Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

M. KEMAL'İN İNANÇ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ


ugurozaltin

Önerilen İletiler

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz... Biz sadece din işlerini devlet ve millet işleriyle karıştırmamağa çalışıyoruz.”

“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne icbar edebilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılmaz.”

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur.”

“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını açtığı için, hakiki dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler ilerlemenin ve yükselmenin düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.”

“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

 

“Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye medeni bir millet nazarı ile bakılabilir mi?”

 

“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.”

 

“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme, mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”

 

“Bilhassa bizim dinimiz için, herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine muvafık olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa menfaatı ammeye muvafıktır, biliniz ki o bizim dinimize de muvafıktır. Bir şey, akla, mantığa, milletin menfaatına, islamın menfaatına muvafıksa kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa tetabuk ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı. Ahir din olmazdı.”

 

Mustafa Kemal Atatürk

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Benim sahsen bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin

denizin dibini boylamasını istiyorum.

M.Kemal-1926

M.Kemal´´ den

 

“Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler. "

 

"...Kimi yerlede kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir?

Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir."

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,

Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217.

M.Kemal

 

 

2- Atatürk'ün El Yazmaları ( Medeni Bilgiler Afet İnan):

"Gerçekte dinler konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve sirla karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir.....

Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.

 

sevgiler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 6 ay sonra...

MUSTAFA KEMAL'İN CORİNE HANIM'A MEKTUBU

 

...Gerçekten de cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidir. Bundan başka husisi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini daha çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün. Ya gazi ya şehid olmak! Bu sonuncusu nedir , bilirmisiniz ? Dosdoğru cennete gitmek... Orada Allah'ın en güzel kadınları , hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet... Görüyorsunuzya madam, benim insanlarım şehit olmayı ararkende budalaca davranmıyorlar. Peygamberimiz nekadar bilgeymiş! İnsanların gerçek arzularını nekadar iyi biliyormuş! Bana gelince... Çok yazık ki, bu inanmış insanların , Allah vergisi nitelikleri bende yok, ama bu nitelikleri desteklemeyide hiç ihmal etmiyorum.

Çok garip bulduğum bir şey var: Erkeklere huriler huriler ve başka güzel eğlenceler vaat eden Hazreti Muhammed, kadınlar için hiçbir taahhide girmiyor. Bu duruma göre ölümden erkekler, cennetteki kadınlara sahip olarak hoş vakit geçirirlerken , kadınların dayanılmaz hale düşecekleri anlaşılıyor. öyle değilmi?

"Görüdüğünüz gibi madam, dağdağlı ve kanlı bir yaşama alıştıktan sonra da insan, cennet ve cehnnemden söz etmek ve hatta yüce Tanrı'yı bile eleştirmek için zaman bulabiliyor. Madam, eğer Tanrı'mızı eleştirerek günaha girmemi önlemek isterseniz , çarpışmalar dışında kalan zamanımı hangi meşkaleyle geçirebileceğim konusunda lütfen bana yol gösteriniz.

(İhsan yılmaz Milliyet gazetesi , 9 Nisan 2001)

 

B. bozgeyik, Birdestandır çanakkale, sf.272

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

M. KEMAL PAŞA’YA VERİLEN BİR İKAZ DERSİ (1923)

 

 

1922 Senesinde M. Kemal Paşanın ve bazı milletvekillerinin ısrar ve tekrarlı davetleri üzerine Bediüzzaman Hazretleri Ankara’ya geldi.

 

Ankara’da M. Kemal Paşanın riyaset odasında, şifahen yaptıkları görüşmede Bediüzzaman Hazretleri, hubb-u cah, makam ve mevki sevgisi ve şöhretperestlik damarları ile hareket ederek ecnebilere kendini beğendirmenin ve İslâmiyete zıt inkilap yapmanın bu milleti ve alem-i İslâmı küstürmeye sebep olacağını ihtar eder.

 

İnkilaplar ve terakki için yapılacak kanunların Kur’ana ve İslâmiyete uygun olması gerektiğini, yoksa milletin ekseriyetinden muhabbet değil nefret kazanılacağını, bir İslâm âlimi olarak M. Kemal Paşa’ya ders verir, ikaz ve ihtar eder.

 

Bediüzzaman Hazretleri, o zaman verdiği şifahî dersi, yıllar sonra Mektubat adlı eserin 29. Mektup 6. Kısım’da neşretmiştir. Bu bahis Mektubat kitabında yayınlanmasıyla daha sonraki zamanlara da bir ders niteliğinde bilhassa idareye talip olanlara bir düstur olmuştur. Ayrıca bu ders Tarihçe-i Hayatı kitabının 144. sahifesinde de neşredilmiştir.

 

Şimdi Tarihçe-i Hayatı kitabından bu ikaz ve ihtarı içine alan bölümü bir kez daha sunuyoruz. Şöyle ki:

 

«Bediüzzaman, küçük yaşında iken tasavvur ettiği ve hayatını o yolda feda etmeye azmettiği ve hayatının bir gayesi ve neticesi olarak kabul ettiği "Âlem-i İslâmda büyük bir intibah ve inkişaf" emeliyle Ankaraya gelmişti. Daha meşrutiyetin ilânından evvel, İstanbul'a gelmeden, Şarkî Anadoluda, yüzlerce ehl-i ilim ve erbab-ı fazilet kimselerle mübaheseleri; ve İstanbul'da birdenbire meydana çıkarak, ulemayı hayrete sevketmesi; ve ehl-i siyaseti telâşa düşürmesi; ruhunda büyük bir İslâmî inkılâbın müessisi halinin mevcud olduğunu gösteriyordu. Ve kendisi; daha eskiden ruhunda bu vazifenin mes'uliyetini, hem şevk ve sürurunu hissetmişti.

