Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

memlük devletinin çerkez sultanlar1


ahrar

Önerilen İletiler

ÇERKEZ(=BURCÎ) MEMLÜK DEVLETİ(1382-1517):Berkuk tarafından kurulmuştur. Sultanlarının çoğu Çerkez’dir. Moğol tehlikesinin bu dönemde geçmiş olması ve Timur Devleti ile iyi ilişkiler kurulması nedeniyle 135 yıl Suriye-Filistin ve çevresine egemen olmuşlardır.

 

8 Devletin en geniş sınırları: Kuzeyde Toros dağlarından güneyde Yemen’e,batıda Bingazi’den doğuda Fırat nehrine kadar uzanıyordu.

 

8 Devletin zayıflamasının ve yıkılmasının sebepleri:

 

1. 1498’de Ümit Burnu’nun bulunması sonucunda Baharat ve İpek Yolu’nun eski önemini yitirmesi

 

2. Osmanlı Devleti olan mücadele

 

KÜLTÜR VE UYGARLIK

DEVLET YÖNETİMİ:Selçuklulardan ve Moğolardan etkilenilerek,Osmanlı hariç,Türk tarihindeki en güçlü devlet teşkilatını kurmuşlardır. Devlet teşkilatının güçlü olmasında,sultanların(Kalavun dönemine kadar) asker kökenli olması ve veraset sisteminin olmaması etkiliydi. Hükümdarlar “Sultan” ünvanını kullanıyorlardı. Sultanlar “Kalatü’l Cebel Sarayı”nda oturuyordu. Bu sarayda 12 kışla ve 12.000 asker de bulunuyordu.

 

Sultan, merkezdeki devlet işlerini yüksek dereceli emirlerden meydana gelen “Erbab-ı Seyf(=kılıç sahipleri)”[3] ile “Erbab-ı kalem”[4] denilen sivil memurlar ile birlikte yürütürdü. Eyaletler ise,“Naib-i sultan”,sancak ve kazalar ise “Naip” adı verilen kimseler tarafından idare edilirdi.

 

ORDU: Ordu şu kısımlardan oluşurdu:

 

1. Muhafız Birliği(=Saray köleleri):Sarayın korunmasından sorumlu olup,Kıpçak ve Çerkezlerden oluşuyordu.

 

2. Tımarlı askerler

 

3. Emirlerin askerleri

 

4. Yardımcı kuvvetler

 

Savaş kararı sultanın başkanlığını yaptığı Şura(=kurul) tarafından verilirdi. Orduya bizzat sultan ya da emirlerden biri komuta ederdi. Ordu tamamen atlı birliklerden meydana geliyordu. Memlükler sefer sırasında 150-250 bin civarında atlı askerlerden meydana gelen bir ordu oluşturabiliyordu.

 

 

 

TOPRAK YÖNETİMİ: Toprak şu bölümlere ayrılıyordu:

 

1. Miri(=Dirlik) Arazi: Mülkiyetin devlete ait olduğu bu topraklar “sahib-i arz” adı verilen kişilere verilirdi. Bu kişiler de toprakları işleterek halktan vergi toplarlardı

 

2. Mülk arazi:Her türlü tasarrufu sahibine ait olan arazi.

 

3. Vakıf Arazi:Hayır amacıyla işlenen arazi.

 

4. Metrûk arazi:Çöl,bataklık ve tarıma elverişli olmayan arazi.

 

 

 

DİL: Resmî dil(=yazışma dili), Arapça idi. Sarayda ve orduda ise Türkçe konuşuluyordu. Bu dönemde Suriye ve Filistin’de Türkçe yaygın bir dil haline geldi.

 

 

 

BİLİM-SANAT: Mimari alanda Mısır ve Suriye’de daha önce İran etkisi var iken bundan sonra bu bölgede Türk etkisi görülecektir. En önemli sanat eserleri şunlardır:

 

F Kalatü’l Cebel Sarayı

 

F Baybars Camii

 

F Kalavun Camii

 

F Sultan Hasan Camii

 

F Halep Camii

 

F Şam Camii

 

F Trablusşam Camii

 

F Kayıtbay Camii

 

F Berkuk Türbesi

 

F Kayıtbay Türbesi

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR:

 

1-Cengiz TOMAR,Murat Bardakçı ile Hürriyet Tarih Dergisi,29 Ocak 2003 tarihli sayısı,s.4-7

 

2-Genel Türk Tarihi(M.E.B. Yayınları),Ankara-2002,s.102-106

 

3-Tarih-1 Ders Kitabı,M.E.B. Yayınları.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ahrar kardeşim güzel ve ilginç bi konuya değinmişsin bu şunu gösteriyor ki bazı tarihçiler ve bazı şahıslar diyelim memlükleri arap olarak görüyorlar.ama senin dediğin gibi memlükler çerkezlerden ve türklerden meydana gelmektir.arap olan bir memlüklü yok mu tabii ki war ama memlükte gerek mimari ve sanat olsun gerekse savaştaki taktikler olsun türk etkisi daha çok.saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ahrar kardeşim güzel ve ilginç bi konuya değinmişsin bu şunu gösteriyor ki bazı tarihçiler ve bazı şahıslar diyelim memlükleri arap olarak görüyorlar.ama senin dediğin gibi memlükler çerkezlerden ve türklerden meydana gelmektir.arap olan bir memlüklü yok mu tabii ki war ama memlükte gerek mimari ve sanat olsun gerekse savaştaki taktikler olsun türk etkisi daha çok.saygılar...

essalam aleykum sevgili dayIcIgIm evet tarihin tozlu raflarINda okadar ilginçlikler varki ne yaz1kki bizler genellikle bunlardan haberdar degiliz evet bende elimden geldigince bugibi hususlara dikkat çekicem ilgin için tesekürler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

UNUTULMUŞ ÇERKESLER: MEMLUKLAR

 

Ömer Aytek Kurmel

 

Yedi Yıldız Dergisi Sayı:5

 

ªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªªª

 

 

 

