Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İLHAM ÖYKÜLERİ


Shatin

Önerilen İletiler

YANKI

 

Bir babayla sekiz-dokuz yaşlarındaki oğlu dağlarda yürüyüşe çıkmışlardı. Çoçuğun ayağı birden kaydı ve düştü. İncinen ayağının sıkıntısıyla haykırdı:

“Aaaahhhhhhhhh!”

 

Sesi karşı dağlardan yankılanıp aynen geri döndü: “Aaaahhhhhhh!” Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamış olan çocuk çok şaşırdı ve merakla bağırdı: “Kimsin sen?!”

Cevap gelmekte gecikmedi: “Kimsin sen?!”

 

Çocuk bu cevaba öfkelendi: “Korkak!”

 

Cevap aynıydı: “Korkak!”

 

Bunun üzerine babasına dönüp sordu:

 

“Neler oluyor baba, anlamıyorum?”

 

Babası gülümsedi ve “Dikkat et oğlum” dedi. Sonra da karşı dağa doğru bağırdı:

 

“Herşey çok güzel!”

 

Dağdan gelen ses cevapladı: “Herşey çok güzel!”

 

“Seni Seviyorum!”

 

“Seni Seviyorum!”

 

Çocuk hâlâ hayret içindeydi, ama yine de anlayamamıştı. Daha sonra babası açıkladı: “İnsanlar buna ‘yankı’ derler, ama o aslında hayat’ın ta kendisidir. Söylediğin ya da yaptığın herşeyi aynen sana iade eder. Hayatımız, yapıp-ettiklerimizin bir yansımasından başka birşey değildir. Dünyanın daha sevgi ve adalet dolu olmasını istiyorsan, kendi kalbini sevgi ve adaletle doldurmalısın. Başkalarının şefkatli olmasını istiyorsan, senin şefkatli olman gerekir. Bunu herşeye uygulayabilirsin:

 

Hayat ona ne verdiysen, onu sana aynen iade eder.”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 118
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

AŞK VE ÇILGINLIK

 

Uzun zaman once, dunya olusmamis, insanlar dunyaya ayak basmamisken, iyi huylar ve kotu huylar ne yapacaklarini bilemez vaziyette dolaniyorlarmis.

 

Bir gun toplanmislar ve her zamankinden daha fazla canlari sikkin oturuyorlarken;

SAFLIK ortaya bir fikir atmis;

Neden saklambac oynamiyoruz?"

Ve hepsi bu fikri cok begenmis.

Hemen CILGINLIK bagirmis

"Ben ebe olmak ve saymak istiyorum. Ben ebe olmak istiyorum!"

Baska hic kimse CILGINLIK'i arayacak kadar cildirmadigi icin hemen kabul etmisler.

 

CILGINLIK bir agaca yaslanmis ve saymaya baslamis: bir, iki, uc......

CILGINLIK saydikca, iyi huylar ve kotu huylar saklanacak yer aramislar.

SEFKAT, ay' in boynuzuna asilmis,

İHANET, cop yigininin icine girmis ,

SEVGI, bulutlarin arasina kivrilmis,

YALAN, bir tasin altina saklanacagini soylemis ama yalan soylemis.

Cunku golun dibine saklanmis,

TUTKU, dunyanin merkezine gitmis,

PARA HIRSI, bir cuvalin icine girerken cuvali yirtmis.

Ve CILGINLIK saymaya devam etmis;

Yetmis dokuz, seksen , seksen bir.

ASK'in disinda butun iyi huylar ve kotu huylar o ana kadar zaten saklanmis.

ASK kararsiz oldugu gibi, nereye saklanacagini da bilmiyormus.

Cunku hepimiz ASK'i saklamanin ne kadar zor oldugunu biliriz.

Ve CILGINLIK doksan sekiz, doksan dokuz'dan sonra yuz'e geldiginde,

ASK sicrayip gullerin arasina girmis ve saklanmis.

CILGINLIK bagirmis;

"Onum, arkam, sagim, solum sobe. Geliyorum!".

Arkasini dondugunde,

Ilk once TEMBELLIGI gormus, o ayaktaymis.

Cunku saklanacak enerjisi yokmus.

Sonra SEFKAT'i ayin boynuzunda gormus ve

IHANET'i coplerin arasinda,

SEVGI'yi bulutlarin arasinda,

YALAN'i golun dibinde ve

TUTKU'yu dunyanin merkezinde.

Hepsini birer birer bulmus, birisi haric.

Ve CILGINLIK umutsuzluga kapilmis, saklananlarin bir tanesini bulamamis.

Derken HASET,

ASK bulunamadigi icin haset duyarak, CILGINLIK'in kulagina fisildamis;

"ASK'i bulamiyorsun cunku o gullerin arasinda saklaniyor."

Ve CILGINLIK catal seklinde tahta bir sopa almis ve gullerin arasina cilginca saplamis , saplamis, saplamis, ta ki, yurek burkan bir haykirma onu durdurana dek.

Ve haykiristan sonra,

ASK elleriyle yuzunu kapayarak ortaya cikmis,parmaklarinin arasindan sicim gibi kan akiyormus.

CILGINLIK ASK'i bulmak icin heyecandan ASK'in gozlerini catal sopa ile kor etmis.

"Ne yaptim ben? Ne yaptim ben?" diye bagirmis.

"Seni kor ettim. Nasil onarabilirim?"

Ve ASK cevap vermis;

"Gozlerimi geri veremezsin.

Ama benim icin bir sey yapmak istersen, benim rehberim olabilirsin."

Ve o gunden beri, ASK'in gozu kordur ve

 

O gunden beri de CILGINLIK her zaman onun yanindadir...........

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KURSUN SESİ KADAR HIZLI GECER YASAMAK ;

ÖYLE ZORDUR Kİ KURSUNU HAVADA,SEVGİYİ YÜREKTE TUTMAK!