 

Hürriyetin ilânını müteakip; gazetelerde meşrutiyeti şeriata hâdim yapmakla, Anadolu ve Âlem-i İslâm kıt'asında büyük bir saadetin zuhuruna vesile olunacak ümidiyle neşrettiği makaleler ve muhtelif içtimalardaki nutukları, hep bu mezkûr niyet ve tasavvurunun neticesi idi. "El-Hutbet-üş-Şamiye", "Sünuhat" ve "Lemeat" gibi bazı eserlerinde de görüldüğü gibi, "Şu istikbal zulümatı ve inkılâbları içerisinde en gür ve en muhteşem sadâ, Kur'anın sadâsı olacaktır!" diye beyanatı vardı.

 

Abbasileri müteakiben, Âlem-i İslâm içinde İslâmî idareyi ele alan Türklerin bin senelik muazzam idaresinden ve hilâfet sürmelerinden sonra, bütün dünyayı dehşete veren bir harb-i umumî meydana gelmiş, Osmanlı Devleti inkıraz bulmuş, İslâmın ebedî düşmanları, merkez-i hükûmeti istilâ ederek, müslümanlığın mahvolduğu kanaatına varmışlardı!.

 

İşte, Bediüzzaman; İlâhî kudretin tecellisiyle ve ihsaniyle, böyle en elzem bir vakitte, dine revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısiyle, ve kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankaraya gelmişti. Avn-i İlâhî ve mu'cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını defeden ve milletin idaresinin başına geçen yeni Hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya Kur'ana istinad eden ve Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad yapacak ve İslâmiyetin hakikatında mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve aşılamak üzere meclisde çalışıyordu. Fakat, pek kuvvetli maniler karşısına çıktı.

 

Âlem-i İslâmı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allaha sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu. Bir gün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, Şeair-i İslâmiyeyi tahrip etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılâb yapmak icab ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur'anın kudsî kanun-u esasîsi noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir. (Mektubat Sahife: 413)

 

"Meselâ: Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup, camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında, ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa; bir adam o camiye girip ve o cemaat içine dahil olsa eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşir okusa; o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner. Hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.

 

Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit; süflî, edebsizcesine fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek; ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin, istihzakârane tebessümlerini celbedecek. Fakat, umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. Esfel-i safiline sukut derecesinde, nazarlarında alçak görünecektir.

 

İşte aynen bu misâl gibi, Âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar; firenk-meşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyirciler ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecileridir.

 

Her bir müslüman -hususan ehl-i fazl ve kemal ise- bu camide, derecesine göre bir mevkii olur, görünür; nazar-ı dikkat ona çevrilir. Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs ve Rıza-yı İlâhî cihetinde, Kur'an-ı Hakîmin ders verdiği ahkâm ve hakaik-ı kudsiyeye dair harekât ve a'mâl ondan sudur etse, lisan-ı hali, manen Âyat-ı Kur'aniyeyi okusa; o vakit -manen- Âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebanı olan (Allahümmeğfir lil mü’minine vel mü’minat) duasında dahil olup hissedar olur; ve umumu ile uhuvvetkârane alâkadar olur.

 

Yalnız, hayvanat-ı muzırra nevinden bazı ehl-i dalâletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez. Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği Selef-i Salihînin cadde-i nuranîlerini terkedip; heveskârane, hevaperestane, riyakârane, şöhretperverane, bid'akârane işlerde ve harekâtda bulunsa; manen, bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer. (İtteku firasetel mü’mini feinnehü yenzuru binurillahi) ([3]) sırrına göre ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları soğuk görür; manen nefret eder.

 

İşte, hubb-u caha meftun ve şöhretperestliğe mübtelâ adam, ikinci adam hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safiline düşer; ehemmiyetsiz ve müstehzi ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mevki kazanır; (el ehıllaü yevmeizin ba’duhüm liba’dın adüvvün illel müttekîn) ([4]) sırrına göre; dünyada zarar, berzahda azab, Âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.

 

Birinci suretteki adam; faraza, hubb-u cahı kalbinden çıkarmazsa, fakat ihlâs ve rıza-yı İlâhiyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartiyle bir nevi meşru makam-ı manevî, hem muhteşem bir makam kazanır ki; o hubb-u cah damarını tamamiyle tatmin eder. Bu adam, az hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil çok, hem pek çok kıymetdar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır. Ona bedel, çok mübarek mahlûkları arkadaş bulur; onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı yabanî eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celbeder. Onların ellerinden bal yer gibi öyle dostlar bulur ki; daima dualariyle âb-ı kevser gibi feyizler, Âlem-i İslâmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a'mâline geçirilir."

 

M. Kemal Paşa itiraz ile, içindeki niyet ve hâlet-i ruhiyesini ifade ile, Bediüzzaman'ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman'a; meb'usluk, hem Darülhikmetteki eski vazifesini, hem Şarkda Şeyh Sünûsi'nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

 

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul'da te'vilini söylediği Hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür.

 

Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbül-Kur'an hakkında, "O zamana yetiştiğiniz zaman, Siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'anın Nurlariyle mukabele edilebilir" tavsiyesine müraatla, Ankarada teşrik-i mesai edemiyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen meb'usluk, Dar-ül-Hikmet-il-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilâyât-ı Şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankaradan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamıyacağını bildirerek Ankara'dan ayrılır, Van'a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkda idâme-i hayat etmeye başlar...» (Tarihçe-I Hayatı sh: 144)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

Sevgili Arkadaşlar,

Yüce Atatürk'ün bir dahi olduğunu sanırım hem dindar ve hemde dindar olmayan kişiler kabul ederler.

 

Şuna emin olunuz ki dahi bir beyinden çıkan sözler, dahi olmayan beyinler tarafından tam tamına söylendiği gibi anlaşılamaz.

