Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

YEZİDİLER!


Önerilen İletiler

 

Sabah şafağında ve günbatımında güneşe uzanan eller... En eski inançların, büyük dinlerin buluşup kaynaştığı kavşakta filiz veren bir din... Dinsel inanışları, efsaneleri, ibadet biçimleri ve gelenekleri ile farklı bir kültür... Şanlıurfa, Mardin ve Batman köylerinde sayıları giderek azalan Anadolu Yezidileri...

 

 

İstanbul-Urfa güzergâhında uçmanın ilk kez tadına varıyorum. Uçak Harran Ovası'nın üzerinde aheste aheste dolanırken kendinizi yeryüzünde, ovayı ise gökyüzünde sanıyorsunuz. Her yerde ışık kümeleri. Gök kubbeden yere bakınca Samanyolu, Büyükayı ve Küçükayı takımyıldızları arasında mistik ve aşkın bir yolculuğa çıkmış gibi oluyorsunuz. Işıksız alanlar, evrendeki karadelikleri andırıyor. Zifiri karanlıkta aşağıdan göz kırpan ışıkları, Güneydoğulu gözüyle değerlendirirseniz, allı pullu taze gelinlerin boynundaki beşibiryerde denen altın gerdanlıklara benzetirsiniz.

'İnsana sonsuzluk duygusu veren Harran Ovası'na en çok hangi mevsim, hangi renk yakışır' diye düşündüm uzun uzun. Urfa-Viranşehir arasındaki 100 kilometrelik yolu minibüsle kat ederken, cevabını da buldum: Yaz mevsiminin boz bulanık rengi. Zira, ateşin ve güneşin yurdudur Harran. Hasat zamanıdır; arpalar biçilip hozan'a dönmüş tarlalar, güneşe selam durmuş buğdaylar biçeri bekliyor. Tek kıvılcım tüm hasadı küle çevirebilir. Su tankeri bağlanmış traktörler, aleste bekliyor. Aymaz bir yolcu veya şoförün rüzgâra bıraktığı izmarit tarlayı yangın yerine dönüştürebilir.

 

 

Yezidiler, güneş doğarken ve batarken ona yönelir ve üç defa rükûa varır. Bu ibadet gizlidir. Bir Yezidi ibadet ederken, başka dinden biri görürse, rükûa varmaz ve sadece avucunun içini güneş ışığına tuttuktan sonra elini ağzına götürüp öper. Yezidilerin bu yüzden güneşe taptıkları düşünülmüşse de onlar 'güneş ve aydınlığın efendisi yüce Tanrı Melek Tavus'a dua ederler. Viranşehir'e bağlı Burç köyünde Yezidiler, kutsal sayılan bir mezarın başında dua ediyor. Mezarda kim olduğunu bilmedikleri ama kutsallığına inandıkları bir şahsiyet yatıyor.

 

 

Bozkır uçsuz bucaksız. Kayalar bile mevsime uymuş; boz bulanık abideler gibi duruyor. Tepelere serpiştirilmiş birkaç bodur ağaç ve çalılık, pitoresk değil arabesk bir görüntü oluşturuyor. Ama yol kenarındaki bağ ve bostanlar, bozkırda daha bir yeşil duruyor ve hep gölgeliği çağrıştırıyor. Genelde yol kenarına dizilmiş köyler, bir çiftçinin tarlaya serptiği tohum misali kümelenmiş. Toprak damlarla, briket evlere siyah, beyaz ve gri renkler egemen. Kapı ve pencereleri yola bakar evlerin, hem güneşi hem de gelip geçeni selamlamaya hazır, bölge insanı gibi içten ve sade.

Salt evler değil, hemen her şey duaya durmuş gibiydi. Viranşehir'den Urfa'ya dönüş günbatımına denk düştüğünden, ufukta beliren birkaç bulut kümesi, teker teker güneşe ibadet edip kayboldu.

Burası Harran'dır beyim. Güneşin, ayın, yıldızların ilk kutsandığı mekân, ateş ve güneşin yurdu.

Ve insan, Mezopotamya'da başını kaldırdığında, bir daha ayırmadı gözlerini semadan. Odur budur semavata dair her şey kutsal sayıldı. İlk tohum toprağa düştüğünde Tanrılar yeryüzünden gökyüzüne çıktılar, hiç yere inmediler.

