Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...


Önerilen İletiler

Ben giderim.

Sen gelmesen bile sen yanımdaymışsın gibi orada geçirdiğim her anı seninleymiş gibi yaşarım. Seninle uyur, seninle uyanır, seninle inip sahile uzanırım. Suya gireriz birlikte yüzeriz, yorulunca çıkar sıcak kumların üzerine uzanır, acıkınca gözleme yapan ihtiyar kadının mekanına gidip oturup, sabırsızlıkla gözlemelerin hazırlanmasını bekleriz. Tıka basa doyururuz karnımızı. Sonra uykumuz gelir akşam üzeri beş gibi odamıza çekilir, duşumuzu alır, uzanır uyuruz. Akşam saat on gibi çıkarız odadan, canlı müzik yapılan mekanları gezeriz tek tek, kafamıza uygun bir yer bulana kadar.

 

Belki bir şarkı duyarız o an, oradan geçerken, mekana girmeden tam karşısındaki kaldırıma oturur, elimizde bira şişeleri yanyana içerken eşlik ederiz. Sonra şarkı biter, sonraki şarkı hoşumuza gitmez, kalkar başka mekanın karşısına gideriz.

Yanımızdan gecip giden tuhaf tiplere bakarız. Belki turistler vardır onlarla sohbet ederiz. Aksanları farklı gelir belki zor anlaşırız ama eğleniriz.

 

İstersen gece on ikiden sonra barlara gideriz. Çok gürültülü ama olsun, sen istersen ben de isterim. Bırakırız kendimizi alkolün ve gürültünün kollarına, beceremem ben pek ama sana eşlik ederim dans ederken. Yorulana dek dans eder, bağıra çağıra şarkı söyleriz. Sesimiz kısılana dek...

 

Sonra kapanır mekan son çıkanlardan oluruz

kanımızdaki alkol oranı arşa değerken

sallana sallana

sarmas dolaş döneriz odamıza

öyle yorgun öyle sarhoş oluruz ki

çıkarmadan üzerimizdekileri

atarız kendimizi yatağa

döner durur dünya ikimizin etrafında

sanki merkezindeymişiz gibi kainatın

 

salak salak gülümsemeler dudaklarımızda

neye güldüğümüzü bile bilmeden

diyeceksin ki o an

içmeyecektik o son kadeh şarabı

diyeceğim ki

içmeyip te ne halt edecektik?

kahkahalarımız yankılanacak gecenin dördü

odanın duvarlarında

 

sırt üstü bakarken tavana

zorlukla kaldırdığın elinin işaret parmağını

uzatıp dudaklarıma

çok da tutturamayıp sus diyeceksin

daha yüksek sesle atarken kahkaha

parmağınla dudaklarımı bulamıyor olman

delirtecek bizi

karnımız ağrıyana kadar devam edeceğiz

inletmeye odanın duvarlarını

 

yan tarafta kalanlar rahatsız

şikayet etmişler bizi resepsiyona

çalacak odanın telefonu

lütfen biraz sessizlik derken

ahizenin diğer tarafındaki ürkek ses

pardon deyip

kapatırken telefonu

gözlerimizden yaş gelecek

öyle tutamamak kendimizi

öyle gülmek...

içimizi çeke çeke

nefes nefese

katıla katıla

gülerken

kaç gün kaldı? diye soracağım sana

neye? diyeceksin..

neye kaç gün kaldı?

ayrılığa...

 

doğrulup yatağın üzerinde

az önce gülmekten yaşarmış gözlerinle

yaşlı gözlerime bakacaksın

kenarlarında kırışıklıklara

 

bu da nerden çıktı şimdi? diye kızacaksın

ne güzel eğleniyorduk

dokunmak isteyeceksin o an

ıslanan yanaklarıma

gri üniformalı memur ciddiyetiyle yüzlerimizde

yan odadakilerin istediği sessizlik

kendiliğinden gelip yerleşecek odamızın

duvarları arasına

 

sorumun cevabı havada kalacak

ne sen seslendirebileceksin gerçeği

ne de ben üsteleyeceğim

gözlerin hala yaşlı gözlerimde

ciddiyete rağmen hala ıslanıyorsa gözleri insanın

canı yanıyordur artık

uzanıp üzerime başını göğsüme koyduğunda

ve ellerim saçlarını okşadığında

yutkunuyorsun

 

sabah olacak ve biz yine inip sahile

o sıcak kumların üzerine basarken çıplak ayaklarımızla

yanarken canımız üstelik

atıp kendimizi serin sulara

ve yorulup çıktığımızda

ve acıktığımızda

bu defa kahvaltı edelim

kaldığımız pansiyonun bahçesinden toplayalım domatesi salatayı biberi

sabah yumurtlamış tavuklar

hala sıcak olmalı dokunduğunda

çay da yeni demlenmiş

reçel de vardır değil mi?

diye sorduğunda

vardır... hem de çilekli...

