Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

çanakkaleden


focal

Önerilen İletiler

O mektuplar ki kurşunların birbirini vurduğu, güllelerin havada göğüs göğüse geldiği cehennemî seslere sükunet verir, vatan aşkını hasretle anılan bir isme bağlayarak cesarete dönüştürür. Kalbinin üstünde böyle bir mektubu saklayan askerin, ‘vatanı için yapabileceği hangi fedakarlık’ vardır diye sorulamaz elbette; o hepsini sırayla yapar ve canını en son verir. Çanakkale Mahşeri’nden okuyalım:

“Bu anda dışarda koşuşma başladı; eski askerler, “Saya geldi! Saya geldi!” diye birbirlerine bağırıyorlardı. (...) Binbaşı Abdülkadir, meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi’ye çevirince, o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti.

-Sai gelmiş. İzmir’in köylerinde dolaşır; askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir; sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar.

Askerler etrafına toplanınca, Sai sağ elini heybenin bir gözüne soktu; bir mektup çıkardı ve bağırdı:

Mehmet oğlu Kara Ali!?..

Değişik yerlerden sesler yükseldi:

-Cennet-i A’lâ’da!..

-Mertebesine erdi!..

Mektubu heybenin diğer gözüne attı. Tekrar bir mektup çıkardı:

-Alsancak’tan Hayati oğlu Salim!

Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı:

-Ver! Buradayım!..

Yanındaki asker, Salim’in sırtına hafif bir yumruk vurdu:

-Kimden geliyor?!..

-Dur, hele zarfın arkasını okuyayım.

Eline yeni bir mektup alan Sai, yüksek sesle bağırdı:

-Kadir oğlu Hüseyin!..

Değişik yerlerden cevap geldi:

-Şehit!..

-Şehit!..

Onu da diğer göze attı; bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı:

-Hasan oğlu Rafet!..

-?!..

Hiç ses çıkmayınca Sai tekrarladı:

-Hasan oğlu Rafet!?..

Tanıyanı kalmamıştı. Sai’nin yüz hatları değişti. Gözleri dalan Binbaşı Abdülkadir karargaha girdi; onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü; ama az da olsa Sai’nin sesini hâlâ duyuyorlardı:

-Musa oğlu Muharrem!..”(1)

Tarihini bilmeyen milletler kendilerine efsaneler uydurur ve gitgide efsanelere sığınmaya başlarlar. Yukarıdaki satırlar henüz hatıra ve tarih iken derlendiği için bahtiyarız. Ya kaybolup gitselerdi!..

*

Çanakkale anılınca kaybolup gitmesine gönlümüzün razı olmadığı bir de şiir var sırada. Binbaşı Mustafa Kemal’in de yer aldığı savaşa adanmış bir gazel bu. Sultan Reşad’ın yazdığı bir gazel. Heyecanla okuyalım:

Savlet etmişdi Çanakkale’ye bahr ü berden

Ehl-i İslâm’ın iki hasm-ı kavîsi birden

Lakin imdâd-ı İlahî yetişip ordumuza

Oldu her bir neferi kal’a-i pûlâd-beden

Asker evladlarımın pîşgeh-i azminde

Aczini eyledi idrâk nihayet düşmen

Kadr-ü haysiyyeti pâmâl olarak etdi firar

Kalb-i İslâm’a nüfûz eylemeğe gelmiş iken

Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle dua

Mülk-i İslâm’ı Huda eyleye dâim me’men

(...Müslümanlara karşı iki kuvvetli düşman birlik olup Çanakkale’ye karadan ve denizden hücum etmişlerdi...)

(...Şükür ki Allah’ın yardımı yetişip ordumuzun her bir neferi çelik bedenli bir kale kesiliverdiler...)

(...Nihayet düşmanlar asker evlatlarımın azimleri önünde diz çöküp aciz kaldıklarını anladılar da...)

(...İslam’ın kalbine hançer saplamaya gelmişlerken, itibar ve şereflerini ayak altına atıp kaçtılar.)

(Ey Reşad!.. Var, şükür secdelerine kapanıp ellerini duaya kaldır ve şu yakarıyı tekrarla: “Allah, bu İslam yurduna daima emniyet versin!” )

Türk anası ne düşünüyor?