BAZEN DUYGULARIMIZ BİZDEN ERKEN YASLANIR VE BİZDEN HAYATIN GERİ KALANINI ALIR.

HAYATIN KENDİNİ ANLAYANLARI CEZALANDIRMASIDIR BU.DURUP DURUP ARDINA BAKAN KADINLAR VARDIR.

GEÇMİŞİ DÜŞÜNMEKTEN ŞİMDİYİ YAKALAYAMAZLAR.HER ŞEYİ DİDİKLEYİP DURAN,MAZİSİNİN GÖLGESİNDEN,ANILARININ YÜKÜNDEN BİR TÜRLÜ KURTULAMAYAN,GÖZLERİ UFUK YORGUNU KADINLAR.GÜÇLÜ KÖKLÜ BİR BİÇİMDE YENİ ARKADASLIKLAR EDİNECEK YANLARI GERİDE BIRAKTOYSAN EGER,HASAR GÖRMÜŞ ESKİ ARKADASLIKLARI ONARACAK ÇAĞIDA GERİDE BIRAKMIŞ OLUYORSUN.ZAMAN İLERLEDİKÇE BİR ÇOK ŞEY DAHA ZOR OLMAYA BASLAR.

BEKLENTİSİ YÜKSEK OLAN KADINLARIN YALNIZLIĞI DAHA KOYU OLUYOR.GEÇİP GİTTİĞİYLE KALIYOR.

AYRILIKLARI AYRINTILAR ACITIR.KADINLARI MAHVEDEN ERKEKLER DEĞİL AYRINTILARDIR.ERKEKLER ERKEKLİKLERİNİN TADINI ALABİLDİĞİNE ÇIKARIRKEN KADINLAR BU KONUDA DA UMUTSUZDURLAR.ÇÜNKÜ KADINLIK BEKLER !

UMMAK VE BEKLEMEK KADINLIĞA VERİLMİŞ İKİ CEZADIR

MURATHAN MUNGAN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

SEDEF ÇİÇEĞİ

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:

"Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?"

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.

"Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda... Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti ? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

"Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi ... O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kerede bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar...O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiç birşey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim yaşlı adama dönerek;

-"Diyeceğin bir şey var mi, baba?" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu :

-"Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime'mi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun... Lafım geçmedi... O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: "Gece çiçek sularsan geçer dedim. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki..."

dedi adam. O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

"Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım... Sesimi çıkartamadım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis, ter icinde kalmislar, susamislar. Bir donemecin ardinda harika bir mermer kapi gormusler; kapi, ortasinda bir cesme bulunan altin doseli bir meydana aciliyormus, cesmeden berrak bir su akiyormus.

Yolcu kapidaki bekciye donmus.

-Iyi gunler.

-Iyi gunler, diye yanit vermis bekci.

-Burasi harika bir yer, adi ne?

-Burasi cennet.

-Ne iyi, cennete gelmisiz, cunku cok susadik.

-Iceri girip dilediginiz kadar su icebilirsiniz, demis bekci ve eliyle

cesmeyi gostermis. 'Atimla kopegim de susadilar.

-Kusura bakmayin, demis bekci.

-Buraya hayvanlar giremez.

Yolcu cok uzulmus, cok susamismis, ama suyu tek basina icmek istemiyormus. Bekciye tesekkur edip yoluna devam etmis. Epeyce bir sure yamac yukari gittikten sonra eski gorunumlu kucuk bir kapiya varmislar, kapi iki yani agaclikli toprak bir yola aciliyormus.

Agaclardan birinin altinda, sapkasini alnina indirmis, uyur gibi yatan bir adam varmis.

-Iyi gunler, demis yolcu

-Adam basini sallamis.

-Atim, kopegim ve ben cok susadik.

-Surada taslarin arasinda bir pinar var, diyen adam eliyle orayi isaretetmis.

-Istediginiz kadar su icebilirsiniz.

-Yolcu, ati ve kopegi pinara gidip susuzluklarini gidermisler.

Yolcu bekciye tesekkur etmis.

Istediginiz zaman yine gelebilirsiniz, demis bekci.

-Buranin adi ne?

-Cennet.

-Cennet mi? Ama mermer kapidaki bekci bana orasinin cennet oldugunu soyledi.

-Orasi cennet degil cehennemdi.

Yolcunun akli karismis; -Sizin adinizi kullanmalarina niye izin veriyorsunuz?

Yanlis bilgi vermeleri buyuk karisikliga neden olur!'

-Hic de degil. Aslinda onlar bize buyuk bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi dostlarina sirt cevirenlerin hepsi orada kaliyor cunku.

 

***Paulo Coelho'nun, Seytan ve Genc Kadin adli romanindan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...

 

Genç kız ise hergün hastahane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu... Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Hergün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu..."Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdiki... Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi.. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...

 

Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir, her günü hüsran...Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı... Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.. Belki sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki.. Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık... Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufakta olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu... Oysa sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi...Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada.. Ama sevdiğinden bi hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belkide sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı...

 

Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı.. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...

O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. 1 hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki birşeyler eksikti... Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu.. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu... Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlamış, ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer demişti doktor. Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Hergün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla.. En çokta kan kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi. Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...

 

Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı. Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yılar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği sevdiğinin kokusu vardı mektupta.. Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu yavaşça...Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı.

 

"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artıyordu.. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden dahada hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Hergün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün herşeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim... Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye.. Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık... Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hemde her gece... Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğimi sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarında sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü gözyaşlarımla, adını yazdım ona...Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde... Unutma, kırmızı gülüde unutma olur mu??... Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadarda Seveceğim...

Sevgilin...."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ

 

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

 

İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.

 

Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.

 

İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...

 

Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.

 

Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.

 

Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.

 

Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.

Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...

 

Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

 

Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.

Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...

 

Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."

 

Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...

Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.

