Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

UTANÇ VE TARİH!


Önerilen İletiler

Pakistan

UTANÇ VE TARİH

 

Pakistan'da darbenin üzerinden dokuz yıl geçti; tam halk yeni bir seçime hazırlanırken patlayan bir bomba -tabanca da deniliyor- Benazir Butto'yla birlikte demokrasi umudunu da mezara gönderdi. Pakistan'ın tepesine çöreklenen şiddet bulutu daha da karardı, kalınlaştı: 'Öyle kalın ki artık orada ne olduğunu göremiyorum.' Bu, Utanç'ın son sözüydü.

 

 

Pakistan Devlet Başkanı Refik Tarar 11 Mart 1999'da, parlamentoda 'kendi döneminde birliğin sağlandığını, Pakistan'ın nükleer güç olduğunu, İslami rejimin hızlı bir gelişme yaşadığını' söylüyor. Muhalefet lideri Benazir Butto yerinden fırlayıp bağırıyor: 'Şerem! Şerem!' (Utanç! Utanç!)

Hürriyet bilgi Belge Merkezi

 

Salman Rüşdi'nin Geceyarısı Çocukları adlı romanı Binbir Gece Masalları'nı andıran olağanüstü bir aşk hikâyesi ile başlar. Genç Doktor Adem Aziz, toprak ağası Ghani'nin hasta kızı Nesim'i muayene edecektir. Ancak, kızın vücudunu doktor da olsa bir erkeğe göstermesi mümkün değildir. Doktor üstüne delik açılmış bir çarşafın ardından muayenesini yapmak zorundadır. Hasta, muayene edilmesi gereken yeri neresiyse vücudunun o kısmını deliğe yaklaştıracaktır. Kızın deliğe yaklaştırdığı ilk bölgesi karnıdır çünkü karnı ağrıyordur. Bu ilk muayeneden sonra kızın ağrıları, şikâyetleri hiç dinmeyecektir ve doktor üç yıl boyunca her defasında çarşaftaki delikten kızın 'gövdesinin değişik bir on beş santimlik bölümünü' görecektir. Doktor zamanla zihninde Nesim'in bir resmini oluşturmaya başlayacaktır. Her parçayı öncekilerle birleştirerek kızı tanıyacak ve aşık olacaktır.

 

Salman Rüşdi, sonraki romanı Utanç'ta, ülkesi Pakistan'ı bu şekilde tanıdığını yazar. Aşina olduğu halde içinde yaşamadığı ülkeye en azından dokuz kez gittiğini söyler ve 'Pakistan'ı dilim dilim öğrendim' der. 'Zamanın süt gibi kolayca homojenleştirilemediği' dünyanın bu bölümünde, Rüşdi, her gelişinde farklı bir Pakistan görür. Belki de böyle parça parça tanıdığı için ülkesinin yazgısını onun kadar iyi anlayan yazar pek azdır.

 

Pakistan eski başbakanı Benazir Butto'nun öldürüldüğünü duyduğumda elime aldığım ilk kitap Utanç oldu. 1983'te yayımlanmış, değil çevirisinin, tek bir nüshasının bile Pakistan'a girmesine izin verilmemişti. Yasaklanacağından Rüşdi de emindi; kendisine 'Yabancı! İşgalci! Bunu yazmaya hakkın yok! Biliriz biz seni, yabancı dilini bayrak gibi kuşanmışsın; o çatal dilinle bizi anlatırken yalandan başka ne söyleyebilirsin' denileceğini kitabında yazmıştı. Ama uyarmadan da edememişti: 'Bu hikâyedeki ülke Pakistan değil, daha doğrusu tam manasıyla değil. Aynı alanı, daha doğrusu hemen hemen aynı alanı paylaşan iki ülke var.' Bu iki ülkeden biri gerçek Pakistan'dır, diğeri ismi konulmamış kurgusal bir ülkedir. Bu iki ülke birbirine hem benziyor hem benzemiyor olsa da anlatılan Pakistan'dır. Kurgusal olanla gerçeği romanda defalarca karşı karşıya gelir. Roman kahramanlarının hikâyesi anlatılırken araya örneğin Eyüp Han girer; Yahya Han, Zülfikar Ali Butto, Ziyaü'l Hak, Amerikan elçileri ve Benazir ve hatta Rüşdi'nin kendisi sık sık boy gösterir. Pakistan'ın Hindistan'dan ayrılışının, Bangladeş'in kopuşunun, askeri diktatörlüklerin, Afganistan'ın Ruslar tarafından işgalinin, radikal İslam'ın yükselişinin ve şiddetin; utanç canavarının ülkeye yaşattığı korkunç kan banyosunun öyküsü, yani gerçek tarih roman boyunca kurgusal ülkenin tarihine eşlik eder.

