Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Nükleer Enerji, Greenpeace ve Türkiye'nin Enerji Politikası


Kemend

Önerilen İletiler

-http://ean.btturk.net/nukleer-enerji-greenpeace-ve-turkiyenin-enerji-politikasi/- Ersin Arslan 08.04.2010

Nükleer Enerji, Greenpeace ve Türkiye’nin Enerji Politikası

Uzun zamandır (belki birkaç senedir) değerlendirmelerimi aktarmak istediğim bu ağır konuyu, son günlerde Greenpeace’in internette (özellikle facebook’ta) çok sık rastlamaya başladığım insanları korkutarak yönlendirme faaliyetlerinin ardından derhal yazmaya ve buradan paylaşmaya karar verdim.

 

Yazı biraz uzun fakat sizi sıkmadan tanımları, iddiaları ve bu iddialara yanıtlarımı açık ve anlaşılır bir biçimde vermek istiyorum.

 

Nükleer güç (nükleer enerji ile elde edilen elektrik), atom çekirdeğinde mevcut olan nükleer enerjinin kontrollü bir biçimde çıkarılması ile elde edilir. Bunu kısaca açarsak; Nükleer reaksiyon sırasında ortaya çıkan ısı aracılığıyla santralde bulunan su buharlaştırılarak yüksek kinetiğe ulaşması sağlanır. Sonraki süreç ise fosil yakıtların kullanıldığı elektrik santrallerine benzer şekilde devam eder: Kinetik kazanmış su buharı, jeneratör milini tahrik eder ve böylelikle nükleer enerji, elektrik enerjisine çevrilmiş olur. Su buharının dönüşümünü yapmak için çevredeki su kaynaklarından (deniz, göl..) yararlanılır.

 

Bildiğiniz gibi ülkemizde nükleer enerjiye karşı olan çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları (STK/NGO) mevcuttur. Bu grupların önde gelenleri Greenpeace, Nükleer Karşıtı Platform (NKP) ve Küresel Eylem Grubu (KEG)’dur.

 

 

 

Öncelikle bu grupların hiçbiri nükleer enerjinin neden kullanılmaması gerektiğini bilimsel argümanlarla insanlara anlatmazlar. Elbette nükleer enerji ile elektrik üretiminin avantajları olduğu gibi dezavantajları ve çözmesi gereken problemleri olabilir. Fakat bilimsel olarak nükleer enerjiye karşı çıkmak için elimizde ciddi bir argüman yoktur.

 

Söz konusu gruplar çeşitli nedenlerle nükleer enerjinin çevre düşmanı olduğunu iddia ederler. İddialarını kısaca inceleyecek olursak;

 

  1. Nükleer enerjinin karbon salınımını azaltmadığını ve iklim değişikliğini engellemeye giden yolu tıkadığını, küresel ısınmaya karşı mücadele etmek için nükleer enerjiye karşı olmak gerektiğini savunurlar.
  2. Son 20 yılda Batı’da inşaasına başlanan reaktör sayısının sadece 2 olduğunu belirterek artık dünyada nükleer santral kurulmadığını ifade ederler.
  3. 1986 yılında Çernobil’de yaşanan kazanın her an tekrarlanabileceği konusuna tekrar tekrar vurgu yaparlar. Korku yayarlar.
  4. Nükleer enerjinin sadece elektrik üretimi için kullanıldığından ısınma, sıcak su ve ulaşım ihtiyaçları için fosil yakıtlar kullanılmaya devam ettiğini belirtirler.
  5. İşletme masraflarını çok yüksek bulurlar.

En çok üzerinde durdukları iddia nükleer enerjinin çevresel etkisi olduğu için 1. iddia ile başlayalım.

 

1. İddia

 

Küresel ısınmaya neden olan gazların azalması için nükleer enerjiye karşı çıkmak teknik olarak çok büyük bir tutarsızlığı içinde barındırmaktadır. 2008 yılında Benjamin K. Sovacool tarafından yapılan çalışmada [1] nükleer enerjinin CO2 emisyonuna katkısı 66.08 g/kWh olarak belirtilmiştir. Bu hesaplamada sadece sistemin çalışır haldeyken yaptığı katkı değil, inşaat, işletme ve söküm sırasındaki toplam katkı hesaplanmıştır. Sovacool’un çalışmasında yer alan bir çizelgeyi paylaşmak istiyorum;

 

cizelge1.gif

 

Çizelge 1 [1]

 

Evet burada açık ve net olarak görüyoruz ki, karbon emisyonu bağlamında nükleer santraller, fosil santrallerin değil yenilenebilir enerji kaynaklarının yanında sıralamaya konması gereken bir enerji kaynağıdır.

