Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....


İNTERLOCK

Önerilen İletiler

220px-Blake_jacobsladder.jpg

 

"Cehennemde yanacak olan tek şey, senin yaşama

sarılan parçandır. Hatıraların ve sevdiğin şeyler.

İşte, cehennemde bunları yakacaklar.

Ama bu bir ceza değil..

Ruhunu kurtarıyorlar!

 

Eğer ölmekten korkuyorsan ve yaşama sarılıyorsan,

yaşamını senden almaya çalışan şeytanları görürsün.

Ama, kendinle barışırsan, işte o zaman şeytanlar

gerçek bir melek olup, seni bu dünyadan kurtarırlar.

Her şey bakış açına bağlı!

Onun için korkma.. Tamam mı?"

 

Jacob's Ladder

Film: 1990-Adrian Lyne

Keayn ve Yol-Gösterci zihin oyunları.

 

**

 

Meister Eckhart,

Yalnızcılığa/Münzeviliğe/Ferdiyet'e doğru;

"Von der Abgeschiedenheit" adlı vaazında,

Ruh/Aura ile Tanrı arasındaki birliğin/Tevhid'in

4 evresini tanımlar.

 

Eckhart'ın olgunluk dönemi görüşlerinin temelini

oluşturan bu evreler:

Benzemezlik, Benzerlik, Özdeşlik ve Atılımdır.

 

Başlangıçta Tanrı her şey, yaratık ise bir hiçtir;

son evrede ise,

"Ruh, Tanrının üzerindedir."

Bu sürecin itici gücü;

"Kaçınma/Die Abstinenz/Mahv" dır.

 

Benzemezlik:

Bütün yaratıklar salt hiçliktir.

Var olmak Tanrı'nın doğasındadır;

buna karşılık yaratıkların varlığı yalnızca bir türevdir,

Tanrı'dan gelir.

Tanrı'nın dışında "Salt Hiçlik" vardır.

"Şeylerin varlığı, Tanrı'dır."

"Soylu İnsan" şeylerin kendi başına bir hiç olduğunu

bilerek, ama tümünün de Tanrı ile dopdolu bulunduğunu

unutmadan, onların arasında bir kaçınma, doygunluk

tavrı ile dolaşır.

 

Benzerlik:

Tikel-den/Cüz'î/Kişisel ölçütlerden/Criterion

uzaklaşarak, Tümel-e/Küll-e/Alemî/Hâss İsimlere:

Esma-ül Hüsna'ya yaklaşan/Yakin olan insan,

kendisinin de Tanrı'nın imgesi/Tahayyülü olduğunu

fark eder.

Ve böylece, gerçekte/sahih bir özümlenme yoluyla

Tanrı'ya benzemeye başlar.

 

Özdeşlik:

Eckhart'ın Tanrı ile Ruh arasındaki özdeşlikle/aynılık

ilgili pek çok önermesi kolayca yanlış anlaşılabilir.

Gerçekte, Eckhart hiçbir zaman tözel/cevher kavram

olarak bir özdeşlik öne sürmemiş, ama Tanrı'nın etkinliği

ile insanın oluşumunu bir saymıştır.

Tanrı artık insanın dışında değildir,

tümüyle içselleştirilmiştir.

 

Dolayısıyla düşünür şöyle der:

 

"Tanrı'nın varlığı ve doğası, benim varlığım ve doğamdır.

İsa artık ruhun şatosuna girer.

Ruhtaki kıvılcım zamanın ve mekânın ötesindedir.

Ruhun ışığı yaratılmamıştır ve yaratılamaz;

o ışık Tanrı'yı hiç bir aracı olmaksızın kendisinin kılar.

Ruhun çekirdeği ile, Tanrı'nın çekirdeği birdir."

 

Atılım:

Eckhart'a göre Tanrı ile özdeşleşmek de yeterli değildir.

Tanrı'yı terk etmedikçe, her şeyi terk etmek gene de

hiçbir şeyi terk etmemektir.

Oysa insan "niçinsiz" yaşamalıdır.

Hiçbir şeyi, Tanrı'yı bile aramamalıdır.

Bu düşünce, insanı Tanrı'dan önceki çorak varoluşa

götürür.

Eckhart'a göre Tanrı,

yalnızca yaratıklar ona yakardıklarında, "Tanrı" olarak

vardır.

 

Eckhart, yaratıcı olarak düşünülen Tanrı'nın ötesinde,

bütün nesnelerin kaynağında yer alan gerçekliğe

"Tanrısallık" adını verir.

"Tanrı ve Tanrısallık, gök ve yer kadar birbirinden

ayrıdır."

 

Ruh artık oğul değildir.

Ruh şimdi Baba'dır.

Tanrı'yı tanrısal bir kişilik olarak vücuda getirir.

 

Anabritannica'dan alıntı.

 

**

 

Terk-i Mâsivâ:

-Allah'tan gayrısını terk etmek.

-Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya

işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek.

-Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri

bir sevgi bırakmamak.

 

Terk-i Terk:

-Ucbe ve Fahre girmemek/düşmemek için terkettiklerini

de düşünmemek.

 

"Der Tarîk-i Nakşbendî lâzım âmed çâr terk:

Terk-i Dünya, Terk-i Ukbâ, Terk-i Hestî, Terk-i Terk. M."

 

"Nakşbendî Tarikine girildiğinde Terk edilmesi gerekli

olan dört bakaya gerçeklik/Vetire:

Dünyayı Terk. Ahireti Terk. İkisinin Ortasını da Terk.

Tüm Terk edilenleri de Terk."

 

Ucb:

-Kibir, gurur.

-Kendini beğenmişlik.

-Ameline, yaptıkları işe güvenmek.

 

Fahr:

-Övünme.

-Yaptığını sayarak övünme.

-Övülmeye sebeb olacak işler yapan kimse/Övülen.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

achmed.jpg

 

merg-i hânegî / dîk / tarne goleth / dadjâdja

 

Süleyman'a Saba Melikesi Belkıs'ın cevabını

götürecek olan dadısı Sarahil, sol kolunun

altında.. dikilmiş ibikli, ateş saçan gözlü büyük

bir beyaz horoz tutuyordu..

 

Horozu Belkıs'ın ayaklarının önüne koyup karşısına

oturdu..

 

Ve ihtiyar Sarahil.. şahadet parmağını kaldırdı,

sol elini hayvanın göğsüne dayayıp yüksek sesle:

 

"buna cavap veren bu günahsız horoz aracılığıyla,

Yâ Allah.. bu esrarengiz horoz,

Yâ Allah, bu âlim horoz,

ulûhiyetinin niyetlerine vâkıf bu horoz,

Yâ Allah, günü haber vermekle görevli bu horoz..

aracılığıyla, ötüşüyle gecenin kötü cinnlerini

kaçıran gözü açık bu.. horoz adına, ışık ve hayatın

simgesi bu horoz adına.."

diye yemin edip.." yola çıkmış!

 

J.C.Mardrus

Burhan Oğuz

 

**

MESNEVÎ

Cilt: 3/3325

 

"didi nutk-ı kelb ile murgun ki hem

hânede bârî lisânın öğrenem"

 

adam,

"bari evdeki köpekle horozun

lisanını öğreneyim" deyince,

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

samsara-master-small01.jpg

 

BİR BAŞKA SAMSARA TASARIMI; MÖBİUS TUTUKLUSU..

 

Bir düşünce sürecinin başlaması; Hareket/Devinim.

Temel İşlemler Veri-Tabanı; Hareketlenme;

Basic Prog Operations Database; Mobilization/Kinesis.

 

Bir ruh durumundan başka bir ruh durumuna geçiş.

Zaman içinde durum/Hal/Paradigma/Mental uyarım/

Öğüt/Tenbih değiştirimleri..

 

Avam Tabakası/Popular-Lace üzerinde oluşturulan

psikolojik baskı.

"Main Operations Base; Mobilization"

 

Tek tek kişiler üzerinde uygulanacak belirli yöntemlerle

Sosyal Yaşam Platformunda istihdam dışı bırakmak;

Niyaz'dan/Vertical Moving mahrum bırakmak;

Mental Sevi-Bağı/Muhabbet Ortamı-Dışı bırakmak..

"Individual Unemployability"

 

Bu bağlamda; Kinesis:

"The movement of an organism in response to an

external stimulus; Haricî uyarana cevap olarak kişinin

hareketlenmesi"

 

Bu hareketlenme uyarıcıya bir tepki olarak belirir,

ancak uyarım kaynağı ile ilgi odaklı değildir.

Çünkü bir "Simulate Stimulation" durumu vardır;

Sistem, benzer sahte şartları oluşturarak, tahrik eder.

A'sâb/Asb'ı bozar, uyarır ve bu tarzda sevk eder;

"Cybernetics."

 

Zekâ-Akl Döngüsü ve Dönem Sınavları.

"Intelligence cycle-collections"

 

ve;

tüm bu sistemin uygulanmasında Stripe;

"Sanal Disk Birimi/Virtual Disk Volume" devrededir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

36141352_tn30_0.jpg

 

 

Bir derviş, Mecnun'dan:

"Oğul, kaç yaşındasın?"

diye sordu.

 

O ahvali perişan er:

"Tam bin kırk yaşındayım,"

diye cevap verdi.

 

Derviş dedi ki:

"A gaafil! Ne söylüyorsun sen?