 

“... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.”

 

(Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken [uğurlarken])

 

Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi. Bulutlar birbiri üzerine yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken insanlar gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı. Karanlık o kadar yoğun idi ki sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle adeta gündüz sayılabilirdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği tabii ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu. Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi arasında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, bütün intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu.

 

Bilecik İstasyonu’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti.

 

İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı.

Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi.

 

Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerin aydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu.

 

Abdulkadir yaklaştı:

 

- Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı:

 

- Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim.

 

- Oğlun kimdir, nerelidir?

 

- Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin...

 

- Çağırayım mı, görmek istiyor musun?

 

- Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim.

 

Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses:

 

- Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den.

 

- Gel oğlum, seni anan görmek istiyor.

 

Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki:

 

- Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi.

 

Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:

 

- Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi?

 

- Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim.

 

- Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu?

 

- Köyümüz bütün erkek dolu.

 

Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:

 

Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu

ustbanner.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

18 Mart’ta kutlanan zafer Deniz Savaşları’nda elde edilen ve tarihin o güne kadar görmediği muhteşem bir zaferdir. Dönemin “süper” devletleri Çanakkale önünde pes ederek geri çekilmiştir.

 

“Çanakkale Geçilmez” destanı sırasında eli silah tutan bütün vatan evlatları görev almıştır. Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arnavut’u, Arap’ı, Boşnak’ı, Gürcü’sü ile toplam 250 bine yakın askerimiz İslam’ın son ve asil bayrağını düşürmemek için şehit düşmüş, geride ise on binlerce gazi kalmıştır.

İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur.

Bugün de aynı ruh ve inanca milletçe ihtiyacımız var. Çanakkale’de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeli, dedelerinin emanetini torunlarına aktarabilmeliyiz...

 

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

DUR YOLCU!!!

BİLMEDEN GELİP BASTIĞIN BU TOPRAK

BİR DEVRİN BATTIĞI YERDİR

EĞİLDE KULAK VER BU SESSİZ YIĞIN

BİR VATAN KALBİNİN ATTIĞI YERDİR...

 

BU ISSIZ,GÖLGESİZ YOLUN SONUNDA

GÖRDÜĞÜN BU TÜMSEK ANADOLU'NDA

İSTİKLAL UĞRUNA,NAMUS YOLUNDA

CAN VEREN MEHMEDİ YATTIĞI YERDİR...

 

 

'VURULMUŞ TERTEMİZ ALNINDAN UZANMIŞ YATIYOR.

BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB NE GÜNEŞLER BATIYOR.'

 

.......ÇANAKKALE GEÇİLMEZ,GEÇİLMEDİ DE.......

 

 

 

 

DUR YOLCU!!!

BİLMEDEN GELİP BASTIĞIN BU TOPRAK

BİR DEVRİN BATTIĞI YERDİR

EĞİLDE KULAK VER BU SESSİZ YIĞIN

BİR VATAN KALBİNİN ATTIĞI YERDİR...

 

BU ISSIZ,GÖLGESİZ YOLUN SONUNDA

GÖRDÜĞÜN BU TÜMSEK ANADOLU'NDA

İSTİKLAL UĞRUNA,NAMUS YOLUNDA

CAN VEREN MEHMEDİ YATTIĞI YERDİR...

 

 

'VURULMUŞ TERTEMİZ ALNINDAN UZANMIŞ YATIYOR.

BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB NE GÜNEŞLER BATIYOR.'

 

.......ÇANAKKALE GEÇİLMEZ,GEÇİLMEDİ DE.......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kınalı Kuzu

 

 

 

Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat , bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır :

 

“Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma...Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.Kardeşlerim de cevap veremeyip mahçup olmasınlar.”

 

Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir :

 

“Ey oğlum , gözümün nuru Murat’ım ! Zabit efendiye selam söyle...Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz.Sen dört kardeşin arasında kurbansın.Sen İsmail’sin(as).Sen orada şehit olacaksın inşeallah.Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa , ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.”

 

Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında , Murat’ın kınalı başı çoktan Allahına kurban gitmiştir bile...