Eğer dahi bir insanın söylediklerini normal insanlar kolayca anlasalardı, o zaman herkezin dahi olduğunu söylemek gerekirdi.

 

Bunu şöyle de örnekleyebiliriz;

Bilirsinizki, çocuklar anne ve babaları kadar akıllı değildir.

Bu yüzden anne ve babalarının her söylediklerini söylendiği şekilde anlayamazlar.

Anne ve babaları ise çocukların anlama yeteneğinin kısıtlı olduğunu bildikleri için, bazen bazı şeyleri kendi düşündüklerinden farklı söylerler.

Örneğin onları leyleklerin getirdiğini anlatan aileler vardır.

Yada, "Bu lokmayı da yersen, öyle bir güçlü olursunki, otomobilleri bile havaya kaldırabilirsin" diyebilirler.

 

Çocuklara karşı söylenen bu tür sözler ailelerin gerçekten düşündükleri değildir.

Bu sözleri onlara birşeyler yaptırabilmek için söylerler.

 

Dahi insanlarda böyledir. Sıradan insanlara birşeyler yaptırabilmek için, bazen düşündüklerinden farklı şeyler söylerler.

 

Bu yüzden, dahi bir insan olarak bildiğimiz Atatürk'ün fikirlerini anlamak için, ne söylediğini bir yana bırakarak neler yaptığına bakmak daha doğru olur.

O zaman onun hangi söylediğinin gerçek fikiri, hangisinin insanlara birşeyler yaptırmak için söylenmiş sözleri olup olmadığını da anlayabiliriz.

 

Konuya bu şekilde baktığınız zaman Atatürk'ün dindar olmadığını veya dinsiz olduğunu görmemek olsa olsa Atatürk sevgisinden dolayı olabilir.

Bildiğiniz gibi dindar kesimin de büyük bir kısmı Atatürk'ü sever, ona karşı saygı duyar.

Bu yüzden de bazı dindar insanlar, onun bir dinsiz olduğunu bir türlü kabullenmek istemez.

Hatta bazı Atatürk sevmeyen dindar insanlar bile onun dinsiz bir insan olarak gözükmesini istemeyebilirler.

Çünkü Atatürk dahi olduğu tüm dünyada bilinen bir insandır. Dahi olan bir insanında dinsiz olması bu tür dindarların hiç hoşuna gitmez.

Çünkü, kendileri dini bir hakikat olarak görürler ve dahi bir insanın bu hakikatı kabul etmemesi, düşündükleri hakikate karşı bir tezat oluşturmaktadır.

Zira din bir hakikat olsa, bunu en iyi dahi insanlar anlamalıdır.

 

Bu sebeptendir ki, Atatürkün dine bağlı bir insan olduğunu göstermek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar.

Hatta zaman zaman Atatürk'ün söylemediği sözleri dahi üretirler, yada üretenlerden alıp başka yerlere taşırlar.

Çoğu zamanda bunu kötü niyetle değil Atatürk'ü sevdikleri için yaparlar.

 

 

Ortada suni veya değil, her iki taraftanda çeşitli söylentiler olduğuna göre, dürüstçe Atatürk'ün ne söylediğine değil ne yaptığına bakmaktır.

 

Bu şekilde bakıldığında ise Atatürk'ün dine bağlı olmadığını ve hatta dinsiz olduğunu söylemek mantık ve dürüstlük gereğidir.

 

Atatürk'ün ne yaptığına ve ne yapmadığına bakalım:

 

1- Yüzlerce bina yaptırmıştır fakat bir tane bile cami yaptırmamıştır.

2- İçki içerken bir çok resimleri olmasına rağmen namaz kılarken çekilmiş bir tane bile resmi yoktur.

3- Bu amaçla yapmasa bile Latin alfabesini getirerek, kuran okunmasını zorlaştırmıştır.

4- Din çağırıştıran birçok kıyafet çeşidini yasaklamıştır.

5- Din eğitimi amaçlı bir çok kuruluşu kapatmış fakat din eğitimi veren hiçbir kuruluş açmamıştır.

6- Atatürk'ün şu sözleri söylediğine sanırım itiraz eden yoktur:

Efendiler,

 

Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, (vurdumduymaz) cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.

 

Atatürk'ün bu cümlesini defalarca okumak lazımdır.

Çünkü Atatürk bu cümleyi bir şeyi ima etmek için kasıtlı olarak söylemiştir.

Dikkat ederseniz, cümlesinde "en hakiki rehber ilimdir, fendir" derken "en hakiki rehber ilimdir, fendir, kurandır" dememiştir.

Zaten bu cümle de "Kuran, rehber olarak alınacaklar arasında yoktur" demek amaçlıdır.

"İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, (vurdumduymaz) cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır." derkende kuranı kastetmiştir.

Kuranı kastetmedi derseniz bile, en azından dahil etmiştir. Hariç tutmamıştır.

Atatürk gibi dahi bir insanın, bu kadar önemli bir konuşmasında rehber alınacaklar arasında dini de göstermemesini bir unutkanlık olarak düşünmekte hiç gerçekçi sayılamaz.

 

Yukarıda yazdıklarımın tek bir tanesi belki Atatürk'ün dinsiz olduğunu ispatlamaz, fakat tümünü topladığınız zaman ortaya çıkan şey Atatürk'ün bir dinsiz olduğudur.

Bu örneklere daha yüzlercesi eklenebilir, fakat yukarda yazdıklarım tarafsız düşünen kişilerin itiraz edemeyecekleri örneklerdir.

 

 

Dikkat ederseniz, Atatürk'ün bir dinsiz olduğunu en çok söyleyenler, hem şeriatçı kesim ve hemde dinsiz insanlardır.

İki karşı kutubun, hiçbir konuda anlaşamazken, bu konuda hemfikir olmasıda Atatürkün bir dinsiz olduğunun en ala ispatıdır.