Tarihin, Memluk adıyla andığı Mısır Çerkesleri, Kafkasya dışında yaşamaları nedeni ile diaspora toplumu kabul edilmekle birlikte, sürgün yoluyla ve diğer ülkelere dağılmış kardeşleriyle aynı dönemde gelmedikleri için de klasik diaspora tanımına girmiyorlar. Belki de bu nedenden dolayı varlıkları bilinmesine karşın çok tanınmıyorlar. Oysa onlar bizim kardeşlerimiz ve pek çok insanımızın Mısır'da akrabası var. Üstelik Çerkes Memluklar 1382-1517 arasında Mısır siyasetine ve toplumsal yaşamına yönetici unsur olarak imzalarını attılar. Bu mirası sahiplenmeli, en azından tanımalıyız. Bu yazımızda Memlukların Mısır'a geçişlerinin sebeplerini, bu ülkedeki siyasi, kültürel dinamiklerini ve ulaştıkları aşırı asimilasyon derecesinin kaynaklarını ve Mısır deneyiminden çıkarılması gereken dersleri analiz edeceğiz.

 

 

 

Uzun Memluk tarihinin ilk evresini oluşturan Türk Memluklara deniz kıyısında yaşamaları nedeniyle "bahri", ikinci evresine damgasını vurmuş Çerkes Memluklara ise Kahire kalesinde egemenlik sürmeleri nedeniyle "burci" denilmiştir.

 

 

 

Çerkeslerin Mısır'a gelişleri Selahattin Eyyübi'nin yönetimi döneminde başlamıştır. Timur'un zaferi sonunda Altın Ordu Devleti’nin yıkılması ve Kıpçak topraklarında nüfusun azalması sonucunda 14.yüzyıl ortalarından başlayarak Türk Memlukların insan devşirme kaynakları kurumaya başlamıştır. Dolayısıyla Memluk ordusunda sayısal denge Kıpçaklardan Çerkeslere kaymış ve Çerkesler daha Türk Memluklar zamanında Mısır'a girmeye başlamışlardır. Ordudaki sayıları zaman içinde artan Çerkes unsurlar 1382 yılında Sultan Berkok'un önderliğinde eski yönetimi devirerek Çerkes Memluk dönemini başlatmışlardır. Çerkes Memlukların 1517 Mercidabık Savaşı'nda Yavuz Selim'e yenilmeleriyle Mısır Memluk Devleti’de ortadan kalkmıştır.

 

 

 

Çerkes Memluklar bir buçuk yüzyıla yakın yönetimlerinde Mısır'a siyasal, ekonomik, askeri, kültürel, bilimsel alanlarda altın devrini yaşatmışlardır. Özellikle bayındırlık alanında çok aşama yapılmış, başta Kayıtbey Cami olmak üzere Çerkes Memluk mimarisi Mısır kültür mirası içinde çok ayrı bir yere sahip olmuştur.

 

 

 

Mısır Çerkeslerinin tarihinde olumsuz dönüm noktaları konumunda üç kilometre taşı, vardır. Bunlardan birincisi, Osmanlı kuvvetlerine karşı verilen ve yenilgiyle sonuçlanan 1517 Mercidabık Savaşı’dır. İsrailli Prof. David Ayalon "Çerkes Memluklar'da Ateş Günü" adlı kitabında Çerkes kayıplarının büyük çoğunluğunun kılıç yaralarıyla değil, top ateşi altında meydana geldiğine dikkat çeker. Yenilgi sonrasında Memluk devleti resmen sona erse de Çerkes yönetimi fiilen sürer. Ülke yirmi dört vilayete ayrılarak her birisi bir Çerkes beyinin emrine verilir.

 

 

 

İkinci dönüm noktası 1799 savaşıdır. İngiltere'yi işgal etmekten vazgeçen Fransız diktatör Napolyon Bonapart, Yedi Yıl Savaşları'nda­ki kayıpları telafi etmek için Mısır'ı ele geçirmeye karar verir. Amaç Malta ve Mısır'ı alarak doğuda İngiliz gücünü sarsmak, Süveyş'den kanal açmak, Mısır halkının güvenini kazanmak ve Osmanlı ile iyi ilişkiler kurmaktır. 19 Mayıs'ta Toulon limanından 55.000 asker ve biyolog, doktor, sosyolog, arkeolog, mühendis ordusu taşıyarak ayrılan 400 gemilik Fransız filosu Malta'yı ele geçirdikten sonra, 1 Temmuz'da İskenderiye'ye ulaşır. Bonapart Mısır’a gelişini şöyle ilan eder: "Allah'ın hizmetkarı, Peygamberin arkadaşı sıfatıyla Mısır halkını bu cennet bölgeyi titreten Kafkasyalı zalimlerden kurtarmaya geldim. "3 Temmuz'da Kahire üzerine yürüyüşü başlatan Napolyon, 21 Temmuz'da Çerkes kuvvetleriyle karşı karşıya gelir. Fransız ilerleyişini durdurmak isteyen Çerkesler piramitlere yakın Embaba bölgesinde süvari saldırısına geçerler. Ama "Piramitler Savaşı"da Memlukların yenilgisiyle biter. Fransız topçusu, saldıran Çerkes süvarilerini daha yaklaşamadan paramparça etmiştir. 1571'den beri değişen bir şey yoktur. Çünkü Memluklar ateş gücü kullanmamakta ısrar etmektedir. Onlara göre kılıç ile açılmayan yara değerli değildir. İlginç olan, Arap ülkesi Mısır'ı dış saldırılara karşı Çerkes kuvvetleri korumuş, Memluklar yönetici sınıf olmalarına karşın yerli halkı işgalcilerin karşısına çıkarmamışlardır. Bu da Çerkeslerin sayısını, dolayısıyla siyasi gücünü zayıflatmıştır.

