Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kader, İrade, İmtihan


sur

Önerilen İletiler

Nerden başlayalım nereye gidelim hiç bilemediğimiz bir konu ve bu yazıyı yazmak gerçekten çok zor. Yazarken yanlış anlaşılmalara mahal vermek çok kolay. Yazmak için de çok bekledim ve çok düşündüm. Yazarken oluşuyor aslında nasıl anlatacağım, dolayısı ile giriş kısmını çok uzun tutmayacağız. Konumuz Kader ve İrade, Amentü’nün (İmanın şartlarının) 6. Maddesi “Kader hayır ve şerr’in Allahtan Olduğuna” iman.

Sahih bir kaç hadisle başlayıp üzerine anladığımızı yazalım :

 

1. Hadis

Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:

Bize daima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Allah (c.c.) Resulü (a.s.) şöyle buyurdu: “Sizin birinizin yaratılışı kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra orada bir o kadar zaman içinde asılı bir parça hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem ete dönüşür. Sonra bir melek gönderilir ve kendisine ruh üfürür. Melek, dört kelime yani rızkını, ecelini, amelini şaki ve said olduğunu yazmakla emrolunur. Kendisinden başka ilah olmayan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki, sizden biriniz Cennet ehlinin ameli ile amel etmekte devam eder, nihayet kendisi ile Cennet arasında bir arşından başka mesafe kalmaz. Bu sırada yazısı o kişinin önüne geçer de Cehennem ehlinin ameli ile amel etmeğe devam eder ve Cehenneme girer. Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin ameli ile amel eder, nihayet kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşın mesafe kalır. Bu sırada yazısı önüne geçer de Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennete girer.”

Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 4781

 

Hadis çok net, bir açıklamaya gerek yok aslında sadece anladığımız özet şöyle; insanlar doğmadan önce bütün ameli belli, şaki “cehennemlik” , said “salih kul” olduğu yazılıyor. İnsan doğduktan sonra sadece kendine biçilmiş olan rolü yerine getiriyor. Cennetlik ise cennetlik amel Cehennemlik ise cehennem ehli ameli işliyor. Sağa sola çekmeye eğmeğe büğmeye gerek var mı? Çok net değil mi, kaderin ne olduğu. Burdan sonra akla ilk gelen soru imtihan, amel, irade nasıl? Bunuda 2. hadis’de efendimizden dinleyelim.

 

2.Hadis

Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatır:

Bakiu’l-Ğarkad mezarlığında bir cenazede idik. Allah (c.c.) Resulü (a.s.) yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Beraberinde bir asa vardı. Allah (c.c.) Resulü başını eğdi. Elindeki asayla yeri çizmeye başladı. Sonra: Sizden hiç bir kimse ve yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki, muhakkak Cennetteki ve Cehennemdeki yerini Allah (c.c.) yazmış olmasın. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu muhakkak yazılmıştır! buyurdu. Bunun üzerine bir kimse: Ey Allah (c.c.)’ın Resulü! Öyle ise bizler ameli terk edip yazımız üzere durmayalım mı? dedi. Allah (c.c.) Resulü: “Saadet ehlinden olan kimse saadet ehlinin ameline varacak, şekavet ehlinden olan ise şekavet ehlinin ameline varacaktır,” buyurdu ve şunu ilâve etti: “Sizler amel edip çalışın. Çünkü herkese imkan verilmiştir. Saadet ehline, saadet ehlinin ameli müyesser olacaktır. Şekavet ehline de, şekavet ehlinin ameli kolay gelecektir.” Sonra Allah (c.c.) Resulü şu ayetleri okudu: Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan sayarsa biz de onu en güç olana hazırlarız.

Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 4786

 

Ne muhteşem bir zat. Nasılda güzel açıklamış. Konu çok basit yine karıştırmaya gerek yok, efendimiz de öyle yapmış net söylemiş. Biz amel etmek zorundayız çünkü fıtratımızı var eden, böyle var etmiş. Amelimiz, yaratılışta belirtilen gaye üzerine olacak. Yani cehennem ehlinin amelini işleyip Cennet’e giremeyeceğiz. Cehennem’e girecek olan zaten Cehennem’e girecek ve ben neden Cehennem’e girdim diyemeyecek çünkü ameli öyle.

 

İki hadis örneği kafi, ancak merak edeniniz varsa “Kader ile alakalı hadis” yazarak internette aratabilir. Hepsinin aynı şeyi söylediğini göreceksiniz. Hadisleri ve ayetleri okuduktan sonra; hani irade, hani adalet, diye düşünme ihtimali yüksek. Din’de anlatılan herşeyi birey bazına indirip anlamaya çalıştığımız için çözemiyoruz. Şimdi de bir kaç ayet örneği verelim ve irade ve adalet hususundaki araştırmalarımız dile getirelim.

 

Kuran noktasında müteseffir olmadığımız için ayetlerin tefsirini yapmak üzerimize vazife değil ancak, Kuran, biz yeryüzüne halife olan insan için indiğine göre anladığımızı yazmakta bir sakınca görmüyoruz. Belirtilen ayetlerin altına bize yansıyanı yazacağız.

10. Sure/49. Ayet: De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar, ne de bir fayda verebilirim. Her ümmet için bir süre vardır. Süresi dolunca artık ne bir an geri, ne de bir an ileri gidebilir.”

Burda anlaşılması gereken birinci husus; herşeyi Allah’ın istediği ölçüde yapabileceğimiz. Ikinci husus ise; ümmet ve birey olarak hayata dair yaşam süremiz belli, artırmamız ve ya azaltmamız mümkün değil. Çok yaşayacaksak Allah bizim fıtratımıza sağlıklı beslenmeyi ve ona uygun ortamda yaşamayı nasip ediyor, ayrıca güvenli bir de iş veriyor. Aksi durumda da tersi geçerli, tabi ne kadar sağlıklı yaşarsak yaşayalım 15 yaşında arkadan vurulmayacağımızın garantisi yok, bunada izin veren yine Allah. Allah indinde bir sır bu, neden ve ne zaman öleceğimiz onun hesabı, biz bilemeyiz. Cehennemde bize ihtiyaç varsa, dünyada cennet ameli işletip insanlara faydalı olmamızı sağlayıp son nefesimizde şirke düşürerek Cehennem de vazifemize gönderebilir. Bunu ancak Allah bilir.

Şunu farkettim ki yazdıkça karmaşıklaşıyor. Eğer yazdıklarımız karmaşık gelirse, ayeti ve ya hadisi ilk okudunuğunuz da sizde zuhur eden manaya amel etmeniz en doğrusu olacaktır.

7. Sure/34. Ayet: Her ümmetin dünyada kalacağı müddet için takdir edilmiş bir ömrü vardır. Süreleri biten ümmet ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gidebilir.

Keza bu ayetten de yukarıdaki mana çıkarılabilir. Bırakın bireyi Allah ümmetlerin ömürlerini kesin çizgiler ile belirlemiştir. Birey bir olgu ise ümmet’te birey gibi Allah indinde tek bir olgudur.

54. Sure/52.-53. Ayet: Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük büyük her şey satır satır yazılıdır.

Bu ayette belirtildiği üzere Allah bütün yapacaklarımızı öncesinde belirlemiş, “ben yaptım” kelamını manasız bırakan bir ayet.

6. Sure/2. Ayet: Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.

Kesinlikle şüphe etmememiz gerektiğini, gelenin Allah’tan olduğuna iman etmemizin ehemmiyetini vurgulayan bir ayet. Ecelimizi takdir eden yine o, Allah herşeyi biliyor ve bildiğini bize net bir şekilde bildiriyor.