 

Atatürkün dinsiz olmadığını ispatlama çabasına giren kesim sadece ılımlı müslümanlardır.

Buda hem Atatürk sevgisinden ve hemde dahi bir insanın kendisiyle aynı fikirde olmamasının verdiği üzüntüden dolayıdır.

 

Zira insanlar kabul etmeselerde içten içe bilirlerki, din bir gerçek olsaydı bunu en iyi anlayanlar dahi insanlar olmalıydı.

Yani bütün dahiler dindar olmalıydılar.

Bu yüzden dinden kopmamadıkları sürece, yapmaları gereken şey, bu tür dahi ve dinsiz olan kişileri suni yollardan yanlarına çekmek, Veya onun bir dahi olduğunu reddetmektir.

 

Müslüman bir kişi duygusal düşündüğü zaman Atatürkün de kensisiyle aynı fikirde olduğunu düşünmek için çaba gösterir.

Ancak duyguları bir kenara bırakıp, sadece mantıkla düşünürlerse, Atatürkün bir dinsiz olduğunu göreceklerdir.

Bunu yapmamalarının nedeni ise, kendilerini üzecek bir olayı düşünmek bile istemedikleridir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz... Biz sadece din işlerini devlet ve millet işleriyle karıştırmamağa çalışıyoruz.”

“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne icbar edebilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılmaz.”

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur.”

“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını açtığı için, hakiki dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler ilerlemenin ve yükselmenin düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.”

“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

 

“Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye medeni bir millet nazarı ile bakılabilir mi?”

 

“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.”

 

“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme, mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”

 

“Bilhassa bizim dinimiz için, herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine muvafık olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa menfaatı ammeye muvafıktır, biliniz ki o bizim dinimize de muvafıktır. Bir şey, akla, mantığa, milletin menfaatına, islamın menfaatına muvafıksa kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa tetabuk ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı. Ahir din olmazdı.”

 

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk'le din üzerine bir söyleşi

ABD'ye sunulan rapora göre, Atatürk 'Ateist olmadığını, Allah'a inandığını' söylüyor, Türklerin dindar olmadığını ve yüksek sesli duaların cezbine kapıldığını belirtiyor...

06 Eylül 2006 09:20

Yazı boyutunu büyütmek için

 

Atatürk'ün din hakkındaki görüşlerine ışık tutacak yeni bir belge ortaya çıktı. 1932-1933 yıllarında Ankara'da görev yapan ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill'in hazırladığı ve Atatürk'ün kendi ağzından dinle ilgili görüşlerini içeren rapor ilk kez Toplumsal Tarih dergisinde araştırmacı yazar Rıfat N. Bali'nin hazırladığı yazıda yayımlandı. Büyükelçi, Ankara'da görev süresi boyunca Atatürk ile yaptığı görüşmelere ve gözlemlere dayanarak 'A Year's Embassy to Mustafa Kemal' adlı bir kitap hazırlamıştı. Eser ilki, 1934 yılında Atatürk yaşarken, üç kez Türkçeye çevrildi. Kitabın en ilginç bölümü Atatürk'ün dine bakışını içeren kısımdı. Bu bölümde yazar, Atatürk'le yaptığı uzun bir mülakata yer vermiş ancak Atatürk'ün sözlerinin bir kısmını kitaba almamış bunu da "Din konusundaki şahsi görüşleri hususunda söylediklerinin tamamını burada vermek hiç doğru olmaz" satırlarıyla dile getirmişti.

Ancak Sherill, kitaba sadece bir bölümünü aldığı görüşmeyi özetleyerek bir rapora döktü ve ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdi. ABD Dışişleri Arşivi'ndeki bu raporu, Bali Türkçeye çevirip Toplumsal Tarih'e yazdı. Aşağıda, raporun tam metni yer alıyor.

 

ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ

Sayı:423

Ankara, 17 Mart 1933

Konu: Türkiye'de din

MÜNHASIRAN MAHREM

Saygıdeğer Hariciye Vekili

Washington

Beyefendi,

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal ile dün öğleden sonraki üç saatlik mülakatımda, hakkında yazmakta olduğum biyografinin sekiz bölümünü birlikte gözden geçirdiğimiz sırada Türkiye'de din meselesi bahis edildi. İncelememde Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dininin gelişimi konusuna oldukça yer verdiğime dikkatini çektim, biyografim için -yayınlanmak veya yayınlamamak kaydıyla- bana söylemek istediği kadarıyla sınırlı olmak üzere bu mevzudaki görüşünü bilmek istediğimi belirttim. Sözlerinin hangi kısmının efkârı umumiye(nin) (bilgisi) için olduğunu, hangi kısmının olmadığını belirterek mevzu hakkında teferruatlı bir şekilde konuştu.

Galiba, altı ve yedi yaşındayken annesi onu bir sıbyan mektebine göndermek istiyordu. Burada öğretmen Kuran dersleri de verecekti. Bu, uzun Arapça bölümleri ezberlemek demekti. Diğer yandan babası oğlanın din eğitiminin verilmediği laik bir mektebe gitmesini istiyordu. Her ne kadar sonunda babanın sözü kabul edildiyse de annesi oğlanı Selanik'te geçerli olan geleneksel tören eşliğinde sıbyan okuluna gönderdi. Ertesi gün babası oğlanı okuldan aldı ve laik okula koydu. Buna çok üzülen annesi epey ağladı ve oğlanın teklif etmesi üzerine sıbyan okulundaki din hocası

eve gelip ona Kuran eğitimini verdi. Bu sadece bir ay sürmesine rağmen anneyi tatmin etti. Bu, ömrü boyunca alacağı tek din eğitimiydi.

