Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Depresyonun psikolojik kaynağı nedir


LaRsiE_

Önerilen İletiler

Depresyonun Analizi

 

 

Şöyle durumlarla karşılaşabiliyorum.

 

Bay Ali’nin dokuz yıl önce babası kalp hastalığından ölmüştür.

 

Beş yıl önce anneannesi kanserden ölmüştür ve ölümüne bizzat kendisi tanık olmuştur.

 

Ama bu iki ölümde onda belirgin bir üzüntü, ciddi duygusal deşarjlar, yıkıcı herhangi bir yaşantı oluşturmamıştır.

 

 

Ali Bey, ev arkadaşı Tarık’ın teyzesinin ölümünden sonra iki haftadır kendini çok kötü hissetmektedir… Ali Bey’de Majör depresyonun bütün belirtileri oluşmuştur.

 

Ali Bey bu durumda gecikmiş bir tepki vermektedir.

 

Babasının ve anneannesinin ölümü ruhundaki fay hattında gerilimi arttırmıştır. Ama fay hattı kırılmadığı için deprem (yani yas reaksiyonu) oluşmamıştır.

 

 

Şimdi aslında çok da tanımadığı bir kişinin ölümü içindeki birikmiş enerjiyi açığa çıkarır. Fay hattı kırılır. Deprem oluşur.

 

Ama üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra ortaya çıkan şey bir yas reaksiyonu değildir. Daha karmaşık hale gelmiş bir depresyondur ortaya çıkan.

 

 

Demek ki depresyondaki kayıp yas dönemindeki kayba göre SANAL (imajiner) bir kayıptır.

 

Nasıl vücudumuzda kalbimiz, karaciğerimiz, midemiz, böbreğimiz varsa, ruhumuzda da her sevdiğimiz insanın kapladığı bir yer vardır. Bu yer bir kişi öldüğü zaman birden ortadan kalkmaz. Bir değişim geçirir ve var olmaya devam eder.

 

 

Sevdiğimiz bir kişiyi kaybedersek çok üzülürüz. Yoğunlaşmış üzüntümüzü bir yas dönemi olarak yaşarız. Hayattan zevk almayız. Gülmek istemeyiz, içimize kapanırız. Aklımıza sürekli sevdiğimiz insan gelir.

 

 

Yas ve depresyon birbirine çok benzer.

 

Ama depresyonda ortada yas kadar somut (direkt algılanabilir) bir kayıp yoktur.

 

 

Bana çok ilginç gelen insani durumlardan biri şudur; bir kişi ile sevgili olursunuz onu taparcasına seversiniz, daha sonra ayrılırsınız ve onu fiziksel hayatınızdan çıkarırsınız. Ayrıca onu ruh dünyanızdan da çıkarmaya çalışırsınız. Onunla sadece görüşmemek yeterli değildir. Onun resimlerini, yazılarını geride anı olarak kalan eşyalarını ortadan kaldırırsınız. Şu andaki sevgiliniz üzülmesin diye onunla yaşadığınız anılardan bahsetmemeye özen gösterirsiniz.

 

 

İki sevgili birbirinden ayrılır ve iki başka kişi ile sevgili olurlar. Birden bir telefon alırsınız, eski sevgiliniz evlenmiştir bunu size haber vermektedir veya eski sevgilinizin bir çocuğu olmuştur bunu haber vermektedir. Yarım kalmış bir yaşantıyı sizinle paylaşmak için tuhaf ve mantık dışı bir arzu duymaktadır.

 

Dr.Ferhat Göçer’in sevilen şarkısındaki gibi “herkes beni hasta sanıyor, yastayım kimse bilmiyor!”

 

 

Bali Adası’nda yaşayan yerliler, yakınlarını kaybettiklerinde birkaç yıllığına onları toprağa gömüyorlar. Sonra yeteri kadar paraları olduğunda onları sonsuzluğa götürecek bir “sal” yapıyorlar. Süslü püslü bir sal. Yakınlarının çürümüş bedenlerinden geriye kalan kemikleri yıkayıp bu “sal”a koyuyorlar. Bu “sal”ı okyanus kıyısında yakıp, ölen yakınlarının küllerini okyanusa atıyorlar. Bu ikinci cenaze merasimi onları rahatlatan yakınları ile arasındaki ruhsal gerimi azaltan bir yaşantı oluyor. İşin ilginç yanı ellerinde sallarla yakınlarının kemiklerini götürürken hızlı bir şekilde dönüyorlar, sağa sola koşuşturuyorlar. Bunu yaparken amaçları ölmüş ruhların yolunu şaşırması ve bir daha geri dönmemesi. Eğer bu ruhlar eskiden yaşadıkları evlerin yolunu bulup geri dönerlerse hem “ruhlar” huzur bulamayacaklar, hem yaşayanları rahatsız edecekler.

 

 

ABD'li bir kadının, çocuğunun korkusunu atması için internetteki müzayede sitesi e-bay’da satışa çıkardığı, babasına ait hayalet 65 bin dolara (91 milyar lira) alıcı buldu.”