 

Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece

"Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

DOSTLUK VE ARKADASLIK

 

Kötü karakterli bir genç varmis. Bir gün babasi ona civilerle dolu bir torba

vermis. "Arkadaslarin ile tartısip kavga ettigin

zaman her sefer bu tahtaperdeye bir civi cak" demis. Genc, birinci (ilk) günde

tahtaperdeye 37 civi cakmiş. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye

calısmıs ve gecen her günde daha az civi cakmıs. Nihayet

bir gün gelmis ki hic civi cakmamis. Babasi onu yeniden tahtaperdenin

önüne götürmüs. Gence "Bugünden baslayarak tartişmayip kavga etmedigin

her gün icin tahtaperdelerden bir civi cikart" demis.

 

Günler gecmis. Bir gün gelmiski her civi cikarilmis.

Babasi ona "Aferin iyi davrandin ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artik cok

delik var. Artik gecmişteki gibi güzel olmayacak" demis. Arkadaslarla tartisip

kavga edildigi zaman kötü kelimler söylenilir. Her kötü kelime bir yara(delik) birakir.

Arkadaşina bin defa kendisini affettigini söyleyebilirsin ama bu delik aynen

kalacak (kapanmayacak). Bir arkadas ender bir müchever gibidir. Seni güldürür

yüreklendirir sen ihtiyac duydugunda yardimci olur seni dinler sana yuregini

acar" demis.

 

COKTA İYİ DEMİS.......

 

 

(Bu bi arkadaştan geldi. Buraya eklemek istemiş ama sadece benim adım olduğu için eklememiş. Burda ben sadece benim gönderdiğim hikayeler olsun istemiyorum. Gönderdiğim hikayeleri ben zaten biliyorum başkasından gelen hikayeler olursa çok memnun olurum. cevap yaz deyip güzel hikayeler yollarsanız sevinirim)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YAŞLI HASTA

 

Dr.Paul Ruskin, oğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara

şu olayı okur :

 

Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor.Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok.

-

 

Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.Son altı aydır

Onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor.Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor.Gömleği

salyalarından dolayı sürekli leke içinde.Yürümüyor.Uykusu sürekli düzensiz.Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.

Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor."

Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını

üstlenmek isteyip istemediklerini sorar.

 

Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler.

Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapmasi gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar.

 

Daha sonra Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar.

 

Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır.

Dr.Ruskin, Amerikan Tıp Birliği dergisindeki makalesinde,(günümüzde çok yaşandığı gibi )gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir Perspektif kazandıracağını anlatmaktadır .

 

Allen Klein'den

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Etme Bulma Dünyası

Bir adam, karısı ve yaşlı babası. Kadın kayınpederini istememekte, huysuzluk etmekte, evin huzurunu boznaktadır.

Bir gün kocasına:

- Bey... bey.. Bezdim bezdim. Bir gün göremedim. Gençliğim gidiyor. Ya ayrılalım, babanla kal., ya da al babanı al da nereye getirirsen getir beraber kalalım. Yoksa ben gidiyorum.

Adamcağız şaşkınbiraz da sitemli bir vaziyette:

-Ne diyorsun hanım, o babam babam; öldüreyim mi, atayım mı? Kimi var bizden başka bakacak, dese de karısı ısrarda ısdrar ediyordu.

Adam baktı olacak gibi değil babasını dağa bırakmaya karar verdi. Yanına oğlunu da alarak yola koyulurlar. Babasına da:

- Baba, torununla beraber dağa oduna gidiyoruz, istersen sen de gel" der. Baba gelinin dırdırını dinlemektense onlarla beraber ağın yolunu tutar..

yola koyulu dağlara, ormanların içlerine girip bir müddet gittikten sonra, babasına:

- Baba sen burada biraz dinlen. Bizde odun toplayalım, der ve oradan ayrılırlar.

Odun toplamadan, babasını orada bırakarak dönerler.

Yolda oğlu:

- Dedemi almadık baba.

- Dedeni oraya bıraktık. Artık ihtiyarladı orada kalacak.

Torun ısrar eder:

- Dedemi isterim... . En sonunda babasına ne dese desin fayda etmeyceğini anlayan çocuk:

- Baba, sen ihtiyarladığında ben de senin gibi seni getirip dağa mı bırakacağım? der demez adamın aklı başına gelir.

ir. Babasını almaya karar verir İhtiyar, kendisini almak için yoldan geri dönen oğluna:

- Evlâdım, sen beni bırakıp gidemezsin. Çünkü ben babamı bırakmadım. Ölünceye kadar hizmet ettim.

Adam babasını alıp eve getirir.

«Bu dünya etme-bulma dünyası» diye... Sen ne yaparsan sana da onun aynısının yapılacak.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KÜÇÜK EV

 

Bir köylü bilgenin yanına geldi ve şikayete başladı: “N’olur bana yardım edin, yoksa çıldıracağım. Tek odalı bir evde yaşıyoruz. Ben, karım, çocuklarım, karımın akrabaları. Herkesin siniri tepesinde. Birbirimize bağırıp duruyoruz. Oda sanki bir cehenneme döndü.” “Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir misin?” diye sordu bilde ciddi bir sesle.

“Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım.”

“Pekala. Kaç hayvanın var?”

“Bir inek, bir keçi ve altı tavuk.”

“Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra yanıma yine gel.”

Bilgenin talebesi çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine söz vermişti bir kere. Böylece, hayvanları da odaya aldı.

Bir hafta sonra geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederle inliyordu. “Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku! Gürültü! Hepimizin aklını kaçırmasına ramak kaldı!”

“Şimdi git ve hayvanları evden çıkar” dedi bilge. Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Ertesi gün bilgenin yanına geldiğinde gözleri mutluluktan parlıyordu:

“Hayat ne kadar güzel. Hayvanlar dışarıda. Evimiz, öyle sessiz, öyle temiz ve öyle geniş ki. Sanki bir cennet!”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 7 ay sonra...