 

Önümüzdeki 50 yıl içinde nükleer enerji santralleri ömürlerini doldurup söküm sürecine girdikten sonra yaşanacak büyük çaplı karbon emisyonlarını aşağıdaki grafiğe bakarak görebilirsiniz;

 

CO2NPPs.jpg

 

CO2 emisyonu & Nükleer Santrallerin Sökümü Grafiği

 

Diğer yandan Greenpeace’in kurucularından Patrick Moore 2006 yılında kaleme aldığı Going Nuclear adlı makalesinde şöyle söylemiştir;

 

“1970′lerin başında Greenpeace’ın kuruluşuna yardım ettiğimde diğer arkadaşlarım gibi ben de nükleer enerjinin nükleer tahribat ile aynı şeyler olduğuna inanırdım. Bu kanı Greenpeace’in Alaska’nın Aleutian adalarında yer alan kayalıkların kuzeybatı sahiline ABD’nin hidrojen bombaları testini protesto yolculuğunda oluşmuştu.

 

30 yılın ardından, bakış açım değişti, ve geri kalan tüm çevresel hareketler artık bakış açılarını değiştirmelidir. Çünkü nükleer enerji gezegenimizi bir başka muhtemel felaketten koruyabilecek tek enerji kaynağı olabilir; yıkımsal iklim değişikliği!” [2]

 

Şimdi soruyorum, sevgili Greenpeace, NKP ve KEG destekçileri hani nükleer enerjiye karşı çıkarak küresel ısınmayı durduruyorduk?

 

“Küresel ısınmaya hayır demek, ‘nükleersiz türkiye’ için çalışmak…”

 

Bu sloganın ne kadar gülünç olduğunu ifade etmek için eklemem gereken başka bir şey kaldı mı yorumu siz değerli okuyucuma bırakıyorum.

 

2. İddia

 

Son 20 yılda sadece 2 reaktör üretilmiş bu batının artık nükleer enerjiden vazgeçtiğini göstermekteymiş. Burada bir grafik ekleyelim..

 

Nuclear_Power_History.jpg

 

Nükleer Güç Tarihi

 

Son 60 yıllık süreçte yaşanan 2 kaza var. İlk kazanın ardından gördüğünüz gibi nükleer santrallerin yapımı yavaşlamış olsa da devam etmiştir. Hatta 1990’lara dek bu artış süreci devam ediyor. Sonra durağanlaşıyor. 1990 yılında sanayileşmiş ülkelerin elinde 400 GW’a yakın nükleer güç oluyor.

 

Çok yüksek miktarda enerji üretim seviyesine ulaşıldığı ortada. Mutlaka bu kazaların yeni santral ihalelerinde etkisi olmuştur, fakat bu durağanlaşmanın en büyük nedeni sanayileşmiş ülkelerin sanayi ihtiyaçlarını karşılayacak enerji üretim düzeyine ulaşmış olmasıdır.

 

Bir diğer yandan önümüzdeki yıllarda planlanan yeni santrallere bakacak olursak; Çin 100 adet, ABD 35 adet, Rusya 26 adet, Güney Kore 12 adet santral kurmayı planlamaktadır. [7]

 

Şimdi bu noktada biz neden STK’lar aracılığıyla engellenmeye çalışılıyoruz? Neden dizi izlemekten sürmenaj olmuş halkın aklını korku reklamları ile çelmeye çalışıyorlar? Çünkü bizim sanayileşmemiz istenmiyor.

 

3. İddia

 

Bir diğer iddia olan Çernobil kazasının tekrar olabileceği konusuna gelelim. Bu kazanın neden gerçekleştiği ile ilgili konuyu bilen herkesin kafasında iyi kötü bir fikir vardır. Ben teknik değerlendirmeden önce ekşi sözlükte gördüğüm ve çok beğendiğim bir benzetmeyi paylaşacağım; “cernobil reaktorundeki kazayi ozetlemek gerekirse, rus yapimi plastik bir lada otomobili, frenlerini cikartip, direksiyonunu sokup, camlarini siyaha boyayip ondan sonra yoku$tan a$agi salarak, “acaba kaza yapacak mi bu yav?” diye beklemek neyse, nukleer reaktor operasyonunda cernobil’de yapilan hatalar da onlardir.” [3]

 

