Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dünyada Dans


İstanbul

Önerilen İletiler

Dünyada Dans

 

Dans, insanın yeryüzündeki yaşamı kadar eskidir. Dansın sanat olarak orta ya çıkışı ise, Rönesans döneminde gerçekleşmiştir.

20. yüzyıl sınıfsal farklılıkların giderek ortadan kalktığı bir çağ olmuş ve 1920’lerden sonra ortaya çıkan müzik ve dans akımları, gramafon, radyo ve sinema gibi iletişim araçlarının icadı ile yaygınlaşmıştır. Böylelikle vals, tango, fokstrot, swing vb. pek çok müzik ve dans türü, uluslararası kimlik kazanmıştır.

 

1905-1914 yılları arasında en popüler salon dansları mazurka, kadril ve polkadır. 1908 yılından itibaren tango hızlı bir gelişme göstermiş ve 1917 yılında fokstrot ile birlikte Avrupa üzerinden dünyaya yayılmıştır. 1924 yılında Josephine Baker’in öncülüğünü yaptığı çarliston, savaşın acılarını unutmak isteyen dünya halkının gözdesi olmuştur. Dans tutkusu, 1920’li yılların başlarında tüm dünyada yaygınlaşan dans yarışmaları ile ivme kazanmıştır.

 

1940’larda, swing ve ardından bogie-bogie moda danslar olarak gündeme gelmiştir. Latin Amerika rüzgarı, 1950’lerin başında cha cha, samba, mambo gibi hareketli danslarla egemen olmuş, ancak kısa sürede tahtını rock’n roll’e devretmiştir. Şüphesiz 1950 ve 60’lı yılların tartışmasız dansı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın yeni hakimi olan Amerika’nın, yaşam ve eğlence kavramının bir özeti olan rock’n roll olmuştur.

 

1970’li yıllar ve sonrasında, çiftlerin birbirine sımsıkı sarıldığı dans türlerinin yerini, giderek akrobatik figürlerin öne çıktığı ve çiftlerin karşı karşıya geçip, hızlı bir ritmde dansettikleri danslar almıştır.

 

Son yıllarda, dansın bir spor dalı olarak kabülüne yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. 8 Eylül 1997 tarihinde, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (International Olympic Committee-IOC) Uluslararası Dans Sporu Federasyonunu tam üyeliğe kabul ettiğini açıklamıştır. Uluslararası Olimpiyat Komitesine tam üyelik, yasal olarak dansın bir spor dalı olarak kabulü anlamındadır. Ancak, dans sporu henüz olimpiyat oyunlarında yeralmamakta, konuya ilişkin olarak Uluslararası Dans Sporu Federasyonu, 2008 yılı Olimpiyatlarını hedefleyerek çalışmalarına devam etmektedir.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkİye'de Dans

 

Osmanlı toplumu, kadın ve erkeğin birlikte müzik eşliğindeki modern dansları ile 19.yüzyılın son çeyreğinde gayrimüslim burjuvası, levanten ve yabancı misyonlar kanalıyla tanışmıştır.

 

Şüphesiz dans, Osmanlıdan günümüze geçen en çarpıcı modernleşme sembollerinden birisidir. Çengi ve köçek oynatan bir toplumdan vals yapan bir topluma geçiş, eğlence kültürünün içeriğini büyük ölçüde değiştirmiştir. Osmanlı insanı başkaları tarafından eğlendirilen edilgen bir karaktere sahip iken, Cumhuriyet insanı kendisinin katılımına imkan veren modern eğlence anlayışını benimsemiş ve dans pistine çıkma cesaretini göstermiştir.

 

Cumhuriyet, eğlence hayatımıza kadın ve erkeğin aynı ortamda birlikte eğlenmesi ve eğlencenin çeşitlenip, kitleleşmesi gibi iki önemli değişikliği getirmiş ve bu eğlence tarzı meşrutiyetini Cumhuriyet Baloları ile ispatlamıştır.