 

 

TÜM ŞEHİTLERİMİZİN RUHU ŞAD OLSUN

 

 

 

Üsteğmen Zahid'in Vasiyeti

 

 

 

“Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz.Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu.Ancak , sana bir vasiyetim var :

 

Birincisi benim için kat’iyyen ağlama...

 

İkincisi, eşyamın listesi ilişikte.Bunları sat , ele geçecek paradan “mihr-i muaccel ” ve “mihr-i müeccel ” ini al , üst tarafı ile bana bir mevlüt okut.Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...”

 

Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar.Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.

 

İşte o zaman herkes Zahid’in evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir.Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmıştır.Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.

 

Zahid , 9 Ocak 1916’da şehit olur.

 

Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid , Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi’nin kızı , eşi Hanife Hanım’a yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir :

 

“Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ANaDOLU insanının MİLLİ MÜCADELESİ'Nİ başlatan bir dönüm noktasıdır ÇANAKKALE,19.yy artığı emperyalizme verilmiş en güzel cvptır.Ve dünyanın Ezilen uluslarına en güzel örnek olmuştur...

 

ÇANAKKALE ZAFERİ'NİN 91.YILINDA, şehitleri ve MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ü bir kez daha saygıyla anıyoruz.... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD’ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

 

“Amerika'ya gittiğim ilk yıllarda New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaþlarında. "Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim. Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:

 

“Siz Türk müsünüz?”

 

Kaşlarını yukarıya kaldırarak “hayır” manasına bir işaret yaptı.

 

Ama ben hâlâ merak ediyorum. “Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?”

 

“Aldırma öylesine bir şey işte” dedi.

 

Ben yine ısrarla: “Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...”

 

Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:

 

“Siz Türk müsünüz?”

 

“Evet Türk'üm....”

 

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı. Anlatmaya başladı:

 

“Yıl 1915...

 

Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaşmak üzere bütün hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avusturalya Anzaklarındandım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.”

 

Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.

 

Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

 

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fırlatıyor, gökyüzünde havai fişekler geceyi gündüze çeviriyordu. Her taaruzda bizden de Türkler’den de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türkler’deki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı

 

bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi?

 

İlk başlarda zannediyordum ki İngilizler’in bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar.

 

Tekrar taarruz ediyoruz.. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkler’i barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya. Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime:

 

“Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler.” Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla “yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim?”

 

“Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki. Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce. Nihayet bizi serbest bıraktılar.

 

Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.”

 

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

 

“Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk. Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.”

 

Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz?” dedi. “Ömer” cevabını verdim. Merakla tekrar sordu: “Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?”

 

“Babam müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.”

 

“Senin adın müslüman adı mı?”

 

Ben, “Evet, müslüman ad” deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: “Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra ‘Anzaklı Ömer’ olsun.”

 

“Olsun” dedim.

 

“Peki doktor beni müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?”

 

Şaşırdım, nasıl da birdenbire müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş.

 

“Tabiî” dedim. “Müslüman olmak çok kolay.” Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şehadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı: “Siz müslümanlar tesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allahımı ansam olur mu?”

 

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tesbih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Birgün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.

 

“Beni yalnız bırakma olur mu?”

 

“Ne gibi Ömer amca?”

 

“Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.”

 

O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. “Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gelin.”

 

Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: “Sağ elinde tesbih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.

 

Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şehadet söylettirdim, o şekilde kucağımmda teslim-i ruh etti.

 

Bir Çanakkale gazisi görmüştüm.

Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde

kendisine iman nasip olmuştu.

Ne yalan söyleyeyim, ağladım.

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

'Bu zafer, yıllar süren acı verici bir küçülmenin sona erdirilebileceği inancını yeşerten bir zaferdir. Başta büyük önder Atatürk olmak üzere, bir avuç vatansever, bu zaferden aldıkları güçle Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuşlardır.''

 

Cocuk.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çanakkale Şehitlerine;

 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

 

 

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

 

 

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"

 

 

Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

 

 

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

 

 

Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,

Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

 

 

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

 

 

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

 

 

Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,

 

 

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

 

 

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

 

 

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

 

 

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

 

 

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.

 

 

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...

 

 

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,

Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.

 

 

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

 

 

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

 

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

 

 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

 

 

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

 

 

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

 

 

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;

"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

 

 

Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

 

 

Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

 

 

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

 

 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

 

 

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

 

 

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

 

 

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

 

 

"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

 

 

Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

 

 

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

 

 

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

 

 

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

 

 

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

 

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,

 

 

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

 

 

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

 

 

Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

 

 

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

 

MEHMET AKİF ERSOY

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
  • 5 ay sonra...