Eve Dönüs

 

Vietnam'da savastiktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkinda bir hikaye anlatilir.San Francisco'dan ailesini aradi

 

Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden birsey rica ediyorum. Yanimda bir arkadasimi da getirmek istiyorum. -Memnuniyetle, onunla tanismak isteriz,diye cevapladilar.. Ogullari, -Bilmeniz gereken birsey var diye devam etti. -Arkadasim savasta agir yaralandi. Bir mayina basti ve bir koluyla ayagini kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasini istiyorum. -Bunu duyduguma üzüldüm oglum. Belki onun baska bir yer bulmasina yardimci olabiliriz. -Hayir. Anne, baba, onun bizimle yasamasini istiyorum. -Oglum, dedi babasi, -Bizden ne istedigini bilmiyorsun. Onungibi özürlü biri bize korkunç bir yükolur. Bizim kendi hayatimiz var, ve bunun gibi birseyin hayatimiza engel olmasina izin veremeyiz. Bence bu arkadasini unutup eve dönmelisin. O kendi basinin çaresine bakacaktir. Oglu o anda telefonu kapatti.

 

Ailesi ondan bir süre haber alamadi. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Ogullarinin yüksek bir binadan düsüp öldügünü ögrendiler. Polis bunun intihar olduguna inaniyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ysa uçtular ve Ogullarinin cesedini tespit etmek için sehir morguna götürüldüler. Onu tanidilar, ve bilmedikleri birsey daha ögrenince dehsete düstüler:

 

Ogullarinin sadece bir kolu ve bir bacagi vardi. Bu hikayedeki aile de bir çogumuz gibi. Güzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldigimiz insanlari sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsizlik veren yada yanlarinda kendimizi rahatsiz hissettigimiz insanlari sevmiyoruz. Bizim kadar saglikli, Güzel yada akilli olmayan insanlarin yanindan uzak durmayi tercih ediyoruz. Neyseki, bize bu sekilde davranmayan biri var. Biz nekadar bozulmus olursak olalim, bizi sonsuz ailesinin yanina çagiran sartsiz sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanlari oldugu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farkli olanlara karsi daha anlayisli olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kisa bir dua edelim. Kalbimizde Arkadaslik adinda bir mucize var. Nasil oldugunu veya Nasil basladigini anlamazsiniz. Ama bu özel armagani bilirsiniz ve Arkadasligin Tanri nin en büyük armagani oldugunu anlarsiniz.

 

Gerçekten de arkadaslar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip basarmaniz için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler. Bugün arkadaslariniza onlarla ne kadar ilgilendiginizi gösterin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Geçtiğimiz günlerde, havaalanında bir baba ile kızının son dakikalarda

aralarında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum.

 

Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. Güvenlik

kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba "Seni

seviyorum. Her şey yeterli olsun," dedi.

 

Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi.

Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli

olmasını diliyorum, baba," diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.

 

Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak

istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara

girmemeye çalıştım; ama "Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile

bile hoşça kal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet

etti. "Evet, dedim," diye yanıtladım. Bunu söylemek, beni anılara,

benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi ve minneti

ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü. Zamanının sınırlı olduğunu

bildiğimden, benim için ne kadar önemli olduğunu yüzüne söylemek için

özel zaman ayırmıştım. Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum.

 

"Sorduğum için bağışlayın; ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir

veda?" diye sordum. "Ben yaşlıyım; o da çok uzakta yaşıyor. Önümde bazı

ciddi mücadeleler var. Gerçek şu ki, onun buraya bir sonraki gelişi

cenazem için olacak," dedi.

 

"Veda ederken 'Her şey yeterli olsun' dediğinizi duydum. Bunun ne

anlama geldiğini sorabilir miyim?" Gülümsemeye başladı "Eski

nesillerden kalma bir dilek. Annem ve babam, bunu herkese söylerlerdi."

Bir an duraksadı; sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi

baktı; kocaman gülümsedi.

 

"'Her şey yeterli olsun' dediğimizde, karşımızdaki kişinin onu ayakta

tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz,"

diye devam etti ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu

 

"Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.

Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.

Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.

Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.

isteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.

Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.

Son 'Elveda' yı atlatmana yetecek kadar 'Merhaba' diliyorum."

 

Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve yürüdü gitti

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.

 

Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüsü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yasadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..." Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da basarili bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona "Genç insanların arasına karışmalısın" diyordu, ancak ayni zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

 

Delikanlının babası, aile doktoru ile o?olunun sorunu ile ilgili görüştü; "Hiçbir şey yapılamaz mi" diye sordu. Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi. Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. iki yıl geçti bir gün babası "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.

Operasyon çok basarili geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük basarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu: "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım..."

 

Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi babası, "fakat anlaşma kesin, su anda öğrenemezsin, henüz değil..."

 

Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatinin en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi basında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin basına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu. "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"

 

Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!

Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asil görünmeyen yerdedir... Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yıllarca önce İzmir Kadınlar Hapishanesi’nde mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün maarif müdürünün odasına, zayıf, ufak tefek bir genç kız girdi:

 

Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim efendim, dedi.

 

Maarif müdürü şaşırmıştı; karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik de son derece hassas bir insana benziyordu. Müdür bir kere daha hapishanedeki tipleri gözönüne getirdi. Olacak şey değildi!.

 

Peki hoca hanım bu işle meşgul olacağım, dedi.

 

İki hafta geçmeden genç kız, soluk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra ince pardesüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli demir kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu.

 

Hapishane müdürü de, maarif müdürü gibi hayretler içinde idi. O kavgacı, o geçimsiz mahkumlar genç öğretmeni hem sevmeğe, hem saymağa başlamışlardı. Hatta bir kere dersten çıkarken kendisini alkışlamışlardı da. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu. Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren genç kızın bir müddet sonra acayip bir suçla mahkemeye verildiğini görüyoruz. Hakkındaki isnat: Misyonerlik. Gittikçe kabaran dosyalar mütemadiyen misyoner öğretmenden bahsediyordu. Neler de neler yapmamıştı ki!