 

Cumhuriyet döneminde dans, batılılaşmanın önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilmiş, Atatürk’ün özel isteği ile Türk kadınlarının da dansetmesi hedeflenmiş, dansa adeta "devlet teşviki" uygulanmıştır.

 

İlk dönemlerde, gelişmelere ayak uydurmakta güçlük çeken yüksek kademeli memurlar, rütbeli askerler eğlenceli balo öykülerine konu olmuşlardır. Frak giyip baloya giderken yumuşacık meslerini beline sokup frağın kuyruklarıyla gizleyenler, ilk dansı heyecandan kaskatı olan türbanlı ama dekolte yakalı eşiyle açıp birkaç kez pistte döndükten sonra rugan ayakkabılarını kimselere göstermeden çıkarıp meslerini giyen kaymakamlar, her baloda mutlaka hastalanan ve baloya katılamayan vali, kaymakam ve eşleri….

 

Bu dönemin ilk yıllarında tango, resmi baloların, düğünlerin ve eğlencelerin asri dansı olmuştur. Kendine güvenen “monden” genç hanım ve beyler gösteri mahiyetinde fokstrot yapsalar da, balolar vals veya tango ile, düğünler ise mutlaka "La Comparsita" ile açılmıştır.

 

1930’lu yıllara doğru bütün dünyayı saran çarliston salgını Beyoğlu’na kadar uzanmış, çeviklik isteyen bu yeni dans, kısa sürede genç, yaşlı herkes tarafından benimsenmiştir.

 

Son yıllarda unutulan eski danslar yeniden gündeme gelmiştir. 1991 yılında Swissotel’de Viyana Opera Balosu Orkestrası eşliğinde, Viyana Balosu düzenlenmiştir. Altı haftalık vals dersi alan çiftlerin katılımıyla gerçekleştirilen balo, 1996 yılına kadar her yıl düzenli olarak, daha sonraları ise aralıklarla gerçekleştirilmektedir. Tango Dostları Derneği’nin yaptığı dans gösterili konserlerle başlayan tango geceleri, yerini öncelikle 1994 yılından itibaren Armada Otel’de süregelen "Tangolu Pazar Geceleri" ne bırakmıştır.

 

Günümüzde dansa yönelik ilgi yeniden canlanmıştır. Çok sayıda dans aktivite ve geceleri düzenli olarak gerçekleştirilirken, sıklıkla yurtdışından yabancı dans eğitmenleri atölye çalışmaları için gelmekte, çeşitli organizasyon, kurum ve kuruluşlar faaliyete geçmektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cumhuriyet Baloları

 

19. yüzyılın sonlarında, İstanbul, İzmir gibi levantenlerin yoğun yaşadıkları büyük merkezlerde düzenlenen balolar, Türk Ocağı’nın kültürel faaliyetleri ile ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilanından sonra ise resmiyet kazanarak, sosyal yaşamın önemli bir parçası durumuna gelmiştir.

 

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk balo, Eylül 1925'te İzmir’de düzenlenmiştir. Atatürk’ün isteği ile sadece Müslüman erkek ve kadınların bulunduğu bu eğlence, aslında kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunması ve eğlenmesi adına büyük bir devrimdir.

 

29 Ekim1925 tarihinde ise, ilk resmi Cumhuriyet Balosu, Ankara’da Türk Ocağı'nda, başta Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere; başbakan, bakanlar, büyükelçiler, ordu komutanları ve basının ileri gelenlerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten itibaren, Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet balosuna katılmak üzere her yıl İstanbul, İzmir ve diğer büyük illerden birçok yerli ve yabancı konuk davet edilmiştir.