 

'Beşeriyetin Tanrı ihtiyacı'

Agnostik olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı, kesinlikle reddediyor, ancak dininin sadece Kâinat'ın Mucidi ve Hâkimi tek Tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor. Ayrıca beşeriyetin böyle bir Tanrı'ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu Tanrı'ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor.

Daha sonra teferruatlı bir şekilde neden o kadar inançlı bir Protestan Hıristiyan olduğumu sordu. Ben de ona, bu raporda yeri olmayan, sebeplerimi söyledim. Sadece bir genel mütalaa söyleyebilirim. Suallerinde tamamıyla samimiydi, bu da din konusunda yeterince zihin yorduğunu göstermekte. Daha sonra, 10 yıl önce inşa ettiği yeni Cumhuriyet'in Reisicumhuru olarak iktidara geldiği zaman İslam dininin durumu hakkında bilgi vermeye başladı. Şeyh-ül İslam'ı, medreseleri, Mahkeme-i Şer'iyyeleri ve bu mahkemelere riyaset eden kadılar, hocalar ve muhtelif dervişler dahil olmak üzere bütün ruhban sınıfını lağvetmeyi gerekli bulduğunu söyledi. Osmanlı'da geçerli olan bu ruhban yapıdan geriye kalan, müezzin olarak minarelerden halkı ibadete çağıran ve camilerde namaz kıldıran imamlardı.

Ona az evvel tasvir ettiği bu yapıyı tamamıyla yok ettikten sonra Türk gençliği için, şayet kaldıysa, ne tür dini tedrisat kaldığını sordum. Kifayetsiz medrese sistemini tüm ülkeye yayılmış ilk ve ortaöğretim sistemiyle ikame ettiğini ve bu sistemin (talebeyi) üniversiteye dek götürdüğünü belirtti. Hz. Muhammed'in hayat hikâyesi ve daha ahlaklı yaşama konusundaki hikmetli düsturlarla dini tedrisat verildiğini, bu dini tedrisata Yeni ve Eski Ahit'te tasvir edilen diğer büyük dinleri ve Budist dini kitapları da dahil ettirdiğini söyledi.

Daha sonra o ve ben bu modern Türk dini tedrisatı ile Birleşik Amerika'da ortalama pazar okulunda verilen dini tedrisatı mukayese ettik. Pazar okullarımızda verilen dini tedrisatın cuma sabahları kadınlar tarafından tüm ülkedeki Halk Evleri'nde verilip verilemeyeceğini sorduğumda böyle bir fikrin muvaffak olacağına dair pek şüpheli göründü, ancak yeni bir fikir olduğunu ve kaale alacağını söyledi. Bu amaçla kadın öğretmenlerin vazifelendirilmesi fikri ona cazip geldi, çünkü bu şekilde hocaların erkek partizanları, siyaset veya benzeri muhtemel başka mesele yaratacak ihtimallerden kaçınılmış olacaktı.

 

 

Bursa hadisesi

Bu çerçevede yakın tarihte olan Bursa hadisesi üzerinde serbestçe konuştu. Bu hadise Türklerce değil üç yabancı tarafından çıkarılmıştı: Bir Arnavut, bir Bulgar ve bir Rus. Hatta Üçüncü Enternasyonal tarafından kışkırtıldığını da ima etti. Muhtemelen sıkıntı verecek bu siyasi hareketi basit bir dil meselesine, ezanın Arapça yerine Türkçe okunması haline dönüştürerek gösterdiği siyasi maharetten ötürü kendisine iltifatta bulundum.

Bu sözlerim Kuran'ın Arapçadan Türkçeye tercüme edilmesi için nasıl ve neden telkinde bulunduğu konusunda konuşmasına sebep oldu ve bu mevzuda yepyeni bir ufuk açtı.

Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kuran'dan alınan bir Arapça bölüm okudu.

 

 

Türkçe Kuran okutma nedeni

Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder.* "Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?" dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.

Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü. Saygılı bir şekilde bu bakışıyla mutabık olmadığımı, eşimle yaşadığımız tecrübeyi anlattım. İki Türk arkadaşımızın daveti üzerine 23 Ocak'ta Ayasofya Camii'ne gidip Kadir Gecesi'ne şahit olduk. Ona yüzde 20'si askeri üniformalı 10 bin mümin tarafından doldurulan caminin ne kadar kalabalık olduğunu, bütün müminlerin tam bir saat Gazi'nin de varlığını kabul ettiği Tanrı'ya doğrudan yönelttikleri dualarla nasıl yoğun bir şekilde ibadet ettiklerini anlattım.

Bu kalabalık, bu ibadet ve müminlerin duaya yoğunlaşmaları hususunda izahat istemem, onun Türk gençliğinin din hakkında bilgi edinme fırsatı mevzusunda Türk hükümetinin kısıtlı bir rolü olması gerektiğine dair kanaatini dile getiren daha fazla beyanatlar vermesine neden oldu. Bu beyanatlarını bitirdiğinde şimdilik ortaöğretimde ve Dâr-ül-fünûn'un küçük ilahiyat bölümünde üç büyük din hakkında verilen tarihi tedrisattan fazlasını öğretmeye inanmadığı sarihti.

 

 

Sovyetler gibi lağvetmeye karşıydı

Ancak Sovyetler'in her türlü dini lağvetme fikriyle kesinlikle mutabık değil. Bellibaşlı camilerin hükümetçe muhafaza edilmeleri ve amaçları doğrultusunda kullanılmaları gerektiğinde ısrarlı. Üç büyük dinin ahlak öğretilerine dinden ziyade ahlak olarak inanıyor.

Bize ihsan ettiği hayırlar için tek Tanrı'ya sık sık minnettarlığımızı dile getirecek ifadelerin eklenmemesi halinde şahsi dini inancının natamam olacağını söylediğim zaman şaşırdı, ancak alakadar göründü. Sadece yeni bir fikir olduğundan, bu fikri kaale alacağını söyledi. Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı, zira Yusuf Akçura bey gibi samimi arkadaşları beni sürekli onunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi'nin nazikçe 'dostluğumuz' olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikaz etmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dini inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi.