 

akşam üzeri yine yorgun

olmuyor...

bu defa sana değil ama

kendime soruyorum

kaç gün kaldı...

 

kaçırırken bakışlarımı

az önce etrafımızda dönen dünya

duruyor

göğsümün üzerinde başın

içimi çektiğimi anlıyor

daha sıkı sarılıyorsun

titreyerek çıkıyor sesin

sanki az önce ağız dolusu kahkahaların

sahibi değilmiş gibi

bitecek değil mi?

cevabımı

anlıyorsun

daha sıkı sarılmamdan...

 

elimi tutup yüzüne kapattığında

öperken avucumu

kaldırıp başını

yüzüme baktığında

ve o dudakların

öpsem yangın yeri

öpmesem

yatacak yerim olmaz tanrı katında

döküp benzini ateşe harlar gibi

dayayıp ağzımı ağzına

sanki yeni dünyaya gelmiş bir bebeğin

aldığı ilk nefes gibi

çekerken içime

ciğerlerim yansa da

kana kana

öptükçe dudaklarını biraz daha sokulup kollarımn arasına

biraz daha dilin

biraz daha dudakların

biraz daha alıyorsun yavaşça kollarının

bacaklarının arasına

tek bir söz

tek bir ikaz

tek bir işaret olmaksızın

bırakıp kendini

içinde körüklenen ateşin sıcaklığına

öperken...

 

sabah olmayacak

yarın, sonraki gün, sonrası ve ertesi

bitmeyecek gibi

sevişirken

her soru ve her cevap anlamsızlaşırken

kasılırken deli gibi

gözlerin kapalı

bitecekse böyle bitsin

sadece bu an

sadece şimdi

üstü kalsın işte

kalsın geriye ne varsa

kalayım bu anda

kollarının arasında...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
az önce titreyerek sokulmuşum gibi
kollarının arasına
az sonra geçmiş ne varsa
toplantıya girerken
boy aynasının karşısında durmuş
düzeltmiş üstünü başını
iyi görünüyorum değil mi?
sensiz ne kadar olacaksa artık...
 
senin söyleyeceklerin vardı
benim susacaklarım
akşam vakti sahile indik
demir kilise kapanmış
kaldırımda bir dolu insan
biraz yaklaşsana yanıma
serin oldu
üşüyorum...
 
aklından neler geçiyor?
gözlerini süzüp bakarken
ne kadar uzaklaşıyorsun kendinden
ardından durup bakıyorum
şüpheler birikiyor içimde
ya geri dönmezsen...
 
korktuğum başıma geliyor
zaten neyden korksam
eksik olmuyor tepemden
önce elimi tutmayı bıraktın
sonra
ardından bakarken
yok ya gelir geri
gelir değil mi?
bir yıl iki ay dört gün oldu
yarın beş
şunun şurasında ne kaldı
ne kadar kaldı?
geriye...
döşenmiş mayınlar gibi
şehrimin seninle gezilmiş her yerine
şimdi neresine gitsem sensiz
canımı yakıyor
adımımı atsam
sen çıkıyorsun karşıma
evden çıkmasam diyorum
yatağım
hala sen kokuyor...
 
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

gitmenden değil de

gelmezsen diye korkuyorum

güzel kal diyorsun

gittiğinde

sabahına kurulmuş

uyandırılmaya ayarlı bir saat gibi

gitmiyorum diyorsun ya şimdi

sigara paketlerini üzerine yazılan uyarılar gibi

bagımlılık yapar

kansere neden olur

iktidarsızlığın yoldaşı

sevişemezsin bak başka bir kadınla

der gibi

gitmiyorum şimdi diyorsun

en geç sabahında

yanımda olmayaksın

ne yapayım bu bilgiyle

oturup ağlasam

aklımın neresine sokayım

birlikte olsak ne güzel olurduyu

kendimi nasıl avutayım?

yalnız uyandığımda

seninle uyandıgım her sabahı

hatırladığımda

nereme sokacağım!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tahammül sınırlarımızı zorlarken

daha ne kadar

sabah uyanınca

bir şey olmamış gibi yapacaktık...

uyandırmaya kıyamazken
yanında yattığımızı her sabah
kalkarken
kapıları çarpmasın diye esen rüzgar
eşiğine terliklerimizi çıkarıp
koyarken
yalın ayak buz gibi zemin
şubat ortası içimize işlerken
çayın suyunu koyardık
ısınsın diye odanın içi
sobayı tutuşturup
diğerinin uyanmasını beklerken
bu beklemek mi yordu bizi?
sabah uyanmalarını
akşam eve gelişlerini
bir kere de konuşmadan anla beni!
anlamanı...
beklemek mi zordu bu kadar?
önce yalnız yatağa girmeye alıştık
sonra umursamadık uyandığımızda
uyanmasın diye diğeri
dikkat etmeyi
çaydanlığın altını yakmaktan mı vazgeçtik önce?
çıkıp giderken evden tek başına
ardımızdan çarpan kapının sesinden
ya uyanırsan diye
endişelenmekten mi?
 