 

 

 

Üçüncü kilometre taşı 1871 katliamıdır. Kahire'de iktidarı ele geçiren Kavalalı Mehmet Ali Paşa vilayetleri yöneten yirmi dört Çerkes beyinin etkinliğinden rahatsızdır. Oğlu Tosun Bey'i Vahhabilere karşı Hicaz'a göndermesi onuruna vereceği bir şöleni bahane ederek Çerkes ileri gelenlerine barış çağrısında bulunur. Davete kabul eden Çerkes beyleri beş yüz kişilik bir grup halinde 1 Mart 1871'de Kahire kalesine giderler. Yemekten sonra kaleyi terk etmek üzere dar bir geçitte at üzerinde ilerler­ken, burçların üzerinde önceden sinmiş askerler tarafından ateş açılır. Geçidin iki ucundaki demir kapıların kapanmasıyla savunma ve kaçma şansını bulamayan Çerkesler tümüyle katledilir. Tek istisna, atıyla kalenin burçlarından atlayıp kırık bir ayakla kurtulduğu rivayet edilen Şahin Bey (bazı kaynaklara göre Hasan Bey)dir. Nitekim günümüzde Kahire kalesini gezen turistlere burçlar üzerindeki nal izi "Uçan Memluk" adıyla tanıtılır. Katliam kalenin dışına taşırılarak Kahire ve İskenderiye'de devam eder. Katliamdan kurtulmayı başaran birkaç yüz Çerkes, Sudan yönüne kaçarlar. Beş kataraktı (kum tepesi) aştıktan sonra dururlar ve burada surlarla çevrili bir kent inşa ederek El-Urdi (kamp) adı verirler. Bu şehir daha sonra Yukarı Nubia bölgesinin siyassal merkezi haline gelecek ve bugünkü Yeni Dongola kenti olacaktır.

 

 

 

Alan Moorehead "Mavi Nil" adlı yapıtında şunları yazar: "Dongola'ya bir gün cesur, kadınlarına saygılı, Kur'an okumaya düşkün bir kafile geldi. Açık renk ciltleriyle yerli halktan hemen ayrılıyorlardı. Ama kimse ne nereden geldiklerini, ne de sonlarını öğrenemedi." Bu "meçhul" kafile kuşkusuz katliamdan kaçabilen Çerkesler idi. Ama Kavalalı kaçakları unutmamıştı. En küçük oğlu İsmail beyi hem altın yataklarına sahip ülkeyi ele geçirmesi hem de kaçan Çerkesleri yakalaması için 1820'de Sudan'a gönderir. Dongola'ya gelen İsmail bey direnen Çerkeslerin bir kısmını öldürür, kalanları da Mısır'a geri götürür. Yakalanmamayı başaran küçük bir grup ise Dongola'da kalarak yerli halkla karışır. Günümüzde Dongola halkının diğer Sudanlılara göre daha açık tenli olduğu söylenir.

 

 

 

Tam bir dönüm noktası olmasa da 1881 yılı da (Çerkesler adına kaçırılmış bir fırsata tanıklık etmesi açısından) önemlidir. Katliamın ardından Çerkesler, Türk unsurlarla kaynaşmak ve iktidarı onlarla paylaşmak bedeliyle de olsa, Mısır eliti içindeki konumlarını sürdürmüşlerdir. İngiliz Albay Stevens'in 1820'deki reoganizasyonunun ardından özellikle ordu­nun üst kademelerinde Çerkes egemenliği çok yoğundur ve general rütbelerine yalnız Çerkes subaylar terfi ettirilmiştir. Kendi ülkelerinde albay rütbesinin ötesine geçememenin verdiği öfkenin seferber ettiği Arap subaylar Albay Arabi liderliğinde Hidiv'e, Çerkes kökenli Savaş Bakanı Osman Rıfkı Paşa'yı azletmesi için bir ültimatom verirler. Bunu duyan Osman Rıfkı Paşa ve Çerkes generaller Nil Kasrı'nda Prenses Cemile'nin düğün törenine davet edilen Arabi ve iki Mısırlı subayı ültimatomu imzaladıkları için tutuklarlar. Ancak Arap kökenli Albay Ali Fehmi (eşinin Çerkes olması nedeniyle saraydaki gelişmelerden haberdardır.) ve askerlerinin müdahalesi ile Arabi ve arkadaşları kurtarılır. Sonuç olarak Osman Rıfkı Paşa Hidiv tarafından savaş bakanlığı görevinden azledilmiş, yerine Araplaşmış bir Çerkes soylusu Mahmut Sami Paşa el-Barudi atanmıştır. Bunun üzerine aralarında Osman Rıfkı Paşa, Ratıp Paşa, Yusuf Bey Necati, Mahmut Bey Fuat, Mahmut Efendi Talat Beybaşı'nın bulunduğu Çerkes subaylar karşı darbe hazırlığı yaparlar. Ancak hazırlık haberi Raşit Enver isimli bir Çerkes yüzbaşı tarafından sızdırılır. Kendisini Sudan'a atayan Osman Rıfkı Paşa’ya kızgındır. Çerkes subaylar hemen tutuklanır ve dağıtılır. bu olaydan sonra Çerkesler toplum halinde ellerinde tuttukları gücün son kırıntısını da yitirirler ve bir daha hamle yapamayacak duruma gelirler.

 

 

 

1930'larda Kahire'de Çerkes Kardeşlik Derneği'nin varlığı bilinmektedir. Ama 1952 Hür Subaylar darbesinin Çerkeslere son darbeyi vurduğu açıktır. Darbecilerin uygulamalarının omurgasını oluşturan devletleştirme ve Araplaştırma politikalarının ikisi de Çerkeslere büyük zarar vermiştir. Toprakların devletleştirilmesi, arazi kaybını ticari girişimlerle telafi edemeyen Çerkesleri ekonomik olarak çökertmiştir. Arap olmayan unsurlara düşmanlığa ve Araplaştırmaya dayalı Arap milliyetçiliği de sayıca az ve etno-kültürel kimliğini geliştirememiş Çerkeslerin asimilasyonunu hızlandırmıştır.