 

Romanın ana karakterlerinden 'zır cahil' General Rıza Haydar, Zülfikar Ali Butto'yu ipe götüren Ziyaü'l Hak'tan başkası değildir. İpin ucundaki İskender Harappa ile kızı Ercümend, şüphesiz Zülfikar Ali Butto ve kızı Benazir'dir. Pakistan tarihini iyi bilenler bütün karakterleri gerçek politik ve askeri şahsiyetlere aktarabilirler. Tabi 'utanç'ın tam karşılığını bulamazlar; gerçi General Rıza Haydar'ın (Ziya'nın kızı var mıydı?) kızı Safiye Zeynep, utancın kişileşmiş halidir ama utancın kaynağı Londra'ya kadar uzanır. Bir de, romanın asıl karakterlerinden utanmazlığın timsali Ömer Hayam Şakil vardır. Ne demek istiyor Rüşdi? 'Utanmazlık ve utanç: Şiddetin kökleri.'

 

Tabi, şiddet de, şiddetin kökleri de sadece Pakistan'a özgü değil. Rüşdi romanında, Zülfikar Ali Butto'nun idamının ve Afganistan'ın Ruslar tarafından işgalinin ardından Pakistan'a gittiğini anlatır. 'Nereye baksam utanacak bir şey var. Ama utanç da diğer şeyler gibi; insan onunla uzun süre yaşadığında mobilyalarından biriymiş gibi alışıyor' der. Sonra Londra'ya döndüğünü ve bir yemekte, üst düzey Britanyalı bir diplomatın, 'Batı'nın Ziyaü'l Hak'ın diktatörlüğünü desteklemesinin, Afganistan işgali sonrası yerinde olduğu' şeklindeki sözlerine tanık olur. 'Sinirlerime hakim olmam gerekirdi ama olamadım. Sonra masadan kalkarken, … karısı bana şöyle dedi, ‘Söylesenize, Pakistan'dakiler neden Ziya'dan malum şekilde kurtulmuyor?' Utanç, sevgili okur, sadece Doğu'nun malı değildir.'

 

Benazir, belki yeniden başbakan olmak üzere geldiği ülkesinde bir saldırıyı atlatıp ikincisinde can verdiğinde, birileri ondan 'malum şekilde' kurtuldu. Bu, Pakistan'ı yeni bir utanca boğdu ama dünyada bir şok etkisi yaratmadı. Özellikle de İslam dünyasında; sanki Pakistan o dünyanın bir parçası değil de 'bir şahmaranlar, iblisler çöplüğü'ydü.

 

Şimdi kurgusal Utanç'ı takip ederek, Pakistan'ın tarihine bir göz atalım öyleyse.

 

İngiltere 15 Ağustos 1947'de Hindistan'dan çekildiğinde, tarih sahnesine yeni bir devlet çıktı: Pakistan, 'Allah'ın yeni ülkesi'. 'Öyle imkânsız bir ülke ki neredeyse var olacaktı.' Zira araya geniş Hint topraklarının girdiği iki bölgeli bir devletti bu. Batıda Pencap, Keşmir'in bir bölümü, Belucistan ve Sind, bin beş yüz kilometre ötede, doğuda Bengal. Bu iki parçalı yeni devlete Pakistan adı verildi. 'Bir kısaltma olan Pakistan teriminin ilk olarak İngiltere'deki bir grup Müslüman entelektüel tarafından bulunduğu bilinir. P Pencaplılar, A Afganlar, K Keşmirliler, S Sind, ‘tan' da Belucistan için.' Sanki 24 yıl sonra ayrılacağı öngörülmüş gibi Bengal'in (Bangladeş) herhangi bir harfine bu ad içinde yer verilmemişti.

