Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Karanlık Şeyler Söylüyorum


ELiFLE

Önerilen İletiler

AŞK NEYSE ONU YAŞİYAH

 

Modern Krodan Aşk Şiiri

 

Gel el ele tutuşip kendimizi elehtriğa verah

Zangir zangir titriyah ölmiyah

Elektronik eşk neyse onu yaşiyah

 

Sen meni sev men seni sevim

Sen menin için yan

Men seni severah yanim dutuşim

Glasik eşk neyse onu yaşiyah

 

Ya da sevme haberin olmasın

Men sana sevdalanıp dolaşim

Platonik eşk neyse onu yaşiyah

 

Sevdada oturah yiyah içah

El ele olah gan kusah

Tombilik eşk neyse onu yaşiyah

 

İstersen sevdandan kendimi kesim

Sağımı solumu doğriyim biçim

Psikopatik eşk neyse onu yaşiyah

 

Eyle sevah ki gara sevda olah

Araplara benziyeh gapgara olah

Gara eşk neyse onu yaşiyah

 

Yalan söylemiyah hep dogru diyah

Beraber oturah beraber yiyah

Realist eşk neyse onu yaşiyah

 

Birbirimize türkü söyliyah mizildiyah

El ele tarlalarda bostanlarda gezah

Romantik eşk neyse onu yaşiyah

 

Kediyi gudiği sen diye sevim

Sen de horozi guliği men diye sev

Sembolik eşk neyse onu yaşiyah

 

 

Ahırlarda komlarda buluşah

Tezek agalahlarının dibinde oturah

Otantik eşk neyse onu yaşiyah

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

4744uygur_turkler_i_icin_daragaci_kurul.jpg

 

 

GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI

 

Şimdi'nin bedeni yok,

Yontuyor geçmiş bilgisiyle

gelecek belki olur diye taşı,

taşını kokluyor

yontu dağılıyor...

 

 

Şimdi'si yitik

bundan boyuyor

boyuyor evine aldığı

ağacın üzerine tüneyip

duvarını, tavanını, geçmişi

ve geleceği ve her yanını;

dal kırılıyor...

 

 

Şimdi'si yitik

diziyor diziyor notalarını,

göğe ışık üzerine boncuklarını,

ucuza getiriyor varlığını

sonsuzun sessizliğiyle

sonlunun gürültüsü arasında,

O bitirince kıyısında gezindiği

yol çöküyor...

 

Şimdi'si yitik

bundan yazıyor

yazıyor enine boyuna

içini ve dışını ve yeri

ve göğü ve suyu,

bindiği kadırga

o inince batıyor

 

Nilgün Marmara

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir mektup kaç kere okunur ?

448220090406022847.jpg

 

 

 

 

 

bir mektup kaç kere okunur en fazla ?

 

bir mektup

kaç kere okunur ? gözlerinizin o şehir kalabalığında

ve sabırsızlığında renkli günlerinizin

boyalı aşklarla dolu kucağınızda

bir mektup hangi kelimesinden başlar solmaya ilkin ?

ve hangi cümlesinden dökülür susmaya

ve ne kadar üşür,

ne kadar titrer bir mektup, sizin buzdan parmaklarınız arasında

bir mektup, ne zaman ölür ?

artık hiçbir kelimesi çiçek açmıyorsa

ölmüş

çiçekler

sizde nereye gömülür ?

.

.

.

bir mektup kaç kere okunur en fazla ?

bir mektup

kaç kere okunur

küçülürken deryanız, ağlarla büyüyen suç ortaklığınızla

küçük bir mercan balığı kirli suyunuzda

hangi kelimesinden çırpınmaya başlar ilkin

ve hangi kıyınızdan vurur karaya

hangi kıyınızdan vurur, taştan ve kabuktan toprağınıza

zaten cansız küçücük bir balığa

içiniz

ne kadar üzülür ?

.

.

.

bir mektup kaç kere okunur en fazla ?

bir mektup kaç kere okunur,

vurulduğundan habersiz bir kuş gibi hareketsiz duruyorken kucağınızda

ölü kuş kanatlarınca kelimeleri sessiz

ölü kuş kanatları kadar cümleleri gereksiz

bir mektup ebedi uykusunda

sizinse yastığınızda başınız

hani uykusuz sabahlarınızda

bir kuşun ölmüş ötüşünü,

hanginiz özler ?

kim bekler ?

düşünür, hanginiz ?