 

 

 

Mısır Çerkesleri Türkiye, Ürdün, Suriye, İsrail ve Kosova’daki kardeşlerinden ne yönden farklıdır ve neden daha kolay asimile olmuşlardır? Diğer diaspora ülkeleri ile farklılıklar bu şiddetli asimilasyon sürecinde etkili olmuş mudur? Kuşkusuz evet. Çerkesler Mısır'a paralı askerlik yapmak için, küçük gruplar halinde, akrabalarının daveti ile ve geniş bir zaman dilimi süresince göç etmişlerdir. Yani Çerkesler Mısır'a kitlesel olarak ve sürgün yoluyla gelmemişlerdir. Bu onları iki yönde etkilemiştir. Birincisi, kendileri ve başkaları tarafından ciddi varlık olarak görülebilecekleri sayısal bir güce hiçbir zaman ulaşamamışlardır. Ama Mısır halkının yumuşak doğası ve siyasi-askeri güçleriyle bu handikabı kısmen de olsa telafi ettikleri söylenebilir. İkincisi, Mısır'a sürgün nedeniyle kitlesel olarak gelmemiş olmanın kolektif belleğe olan etkisidir. Bir göçmen toplumunun varlığını sürdürebilmesi için zorunlu olan kader birliği ve kendine acıma gibi duyguları geliştirememişlerdir. Siyasal olarak güçlü oldukları oranda varolma yetenek ve istekleri de güçlü olmuştur. Ama bu varoluş isteği bile etno-kültürel özelliklerini sürdürmeye yetmemiştir, çünkü kendilerini etnik grup değil, sosyal sınıf olarak tanımlamışlardır. Grup kimliklerinin temel belirleyicisi ise yerli halka egemen olma yeteneğidir. Dolayısıyla güçsüzleştikleri zaman Araplaşmaları, güçlenmek için de Türk seçkinlerle kaynaşabilmeleri (özellikle dil açısından) çok kolay olmuştur.

 

 

 

Çerkeslerin etno-kültürel kimliklerinden tamamen habersiz oldukları söylenemez. Atamalarda ayrımcı, günlük yaşamda yerli halka karşı baskıcı ve küçümseyici davranışlar Memlukların kendilerine Mısır'ın halkından üstün gördüğünün kanıtıdır. Ancak bu dışlayıcılığın ne kadarının etno-kültürel motiflere, ne kadarının da sosyo-ekonomik motiflere dayandığı tartışma konusudur. Ama Arap kolektif belleğine yer etmiş ve günümüz diyaloglarında bile kullanılan "Memluk gibi zalim" deyişinin nesnel bir tabanı kuşkusuz vardır.

 

 

 

Sayısal zayıflık da asimilasyon sürecinde etkili olmuştur. Kafkasya'dan sürekli insan ithaline karşın hiçbir zaman milyona ulaşmamış bir nüfus, Mısır gibi kalabalık bir ülkede üstelik sayısal güçsüzlüğünü nitel faktörlerle den­geleyemeyince yok oluş kaçınılmaz olmuştur. Sayısal yetersizlikte dış düşmana karşı verilen savaşlarda hep Çerkeslerin savaşmalarını, katliamları, karışık evlilikleri ve özellikle yeni geldikleri ülkenin koşullarına alışamayan Çerkesleri etkileyen 1492 veba salgınını dikkate almak gerekir.

 

 

 

Mısır mı Çerkeslerin emrinde olmuştur, yoksa Çerkesler mi Mısır’ın emrinde olmuştur ya da Çerkesler Mısır’a hizmet mi etmiştir, yoksa onu sömürmüşler midir? Bu soruların yanıtını Mısırlı Arap aydınlardan alalım. Memluk döneminin değerlendirilmesi ülke aydınları arasında ilginç tartışmalara yol açmıştı. Memlukları dışarıdan gelmiş zalim bir askeri yönetici sınıf olarak kabul eden resmi Mısır görüşüne karşı tanınmış Mısırlı aydın Muhammed Heykel, Memlukları şöyle savunur: "Memlukları despotlukla suçlamak yanlıştır. Çünkü o dönemde hiçbir yerde demokrasi yoktu. Memluklar Mısır'a bağlılıklarını, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü dış düşmanlara karşı defalarca savunarak kanıtlamışlardır." İbrahim Celal’de Memluklar'ın lehindedir: "Memluklar Mısırlılardan ayrı bir ulus değildi. Ötesi ulus değil, Mısır ve Mısırlılar'ı benimsemiş bireylerdi. Memluklar Mısırlılar arasında yaşamış, onlarla evlenmiş, onları iktidara ortak etmiş, ülkenin zenginliğini onlarla paylaşmış ve asimile olmuşlardır." Mısırlı demokratlara göre Memluklar ülkeye altın dönemini yaşatmışlardır. Sınırlar doğu, batı ve güneye doğru genişlemiş, ülke doğu ile batı arasında ticaret yollarının geçiş noktası haline gelmiştir. Kültür, tarih, coğrafya, şiir, mimari, bilim zirveye çıkmıştır. Mısır bir refah ve ilerleme evresi yaşamıştır.

 

 

 

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Memluk dönemini savunan Arap demokratlar bile Çerkesleri asimile olmaları, bireysel kimliklerini etnik kimliklerinin önüne geçirmeleri ve Mısır'ın hizmetkarı olmaları koşuluyla benimsemektedirler. Bazı yönleriyle ciddi farklılıklar taşısa da Mısır Çerkeslerinin öyküsü diasporanınki ile çok çarpıcı benzerlikler içermektedir. Yaşadığı ülkenin altın dönemlerine imza atmak, kötü günlere ortak olmak, can ve kan vermek, asimile olduğu ve bireyleştiği oranda benimsenmek ama yine de hain ilan edilmek... Yani kısaca köksüz olmak.

 

 

 

Mısırlı Çerkeslerin deneyiminden ne dersler çıkarılmalıdır? Onların yaşadıklarını diğer diaspora ülkeleri de yaşıyor mu?