 

 

Yezidilerin kutsal mekânı Laleş Vadisi'ndeki Şeyh Adiy Türbesi ve hacılar için yapılmış küçük evlerin duvarları çeşitli şekiller ve eşyalarla donatılmış. Midyat'a bağlı Harabya (Yenice) köyündeki beş hanenin muhtarı Mahama Altan'ın evinin duvarı da kaşık, çatal ve benzeri nesnelerle süslü. Gerçi muhtar ve eşi Fatım Altan, bunların bir anlamı olmadığını söylüyor ama araştırmacılara göre bu nesneler aile ya da kabile alametleri...

 

 

Yezidiler, ateşin ve güneşin çocuklarıdır beyim. Semavi dinlere çok şey katan Sabiilerin ortağı ve mirasçılarıydılar. Rivayet odur ki, 13. yüzyılda Moğolların bölgeyi kasıp kavuran istilaları sırasında, Harran Sabiileri Kuzey Irak'taki Sincar Dağları'na sığınıp Yezidilerle kaynaştılar. İmanlarına iman kattılar, geleneklerini emanet edip tarih sahnesinden çekildiler.

İslam Ansiklopedisi, Yezidilik hakkında şu bilgileri verir: Eski İran, Hint ve Asur inançlarının karışımından sentezlenmiş bir dindir. İnancın kökeni yeterince açık değildir. Paganizm (ay ve güneş tapıncı), Sabiilik (ruh göçü ve benzeri inanışlar), Şamanizm (rüya tabiri, dans ve defin ritüeli), Yahudilik (haram yiyecekler), Hıristiyanlık (vaftiz, nikâh, ekmek ve şarap ayini, nikâhta kilise dahil kutsal yerleri ziyaret, şarap içmek), Manilik (irfan), Zerdüştilik (iyi-kötü mücadelesi), İslam (sünnet, oruç, hac, kurban), Sufi Rafızilik (sır saklama ve sufi şeyhleri) gibi dinleri barındırır.

 

 

Viranşehir ile Ceylanpınar arasında sınır oluşturan Gavurga köyü, bir süre öncesine kadar kalabalık bir Yezidi yerleşimiyken, şimdi sadece beş Yezidi aileyi barındırıyor. Göçenlerin çoğu Almanya'ya gitmiş. Beşiri, Kurtalan, Bismil, Midyat, İdil, Cizre, Nusaybin, Viranşehir, Suruç ve Bozova'nın 80'den fazla köyünde barınan Türkiye Yezidileri, 1980 başlarında 60 bin kadar nüfusa sahipti. Bugünkü sayıları üç dört bini ancak buluyor. Hemen hepsi batıya, Avrupa'ya göçmüş.

 

 

 

Tanım doğru ama eksik. Zira Sabiilik damgasını vurmuştur Yezidiliğe. Encyclopaedia Britannica bile yanlış yazmış; Yezidileri, 'şeytan tapıcıları' diye göstermiş. Müslümanlar da 'şeytana tapanlar' (abede-i İblis), 'saçlı Kürtler, sekiz bıyıklılar' diye tanımlamış. Bu da yanlış.

 

Yezidilik antik bir inanç olmakla birlikte, Şeyh Adiy bin Musafir ile başlar. Lübnan'ın ünlü Bekaa Vadisi'ndeki bir köyde 1075 yılında doğan Şeyh Adiy, Emevi hanedanı soyundan olup Bağdat'ta meşhur İslam âlimi İmam Gazali'den sufilik dersleri alır. Yanında Kadiri tarikatının Kürt kökenli kurucusu Abdülkadir Geylani de vardır. Hacca gitmiş, İkitad-ü Ehli Sünnet ve'l Cemaat isimli kitabında tasavvuf konularını işlemişti. Ömür boyu Sufilik hırkasını çıkarmayan Şeyh Adiy, Hakkâri'nin Kuzey Irak tarafındaki Sincar bölgesine yerleşmiş, Laleş Vadisi'nde 1162 yılında vefat etmişti. Kendisine Tanrı-insan, peygamber ve evliya gözüyle bakılır. Yeğeninin oğlu Hasan bin Adiy ise 1195 doğumlu. Yezidilik inancını Hakkâri ve Sincar bölgesindeki Kürt aşiretleri arasında yayan o oldu. Yaradılış öğretisini içeren Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) ile Yezidilik ibadetlerini içeren Kitab-ül Cilve'nin (Tecelli Kitabı) Şeyh Hasan tarafından yazıldığı rivayet edilir.