Kader’i anlama noktasında görüşümüz özetle şu : “Bizim bir hükmümüz yok, hüküm Allahın. Herşeyi bilen ve takdir eden o, biz sadece bize biçilmiş olan rolü yerine getirmekle yükümlü varlıklarız, ondan gayrı olarak kendimizi görmeyiz, onun bir parçası, ancak asla o değiliz.” Bu tanımlama aslında kolu kanadı kırık eksik bir tanım, kader, insanın içinde yaşaması, hissetmesi gereken bir olgu, anlatmak mümkün değil, çünkü kaderin anlaşıldığı yerde ne dil var ne kelam ne de ben. Kader bahsini bitirmeden önce Hz. Hızır ve Musa A.S arasında geçen kıssayı buraya eklemek istiyoruz :

Musa aleyhisselâm, birgün Hazret-i Hızır’ı “aleyhisselâm” görünce, ona yaklaşıp selâm verdi. Selâmına cevap veren Hızır aleyhisselâm sordu:

- Burada selâm veren bulunur mu? Sen kimsin?

- Ben Musa’yım “aleyhisselâm”

- İsrailoğullarının Musa’sı mı?

- Evet.

Bu tanışmadan sonra, Musa aleyhisselâm, asıl maksadını söyledi:

- Allahü teâlânın sana ihsan edip bildirdiği ilimden, biraz öğretmen üzere sana tâbi olayım mı?

Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm şu cevabı verdi:

- Ya Musa! Bende, Allahü teâlânın ihsan edip verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allahü teâlânın sana verdiği öyle bir ilim vardır ki, ben de onu bilemem. Sen benimle beraber olamazsın ve bende bulunup, sende olmayan ilmim ile yaptığım işlere sabredemezsin!

- Beni inşaallah sabırlı bulursun. Senin hiçbir işine müdahale etmem.

- Ben sana hikmetini ve sebebini izah edinceye kadar, yaptığım işler hakkında bana sual sormamak şartıyla, benimle beraber olabilirsin.

Musa aleyhisselâm, oraya kadar beraber geldikleri Yûşa aleyhisselâmı İsrailoğullarının yanına gönderdi.

Hızır aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm ile sahil boyunca bir müddet yürüdüler. Giderlerken bir geminin geçmekte olduğunu gördüler. Gemicilere, kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemiciler Hızır aleyhisselâmı tanıyıp, onları ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. Bu sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır aleyhisselâm, bu kuşu göstererek dedi ki:

-Ya Musa, Allahü teâlânın ilmi yanında benim ve senin ilmin; denizin yanında, şu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile değildir.

“Bana güçlük çıkarma!”

Bindikleri gemi bir müddet yol aldıktan sonra, Hızır aleyhisselâm, bir aletle gemiye hasar vermeye başladı. Geminin suya temas eden tahtalarından birini söktü. Musa aleyhisselâm, bu durumu görünce, müdahale ederek dedi ki:

-Sen ne yapıyorsun? Bizi ücretsiz gemiye bindirdiler; sen ise gemiyi delip, içindekileri batırmak istiyorsun.

Bunun üzerine, Hızır aleyhisselâm, “Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi?” diyerek ayrılmak istedi.

Musa aleyhisselâm, “Dalgınlığımdan dolayı beni kınayıp da bana güçlük çıkarma!” deyince; Hızır aleyhisselâm, yapılan bu ilk muhalefetin dalgınlık ile olması sebebiyle, Musa aleyhisselâmdan ayrılmadı ve yolculuğa devam ettiler.

Yine sabredemedi

Musa aleyhisselâm ile Hz. Hızır’ın bindikleri gemi karşı sahile varınca, inip yürüdüler. Yolda oynamakta olan bir grup çocuğa rastladılar. Hızır aleyhisselâm, o çocuklardan birini tutup, öldürüverdi. Musa aleyhisselâm dayanamayıp, Hızır aleyhisselâma dedi ki:

- Tertemiz bir cana kıydın. Hiç günahı yok iken onu öldürdün!

- Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi?

- Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme! O zaman benim sana bir diyeceğim yoktur.

“Ayrılmayı gerektiren sebep”

Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm bir müddet daha beraber olmayı kabul etti. Yolculuklarına devam ettiler. Sonra yolları bir beldeye düştü. O memleketin ahalisinden yiyecek bir şeyler istediler. Fakat onlar hiçbir şey vermediler ve misafir etmek de istemediler. Sonra o beldede dolaşmaya başladılar. Bu sırada, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır aleyhisselâm, eliyle duvarı doğrultuverdi. Duvarın yıkılmasına mâni olup sağlamlaştırdı. Musa aleyhisselâm, kendilerini misafir etmeyen bu belde halkına böyle bir yardımın yapılmasına sabredemeyip şöyle dedi:

-Eğer isteseydin, bu duvarı doğrultmana karşılık, onlardan bir ücret alırdın. Biz de ihtiyacımızı gidermiş olurduk.

Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm, Musa aleyhisselâma ayrılık zamanının geldiğini bildirerek dedi ki:

-İşte bu sualin artık ayrılmamızı gerektiren bir sebeptir. Şimdi sabretmeye dayanamadığın şeylerin hikmetini sana açıklayacağım:

Bindiğimiz gemiyi delip yaralamamın sebebi şudur: O gemi, geçimlerini denizden temin eden on fakir kardeşe aitti. Karşı sahilde ise, sağlam olan gemilere el koyarak, zorla alan zalim bir hükümdar vardı. O zalimin, “Bu gemi sağlam değildir!” diye el koymaması için gemiyi yaraladım. İşte gemiyi kusurlu hâle getirişimin sebebi budur. Böylece, o zalim hükümdarın onu gasp etmesine mâni oldum.

Öldürdüğüm çocuğa gelince; bu çocuk, bulûğ çağına ermiş, yol kesen azgın ve taşkın bir kâfir idi. Anası ve babası ise halis birer mümindiler. Eğer, o çocuğu öldürmeseydim, ana ve babasının küfre düşmesine sebep olacaktı. O çocuğu öldürmekle, biz istedik ki; mümin olan anne ve babası küfre düşmekten kurtulsun; Allahü teâlâ da onlara bedel olarak, temiz ve salih bir evlât versin.

[Hızır aleyhisselâmın öldürdüğü çocuğun anne ve babasına, Allahü teâlâ hayırlı bir kız çocuğu vermiştir. Bu kız, bir peygamber annesi olmuş ve o peygamber vasıtasıyla bir ümmet hidayete ermiştir.]

Yıkılmak üzere iken doğrulttuğum duvara gelince; o duvar, salih bir babanın iki yetim çocuğuna aitti. Altında bir define vardı. Eğer duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp define ortaya çıkacak, çocuklar da henüz küçük oldukları için, mallarına sahip olamayacak ve define başkalarının eline geçecekti. Çocuklar büyüyünce defineye sahip olabilsinler düşüncesiyle duvarı düzelttim. Bütün bunlar, her ikimiz için Rabbimizden bir rahmet idi. İşte senin sabredemediğin hâdiselerin hikmeti bunlardır.

Hızır aleyhisselâm bu sebepleri açıkladıktan sonra, Musa aleyhisselâmdan ayrıldılar. Peygamber efendimiz “aleyhisselâm” bir hadis-i şerifinde, bu hâdisenin, Musa aleyhisselâmın üçüncü suali sormasına kadar olan kısmını anlattıktan sonra buyurmuştur ki:

(Allahü teâlâ Musa’ya rahmet etsin. Ne olurdu, sabretseydi de aralarında geçecek hâdiseler Allahü teâlâ tarafından bize bildirilseydi.)