 

1) Memlukların ulus olmalarını, dolayısıyla asimile olmamalarını, en azından daha geç asimile olmalarını, yoğun feodal bağlar ve patronaj (himaye) ilişkileri engellemiştir. Memluk iktidarının tek dayanağı olan ordunun değerinin düşmesinin nedenlerinden birisi, atamalarda liyakat yerine akrabalık ilişkilerinin belirleyici olmasıdır. Keza Çerkesleri zayıflatırken, düşmanları güçlendiren sonu gelmez iktidar mücadelesi merkezi otorite etrafında toparlanmak yerine bir çeşit derebeylik sisteminin geçerli olmasından kaynaklanmıştır.

 

2) Memluk Devleti’nin çökmesinin önemli nedenlerinden birisi, askeri teknolojinin gerisinde kalmalarındır. 1517'den 1789'a dek ateş gücü olgusunu kabul etmemeleri inanılır gibi değildir. Örnek yalnız askeri teknoloji ile sınırlı değildir. Güncelleşmek ve çağdaş yöntemleri izlemek her alanda önemlidir. Bir varoluş koşuludur. Çağın gerisinde kalmanın nelere mal olduğunu Memluklar göstermişlerdir. Teknoloji üretemesek de hiç olmazsa üretileni kullanabilmeliyiz.

 

3) Çerkeslerin çöküşü biraz da yalnız toprağı bağlı olmalarından kaynaklanmıştır. 1952 sonrasında başlatılan devletleştirme kampanyası toprak sahibi konumundaki Çerkes toplumuna büyük darbe vurmuştur. Oysa Çerkesler ticaret, zanaat ve finans alanlarında faal olsalardı bu derece zarar görmezlerdi.

 

4) Resmi görüşe karşı çıkan Arap demokratların bile Memluklara sempatisi karşılıksız olmamıştır. Çerkesleri asimile oldukları, dış düşmana karşı tek başlarına savaşıp can verdikleri, Çerkes olmak yerine Çerkes kökenli Mısırlı bireyler oldukları oranda benimsemişlerdir. Bu, göçmen bir toplumdan ödenmesi istenmeyecek kadar yüksek bir bedeldir. Üstelik o toprakların gerçek sahipleri parmaklarını bile kımıldatmazken...

 

5) Çerkeslerin en büyük rakibi gene kendileridir. Her ülkede ve her dönemde Raşit Enver'ler olmuştur. Kendi annesi de Çerkes olan İbn Al-Karabi'nin Celalettin Suyuti'yi annesi Çerkes olduğu için eleştirmesi de ilginç bir anekdottur.

 

 

 

Mısır Çerkesleri'nin öyküsü bize iki mesaj verebilir. Birincisi, onlar gibi asimile olmamak. İkincisi, onların etno-kültürel kimliklerini canlandırmak.

 

 

 

Mısır Çerkesleri dil, adet, kimlik ve sayı açısından tükenme noktasına gelmişlerdir. Ama tüm olumsuzluklara karşın Çerkes olduğunu bilen insanların sayısı hiç de az değildir. Kuzey Kafkasya kültürü madem yeniden doğuş yaşamaktadır, o halde tek birey bile çok değerlidir. Dil bilmemek çok önemli değildir. Asıl belirleyici olan Kafkasya ve Kafkasyalılık sevdasıdır. Ruh olduktan sonra dil öğrenilebilir ama her dil bilen Kafkasya sevdası taşıyamaz. Çerkes olduğunun hala farkında olan insanların ilk adım olarak Kafkasya’yı ziyaret etmeleri teşvik edilebilir. Kafkasya'yı gören bir insan zaten ileri adımları kendiliğinden atacaktır.

 

 

 

Memlukların çocuklarının uyandırılması sürecinde başrolü oynayacak diaspora ülkesi Ürdün'dür. Çünkü Mısır ve Ürdün Çerkesleri arasında tarihi ilişkiler vardır. Ürdünlü Çerkes öğrencilerin 1930'lu yıllara dek Kahire'deki Çerkes Kardeşlik Cemiyeti hesabına Mısır üniversitelerinde okudukları bilinir. Bu öğrencilerden hala yaşayanlar vardır. Birisi, halen Amerika'nın New Jersey eyaletinde yaşayan Hüsnü Kaşırga dır. Ürdün hem yakınlığı, hem Arap dilinin sağladığı kolaylık, hem de Çerkes okulunun öğretmen sağlama olanağı açısından Mısır Çerkesleri ile ilişkilenmede öncülük yapabilir.

 

 

 

Mısır'da yaşayan kardeşlerimizi ulaştıkları asimilasyon noktasından dolayı dünya Kuzey Kafkasyalılığının yaşadığı yeniden doğuş sürecinin dışında bırakamayız. Onları kazanabiliriz ve kazanmalıyız. Bu da genel kararlılığımızın bir parçasıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 9 ay sonra...

MISIRDA ÇERKES SULTANLARI DÖNEMİ

 

Mısırda sürmüş olan Çerkes sultanları dönemi hakkında adige tarihinde pek bir bilgiye rastalanamıyor maalesef. Bu konuda elimizde bulunan en önemli bilgi Tsağo Nuri tarafından yazılmış bulunan Müslüman tarihi isimli kitabın sonunda yer alan kısa değinmelerden ibarettir.

 

Fakat bu konuya Ortadoğu tarihinde ve mısır'ın tarihi üzerine yazılmış kitaplarda çok detaylı olarak rastlanabilmekte ve bu konu mısır tarihi adı ile ele alınıp, bizi ilgilendiren tarafı ile pek fazla irdelenmemektedir.