.

.

.

bir mektup kaç kere okunur en fazla ?

bir mektup

kaç kere okunur ? kalplerinizin o şehir kalabalığında

yağsa bir saman sapı sürüklenir yağmurunuzda, önemsiz

özleseniz, saçlarınızı annenizin okşadığı günler kadar uzakta bir geçmiş

ve hani güneşi

ve hani sevişi

ve hani suyu ihmal edilmiş

solgun çiçekler rengi bakışlarınızda

kalan tek dürüstlüğünüz

unutkanlığınızsa

ve ölümsüz denen şeyleri dahi öldürebilen ustalığınızla

kendini sizde yaşatmakta çırak bir mektup

hangi kelimesinden geçirir ilkin

hangi kelimesinden geçirir, içinde eski bir salıncaktan kalan ipi boynuna ?

ve hangi cümlesinde vurur taburesine bitap

hangi satır arasına düşer de işitilmez sesi

oysa kalbinizin sönmüş kibrit çöpü sükutunda

hep tekrarlarken aynı yerinde kendini bir tabure devrilişi

sizin buzdan serin, taştan sağır duruşunuzda

karaya vurmuş küçük bir balık

ölü bir kuşun kanatları

bütün çiçekleri kurumuş bir mektup

sarılsanız da

hani bir gün sıkı sıkıya

sarılsanız da

her şeye geciken kollarınızla

bir ceset

bir ceset

bir ceset, buna ne kadar sevinir ?

____ ^^

29.08.2010,ŞAFAK

9249tumblr_l1edb5lwJ31qaxlg0o1_500_large.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 8 ay sonra...

Karanlık

 

 

Bir rastlantı,

Zifiri karanlığa

Kara gözlükle baktım

 

Karanlıkta

Hiçbir şey görünmezken

Kara gözlükle görmeye başladım

 

Seçiliyordu,

Karanlığın ayrıntısı

Kimi yer, koyu karanlık

Kimi yer, hafif karanlık

 

Görünüyordu artık

Görünmeyen karanlık

Sanki gelmiş gibi aydınlık

 

Şaşırdım ilk anda

Gözlüklerimi çıkardım

Tekrar baktım karanlığa

 

Karanlık yine aynıydı

Hiçbir şey görünmüyordu

 

Gözlükleri tekrar taktım

Yine aydınlandı karanlık

Seçiliyordu her farklılık

 

İlginçti

Çok ilginçti

 

Bu ne işti

Ne garip şeydi

 

Karanlığa

Karanlık bakınca

Seçiliyordu karanlık

Sanki ortalık aydınlık

 

Hatırladım

Allah’ın sözünü

 

“Karanlıkta olanlar

Kendilerini aydınlıkta sanırlar”

 

“Olmayınca aydınlık

Aydınlık sanılır karanlık”

 

“Gelince hidayetin aydınlığı

Ortaya çıkar karanlığın yalancılığı”

 

28 Aralık 2008 - İzmir

 

 

 

 

 

Mehmet Çoban

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

beyhude ...

 

 

1214tumblr_lg0zl13on51qzjoj6o1_500_large.jpg

 

 

suya gölge

söze uyku

güne akşam serinliği düşüyor

dileksizim

oysa gökte erkenci bir yıldız

ah, nasıl da heyecanlı

söz verdiği gülüşe parlamaya çalışıyor

 

suya uyku

söze gölge

güne serin bir akşam sokuluyor

takatsizim

oysa sebebini anımsasam hemen geçecek bir yara

içimi hanidir sebepsizce sızlatıyor

 

güne uyku

söze akşam

kirpiklerime serin sular birikiyor

kimsesizim

ama gözlerimin en karasında

bir kadınının unuttuğu en güzel yaşı duruyor

 

söze gölge

suya akşam

içimde bir serinlik uyukluyor

sessizim

kuşlar kadar bile değil inancım

onlar umutlu

çünkü her akşam gün batımına doğru

giden güneşi tutmaya havalanıyor hep umutları

durun dahi diyemiyorum

durun çünkü beyhude

beyhude çünkü her “gitme”

her

“gitme”

hep biraz geç kalmıştır

hep biraz geç

ne vakit

söylense …

 

suya akşam

söze uyku

bana gölgem kalıyor

üzgünüm

şimdi kim özür dileyecek kuşlardan

ben, dilsizim …

____ ^^

 

 