Gelelim iradeye, iradeden kasıt insanın bir şeyi tercih etmesi, tercih etmek kime göre? BEN mi tercih ediyorum yaşadığım hayatı. Hayır. Bizim tercih ettiğimiz hiç bir şey yok. Bakın Allah kitabında ne diyor:

Enfâl(*) Sûresi

17 – (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı.4 Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Böyle bir ayet’i kerime varken benim iradem var demek ne oluyor? Nerde ki senin iraden, yani cüz’i iraden. İrade küll’dür yani tektir. Herşeyde olduğu gibi irade’de tek’tir. Özünde kadere iman etmekte böyledir. İrade Küll’dür Cüz’i irade diye bir şey yoktur. Bunu izah edelim; Cüz’i irade yok dediğimiz anda insanlara biraz itici bir tabir gibi geliyor, olabilir. Aslında Cüz’i irade yok demek “bireyler, yok görünen herşey, bir hayalden ibaret” demekten farklı değil. Cüz’i irade denen şey Küll’i iradenin birey tarafından gözlemlendiğinde isminin değiştrilmiş halidir. Yani birey gözü ile bakarsan evet cüz’i irade var, ancak o sadece küll’I iradenin yansıması. Bütünden çokluğa nazar ettiğinizde ise cüz’i irade hükmünü yitirir. Kuran söylüyor, sen yapmıyorsun ancak Allah yapıyor.

Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra gayet doğaldır ki imtihan nerede, buna bağlı olarak Allah’ın adaletine ne oldu diyebilirsiniz, zaten sormanız lazım. Şimdi bu konuya değinmeye çalışalım. Allahın adaletine örnek olarak yukarıda verdiğimiz kıssa bir referans kabul edilebilir, yani adalet anlayışı birey bazında çok başka Allah indin’de çok farklıdır. Adalet ile alakalı bir de Hz. Ömer uygulaması örnekleyelim :

Hz.Ömer beytül-mal’dan (kamu hazinesinden) halka mal verirken der ki: ‘Allah adaleti ile mi mal dağıtayım, yoksa Ömer adaleti ile mi?’ Oradakiler ‘Allah adaleti ile’ derler. Bunun üzerine Hz.Ömer sırayla gelene eline geleni vermeye başlar… İtirazlar yükselmeye başlar… ‘Ya Ömer sen ne yapıyorsun? Biz daha adaletli olur diye Allah adaletini istedik, daha da adaletsiz oldu dağıtımın’ derler. Hz:Ömer der ki: ‘Ömer adaleti deseydiniz, kim neyi hak ediyor bilemezdim, eşit olmaya gayret ederdim…’’”

 

Hz. Ömer’den aldığımız örnekte gördüğümüz gibi, Allah’ın adaleti beşeriyet nazarındakinden çok farklı, beşer noktasından adaleti değerlendirmemiz çok doğru olmaz. Allah adaleti herşeye ve bütüne var. Bireysel nazardan düşündüğümüz adalet ancak bizi yanıltır. Allah adildir diyeceksin ve bırakacaksın. Allah’ın adaletine sorgu olmaz, çünkü bilemeyiz ve bütün evreni düşünerek bir sonuç oluşturamayız. İnsanın en küçük hareketi evrenin en ücra noktasındaki bir oluşumu etkiliyebilir, keza terside geçerli, çok kısıtlı olmamızın sebebi dünya hayatı ile bağımlı olmamız, anlayamamız ve ya değerlendirememiz de bundan.

Gelelim bir diğer konu imtihana. Genel olarak imtihan’a beşer, bireysel açıdan yaklaşıyoruz. Yani imtihan diyince bu gün girdiğimiz çeşitli fiziki sözlü ve ya yazılı imtihanlar geliyor aklımıza. Bizim bu daracık, Allah indinde yok hükmündeki bünyemizde düşündüğümüz imtihan ile sonsuz sınırsız olanın imtihan’ının aynı olduğunu düşünmek abes değil mi, imtihan ile alakalı bir kaç ayet’e göz gezdirelim :

2:155 – Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!