 

 

İran, Irak, Ermenistan ve Gürcistan'a dağılmış yaklaşık 200 bin kişilik Yezidi topluluğu Türkiye'de Beşiri, Kurtalan, Bismil, Midyat, İdil, Cizre, Nusaybin, Viranşehir, Suruç ve Bozova'nın 80 küsur köyünde barınıyordu. Türkiye Yezidileri, 1980 başlarında 60 bin kadar nüfusa sahipti. Bugünkü sayıları üç dört bini ancak buluyor. Hemen hepsi batıya, daha batıya, ta Avrupa'ya göçmüş. Viranşehir'in 34 pare Yezidi köyünün sadece onunda insan var. Yukarı Bağköy (Kema Ozmo / Kerme), Giresinde, Fistek, Bozca, Gede, Minminik, Orakçı, Ağanas, Birje bunlardandır. Midyat'taki 150 haneden sadece iki hane kalıvermiş. En büyüğü 60 hanelik köyler beşli, onlu, yirmili ev kümelerine sahip. Kerme'deki on hanede toplam 80 kişi hem de Müslümanlarla birlikte yaşıyor. Gerisini varın siz hesaplayın.

Yezidi adının nereden geldiği pek bilinmiyor. Muaviye oğlu Yezid'e nispetle bu adın alındığı söyleniyorsa da, aslı astarı yok bunun. İnanç mensupları kendilerini 'ezdi/izdi/ezi/izi' diye adlandırıyor; Kürtçe'de Tanrı anlamına gelen 'yezd/yezdan' kökenine bağlıyorlar. İran'daki Yezd şehrini de buna kanıt gösteriyorlar. Yezidiliğin, Haricilere bağlı İbadiye tarikatından ayrılan Yezid bin Üneys tarafından kurulduğunu söyleyenler de var. Bu da rivayet hükmündedir.

 

 

Yukarı Bağköy muhtarına bakılırsa, İslamiyet Yezidilikten ayrılmadır. İki bin yıl önce Kandahar'dan kalkan topluluk Hindistan üzerinden Kuzey Irak'a gelirken, yolda Yahudilerle kavga edip onları esir almışlar. Kırmızı kilimlere sahip olduklarından, kendilerine 'Kırd-i Sor' denmiş. Van, Erivan ve Hakkâri güzergâhını izleyerek şimdi Süryani manastırı olan Mardin'deki Deyrul Zafaran güneş tapınağını kurmuşlar. Derken Suruç ile Karacadağ'da bir müddet mekân tutup, bazı aşiretlerini Konya, Haymana ve Çorum'a uğurlamışlar.

Yezidilerin üst mertebedeki din adamına şeyh deniliyor. 300 aileden oluşan Şeyhan topluluğu ve Şemsiye soyu önemli boylardır. Ama kabile olarak Haliti soyundan geliyorlar; Halitan denilir bunlara. Desnailer ise başka bir koldur. Alt kümede günümüzde Ağrı'nın namlı aşireti Spikan ile Harranlı Bıllikan, Mervaniler yer alır. Spikanlar Müslümanlaşmış. Tıpkı Bozova, Suruç ve Viranşehir'de rastladığımız birçok Yezidi aile gibi, inanç bakımından tarihini unutmuş topluluk, aşiret bağlarına sıkı sıkıya sarılmış.

 

 

Yezidilerde çocuklar, en geç bir yıl içinde vaftiz edilir. Vaftiz için Laleş'ten getirilen kutsal su kullanılır. Ya da Laleş'e götürülerek, 'mukaddes makam'ın karanlık kubbesi altındaki 'zemzem'e üç defa daldırılır. Erkek çocuklar, doğumdan itibaren yedi gün içinde sünnet edilir. Kirve çocukları birbirleriyle evlenemez. Nüfusları giderek azalan Yezidiler, bu yüzden, başka dinden olanları kirve yapar.

 

Urfa'daki şeyh takımından mühendis Mehmet Ural ile Viranşehir'deki Köroğlu ailesi, bu tanımın tipik örnekleri. Ural, Yezidiliğe dair hiçbir şey bilmiyor ama Viranşehir'deki akraba aşiretin sorunlarıyla yakından ilgileniyor. Bursa ve İstanbul'daki iki yarış atına tutkusu ise daha başka.