Yoksa tamamıyla sapıttın,

daha ziyade mi delirdin?"

 

Mecnun dedi ki:

 

"Hayli oldu, bir an Leylâ,

bana yüzünü göstermişti.

Kırk yaşındayım ama bu kırk yıllık ömür,

ziyan oldu gitti.

Bin yıllık ömür, işte Leylâ'yı gördüğüm

o bir andı, o bir anda bin yıl yaşadım ben.

Kırk yıldır kendimdeydim, ömrümün akçesi

elimde değildi, yoksuldum.

Fakat o bir anlık zaman bin yıldır.

Hattâ Leylâ ile olduğum o an,

sayısız bir zamandır bence.."

 

 

Binlerce yıl, o makamda bir andır.

Ne söylüyorum ben, bu da söz mü?

Bundan da azdır hattâ.

 

Sonsuz varlık bulununca iki âlem de yok olur

gider..

 

Ferideddin-i ATTAR

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

ADAK - NEZİR - KADE - İMGELEM:

 

 

Brahmanoğlu Vajasrabasa, öldükten sonra cennete

gidebilmek ümidiyle Tanrı Brahman'a çeşit çeşit

adaklarda bulunurdu.

 

Ancak, adadığı kurbanları yaşlı, kör, topal işine

yaramayan davarlar arasından seçerdi.

 

Kutsal metinler ile öğretilmiş hakikatin idrakine

ulaşmış olan oğlu Nachiketa, babasının cimriliğini

görerek kendi kendine şöyle düşündü:

 

"Böyle değersiz adaklarla Brahman'ın cennetine

ulaşmak isteyen bir insan, muhakkak ki, mutlak

karanlığa mahkûm bir kimsedir."

 

KATHA UPANISHAD

 

**

 

MYTHOS: BİR EFSANE

PROMETHEUS:

 

"ÖNCEDEN GÖREN ZEKÂ VE ATEŞ TANRISI"

 

Titan Iapetos'un oğlu Prometheus, ölümlülerden

yana olur ve bundan böyle tanrıların yiyeceği

ile insanların yiyeceğini belirlemek için çok

büyük bir öküzü kurban eder.

 

Kurban ettiği öküzü iki bölüme ayırır:

 

Bir yanda hayvanın eti, iliği ve sakatatı;

bunların üzerine tiksinti veren görüngülerle

hayvanın derisini örter.

 

Diğer yanda, kalın bir yağ tabakası altında

eti sıyrılmış kemikler..

 

Zeus'tan payını seçmesini ister,

diğer pay ise insanların olacaktır.

 

Zeus kendini iştah verici yağa kaptırır ancak

kemikler ile karşılaşınca da Prometheus'a karşı

derin bir öfke ve kin duyar.

 

Bundan sonra ondan, türlü yollar ve biçimlerde

intikamını alacaktır.

 

**

 

TEVRAT: TEKVİN

Bab: 4/1-5

 

1-

Ve Âdem karısı Havva'yı bildi;

ve o gebe kalıp Kain'i doğurdu;

"Rabb'in yardımı ile bir adam

kazandım," dedi.

 

2-

Ve yine kardeşi Habil'i doğurdu.

Ve Habil koyun çobanı oldu.

 

3-

Ve Kain, günler geçtikten sonra,

toprağın semeresinden Rabbe takdime

getirdi.

 

4-

Ve Habil, kendisi de sürünün ilk

doğanlarından ve yağlarından getirdi.

Ve Rabb Habil'e ve onun takdimesine

baktı;

 

5-

Fakat Kain'e ve onun takdimesine

bakmadı!

 

**

 

KUR'AN: MÂİDE

5 : 27

 

Onlara Âdem'in iki oğlunun haberlerini

oku.

 

Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da

birinden kabul edilmişti, ötekinden

kabul edilmemişti.

 

 

KUR'AN: BAKARA

2 : 267-270

 

Hayır olarak harcadığınız,

ADAK olarak adadığınız herşeyi,

Allah mutlaka bilir.

Zalimlerin yardımcıları olmayacaktır.

 

Ey iman sahipleri!

Kazandıklarınız ve yerden sizin için çıkarmış

olduklarımızın temiz ve güzellerinden infak

edin.

 

Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız

pis, bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.

Bilin ki Allah ganî'dir; hamîdir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

pr_01_2484_min.jpg

 

UPANISHAD / SİLUETLERİN KİTABI

 

"Kişi rüyalar âlemide iken, varlığının özündeki

KENDİLİĞİNDEN NURANİ VARLIK, bedeni uykuya

sokar; bununla beraber kendisi daima uyanık

kalır ve kendi ışığı ile zihnin üzerinde bırakılmış

olan izlenimleri seyreder.

Ondan sonra Atman/Main Head kendisini tekrar

duyu organlarının şuuruyla hüviyetlendirerek,

bedenin uyanmasına sebeb olur.

 

"Kişi rüyalar âleminde iken, içte/enfüs'te bulunan

KENDİLİĞİNDEN NURANİ ÖLÜMSÜZ VARLIK, hayat

kuvveti vasıtası ile bedenin canlılığını muhafaza

eder.

Lâkin aynı zamanda kendisi bedenin dışına/afak'a

gider.

Tanrı, istediği yere gider."

(Seyr-i Enfüsî ve Seyr-i Âfâkî)

 

"KENDİLİĞİNDEN NURANİ VARLIK, rüyalar âleminde,

aşağı/dünyasal ve yüksek/ilâhi derecelerde bir

çok şekillere bürünür ve hâllere girer.

Bir kadınla sevişen, arkadaşları arasında gülüşen

veya korku dolu durumlarla karşılaşan kişi olarak

görünür."

 

"Herkes, bütün bu olayların farkındadır; ancak bu

olayları yaşayan varlığı/atman hiç kimse göremez.."

 

BRİHADARANYAKA UPANISHAD

 

** **

 

"Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir.

Bir pirinç veya arpa tanesi ya da hardal çekirdeği

kadar küçüktür.

Kalbimin derinliklerindeki bu Atman dünyadan,

gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan

daha büyüktür.

Bütün hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır.

Kendi içini kapsayan her şeyi tutan odur;

o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin

derinliklerindeki Atman, Brahman’dır.

Bu yaşamdan ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim."

 

CHANDOGYA UPANISHAD

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Precognitive-Dreaming-300x200.jpg-precognitive dream/önbilişsel rüya

 

ASTRAL'I ZORLAMAK..

 

Şuurun beden dışına taşması veya beden imajında

bozulmalar ile ilgili ifadelere, uyuşturucu alınarak

yapılan deneylerde de rastlamak mümkün.

 

Kimyager Albert Hoffman ünlü LSD denemelerinde

kendi benliğinin uzayda bir yerde asılı kaldığını ve

oradan yatakta uzanmakta olan bedenini izlediğini

bildirmiştir.

 

Carlos Castenada'da, Don Juan'ın psychedoic

karışımını içtiği zaman benzer hisleri yaşamıştı.

Bedeni dışında ağaçtan düşen kuru bir yaprak

gibi salınım hareketleri yaptığını, sanki vücudunu

kaybetmiş olduğunu Don Juan'a ayrıntıları ile

anlatmıştı.

 

Bunun gibi başka yerlerde yapılan LSD denemelerinde

de süjeler sanki şuurlarını bedenlerinden başka yerlere

aksettirdiklerinden, bedenlerinin yanından ya da

yukarıdan bir yerden bedenlerine baktıklarından söz

etmişlerdir.

 

Bu tür deneyimlere sokulmuş bir takım süjeler de

yukarıda belirtilen hisleri yaşamaya başlamazdan

hemen önce, vücutlarının bir "AURA" ya da

"ENERJİ/GÜÇ ALANI" ile çevrilmiş olduğunu ifade

etmişlerdir.

 

Bu son iki sözcük, bazı okurlara hemen

"KİRLİAN FOTOĞRAF TEKNİĞİ" ni hatırlatmıştır.

Sovyet biyoloğu İnyushin bu konuyla ilgili olarak

"BİYO-PLAZMA BEDEN" ifadesini kullanmış ya da

önermiştir.

 

Aslında bugün "BİYO-PLAZMİK BEDEN" ya da

"ENERJİ ALANI" olarak bilinen konu günümüze özgü

yeni bir kavram değildir.

Binlerce yıldan beri herkes tarafından tam olarak

bilinmese bile, hiç değilse belirli çevreler tarafından

"ENERJİ" ya da "ASTRAL" beden olarak günümüze

kadar tanımlana gelmiştir.

 

Yogi Ramacharaka'nın şu açıklamasında net bir

tanım buluruz;

 

"Herkeste bulunan astral beden, şahsın fizik bedeninin

mükemmel bir kopyasıdır."

 

Çok ince eterik maddeden yapılıdır.

Bu, genellikle fizik beden içine haps olmuş vaziyettedir.

Uyanık halde iken astral bedenin, fizik bedenden

ayrılması oldukça zordur.

Fakat rüyalar, büyük zihinsel gerilimler ve "OKÜLT

BİLİM" tarafından öğretilen belirli şartlar içinde, Astral

Bedenin ayrılışı "KOLAY ve KENDİLİĞİNDEN" olur.

Ayrıca ipnoz ve anestezi hallerinde de bu ayrışma

kendiliğinden olur..