Olayı kısaca hatırlamak gerekirse, Rus bilim adamları reaktörde acil bir durum yaşandığında nasıl davranmaları gerektiğini test için bir tatbikat yapacaklardır. Bu tatbikatın Kiev elektriksiz kalmasın diye gece yapılmasına karar verilir ancak deneyimli bilimadamlarına bu gece mesaiye kalın denmez. Gece mesaide sadece stajyerler vardır. Reaktörün ilginç özelliği kendi çalışmasını sağlayan elektriği kendi üzerinden alması aynı zamanda soğutma işlemini sağlayan su devirdaiminin buhar türbinlerini döndüren su olmasıydı. Teknisyenler reaktörde denemeye başlamadan evvel devirdaimdeki su miktarını arttırırlar. Bunun sonucunda reaktörün içi aşırı soğur ve türbinlerin dönmesi için gerekli su buharını üretemez. Reaktördeki su buhar basıncının düştüğünü gören başka bir teknisyen toplam 52 tane olan ve hiçbir suretle asla 26′nın altına düşmemesi gereken kontrol çubuklarının sayısını niye bilinmez 6′ya düşürür. Muhtemelen buhar basıncının düşmesini hızlı bir şekilde kontrol altına almak için yapmıştır bunu. Bu olaydaki en önemli ve kritik noktalardan biri su buharını ayarlayan teknisyenle kontrol çubuklarını ayarlayan teknisyen arasında iletişim olmamasıdır. Kontrol çubuklarının sayısının 6′ya düştüğünü bilmeyen su buharı denetçisi teknisyen bir anda devirdaim sistemine çok su verdiğini fark eder ve çok kritik bir kararla sistemden su çeker. Bir anda azalan su seviyesi, 26 nın altına düşmemesi gereken kontrol çubuklarının sadece 6 adet olması sonucu az evvel aşırı ısı kaybeden reaktör çekirdeğinin çok hızlı bir şekilde aşırı ısınmasına neden olur. Hemen arkasından patlama gelir.

 

Görüldüğü üzere bu kazanın gerçekleşmesi için adeta plan yapılıp uygulanmıştır.

 

1970’lerin teknolojisine sahip ve patlama gerçekleşmesi için gerçekten büyük çaba sarfedilen bu santral nedense bizim için artık bir korku filmine dönüştürülmüş durumda. Çünkü birileri yıllık elektrik enerjisi üretiminin, gelişmişlik düzeyine ait bir parametre olduğunu çok iyi biliyor!

 

Bu kaza sonrası direkt ölü sayısı 56’dır. Sonrasında yayılan radyasyon sonrasında ölenlerin sayısı en fazla 4000 olarak belirlenmiştir.[4] Toplam 4056 ölü olduğunu varsaysak dahi bir yılda kömür ocaklarında yaşanan kazalarda ölen kişi sayısı yaklaşık 5000’dir.[2] Yani düz bir hesapla Çernobil’den bu yana 120000 insan maden ocaklarında ölmüştür. Kanser vakalarına gelirsek fosil yakıtlar çevreye sürekli çeşitli gazlar yayarak havanın kirlenmesine neden olurlar bizler de o gazları soluyarak hastalanırız. Nükleer santrallerin havaya yaydığı tek gaz “SU BUHARI” dır. Son 60 yılda sadece bir kez ölümcül kaza olmuştur ve bunun nasıl bir “kaza” olduğu yukarıda açıkça ortadadır.

 

Bize STK’ların yaptırmaya çalıştıklarını şu örnekle çok daha iyi anlayabiliriz. İstanbul’dan Newyork’a gitmek istediğinizi düşünün. Uçak çok tehlikelidir, geçmişte önemli kazaları vardır diye uçağa binmemiz engellenmektedir (nükleer santraller, ki nükleer santraller aslında uçakla karşılaştırılamayacak kadar güvenlidir). New York’a en uygun seyahatin ancak oraya varıp varmayacağımız meçhul olan sıcak hava balonlarıyla yapılması uygun görülmektedir (yenilenebilir enerji teknolojileri) ayrıca bavullarımızı bırakmamız ve üzerimizdeki ağırlıkları da olabildiğince azaltıp balona öyle binmemiz isteniyor (enerji verimliliği). Gemiyle gitmemize de denizi kirlettiği için karşı çıkmaktadırlar (fosil santraller). Ben kısaca ne demek istediklerini ifade edeyim; “Newyork’a gitmeyin.”

 

Eğer “evet gitmeyelim”, “evet sanayileşmeyelim ve gelişmeyelim” diyorsanız durum artık bu yazının konusu olmaktan çıkmıştır.

 

Yaşanan bu kazayla ve radyasyonla ilgili bir yorum için; -http://www.uniksad.org/portal/ugur-akdag/turkiyede-nukleer-cehalet.html- bağlantısına da göz atabilirsiniz.