Çanakkale

 

Bir efsanedir Çanakkale Savaşı,

Kalktı binlerce şehidin naaşı,

Destanlaştı Mehmet oğlu Koca Seyit Onbaşı

Vurdu kardaş,kardaşı...

 

İnglizler kurdu tuzakları,

Siper ettiler zavallı Anzakları

Düşmanlar Türk'ün gücünden ürktü,

Baş mimarımız Atatürktü

 

Kahramanca savunduk tepeyi,dağı,bayırı

Destanın adı Anafartalar,Seddülbahir; Conkbayırı

Bayrakları bayrak yapan kandı,Çanakkale'de döktük kanı,

Satmadık hiçbir zaman bu cennet vatanı

 

Tarihin akışını değiştiren,

Türk'ün şan ve şerefini zirveye eriştiren,

Vatana sevgi duygusunu geliştiren,

İman gücünü bayraklaştıran,

Ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran,

Görkemli bir destandır Çanakkale

 

Mayın gemimiz Nusred'ti

Yüce Rabbim'e bin şükür bize yardım etti

Şehid oldu binlerce er,

Çanakkale ebedileşen zafer...

 

Çanakkale 250Bin şehidin kefensiz yattığı,

Türk'ün şanına şan kattığı,

Ve bir devrin battığı yerdir...

 

Şuheda yetmez sana abide,anıt,

İşte Çanakkale en büyük kanıt...

 

Gün o gündü

 

ne çok eskidi düşler ufak adımlarla

ne çok sonbahar

dündü yüreğimizin bir taka gibi çırpınışı

akan günde aç açık

terleyen avuçlarımızın şarkılarını mırıldandığımız

kavrulan yazı

umursamadığımız kışı

devrimi sevdayı barışı

sözlerimiza bayrak ettiğimiz gündü

 

ne çok eskidi yeminler ufak yalanlarla

ne çok döneklik

dündü karanlıktan hesap sorduğumuz

kahırlı gecelere boşverip ay ışığında

sorgülanan ömürleri güneşe verdiğimiz

yüreklere kazınan bir sevdaydı bağımsızlık

altıncı filo'nun yüzüne tükürdüğümüz gündü

 

ne çok eskidi yurtseverlik uzak pazarlarda

ne çok dolar

ne çok hainlik

dündü çanakkale anafartalar

ve o 'mavi gözlü dev'

sömürgeciye karşı haykırdığımız gün

dündü

dündü

gün o gündü

 

Çanakkalem

Seni anlatmaya yetmez bu diller

Senin tarihini bilmez bu eller

Seninle ölmeye vaat edenler

Toprağın altında rahat edendir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Yirmi bir düşmana bir türk biçilir

Uğrunda çarpışan erler seçilir

Bu destan için bir anıt dikilir

Üstüne şanlı al bayrak dikilir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Zaferden zafere gark olan günler

Yediden yetmişe verdi ümitler

Toprağa sarılan canım bedenler

Yılmadan ölümle raks edenlerdir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Denizde karada çarpışan asker

Vurulmuş yinede bu derdi çeker

Kutsaldır yücedir vatan her sefer

Nusretin düşmanı yardığı yerdir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Dağlardan inen bu şanlı melekler

Karışan şafakta verir bize fer

Senindir bu zafer sevin muzaffer

Şanının adının konduğu gündür

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

İlkbahar sabahı açılan güller

Sevgi bahçesine konmayı bekler

Bir toprak uğruna ezilen erler

Şehitler tahtında Rabbe gülendir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Tazecik zihinler bu günü beller

Yıkılmaz çanakkalem yıkılmaz derler

Ecdadın kanıdır sulanan yerler

Her şey vatan için şeref içindir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

O gün bir buluttur kendine çeken

O gün bir umuttur mahvolup giden

O mucize ile hayrete düşen

Denize dökülen düşman şahittir

Çanakkalem o ne büyük zaferdir

 