 

Yukarıdaki bilgiler, California Üniversitesi,

Nöro-Psikiyatri Enstitüsünde medikal psikolog,

Prof. Dr. Thelma MOSS'tan alınmıştır.

 

**

 

Bu konu hakkında kişisel görüşüm ise;

Birey samimi inanç içerisinde ve saf bir talep ile konuya

yaklaşarak, ayrıca bilgilerini geliştirme sürecine girerek

ve bu süreçte karşısına çıkartılacak olan epröv'leri,

bu temel kabul içinde değerlendirip, "SABR" eylemini

uyguladığında, kendiliğinden deneyim lütfuna mazhar

olacaktır.

 

Ayrıca bir inisiyasyon veya tertip içerisine girerek

olayları zorlamak gereksizdir.

 

Yani, erk biriktirimi esas olmak ile birlikte,

bu yoğunlaşma kendiliğinden vuku bulacaktır..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

ASTRAL:

 

Yunanca : Astron'dan

Latince : Astricus'dan

Almanca : Sternen

İngilizce : Astral

Fransızca : Astrale

Osmanlıca : İlm-i Nücumî

Türkçe : Yıldızsal

 

Bu kelime, Türkçe'de bilhassa Metapsişik konusunda,

teknik bir kelime olarak kullanılır.

Gizli İlimler/Okültizm ve Teozofi doktrininde çok özel

anlamda kullanılmıştır.

Bunların en önemli ikisi:

-Astral Plan

-Astral Beden

deyimleridir.

 

Bunlardan başka:

-Astral His

-Astral Seyyale/Akışkan

deyimlerinin de okültizm üstadları tarafından,

özel anlamlarda kullanıldığını görüyoruz.

 

Şimdi, "ASTRAL PLAN" deyiminden, okültistlerin

ne anladıkları hususunu açıklamaya çalışalım:

 

Okültizm'de, "ÜÇLÜ BİRLİKLER" önemli yer tutar.

Bu kimselere göre, Kâinat "ÜÇ NEV'İ ÂLEM" den

müteşekkildir:

 

1. İlâhi Âlem (Ruh Plânı)

2. Astral Âlem (Astral Plân)

3. Fizik Âlem (Fizik Plân)

 

ASTRAL ÂLEM :

Okültistlerce, negatif bir plân'dır.

Burada, fizik âlem'de bulunan her şeyin negatif bir

kalıbı ve klişe'si vardır. Bu tıpkı fotoğraf çekerken

elimizde bulunan negatif klişe gibidir.

Fotoğraf çekerken önce hakiki bir manzara; sonra

negatif klişe; nihayet bu klişe vasıtası ile elde ettiğimiz

resim.

Elimizdeki negatif klişeden, istediğimiz kadar pozitif

kartlar çıkarabiliriz.

 

Şimdi, esas itibariyle, bu astral klişeler cansız ve

ruhsuzdurlar.

Fakat, bunlar da daha üstün bir plâna/Ruhsal Plâna

aksettiklerinden gelip-geçici bir hayattan ziyade,

varlıkları devam ediyor gibidir.

Düşüncelerimiz yolu ile astral klişeler imâl edebiliriz.

İlâhi Plândan veya Madde Plânından gelen her şeyin,

astral bir aksi vardır.

Astral Plân: Heyecanlar ve ihtiraslar plânıdır.

Orada, ön seziler, kavgalar vardır.

 

ASTRAL BEDEN :

İnsan varlığı, okültistlerce "ÜÇ PRENSİP" ten meydana

gelmiştir :

 

1. Fizik Beden

2. Astral Beden

3. Ruh/Spirit

 

Bu türlü üçlü ayırım sadece okültizm'de yoktur.

Spiritualizm'de de, ASTRAL yerine ve fakat çok

değişik anlamda "PERİSPİRİ" prensibi mevcuddur.

Perispiri: Dış Doku: The External Tissue:

-Bir anlamda, Harelenme Örüntüsü.

 

Okültizm de, hiç olmazsa ilk safhalarda, Astral Bedenin,

bilhassa bedenle ilgisi varken, aşağı yukarı vücudun

şeklinde olduğu inancı vardır.

 

Astral Beden, ruh ile maddî beden arasında

mutavassıt/ Intermediate/Aracı rolünü oynar.

Şu halde Astral'in fonksiyonu, ruhun maddeye tesirini

temin etmek için insanî elektrik veya asabî kuvvet,

seyyale temin etmektir.

Şu halde, insanî astral, organik bakımdan,

ruh tarafından olduğu kadar beden tarafından da

kullanılan evrensel/ kâinat şümûl bir âlet ve araçtır.

 

Bu fizik bir bedende enkarne olmasına rağmen,

"GİYİNMİŞ OLDUĞU" astral elbisesi vasıtasıyle

yıldızlar âlemi ile ilgilidir.

Ruhun emrinde bulunan bu evrensel prensip;

genişleyip-yayılabilir,

vücudu terk edebilir ve bu şekilde de iki türlü tesir alır :

 

1. Yukarıdan gelen "İLÂHÎ AŞK" (ulvî tesirler) olarak

adlandırılabilecek ve astralin parlak bölgelerini teşkil

ederek "YÜKSELME MEYLİ" ni taşıyan tesirler.

 

2. Aşağıdan gelen, ihtiras, kin, egoizm kelimeleriyle

ifade edilebilen süflî/base/aşağılık tesirler.

Bu süflî tesirler de bizim astral bedenimizin aşağı ve

bizi maddeye yaklaştırıcı kısmıdır.

Böylece astral beden yayılır, yoğunlaşır ve insanı tüm

tabiatla irtibata geçirir.

Astral Beden "ARZU" bedenidir.

Her türlü hisleri, fizik bedene aktarır.

 

ASTRAL PROJEKSİYON :

Astral Bedenin, şuurlu ve kendiliğinden olarak dışarılaşmasıdır.

Astral duble'nin bedenden ayrılması ve astralde

seyahati mümkündür.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

MESNEVÎ DEN..

 

 

Bir derviş, Ebül-Huseyn-i Harkan’ın şöhretini

duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı.

 

Dağlar aştı, uzun ovalar geçti.

Şeyh’i görmek için özü doğru olarak,

Tanrıya yalvarıp yakararak bunca yol aldı.

 

Yolda gördüğü cefalar, çektiği eziyetler,

anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum.

 

O genç, yolu bitirip maksadına ulaştı.

O padişahın evini sordu.

Öğrenip kapısına geldi,

yüzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu.

Şeyhin karısı, kapıdan başını çıkardı:

 

"Ey kerem sahibi, ne istiyorsun?" dedi.

Derviş, ziyaret için geldim deyince.

 

Kadın kahkahayla gülüp dedi ki:

"Sakalına bak yahu!

Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak.

Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude

yere yollara düştün?

Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün,

yoksa yurdundan mı usandın?

Yahut da şeytan sana bir boyunduruk vurdu,

vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını açtı.."

 

Birçok kötü sözler söyledi, küfürlerde bulundu,

dırıldandı durdu.

Onların hepsini söyleyemem ben.

 

Kadının sayısız gülümsemesinden,

hikâyeler söylemesinden derviş, pek dertlendi,

dertlere uğradı.

 

Dervişin gözlerinden yaşlar aktı, dedi ki:

"Bütün bunlarla beraber, o adı tatlı padişah nerede?

Söyle bana!"

 

Kadın dedi ki:

"O bomboş riyâkar bir hilebazdır.

Ahmaklara tuzaktır.

Yol azıtanlara kementlik eder.

Senin gibi sakalını değirmende ağartan yüz binlerce

kişi azgınlıktan ona düşmüştür.

Onu görmez, esenlikle yerine yurduna dönersen

senin için daha hayırlıdır.

Onu görüp de azmazsın hiç olmazsa.."

 

Genç:

"Yeter!" diye bağırdı.

"Senin gibi bir kötü, o makbul ruha eş olmuş,

Nuh’un nikâhındaki kâfir gibi âdeta.

Bu yurda mensup olmasaydın şimdi seni paramparça

ederdim.

O Nuh’u da senden halâs ederdim, ben de kısasa uğrar,

Şeyh’in yolunda ölmek şerefiyle yücelirdim.

Fakat zamanın padişahlar padişahının evinde bu çeşit

küstahlıkta bulunamam.

Yürü, dua et ki bu yurdun köpeğisin.

Yoksa şimdi yapacağımı yapardım sana.."

 

Ondan sonra derviş, herkese sormakta,

Şeyh’i her tarafta araştırmadaydı.

 

Birisi dedi ki:

"O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti."

 

O Zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş Şeyh’in havasına

uyup ormanın yolunu tuttu.

 

Şeytan, aklına ayı tozla örten bir gizli vesvese vermekteydi.

Bu din şeyhi neden böyle bir kadını evinde tutuyor, onunla

düşüp kalkıyor?

Zıt, nasıl olur da zıddıyla beraber bulunur?

Halkın imamı olan bir zat nerede, maymun nerede? diyordu.

 

Sonra yine ateş gibi dönüyor, Lâ havle okuyor,

ona itirazım küfürdür, kindir diyordu.

Ben kim oluyorum ki Tanrı’nın işlerine karışıyorum?

Nefsimden neden böyle şüpheler, kınamalar geliyor?

 

Derken nefsi yine saldırıyor, bu yüzden, gönlünden kuyumcular

potasından çıkar gibi duman tütüyordu.

