acıyı..

İşte dedim ya ben o sevginin yalancısıyım. Tüm o kaybedişlerin, zafer sarhoşluklarının yabancısıyım.

Ne kadar uzağa gitsemde kendimle kalacağım. Doğaya güvenmek için yol alacağım. Belki Tibet''te bir

tapınakta belki de amazonda yaşayan yerli kabilelerin arasında...

Ama yine de işiteceğim ruhun feryatlarını bir kelebeğin kanat çırpışıyla özgürleşeceğim tüm bencil duygulardan...

Kaçıp gitmek çözümmüdür dersiniz içinizden bende işitiveririm kulaklarımla ve derim ki inanmayacağınızı bilerekten,

Kanatları olmayan insanoğlundan daha mahkum edilmiş bir varlık var mıdır?
 

Sana olan aşkım Ömer Hayyam''ın rubaileri gibidir. Bir yanda yaratana isyanım diğer yanda şaraba duyduğum sevgi gibidir.

İkisinin arasında olmak ne tuhaf bir duygudur. Belki de bu yüzdendir reddedişlerin belki de bu yüzdendir güvensizliğin...

Alınma ama bundan öteye de geçemezdi sevgim, Şarap kadar asil yaratan kadar cömert değilsin arasında olmakta aslında

en değerli yerde olmaktır. Henüz bunu bile göremezken eleştirmelerin bundandır.

Yine de değinmek isterim o baştan çıkarıcılığına;

Viyana da geçirdiğimiz günler yaşadığım en kutsal anlardı. Ta ki bunun senin için değersiz bir anıdan haberdar olduğumu

anlayıncaya kadar...

Fazla uzağa da gitme gereği hissetmiyorum. Beyrut''ta da Wagner''e olan kızgınlığım geçmemişti.

Seni anmak istemiyorum bu mektupta sana neler hissettiğimi anlamanı istiyorum. Yaşamımı nasıl değiştirdiğini yazıyorum.

İnsan sevgisinden daha üstün bir sevgiye ulaşmamı sağladığını söylüyorum.

Binlerce yıldır gerçekliği aşan sesiyle Zerdüşt''e dönüşümün haberini müjdelemek istiyorum.
 

"Zerdüşt ormana en yakın şehre vardığı zaman, pazar yerinde toplanmış büyük bir kalabalık buldu; zira bir ip cambazının

 oynayacağı ilan olunmuştu.

 Ve Zerdüşt söyle dedi halka:

'Üstünİnsan''ı öğretiyorum ben sizlere. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için sizler ne yaptınız?
 Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden üstün birşey yarattılar. Sizler bu büyük meddin cezri olmak ve

 insanı aşmak yerine hayvanlığa dönmeyi mi istiyorsunuz?

 İnsana göre maymun nedir? Gülünç bir şey, yada acı veren bir utanç.

 İnsan da Üstünİnsana göre böyle olacaktır: gülünç birşey yada acı veren bir utanç.
 
 Solucanlıktan insanlığa varan yolu aştınız ve içinizde sizin solucanlıktan eser yok.

 Bir zamanlar maymundunuz, hala da insan herhangi bir maymundan daha maymun.

 İçinizde en bilgeniz bile uyumsuzluktan başka birşey değil, bir bitki ve görüntü melezi ancak.

 Ama sizlere ben görüntü yada bitki olun mu diyorum?'

 böyle buyurdu zerdüşt.."
 

İşte yine yüreğimde birşeyler hissediyorum. Kıpır kıpır dans ediyorum nağmelerle, bana bahşedilen bu güzelliğin

kadının reddedişinden aldığımı söylüyorum. İnsan sevgisinden üstün insana olan özlemimi hissediyorum.
 

Lou Salome ne kadar yazsamda senin için bir kağıt parçası olduğu fikrine kapılıyorum. Belki de haksızlık ediyorum.

Ama şunu da bilmeni isterim ki; Hayatımdaki en umutsuz vakanın en değerli hediyesini beraberinde getirdiğini gördüm.

Artık bir kadına, iktidara,şehvete,daha fazla kazanç istemine bir arzu hissetmiyorum. Nasıl olduklarına dair düşüncelerimde

kalmadı. Bunu da seninle aştım... Sen bir köprüydün insan ile üstün arasına gerilmiş bir ip gibiydin bense bir İp Cambazı...
Daha nasıl ifade ederim bilemiyorum. Btkilerle konuşurken bile inanılmaz derecede çok şey öğrendim.