 

Yezidi Şeyhi Bozo'ya göre, Yezidilerin anayurtları Kafkasya'dır. Ancak belgeler bunu doğrulamıyor. Viranşehir'in birkaç köyünde yaşama ve toprağa sıkı sıkıya sarılarak tutunmaya çalışan Yezidilerin tümünde gözlemlenen ortak şey tarihi bilinçlerinin yokluğu; inançlarına ait bilgiler derme çatma, yanlış ve eksiklerle dolu.

 

Çoğunluğu Almanya ve İsveç'te olmak üzere Avrupa'da sayıları 80 bini bulan Türkiyeli Yezidileri gurbete iten nedenler siyasi ve ekonomik. Osmanlı devrinde 14 ile 19. yüzyıllar arasında toplam 26 fermana (kıyım emri) maruz kalan bir topluluğun ruh halini anlamak gerek. Gurbetçiler köklerinden kopmuş değil, dövizler Harran'ın bereketli topraklarına yatırılıyor. Köyler hızla modernleşiyor.

 

 

Yol, su, elektrik, telefon var. Evlerin dış dekorasyonu gecekonduları andırsa da kiler, ahır, ambar ve samanlık eski doğallığını korumakta direniyor. Ahırda yağ tenekelerinden yapılmış yuvalarda güvercinler pek mutlu; samanlığın loş ışığındaki kırlangıçlar iyi haberler muştular gibi uçuşuyor. Ahır ve samanlıktan çok, kuş cennetini andırıyor iki yapı. İlk modern Yezidi köyü, Beşiri ilçesine bağlı Hamduna (Kurukavak) olup, Amerikalı John Guess sayesinde gerçekleşti. John Guess'in babası, uzun yıllar önce Hamdunalılardan gördüğü büyüleyici konukseverliğin karşılığını ödemeyi oğluna vasiyet ederek ölmüş. Bir çeşme yaparak minnet borcunu ödeyen Guess, komşu Müslüman köylerdeki ana kaynaktan su alabilmek için bir de cami yaptırmış. Suyun kaynağı, hâlâ kutsal bir sır gibi saklanıyor. Guess, ülkesine dönünce, Yezidilik üzerine kaleme aldığı 900 yıllık bir tarihi içeren kitabını 1987'de yayımlamış.

 

Yezidiler, topraklarını ve evlerini satmıyor. Almanya'ya göçenler için de geçerli bu kural. Bazivan (Kumgeçit) köyünde tüm toprağı şimdi sadece üç aile ekip biçiyor. Pamuğun çapası için Midyat'tan gelen genç kızlar, göçenlerin evinde kalıyor. Çapa sırasında güneşten korunmak için sadece gözlerini açıkta bırakıp başlarını sıkı sıkı sarıyorlar.

 

Şeyh Adiy Müslüman sufi imiş. Yezidiler arasında Tanrı, peygamber ve evliya olarak kutsanıyor. Fakat onun İslami öğretilerinden hemen hiçbir şey kalmamış Yezidilikte. Şeyh Hasan tarafından yazılan Mushaf-ı Reş 152 satır, Kitab-ül Cilve ise 109 satırdan ibaret. Viranşehir Yezidileri, birincisinden haberdar, ikincisinden bihaberdir. Her ikisi de Arapça ve Kürtçe yazılıdır. Bu yüzden Yezidi ayinlerinin tümü Kürt dilinde yapılır. Mushaf-ı Reş'te, 'Tanrımız Şeytan'ın adını ya da onu anımsatan sözcükleri zikretmek yanlıştır' diye buyurulduğundan, Yezidiler, Tanrı-melek mertebesine koydukları 'şeytan'ın adını anmadan, onun için 'ismi güzel melek' derler. 'Şeytan' sözcüğü içinde geçen (t) ve (ş) harflerinin telaffuzu da yasaktır. Bağlı olarak 'kaytan, satt (sel), şer, melun, lanet, nal' gibi kelimeler de kullanılmaz. Mesela 'nal' yerine, 'at ayakkabısı' demek lazım.