Şeytan’la, diyordu, Cebrail’in ne münasebeti var ki onunla

konuşsun, düşüp kalksın, beraber yatsın, uyusun!

 

O, bu düşüncedeyken ünlü Şeyh, bir aslana binmiş, çıkageldi.

Kükremiş aslan odununu çekmekteydi.

O kutlu zat da odunlarının üstüne binmişti.

Kamçısı bir yılandı.

Yücelikle yılanı bir kamçı gibi eline almıştı.

İyice bil ki, her şeyh, sarhoş aslanın üstüne biner.

 

O padişah, dervişi uzaktan görüp güldü.

 

"Sakın" dedi,

"Aldanma, şeytanı dinleme."

 

O ulu şeyh, gönlünün nuru ile dervişin içinden geçeni bildi.

O hünerli zat, dervişin yola düşmesinden o ana kadar aklından

geçenleri bir bir söyledi.

 

Ondan sonra o güzel güzel çileyip şakıyan zat, kadını kınaması

hususunda da ağzını açıp dedi ki:

 

"O tahammül, nefis havasında değildir.

Bu zan senin nefsinin havasıdır, orada durma!

Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim,

aslan, benim yükümü çeker miydi hiç?

Ben de Tanrı yükünün altında kendinden geçmiş

sarhoş ve köpürmüş bir deveyim.

Onun buyruğunda yarı ham bile değilim ki halkın

kınaması, yermesini düşüneyim.."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

36141352_tn30_0.jpg

 

 

CEM'İN KADEHİ - İLÂHİNAME - ATTAR..

 

 

Çocuk babasına,

 

"Bana mevki haramsa, bari Cem'in Kadehi nerede?

Onu söyle.

Cem'in Kadehi'ni bulmak mühim bir iş bilirim ama

Cem'in Kadehi nedir, onu da bilmiyorum.

Bari onu bir öğrensem." dedi.

 

Babası elmas gibi olan dilini açtı da beyan incilerini

deldi.

Oğluna dedi ki:

 

"Hidayet ehli isen bu hikâye, ömrünce yeter sana:

 

Keyhusrev, Cemşitçesine oturmuş, güneşe karşı da

Cem'in Kadehi'ni koymuş;

Onda yedi iklim sırlarını seyretmekte, yedi yıldızın

hareketlerini o kadehten takibeylemedeydi.

Cem Kadehi'nde iyiye ya da kötüye aid olup ve ona

görünmeyen, ona gizli olan hiç bir şey yoktu.

Cem'in Kadehi'ni de görmek, bütün âlemi bir anda,

bir uğurdan seyretmek istedi.

Bütün âlemi gezip duruyordu ama, kadehte Cem'in

Kadehi'ni göremiyordu.

O sırrı anlamak için bir hayli didindi, uğraştı ama bir

türlü gözünün önündeki hicab açılmadı.

Nihayet Kadeh'te bir yazı belirdi; diyordu ki:

 

'Bizde bizi nasıl görebilirsin sen?

Biz kendimizden tamamiyle fâni olduk.

Artık bizim suretimizi toprak âleminde kim görebilir?

Bizden beden de geçti, can da.

Ne adımız kaldı, ne de sanımız.

Ne görürsen sen'sin, biz değiliz.

Çünkü biz, artık bir daha zuhur etmeyiz.

Suretimiz, suretsizliğe döndü, ezelle birleşti;

artık nakşımızı, suretimizi ne ararsın?

Her şeyi bizimle görebilirsin ama, arada bizi görmenin

imkânı yoktur.

Varlığımız bir zerre bile olsaydı, o zerre henüz kendi

varlığına güvenir, onunla ululanır, aldanırdı.

Fakat kimsecikler ebediyyen varlığımızdan bir zerre

bile göremezler.

Güneş, zerreden birazcık olsun ayrılmaz ki!

Kendinden haber almayı istiyorsan varlığından geç,

kendinden geçip öl!

Kendine bakma..

Gözbebekleri küçücüktür, ama onlar senden evvel

ölmüşler, varlıklarından geçmişlerdir.

Onun için bir zerre mikdarı olsun kendi yüzlerini

görmezler.

Var oldukça ölümlerini seçmişler, kabûllenmişlerdir.

Bu yüzden, ululanıp kendilerini görmezler.

Ölüler de kendilerini asla görmezler ya!

Ölümde hayat istiyorsan, hayat hayalini ölüm bil.

Ebedî bir surete nail olmak diliyorsan, öyle bir suret

ancak suretsizlikte bulunabilir.

Bizim gibi olmak istersen, bize benzemelisin.

Varlığını terk et, kendinden fâni ol.

Bu âlemde insana yokluktan bir kale gerek.

Yoksa her yandan yaralanırsın..'

 

Keyhusrev, bu sırrı anlayınca saltanatının elinden

çıktığını gördü.

Saltanat yurdunun, yokluktan başka bir yer olmadığını,

dünyada bekanın da bekasız olduğunu iyice anladı.

Varlık ovasının, kendisi için aşılmaz bir set olduğunu

anladı, yokluk kaftanını sırtına geçirdi.

Erler gibi bekasız mülkü terk etti.

Şehadet getirip, yokluk mesnedinde uyudu gitti.."

 

İLÂHİNAME

On İkinci Makale

Ferideddin-i Attar

Abdülbaki Gölpınarlı

M.E.B- 1985

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

"Salınıp keldüng, bostanğa kirdüng,

bostan oyuğunğa selâm vimedünğ.

Pes bilme misün, sağrı edüne tiken bata.

Delü kardaş, siğirü bostanğa kir,

bostan oyuğunğa selâm vir, otur, toyunca yi;

çaluyı oda yak, koltukla al, taşra çık"

 

Barak Baba

 

 

Hızıroğlu İlyas Şerhi:

 

Bu söz, hakikat kapısına varan yolcunun içine,

gayb hâtifinden gelen hitâba işarettir.

Bu hitapta, şeriat sahibinin emirlerine uymadaki

kusura, bu iltibâs makamında meydana gelen

ihmâle ait bir uyarış sesi vardır.

 

Der ki:

 

"A derviş!

Burada, bu yolda başı dönenlere,

bu tapıda şaşırıp kalanlara denen söz şudur:

De ki:

Allah'ı seviyorsanız bana uyun da Allah'da

sizi sevsin.."

 

Şu halde, istek bostanına ayak basmak isteyen

kişinin , önce Mustafâ kapısından girmesi, bid'at

duvarından atlayıp girmemesi gerektir ki onu,

hırsız diye tutup rezillikler çarşısında kınama

darağacına çekip öldürmesinler.

 

Bostanın Beyine, sahibine, yâni Tanrı Elçisi

Muhammed'e selâm verir, onun ter-temiz

rûhundan medet ve inâyet diler de bu yüzden

istek ayağına azgınlık dikeni batmaz, kendisi

de yoldan kalmaz.

 

Mustafâ' nın dos-doğru ana-caddesine istek

ayağını basar, sarsılmazsa, tarîkat edepleriyle

şeriat şartlarını korursa şüphe yok ki bu bostanın

mârifet güllerinden demetler toplar, ağaçlardan,

dallardan sevgi meyvaları devşirir, himmet

eteğini bunlarla doldurur, hatta öylesine doldurur

ki iki dünyâ da bu eteğin içinde kaybolur gider.

Sonra onlarla gıdalanır, doyar.

Yollardaki engelleri , perdeleri, istek ateşiyle öyle

bir yandırır ki ona uyup izleyeni, başkalarının

götürmesine imkân olmayan makamlara götürür.

 

"Senin civârında uçan sinek,

Doğanın avlayamayacağı nesneleri avlar."

 

Yâni edebe uyup uçan ve avlanmaya kalkışan sinek,

bid'at havasında uçan, heveslerine uyan ve böylece

yıllarca uçan doğanın avlayamayacağı avları avlar.

 

Ona denir ki:

 

"Yola düştün, konaklar aştın, tehlikeli yerlerden

kurtuldun.

Artık o âlemden gel, konak yerine kon, hayret

çukurunda yol azıtanları mârifet âb-ı hayatının

kaynak başına ulaştır.

İstek çölünde susuz kalanların damaklarına

sevgi şarabının kadehini dök.."

 

'Al taşra çık' tan maksat da budur.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

önsezi - premonition:

 

gelecekte meydana çıkacak olay veya olayların

imaj veya imajsız tarzda ve kendiliğinden bilinmesi..

 

bu durum, rüya halinde oluşacağı gibi,

uyanık halda da ortaya çıkabilir..

 

çoğu kez, yakın çevremizde ve birlikte

yaşadığımız kişilerden duyarız..

 

kişisel kanaatim şudur ki,

 

biz dahil ve çevremizde duyularımız ile

algıladığımız her türlü "form/motif, nominal

değerler olup, bireysel kriterlerimiz oranında

değer kazanarak, enerji yayarlar..

 

bu enerji ortamı, bir yönü ile de, bireysel

enerji etkileşiminin toplam değerini de kapsar..

 

bu ortam içerisinde yaşam sürdüren her

birey ve bir şekilde farkına varmadan ortak

enerji alanından da tesir alacaktır..

 

karmaşık alanın- bilgi yetersizliği nedeni ile-

uyandırdığı duyumsamaları çözümleyemeyen

birey, bu durumda farklı imajlara da muhatap

olacaktır ki, çoğu kez ve şahsı adına doğru

olmayan vizyonlara, kendisine aitmiş gibi

inanarak, o tesir alanının programını vekâleten

yaşamak zorunda kalır..