Çanakkale Destanı

Titredi tüm bedenim toprağında gezerken

Bir unutulmaz destan yazmıştı Çanakkale

Orduyu Cibril Emin bir sıraya dizerken

Gökten inen orduyu sezmişti Çanakkale

 

Her yiğit bir Hamza’dır Bedir’e denk bir olay

Millet yerinden kalktı, melekler tekmil alay

Bu nusret-i ilahi anlatmak dile kolay

Savaştaki esrarı çözmüştü Çanakkale

 

Mabedin vatanını ancak onlar alırdı

Ölünecekse eğer yine onlar ölürdü

Milletin sinesinde ismi baki kalırdı

Cennet’ül muallayı gezmişti Çanakkale

 

Kaderi yazan kalem zaferle nokta koydu

Kurumuş çorak toprak şehit kanına doydu.

Çanakkale geçilmez destanı işte buydu

Düşmanını onurla ezmişti Çanakkale

 

Kocatepe sırtında çarpınca bir şarapnel

Saatler sukut etti,Gaziyi tuttu bir el

Cennetten esip gelen lahuti kokulu yel

Düşmanın yaptığına kızmıştı Çanakkale

 

Gönlümün kabesini diktim artık başına

Kur’anı ayet ayet yazdım mezar taşına

Yazılmaz böyle destan rast gelinmez eşine

Zaferi gönüllere kazmıştı Çanakkale

 

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Türk tarihinde unutulmaz vardır şanın şöhretin

Çanakkale boğazında Türkün gücünüde öğrettin

Mehmet'in dünyaya neler yapacağını gösterdin.

Toprağında akıl almaz kahramanlık var Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Düşman bataryaları mevzilere ateş kustukça

İmanlı Mehmet'im göğsünü siper ettikçe

Göğüste mermi parçalanıp yere düştükçe

Her günün bir başka destandır Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Düşman zırhlılarından mermi yağmuru yağar

Mehmet din imanı havada mermiyi tutar

Mermiler havada sevdalanır birbirini öper

Dillere sen destan oldun şan Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Düşman gemileri tabyalara mermi yağdırır

Nüsret gemisi gece boğaza mayın döktürür

Düşman zırhlılarını birebir boğaza gömer.

İmanın imansıza hükmettiği sen Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Her iki yakanda mevziler uzayıp gider

Her atılan mermi düşmanı sulara gömer

Yirmi altı sayısının sırrını boğazda çözer

Düşmana geçit vermeyen sen Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Çanakkale'nin geçit vermez bayırları

Düşman her taraftan kesti yolları

Mehmet'im süngü harbiyle attı onları

Türk'ün ateşle imtihanı sen Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

 

Havada uçuşup giden top mermilerinden

Mehmet oğlu Hasan'ın kolu ayrılır gövdesinden

Şehit düşer çok akar Conkbayırın teklerinden

Yeni bir destan yazılır sende Çanakkale

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Düşman şaşkındır, aptaldır ilerleyemez bile

Türkoğlu savaşta bile aklına getirmez hile

Kınalı yiğitler kurbandır gözünü kırpmaz gine

Her gün bir destan yazılır Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Mermi bitmiştir cephane kalmamış elde

Osman oğlu Mehmet Erzurumlu gidiyor önde

Tekbir getirerek süngü ile savuruyor boğaza

Her gün ayrı bir destan yazılı Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Sebtülbayır sırtlarında Osman İzmir süngüyle dövüşür

Asil kahraman asker yaralı düşmanla suyu bölüşür

Sağlam ***** düşmanla mertçe hesap görülür

Mehmet merhametiyle destanlaşır kardeş Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Kimisi yamyamdır, kimisi Hindu itin dolu

İngiliz şerefsizi, alçak domuz yavrusu

Fransız kancığı, kahpenin doğurduğu

Sulara gömer Denizli Kemal Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

57. alay kahramanca savaşır anzak koyunda

Kahramanlık yaratır düşmanın her hücumunda

Mermiye karşı süngü ile savaşır Allah'ın huzurunda

Destanlar yazar Mehmet Çanakkale'nin anzak koyunda

Destanlara destan olan yurt Çanakkale<2de

 