Yezidiler 'ateşperest' ve 'şeytanperest' değil, sadece Kötülük Tanrısı olarak gördükleri şeytandan korkar, ona saygı duyarlar. Ateş, salt nur yani ışık saçan bir kaynak olduğu için kutsanır ve ona asla tükürülmez. Aslında Yezidiler, hiçbir şeye tükürmezler inançları gereği. Yaratılış öğretisinde şeytan ateşten ve nurdan yaratıldı, balçıktan olma Adem'e secde etmeyi reddettiği için lanetlendi. Semavi dinlerin yorumu böyle. Yezidiler açısından ise şeytan başlangıçta Tanrı'yla birlikte oluşan ilk varlıktı. Kibre kapılınca yedi bin yıl cehennemde kaldı, yedi küp dolusu gözyaşı dökünce Tanrı ona acıyıp bağışladı, kendisinden Melek Tavus isimli Melek-Tanrı'yı yarattı. İnanışa göre küplerdeki gözyaşları, cehennem ateşini söndürmek üzere muhafaza edilmektedir

 

Söz sözü açtı, Yezidilere sual eyledik; eksik yanlış cevapladılar. Biz, kutsal kaynaklara da dayanarak menkıbeyi toplamaya çalıştık:

Henüz yer gök yokken Tanrı, karanlık bir uzay durumundaki buharlar üzerinde dolaşıyordu. Ve bir papağan yarattı, 40 bin yıl ona hükmetti, sonunda kızdı ve onu öldürdü. Papağanın tüylerinden dağlar ve kayalar, dumanından gökyüzü, nefesinden hava oluverdi. Sonra Tanrı gökyüzünü direksiz dikip oraya çıktı. Kendi nurundan gün, ay, fecr, sabah yıldızını yarattı. İlk yaratılan Azazil isimli Melek-Tanrı'ydı, diğer adı Melek Tavus yani ateşten olma Şeytan'dı, yedi meleğin en ulusu oydu.

Ve pazartesi Derdail yaratıldı, ki ruhunu Şeyh Hasan temsil eder. Salı İsrail oldu ve vekaletini Şeyh Şemseddin'e verdi; çarşamba Mikail oluştu ve Sucadeddin kılığında göründü; perşembe Şemail geldi ve Şerefeddin oluverdi; cuma Cebrail yaratıldı ve Nusreddin olarak göründü; cumartesi yaratılan Nurail ise Fahreddin evliya kılığında insanlar arasında dolaştı.

Bu inançta Tanrı pasif ve edilgendir, dünya işleriyle pek uğraşmaz. Melek Tavus ve melek-insanlar, Tanrı yardımcısı sıfatıyla dünya işlerini çekip çevirirler. Her şeye müdahale eden onlardır. Dolayısıyla şeytan pek aktif ve dinamiktir. Zaten melekler de hidayete erdirmek için 'Beni Adem' kılığına bürünüp insanlar arasında dolaşır durur. Yezidiliğin kurucusu sayılan Şeyh Adiy, hem Tanrı-insan, hem melek, hem evliya hem de peygamber mertebesindedir. O, Tanrı elçisi Melek Tavus'un ortağı ve yardımcısı olup insanların mürşididir. Doğru yolu gösterdiği, Tanrı birliğini temsil ettiği için kendisine Adiy yerine Şeyh Hadi (hidayete erdiren) de denilir.

 

Sonra yedi kat gök yaratıldı, ardından güneş, ay ve yer oluştu. Son yaratılmış melek-insan Fahreddin, hayvan ve insanları yaratarak, hırkasını yakasına astı. O zaman meleklerle birlikte bembeyaz bir 'İnci'den çıktı, öyle bir haykırış haykırdı ki, İnci dört parçaya ayrıldı; sularından deniz oluştu, deliksiz deşiksiz yusyuvarlak bir yeryüzü meydana geldi. Tanrı; ay, güneş ve yıldızları yaratsın diye melek Cebrail'i (veli Sucadeddin) kuş şekline koydu. Derken bir gemi yaratıp uzun bir yolculuktan sonra, onu Cudi Dağı'na yakın Laleş (Yezidilerin kutsal kâbesi) Vadisi'nde demirledi.