Saygılarımla

Charles H. Sherrill

 

* Bu bölüm, Kuran'ın Tebbet Suresi'dir. 'Bismillahirrahmânirrahim. 1,2,3,4,5. Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).' (R. N. Bali'nin notu)

 

 

Sherrill'ın Kadir Gecesi izlenimleri

"...uzun zamandan beri İstanbul Müzesi Müdürü olan Halil Bey, eşim ve beni Ayasofya Camii'nde Kadir Gecesi'ni izlemek için davet etti. Ayin boyunca o, eşi ve Evkaf Müdürü bizlerle birlikte oldu ve birçok sualime çok ilginç cevaplar verdi. (...) Ramazan ayının 27'nci gününün akşamındayız.

Dünyanın her yerindeki Müslümanlar, gün doğuşundan gün batımına kadar hepimizin ibadet ettiği tek Tanrı'ya inanan Müslüman müminlerin dualarının (Tanrı katında) duyulacağı ve kabul edileceği hususunda eğitilmişler. Bu nedenle İslam (dini) bu geceyi Kadir Gecesi olarak çağırmakta.

Alaycı mizaca sahip bazı insanların iddia ettikleri gibi kişinin dine verdiği kadarını elde ettiği doğruysa şayet o zaman on binin üzerindeki

müminler her biri ve tamamı Kâinatın Yaratıcısı'na sunmakta oldukları bu

dua saatinden çok şey kazanacaklardır!

 

 

'İslam en yüksek noktasında'

Hıristiyan inançları açısından değerlendirirsek, İslam dini Türkiye'de engelsiz veya ruhani müdahale olmaksızın -saf protestancılık- en yüksek noktasında bulunuyor. Şahsi inanç burada en yüksek gücüne yükselmekte. Bu satırların yazarı gördüğü Hıristiyan toplulukların hiçbirinden 23 Ocak 1933 akşamı Ayasofya'da izlediği ibadet kadar etkilenmediğine ve şahit olduğu ibadetin samimiyetine ikna olduğuna şahitlik yapabilir. Bu kalabalığı cezbedecek ne musiki ne de kesif belagat sahibi bir hatip vardı.

Her çeşit Türk oradaydı. Galerilerin altındaki geniş avluları kadınlar dolduruyordu, büyük merkezi alanda sıra sıra (yaklaşık yüz sıra) erkekler vardı. Her sırada omuz omuza yaklaşık seksen erkek. Her biri eğilip kalkan, konuşulanlardan bihaber, eğilen, secde eden ve her biri büyük Tanrı'nın Güç Evi ile şahsi temasını kurmaya niyetli.

 

 

'Biz ABD'liler kadar dindarlar'

Burası Türk halkının ruhunu hissetmesi için uygun yer ve andı.

Kişi Türk ırkının ne olduğunu gerçekten anlamak, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ve ilk Cumhurreisi olan Mustafa Kemal gibi bir önderin doğduğu ulusu anlamak için basit, dindar Türk'ü bu fırsatlarda görmesi lazım. Evet Türk halkı biz Amerikalılar kadar dindarlar, belki de daha fazla dindarlar."

 

 

Elçinin kaleminden Bursa hadisesi

"...Bursa'da 1 Şubat günü öğleden sonra Evkaf Müdürlüğü önünde toplanan yaklaşık 100 kişilik bir grup Türkçe ezan aleyhinde gösteri yaptı. Olayı 4 Şubat'ta Afyon'da haber alan Gazi Mustafa Kemal gezi programını iptal ederek Bilecik üzerinden 5 Şubat'ta Bursa'ya vardı.

İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya) ve Adalet Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) beyler de Bursa'ya gelerek incelemeler yaptı. Mustafa Kemal, Bursa'dan ayrılmadan önce Anadolu Ajansı'na şu açıklamayı yaptı: "Bursa'ya geldim. Olay hakkında ilgililerden bilgi aldım. Olay aslında önemi haiz değildir. Herhalde cahil mürteciler Cumhuriyet adliyesinin pençesinden kurtulamayacaklardır. Olaya bilhassa dikkatimizi çevirmemizin sebebi, dini, siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kati olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatına hâkim ve esas kalacaktır."

Kazanlı Tatar İbrahim'in başını çektiği olay, Bursa Ulucami müezzininin vazifesi başına gelmemesi üzerine Halil adında birinin ezanı Türkçe yerine Arapça okuması ve sivil polis memuru Hamdi Efendi'nin müdahalesi sonucu çıktı. Tatar İbrahim'in kışkırtmasıyla cami cemaatinden bir grup, "Dinini seven bizimle gelsin" diyerek Evkaf Müdürlüğü'ne doğru yürüyüşe geçtiler.

Vilayet Konağı önüne gelen kalabalık, zabıta kuvvetlerince dağıtıldı ve tahrikçiler yakalandı. 23 kişinin yakalandığı olaydan sonra Bursa Ulucami hatibi Hafız Tevfik Efendi de İstanbul'da tutuklanarak Bursa'ya gönderildi. Ankara'ya dönen Adalet ve İçişleri Bakanları, Bursa'daki incelemelerini ve aldıkları tedbirleri Bakanlar Kurulu'na bildirdiler.

13-14 Şubat'ta soruşturma sona erdi. Aralarında Bursa müftüsü Nureddin Efendi, Ulucami hatibi Hafız Tevfik Efendi ve fabrikatör Gaffarzade Mehmet Efendi'nin de bulunduğu 24 sanık, 15 Şubat'ta Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi. Daha sonra tutuklu sanıkların Çorum'a nakledilmesi emri geldi. Bursa olayı davası Çorum'da görüldü ve 1 Mayıs'ta karar açıklandı. Dört kişi beraat ederken, beş kişi ikişer yıl ağır hapis, yedi kişi birer yıl ağır hapis, yedi kişi de beş ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Bursa müftüsü Nureddin ve kâtibi Kamil efendiler, 12 Haziran'da beraat ettiler.