Komutanı emretmiş ölmeyi, asla geri dönmemeyi

57.alay şehit düşer erinden komutanına kadar

Yarbay Hüseyin Avni Bey gösterir kahramanlılığını

Birliğin önünde savaşarak kanı döker son damlasına kadar

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

25 Nisanda Conkbayırında saldırıyor ***** düşman

Kanlı savaş 9 ağustosa kadar sürüyor, yenilgi tadıyor düşman

Ahmet'im, Osman'ım, imanla duvar ordu geçirmedi oradan

En kanlı savaşı verdi, şahadet şerbetini içti Conkbayırı Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Üst teğmen Nazif Çakmak şimşek gibi gözleri bakıyor oradan

Küçük ve büyük Anafartalar ovasını gözlüyor koruyor oradan

Nazif Çakmak 28temmuz 1915 de şahadet şerbetini içmiş orda

Ruhuyla bekliyor kahraman komutan vatanı Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Mehmet çavuş ile coşkulu bir ruh ile anıtında buluşuyoruz

Düşmana taşla sopayla saldıran eşsiz kahramanla tanışıyoruz

Ahi rette şefaat etmesi şartı üzere abideden çavuşumdan ayrılıyoruz..

Ağlayarak topluca Çanakkale'de başka bir şehitliye varıyoruz

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Bomba sırtına tırmanıyoruz, kahramanların yanına kafileyle ağlayarak

Ellerinde kuranlar gözlerimizin önünde tekbir getirerek saldırıyorlar

Okumayı bilmeyenler kelimeyi tevhit getirerek düşmana saldırıyorlar

Kanlı sırtı savunan peygamber komşuları Çanakkale'de yatıyor

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Mehmetçiciği saygı anıtı önünde bizde seni saygı ile selamlıyoruz

Ey kahraman asker senin merhametini tüm gönülden alkışlıyoruz

Senin gibi bir neslin evladı olduğumuz için Allah için övünüyoruz

Yaralı düşmanı kucaklayıp düşmana teslim eden asker Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Büyük kemikli kitabesini ağlayarak gururla topluca okuduk öyle

Söyleyin dünya tarihçileri, tarihte böyle ikinci bir ırk var mı? Söyle

Beş aylık çeliğe karşı imanın direnişinin kahramanlığını cihana söyle

20 Aralıkta ***** ardına bakmadan boşaltır kemikli mevzisini öyle

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

 

Büyük Anafartalar mezarlığında yürüyoruz birlikte ağır ağır

20.alay komutanı Halil Bey gel adaşım dadaşım yanıma diyor.

21.alay komutanı Yarbay Ziya Bey, Halid yanımıza geliyor

Hangi yüzle bu Çanakkale şehitleri huzuruna geldiniz diyor

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Dur deme boşuna dinlemem seni,

O topraklarda yatan dedemdir görecem onu

Bana bıraktı miras bu çenet vatanı

Şu anda kahramanlık destanını yazdığın yerdeyim atam

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Nuri Yamut Paşa anıt yaptırtır

Şehit kemiklerini tekbirlerle toplattırılır

Türkün tarihine vefa örneği bir sayfa katar

Şu Çanakkale ilçesi Gelibolu da

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Seyit onbaşı anıtı muhteşem durur

200 kiloluk mermiyle agemenmunu vurur

Düşman yenilgi acısı içinde kendini bulur.

Şu geçit vermez boğaz olan Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Şanlın Nusret gemisi gece karalığında mayın döşüyor.

Yenilmez armada mayına çarpıyor derin sulara gömülüyor

Oceanla gemisi aynı akıbetle Türkün gazabını yaşıyor

Şu geçit vermez boğaz olan Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Anzak koyunda inanılmaz mucizevî savaşlar verdik

Bu savaşta genç kınalı ana kuzusu fidanlar verdik

Tarihe türkün yenilmezlik rekorunu bir daha yazdık

Gördüğün masmavi olan yeşille bütünleşen Anzak koyunda

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Atalarım yapmış Seddulbahır kalesini boğaza hâkim bir yere yapılır

İngilizlere bu savaşta tarihin en acı yenilgisini burada yaşatılır

Ertuğrul koyu çıkarması İngiliz bir adım atamadan o mezar yapılır

O gün haçlılara karşı tarihte altın sayfalarda yer alacak zafer yazılır

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Havuzlar şehitliği kahramanlığın destanlaşan bir diğer adı