Bu hanımın “babası bir süre önce ölmüş, altı yaşındaki oğlu dedesinin hayaleti evde diye evde yalnız dolaşamaz olmuştu. Kadın bunun üzerine 'hayalet'i e-bay sitesinde satışa çıkardı” (3).

 

 

İlgili olduğumuz veya sevdiğimiz kişilerin yokluğu veya varlığı kadar, hayatımıza nasıl girip çıktıkları da önemli oluyor demek ki. Eğer bu kişilerle hesaplaşmamız yarım kalmışsa, kanayan bir yara gibi bu ilişkiler bir türlü “iyileşmiyor”. Bu ilişkilere takılıyoruz. Yıllarca aklımızda kalabiliyor.

 

 

Terapide bir hanım (Bayan L.) ayrıldığı sevgilisi için şöyle söylemişti “onu karşıma alıp ağzına koli bandı bağlayıp, ellerini kollarını bağlayıp, saatlerce ona içimi dökmek isterdim” Ona kendini anlatamadığını, birçok yerde gereksiz bir şekilde fedakârca davrandığını ve bu yüzden anlaşılamadığını düşünüyordu.

 

 

Kieslowski’nin Mavi diye bir filmi vardır. Bir terapi seansında Bayan Y. her zamanki zekâ dolu anlatımıyla kendisi ile Mavi’nin başrolünde oynayan kadın karakter arasında bir ilişki kurdu.O konuşurken sanki benim de zihnim aydınlanmış gibi olur birçok zaman. Bana ilginç bir şeyi işaret ettiğini anladım.

 

 

Filmin başında kadın kocasını ve çocuğunu bir trafik kazasında kaybeder. İlk hissettiğimiz şey kadının büyük bir acıya gömülmesidir. Bu keder ve acı ya kadını yutacaktır veya kadın bağımsız (özgür) bir şekilde yeniden yaşamaya devam edecektir. Filmin adı gibi mavi, yani özgürlük, hayatın kadına alay edercesine verdiği bir özgürlüktür.

 

 

Bu istenecek bir bağımsızlık veya özgürlük değildir aslında. Ama kadın iki boyuttan birini seçmek zorundadır. Yaşamak mı ölmek mi? İkisi de kötü seçenek. İçgüdüleri ve hayatta kalabilen bağlanıp sevebileceği ne varsa onu yaşamaya zorlayacaktır, ama bu keder dolu, depresif, siyah bir yaşantı olacaktır.

 

 

Depresif hasta kaybettiği nesneden geri çekilirken, pasif bir çekilme yaşar. Aktif bir şekilde “ötekini” yok edip yeniden “kendi hayatına” dönemez. Kaybettiği nesne ile arasındaki göbek bağı bir türlü kopmaz. Kaybettiği nesneye dominant bir rol verir.

 

 

“Silvano Arieti (1977) ağır depresif hastalarda hastalık öncesinde belirgin biçimde var olan bir ideoloji tanımlar. Buna göre depresyona eğilimli kişiler, kendileri için değil, Arieti'nin terimi ile "dominant öteki" için yaşarlar. Sıklıkla "dominant öteki" eştir (karı veya koca yani)”(4)

 

 

 

Yalnızlık ve Sıkıntı-Oyun ve Eğlence

 

 

Yalnız olmak ve sevdiğimiz nesnelerden, insanlardan uzak kalmak dünyanın en sıkıcı durumudur. Tahammül edemeyiz. İçinde yer aldığımız sosyal ağ, insanlar bizi hayata bağlar, eğlendirir. İdeallerimizin gerçekleşmesini sağlar. “Diğerleri” (sevdiklerimiz) yaşamımızı anlamlandırır.

 

 

Yalnız olduğumuz duygusu, yalnızlık duygusu bizden başka birinin var-olduğunu bildiğimiz zaman ortadan kalkar. Biz insanların var olmasından büyük bir mutluluk duyduğumuzu düşünürüz bazen. Ama aslında mutluluk duygumuzu ortaya çıkaran onlarla oynadığımız eğlenceli oyunlardır. Oyun eğlence kaynağıdır. Çocukken oynadığımız oyunlara, büyüklük yaşantımızda da devam ederiz. Ama ciddi bir tavırla oynarız bu oyunları. Hayatımızı bu oyunlar anlamlandırır aslında.