Bir yerde inanç olunca, Yezidilerin dilinde 'kahani/ruhani' denilen ruhban sınıfının olması da pek doğal. Ruhaniler, şeyh ve pir diye iki ana kategoriye ayrılıyor. Şeyhler, cemaatin din ve dünya işlerini düzenler. Aralarında Baba Şeyh mertebesindeki en yaşlı, en ulu kişiyi seçerler. Seçim 'Mir' adı verilen hiyerarşinin tepesindeki dünyevi lider tarafından onaylanır. Baba Şeyh'in evlenmesi kesinlikle yasaktır. Üç yüz aristokrat aileden gelen şeyhler kendi aralarında evlenir. Şeyh Fahreddin hırkası giyip, meftul adlı tasma takarlar. Şeyh yardımcıları konumundaki 'pir'ler de öyle. Pirlerin en büyüğü Baba Çavuş'tur. Laleş'teki kutsal tapınağın korunması kendisine ait olup onun da evlenmesi yasaktır. Pirler, Laleş'e hac ziyaretine gelenlerin ihtiyaçlarını karşılamak, nikâh kıyma, ölü definlerine yardım etmenin dışında dünya işleriyle pek uğraşmazlar; tefekkür ve duaya dalarlar. 'Kavval' lakabıyla üçüncü mertebede yer alanlar iki ana aileden gelir; hac zamanı flüt, def çalar, ilahi okurlar. Bir de 'rısım' adı verilen Yezidi zekâtı ile 'şerbik' diye bilinen sadaka toplama zamanı, kutsal Melek Tavus ikonasını (pirinçten yapılma kaide, stand) alıp, köy köy dolaşırlar. Zekâtın yüzde 10'u şeyhlere, yüzde 5'i pirlere, yüzde 2.5'u ise fakirlere verilir. Dördüncü sırada 'fakir'ler bulunur; kırmızı şerit geçirilmiş siyah cübbe giyerler, kırmızı beyaz kuşak takar, siyah sarık sararlar. Fakirler fakirlerle evlenir. Divane dervişler gibi terk-i diyar eyleyip Şeyh Adiy türbegâhını mekân tutan 'koçek'ler, Şaman büyücülerinin işlevini görür; Tanrısal Melek Tavus ile telepati yoluyla iletişim kurarlar; istihareye (rüya uykusu) yatıp rüya tabiri yaparlar. Mesela 18. yüzyıla kadar haram sayılmayan koyu mavi renk, koçeklerden birinin düşünde 'Melek Tavus, bu rengin uğursuzluk getirdiğini söyledi' sözü üzerine yasaklı giysi oluvermiş.

 

 

Katı bir kast sistemine sahip Yezidiler arasında her kademedeki din adamı, kendine denk sınıftan evlenir. Daha aşağıdakilerle evlenmeleri yasak. Yalnız son zamanlarda, kavval ve fakir sayısındaki azalma nedeniyle, kavvallar fakirlerden, fakirler de en alttakileri oluşturan müritler arasından kız alabilirler. Fakirat denen genç kız ve dullardan oluşan takım ise rahibe konumunda olup tapınak hizmetlerinde çalışır.

 

aram denilince, Yezidilerin bazı besin maddelerini yememeleri ve kimi renkleri tercih edişleri dikkati çekiyor. Beyaz, kahverengi, kırmızı, yeşil ve siyah kutsal sayılıyor. Mavi haram değil ama beğenilmiyor. Bununla birlikte köydeki tavus kuşu resminin, oturduğumuz halıların, giyilen blucinlerin de mavi renkleri vardı. Beyaz giysi temizliği simgeliyor; kadınlar mutlaka beyaz iç çamaşırları giyiyor. Erkekler öldüklerinde bu giysiyle öte dünyaya uğurlanıyor ki, yüce makama tertemiz çıkmış olsunlar. Keza, eskiden yakasız gömlek giyilirmiş. Arkadan iliklenen düğmelerini, öteki dünyada 'ahiret kardeşi' denen bacı veya kardeşler çözerlermiş. Ahiret kardeşliği, mutlaka ruhban sınıfından seçilir.

 

 

Amerikalı Henry Layard 1849'da Hamduna köyünü ziyaret etmiş ve hiç beklemediği bir konukseverlikle karşılanmış. Köye bir çeşme yapmalarını vasiyet etmiş oğullarına. Vasiyet yerine getirilmiş ve Hamduna köylüleri bu sayede suya kavuşmuş.

 

Temel haram, bölge lehçesinde ve Arapçada 'khass' denilen 'marul'dur. Buna börülce, lahana, balık, geyik, horoz eti ve salatalık da eklenebilir. Fakat Viranşehirli Yezidiler, tavus kadar kutsal sayılan horoz hariç bunları haramdan saymıyor ve yiyorlar. Marulun niçin tabu sayıldığını kimse açıklayamadı. Kimine göre Kerbela'da Hz. Hüseyin'in kanı bulaşmış; kimilerince de mir makamının has bahçesi yabancıların atlarının ayakları altında kalmış da ondan. Oysa bu yasağın dinsel bir temeli var; Khass adlı kadın peygamberlerini akla getirdiğinden haram sayılmıştır.