bir gece ben gelmedim
diğer gece sen
sormak aklımıza bile gelmemişti oysa
nerede olduğumuzu ya da
kiminle
ben yazıyordum o sıralar
sen yaşıyor
ikimizde memnun halimizden
öncesi sessizliğinde fırtınanın
aldanıp havanın sakinliğine
açıldık olabildiğince...
 
senle yaşayamadıklarımı yazıyor
benle yaşayamadıklarını arıyor
her gece biraz daha yabancı
girdiğimiz o yatakta
dokunmamaya özen gösteriyorduk
birbirimize...
 
sonra
sen gelmedin bir gece
ve sonraki gece
ve sonraki...
kapının önünde giyilmeyi bekleyen terliklerin
başının ağırlığıyla ezilmemiş yastığın
karşıladı beni
dün sabah kahvaltı masasına koyduğum
çay bardağının hala orada olması
komikti biliyor musun?
bilmiyorsun tabi ki...
sabah bekledim kapısında banyonun
sanki sen içerideymişsin de
bir an önce çıksan da ben gireyim diye...
anımsamak işime gelmedi
seninle o banyoya
defalarca birlikte girdiğimi...
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

erkeğin kulağındaki küpeye

kadının saçının teline

çocuğun giydiği giysinin rengine

sanatçının söylediği türküye

üzerine otel dikilecek

toprağın yetiştirdiği bitkiye

sokakta yanından geçtiği köpeğe

birbirine sarılmış iki sevgiliye

sevgiye!

düşman bunlar...

 

ne tahammüleri var

ne duramıyorlar saldırmadan

hiç sevilmemişler

ne anneleri

ne babaları tarafından

öyle kin dolu

öyle nefretle bakıyorlar ki

insanlara

kimse eğlenmesin

mutlu olmasın kimse diye

kimse okumasın bir romanı

umuda kapılmasın

kimse dinlerken bir şarkıyı

özlemesin sevdiğini hatırlayınca

öpüşmek kimsenin aklına gelmesin

sarılmak mı?

taşlansın görüldüğü yerde!

dokunmasın erkek kadına

kadın erkeğin on adım ardında

sevişmeden yapılsın çocuklar

o çocuklar siyah giysin!

bilmesinler renki dünyayı...

 

günaha da onlar karar veriyor

sevaba da...

onlar tutmuş cennetin kapısını

istediklerini alıyorlar içeri

istemediklerinin

parasına bakıyorlar...

parası yoksa

devreye giriyor şükür müessesi

bu dünyada olmadı kısmet

diğer tarafta yaşadınız

ses çıkarmayın yeter ki!

 

onların dediği gibi yaşayın

onların istediği olsun

onlar mı?

imtihanları zenginlikleri!

nasıl zor bilseniz

şükredersiniz fakirliğe

sizin için feda etmişler kendilerini

sırça köşklerde uyanıp

son model arabalarda gezip

yiyip içmek dilediğin gibi

öyle zor ki...

 

haftada bir cuma günü

karışmak aranıza

yılda bir paraya kıyıp

gidip arınmak hacda

iki de kurban kesip

dağıtmak fukaraya

şeyhinden icazet alıp

sarkmak karıya kıza

hatta daha tüyü bitmemiş oğlanlara

öyle zor ki...

 

bu yüzden sevmiyorlar insanı

ne ağacı ne hayvanı

hele ki sanatçıyı

taşlatsalar

nasıl rahatlayacaklar

sevmiyorlar gülümsemeyi

ne de renkleri

bu yüzden deliriyorlar

nerede elele tutuşmuş sevgili görseler

hele bir de öpüşseler

çekip vuracaklar oracıkta

çünkü kimse sevmemiş onları

kimse siyahtan başka renk göstermemiş

hiçbirini sevmemiş annesi

dizine yatırıp

hiçbirini

korkutmadan

inandırmamış Allah'a

hiçbiri

saçlarının arasında

hissetmemiş şefkatli dokunuşları

bu yüzden nefret ediyorlar

herkesden

bu yüzden

çok görüyorlar

kendi yaşayamadıklarını

başkalarının yaşamasını...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

öpmek

az önce doludizgin sevişip terlemiş bir tenin

tuzunu dudaklarında hissetmek...

öpmek

koklayarak,

içine çekerek,

çekerek içini

doyamamak

ve öpmek

durdurmak zamanı

bıraktığında kollarıma kendini

 

dayadığımda ağzımı ağzına

nefesini içime

nefesim tenine

yanıyorsun ya

teslim olup

indirip silahlarını

öpülesi göğüslerin

yalnız uyuyacak bu gece...

 

sığmadığın yatak değil

hayatın kendisi

dönüp durduğun

seni uyutamayan da

sabahında uyandırmayan da

yabancılığın

tenin ellerime hasret

kasıkların sıcaklığıma

üşüyorsan şimdi

yokluğum

yanıyorsan

biliyorsun

nasıl tatlı

parmak uçlarım...