Şehitlere selam söyle ana doludan muhabbet et şefaat iste

Dikkat et adımlarına her adımda alta yatan atandır sızlar kemiği

Türkün destanlarından biri havuzlar şehitliğinde yazıldı böyle

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Horasan ereniyim geldim dedeler namazgâhız da namaz kılıp yatmaya

Sizlerle birlikte olup biz torunlarınız için sohbet edip sizden şefaat istemeye

Benim felah gecemde gönül sarhoşluğu içinde sizinle birlikte hakka varmaya

Mehmet oğlu Halil yeniden dünya geldi manevi hazla sabah ezanlarıyla Çanakkale'de

Destanlara destan olan yurt Çanakkale'de

 

Çanakkale

bak durmuş uzakta düşmana karşı;

hem sevinç hem üzüntü,

gözleri gülse ne olur,

sevdası yüreginde yürüyor düşmana karşı,

silahını almış,koruruyot vatanını,

her bombaya korkmadan yürüyor,

aklında özgürlük,bagımsızlık,

yürü mehmetçik yürü!!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Çanakkale'den Lapsekili Ahmet'e Harput'tan Mehmet'e Mehmetlere

 

Önce bir mermi patladı sağ tarafımdan,

Fark ettim, bir anda girip çıktı sol şakağımdan...

Sardı gözlerimi bir an kıpkızıl bir karanlık,

Yükseldi çavuşumdan, vurulduk diyen o son çığlık,

Sanırım, çavuşumla aynı mermiyle vurulmuştuk,

Zaten köyden çıkarken de, el ele tutuşmuştuk...

Yine el ele geçtik ışıklı yoldan, son menzilimize,

Birlikte kucaklaştık, özlenen o eşsiz efendimizle...

Ne de çabuk başlayıp bitmişti, o uzun seferimiz,

Geçti Sırattan yıldırım hızında, binlerce neferimiz...

Sustu bir anda top sesleri, söndü denizi yakan ateşler,

Bir anda sunuldu Rabbine, iki yüz elli üç bin nefer,

Her nefer için ayrı yapıldı, tarifi imkansız törenler,

Taşıdı sancağı önde, alemlere rehber olan peygamber...

Aradı gözlerim; babamı, anamı, bizlerle övünsünler diye,

Beklerim, her an, bu Cennet kapısında görünsünler diye...

Hâlâ ayaklarımın bir adım ötesinden Çanakkale görünüyor,

Tabyadan bir adım sonrasında, vaat edilen Cennet görünüyor...

Nasıl kesildi birden, o binlerce çığlık ve avaze sesler,

Tutuldu sanki, bu ulvi haz rüyasında, bütün nefesler...

Boğaz’da, ateş kusan gemiler, nasıl buharlaştı birden,

Nasıl çekildi aniden, binlerce Mehmet siperlerinden...

Hani az önce, denizler kabarıp üstümüze dökülüyordu,

Çocukken seyrettiğim yıldızlar, yerinden sökülüyordu...

Bu gün 18 Mart 2005, dediler doksan yıl geçmiş aradan,

Hayret, hâlâ bir kan sızmada bizi şehit eden yaralardan...

Gördüm, bir mermer taşı oyup adımı üstüne yazmışlar,

İşte bu Lapsekili, Hasan oğlu Ahmet diye tanıtmışlar...

Biz hiç ölmedik ki, neden insanlar burada ağlıyorlar...

Biz herkesi görüyoruz, onlar galiba bizi görmüyorlar,

Bütün Anadolu çocuklarıyla beraber buradayız biz,

Gerçekten göremiyor mu, o nur damlayan gözleriniz...

Bakın, bu Harputlu Mehmet, eşine mektup yazıyor,

Bu Lapsekili Ahmet, bıkıp usanmadan siper kazıyor...

Diyorlar ki, Mehmet’in mektubu eşine hâlâ ulaşmamış

Bakın, Koca Lapsekili de, nöbetini hâlâ bırakmamış...

İşte bu Kınalı Mehmet, gelirken anası kına yakmış başına,

Demiş ki koçumsun sen, vatanımın 18 Mart bayramına...

Anlamıyorum, peki siz neden ağlıyorsunuz hâlâ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.