Yezidilerin nikâhı şeyh veya pirlerce kıyılır. Boşanma haramdır; kuma alma eskiden yasakmış, şimdilerde dört kadına kadar evlenilebiliyor. Ölen kadının kız kardeşi yani baldız ile evlenmek kesinlikle yasak. Töre uyarınca, gurbette bir yılını kadınsız geçiren Yezidi erkeği, ne eski eşi ne de yeni bir Yezidi kadınıyla evlenebilir. Dul kadın, altı kez evlenebilir.

 

Çocuk doğarken, saçından bir tutam kesilip tören yapılır. Doğumdan itibaren yedi gün içinde sünnet, en geç bir yıl içinde de vaftiz edilirler. Vaftiz için çocuklar, Laleş'ten getirilen kutsal su ve toprak karışımından yapılan küvete sokulur. Kirvelik yapanların Yezidiler arasında çok önemli bir yeri var. Kirve, kardeşten ileri sayılır. Kirve çocukları birbirleriyle evlenemez. Nüfusları giderek azalan Yezidiler, bu yüzden, başka dinden olanları kirve yapar. Böylece dışarıyla dostluk köprüsü kurulmuş, muhtemel düşmanlıklar da peşinen önlenmiş olur.

Ölü definleri en ilginç olanı. Cenaze sırasında davul zurna veya çalgı çalınır. Erkek ölünün başının altına bir taş, kadının ise ayak ve kafa kısmına olmak üzere iki taş konulup yüzleri güneşe çevrilir. Cenaze sırasında kutsal Melek Tavus ile eş tutulan tercihen beyaz renkli bir horoz kesilir. Horoz, burada Kötülük Tanrısı'nı temsil eder. Ölü din adamıysa, tabutunun yanına en sevdiği eşya ile ekmek konur ki, öteki dünyada kimseye muhtaç olmasın. Bunu fakirlere dağıtıversin. Bütün giyecekleri başkasına hibe edilir. Mezar ziyaretlerinde taştan çeperlere peksimetli ekmek, kişmiş, kuru incir ve paskalya yumurtası bıralılır ki, ölüler kabirden kalkıp bunu yiyebilsinler veya yolu düşen meleklerle gelip geçen muhtaçlar nasiplenebilsinler. Eskiden, ahirete çıplak gitmesinler diye en güzel elbiseleri giydirilirmiş ölülere. Daha hatırlıların elbiseleri bir kütük veya ağaca sarılıp, etrafında ritüel danslar yapılırmış. Eh, şimdi devran değişti. Ölüye, Kürtçe 'Qewle Ser Merg' adı verilen 50 dörtlükten oluşan bir ağıt yakılır. Yedi günden fazla yas tutulmaz; ölünün yedisi, ayı ve yıldönümü yâd edilir. Hatırlı ölülerin gözkapakları ve kalpleri üstüne, kutsal mekân Laleş'ten getirilen çamur konulur. Yezidiler ruh göçüne, ölünün bedeninden gençlerin, özellikle çocukların bedenine ruhun intikal ettiğine inanırlar. Buna 'gras guhıri' (gömlek değiştirme) derler. İyi insanların ruhları çocuklara ve ulu kişilere, kötü insanların ki de eşek, katır, köpek gibi aşağı varlıklara geçermiş. Yezidi cemaati, Aleviler gibi ahiret kardeşliğine çok önem veriyor. Hallac-ı Mansur ile Hasan Basri'yi ermiş, evliya ve Tanrı-insan belliyorlar.

 

Şeyh Adiy onun dostudur. Selam sana Şeyh Adiy.' Anadolu Yezidileri, yılda bir kez Laleş'e giderek hac ibadetini yerine getirir. Viranşehir Yezidileri arasında hâlâ canlılığını koruyan âdetlerden biri de oruç. Sıradan insanlar üç gün oruç tutup üç gün bozmak kaydıyla toplam dokuz gün oruç tuttuktan sonra bayram ederler. Din adamları ise aralık ve temmuz aylarında 20'şer, Şeyh Adiy Türbesi'nde 40 gün olmak üzere toplam 80 günlük oruç tutarlar. Oruç gündoğumu, günbatımı arasıdır. Bir şey yenilip içilmez ama yabancı biri ikram ederse, bunu reddetmek olmaz.