 

Batı Avrupalı yazarlardan sir William'da (The Mameluke of slave dynaste of Egypt—London 1896) eserinde mısırdaki Çerkes sultanlarından uzun uzun bahseder. Met Çunatıko İzzet paşanın Kafkasya Tarihi eserini çeviren ve Kahirenin en bilinen isimlerinden olan Xahustıko Abdülhamid bu çevirisinde yer alan kendi ek yazısında söyle der : "Ben ümit ediyorumki mısırda ve diğer müslüman kavimlerinde çok büyük yararlıklar göstermiş ,çok yüksek kademelerde bulunmuş çerkeslerin hepsini içerisine alan ve bu gün bile hala mevcut eserleri olan bu insanları hakkıyla araştırıp inceleyerek detaylı araştırmalar yapacak tarihçiler bir gün çıkacaktır." Elbette mısırda çerkes sultanları dönemi aynı zamanda çerkes tarihininde bir parçasıdır. Ve mutlaka bu dönem gereği gibi ele alınıp detaylı bir şekilde incelenerek Çerkes tarihindeki yerini almalıdır.

 

Mısırdaki Çerkesler ve onların dönemleri tarihte memluk(çerkes memluklar,burcu memluklar) adı altında yer alır. Ayrıca yine memluk adı altındaTürk ve türkmenlerin hüküm sürdüğü bir dönem de vardır ve arapçada hizmetli,özgür olmayan anlamına gelen bu kelime gerçek anlamı ile o dönemde kullanılmışsada çerkesler daha çok asker ve muhafız olarak getirildikleri için bu tanım çerkes memlukları için pek geçerli sayılamaz.

 

Memluklar , mısırda idareyi ele almadan çok önceleri müslüman ülkelerde bahsettiğimiz biçimde (köle veya hizmetli) görülmüşler ve ilk ortaya çıkışları bu şekilde olmuştur. İlk olarak Abbasi halifesi me-mun (813 – 833) döneminde görülmüşlerdir,daha sonra yine Abbasi halifesi muhteşim (833 – 843) Türkmenlerden bir grubu ülkesine getirerek daha ziyade askeri görevlerde görevlendirmiştir.

 

Doktor Ali İbrahim Hasan -Türk memlukların tarihine dair bilgiler- adlı eserinde Memlukların ülkeye getirilmesinin ve görevlendirilmesinin Tulunilerden başlayıp Fatımilere kadar uzanan oldukça uzun bir dönemi kapsadığını söyler.

 

Memlukların ortadoğuda ilk ortaya çıkışı Tuluniler krallığının kuruluşu döneminde çok büyük sayılarda köle ve ücretli gönüllünün ülkeye getirilişi ile başlar. Yeni krallık ordusunu türk ve karadeniz kıyısındaki halklar ile berberilerden oluşturur. Daha sonraları ise Fatımiler aynı yöntemlerle ordularını büyütüp hakimiyet alanlarını geliştirmeğe çalışmışlardır.

 

Mısır toprakları fatımilerden sonra kürt kökenli selahaddin eyyubi'nin idaresine geçmiş ve Eyyubi devleti kurulmuştur. Çerkesleri ilk olarak mısıra getiren; Turk,türkmen ve berberilere güvenemeyen Eyyubilerdir. El mazeratül el islama- el asarül el arabia - isimli kitabın 4.cü bölümünde bu konu için şöyle der: Eyyubiler köken olarak tiflis yakınlarından ve kafkasya çıkışlı olduklarına göre ve üst düzey komutanlarının çok büyük kısmı abaza kökenli kişiler olduğuna göre kafkas halklarının mısıra gelişinin bu döneme rastlaması tesadüf değildir.

 

Daha sonraları Eyyubi devletide yıkılarak Memluk devleti kurulmuş ve türk sultanları dönemi başlamıştır.Fakat eyyubiler döneminde başlayan kafkas halklarının mısıra gelişi daha sonraki dönemlerdede devam etmiştir.

 

Çerkesler memluk ismi ile anılıyor olsalarda ve bir kısmı kendiliğinden ,bir kısmı esir edilerek veya köle olarak getirilmiş olsalarda hiç bir zaman kelimenin ifade ettiği anlamda mısırda bulunmamışlar, savaşçı ve gözüpek özellikleri nedeni ile daha çok askeri görevlerde bulunmuşlar üst düzey görevlere yükselmişlerdir. Ayrıca o dönem mısır ile ortadoğudaki refah ve zenginlik nedeni ile gerek türkmenlerden ve çerkeslerden gerekse diğer halklardan pek çok ta gönüllü kendiliğinden gelmiştir.

 

Biz burada Türk memluklar dönemine değinmeyeceğiz . Türklerde sultanlık babadan oğula geçtiği için en son tahta geçen sultan kalavun ailesinden sultan sabah'ın oğlu hacıdır. Seçildiği zaman daha 11 yaşında olan bu sultanın atabek'i (vekil ve vezir) olarak Burcukale Çerkeslerinden Berkuk seçildi. Yönetim bu şekilde 1,5 yıl devam ettikten sonra ülkede durumun kötüye gitmesi ve bazı bölgelerin bağımsız hareket etmeğe başlaması üzerine ileri gelenler, halife ve emirlerin isteği ile ,Sultan tahttan indirilip yerine Berokue oğlu Seyfuddin Berkuk sultan olarak seçildi. Böylece sultanlık turk memluklarda sona ermiş yönetim çerkes memluklara geçmiş oldu. Çerkeslerde Sultanlık hiç bir zaman babadan oğula geçmemiş, yönetim savaşlarda gösterilen başarı ve toplumda gördükleri itibar ile bu göreve layık olana geçmek suretiyle eldeğiştirmiştir. Mısırda çerkes sultanları dönemi 1390 – 1517 yılları arasında geçen dönemdir. Bu dönemde tahta çıkan sultanların sayısı 23 kişi olarak geçmektedir ve bu dönemden memluk idaresinin en parlak dönemi olarak bahsedilmektedir. Ömer iskender'in mısır tarihi kitabında belirttiğine göre Mısırda bu gün dahi bu dönemden kalma imaretler,camiler yollar medreseler ve kervansaraylar mevcuttur. Çerkeslerden yönetime gelen ilk sultan Seyfuddin Berkuk döneminde kahirede yapılan büyük medrese bu gün hala okul olarak kullanılagelmektedir. Onun döneminde ülkedeki karışıklıklar bastırılmış düzen yeniden sağlanmıştır Temerlan (timur) ordusunun suriye ve mısır üzerine yürüyüşü durdurmuş ve orduları bozguna uğratılmıştır. Bu sultan Çeşitli şekillerde esir veya köle olarak türk ülkelerine ve diğer müslüman ülkelere götürülen çerkesleri geri getirtmek ve özgürlüklerine kavuşturmak için çok büyük çaba sarfetmiştir. İleri görüşlü sultan diye anılan sultan Berkuk ile başlayan Çerkes memluklar dönemi aşağıdaki sıralama ile devam etmiştir.