 

netice olarak, bu durum dikkatle ve ciddi olarak

izlenmeli ve bilgisi olan kişilere danışılarak gereksiz

yüklenmelerden kaçınılmalıdır..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

*Buda'nın; son hayat menkıbesi:

 

Genç Buda, Bo ağacının altında belirgin bir yerde

oturduğunda, her iki adı taşıyan; Tanrı,

(Mâra=Ölüm ve Kâma=Arzu)

O'nu baştan çıkarmak ve dalıncından uyandırmak

istedi.

 

Kâma olarak, murakabe eden kurtarıcı'ya bu

dünyanın en yüksek zevklerini maiyeti ile birlikte

üç baştan çıkarıcı Tanrıça'nın kılığında gösterdi ve

beklenilen başarıyı elde edemeyince,

 

Mâra olarak, korku uyandıran simasına büründü.

Güçlü ordularıyla Buda'yı korkutmak istedi ve

hatta öldürmek istedi. O'na güçlü fırtınalarla,

yağmur ürpertileriyle, alevlenen kayalarla,

silâhlarla, korlu kömürlerle, sıcak külle-kumla,

kaynar derecede sıcak çamurla ve sonunda

büyük bir zifirî karanlıkla saldırdı. Ama geleceğin

Buda'sı hareketsiz kaldı. Oklar onun dalıncının

yerine ulaştığında çiçeklere dönüştü..

Mâra, keskin bir disk gönderdi, ama o bir çiçek

kameriyesine dönüştü..

Bunun üzerine Tanrı, kutsananın Bo ağacının

altında emin yerde oturmak hakkını da elinden

almak istedi.

Bunun üzerine oluşum halindeki Buda, toprağa

sağ elinin parmak uçlarıyla dokundu ve toprak

ona gökgürültüsü sesiyle binlerce düşmanlığını

doğruladı: "Ben, senin için kefilim," dedi..

Mâra'nın ordusu dağıldı ve göğün bütün tanrıları

aşağıya indiler, çiçek çelenkleriyle, kokularla ve

ellerinde diğer bağışlarla yeryüzüne geldiler..

 

Bu gecede, altında oturduğu Bo ağacı, kırmızı

çiçekleri üzerine serptirirken, kurtarıcı ilk gece

nöbetinde "daha önceki hayat'ları"hakkında bilgi

edindi, gece nöbetinde "tanrısal göz"üne ve

sonuncusunda da "bağımlı köken"inin bilgisine ulaştı.

Şimdi O Buda olmuştu.

On bin dünya, on iki denizlerin sahillerine kadar

titredi.

Bandıralar ve sancaklar dört bucakta açıldılar.

Nilüfer çiçekleri her ağaçta açtı.

On bin dünyanın çevresi havanın içinden dönerek

uçan bir çiçek çelengine benzedi..

 

Kutsanan, bu kâmilleşmeden sonra yedi gün

boyunca bacaklarını kenetleyerek Bo ağacının

dibinde oturdu ve kurtuluşunun mutluluğunu

tattı.

Bundan sonra keçi sürüsünün Banyan ağacına

gitti, orada yedi gün daha kaldı ve ardından

Mucalinda ağacına gitti.

Mucalinda, yuvası bu ağacın köklerinde olan bir

büyük yılan'ın adıydı.

Buda orada kurtuluşunun mutluluğuna kendini

teslim ettiğinde, hiç beklenmedik bir devasa

kasırga bulutu gökte yükseldi. Soğuk bir rüzgâr

esti ve yağmur yağmaya başladı.

O anda Mucalinda, yılanların kralı, sığındığı

delikten ortaya çıktı. Kutsal Adam'ın vücudunu

boğumlarıyla yedi kez sardı. Kocaman başını

onun başı üzerine yayarak şöyle dedi.

 

"Ne soğuk, ne aşırı sıcak, ne tatarcıklar, sinekler,

rüzgâr ya da güneş ışığı, ne sürünen sürüngenler

kutsananın yakınına gelmemelidir."

 

Yedi gün geçtiğinde ve yılanların kralı Mucalinda

fırtınanın dindiğini fark ettiğinde ve bulutların

çekip gittiğini anladığında, boğumlarını kutsanan

Buda'nın gövdesinden çekti.

Bundan sonra başlangıçtaki suretini bir genç

adamın suretine dönüştürdü. Kutsanan'ın karşısına

geçti, ellerini alnının önünde birleştirerek, saygıyla

kutsanan'ın önünde eğildi..

 

 

*Jâtaka 1.68 Buddhism in Translation.

-H.Zimmer

-mtia yayınları

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Vicdan; statik konum'dan, sinematik konuma geçebilen

az sayıda varlığın sosyal yaşam platformunda, çevresel

yönlendirici dış etkilere muhatap oluşudur.

 

Bu bağlamda; vicdanı, bize en yakın biçimde dünya hayatı

ve çevre kutupsal etkileşim alanı olarak ifade edebiliriz.

 

Böyle kabul edildiğinde; ortaya çıkan sonuç şaşırtıcı biçimde

şu olmaktadır:

Statik konumda bulunan beşer, hareket kazanma veya mobil

yönlendirici gücün etkisini hatırlama anında, tedirgin olduğu

ortamının bir ERK TIRISI olduğu bilincine varır.

 

Yani; erk tırısı ifadesi;

Uyuyan bir beşerin, uyanabilmesi için gerekli ivmeyi dolay

kutupsal olarak kazanım sürecidir. Bu süreç dış yardımları

rastgele alma imkanını o seviye insanına sağlar.

 

Ancak, beşer bu yardıma her an sahip olmasına rağmen

kullanır mı?

İşte gurur, kibir, kendini beğenmişlik burada sevgi enerjisine

set çeken bir engel-güç olarak ortaya çıkar.

(İblis : Bu boyut engel programının adıdır)

 

Vecd hali/İstiğrak/Ectasy bu durumu ifade eder.

Bir çok beşer, bu halin coşkusu ile akıl boyutunu

kullanamaz haldedir.

 

Sadece " beden gücü ve bedene düşkünlük"

seviyesini yaşayan insanın hali budur.

 

** **

 

Pasifçe Edinmek:

 

Eşyaların varlık sebebine inanmak,

onları doğrulanmış hakikatler kabul etmek

ve onlara hayatî güç vermek/erk yüklemek

anlamına gelir..

 

Pasifçe Edinim; depresyonların ve yılgınlıkların

ana sebebidir.

 

Fatalizme bu açıdan da bakıldığında,

içinde bulunduğumuz günleri daha doğru bir

tarzda/üslubda değerlendireceğimiz açıktır..

 

** **

 

Vicdanlı olmak ne demektir?

 

Acımak mıdır?

Herkese, herşeye, ne olursa olsun?

Veya yardıma muhtaç oluşu kim tespit etmiştir?

 

Bu tespit yapılırken, içine gizli bir nefsaniyet ve

hislerin karışıp-karışmadığı, şuurlu bir bilinç ile

denetlenmiş midir?

 

Yardım edilmesini gerekli gördüğümüz varlık

ya da varlıkların, bu karar verilirken, vicdan

sistemimizi harekete geçiren sebeb ve saikleri

belli bir bilginin kullanılarak yapıldığına emin

olunmuş mudur?

 

Yoksa ve kısaca farkına varılamamış bir dış

manipülasyon mevcud olabilir mi?

veya bir toplumsal trans hali..

Kim ve ya kimler soracak.. ve

Kimler cevap verecektir?

Kim sorduğum bu sorulara; Ben!

diyecek ve tüm mes'uliyeti üstlenecektir?

 

** **

 

Bir insan içinde bulunduğu ortamda, olayları ve buna

bağlı kişileri müşahade ediyor, onları dinliyor hatta

tamamen olaylara da katılıyor, ama ön-yargılı olduğunu

bilerek, farkında olarak, bunu kendi kriterleri içerisinde

şuurlu olarak yapıyor ve tahayyül ve tasavvurlarını da

duruma göre anında değiştirebiliyor ise..

ben o kişiye Vicdan Tatbikatı içindedir diyebilirim.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

"O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı.

Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir!"

 

"absır bihî ve esmi',

 

kehf: 18/36

 

** **

 

Seyyal Esir/Liquid Ether/Gayb Alemi;

sırrî/mystical örgü/kuyu/te'sir şebekesidir.

 

Örgü'nün farklı düzeyleri/tertibleri/kot'u,

birbirleri ile te'sir/intıba/efect ya da

impress-ion'laşım yolu ile te'mass/relation/

connection içindedirler.

 

Ve her safhasında verimli gerçekleşimler/

izlenimler yaratır.

 

"Her Safha" ile ifade edilen, örgü'nün

görülebilen ve görülemeyen/işitilebilen ve

işitilemeyen boyutlarının işaretlenmesidir.

 

Ve ayrıca, görü ile işiti de göreceli/izafî

algılamalardır.

 

Safha; Bilgi sistemi'nin Tüm'üne görece yakîn

ögelerin aldığı vaziyet/türev ile (ihtiyar)

kendiliğinden belirlenir. (İrade)

 

Kişi, birey olma yolunda Allah Tealâ'ca, ve

sürekli gözlenmekte dinlenmekte ve daima

değerlendirilmektedir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

GREYHOUND / ANUBIS / LENPW

 

Osiris'in oğlu.