 

Bağımsızlıkla birlikte, başta Muhammed Ali Cinnah olmak üzere, kurucu önderler 'parlamenter ilkelere dayalı laik bir devlet düzeni kurmayı' temel almışlardı. Cinnah'tan sonra ülkede düzeni sağlamakta zorlanan yönetim İslamcı çevrelere de bazı ödünler vermeye başladı. Aynı sırada Doğu ile Batı arasındaki çekişmeler de su yüzüne çıktı. Bu çekişmenin damgasını derin bir şekilde taşıyan 1956 anayasası 'İslam cumhuriyetini' öngörüyordu. Birliğin harcı olarak İslam'ın sorunlara çare olacağı düşünülüyordu. Ancak bunalım derinleşerek devam etti ve 1958'deki askeri darbeyle yönetim Eyüp Han'ın eline geçti. Eyüp Han'ın baskıcı ve ayrımcı uygulamaları Doğu ile Batı arasındaki huzursuzluğu daha da artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Eyüp Han, yaklaşık on bir yıllık yönetimi içine bir de savaş sıkıştırdı; Keşmir'i elde edeceğim derken Hindistan karşısında ağır bir yenilgi aldı. Yenilginin utancını, muhalefeti susturarak bastırdı, sonra da 1969'da makamını Başkomutan Yahya Han'a devretti. Bir yıl sonra seçimler yapıldı ve Zülfikar Ali Butto'nun Pakistan Halk Partisi seçimleri kazandı. Ama sadece Batı kısmında. Doğu kendi partisini seçmişti ve özerklik istiyordu. Yahya Han bunu fırsat bildi, Meclis'i süresiz kapattı ve orduları Doğu'ya sürdü: İç savaş ve felaket... Utanç'tan aynen aktarıyorum: 'Savaş boyunca saat başı haber bültenleri Batı birliklerinin Doğudaki muhteşem zaferini anlatıyordu. Son gün saat on birde radyo, silahlı kuvvetlerin bu başarılarının sonuncusu ve en görkemlisini duyurdu; öğle haberlerinde ise dinleyicilerine aniden imkânsızın haberini verdi: Koşulsuz şartsız teslim, küçük düşme, yenilgi. Şehir sokaklarında trafik durmuştu, ulusun öğle yemeği pişmeden kalmıştı.' Aralık 1971; Hindistan'ın desteğiyle savaşı kazanan Bangladeş artık bağımsız bir devletti.

Bu olay Yahya Han'ın sonunu getirdi; artık Butto egemendi. İslam sosyalizmini ilan etti ve ülkeyi 1977 Temmuz'una kadar yönetti. Butto'yu halk seviyordu; son seçimde (Mart 1977), İslam ilkelerine dayalı bir yönetim isteyen muhalefet karşısında ezici bir zafer elde etmişti. Gene de onun bir askeri darbeyle devrilişine sevinenler vardı. Utanç'ta onlar tek tek sayılıyor: 'Akla hayale gelmeyecek bir şeyi, sendikalaşmayı kabule zorladığı patronlar, kalantorlar, kaçakçılar, tefeciler, dolandırıcılar, bankalar. Amerikan büyükelçisi.'