 

"Türk Ocağı o zamanlar, Hamamönü semtindeki Şengül Hamamı'nın yanındaki eski Ermeni mektebinin binasında çalışmaktadır. Balo gecesi bu harap binanın salonunda, duvar diplerine sandalyeler dizilmiştir. Herkesin sus pus sıralanıp oturduğu, sessiz hareketsiz, hatta kadınsız; benzetme garip kaçmazsa adeta bir mevlit toplantısıdır bu. Süreyya Ağaoğlu bu ilk baloya katılan birkaç Türk kadınından biridir. Anılarında kısaca şunları aktarır: Büyük bir heyecanla hazırlanmış, yüzüme de pudra sürmüştüm. Girişteki aynada yüzümü görünce hiç beğenmeyip mendille sildim. O günlerde o küçücük bina bizim için sanki bir saraydı" (Unutma Beni - Gökhan Akçura, 2001)

 

Cumhuriyet Baloları toplum için bir örnek oluşturmuş ve kısa zamanda müzikli, danslı eğlenceler sıklıkla düzenlenmeye başlamıştır. Başta çeşitli kurumlar yararına olmak üzere Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal ve buna benzer birçok kurum birbiri ardına balolar düzenlemişlerdir. Artan ilgi karşısında özel dans okulları kurulup, dans dersleri verilmeye başlanmıştır:

“Dans muallimi İsmail Ruhi Bey tarafından perşembe, cumartesi günleri gecesi, cuma pazar günleri gündüz istenilen saatte ders verebileceğinden heveskaranın şeraiti anlamak ve kaydını icra ettirmek üzere Karşıyaka Belediye bahçesine müracaatları…” (Hizmet, 3 Ağustos 1926)

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında, küçük bir taşra kasabası görüntüsü veren başkent Ankara’yı canlandırmak, siyaset, ticaret, kültür ve eğlence merkezi yapmak amacıyla özel balolar sıkça düzenlenmiştir. Örneğin, Şubat 1927’de Başbakan İsmet Paşa’nın ev sahipliğini yaptığı ve Bakanlar Kurulu, İstiklal Mahkemesi üyeleri, yabancı büyükelçiler ve işadamlarının katıldığı yaklaşık iki yüz kişilik bir balo düzenlenirken, iki gün sonra yine Ankara’da, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa’nın katıldığı bir Himaye-i Etfal Balosu düzenlenmiş, baloya birçok seçkin yerli ve yabancı konuk katılmıştır.

 

Şüphesiz Cumhuriyet baloları batılı yaşam tarzının topluma empoze edilmesinde etkin bir araç olması nedeniyle önem taşımaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yüzyıllardır Dans Ediyoruz...

 

Tarihin her döneminde onsuz olmadı. 7’sinden 70’ine, zengininden yoksuluna kadar, herkes tarafından sevildi. Dans, dünya döndükçe değişerek, çeşitlenerek devam edecek. Sonsuza dek dans edeceğiz...

 

İnsan bedeninin belirli bir ritme uyarak yaptığı dans, en az insanoğlunun tarihi kadar eski. İlkel insan; doğumu kutlamak, hastayı iyileştirmek, ölü için yas tutmak, iyi av, yağmur ya da savaşta zafer için dansederdi. Dans ederek görünmez ruhlar dünyasıyla bağlantı kuracağına inanırdı.

 

Sonraki çağlarda, dansın temelinde tanrıya ulaşmak yatıyordu. Antik Yunan ve Roma halkı, tanrılara seslerini duyurmak için ayinler ve şenlikler düzenler ve bu şenliklerde müzik eşliğinde dans ederlerdi. Adına en çok şenlik düzenlenen tanrılardan birisi şarap tanrısı Dionysos’dur. Onuruna düzenlenen şenliklerde oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve bu şarkılar eşliğinde dans edilir, tanrının yazgısı ve gelişi dile getirilirdi.

 

Yunan ve Roma mitolojilerinde adı geçen bir esin perisi vardır ki; o da “ Esin Perileri Musalar” dan biri olan Terpsikhore’dir. (müziğin ve lirik şiirin ilham perisi) Onunda şenliklerde yanında müzik aletleri çalan diğer esin perileriyle dansettiği söylenirdi. Bu dans gösterileri daha sonraları antik tiyatroların sahnelerine taşındı. Böylece dans, bir meslek halini almaya başladı. Hatta Yunan’ın çöküp Roma’nın yükselmesiyle, Yunan dansçıların Roma’ya iş bulmaya geldikleri söylenir.