Eski Mısır Mitolojisine göre, Nephthys ve Seth'in

oğlu olarak da bilinir.

Çakalların, mezarlar etrafında dolaşması nedeniyle

Çakal Başlı Anubis ölümle beraber anılır.

Ölen Osiris'i mumyaladığı için mumyalama tanrısı

olarak ta kabul edilir.

Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir.

Kadim Mısır'da mumyalama işi ile görevli kişiler,

Anubis'in maskesi takıyorlardı.

Ölen kişi, diğer dünyada yargılanırken Anubis ona

yardım eder.

Anubis diğer dünyada ölülerin koruyucusu ve ölüler

kentinin efendisidir.

Tanrılar arasında en korkutucu olanıdır.

Ölüleri tekrar hayata döndürme gibi bir özelliği de

olduğu sanılmaktadır.

Hesap/Mahşer günü, ruhu tartan tanrıdır.

Terazisinde, ölünün ruhunu temsil eden kalbi ile

Adaleti Tanrıçası Ma'at' ın tüyünü tartar.

 

Kaynak: Vikipedi

 

** **

 

Natural professional treatment.

Doğal profesyonel tedavi.

 

Osiris, Tanrı olarak,

İyicil/Benign yoksa Kötücül/Malignant mıdır?

 

Tecrid edilmiş Dünya yaşam mekânı ve zaman, şifa

bulması muhtemel sıradan insan/zihin hastalarının,

doğal yollardan tedavi olunduğu ya da bir teşebbüs/

girişim olarak ortaya konulduğu tam teşekkülü akıl

hastahanesidir.

 

Bu bağlamda, esas olan tedavinin yöntemi, hastayı

belli bir mekânsal pozisyona yerleştirerek, önceden

planlanmış kapsamlı tablolarla/sesli, görüntülü ve

hareketli sahnelerle/vaka'larla başbaşa bırakarak,

yaptığı seçim hataları/acemilikler sonucunda acı ve

ızdırap faktörlerini devreye sokarak, öğrenmesi ve

kabul etmesi gerekli asl fikri empoze etme yoludur.

 

Sonucunda ortaya çıkan şu olmaktadır;

Dünya yaşamı, karşılaşılan olaylar ve bağlı yapılan

seçimler sonucunda, acı ve ızdırap çekerek doğru

olan fikri bulma yeri olarak kabul edilebilinir.

İnsan, çektiği acıların nihayetinde, iyiliğe ve sıhhate

ulaşacağını idrak ettiği anda, sorunları yaratmış gibi

gördüğü her figüre anlayış ile bakacak ve belki kavga

kızgınlık duyacağı yerde teşekkür edecektir.

 

Not:

Dünya Mekânı ve Yaşamı, asla Hayat ile karıştırılmamalıdır.

Çoğunluğun işlediği bu hata sonucu, tedavi yarıda kesilerek,

hasta kendi haline bırakılmaktadır.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

SERSEM BALIK..

 

 

"Balık, akarsuda zevkle yüzmekte ve eşi ile oynaşmaktaydı.

 

Önde giden dişisi birden bir ağın deliklerini gördü ve yandan

kayarak yakalanma tehlikesini atlattı; ama aşkla gözü körleşen

erkek balık dişisinin peşinden arzu ile fırladı ve doğrudan ağın

içine düştü.

 

Balıkçı ağını çekti.

 

Yakalanan ve kötü kaderinden acı acı yakınan balık:

'bu durum gerçekten benim ahmaklığımın acı meyvesi'

diyerek ölümden kurtulamayacaktı ki tesadüfen oradan

geçmekte olan Bodhisatta* balığın dilinden anlayarak

ona acıdı. Zavallı yaratığı satın alıp ona dedi ki;

'Benim iyi balığım, bugün seni görmeseydim, hayatını

kaybedecektin. Seni kurtaracağım ama, bundan sonra

şehvet kötülüğünden kaçınmalısın'

 

Bu sözlerden sonra balığı suya attı."

 

Sana şimdiki yaşamında tanınan merhamet zamanını en iyi

şekilde kullan ve ihtiras okundan sakın.

Çünkü duygularına hakim olamazsan seni mahv'a götürür.

 

The Gospel of Buddha

P. Carus

 

**

 

*Bodhisatta:

Özü aydınlanmaya dönüşmüş birey.

 

Terim şu anlamlara gelebilir:

 

-Yolda ve fakat henüz Nirvana'ya ulaşamamış kimse.

-Nirvana'ya girmek için bir kez daha doğması gereken aziz.

-Vaiz veya dini öğretmen.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

..

 

..bu gün o sakat adamı iterek tekerlekli iskemlesi

ile gene geçirdiler oturup dışarıyı seyrettiğim

pencerenin önünden bacakları sakat belli ayağındaki

boyalı ayakkabılarının içinde çoraplı ve eğri büğrü

ayakları gördüm üstü başı tertemiz iyi giyimli

yüzünde duru bi ifade ve gözlerinde çevreye bi ilgi

babaannemin karabiber kedisi bi gün kayboluverdi

bulunamadı anımsadığım yaşlı oluşuydu bi gece

yatağıma doğurmuştu asil kediler öldüğü zaman

ölüsünü sahibine göstermez diyorlardı ya sahipsiz

asil kediler onlar kimlerden gizler kendi ölü vücutlarını

o çok karlı günde günlerde kuşlar için ekmek kırıntıları

pencere önüne herkeste bi gayret kuşlar hiç fark

etmeden tok tabii rastlarsa işte o sakat adamın

yüzünde bu türlü duru bi ifade o karlı kış günlerinde

kertenkele olmak kadar hamamböceği olmak gibi bi şey

ben olmam suçlu olmak sende o öyle bi tip maskenin

ardında gizli gizli yiyor pencere önünde serpelenmişleri

mutlu ve tok sen ise benim gibisin yargılandın sonra

jüri suçlu dedi oldu-bittiye geliverdin şimdi ayıkla pirincin

taşını üç gün bana yeter diyorsun al sana üçü bol bol

günler haydi sallan biraz atı alan üsküdarı geçene kadar

sen bu yürümesini unutmuş sevgi kavramına tutsak

ayakların ile nereye?

 

 

düşünüyordum

yol ıslaktı

kaydım ve düştüm

kaydı ve düştü

düşünüyorken

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...
  • 1 ay sonra...
  • 4 ay sonra...

MİNNET

 

"Gözden düşme ve yücelme eşit şaşırtır kişiyi;

Sevin büyük bir mutsuzluğu canınız gibi."

-Lao Tzu

 

 

Hayatımın erken dönemlerinde, İslam'ın bir öğrencisiyken ilk öğrendiğim şey,

öğretmenim bir kusuruma işaret ettiğinde minnetle elini öpüp bana

nefsimin tehlikelerini gösterdiği için "Allah sizden razı olsun" demekti.

Daha sonra bir Zen yolcusu olduğumda, Ustam bir kusuruma

işaret ettiğinde yanaklarım öfkeden kızarsa da önünde eğilip Hakikat

Aynası'nda "aslımı" görmemi engelleyen bir lekeyi gösterdiği için teşekkür etmeyi öğrendim.

Taocu yola adım attığımda, ilk öğrendiğim ustam bir hatamı gösterdiğinde önünde saygıyla eğilip akışı, wu wei'yi

engelleyen duraklamayı görmemi sagladığı için teşekkür etmekti.

Bu uyarılar, kendiliğindenliğe giden yolu biraz daha güçlendirdiği için

kalbim kendimi akışa daha rahat bırakabilmenin neşesi ile dolardı.

Taocu aydınlanma yolunun, Miao Tong'un öğrencisi olduğumda, soylu arkadaşım

(ustam) bir engelime (hatama) işaret ettiğinde bu şefkati karşısında

kalbim yerinden çıkacak kadar mutlu olmaya başladı. Sonsuz bir süredir

devam eden ve sonsuza kadar devam etme eğiliminde olan

yaşam-ölüm-yeniden doğum döngüsünde bir gedik açmama yardımcı olacak

cesaret ve şefkat karşısında gözlerim yaşla dolmaya başladı.

En sonunda Kalp Yolu'na geçip de Kalbimi kendime soylu dostum yaptığımda,

öfkelenmeme, hüzünlenmeme, arzulanmama, acı çekmeme, korkmama sebep olan

her duruma minnet duydum. Her biri bana anlayışımdaki bir engeli işaret

etti. Her biri Hakikat ile aramdaki bir engeli işaret etmeyi sürdürüyor.

Bırakın kendinizi ya da dünyayı suçlamayı. Hissettiğiniz

bütün o acı verici duyguların yalnızca anlayışınızdaki eksiklikten

kaynaklandığını fark edin. Size zihninizin "hastalığını" gösteren

herkese ve her duruma minnet duyun. İşte o zaman sizi aldatacak bir şey

kalmayacak. O zaman aslınızla aranızda bir engel kalmayacak.

 

Merhaba smile.png

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 hafta sonra...