 

Butto'yu gerçekleştirdiği askeri darbeyle hapse attıran, sonra da uydurma suçlamalarla idam ettiren Genelkurmay Başkanı Ziyaü'l Hak'tı. Ziya, Butto taraftarlarına karşı İslamcı muhalefetin desteğine muhtaçtı ve kendisi de 'dinibütün' bir generaldi. 'Diktatörler daima -en azından alenen, başka insanlar adına püritendirler.' İlk işi siyasal partileri ve sendikaları kapatmak, grevleri yasaklamak, basına ağır bir sansür getirmek oldu. (12 Eylül'ü ve Kenan Evren'i hatırladınız mı? O da aynı şeyleri yapmıştı ve hatta 'kardeşim' dediği Ziya gibi konuşmalarında Kuran'dan ayetler okumaya bayılırdı.)

 

Ziya'nın iktidarı, Pakistan için dönüm noktasıydı ama dünyanın bugün içinde olduğu karmaşanın belirleyicilerinden olduğu o günden görülemezdi. İktidarını sağlama almak için kendi yurttaşlarını baskı altında tutması Ziya'ya yetmeyecekti; uygar dünyanın desteği de gerekiyordu. Darbeye Batı'nın tepkisi çok cılızdı, ABD açıktan destekliyordu ama milyar dolarları, tankları, füzeleri, son model savaş uçaklarını Pakistan'a yığması için başka bir olayın gerçekleşmesi gerekiyordu. Tam o sırada, 1979'da, Sovyetler Birliği, Afganistan'ı işgal ediverdi. Utanç'ta anlatıldığına göre, haberi alan Ziya (romanda Rıza Haydar) seccadeyi kaptığı gibi yere yaymıştı. Generallerine 'Allah'ın bu inayeti karşısında şükranlarını bir an önce sunmalarında ısrar etmişti.' Bu olay Ziya'yı ABD başkanının en yakın dostu, ülkesini de ABD'nin en önemli müttefiki haline getirdi. Bugün ABD ve Pakistan'ın ortak düşmanı El Kaide ve Taliban'ı doğuran işte bu ittifak olacaktır. ABD'nin sadece desteğini değil büyük askeri ve ekonomik yardımını da alan Ziya yerini sağlamlaştırdı. Söz verdiği seçimlere de artık ihtiyacı yoktu. 'Seçim ertelendi, sonra tekrar ertelendi, sonra rafa kaldırıldı, sonra iptal edildi.' Bu arada ülkede dayanılmaz bir şiddet hüküm sürüyordu. 'Tanrı işbaşındaydı ve bundan şüphesi olanlara gücünü gösteriyordu: Çeşitli inanç karşıtı unsurları kenar mahalle çocukları gibi ortadan kaybetmişti.'

 

İnanç karşıtlarının başında Butto'nun İslam sosyalizmini savunanlar geliyordu. Ziya, İslam sosyalizminin, hele Afganistan'ın işgali söz konusuyken, kâfirlik olduğunu karara bağladı ve İslamlaşmanın ne demek olduğunu gösterdi. Yine Utanç'ı izleyelim: 'İçkiyi yasakladı, bira fabrikasını kapattı. Televizyon programlarında öyle köklü değişiklikler yaptı ki halk televizyonlarını tamir ettirmek için tamirci çağırmaya başladı çünkü televizyonların neden birdenbire dini vaazlardan başka bir şey vermemeye başladığını anlamıyorlar, bu mollaların ekranlara nasıl yapıştığını merak ediyorlardı. Sokaklarda çarşafsız kadınların gezmesine karşıydı. O günlerde dindar öğrencilerin silah taşımaya başladığı ve yeterince dinibütün bulmadıkları profesörlere ateş ettikleri kayıtlara geçmiştir; erkekler sokaklarda göbeği açık gezen kadınlara tükürüyorlardı; ramazanda sigara içenler linç edilebiliyordu. Adalet sistemi çökmüştü; onun yerine şeriat mahkemelerini getirmişti.'