 

Bizans döneminde de, tiyatro sahneleri yanında saray eğlencelerinde de dans edilirdi. Bu dönemde raks eden kadınlar bahşiş de alırdı.

 

Eski Mısır’da ise dans, dini ayinlerin bir parçasıdır. Bu devirde raks, önceleri sakin iken, son devirlerde canlı ve hareketlidir. Adeta ruhları kamçılayıcı ve hisleri çoşturucu hale gelir. Bu hareketlilik müziğinde canlanmasıyla paralel gelişir. Eski Mısır resimlerinde, el çırpmanın şarkı ile ahenk gittiğini gösteren tasvirler vardır.

 

Dans başlı başına ritme dayalı olduğu için, diğer tüm sanatlardan daha çok müzikle içiçedir ve onun eşliğinde yorumlanmıştır yüzyıllar boyunca. Örneğin dansçı, kimi halk danslarında, şarkı söyleyip el çırparak kendi müziğini kendi sağlamıştır.

 

İslamiyet öncesi ve sonrası Türk saray yaşantısında da rakkaseler görülür. Saray eğlencelerinde dansa yer verilirdi. Mevlevi dervişlerinde ise dans, Tanrı’ya ulaşmak için, dönerek ruhu yücelten bir tür trans durumudur.

 

Ortaçağ Avrupasında ise kilise, dansı günah saydı. Bu nedenle Batı’da dans müziği, bağımsız olarak gelişti. Daha sonra Mozart, Beethoven ve Çaykovski gibi besteciler özellikle bale müziği yazdılar.

 

Tüm dans çeşitleri eğitim gerektirmektedir. İlkel çağlarda dans, çocukluktan itibaren kutlama törenlerine katılma yoluyla öğrenilirdi. Doğu’da dans eğitimi aile içinde, tapınaklarda ya da saraylarda başlardı. Batı’da ise, Rönesans’tan başlayarak dans ustaları dans dersi verirlerdi. 1661 yılında Fransa Kralı 14. Lois tarafından açılan Academie Royale de Dance bu okulların ilkidir.

 

Kıyafetlerin ise; dans için ayrı bir önemi vardır. Kıyafetler dansçının hareketlerini seyirci gözünde olumlu yönde etkiler. Giysiler yanında aksesuarlarda bu etkiyi arttırır. Japon danslarında yelpaze; ilkel danslarda ok, yay, asa; Türk danslarında kullanılan ziller dansa zenginlik katar. Ayrıca, Hint danslarında görülen el hareketleri bedenle uyum sağlar. Bu danslar, duygu ve düşünceleri sözsüz anlatan bir vücut dili olmuştur.

 

Kökleri insanlığın doğuşuna kadar inen ve binlerce yıldır, her kültürde farklı ya da benzer öğeler taşıyan ve benzer amaçlarla yapılan dans; yeni türler, yenilikle ve eski gelenekleriyle sürüp gidiyor. İnsan varoldukça dans varolacak...

 

Tıpkı Homeros’un söylediği gibi “ Önce dans vardı.”

 

Bunları biliyor muydunuz?

M.Ö 4 bin yıllarından itibaren musiki konserleri verildiğini,

Tahitili dansçıların bellerini 270 derece döndürebildiklerini,

Oynak traversleri ve oynaklığı belirleyen alete “Dansometre” denildiğini,

Ortaçağ Avrupasında hristiyan halkın yaygın bir şekilde, ölülerin geceleri toprak altından çıkıp mezarları başında dans ettiklerine ve oradan geçenleri önce dansa sonra da ölüme sürüklediklerine inandığını,

Tango’nun doğum yerinin Buenos Aires olduğunu,

Folklorun doğuşunun Yunan’a kadar indiğini,

Balenin İtalyan soylularıyla başladığını...

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.