Bayram zenginidir Yezidiler. 'Sere sela' denilen yılbaşı, nisan ayının ilk çarşambasına denk düşer ki, bir çeşit Nevruz ve bahar bayramıdır. Kızlar ve erkekler kırlardan topladıkları çiçeklerle yaptıkları küçük çelenleri kapılara asarlar. Kutsal sayılan ve hep yanan ocak ateşi sönmesin ve eve bet bereket getirsin diye yapılır bu.

'Yek Gulan' yani 1 Mayıs bayramı, belki de en eski çalışma-emek bayramı olarak kutlanır. Zira, kırsal alanda çoban, ırgat, nöker gibi çalışanlarla sözlü anlaşma yapıldıktan sonra gerçekleştirilen şölendir bu.

 

 

Ölü dedik de aklımıza geldi. Etrafına çember çizilen bir Yezidi, bir türlü oradan çıkamayıp bas bas bağırarak yardım istermiş. Bu adeti din adamları, çizilen çemberi parmaklarıyla yararak dışarı çıkmak suretiyle bozmuşlar. Sebebi hikmetini sordum. Rivayet ettiler ki, 'Eskiden çok kavga dövüş olurmuş, aralarında ateşkes yapmak için böyle bir âdet icat edilmiş. Sonra da kutsal haram veya kerametmiş gibi âdet haline gelivermiş'.

Bu da güneş tapıncının bir parçası. Sabah güneşi üç adam boyu yükselmeden, akşam güneşi batmaya üç adam boyu kalana kadar mutlaka dua edilmeli. Eskiden bereket getirsin diye öğlen güneşi de kutsanırmış. Yine eskiden, güneş ışınlarının değdiği ilk yer (ağaç dalı, kaya, taş, toprak) öpülüp kutsanırmış. Dua, sol el sağ elin içine gelecek şekilde ve göbek hizasında yapılır. Her Yezidi, 'Tanrım, önce yetmiş iki millete, sonra da bana iyilik ver. Tanrımız yıkıcı değil yapıcıdır. O halde yeryüzüne mutluluk için geldik' diyerek başladığı duayı, Melek Tavus ile Şeyh Adiy'in adlarını zikrettikten sonra devam ettirir: 'Güneş üstünde yükseldi ey sefil kişi. Kalk da ibadetini yap. Tanrı birdir ve

'İyd-i Blenda' (Brinda) denilen bayram, daha çok ulular adına yapılır. Sultan Yezid'in kutsanmasıdır bu. Tarım aletlerine benzeyen kekler yapılıp içine kuru üzüm tanesi konur. Herkese dağıtılan kekin içindeki üzüm tanesini bulanın, o yıl şansının yaver gideceğine inanılır. Aynı gün evde ocakta, ahırda ve samanlıkta ateşler yakılır, çevresinde ayinsel danslar yapılır.

 

 

Yeni nüfus cüzdanlarında ise 'Dini' hanesi artık boş.

 

'İyd-i Cemaa', en kalabalık bayram. Herkes katılır. Yapılan özel ekmeklerin bir kısmı fakirlere, bir kısmı da damızlık boğalara yedirilir. Uykuya dalan kitleler, gecenin bir yarısında toplu bağırış ve haykırışlarla uyanıp helak oluncaya kadar ayinsel dans yapar, ilahiler, türküler söylerler.

Ateşin ve güneşin çocuklarının hikâyesi hüzünlü bir sona evriliyor. En azından Türkiye'de; göçle birlikte sönmeye, unutulmaya ve hatta yok olmaya yüz tutmuş bir kültürün taşıyıcıları, zaman tüneline girip karadeliklerde kaybolmak üzereler.

Hiç unutmuyorum. On yıl önce havaalanında gitmeye çalışan birkaç Yezidi'ye gazeteci sıfatıyla yardımcı olmuştum. Şimdi acaba 'tarihi eser mi kaçırdım' diye sık sık vicdanımla hesaplaşıyorum. Öyle ya; ülkenin kültür hazinesinin kıymetli bir parçası bir daha geri dönmemecesine çıkıp gidiyordu

 

Atlas Ağustos 2000 / Sayı 89

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.