 

1)Sultan Seyfuddin Berkuk 1390

 

2)Berkuk'un oğlu Sultan Ferej 1398

 

3)El müçtehid el halife bilal 1412

 

4)Şeyh Mahmud 1412

 

5)Muayyed oğlu Sultan Ahmet 1221

 

6)Ebul Feth tatar 1421

 

7)Sultan Barasbiy 1422

 

8)Barasbiy oğlu Seyfuddin 1422

 

9)Barasbiy oğlu Yusuf 1438

 

10)Naue Çakmak 1438

 

11)Çakmak oğlu Osman 1453

 

12)Sultan İnal 1453

 

13)İnal oğlu Ahmet 1461

 

14)Sultan hoşkadem 1461

 

15)Sultan Balabay 1467

 

16)Temariğe 1467

 

17)Eşref Kaytbay 1467

 

18)Kaytbay oğlu Muhammet 1495

 

19)Kanşaue Eşref 1498

 

20)Eşref Janbulat 1499

 

21)Kanşaue Eşref oğlu Tumanbay 1500

 

22)Kanşaue Ğur 1500

 

23)Tumanbay 2. 1516 – 17

 

(Hasan Ali İbrahim. Ortaçağda Mısır. sayfa 231) Tarihçi İbn-ü İyas dört ciltlik "Bedaiguzzuhur fi vekaidü-d duhur" isimli eserinde bu sultanların hepsinden kökenlerinide belirterek tek tek bahsetmekte ve dönemlerini geniş bir şekilde anlatmaktadır. Onun ifadesine göre bu sultanlardan Hoşkadem ve Temariğe isimli ikisi Rum kökenli, diğerleri hepsi çerkes veya çerkes kökenlidir diye bahseder.

 

Kaytbay için Abaza ve babasının adı Balbay'dır diye detaylarıyla bahseden, Rum sultanları bizans kökenleri ile anlatan bu tarihçi herhalde diğerlerinin hepsi çerkestir diyorsa bunu Adige olarak anlamak gerekir. Fakat bir başka iddia ise Çerkes isminin tüm kafkas kavimlerini kapsar şekilde kullanıldığı Ve bu tariften ,daha çok Gürcülerin anlaşılması gerektiği şeklindedir. Fakat bu pek tutarlı değildir bence. Çünkü kafkas kavimlerinin hepsinin Çerkes olarak adlandırıldığı dönem Çok eskiye (kartvel'den önce) dayanır. Oysa bu bahsettiğimiz dönem 1382 ile 1517 yılları arasında çok daha sonraki dönemdir.Zaten o döneme kadar ortadoğu ve batı tarihçilerinin çerkes,çeçen,gürcü,dağıstan kavimlerini tanımadığını ve ayırtedemediğini söylemekte pek mantıklı bir şey değildir.

 

Tarihlerde Memlukların Çerkes,ermeni,gürcü,türkmenlerden oluştuğu, bu halkların isimleri verilerek bahsediliyor.Demekki bu halklar o zaman biliniyormuş. Sovyet ansiklopedilerinde de bu yanlış yapılmış ve memluk denildiğinde önce gürcülerin daha sonra türkmen ve çerkeslerin anlaşılması gerektiği bunların sayılarının 9000 ile 12000 arasında olduğu şeklinde yanlış bilgiler verilmiştir. Oysa o dönem sadece türk ve türkmen memlukların sayısı 400 000 e ulaşmaktadır.

 

Yine bu bahsettiğimiz dönemlerde Kafkasyada Adige halklar ile kırım tatarları arasında türk sultanlarınında kışkırtmaları ve hatta bizzat askeri destlekleri ile bir kaç kez savaşlar çıkmış Esir edilen pek çok çerkes, türk yurduna götürülerek köle olarak satılmışlardır. Mısırdaki çerkes sultanları bu iş için görevlendirdikleri adamları vasıtasıyla bu esirleri satınalıp mısıra getirtmek suretiyle özgürlüklerine kavuşturmuş, yetiştirip eğittikleri bu insanlara orduda ve pek çok kritik alanlarda görevler vermişlerdir.

 

Bazı tarihçiler bunu mısır sultanlarının köle ve hizmetkar satın almaları şeklinde yorumlasalarda çerkesler için durum bu anlattığımız gibiydi. Bu dönemde gelen sultanlardan bazılarından kısaca bahsedecek olursak kitaplarda şu şekilde geçer Sultan barasbi __ 1426 yılında nilin çıkış noktasında bulak şehrinde kurduğu güçlü donanma ve tersane ile kıbrısı kendine bağlamış vendik konsülünün araya girmesi ve istenen tazminatı vermesi ile ancak bu seferden vazgeçmiştir. Onun döneminde Mısır toprakları küçük asyaya fırat ve ırak sınırlarına kadar yayılmıştır.

 

Sultan kaytbay __ 28 yıl yönetimde kalmış olan bu sultan döneminde ülkenin imarına yönelik çok büyük işler yapılmıştır.Üniversiteler,yollar,köprüler,imarethaneler, ve benzer pek çok eser bırakmıştır. Kahirenin bin yılı adlı kitapta onun hakkında şöyle yazar : Onun dönemi ülkenin en huzurlu ve refah içinde olduğu eğitime en fazla önem verildiği ismi yabancı ülkelerde duyulacak kadar önemli okulların kurulduğu sanata ve sanatçıya en çok değer verildiği dönemdir.