Ayette görüldüğü üzre imtihan dan kasıt başımıza gelen müsibetlere sabredip sabredemeyeceğimiz. Allah öyle bir düzen var etmiştir ki belirli özellikleri elde etmek için bazı müsibetlerin üstesinden gelmek gerekir. İşte imtihan bu, başımza gelen müsibetlere sabredip sabredemeyeceğimiz. Her ne kadar Allah indinde bizim sabredip sabredemeyeceğimiz belli bile olsa. Allahın yaratmasında bütün oluşumlar, öncesinde bir hikmet ile bağıntılı ve reaksyona girerek oluşur, dolayısı ile bu açığa çıkışa kullanılacak ve beşere anlatılabilecek en uygun kelime bu; “İmtihan” sistemin dayatmalarına verdiğimiz yanıt, ve bizdeki açılımları.

3:186 – Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.

Bu ayette de aynı noktaya vurgu yapılmış, gelen eziyete sabredebilme kabiliyeti ve sonucunda bizde gerçekleşen açılımlar.

21:35 – Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.

Hayatta çeşitli zorluklarla karşılaşarak kendimizi ölüme hazırlayacağımızı hatırlatıyor. İşte gerçek, ölüm. Bizi var ettiği fıtrat doğrultusunda imtihana tabi olacağız ve sistemin dayatmalarına verdiğimiz cevaplar ile kendi ahiretimizi var edeceğiz.

7:168 – Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.

Hakka dönmemize vesile olacak imtihanlar Allah tarafından bizlere verilir. O imtihanlara sabredebilenlerden olursak Allah’ın Cennet için var ettikleri kategorisine girebileceğimizi iletiyor C.C .

Bu yazımıza burada nokta koyarken, sabırla sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Allah hakka erenlerin yoldundan bizi ayırmasın, Amin.

 

Alıntı Kaynağı: -www.nerdenbileceksin.com/kader-irade-imtihan-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

farkli bir yorum paylasmak istedim..

 

“Güzellik teklif edilir, netice değildir” (Bergson)

Güzel BULDUĞUMUZ her çiçek, her kelebek, her gün batışı… Bize bizdeki bu gizli gücü işaret ediyor. Adına ister yargı deyin, ister tercih, ister başka bir şey.

Determinist, bilimsel, materyalist bir kafesin içindeyiz. Tabiat’ın kurallarına tabi “ten kafesi”. Acıkan, susayan, korkan, yanabilen hatta ölebilen ten kafesi. Bu kafes kendi tabiatına TAMAMEN ZIT olan bu mavi kelebeği hapsediyor.

Tırtıl olarak girdiği kozadan kelebek olarak çıkan, kanatlarını Zaman’a açan bir kelebek: Özgür irade. Ne garip bir varlık özgür irade.Şiirsel bir dille ihata edebiliyoruz onu. Çünkü fizikî boyutları, renkleri olan mekânsal bir varlıktan bahsetmiyoruz.

Zamansal bir varlıktan bahsediyoruz.GÖR-ünen ya da ön-GÖR-ülebilen değil ancak yaşanabilen bir varlık özgür irade.

Fazla mı teorik bu sözler?

Fazla sanatsal?

Fazla metafizik belki?

Yaşamınıza anlam veren şeyleri gözden geçiriverin çabucak: Bu özgür iradeye yaslanarak ayakta durabiliyor bütün gelenekler, kişisel değerler ve hukuksal yapılar.

En laik hatta en dinsiz adalet sistemi dahi iki ilkeyi peşinen kabul ederek inşa ediliyor:

  • 1) İnsanların iyi-kötü ayrımı yapma kapasitesi vardır,
  • 2) İnsanların iyiyi seçecek cesareti olmalıdır, bu bir ödevdir.