 

öptüğüm yerlerin geliyor aklıma

her dokunuşumun izi kalmış

ısırmışsın dudaklarını

kasılırken dayanamayıp

hala parmaklarının arasında

çarşafları yatağın

uğultusu kalbinin kulağında

titrerken bedenin

yankılanmış duvarlarında inlemelerin

 

hayal bu ya

bitmiş dönüyor dünya

yaşadıkların yanına kalmış

yaşayamadıkların aklında

şimdi öpsem yazıyorum

okurken sen

sığamıyorsun

yatağına...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bekliyorsun
sonra makyajını yapıp
yalnız çıktığında evden
yürürken kalabalık sokaklarda
korna sesleri
kırık kaldırım taşları
nasıl yürüyorlar hızlı hızlı
acelesi çokmuş insanların
yetişecek yerleri daha çok
yol veriyorsun durmadan
vermesen çarpacak
şüpheleniyor
durup bakıyorsun bir vitrine
gerçekten görünmez miyim?
 
bekliyorum
gecenin yarısı
sigaranın dumanı
sis gibi çökmüş odama
damağımda alkol kurumadan
bir yudum daha
kalemim huzursuz
parmaklarımın arasında
ne yazsam arıza çıkacak şimdi
yazmasam
çok aceleci bu insanlar...
 
bekliyorsun
otobüs durağı
saatini şaşırmış gelecek olan
gözlerini daldırıp
çatlak asfaltın arasından başını kaldıran
yaban otuna
basar üzerine diye geçen yanından
acelesi çok insanlar
üzülüp
sanıyorsun ki o da görünmez
senin gibi...
 
bekliyorum
alarmı çalarken saatin
uyanma zamanını kaçırmışım
uyanıkken...
on dakika daha ertelesem
bir sigara daha
sararmış parmak uçlarım
neyse ki
görmeyeceksin artık
yitirdiğimden beri
beklediğin olma vasfını
ne taranıyor saçlarım
ne de çıkıyorum arasına
yetişecek yerleri çok olan
insanların...
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

haklı olmanın bir halta yaramadığı dönemlerden geçiyoruz.

düşünmek işkence gibi

farkındalık,

uykusuzluk ilacı...

ve hatırlamak

en ağırı

herşeyi unutanlar ülkesinde...

 

nasıl giyineceğimizi söylüyorlar bize

neyi içmeyeceğimizi

annesinden ninni bile dinlememişler

öyle nefret dolular ki

şarkı dinlesek dinden çıkarıyorlar

sanki onlar almışlar gibi

 

kimi seveceğimize de onlar karar veriyor

nefretimize de

yeşilden başka rengi sevmiyorlar

onu da tabut üzerinde diye

öyle yaşamaya düşman

azıcık gülümsesek

ilk taşı atacaklar

en önde

 

bilmiyorlar sevişmeyi

ne de sevmeyi

babası mecbur kalmış

evlendi diye

annesi görevi gereği

girmişler gerdeğe

tövbeler peşi sıra

nasıl girmişler böyle bir günaha

böyle sevgisiz bir andan sonra

zorla getirilmişler gibi dünyaya

düşmanlar

yanyana gelen

her erkek ve kadına...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgisiz hissettikçe hatalar yaptım, hatalar yaptıkça beni seveni kaybettim. bir yerden sonra da uğraşmayı bıraktım.

beni sevsin diye delirdiğim kadının yanında, benden bir mesaj almak için bekleyen kadını göremedim. ben, yırtındığım kadının canımı nasıl yaktığımı anlatırken, dinlerken ağladığını bana belli etmeyen kadını duyamadım. üç günde bir attığım günaydın mesajnı okurken nasıl mutlu olduğunu bilemedim. sırf ben istiyorum diye, o an mutlu olayım diye, sonrasında arayıp sormayacağımı bile bile, benimle sevişmenin ona ne kadar ağır geldiğini anlayamadım.

gerçekten seni seveni nasıl anlıyorsun biliyor musun? senin birini sevdiğin gibi, biri seni sevdiğinde... ama bu hep terste kalıyor işte. sen başkasını seviyorsun, diğeri seni, onu bir başkası... bu saçmalık denkleminde savrulup duruyoruz. bir gün sen sevildiğinin farkına varıyorsun ama seni seven vazgecmiş oluyor ve elinden hiç birşey gelmiyor. Bunun ağırlığıyla yaşamaktan başka...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

oturduğum yerden yazıyorum bunları
on beş metrekarelik bir odanın
sarı duvarları arasından
ve ruhumun sonsuz uçurumlarından atıyorum kendimi
düştüğüm yerler acıyor mudur?
acıyor olmalı,
yoksa bu kadar kötü hissetmezdim değil mi?