Bursa olayının ardından İzmir ve Salihli'de de Türkçe ezan okumamakta direnen dört imam ve müezzin tutuklanarak mahkemeye sevk edildi."

 

(radikal)

 

YORUMSUZ-ARİF OLAN ANLAR-YADA BİR YERDE GÖREN GÖZ YOKSA ORDA GÜZELLİKLERLE ÇİRKİNLİKLER BİRBİRİNE EŞİTTİR.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne sacmalıyosunuz ya sizz ATATÜRK ü kötüleyecez diye aklınıza ne gelmişse yazmızsınız ve siz dinsiz olabilirsiniz ama baskalarınıda ve bu baskası bi ATA ise bu kişiyi asla düşüncelerinize alet etmeyin! sizin yüzünüzden ülkesini seven bazı insanlar ATAMIZI asla alet etmeyin ok

cesaret bu yaptığın nedir şimdi fikirlerini paylaşmak ve konuşmak mı yoksa tek taraflı bir feveran mı ben bir şey anlamadım bir fikrin bir düşüncen veya bilgin varsa yada iddiaların aksini somut verilerle sunabilme kapasiten varsa bunu değerlendir.Kimsenin sayın Atatürk'ü kötülemek gibi bir çabası yok en azından benim açımdan öyle bir çok arkadaşta farklı değil bu konunun esas amacı ancak Sayın Atatürk'ü daha eldeki bilgiler ışığında daha iyi tanıma olabilir bilgilerimizi sınamak olabilir.Yoksa bir insanın neye inanıp inanmadığı bir yerde şahsi problemidir.Sonuçta bunu değerlendirecek yüce Allah'tır.Naçizane niyetim tüm gerçeklerin bütün çıplaklığıyla bilinmesidir.Tabi ki gerçeklerde maalesef tek olmasına rağmen insana göre değişmekte bu dünya görüşünüz ve inancınıza yada fıtratınıza göre değişsebilmekte başka bir ifadeyle aslında siyah olan bir şeyi kimisi bembeyaz kimisi gri kimisi de flu görebiliyor ve gördüklerini doğru sanabiliyor bizim amacımız gerçeklerin arkasındaki perdeyi aralayıp ne kadar kötü olursa olsun onunla yüzleşmek burada gerçek şudur veya budur gibi bir çaba yok sen neye inanmak istersen ona inan ama önce konuşmayı ve saygı duymayı öğren Sayın Atatürk o dönemin şartları içerisinde tıpkı bir çok paşamızın olduğu gibi vatan için hizmette bulunmuştur tarih öyle diyor ama elmayla armudu karıştırma bu bambaşka bir şey bir insanın farzı misal hristiyan olması suçmudur iyi insan olmasını engellermi engellemez ancak ahirete intikal ettiğinde sadece kendisine zarar verir Mühim olan yaptıkları!!! dır icraatlarıdır onda da problem yoksa eğer sen neyin çabasına giripte fitne sokuyorsun tartışmayı beceremiyorsan neden illaki bir yorumda bulunuyorsun senin düşündüklerin ve fikrin doğru diye bir şey mi var herkes istediğini düşünebilir.Kimse sana niye böyle düşünüyorsun diye sormuyorsa sende soramazsın.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 7 ay sonra...
cesaret bu yaptığın nedir şimdi fikirlerini paylaşmak ve konuşmak mı yoksa tek taraflı bir feveran mı ben bir şey anlamadım bir fikrin bir düşüncen veya bilgin varsa yada iddiaların aksini somut verilerle sunabilme kapasiten varsa bunu değerlendir.Kimsenin sayın Atatürk'ü kötülemek gibi bir çabası yok en azından benim açımdan öyle bir çok arkadaşta farklı değil bu konunun esas amacı ancak Sayın Atatürk'ü daha eldeki bilgiler ışığında daha iyi tanıma olabilir bilgilerimizi sınamak olabilir.Yoksa bir insanın neye inanıp inanmadığı bir yerde şahsi problemidir.Sonuçta bunu değerlendirecek yüce Allah'tır.Naçizane niyetim tüm gerçeklerin bütün çıplaklığıyla bilinmesidir.Tabi ki gerçeklerde maalesef tek olmasına rağmen insana göre değişmekte bu dünya görüşünüz ve inancınıza yada fıtratınıza göre değişsebilmekte başka bir ifadeyle aslında siyah olan bir şeyi kimisi bembeyaz kimisi gri kimisi de flu görebiliyor ve gördüklerini doğru sanabiliyor bizim amacımız gerçeklerin arkasındaki perdeyi aralayıp ne kadar kötü olursa olsun onunla yüzleşmek burada gerçek şudur veya budur gibi bir çaba yok sen neye inanmak istersen ona inan ama önce konuşmayı ve saygı duymayı öğren Sayın Atatürk o dönemin şartları içerisinde tıpkı bir çok paşamızın olduğu gibi vatan için hizmette bulunmuştur tarih öyle diyor ama elmayla armudu karıştırma bu bambaşka bir şey bir insanın farzı misal hristiyan olması suçmudur iyi insan olmasını engellermi engellemez ancak ahirete intikal ettiğinde sadece kendisine zarar verir Mühim olan yaptıkları!!! dır icraatlarıdır onda da problem yoksa eğer sen neyin çabasına giripte fitne sokuyorsun tartışmayı beceremiyorsan neden illaki bir yorumda bulunuyorsun senin düşündüklerin ve fikrin doğru diye bir şey mi var herkes istediğini düşünebilir.Kimse sana niye böyle düşünüyorsun diye sormuyorsa sende soramazsın.