Doğayı dinlemek huzur veriyor. Yalnızlığım en kutsal bir gölgeye dönüştü ve bilirsin ki her gölgenin dışında da aydınlığı

görürüz. Ben ne zaman dışarı bakmaya çalışsam ışığı görüyorum.

Gözlerim bu inanılmaz yoğunluk sayesinde baş döndürücü migren ağrılarına yol açtı. Kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum.

Bilmiyorum. sahtelikleri kaybettiğimi düşünüyorum senide, herşeyi kaybettiğimi düşünüyorum. senin ailen var benimse

sahteliklerim var. yalnızlığıma katlanabilmek için küçük gizli yöntemlerim var...
...

"Birbirimize arkadaş aynı zamanda yabancı olacağız olması gerektiği gibi gerçekten utanmamız gerekiyormuş gibi

 onu ne gizlemek ne de karartmak istiyoruz.

 Biz kendi hedefleri ve rotası olan iki gemi gibiyiz. Birbirimize dost aynı zamanda yabancı olmalıyız çünkü bu karşı karşıya

 oduğumuz bir kanundur.."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

salomé'ye

öyle bir hayat yaşadım ki
cenneti de gördüm, cehennemi de
öyle bir aşk yaşadım ki
tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de
bazıları seyrederken hayatı en önden
kendime bir sahne buldum oynadım
öyle bir rol vermişler ki
okudum okudum anlamadım
kendi kendime konuştum bazen evimde
hem kızdım hem güldüm halime
sonra dedim ki:
"söz ver kendine"
denizleri seviyorsan; dalgaları da seveceksin
sevilmek istiyorsan; önce sevmeyi bileceksin
uçmayı seviyorsan; düşmeyi de bileceksin
korkarak yaşıyorsan; yalnızca hayatı seyredersin
öyle bir hayat yaşadım ki
son yolculukları erken tanıdım
öyle çok değerliymiş ki zaman
hep acele etmem bundan
anladım!

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Deccal

 

Hristiyanlığa, acımanın dini denir.

Acıma, yaşam duygusunun erkesini artıran gerilim verici duyguların

karşıtı bir duygudur:

çöküntü verici bir etkisi vardır.

 

Kişi, acıma duyduğunda, gücünden yitirir.

Acıma yoluyla, zaten acı çekmenin kendisinin yaşama getirdiği

güç eksilmesi, yoğunlaşır, çeşitlenir.

Acı, acıma yoluyla bulaşıcı hale gelir;

bazı durumlarda, acımayla, neden birimleri ile çarpık bir orantı oluşturan

bir toplam yaşam eksilmesine, yaşam erkesi eksilmesine ulaşılabilir.

(Nasıralı’nın ölümünde, olduğu gibi),

 

İlk bakış açısı bu; ama daha da önemli bir açı var.

Acımanın, doğurageldiği tepkilere göre ölçüldüğünü düşünürsek, yaşam için

taşıdığı tehlikeli nitelik daha da açık bir ışığa çıkar.

Acıma, gelişmenin yasasını, seçi yasasını büyük çapta etkisiz kılar,

çeler batıp gitmek için

olgunlaşmış olanları ayakta tutar, yaşamın bozuk kalıtımlılarının,

sonu belirlenmişlerinin yararına kendini ayakta tutar,

yaşar tuttuğu her tür nasibi kıtın bolluğuyla da, yaşamın kendisine karamsar,

sorunsal bir görünüm verir.

 

Acımaya bir erdem demeye kadar vardırılmıştır iş (oysa her soylu ahlakta zayıflık olarak görülür);

daha da ileri gidilmiş, acıma, erdemin ta kendisi, bütün erdemlerin temeli ve kaynağı kılınmıştır,

tabiî, hep göz önünde tutulması gerekir ki, bu, nihilist bir felsefenin bakış açısından yapılmıştır,

kalkanına yaşamın yadsınmasını kazımış bir felsefenin.

 

Schopenhauer tam ortamındaydı bu noktada : yaşam, acıma yoluyla değillenir;

değillenmeye değer kılınır- acıma, nihilizmin pratiğidir.

Yeniden söyleyelim: bu çöküntü verici ve bulaşıcı içgüdü, yaşamın ayakta durmaya

ve değer yükselişine yönelik içgüdülerim çeler, siler, etkisiz kılar: böylelikle sefillerin

koruyucusu olduğu kadar sefaletin çoğaltıcısı olarak da décadence’ın yükselişinin

temel bir gerecidir, acıma, hiçliğe inandırır!…

 

"Hiçlik" denmez tabiî buna : "öte" denir, ya da "Tanrı", ya da "Hakiki Hayat" denir,

ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık…

 

Dinsel-ahlaksal idiosynkrasi alanından edinilme bu masum retorik, burada hangi

eğilimin derin sözcüklerin kılığına büründüğü kavranınca, hemen çok daha az

masum görünmeye başlar: yaşam düşmanı eğilimdir bu.