kimi hayatıma alsam
yani
düşsem üzerine
sonrasında hep bir kalp ağrısı
bir can yangını
ne söndürebiliyorum
içime alsam diyorum
zaten içimde diye değil mi bu yangın?
aklımın oyunlarıyla büyütüyorum kendimi
yazdıklarımla etkisiz hale getirmeye çalışıyorum
olmuyorum
olmamışlık hallerim bir simit satıcısı gibi
tezgahını açmış cami avlusuna
sabah ezanı vakti
ne gelen var ne giden...
kimse uykusundan vazgeçmiyor sanki
tanrım bundan alınıyor mudur şimdi?
satamadığım simitleri ufalayıp
güvercinlere atıyorum
nasip onlarınmış...

sonra uyanıyorum yatağımda
biraz da bu tarafıma yatsam diyorum
diğer tarafım yorulmuş taşımaktan beni
derken uykum kaçıyor
gidip çöpleri topluyorum
çuval bezinden yapılmış el arabamla
eğilirken çöp konteynırına
elimde metal bir kanca
hayatları karıştırıyorum
birileri kafayı çekmiş
koyu renkli bira şişeleri
yarım bırakılmış pasta görüyorum
sinekler üşüşmüş
kimin hoşuna gitmemiş?
doğum günleri...

açılmış ama kullanılmamış bir prezervatif
özeline girdiğim için şimdi
yadırgar mı sahibi?
içinden çıkamıyorum bu içimdeki çöplerin
düşünce artıklarının
geri dönüştürmesi olmalı
ders alınmalı diyorum kendime
ama kaç paradır ki o derslerin saati?
hem daha önce o okulu bitirmeli
sonra atanacak,
beki sonra yine sever beni...

dönüyorum sonra duvarları sarı renge boyalı odama
siyah keçeli kalemle parmaklıklar çiziyorum
tavanı mavi
hücresinde yatarken hayal etmeyen var mıdır acaba?
yoksa yasaklanıyor mu insana?
gökyüzünün renkleri....
perdenin köşesini kıvırıp bakıyorum dışarı
aydınlık bir sokak,
gri renkli üzgün bina
bir balkon kışın kullanılmayan
o evde yaşayanların umurunda bile değil
benim umurumda da ne oluyor sanki?
bir süre daha bakıyorum
bu sene bahar gecikecekmiş,
ben görmem belki...

dönüyorum odama
sarı renkli duvarlarımda silik parmaklıklar
pek düzgün olmamış
kimi hapsediyorum?
şimdi ruhunu özgür bıraktığım kim?
martının gözlerinden bakma cüretini kim verdi İstanbul'a!
altımda üst üste evler,
üstümden bir uçak geçiyor
içinde bir kadın pencere tarafında
bana bakıp gülümsüyor
ben süzülüyorum aşağıya
deniz sıkışmış karaların arasında
ama bu haksızlık değil mi?
bir dilencinin yanına konuyorum
Allah rızası için... diyor.
rızanın bedelini söylemiyor ama
ne verirsen yeter sanki...
peki bir kalp kırmanın bedeli?
altmış dört bin satır yazsan yeter mi?
ya sussan,
zamanla geçer diyorlar ya,
kimin için neye göre
inandım ben buna
inanç özgür bırakacak mı?
teslimiyeti nereye koyuyorduk?
senin içindeki de geçer mi?
hatırlanmaz mısın ben sana her yazdığımda
inancın seni benden kurtaracaksa şimdi
ardına bile bakma
çuval bezinden yapılma el arabamla
hayatları karıştırmaya devam ederim ben
sen bana karışma

bazen karşıma çıkacaksın biliyorum
sokakta yürürken,
bir otobüs durağında
elinde kitabın, okurken
belki geç kalmamak için okuluna
alelacele giyinmişsin
saçların karışmış birbirine
uzanıp düzeltmeye çalışırken
suçüstü yakalayacaksın beni
kaşlarını çatıp
ne münasebet!
belki oturuyorsundur bir kafede
çayını yudumlarken
kaldırımın üzerinden geçiyorum
ardımda çuval bezinden yapılma el arabamla
tenimin kirli rengi
bakışlarım değerse sana
kirlenme diye çevir başını
geçer giderim ben
belki uyumuyorsundur şimdi
yatağında dönüp dururken
koynunda oyuncak tavşanın
nasıl kızmışsın bana
sabah olsa geçmeyecek
akşam olsa dinmeyecek
nereye gitsen ne yapsan
aklında olduğum için kızacaksın
anlayışsızlığım için, vurdumduymazlığım için, beceriksizliğim için kızacaksın
‘biz’ olduramadığım için
kızacaksın
bakışlarını çevireceksin başka bir yere
ben yanından geçip gideceğim
duvarları sarı, silik parmaklıkları odamın
kasvetine bürünürken
bir çağ kapanıp
yeni bir çağ açılamıyorken
mezapotamyadan bu yana
aşk anlatılamıyorken
bu kadar da yaklaşmışken üstelik
küllükler doluyor
şişeler boşalırken
içim gidiyor
bu kaybolma,
bana doğru gelmiyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