Utanç, bir roman ve bu anlatılanlarda kuşkusuz keskin bir ironi var. Ya abartı? Şu yukarıda anlatılanlar içinde olsa olsa halkın televizyonlarını tamirciye götürdüğü abartıdır. Diğerleri fazlasıyla yaşandı. Muhalefete yönelik siyasi ve askeri şiddete, özgürlüklerin, hak ve hukukun ayaklar altına alınmasına kadınlara yönelik baskılar eşlik etti. Pakistan kadının geleneksel giysisi sari artık müstehcen sayılır oldu. 'Baskı dikişsiz bir giysi; sosyal ve cinsel kodları otoriter olan, kadınlarını dayanılmaz şeref ve namus yükleriyle ezen bir toplum başka baskılar da üretir.' Ülkede eğitim hayatında başından beri ciddi bir yeri olan medreselerin sayısı Ziya'nın askeri diktatörlüğünde kat kat arttı. Ziya'nın 1979'da yürürlüğe soktuğu 'Hudud kanunları' şeriat mahkemelerinde el ayak kesme cezaları verilebileceğini hükme bağladı. Bu kanunlara göre, bir kadın tecavüze uğradığını iddia eder de dört erkek şahit gösteremezse zina suçundan hapse atılırdı. (Bu yüzden binlerce kadın hapishanelere düştü.) Zina yapan kadın ise taşlanarak öldürülürdü. (Pakistan parlamentosu Ziya'nın tecavüz ve zina ile ilgili kanunlarını daha yeni değiştirdi. Ama dini partiler, yasanın bir 'özgür-seks' toplumu ortaya çıkaracağını iddia ederek oylamayı boykot ettiler.)

 

Bu sürecin doruk noktası da, Ziya'nın İslamlaşma programını 1984'de halkoyuna sunması ve kabul ettirmesiydi. Artık her türlü zulüm İslam adına yapılıyordu. Belki yaşasa daha da ileri gidecekti; 1988'de bir uçak kazasında öldü. Tesadüf bu ya, o uçakta Amerikan büyükelçisiyle beraberdi. Ardından yapılan seçimleri Butto'nun partisi kazandı, başında bu kez kızı Benazir vardı. Kargaşayla geçen iki yılın ardından yolsuzluk iddialarıyla görevden uzaklaştırıldı. 1990 seçimlerini İslamcı Demokratik İttifak büyük çoğunlukla kazandı; başbakan artık Navaz Şerif'ti. Yeni iktidarın ilk işi, bıraktığı yerden Ziya'yı takip etmek oldu: Ulusal Meclis, 1991'de 'Kuran'ın en yüksek yasa olarak kabul edilmesini ve yaşamın bütün alanlarının İslami kurallara bağlı kılınması'nı kararlaştırdı. Ama 1993 seçimlerinde Benazir yeniden yekti aldığına göre, halkın önemli bir kısmı bu politikayı benimsemiyordu. Bir kadını iki kez başbakan yapmaları bunun kanıtıydı.

Nitekim Salman Rüşdi, romanda araya girerek Pakistan'da İslam'ın yükselişiyle ilgili şunları söyler: 'İslamcı 'köktendincilik' denen şey Pakistan'da halktan kaynaklanmaz. Onlara yukarıdan dayatılır. Otokratik rejimler iman belagati benimsemeyi faydalı bulur çünkü halk bu dile saygı duyar ve karşı koymaya gönlü razı gelmez. Dinler diktatörlere böyle hizmet eder.'

Bütün bu süreç ülkeyi içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyen şiddet sarmalında gelişti ve 1999'da Pervez Müşerref'in darbesi sivil yönetime bir kez daha son verdi. Tesadüfe bakın ki Afganistan ve Irak'a müdahale hazırlıkları yapan ABD'nin de Pakistan'da bir askeri yönetime ihtiyacı vardı.

Darbenin üzerinden dokuz yıl geçti; tam halk yeni bir seçime hazırlanırken patlayan bir bomba -tabanca da deniliyor- Benazir Butto'yla birlikte demokrasi umudunu da mezara gönderdi. Pakistan'ın tepesine çöreklenen şiddet bulutu daha da karardı, kalınlaştı: 'Öyle kalın ki artık orada ne olduğunu göremiyorum.' Bu, Utanç'ın son sözüydü.

YAZI: KEMAL TAYFUR / ATLAS ŞUBAT 2008, SAYI 179

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.