 

1501 yılında yönetimde olan Kanşaue Ğur tıpkı kaytbay gibi bilime ve imara büyük önem veren sanatı özelliklede müziği ve müzisyenleri sevip gözeten birisi olarak bilinir. Onun döneminde mısırda ilk kez yeldeğirmenleri kurulmuş,büyük parklar yapılmış,deniz bilimleri üzerine ilk okullar açılmış,kimsesiz çocuklar için yurtlar açılmış yönetim yeniden ve disiplin içerisinde yapılandırılarak idare sağlam biçimde yeniden oluşturmuştur. Fakirlere ve düşkünlere karşı çok müşfik olarak bilinen ve zaman zaman halkın arasına girip kendi eliyle yardımlar dağıtan bu sultan aynı zamanda bilime çok önem verdiği , kendisinin beş ayrı dil bildiği ibn-ü iyas'ın eserinde belirtilir. Fakat bu büyük sultan 1515 yılında mısır üzerine yürüyen türk ordusunu durdurmak üzere ordusunun başında suriyeye gelmiş burada mercidabık savaşı olarak anılan savaşta ölmüştür.

 

Onun ölümü üzerine yerine Tumanbay sultan olarak seçilmiştir. Yeni sultan Suriye üzerinden İlerleyen Sultan selimin ordusunu durdurmak üzere göreve gelir gelmez ordusunun başına geçip yeniden savaşa tutuşmuş fakat güçlü Osmanlı ordusu karşısında tutunamayarak kahireye çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat ilerleyen Sultan Selimin ordusu Kahire içlerine girmiş, kıran kırana sokak savaşlarından sonra şehir teslim olmuş ve ordunun geriye kalan kısmıda tamamen dağılmıştır. Bu çatışmalarda esir düşen Sultan Tumanbay kahirede Züeyl kapısı denilen yerde kafası kesilerek öldürülmüştür.(nisan 1517) Şehri tamamen işgal eden Sultan Selim'in, çocuklar dahil tüm çerkeslerin öldürülmesi, hamile kadınların dahi çocukları erkek olması ihtimaline karşı öldürülmesi yönünde ferman yayınlattığı İbn-ü İyas'ın eserinin 3. cildinde yeralır. Mısırdaki Çerkes sultanları dönemi böyle acı bir şekilde sona ermiştir.

 

Kahiredeki savaş müzesi müdürü Abdurrahman zeki, Kahirenin bin yılı isimli kitabının 98.sayfasında şöyle der: "Çerkes sultanlar döneminde,özelliklede Sultan Kaytbay döneminde mimari ve şehirleşme konusunda pek çok yenilikler yapılmış büyük bir ilerleme sağlanmıştır Büyük taş binaların yapımında yeni teknikler geliştirilmiş,bu yapılar yazıtlarla süslenmiştir. Özellikle bu dönemde yapılarda süsleme ve işlemecilik bir sanat haline gelmiş taş oymacılık yaygınlaşmıştır. Mısırdaki Çerkeslerin arasından o dönemde pek çok yazar,tarihçi,bilim adamı yetişmiştir. Yine bunlardan biri olan Bibres 11 ciltlik mısır tarihini inceleyen eserinde(zubdetül fikre fi tarihil hicre ) Çerkes sultanlar döneminden uzun uzun bahsetmektedir (bu eser hala kahirede üniversite kütüphanesinde mevcuttur)

 

Yine Yusuf oğlu halil oğlu Abdülhamit kuddusi de bunlardan birisidir. Aynı şekilde bu kişininde mısırın o dönemi üzerine eserleri mevcut olup (El muhteşer fi tarihil misra ) isimli mısır sultanlarının kısa tarihçesini anlatan eserinde detaylı olarak Çerkes sultanlarından bahsetmektedir. Yine Emir eşbek'in hicri 876 yılında Kafkasyaya gidişi ve kafkas halkları arasında bulunması ve münasebetlerini anlatan bir başka eserinde anlatmaktadır. Çerkes tarihçilerinden Muhammet iyas'ın oğlu (hicri 908 yılında 84 yaşında ölmüştür) İbnü İyas ın -Bedaihuzzur fi vekaidil huşur – isimli eseri bütün diğer saydıklarımızdan çok daha detaylı bilgiler içermektedir o döneme dair. Bu eserlerde Sultanlardan Kanşaue Ğur müzisyen olduğu ve müzik ile çok yakından ilgilendiği ve bestelerinin o dönemde yayınlanmış olduğundan , Yine Sultan Janbolet'in harp bilimi ve askeri eğitim üzerine yazılmış eserleri olduğundan bahsedilir. Bu konuyu Sir William'ın "memlukların tarihi" isimli eserinin 212. Sayfasındaki sözleri ile bitirelim. Onlar savaş ve politika mekteplerinde eğitilmişler, bilim ve felsefe ve sanatla içiçe yetişmişlerdi. İşte bu şekilde önderliğe,layık mevki ve mertebelere geldiler ve sultanlığa da layıkı ile geldiler layıkı ile yönettiler. Onların eserlerinden pek çoğu mısırın uğradığı bunca felaketlere rağmen hala günümüze kadar ulaşabilmiştir. Adige paştıxhem ya thıausıhıe (adige sultanların yakınmaları) isimli eski adige türkülerinde bu dönemden bahsedilir. Ayrıca Kıanşaue Ğur ve Tomanbay'ın sultan selim ile savaşmaları , yenilmeleri ve çerkes hükümranlığının sona ermesi ile ilgili ağıt ,döneme ve çerkeslerin mısıra özgür savaşçılar olarak indiklerine dair bilgiler içermektedir. (Yazarın notu:Bu ağıt Kafkasyadan Osmanlıya sürgün edilmiş kardeşlerimizden Eski Gubakuey köyünden askale Udjukh tarafından Arkadaşı Harun efendiye yazılmış bir mektupta yeralmakta olup bu mektup bana Hadeğalıe Asker tarafından bana ulaştırılmıştır ve tarafımdan hala muhafaza edilmektedir. .... Elbed Hasan KBR.Yazar araştırmacı. Hatıralar isimli kitabından

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.