eski arkadaşlar da aramıyor artık.
aynı dünyayı paylaşıyor olmamızı yadırgamış olmalılar.
oysa eskiden birlikte yaşlanmak konusunda ne çok anlaşmalar imzalamıştık,
alkol kokan nefeslerle öpüşüp mühürlemiş.
belki de eskiden alınmış kararların ortakları eskidiği için,
yeni kararlar almakta zorlanışlarım.
geçmişine bağımlı yaşayan insanlara Amatem yardımcı olabilir mi?
mesela alkol gibi sigara gibi bu bağımlılıktan da kurtulabilir mi insan,
ilaçla ya da telkinle bir tedavisi var mı bunun?
yoksa nefesi kuvvetli bir hocaya mı gitmeli...
unutunca geçmişini
gelecekleri boşlukta,
tutunamıyormuş gibi hissetmez mi insan?
her geminin ayrıldığı bir liman yok mu?
rotası yok mu balıkçının?
kaybolduğun dalgaların arasında
daha mı mutla olacaksın sanıyorsun?
yaşamadan öğrenmenin de bir yolu olmalı!
açık öğretim lise ve üniversiteleri yanılıyor olamaz...

insanlar birbirlerine güvenmedikleri için mi dini nikah kıyarlar?
Tanrı'ya verdikleri sözü tutarlar diye mi?
hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya dek...
diye söz verdiklerinden beri,
boşanma davalarına bakan hakimler birer Azrail,
avukatlar sorgu melekleri mi?
evlilik sonrası mal paylaşımı da saçma değil mi?
hani kefenin cebi yoktu?
bari ses sitemini ben alsaydım...

yazarken sessiz olmalıydım oysa,
adım gibi biliyordum!
içimden gürültüyle kopup gelen her kelimeye susturucu takıp
usta bir katil gibi öldürmeliydim aklımdan geçenleri.
bomba imha ekiplerinin çalışmalarını izlemek isterdim oysa
üzerlerinde ki giysilerinin bir halta yaramayacağını bile bile
korkmuyorlar mı?
belki bu defa patlamaz diye mi kandırıyorlardı kendilerini?
ta ki bu defa patlayana dek mutlu yaşıyorlardır umarım...
sıradan insanlar da öyle değil mi?
belki bugün de ölmeyiz,
belki bugün aşık oluruz,
belki bugün zengin oluruz,
belki bugün o otobüs boş gelir,
belki bugün,
yok akşam iş dönüşü iki tek atarız...
bunu kesin yaparız!
diğerlerinin olmazlığına katlanabilmek için...

bazen korkuyor insan,
kendinden başka kimseyi bilmemekten korkuyor
bir süre kırılma numaralarıyla mesafeler koyarken
o mesafeler arasında kayboluyor
önsezilerine güveniyor
yoksa yenik mi düşüyor?
bulmacaları çözmeye çalışırken buluyor kendini
biri bitmeden diğeri,
biri gitmeden diğeri geliyor.
yine de güveniyor önsezilerine
hastalıklı bir romantizme teslim olmaktansa
rutubetsiz kuru bir ev hayal ediyor
duvarlarının rengini bari o belirleseydi...
belki yeterince mesafe koyamadın!
demek ki hala kaybolmadın...
yenilmemişsin bak,
şimdi sıradaki bulmacaya geçelim mi?
en sevdiği renk hangisiydi?

renkleri sevmezdi oysa...
bu yüzden renksizdi odaların duvarları bomboş
hoş değildi belki
beğenmemiştin bunu önerdiğimde
duvarın da, tuğlanın da, harcın da rengi var görmüyor musun!
derken
bir kez daha ispatlamıştın renkleri sevmediğini
nasıl istersen'e bağlayıp konuyu kapattım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yanlış anlaşılabilme olasılıklarını düşündükçe ne çok susuyor insan
sessizlik vadisinde kayboluyor ansızın....

hepimizin hayatında bir tını eksik
ne olduğunu keşfedemediğimiz,
diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden
yaylı sazlara ait bir tını...
hepimizin ezberlediği bir şeyleri mutlaka vardı
hiç değilse kuvvetli aptallıklarımız, kaçışlarımız,
bir diğerinin hayatları ardına saklanışlarımız...
çözemediğimiz, çözemeden yaşadığımız,
bir anlamda katlandığımız tutkuların
haklılığını kanıtlayan şeylere güveniyorum ben hala

sana bugün, şu an ne yazabilirim?
nelerden söz edebilirim?
niçin böyle bir düşünce içine girerim?

bittikten sonra biz,
nerene gömeceksin beni?
düzenli takvim aralıklarında gelip
temizleyip ayrık otlarını
açacak mısın?
gömdüğün yeri...