 

İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Atatürk, meseleyi merak etmişti. “Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz.” Dedi. Bütün gece dosyayı inceledikten sonra ertesi günü Avar’ı yanına çağırttı.

 

Genç öğretmen Atatürk’ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu. Atatürk, bu ufak tefek genç kıza hayretle baktı:

 

Misyoner öğretmen sensin, öyle mi? diye sordu.

 

Avar şaşırmıştı. Yavaşça:

 

Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.

 

Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:

 

Hayır... Sen misyoner Avar’sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım.

 

Ondan sonra Atatürk fikirlerini açıkladı:

 

Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu’ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları bu cemiyetin potasında yetiştirecek, sonra bu çocukları birer ışık huzmesi halinde köylere gönderecekti.

 

Sözlerin sonunda:

 

Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın, dedi.

 

Genç öğretmen içi içine sığmaz bir halde Atatürk’ün yanından çıktı.

 

İşte yıllar ve yıllardır Avar, Doğu illerinden birinde kız enstitüsü müdürlüğünde, bu inanılmaz işle meşguldür.

 

Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevresindeki halk, bu ufacık, tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinden sayısız Avar şarkıları vardı. O, yol vermez geçit tanımaz dağları at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.

 

Avar, Doğu’da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadını, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:

 

Kızımı da götür, Avar! diye atın üzengesine yapışıyorlar...

 

Şehre, Avar’ın okuluna gelen kızı bir kere de üç dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm...

 

Hikmet Feridun Es

 

 

 

Gören gözlerinizi , görülmesi gerekenlerden ayirmayin......

Bir isik verilmis sizlere göresiniz diye, görmemezlikten gelmeyin.

birce

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Bir zamanlar dogmak üzere olan bir bebek varmış. Tanrı ’ya sormus:

 

Beni yarin dünyaya göndereceginizi duydum. Ama ben, bu ufacik ve caresiz halimle orada nasil yasayabilirim?

 

Tanri cevap vermis : Senin icin secmis oldugum bircok melek arasinda o seni bekliyor olacak ve her türlü ihtiyacini karsilayacak.

 

Ama burada cennette, mutlu olabilmem icin pek de fazla bir seye ihtiyacim yoktu. Sadece sarki söylemek ve gülümsemek bana yetiyordu.

 

O sana sarkilar söyleyecek ve her gün gülümseyecek. Sen ise onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksin.

 

Peki insanlar bana konusacaklari zaman, ben onlari nasil anlayacak ve cevap verecegim?

 

Melegin sana duyabilecegin en tatli sözleri söyleyecek ve sabirla sana konusmayi ögretecek.

 

Peki seninle konusmak istedigimde ne yapacagim?

 

Melegin ellerini nasil birlestirmen gerektigini ve bana dua etmeyi ögretecek

 

Duyduguma göre asagida cok kötü insan varmis. Beni onlardan kim koruyacak?

 

Melegin kendi hayati pahasina seninkini koruyacak

 

Ama artik seni göremeyecegim icin ben hep üzgün olacagim.

 

Melegin sana hep benim hakkimda konusacak ve bana ulasabilmenin yollarini ögretecek, aslinda ben de zaten hep yaninda olacagim.

 

Tam o sirada cennetin kapilari acildi ve dünyadan sesler gelmeye basladi. Cocuk telasla sordu: Tanrim, sanirim gitme zamanim geldi, lütfen bana melegimin ismini söyler misin ?

 

Meleginin ismini ne oldugu hic önemli degil...

 

:clover:

 

Sen ona ANNE diyeceksin...

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir lise ögretmeni bir gün derste ögrencilerine bir teklifte bulunur. Bir hayat deneyimine katilmak ister misiniz?

 

Ögrenciler cok sevdikleri hocalarinin bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. O zaman der ögretmen. Bundan sonra ne dersem yapacaginiza da söz verin .

 

Ögrenciler bunu da yaparlar. Simdi yarinki ödevinize hazir olun. Yarin hepiniz birer plasitk torba ve beser kilo patates getireceksiniz! Ögrenciler, bu isten pek birsey anlamamislardir. Ama ertesi sabah hepsinin siralarini üzerinde patatesler ve torbalar hazirdir.

 

Kendisine merakli gözlerle bakan ögrencilerine söyle der ögretmen:

 

Simdi, bugüne dek affetmeyi reddettiginiz her kisi icin bir patates alin, o kisinin adini o patatesin üzerine yazip torbanin icine koyun. Bazi ögrenciler torbalarina ücer-beser tane patates koyarken, bazilarinin torbasi neredeyse agzina kadar dolmustur.

 

Ögretmen, kendisine Peki simdi ne olacak ? der gibi bakan ögrencilerine ikinci aciklamasini yapar:

 

Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbalari yaninizda tasiyacaksiniz. Yattiginiz yatakta, bindiginiz otobüste, okuldaken siraniniz üstünde ? hep yaninizda olacaklar.

 

Aradan bir hafta gecmistir. Hocalari sinifa girer girmez, denileni yapmis olan ögrenciler sikayete baslarlar: Hocam, bu kadar agir torbayi her yere tasimak cok zor. Hocam, patatesler kokmaya basladi. Vallahi, insanlar tuhaf bakiyorlar bana artik. Hem sikildik, hem yorulduk?

 

Ögretmen gülümseyerek ögrencilerene su dersi verir:

 

Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asil kendimizi cezalandiriyoruz. Kendimizi ruhmuzda agir yükler tasimaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karsimizdaki kisiye bir ihsan olarak düsünüyoruz, halbuki affetmek en basta kendimize yaptigimiz bir iyiliktir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Uzaklarda kücük bir kasabada genc bir adam kendi isini kurdu bu, iki caddenin kösesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlisydi, insanlar onu seviyorlardi. Ondan alis veris yapiyorlar ve arkadaslarina tavsiye ediyorlardi. Adam kisa süre icinde bir dükkandan, Amerikanin bir ucundan digerine uzanan bir zincir yaratti.