 

Schopenhauer yaşam düşmanıydı: bu yüzden erdem haline geldi acıma onun için…

Bilindiği gibi, Aristoteles acımayı hastalıklı ve tehlikeli bir durum olarak gördü,

arada sırada bir arındırıcıyla giderilmesi doğru olacak bir durum :

trajediyi de bir arındırıcı olarak aldı.

 

Sahiden, Schopenhauer’de (ve ne yazık St. Petersburg’dan Paris’e dek,

Tolstoy’dan Wagner’e dek bütün yazınsal ve sanatsal décadence’ımızda)

görülen bu böylesine hastalıklı ve. tehlikeli acıma birikimi için, yaşam

içgüdülerinde bir tedavi yolu aramak gerekirdi: ki bu birikim patlasın, aksın.

Sağlıksız çağdaşlığımız içinde Hristiyanca acımadan daha sağlıksız birşey yok.

Burada hekim olmak, burada acımasız olmak, burada neşter kullanmak bize aittir bu;

bu bizim insan sevgimizdir, bu yüzden filozoflarız biz,

biz Hiperborlular!

 

felsefe-hayat

 

..

..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

NIETZSCHE AĞLADIĞINDA

 

KAHRAMANLAR:

 

NİETZSCHE:

Henüz iki kitabı yayımlanmış,kimsenin tanımadığı bir filozof.

Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhanete uğramış.

Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar.

Evli değil.

Tanrıyı öldürmüş.

'Ümit kötülüklerin en kötüsüdür,çünkü işkenceyi uzatır' diyerek bir ümitsizlik

çukurunda olduğunu belirtiyor.

 

BREUER:

Efsanevi bir teşhis dehası.

Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor.

Psikanalizin ilk kurucularından.

Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış.

Güzel bir karısı ve beş çocuğu var.

Zengin.Saygın.

 

FREUD:

Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul.

 

SALOME:

Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor.

Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor.

Sanatçı ve düşünürleri tercih ediyor.

 

ÖZET:

 

Bir gün erkeklerin başını döndüren kadın, Salome, Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir.

Ümitsizlik içinde olan Nietzsche'ye yardım etmesini ister. Doktor da kadının çekiciliğine

kapılıp bu isteği kabul eder. Çünkü doktor da o sırada yasak bir ilişkiden yeni çıkmıştır.

Hastasına tedavi sırasında aşık olmuş ve kendini ona iyice bağlamıştır.O da bunun

farkındadır fakat hislerinin önüne geçemez. Bu ilişki hastasının ondan hamile olduğu

yalanını uydurmasıyla son bulur. Breuer onu başka bir doktora nakleder.

 

İşte bu ilişkiyi tam unutmuşken karşısına Salome çıkar. Salome Nietzsche'yi ikna edip

Breuer'e gönderir. Fakat Nietzsche çok gururlu,hiç kimseyle konuşmayan,derdini

kimseyle paylaşmayan birisidir. Ruhsal sorunu olduğunu da kabul etmez.

Bu yüzden de Dr. Breuer onun fiziksel hastalıklarını tedavi ediyormuş gibi görünerek

psikolojisini anlamaya çalışır.(fiziksel hastalık olarak da stresten kaynaklanan migreni vardır.)

 

Dr.Breuer tedavileri sırasında onun özel yaşamı hakkında bilgi almaya çalıştıysa da

Nietzsche tek bir kelime bile etmez.

Doktor en sonunda ondan hiç bir ücret talep etmeden onu bir sanatoryuma yatırmayı,

migreni için üzerinde ilaçlar denemek istediğini ve bu gözlemler için de gözünün

önünde olmasını uygun gördüğünü söyler. Fakat Nietzsche bunu da kabul etmez ve

doktordan tedaviyi bitirmesini ister.

 

Doktor bu duruma çok üzülür. Hem arkadaşı hem de öğrencisi olan Freud'la hep onun

hakkında konuşur, uyguladığı tedaviyi arkadaşına anlatıp onun da fikrini alır.

 

Bir konuşma gününün gecesinde Dr.Breuer uyuyacakken kapı çalınır ve kendisini Herr Schlegel

olarak tanıtan bir adam, evinde kalmakta olan bir hastadan söz eder ve doktora bir kart uzatır.

Kartın üstünde Prof. Friedrich Nietzsche Filoloji Profesörü yazıyordur.