bilincimizi bedenimize mıhlayacak çekici tutamadık
ummak ve ayak uydurmak arasında gidip geliyorken
dağılıyorduk
ayrılıyoruz diyemiyordum buna
çünkü dağılıyorduk sadece...

yalnızca sevişmek için mi kullanıyorum yeteneğimi?
bu yüzden mi her gelenin aklı,
aklımda...
etkisi kaç kelime sürer?
esaslı bir orgazmın...

hayat söze dayanmıyor
anlatılan anlaşılana uymuyor
uyumsuzluk yayılıyor damarlarda
kimse söylediğinin ardında
vaat ettiği kadar durmuyor...

her sevgili bize verilen kırık not gibi
hiç silinmeyen, kurtarılamayan...
yaz okullarında hasret giderilen sadece.
bu yüzden mi kırıktı?

seni sıkan sezgilerimi, alınganlığımı, çocuksuluğumu, endişelerimi bir yana ayıramıyorum
itiraf etmeliyim
ben hala aynı tutsağım,
aynı şair...

belki de susmamın nedeni,
söylediklerimin geri tepmesinden korkmamdı
göğsümün sol yanı acırdı
sen sustuğunda...

kolay sözlerin aldatıcı büyüsüyle yazıyorum...
gördüğünle, işittiğinle yetinmeyi seçtiğin için
içinde ne olduğunu bilmediğin çuvala
elini sokamadın

bundan böyle anlamın ne derinliği olabilir ki benim için?
derinlik ne ifade edebilir?
sabahlara ulaşıyorum
oysa sana ne çok yol var...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kaldırım kenarında söndürdük sigaralarımızı
yakalanmak korkusuyla bir zabite
kokusu sinmesin diye cigaralarımz üzerimize
avuç içinde saklarken
kafalar bir dünya
travestiler geçerken yanımızdan
kalkmadı sikimiz
erkekliğimizle dalga geçtiler
biz yakalanmaktan korktuk
soğuktu çünkü silivri
afili sözlerimizi yuttuk bir bir
her birimiz vatansever
her birimiz
ezbere bilir gençliğe hitabeyi
ne siyasete bulaştık
ne kullanışlıydık
kandıranlar tarafından
allahın merhametine de sığınmadık
vatandaşın ferasetine de
akşam oldu
üç şişe bira
dört dal sigaraya
inceden müzeyyen abla eşliğinde
hatırladıkça yatmadığımız kadınları
yalnız uyuduk
uyanmamak umuduyla....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bazen insan anlatamadıklarını, yalnızlıklara yüklüyor. Sonra alıp başını gidiyor bir gece ansızın. Eski siyah beyaz Türk filmlerinden kalmıştı bu sevdanın kural tanımazlığı, inadına vurdumduymazlığı. İkimiz de biliyorduk, başka bir şehrin adamıydım ben, başka rollerin. Repliklerimden aşırdıklarımla gelmiştim sana. Ne bekliyordun ki? Söyleyeceklerimi tükettikten sonra, sana ne kadar kalırdım?

Her bulduğunda yitirdiğin, o sarıldığın, yüzüne gözüne, öpüşlerine hasret kaldığın adam; bulutların arasından gülümseyen kış güneşi gibi. Belki de ölümcül bir hastalığın, son darbesini vurmadan önce ki iyileşme belirtileri gibi... Benim geri dönüşlerim, kendime ihanetlerim. 'sen' dediğim kadınım, benim çaresizliklerim... Sarıldığın kolların ardından gülümseyen, benim sessiz çığlıklarım. Avuçlarının arasında ki dudaklarım. Ben şimdi hangi buluttan kurtulsam, aradığım senin yağmurların...

Haklı olmak, kalemi elinde tutup kıran yargıç olmak neyi değiştiriyor? Kırılan her kalemde bir insan ölüyor. Ya kalemi kıranın içinde, kaç varlık kendini yitiriyor? Haklıyım! Haklı olmak hala bir halta yaramıyor...

Öptüğüm, dokunduğum, sarıldığım yaraların... Kenarlarından damlayan kan, bir cam fanusun içinde ki gül gibisin... Dokunursam kırılacaksın, dokunmazsam solacak… Küçük haylaz bir çocuğun pişmanlığı üzerimde, ne zaman seni düşünsem, sana kullanılmamış bir ben getirsem, nereye gitsem, nerede bulsam, hangi yalanın gölgesine sığınsam olmuyor... Durmadan bir şeyler söylüyorum sana. Seni yanımda tutabilmek için aklıma gelen her şeyi yazıyorum. Gittiğinden beri, sessizliğinin hesabını soruyorum kendime. Ne zamandır konuşuyorsun? Ne zaman başladın, bana anlatmaya seni?