 

 

Ünlü psikanalist Winnicott’un ilgilendiği bebek bir hastası vardır (5). Bir yaş civarında bir kız çocuğu. Bu kız:

 

 

“Dokuz aylıkken bir sara nöbeti geçirmiş, daha sonra da nöbet geçirmeye devam etmiş. En ufak seste yerinden sıçrıyor. Bazı nöbetlerde dilini ısırıyor, bazı nöbetlerde idrarını kaçırıyordu. “ “Dizlerimin üstüne oturttuğumda durmaksızın ağlıyor, ama düşmanlık göstermiyor… Gece uykuda olduğu zaman dışında bütün gün ağlıyordu.” “Fiziksel bir hastalık belirtisine rastlanmadı”

 

 

“Bir görüşmede çocuğu dizime oturtmuş gözlüyordum. Gizli gizli parmağımı ısırmaya çalıştı. Üç gün sonra onu yine dizime oturtmuş ne yapacağını merak ediyordum. Parmağımı üç kere öyle şiddetli ısırdı ki neredeyse derisi kalkacaktı.”

 

Sonra on beş dakika aralıksız kaşıkları yere fırlatma oyunu oynadı. Bütün bu süre boyunca gerçekten mutsuzmuş gibi ağlıyordu. İki gün sonra onu yarım saat dizime oturttum… Parmağımı yine şiddetle ısırdı, ama bu sefer suçluluk duyguları göstermiyordu, sonra da ısırma ve kaşık fırlatma oyununu oynadı, dizimin üzerindeyken oynamaktan zevk alabilecek hale gelmişti.”

 

 

“Bir süre sonra kendi ayak parmaklarını kurcalamaya başladı, bunun üzerine ben de ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarttırdım. Bunun sonucunda ilgisini tümüyle çeken bir deney dönemi ortaya çıktı. Kaşıklar ağza sokulabildiği halde, fırlatılıp kaybedilebildiği halde ayak parmaklarının çekip çıkarılmadığını keşfetmiş de büyük bir tatmin duygusuyla bunu tekrar tekrar kanıtlıyormuş gibiydi.”

 

 

“… Anne son görüşmeden beri bebeğin adeta başka bir çocuk haline geldiğini söyledi. Nöbet geçirmiyordu. İyi uyuyordu, gün boyunca da mutluydu …”

 

 

Yalnızca annesinin var olması bu çocukta iyilik durumu oluşturmaya yetmemişti, ama oyun oynamaya başladığında her şey değişmişti.

 

 

Cezaevinde yapılan bir çalışmada (1), “işlediği bir suç nedeniyle ceza almış bir kişinin sosyal desteğini de yitirmesi, ailesinden uzak kalması, yalnızlık yaşaması ve cezaevi koşulları nedeniyle bazı ruhsal sıkıntılara sahip olması cezanın yükünü daha da ağırlaştırmaktadır.”

 

Cezaevindeki mahkûmlardan halı dokuma işinde çalışanlar, yakınları ziyaretine gelenler yalnızlık düzeyi ve depresyon bakımından daha iyi durumdadırlar.

 

 

Yalnızlık düzeyi yüksek olanlarda intihar davranışı da daha çok görülür.

 

 

Mahkûmların da kendisini iyi hissetmesi için sadece insanların varlığı yeterli değil. Birlikte eğlenebileceği, çağrışım zenginliği olan, anılarını yeniden canlandırabileceği kendisine yakın hissettikleri insanlara ihtiyaçları var. “Oyunun tedavi edici etkisine ihtiyaçları var.”

 

 

Doğum sonrası annelerdeki depresyon belirtilerini araştıran bir çalışmada ise (2),”Çalışan annelerin çalışmayan annelere göre anlamlı olarak daha az depresyon belirtisi bildiriliyor.

 

 

Bu çalışmada da yine annelerin izole, yalnız bir şekilde bebekleri ile evde kalmaları, depresyon düzeyini arttırıcı bir faktör.

 

 

 

Dr Kubilay Boğoçlu

 

Psikiyatri Uzmanı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...
  • 1 ay sonra...
Bence depresyon daha cok cikis yolu bulmakta zorluk ceken insanlarin karsilastigi bir durumdur. Bir takim ve ya ust uste gelen sorunlara cikis yolu bulamayan ve kendini daha cok cagresiz hisseden insanlar depresyon gecirebilir.

 

kesinlikle katılıyorum bu duruma lluvia ozellikle çıkış yolu bulamama kısmında ama depresyonun sonuçları her zaman bir yıkım değil bazen bir tazelenme de olabilir bunu da eklemek istedim sadece :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Misafir Değil Öyle

Depresyonun oluşmasındaki en önemli faktör aslında serotonin isimli beyinde bulunan bir maddenin düşük seviyesidir. Depresyon ilaçları Serotonin seviyesini yükselterek depresyonu tedavi eder. Umutsuz derecede ilerlemiş intihar eşiğindeki hastalarda ise başa elektroşok verilir ve serotonin salgılayan hücrelerin faaliyete geçmesi sağlanarak tedavi edilirdi. Şok verilen hasta bir sara nöbeti geçirdiği için ürkütücü görünümlü bu işlemden artık vaz geçilmiştir. Depresyon tedavisindeki en önemli faktör ise, depresyona yol açan çevre psikolojik unsurların düzeltilmesidir. Çünkü bu etkiler sürdükçe, kişi tekrarlayan depresyon atakları geçirir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.