Mutluluğun Kimyası - Simya

 

Sanskirit dilinde,Vetenda terminolojisinde ruhun ismi ‘‘atman’’dır.Bunun anlamı da, ruhun mutluluğun kendisi olmasıdır. Burada anlatılmak istenen mutluluğun ruha ait bir şey olduğu değil,ruhun kendisinin mutluluk olduğudur. Bugün mutluluk ile memnuniyet ve zevk, keyif hali birbirine karıştırılmaktadır. Fakat gerçekte keyf ve zevk veren,memnuniyet veren şeyler aslında bir illuzyondur; mutluluğun bir gölgesidir.Ve insan bu yanılgı içerisinde tüm yaşamını da harcayabilir, memnuniyet veya keyf veren şeylerin peşinde koşar ve hiçbir zaman da tatmin olmaz. Hindular ise bunu atasözleriyle şöyle açıklamaktadır : ”Kişi keyf ve zevk peşinde koşar ve sonunda bulduğu acı ve kederdir’’. Her keyf ve zevk verici şey dıştan bakıldığında mutluluk getiriyor gibi gözükebilir ve bazende mutluluk habercisi de olabilirler.Ama aslında onlar mutluluğun gölgesidirler.Tıpkı kişinin gölgesinin nasıl o kişinin kendisi olmadığı ve sadece onun formunu temsil ettiği gibi, aynı şekilde zevk ve keyf sadece mutluluğu temsil ederler, ama hakikatte mutluluğun kendisi değildirler.

 

Bu fikirden gidersek, gerçekten bu dünyada mutluluğun ne olduğunu bilen çok az ruh bulabiliriz. İnsanların çoğunluğu sürekli olarak bir konudan diğeri peşinde koşmakta ve hayalkırıklığına uğramaktadırlar. Yaşamın tabiatı böyledir.O derece aldatıcı ve yanıltıcıdır ki, kişi bin kere de hayal kırıklığına uğrasa gene de aynı yolda gitmeye devam eder.Çünkü bundan daha iyisini bilmez.Biz yaşam hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek o derece çok da ,samimi olarak ben mutluyum diyen bir ruha çok az rastladığımızı kavrarız. Hemen hemen her ruh yaşamın hangi pozisyonunda olursa olsun öyle veya böyle mutsuzluğundan bahsetmektedir.Ve ona bunun sebebini sorduğumuzda muhakkakki, istediği pozisyona,kuvvete,mala,mülke veya makama sahip olmadığını, bunlar için yıllarca çalıştığını yine de bunları elde edemediğinden bahseder.Belki para peşinde koşar ama zenginliğin kendisini tatmin edemeyeceğinin farkında değildir.Ya da düşmanı olduğunu söyler vayahut sevgilisinin onu sevmediğinden bahseder. Mutsuzluğu için binlerce sebep vardır.İnsanın mantığının bulduğu,yarattığı binlerce sebep mutsuzluk için bulunabilir.

 

Acaba bu bulunan bahanelerin bir tanesi bile hakikaten doğru mudur? İnsanın elde etmek istediği arzuları gerçekleşse, acaba kendisi gerçekten tam anlamıyla mutlu olabilecek midir? İnsan herşeye sahip olabilse, acaba bu ona yetebilecek midir?Hayır,onlar yine de mutsuzlukları için herhangi bir sebep bulacaklardır.Tüm bu bahaneler insanın gözlerini örten birer perde gibidir.Çünkü insanın derinliği bu tip şeylerin veremiyeceği hakiki mutluluğu özlemekte ve aramaktadır.Hakikaten mutlu olan kişi her yerde mutludur. Sarayda da mutludur, küçük bir kulübede de.Zenginlikte de fakirlikte de.Çünkü o mutluluğun kaynağını bulmuştur ve bu kaynakta onun kalbinin derinliklerinde yatmaktadır. Eğer insan bu kaynağı keşfedemezse, artık ona hiçbir şey hakiki mutluluğu veremez.Mutluluğun sırrını bilmeyen kimse genelde hırs ve tamaha bürünür.Binlerce şeyi ister ve onlara sahip olsa da bunlar onu tatmin yinede etmez.Milyonlar istemeye başlar ve yine tatmin olamaz.Daha fazla,daha fazla ister.Ona sempatini ve hürmetini versen, o yine de mutlu olmaz.Sahip olduğun tüm serveti versen, tüm sevgini versen, gene de onun için bu yeterli olmaz.Çünkü o yanlış yönde aramaktadır.Ve o yüzden de yaşam onun için trajedi haline gelir.Mutluluk ne satın alınır,ne de satılır.Ne sen onu bir kişiye verebilirsin,ne de o kişiden onu alabilirsin.Mutluluk senin kendi varlığındır.Senin aslındır.İnsanın bu aslı, yaşamında en değerli şeyidir.Tüm dinler,felsefi sistemler,farklı düşünce şekillerinde insana dini veya mistik yol vasıtasıyla bunu bulmayı öğretmeye çalışmışlardır.Tüm bilgeler değişik form ve şekillerde bireylere ruhun aradığı bu mutluluğu bulabilmek için birer metod gösterirler.

 

Ermiş ve mistik bu yönteme”Simya’’adını verir.Binbirgece masallarında tamamiyle mistik fikirler sembolik olarak anlatılmaktadır.Bu masallar filozofların taşlarından bol bol anlatırlar.Bu öyle bir taştır ki, metali kimya yöntemiyle altına çevirebilmektedir ve şüphesiz bu sembolik fikir doğuda ve batıda birçok kişinin aklını çelmiş ve onları yanıltmıştır.Çoğu böyle bir kimyevi sürecin oluşumunun olduğuna inanarak bu yolla da altın elde edebileceklerini düşünmüşlerdir.Bilge kişilerin fikri böyle değildir ve onlar böyle bir yönteme inanmazlar.Bu yolla altın elde edebilme fikri çocukça bir düşüncedir.Hakikatin bilincinde olan kişiler için altın, ışığın ve ruhani ilhamın sembolüdür ve aynı zamanda altın ışığın rengini temsil eder.Bu sebeple altının saçtığı ışığı arayış insanları altın peşinde koşmaya sürüklemektedir. Aynı zamanda altın, hakiki ve sahte altın olarak sembolik anlamda iki çeşittir ve aralarında büyük fark vardır.Hakiki altını özlemek ve onu arzulamak insanı sahte altını biriktirmeye sürüklemektedir.Bu kişiler İnsan hakiki altının kendi içinde olduğunun farkında değildir ve ruhun bu çabasını sahte yolda giderek feda eder.Tıpkı çocukların bebeklerle oynarken kendilerini feda edişi gibi.Bu bilince erişme, işin özünün farkına varma aslında yaşla ilgili bir konu değildir.İnsan ileri bir yaşada erişebilir, ama hala bebeklerle oynamakta yani ruhu hala sahte altının peşinde koşmakta da olabilir. Diğer tarafta ise genç bir kişinin çok erken yaştada yaşamın hakiki konularının peşinde de koşması mümkündür.Eğer kişi yaşamın değişken tabiatını inceleyip, onun nasıl değiştiğini öğrense ve herkesin sürekli olarak mutluluk peşinde koştuğunu görse,muhakkak her ne pahasına olursa olsun güvenebilir,bağlanabilir bir şeyi bulmak için her türlü çabayı gösterir.Bu değişken dünyanın ortasında insan yinede bir şekilde süreklilik peşinde koşmakta ve bunu yaparken bilmediği bir şey vardır, o da süreklilik gösteren tabiatını kendi içinde geliştirmesi gerektiğidir.Asıl kıymetli olan, güvenebilinen ruhun kendi tabiatıdır. Fakat bu dünyada emin olabileceğimiz,değişken olmayan,yok yani fani olmayan bir şey var mıdır? Doğan herşey,yapılan herşey en sonunda yok olmaya mahkumdur,başlayan herşey de bitmeye.Eğer insanın güvenebileceği bir şey varsa o da insanın kalbinde yatmaktadır.Bunun ismini de ilahi ışık olarak adlandırabiliriz. Filozofların hakiki taşıyla, gerçek altınla kastedilen de budur ve insanın aslında en derin varlığıdır.

 

Bir kişi bir dine bağlı olabilir ama yinede hakikati kavrayamayabilir.Peki insanı mutlu yapamayan bir dinin faydası nedir ki?Din üzüntü,sıkıntı,depresyon anlamına gelmez.Dinlerin özünün insana mutluluk vermesi gerekir.Tanrı mutluluktur.O sevginin,dengenin ve güzelliğin en mükemmelidir.Dini bir insanın dindar olmayan diğer insanlardan daha mutlu olması gerekir.Ama dini vecibelerini yerine getiren, diniyle uğraşan kişi daima melankolik bir tavır içindeyse o zaman +o din formunu muhafaza etmiş, ama ruhunu kaybetmiş demektir ve işlevini tam olarak yerine getirmemektedir.Eğer dini ve tasavvufu incelemek ve öğrenmek kişiyi hakiki eğlenceye ve mutluluğa götürmüyorsa, o zaman böyle bir şey olmasın daha iyi.Çünkü bu insana yaşamının amacını gerçekleştirmeye yardım edemez.Günümüzün dünyası büyük bir üzüntü içinde, savaşın( burada I. Dünya Savaşı kastedilmekte) getirdiği felaketlerin etkisi altında acı çekmektedir. Yaşamın bugünkü ihtiyaçlarına cevap veren din, ruha yaşam veren ve ruhu cesaretlendiren,kuvvetlendiren ,insanın kalbini ilahi ışıkla aydınlatan bir din olmalıdır ve o din gerçekte daima mevcuttur.Bu hakiki dinin illede bir dış şekile de ihtiyacı yoktur.Ama bazı insanların ise bir dış şekile ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekir. Fakat dinin insana,her ruhun arzusu olan mutluluğu vermesi gerekmektedir.