 

Doktor bunu okuyunca hemen Herr Schlegel'le birlikte Nietzsche'nin kaldığı yere doğru yola koyulur.

Yolda Nietzsche hakkında bazı bilgiler edinmeye çalışır. Nietzsche'nin kaldığı yere geldiklerinde

Dr. Breuer çok şaşırır. Nietzsche odanın bir köşesinde duran ufak bir yatakta koma halinde uyuyordur.

Morarmış bir yüz, çökmüş gözler, her yanı buz kesilmiş solgun bir vücut. Dr.Breuer Nietzsche'nin başına

masaj uygulamaya başlar. 30-35 dk.sonra Nietzsche kendine gelmeye başlar ve doktordan yardım

etmesini ister. Doktor bunu duyduğunda çok şaşırır. Çünkü Nietzsche'yi kimseye muhtaç olmayan

biri olarak tanımıştır. Breuer sabaha doğru Nietzsche'yi yalnız bırakarak diğer hastalarını kontrol

etmeye gider. Geri döndüğünde Nietzsche kendine gelmiştir. Dr.Breuer'e minnetlerini sunduktan

sonra borcunu nasıl ödeyeceğini sorar. Doktorda bunun üzerine daha uzun bir süre tedavi altında

tutulması gerektiğini ve bir ilaç tedavisi uygulayacağını söyleyerek klniğe yatmak zorunda olduğunu

yineler. Fakat Nietzsche o gün oradan ayrılmak zorundadır. Breuer'de bunu engellemek için bir öneri

hazırlar ve bu öneriyi ertesi gün muayenehanede Nietzsche'ye sunar.

 

Önerisi ise kendisinin Nietzsche'nin fiziksel semptomlarını tedavi eden beden doktoru olacağını,

Nietzsche'nin de bunun karşılığında Breuer'in ruh ve zihin doktoru olmasıdır. Nietzsche ilk başta

bunu kabul etmediyse de doktora borçlu olduğu için bunu borcunu ödeme şekli olarak kabul eder.

 

Artık sanatoryuma yatar ve doktorla birbirlerine tedavi uygulamaya başlarlar. Bu tedaviler sırasında

doktor kendi sorunlarını biraz abartarak anlatır ki Nietzsche itiraf sürecine girmekte çabuk davransın.

Fakat Nietzsche direnmekte kararlıdır. Dr.Breuer'de onun direncini kırmayarak ona yardım etme

çabalarını biraz yavaşlatmaya başlar. Bu arada tedaviler sırasında gittikçe iyi arkadaş olurlar ve

birbirlerine isimleriyle hitap etmeye başlarlar.

Tedavi sonucunda Nietzsche'nin migreni iyice kaybolmuştur fakat ruh durumu olduğu gibi duruyordur.

Tedavi sona erdiğinde ise Nietzsche o ülkeden ayrılmaya karar verir.

Doktor da onu engellemek için çok çaba gösterir. Çünkü seanslar sayesinde çok iyi iki dost olmuşlardır.

Breuer Nietzsche'ye kendi evinde kalmasını teklif etse de o bunu kabul etmez ve ülkeden ayrılarak ılık

güneş ve yağmursuz bir havası olan italya'ya gider.

 

KİTABIN İSMİ::

Bir gün kadınlar hakkında konuşurlarken Nietzsche sandalyeye oturup birdenbire ağlamaya başlıyor.

Breuer ağlamasının sebebini sorunca da 'duygularını biriyle paylaşmış olmasının onu duygulandırdığını'

söylüyor.

 

Kitabın adı da bu sebepten dolayı 'NİETZSCHE AĞLADIĞINDA' konuluyor.

Çünkü Nietzsche kitapta nerdeyse hiç ağlamayan, gülmeyen, katı biri olarak tasvir ediliyor.

Fakat insanın duygularını bir yere kadar saklayabildiğinden en nihayetinde gözyaşlarnı tutamıyor.

YAZARI:
IRVIN D. YALOM
Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi psikiyatri profesörü.

TheTheory and Practice of Group Psychotheraphy/Grup Psikoterapi:Teorisi ve Pratiği,

Existential Psychotheraphy/Varoluşsal Psikoterapi ve Inpatient Group Psychotheraph/

Hastanede Grup Psikoterapisi ders kitaplarının yazarı;

ayrıca Every Day Gets a Little Closer/Her Gün Biraz Daha Yakın ve
Encounter Groups:First Facts/Karşılaşma Grupları:İlk Olgular kitaplarının yazarlarından

biri.

Love's Executioner and Other Tales of Psychotheraphy(Aşkın Celladı) kitabı da 1990'da

yayımlandı.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.