Özlemlerin, seslenişlerin, haykırışların...
Bu tuhaf hayat sirkinin en nadide parçalarıydık biz.
Sen güneşime hasret,
Ben sesine sağır...
Sen varlığıma vurgun,
Ben yokluğuna sürgün...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Biraz alkol, biraz kalp ağrısı...
Kıskançlık krizleri, öfke nöbetleri. Biraz, insanlara ben nakli. Sınırlarını kelimelerle çizdiğim bir ülke. Körler arasında tek gözü gören gibiyim. Yalnızım, canım sıkılıyor. Durup durup onu özlüyorum. Sonra buraya gelip bir şeyler karalıyorum. Sonra alkol ve çaresizliğin karın ağrısı. Eskiden duvarları yumruklardım, şimdi blok sitelerine iddialı cümleler yazıyorum. Ertesi sabah uyandığımda her türlü inkâra sığınıp...

Şizofrenik bir alkoliğin parmaklarından çıkan her satırın şiir olma olasılığı öyle yüksek ki... Belki de o kadar ciddiye alınmamalı okurken ve belki de ben, bir kadının suya değiyor ayakları diye başlarsam cümleye, aslında o kadın çoktan duşunu almış, yatağına uzanmış ve hayallerinin arasına dalmış olabilir...

Ölüm aynı ölümdür aslında araçları farklı… Hangi ölüm daha şiirseldir okunduğu zaman? Aşkın şehvetiyle yanıp kavrulan ve isli bir et gibi kokan ölüm mü? Demiş ya şair:
‘Ölüp gitmektense yanarak ölmeyi tercih ederim...’ ya da asılarak ölmek mi? Giydiğim hükümlerin, üstlendiğim suçların hiç bir gerekçesi yoktu. Bunu ben söylüyorum diye hala buradayım. En romantiğidir aslında insanın asılarak ölmesi. Çünkü en son orgazmı saklar beden nefessiz kaldıkça. İnsan son nefesini verirken ve kırılırken boynu hangi sevgiliyi düşler? Ya da hangi düşler, insanı ölürken sevgiliyle meşgul eder?

Alkol kıvamında başıbozuk bir adamım ben... Şurada 'yalnızım' yazmak istiyorum, bir bakıyorum ki onlarca kelime, yıkılmış surların arasından akıp gidiyor. Oysa hala ben boynum kırılırken düşlediğim sevgilimi özlüyorum. Herkes beni şair sanıyor...

Ve hayat, karşısında gardımızı indirdiğimiz her an, en acımasız yumruklarını atmaya devam ediyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 9 ay sonra...

sığınacak bir yer yok

ortasında fırtınanın

çaresizlikler üstüne gelirken

korkunun faydası yok

bu sahadan yenik ayrılmak

bir rövanşı yok

kabullenmek efendilikse

isyankar bir kölelik daha iyi değil mi?

çok ağlarsan

çok bağırırsan eğer

geri mi verilecek

çok istediklerin?

birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali

ne zaman çıkıp gidecek aklımdan?

ne zaman eskisi gibi olup

alışabileceğim sıradan günlere

bir yolu yok mu bunun

hiç bilmeseydim mesela

ya da unutabilseydim

her gece alkolle uyuşturup aklımı

sarhoş olmadan uyuyabilseydim

sığınacak bir yer yok

ölümcül bir hastalığın pençesinde

ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar

atları bile vurmuyorlar mı?

bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer

bu sürüngenlik bana göre değil...

bitmedi mi söyleyeceklerim?

kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça

kimlerin hislerini anlatıyorum

kaç insan tatmin ediyor kendini

paylaştıkça sözlerimi

katlanılır görüyor bu hayatı

sığınacak bir yer yok

kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar

mutlu insanların aramızda yeri yok

sevda ucuz Amerikan filmlerinde kaldı artık

Türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok

en sakinimiz umudunu hala koruyabilen

umutsuzlarımızın dilinde küfürler

inkar kime,

inkar neyi?

en sorumsuzu dağ başında çoban,

biz çoktan geçtik

bile bile üstelik

çizgileri

geri dönüşü olmayan ...

sığınacak bir yer yok

bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize

hayatta kalabilmek için

yaşamak diyoruz adına bunun

yaşamak,

her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin...

çok güveniyor kendimize

büyük oynuyoruz

oynamak,

elde avuçta ne varsa

inanmadan kazanacağımza...

umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana

karanlık büyüyor

farkı kalmıyor gözlerini yummakla,

acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında

çok üzgünüz belki de

anlamasın diye başka hiç kimse

gülümserken tanıdık yüzlere

iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden

bu sahne

bu dekor

bu figüranlar arasında

gerektiği kadarını yaşayıp

çekildiğimizde kendi içimize

kendimize ağlıyoruz

imlası bozuk bir Türkçeyle

itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu

soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi

ağustos sıcağında

bir yanım alev alev

diğer yanım buz tutmuş

dudaklarım titrerken

öpmeye çalışmak

alışmak:

çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına

hayatını takas etmeye çalışmak

bir yabancıyla...

çok mutluymuş gibi,

fotoğraflarda yer tutmak...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.