Determinist kurallarla “su 100 derecede kaynayacak” diyerek geleceğiGÖRebildiğimiz gibi “şu çocuk katil olacak” diyemiyorsak işte bu yüzdendir. Yoksa anaokullarından toplardık potansiyel katilleri, sübyancıları, tecavüzcüleri…

Vücudumuzun büyük bir kısmı su. Geri kalanı ise karbon, azot, vs. Tıpkı su molekülleri gibi bilimsel determinizme boyun eğmek zorunda olan atomlar, moleküller, bu moleküllerden oluşan proteinler, dokular, organlar.

Suyun kaynama noktası sabit iken nasıl oluyor da bir insanın ne zaman, nasıl katil olacağı da sabit olmuyor? Kimyasal bileşenlerin neresinde akıl? Vicdan?

Pişti oyunu gibi hayatımız. Dağıtılacak kartları (=Başımıza gelecekleri seçmiyoruz).

Kısmet, nasib, şans…

Ama kartları takip etmek gerek pişti yapmak için. Papazların hepsi çıktı mı? Öteki oyuncuların elini tahmin etmeli…

Ne var ki Hayat’ın piştisi tuhaf biraz: Kartların sürekli karıldığı, sürekli yeni kartların eklendiği bir oyun. Her an her şey mümkün!

 

***

 

Duygularımızın etkileşimini, dış dünyanın hissiyatımızda yaptığı değişiklikleri illâ ki bir eşyaya benzetmek icab ederse suya düşen mürekkep damlalarını nazara alabiliriz diye düşünüyorum.

Her damla yeni bir renkte, farklı ve öngörülemez şekiller oluşturuyor. Renkler ve şekiller Zaman’la birbirine karışıp yeni hislere ve eylemlere kapılar açıyor. Yine de nefsimizin hallerini anlamak için gösterdiğimiz çabalar genellikle boşa çıkıyor çünkü Tabiat bilimlerinin bize öğrettiği sebep-sonuç zinciri ve tümevarım gibi yöntemlerle bakıyoruz kendimize.

Açalım biraz.

Birinci etap: Önce tabiatta aynı anda görünen ya da peşpeşe gelen olayların arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kuruyoruz. Bunda bir sakınca yok tabi ama bir süre sonra tümevarım yoluyla kurduğumuz bu ilişkiyi bir tür kudret gibi görmeye başlıyoruz.

Russell’in tümevarımcı hindisi gibi gerçeklikten kopuyoruz giderek(*) Bizim icadımız olan ilişkilere “kanun” adı veriyoruz. Tabiat’ın bu kanunlara uyacağını vehmediyoruz!

İkinci etap: Bilim’e, analitik zekâya olan güvenimiz neticesinde Hakikat ileBilimsel Kesinlik kavramlarını karıştırıyoruz. Ta Galieo’dan, Descartes’tan gelen bir yöntem hatası bu. Ama o kadar yaygın ki artık, tersini söyleyen “gerici / bilim düşmanı” ilân ediliyor anında.

Üçüncü etap: Yanılmazlık(!) Vasfı ile donatılan Bilim Zaman’dan ve Mekân’dan münezzeh, her şeyi GÖR-ebilen, her şeyi ön-GÖR-ebilen bir tür tanrı oluyor. Bütün parametrelerini kontrol altına aldığımız, ölçtüğümüz Şimdiki Zaman bu aşamada Gelecek’i ihtiva ediyor(!) August Compte gibiyiz, damarlarımızda kan yerine pozitivizm akıyor artık!

Dördüncü etap: Delilik bedava! Neden biraz daha ileri gitMEyelim ki? Bilimsellik adıyla kutsadığımız tartışılmaz(!) hata yapmaz(!) ve hesap vermez(!) Tanrı-BilimEŞYA hakkındaki bulgularını İnsan’a uyarlıyor. İnsan’ın şeyleştirilmesi tamamlandı. O artık bir rakam, bir istatistik, öngörülebilir bir şey.