 

Bir gün hastalanip hastaneye kaldirildi. Doktorlar az zamani kalmis olabileceginden endise ediyorlardi.

 

Üc yetiskin cocugunu yanina cagirdi ve onlara bir görev verdi, icinizden biri yillar bouyu ugrasarak kurdugum sirketimin basina gececek. Hanginizin bunu haketine karar vermek icin, her birinize birer dolar verecegim.

Simdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsaniz alacaksiniz, ama bu aksam geri döndügünüzde paranizila aldiginiz sey hastane odami bir uctan bir uca dolurmali.

Cocuklar bu basarili sirketi yönetme firsati karsisinda heyecana kapildilar. Ücü de sehre gidip parasini harcadi.

 

Aksam geri döndüklerinde babalari sordu:

 

Birinci, cocugum, bir dolara ne yaptin?

 

Cocuk cevap verdi. arkadasimin ciftligine gittim, bir dolarimi verdim ve iki balya saman aldim. sonra odadan disari cikti, saman balyalarini getirdi, acti ve havaya savurmaya basladi. Oda bir anda samanlarla dolmustu.

ama biraz sonra samanlarin tamami yere indi ancak babanin söyledigi gibi odayi bir uctan öbür uca dolduramadi.

 

adam sordu: Peki ikinci cocugum, sen paranla ne yaptin?

 

Yorganciya gittim. Iki tane yastik aldim. Bunu söyleyen cocuk, yastiklari iceri getirdi , acti ve tüyleri bütün odaya dagitti. Zaman icinde bütün tüyler yere düstü, böylece oda yine dolmamisti.

 

Sen ücüncü cocugum, sen parani ne yaptin? diye sordu adam.

Dolarimi cebime koyup senin yillar önceki dükkanin gibi bir dükkana

gittim. Dükkanin sahibine parayi verdim ve bozmasini istedim. Dolarimin 90 centini

sehrimizdeki iki yardim kurumuna bagisladim. Böylece bir onlugum kaldi. Bununla

iki sey aldim.

 

Cocuk elini cebine atip bir kibrit kutusu ve bir mum cikardi. Isigi kapatip mumu yakinca oda mumun yaydigi isikla dolmustu. Oda samanla veya tüyle degil, bir

uctan öbür uca isikla dolmustu.

 

Baba memnundu Cok iyi oglum. Bu sirketin basina sen gececeksin, cünkü yasam hakkinda cok önemli bir seyi, isigini yaymayi biliyorsun. Bu cok güzel.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yine çok ağır geçeceğe benzerdi kış. Bembeyaz bir örtü kaplamıştı fındık bahçelerini..

 

Çocuklar, dondurucu soğuğa aldırmadan şen kahkahalarla karlara bata çıka üç kilometre aşağıdaki köyde bulunan, medeniyet yuvalarına ulaşmaya çalışıyorlardı. Yolun en sevdikleri kısmı ‘dik bayır’ denilen, değil yürümek, ayakta durmanın bile mümkün olmadığı bölümüydü.. Buraya geldiklerinde başlarına kardan korunmak için, pardösü niyetiyle geçirilen boş gübre çuvallarını bir hamlede altlarına alır, kızak gibi dik bayırın dibine kadar yıldırım hızıyla kayarlardı. Bayırın dibinde de ya birbirlerine çarparak, ya da ormanın bitimindeki duvara toslayarak durabilirlerdi..

 

O gün yeni bir kız çocuğu katılmıştı aralarına. Yaşı ve cüssesi arkadaşlarından çok geride olan bu cılız kız, dönemin ortasında, babasının önerisi ve öğretmenin özel bir sınavıyla başlatılmıştı okula.. Altı yaşına henüz girmişti oysa.. Annesi uzunca bir süre ağlamış ve ‘onca yolu nasıl tepecek buncacık boyuyla’ diye sızlanmıştı..

 

Aceleyle okul kıyafetleri hazırlandı. Ablasının küçük gelen eski önlüğü giydirildi Gizeme. Annesinin diktiği bez okul çantası. (Hep siyah olurdu rengi, kire gelsin diye.) Abisinden kalem, ablasından defter..

 

Bir hafta gidip gelmişti okula öbür çocuklarla birlikte.. Yolda yorulduğu için, çantasını büyük ablaları, abileri taşırdı genelde ve akşam eve vardığında yorgunluktan, akşam yemeğini bile yiyemeden uyuyakalırdı bir köşede..

 

Yine böyle bir akşam uyumak üzereyken, çarşıdan gelen babası ona meşin bir çanta almıştı. Maviydi rengi. Yeni defterler, kalemler... Hepsini akşamdan çantasına doldurmuş ve başucuna koyarak uyumaya çalışmıştı o gece. Ama geç saatlere kadar uyku girmemişti gözlerine.. Yorgunluktan bitap düştüğünde kabuslarla dalmıştı gecenin karanlığına. Çantasını kaybetmişti. Sabaha kadar onu bulmaya çalışmış ve sonunda kan ter içinde uyanmıştı uykusundan..

 

Saatler geçmek bilmiyordu sanki. Biran önce okula gitmek istiyordu o gün.. Bütün arkadaşlarının çantasını görmesini istiyordu.. Ablaları geldiğinde başı dik, koyuldu yine karlı yollara ama çantasını kimseye taşıtmak istemiyordu, kimsenin çantasına dokunmasını istemiyordu.. Öylesine ayrıcalıklı hissediyordu ki kendini. İlk kez yeni bir şeyi oluyordu hayatında. İlk kez onun kullanacağı, başkasının eskisi, uymayanı, küçüleni olmayan..