 

4. İddia

 

Nükleer santral, sıcak su, ısınma ve ulaşım için çözüm değilmiş. Aslında cevap yazmaya dahi gerek olmayan garip ve gülünç bir iddia daha. Konuyu saptırmak ve insanların zihnini bulandırmak için söylendiği gayet açık. Fransa Nükleer enerjiyi burada bahsedilen her 3 alanda da kullanıyor. (yerden ısıtma sistemleri, sıcak su ve hızlı trenler) [5]

 

Yeri gelmişken Fransa’daki toplam enerji üretimi grafiğine bakalım;

 

400px-Electricity_production_in_France.png

 

Fransa’da Elektrik Üretimi Grafiği

 

Ayrıca Elektrikli Arabalar dolaşıma girdikten sonra bunları neyle hareket ettirmeyi düşünüyordunuz? Kömür yakarak elde edeceğimiz elektrikle mi? icon_smile.gif

 

5. İddia

 

İşletme masrafları konusuna gelince bir yenilenebilir enerji araştırmacısı olarak nükleer enerjinin işletme masrafları açısından yenilenebilir enerji ile kıyaslanmasını anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Yenilenebilir Enerji ürünlerinin ne kadar uçuk rakamlarda olduğunu ifade etmek için World Solar Challenge yarışında 9. olan son güneş arabamız SAGUAR’ın 800.000 Türk Lirasına mal olduğunu ifade etmem yeterlidir sanıyorum.

 

Aşağıdaki çizelgede Nükleer ile Kömür Santrallerinin enerji üretim maliyetleri karşılaştırılmıştır;

 

cizelge2.gif

 

Çizelge 2 [6]

 

Görüldüğü üzere Nükleer ile Kömür santralleri hemen hemen aynı işletme giderlerine sahiptirler. Üstelik 2008 yılında MIT’de yapılan yeni bir çalışmada[8] teknolojinin gelişmesi ile durumun hızla Nükleer Santraller lehine kaydığını görmekteyiz. Yeni rakamlar 25 $/Mwh olarak bildirilmektedir.

 

Gördüğünüz gibi astronomik işletme giderleri iddiası da safsatadan ibarettir.

 

Sonuç

 

Ben bu konuda Nükleer Enerji’ye tarafım, fakat iddiaları tarafsız bir gözle inceledikten sonra değerlendirme yaptım. Ortada STK’ların abarttığı gibi bir durum olmadığının uzun süredir farkındayım, dilerim ki herkes bu farkındalığa sahip olsun. Önüne gelen güzel tasarlanmış iyi paketlenmiş fikirleri düşünmeden insanlar ile paylaşmasın.

 

STK’lar önce kendi kendilerine neden nükleer santrallere karşı olduğunu açıklamalılar. Ama bunu yaparken havadan ve sloganlaşmış içeriklerle değil, teknik geriplanda durumu değerlendirmeliler.

 

Bildiğiniz gibi elektrik enerjisi kullanımı ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin göstergesidir. Bir ülkenin az gelişmesini isterseniz enerji kullanım oranını minimum seviyede tutmanız gerekir. Bu durum en basit ifade ile o ülke halkının “otlanarak yaşadığı” anlamına gelir. Gelişmiş ülkeler kendileri dışındaki ülkelerin otlanarak yaşamasını isterler.

 

Bunu da gizli kapalı değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirirler. Greenpeace ve benzeri STK’lar halkı yanlarına çeken göstermelik eylemler ile gelişmiş ülkelerin politikalarını insanlara onların yararınaymış gibi anlatarak uygulama çabasındadırlar.

 

Sonuç olarak TAEK’in nükleer enerji ile ilgili açıklamasını paylaşıyorum;

 

  • Nükleer santralların güvenlik değerlendirmesi bağımsız lisanslama kuruluşları tarafından son derece tutucu varsayımlara göre yapılmaktadır. Ayrıca bu santrallar işletmede oldukları sürede sürekli denetim altındadır. Bu nedenle nükleer santralların çevre ve insana zarar verebilecek şekilde kaza yapma riski, günümüzde kullandığımız diğer teknolojik ürünlere göre, yok denecek kadar azdır. Bir nükleer santralın çevresinde yaşayan insanlara yüklediği yıllık doz doğal radyasyonun çok altındadır.
  • CO2 emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 2300 milyon ton CO2 emisyonuna engel olmaktadır.
  • SO2 emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 42 milyon ton SO2 emisyonuna engel olmaktadır.
  • NOx emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 9 milyon ton NOx emisyonuna engel olmaktadır.
  • Atık kül üretimine neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 210 milyon ton kül üretimine engel olmaktadır. [9]

Lütfen araştıralım, okuyalım, değerlendirelim ardından karar verelim.

 

Lütfen oyuna gelmeyelim.

 

Kaynaklar

 

[1] Valuing the greenhouse gas emissions from nuclear power: A critical survey, Benjamin K. Sovacool, 2008

[2] Going Nuclear, A Green Makes the Case, Patrick Moore, 2006

[3] -http://sozluk.sourti...rnobil+faciası-

[4] -http://en.wikipedia....rnobyl_disaster-

[5] -http://www.world-nuc.../info/inf40.htm-

[6] -http://www.nuclearto...asics/costs.htm-

[7] -https://docs.google....pplications.pdf-

[8] Business Risks and Costs of New Nuclear Power, Craig A. Severance, 2008

[9] -http://www.taek.gov....re-dostumu.html-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.