Bütün totaliter rejimlerde bu şeyleştirme sürecini görebilirsiniz. Komünizm, Faşizm, Liberal totalitarizm… Mavi kelebek öldü, kelebek şeklinde örülmüş bir duvar kaldı geriye. Uçmasına ne gerek var?

Gece-gündüz Tanrı-Bilim’e hamd edin artık!

Çıkış yolu yok mu?

Yine totaliter bir rejimden bahsederek bir çare, bir çıkış yolu arayalım ve ardından sırlayalım bu bahsi:

 

totalitarizm_sosyalizm-233x300.jpg

 

The Lives of Others” isimli film Komünist Doğu Almanya’nın gizli polis teşkilatı Stasi’de görevli bir insanın kaybettiği insanlığını yeniden buluşunu konu alıyor. HGW XX/7 kod adıyla görev yapan Yüzbaşı Gerd Wiesler (Ulrich Mühe) devletin baskıcı politikalarını meşru göstermek için bütün totaliter rejimlerin yaptığı gibi “iç düşman” peşinde. Yaptığı işin yani insanları fişlemenin, evlerine gizli mikrofon yerleştirmenin doğruluğuna inanmış uzman ve işgüzar bir sosyalist.

Fakat bir takım beklenmedik olaylar ve Wiesler’in iç hesplaşmaları neticesinde bazı şeyler ters (yani düz) gitmeye başlıyor. Sosyalizme olan inancı, emirlere itaati, görevini mükemmel biçimde icra edişine baktığımızda üzeri buzlarla kaplı bir göl gibi. Wiesler adlı bir insan görmüyoruz, HGW XX/7 kod adlı bir robot iş başında. Takip ettiği insanları Sosyalizm uğruna feda eden, işkence tezgâhlarına hatta ölüme gönderen soğuk bir makina HGW XX/7. Bürokrasinin çarklarından bir çark.

Ama buzlarla kaplı bu gölü çatırdatarak yukarı fışkıran tazyikli bir kaynak suyu gibi, nereye akacağı önceden kestirilemeyen bir şey var HGW XX/7′nin içinde. Adı üstünde, “özgür” bir irade. Maddî çıkarlarını, kendi güvenliğini, kariyerini takip eden HGW XX/7 gitgide makineleşmiş, büyük bir kıyma makinesinin küçük bir dişli çarkı olmuş ama o da bir insan ve özgür iradesini kullanacak sonunda. Bir dişli çarktan bekleneni yapmayacak artık…

Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri işte bu uyanışın eyleme dönüşmesi. Bir gün çocuk parkında karşılaştığı küçük bir kız çocuğuyla aralarında şöyle bir konuşma geçiyor meselâ:

  • - Sen Stasi’den misin?
  • - Sen Stasi’nin ne olduğunu biliyor musun?
  • - Evet. Sizler kötü adamlarsınız. İnsanları yakalayıp hapse atıyorsunuz.
  • - Kim dedi sana bunu?
  • - Babam dedi.
  • - Senin babanın… ee şey topunun adı ne?
  • - Ne aptal şeysin sen. Topların adı olmaz ki!

İnsan ne kadar baskı altında kalırsa kalsın tabiatına boyun eğmek zorunda değildir. Tabiatı icabı fare yakalaması gereken bir kedi değildir insan.

Her an frene basabilir ve “bir daha asla!” diyerek yeni bir hayatın kapısını aralayabilir.

Gerçekte Zaman’ın tabiatı farklıdır, Zaman GÖR-ünmez, yaşanır. Bu sebeple Hayat’ın her An’ı yeni bir başlangıçtır.

Özetle, tıpkı Güzellik gibi İyilik, Adalet, Doğruluk birer tekliftir, netice değildir! Zaman denen zeminde(!) kanat açan “Ben” ön-sebeplere ihtiyaç duymayan bir ilk sebeptir. Tabi eğer idrak edebilirse… (alinti)

 

slm.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.