 

 

Bütün çocuklar gıptayla bakmıştı çantasına ve içindekilere.. Dünyanın en mutlu çocuğuydu sanki.. Kollarını daha bir açmış, başını daha bir dikleştirmişti ki; çıt diye bir ses geldi kulaklarına. Havadaki eline baktı bir an ve elinden kopup giden çantaya. Öylesine hızlı uçmuştu ki çanta, gözleriyle uzun bir süre takip etmişti onu, fındık tarlalarının arasında karlara gömülene kadar. Ne olduğunu anlamamıştı önce. Donup kalmıştı çantanın düştüğü yerde sanki. Zaman sonra gözleri ellerine kaydı. Çantanın sapı duruyordu parmaklarının arasında ve öylesine sıkmıştı ki bembeyazdı eklem yerleri..

 

Yanaklarından aşağıya iki damla yaş süzülmüştü Gizemin. Sonra bütün çocuklar aramaya koyuldular çantayı ama tipi şeklinde yağan kar, çok çabuk kapatmıştı çantanın düştüğü yerdeki izi.

 

Gitmedi o gün okula Gizem. Gidemedi. Geri eve döndü. Hiçbir şey söylemedi annesine. Sadece, çantasının sapını yastığının altına koydu, saatlerce ağladı ve uykuya daldı. O günden sonra kimse okula gönderemedi Gizem’i.

 

Aylarca sabırla beklemişti.. Karların erimesini. Baharın gelmesini..

Bir sabah erkenden kalkıp çantasını kaybettiği fındık tarlasına koştu. Bir saatlik bir aramadan sonra bulabilmişti onu. Heyecanla eline aldı, açmaya kalktı kapağını, koptu dikişlerinden bir bir ve yerlere saçılan şişmiş defter yaprakları, çürümüş kalemler..

 

Öylece bıraktı orada onu. Eve döndü. Ayakları ıslanmış, omuzları çökmüştü.. Gözlerindeki ışığın yerinde yılgınlığın, hayal kırıklığının izleri..

 

O günden sonra.. Hep korktu sevinmekten ve sevmekten Gizem.. Sevindiğinde gelecek hayal kırıklığı beklentisiyle, sevdiğini kaybetme korkusuyla hep nefret etti maviden.

 

 

:clover:

 

Umudun rengiydi mavi..

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Savasin en kanli günlerinden biri

 

Asker, en iyi arkadasinin biraz ileride kanlar icinde yere düstügünü gördü.

Insanin basini bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacagi ates yagmuru altindaydilar

 

Asker tegmene kostu ve

Tegmenim, firlayip arkadasimi alip gelebilir miyim?

Delirdin mi der gibi bakti tegmen

Gitmeye degermi?

Arkadasin delik desik olmus..

Büyük olasilikla ölmüstür bile..

Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin

Asker israr etti ve tegmen “Peki” dedi. Git o zaman..

 

Asker o korkunc ates yagmuru altinda arkadasina ulasti.

Birlikte siperin icine yuvarlandilar.

Tegmen kanlar icindeki askeri muayene etti..

Sonra onu sipere tasiyan arkadasina döndü.

 

“Sana degmez, hayatini tehlikeye atmana degmez demistim. Bu zaten ölmüs”

 

“Degdi tegmenim” degdi asker...

“Nasil degdi” dedi tegmen..

“Bu adam ölmüs görmüyor musun?

“Yine de degdi komutanim.

Cünkü yanina ulastigimda henüz sagdi.

Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin.”

Ve ölen arkadasinin son sözlerini tekrarladi.

 

:clover:

 

Gelecegini biliyordum! Demisti arkadasi

“GELECEGINI BILIYORDUM..”

 

:clover:

 

 

 

bir sesdirki sizin kendinizin kalpten gelen, kimi zaman yaniltsada benim kararimdi dedirten...

O sesdirki, kendinizce tek dogruyu gösteren.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
Çocukluğundan beri sarp kayalıklara tırmanma özlemiyle yanmış tutuşmuştu. Aslında bu işten son derece korkuyordu, ama  sonunda korkusunu yendi ve bir dağcı grubbuna katıldı. Kendisi gibi genç kızlardan oluşan bu gruba gerekli eğitim verildikten sonra, dimdik bir kayanın zirvesine ulaşmak için tırmanmaya aşladılar

 

                "Rabbim, bu şeyi niye taşımamı istediğini bilmiyorum. Yiyebileceğim bişey olmadğı gibi, çok ağır. Ama madem bunu bana emrediyorsun, bu şeyi senin için taşıyacağım."

 

Goca Gözlüm için özel bi sayfa

716[/snapback]

Iki kalp hastasi ayni odayi paylasiyorlardi . Hastalardan biri cam kenarinda , digeri ise duvar dibinde kaliyordu.

 

Cam kenarindaki hasta her saba diger arkadasina disardaki güzelligi anlatiyordu..

 

Bak..bak.. Arkadasim günes sahile nede güzel vuruyor ama bugün deniz herzamankinden dahada durgun, hergün gelen asiklar yine geldiler agaclarin ve kuslarin güzelligini görmeni isterdim nede güzel ötüsüyor kuslar.

 

Bu olay günlerce böyle sürüp giderken bir gün cam kenarindaki hasta birden rahatsizlanir ve kalp krizi gecirmektedir. Dona kalmistir. Hasta bakicilarini cagirmak icin dügmeye basmasi gerekmektedir ama dügmeye basmak istesede basamaz bunu gören arkadasi bir an icin düsünmeye baslar dügmeye basip hemsireleri cagirsammi? Yoksa cagirmasammi?

 

Eger cagirirsam o hayatta kalir ve cam kenarinda kalmaya devam eder , eger o dügmeye basmassam cam kenari bana kalir der ve Arkadasinin sancilarina aldirmaksizin görmemezlikten gelir ve arkadasinin gözleri önünde ölümünü seyreder.

 

Evet arkadasi artik ölmüstür vede cam kenari artik ona kalmisdir. Ama artik cok pismandir , yaptigindan cünkü o disaridaki manzaradan eser bulamaz, camdan baktiginda sadece ve sadece yüksek simsiyah bir hastane duvari ile karsilasir . Arkadasinin hergün anlattigi o manzara yoktur, zaten hic olmamistir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bazen insanlari hafife almak icin cocuk gibisin, cocuk gibi davraniyorsun denir ya...