 

Evet haklı olabilirsin! fakat yapılandırmaya giren düşünce ve fikirler bir Ulusun ahlaki çıtasına uymuyor ve bildiğim kadarıyla müslümanlar yaşamlarını yitirmiş insanları eleştirmek ve kötü sözlere mutabık vurgular kayıt etmekten kaçarlar. İsterseniz bizler yaşamını yitirmiş insanları bırakıp özbenliğini yitirmiş ulusumuzdan ve milletimizden bahsetsek daha çarpıcı olmazmı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...
Sevgili Arkadaşlar,

Yüce Atatürk'ün bir dahi olduğunu sanırım hem dindar ve hemde dindar olmayan kişiler kabul ederler.

 

Şuna emin olunuz ki dahi bir beyinden çıkan sözler, dahi olmayan beyinler tarafından tam tamına söylendiği gibi anlaşılamaz.

Eğer dahi bir insanın söylediklerini normal insanlar kolayca anlasalardı, o zaman herkezin dahi olduğunu söylemek gerekirdi.

 

Bunu şöyle de örnekleyebiliriz;

Bilirsinizki, çocuklar anne ve babaları kadar akıllı değildir.

Bu yüzden anne ve babalarının her söylediklerini söylendiği şekilde anlayamazlar.

Anne ve babaları ise çocukların anlama yeteneğinin kısıtlı olduğunu bildikleri için, bazen bazı şeyleri kendi düşündüklerinden farklı söylerler.

Örneğin onları leyleklerin getirdiğini anlatan aileler vardır.

Yada, "Bu lokmayı da yersen, öyle bir güçlü olursunki, otomobilleri bile havaya kaldırabilirsin" diyebilirler.

 

Çocuklara karşı söylenen bu tür sözler ailelerin gerçekten düşündükleri değildir.

Bu sözleri onlara birşeyler yaptırabilmek için söylerler.

 

Dahi insanlarda böyledir. Sıradan insanlara birşeyler yaptırabilmek için, bazen düşündüklerinden farklı şeyler söylerler.

 

arkadaşım atatürkü seviyorum ona saygı duyuyorum,zekasınada ve kollarımda ki kılları yerinden uçuracak kadar muhteşem , heycanlandıran sözleri.ve onun sabrı liderlik vasfı gurulandırmakta beni.

 

yanlız senin bunları izzah edebilmek için verdiğin örnek,akıllı ve çok mantıklı bir örnekmi birdaha düşün istersen._?

demişsinki şuna emin olunuzki daha olmayan beyinler dahailerin sözlerini anlayamıyabilirler _? aynen ilme sahip olamıyanlar kuranın ne dediğini anlaymazlar sözüdür bu hemde tıpkısıdır.

 

halbuki dahi beyinler ,dahi olmayan beyinlerin algısı seviyesine sözlerini düşürerek, kolayca anlıyabilmelerini kolaylaştırabilirler.ve bu yaptıkları iş yapabilecekelrinin en kolayıdır.

 

yine demişsinki=Bilirsinizki, çocuklar anne ve babaları kadar akıllı değildir._? neden

Bu yüzden anne ve babalarının her söylediklerini söylendiği şekilde anlayamazlar.

 

buda doğru değil.karşılaştırma yapmak istemesemde dini forum olduğu için yine aynı şekilde cevap vericem.

ozman kuranı anlamadığını idda eden insana aptal diyebilirmiyiz aklı yok diyebilirmiyiz.-_?

 

halbuki anlıyamama nedeni bilmemesi ve daha önce karşılaşmamız olması,tecrübe etmemiş olmasındadır.

ve aile bu tecrübeyi çoğuga vermiyorsa çocuk kendi başına belki daha ileriki yaşındada anlıyamıyacaktır.yani yol göstericinin elindedir birazda bu . anlıyabileceği dilden ,pratiktede göstererek,mantık yolunda aydınlattığında çocuk bunu kolaylıkla anlıyacak vi tekrarı bilinçsizce gerçekleşmiyecektir.ama bilinçli isterse oda kendi bileceği iştir.

 

 

yine demişsinki=Örneğin onları leyleklerin getirdiğini anlatan aileler vardır.

Yada, "Bu lokmayı da yersen, öyle bir güçlü olursunki, otomobilleri bile havaya kaldırabilirsin" diyebilirler.

 

bu tesbit doğruda ,mantıklımı sence tabiki değil.işte bu nedenle insanlar yalanı doğallaştırıyor hayatında.sonra lokmaların sonunda arabayı kaldıramıyacağını gördükçe ,kendi gücünü küçümseyen,özgüvenini kaybeden çocuk işte böyle oluyor.

 

yıllarca seni leylekler getirdi dersen çocuğa, ve ilerde bunun böyle olmadığını anlıyabileceği, hem toplum,hem gözlem, hem deneyimler olmasa,bunun tersini nasıl açıklayabilirsin çocuğa.

 

burası genel

dinde böyle bişey işte.çocuk böyle gözlemliyor,sürekli kayıt,kayıt toplumun ailesinin,çeversinin yaptıklarını kaydediyor.

bakıyor kitap,bakıyor türbelere giden insanlar,bakıyor kendisininde, annesinin, babasınında sonradan öğrendiği ve gerçekliği kanıtlanmaz tarihi bilgiler,bakıyor insanların her konuda bölünmüşlükleri,bakıyor masallarla ,iman lar karışmış birbirine. çözebilirmisin leyleklerin getirip getirmediğini çözebildiğin kolaylılıkla_? tabiki hayır.

tek şey kalıyor mantık,ama mantığada uymayan şeylerle karşılaşıyor büyümüş çocuk,ozmanda gayb,ilim,irfan,mucize giriyor devreye.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.