 

Simya metodunun nasıl uygulandığı sorusuna ise şöyle cevap verebiliriz: Simya süreci arşimistler tarafından sembolik yollarla açıklanır.Arşimistler altının civadan yapıldığını söylerler. Civa tabiatından dolayı sürekli hareket halindedir ve bu yüzden belli bir süre içinde önce durgun hale getirilmesi gerekir.Durgun hale geldiğinde ise gümüşe dönüşür.Daha sonra gümüş eritilir ve bir bitki özüde eritilmiş gümüşün üzerine dökülür ve bu sürecin sonunda da altına dönüşür.Tabii bu sadece genel hatlarıyla yapılan bir anlatımdır ve bu sürecin tüm detaylarıyla ilgili bir çok açıklamalar da vardır. Birçok çocuksu ruh ise gerçekten civayı durdurmaya çalışıp,gümüşü eriterek, altın yapmaya çalıştılar. Bahsi geçen bitkiyi de uzun yıllar aradılar.Fakat neticede bu işle uğrayaşanlar büyük bir yanılgıya düştüler.Aslında çalışsalardı,çalışarak para kazansalardı daha çok işlerine yarardı.

 

Bu sürecin tam manasıyla yorumu ise şudur: Civa zihin ve his dünyasının durup dinlenmeyen hareketli tabiatını temsil eder.Bilhassa insan bir konuya konsantre olmaya çalıştığı zaman,zihin ve his dünyasının ne kadar rahatsız ve devamlı hareket etme isteminde olduğunun farkına varır.Zihin ve his dünyası rahat durmayan bir at gibidir. At üstüne binildiğinde de durduğu halinden daha fazla bir şekilde huysuzlaşır ve hareketlenir.Zihin ve his dünyasının tabiatıda tıpkı böyledir.Biri onu kontrol etmeyi arzuladığı zaman daha fazla huzursuz olur ve civa gibi devamlı hareket etmek ister.

 

Kişi konsantre olma metodu yoluyla zihin ve his dünyasının ustası olduğu taktirde, o kutsal, ilahi görevi gerçekleştirmede birinci adımı atmış demektir.Dua etmek bir konsantrasyondur.Okumak bir konsantrasyondur.Oturup rahatlamak,sakinleşmek,bir konu üzerine düşünmek,bunların hepsi konsantrasyondur.Tüm sanatkarlar, düşünürler,kaşifler aslında bir şekilde konsantre olmayı tam manasıyla gerçekleştiren kişilerdir.Onlar kendilerini, zihin ve his dünyalarını bir konuya tümüyle odaklayarak konsantre olma kabiliyetlerini geliştirmişlerdir.Fakat zihin ve his dünyasını sakinleştirmek için belirli bir metoda ihtiyaç vardı ki, bu metod da mistik kişiler tarafından öğretilir,tıpkı şarkıcılara da ses geliştirmeyi şarkı hocalarının öğrettiği gibi.

 

Bunun sırrıda nefes ilmini öğrenmeden geçer.Nefes yaşamın özüdür,merkezidir ve zihin ve his dünyası belirli bir nefes alma metodu vasıtasıyla kontrol edilebilinir.Bunun için bir öğretmenin açıklamalarına ve ders vermesine ihtiyaç vardır.Örneğin doğu mistik inancı batıda kitaplar vasıtasıyla bilinmektedir.Din gibi kutsal olarak kabul edilen bu öğreti artık sözlerle tartışılmaktadır.Fakat bu hiçbir zaman insanın en öz varlığının,merkezinin gizemini açıklayamaz.İnsanlar kitap okuyarak nefesle oynamaya başlamaktalar ve bundan fayda sağlayacaklarına vücutları,zihinleri ve hislerini zarara uğramaktadır. Bu öğretiyi ticaret haline getirip, nefes alma metotları vasıtasıyla para kazanma yoluna gidenlerde vardır.Bu suretle bu kutsal olay aslında deşifre edilmekte,değeri aşağı indirilmektedir.Nefes bilmi ise, var olan en büyük ilimdir ve binlerce yıldır mistik okullarda kutsal bir emanet olarak muhafaza edilmektedir.

 

Eğer zihin ve his dünyası mükemmel bir şekilde kontrol altına alınıp sakinleştirilebilirse, insan bir düşünceyi istediği kadar iradesiyle gözünün önünde tutabilir. İşte bu bir fenomenin başlangıcıdır.Bazıları böyle bir imtiyazı kötüye kullanırlar ve elde ettikleri bu kuvveti israf ederek gümüşü daha altına dönüşmeden önce yok ederler.Halbuki gümüşün erimeden önce ısıtılması gerekir.Peki bunu ısıtacak olan etken nedir?O sadece insanın kalbinde yatan ilahi öz ile ısıtılabilir.Bu ilahi öz sevgi,tolerans, sempati,hizmet,alçakgönüllülük,bencillikten uzaklaşma olarak kendini gösterir.Yükselip alçalan ve binlerce taneye dönüşen bir akıntı gibidir.Her taneyi bir erdem olarak adlandırabiliriz.Erdemlerin tümü aslında insanın kalbinde gizli yatan tek bir akıntıdan kaynaklanır : bu da aşktır; ve o kalpte ateşlenip, parlarsa, o andan itibaren kişinin yaptı ğı işler, hareketler, ses tonu, ifade tarzı, hemen her şey, kalbin sıcaklaştığını gösterir.Böyle bir şey gerçekleştikten sonra insan hakikaten yaşamaya başlar.O insan artık mutluluk kaynağını bulmuştur ve bu kaynak ahenksiz ve rahatsız edici her şeyi kaplar ve temizler. Kendini ilahi bir akıntıya dönüştürür.

 

Kalp ilahi bir unsur olan aşk ile ısındıktan sonra gelen diğer basamak otların, bitki özlerinin kullanılmasıdır.Bunun anlamı ise Allah aşkıdır.Fakat Allah aşkı tek başına yeterli değildir. Allahı bilme de aynı zamanda gereklidir.Allahı bilememe sebebi kişileri dinlerini terk etmeye itmektedir. İnsanın belirli derecede bir sabır sınırı vardır. Allahı bilme ise insanın inancını kuvvetlendirir.İnsanın kişiliğine ve yaşamı üzerine bir ışık saçar. Her şey netleşmeye başlar; Allah´ın bilmine gözleri açık olan kişiler içinbir ağaçtaki her yaprak ilahi kitabın bir sayfası olur. Simyada kullanılan bitkisel su iksiri gibi,ilahi aşkta insanın kalbinde bir kere fokurdamaya başlar ve kişi çevresindeki insanların aşkıyla,sevgisiyle ısınırsa,o kalp altın bir kalbe dönüşür ve böyle bir kalpte ancak Allah´ın ifade edeceklerini ifade etmeye başlar.İnsanoğlu Allah´ı görmedi, ama o kişide Allah´ı görebilir. Eğer gerçekten böyle bir şey gerçekleşirse, ondan sonra böyle bir insandan gelen herşey aslında Allah´tan geliyor demektir. “Mutluluğun Kimyası” 6. Cilt, Sayfa 11 - 15.

 

 

O fotografa niçin "izafî zaman-mekân illüzyonu" dediğini şimdi anlıyorum..:)

 

Saygı ve sevgimle "merhaba" :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

..

 

beyaz gecelerde..

 

bi adam ve bilgisi gelir

olarak değerlendirilir

bizim aktörlerimiz faillerimizi provoke eder

şimdi ana fikir görünür olmuştur

sonra neş'e ve eğlence ve gıdık süner

ortaya çıkar biçimler

 

tartarusta bi stoacı adam

biner yeşil düldülüne uranustan

sönümsüz ve müsemma

pastoral bi şiir okur elysian

bi grevci seher vakti atış yapar

üç atış yapar

saat çalar

greve gider hayaletler

şok üstüne şok

 

bazı şeyler vardı afallatır

ayırdında olamazsın ya ne nedir

öyle bi şeydir ki o

dolaysız gelir ve çarpıverir

 

bi beyaz gecede limitleri aştığımda

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

cebel ile cebelleşmek!.

 

bi avlu

çevresi hünnap ağaçları ile çevrili

bastille'i pastille olarak oku

sonra bak

hokum'mu yoksa lokum'mu

 

entrikacı güzel bi kız

saçma tanesi ve kurnaz

vizyon çızıttırır ve kimi şeyler

negatif bi elektron taneciği dut kurusu

ve yanında beyaz leblebi dogma'lar

 

durduğum yerde evrene değer biçiyorum

ve kestirmeden çıkarsamalar

sonra da yordamlarıyla

beklentilere giriyorum ne demekse

 

bi önerme naçizane okura

al bi kaç ahlat, armut kurusu,

kabuğu soyulmuş ceviz vs

koy bir havana tokmakla ez

sonra içerisine şeker kat

ya da duruma göre stevia nebatatı

işte sana bi döğme

hem tadına doyulmaz bi dogma

 

uydurdum ve makyaj yaptım ve telâfi

hadi gel öpüşüp-koklaşalım

denklenelim hem barışalım

bonbon imâl edelim konfeksiyona özgü

 

epilog:

bıktım artık şu kupürlerden

işin doğrusu

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.