 

bu hikayeden sonra cocuk gözüyle bakmanin basit olmadigini anliyor insan.

 

 

:clover:

 

 

Babasi Ispanya nin en agir siyasi cezalarinin verildigi bir hapisanede mahkumdu kücük kizin.

Firsat buldugu her haftasonu babasini ziyaret icin annesiyle birlikte hapisaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babasi icin cizdigi resmi yaninda götürdü, ancak hapisane kurallarina göre özgürlügün cagristiran her türlü seyin mahkumlara verilmesi yasakti. Bu sebeple kagida cizdigi kus resmini kabul etmemisler ve oracikta yirtmislardi...

 

:clover:

 

Cok üzülmüstü kücük kiz.. Babasina söyledi bunu. O da,

"Üzülme kizim, yine cizersin, bu sefer cizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.

Kücük kiz diger ziyaretinde babasina yeni bir resim cizip götürdü. Bu sefer kus

yerine bir agac ve üzerine siyah minik benekler cizmisti. Babasi keyifle resme bakti ve sordu: Himmm! Ne güzel bir agac bu! Üzerindeki benekler ne ? Portakal mi ?

Kücük kiz babasina egilerek, sessizce:

 

:clover:

 

"Hssst! O benekler agacin icinde saklanan kuslarin gözleri!..." ^v^

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Bir genc evlenme hazirligina girismisti. Kendisi, henüz kücükken anne ve babasini kaybetmist. Birakilan bir miktar mülkün geliri ve akrabalarinin yardimiyla tahsilini bitirmis, kazancli ve dürüst bir is sahibi olmustu. Ancak, kücük yasta hem annesini , hem babasini yitirmenin hüznünü hayat boyu hep yaninda tasimisti.

 

 

Evlenme kararini vermesinin ardindan, bu temiz ahlakli gencin nesesi artmis, hayat baglari daha da kuvvetlenmist.

 

Ancak, dügünden birkac gün önce, bozuk bir yüzle bana geldi. Belli ki, bir üzüntüsünü anlatacakti. Fakat baslangic kelimelerini bulup cikarmanin güclügü icindeydi.

 

Meslek icabi acaba nasil baslasam problemini daima hisseden bir dostu olarak, onu sIkmadim. Bir süre sonra, ruzgar yiyip dayanagindan kurtulan bir kapi gibi gümledi.

 

Anlattigina göre, o sabah, nisanlisinin teyzesi biraz kücümser bir edayla yanina gelip, ona söyle demis:

 

 

Ahbaplarimiz kizimizin kiminle evlendigini ögrenmek istiyorlar.Sizi söylüyoruz, ama soruyorlar, acaba kimlerden diye. Ne dememizi arzu edersiniz ?

 

Delikanli, bu soruya da, bu sorunun sorulma bicimine de icerlemis. Ama, cevabi da yapistirmis:

 

 

Hanimefendi, " dürüst ve karakterlilerden dersiniz, oldu mu"........?

 

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsan

 

Adam, bir haftanin yorgunlugundan sonra pazar sabahi kalktiginda bütün haftanin yorgunlugunu cikarmak icin eline gazetesini aldi ve bütün gün miskinlik yapip evde oturacagini düsündü.

 

Tam bunlari düsünürken oglu kosarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.

 

Baba ogluna söz vermisti bu hafta sonu sinemaya gotürecekti ama hic disariya cikmak istemediginden bir bahane uydurmasi gerekiyordu sonra gazetenin promosyon olarak dagittigi dünya haritasi gözüne ilisti.

 

Önce dünya haritasini kücük parcalara ayirdi ve ogluna eger bu haritayi düzeltebilirsen seni sinemaya goturecegim dedi. Sonra düsündü, oh kurtuldum en iyi cografya profesörünü bile getirsen bu haritayi aksama kadar düzeltemez.

 

Aradan on dakika gectikten sonra oglu babasinin yanina kosarak geldi ve baba haritayi düzelttim artik sinemaya gidebiliriz dedi. Adam önce inanmadi ve görmek istedi. Gördügünde de halen hayretler icindeydi ve bunu nasil yaptigini sordu.

Cocuk, bana verdigin haritanin arkasinda bir INSAN vardi.

 

 

INSANI DÜZELTTIGIM ZAMAN DÜNYA KENDILIGINDEN DÜZELMISTI!!!... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Insanoglu mutlulugu hep hor kullaniyormus

 

Hep sikayetci hep bikkinmis

 

Saklayalim, zor bulsunlar

Zor bulduklari icin belki kiymetini bilirler diyerek baslamislar tartismaya

Sorun büyükmüs..

 

Mutlulugu saklamak kolay degilmis cünkü

Kimisi:

 

Everet in tepesine saklayalim demis, kimisi:

Atlas Okyanusunun dibine demis.

Tac Mahalin kubbesi, Mekke sokaklari, Italyan sofrasi..

Bir hastenin odasi, dondurma külahi, sarap sisesi...

Sigara paketi, lale bahcesi..

 

Pek cok yer düsünmüsler ama icbiri yeterince zor gelmemis..

Derken meleklerden biri:

 

:clover:

 

ICLERINE SAKLAYALIM demis..

 

:clover:

 

Kimsenin aklina gelmez icine bakmak

Iste o gün bugündür mutluluk insanin kendi icinde sakliymis..

Hicbir mutluluk kolay gelmiyor. Kolay kolay gülmüyor insanin yüzü...

Emekte ve insanin icinde sakli mutluluk..

 

Ne baskasinin ekmeginde, ne baskasinin evinde, nede baska bir seyde... Bu yüzden gözünüz hep iceride olsun..

Siz disini bosverin , icine bakin..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.