05 Mart 2011 Cumartesi, Safak Kücükyagci

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KARANLIKLARDA

 

gözlerimi kapattım

kendime... kendimde

görecek nem var ki zaten

gözlerimi kapatmalıydım

kendime... kendi kendimle

sonra karanlıklarla kaldım ...karanlıkta

ne vardı ...

meraka daldım yapayalnızdım

kapattım hayata gözlerimi

hala soluk almaksa yaşamak yaşıyandım

sevdayı aradım karanlıklarda

karanlık bir caddenin kaldırımlarına daldım

koştum sağa sola

tökezledi ayaklarım

görmeden ne kadar koşacaktım ki kendime...

yakında ben vardım ama... göremedim

aradığım ben olsam ...kendime dokunacaktım

çömeldim... oturdum kendi başıma

bir sigara yaktım yalnızlığıma

ne dumanı vardı

ne de ateşi ucunda

sadece kokusu

ve acı tadı

dudağımda...

 

 

 

Koray OYACI

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

[

Kırda Karanlık

 

 

Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında

Hiçkimselerin geçmediği sesi

Orda burda yaşlı ışınlar. Ötede az

Bir korkuluk; ölümün kırçıl çiçeği

Saklı bir seyircini resim kalışındaki leke

Her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.

 

Gündüzler kimi yerde gecedir artık

Bakışım kumdan şimdi

Önce yaşlı ışınlar, sonra sonra karanlık

Avuçlarımı yüzüme kapatıyorum

Ben kapatır kapatmaz

Evet, biliyorum, iki kere karanlık.

 

Edip Cansever

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kısa Bir Not: KONAKTA SON GÜN VE...

 

 

Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü

Bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden.

 

O gece konağın bütün lambalarını yaktım

Elimde bir içki şişesiyle ben

Sanki bir insan şehrayini vardı da, ben

Gecesiz bir sarışındım

Gecesiz bir sarışındım ve işte

Bütün kapıları açtım kapadım

Kırdım parçaladım elime ne geçtiyse

Biblolar mı olur, yağlıboya tablolar mı, kristal takımlar mı

Elime ne geçtiyse

Açtım pencereleri dışarı attım.

 

Durmadan atıyordum, eşyalar bitmiyordu ki hiç

Eşyalar bitmedikçe öfkeyle içiyordum

Ve kinle

İniltiler duyuyordum aşağıdan yukarıdan

Ve bağrışmalar

Ve çığlıklar duyuyordum bir de

Tanıdığım artık ve bildiğim iyice

Acayip hayvan seslerine benzeyen

- Konak ki bir şimşekti de, elle düzeltilmişti sanki bir yağmur öncesinde -

Uşaklar evlatlıklar birbirine giriyordu

Birbirlerinden çıkıyordular

Aralarına karıştım

Boşaldım boşaldım boşaldım

Ve bilirdim, biliyordum, süresiz bir sarışındım

Başkalarını da çağırdım daha sonra

Ve karşıladım.

 

Oramla karşıladım, en çok oramla

Kapıda karşıladım, düşümde karşıladım

Bir sürü adamlar geldi,o bir sürü adamla bir sürü kadınlar

Nerde kim varsa işte bir bir geliyordular

Mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar

Ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -

İçkiler, çiçekler, pastalar

Küçük küçük paketler, büyük büyük kutular.

 

(Ah, ne de çok şeyleri vardır da, nasıl

Hep böyle yerinde harcar bu kentsoylular.)

 

Giysiler giysiler gene giysiler

Fiyonklar, boncuklar, payetler

Değerli - değersiz, sahici - yalancı

Türlü türlü iğneler, yüzükler ve kolyeler

Önce hep nasılsınızlar, lütfenler, oturmaz mısınızlar

Denenmiş iç geçirmeler, gizliden bakışmalar

Ve yaldızlı cümleler

Bu pazar ne yaptınız? Hangi pavyonda? Sahi mi?

İğreti kahkahalar, ucuzundan gülmeler

Bacak bacak üstüne atmalar, yerlere uzanmalar

Sigaralar içkiler

Sonra gene içkiler, hiç bitmeyen içkiler

Ve dudaklar ve gözler, ince uzun boyunlar

Memeler, kalçalar, kıçlar, falluslar

Ve yavaştan seviciler, ibneler

Poz kesen jigololar.

 

(Nasıl da vaktini bilirler her şeyin

Ve vaktinde girişirler herşeye bu kent soylular.)

 

Sabaha karşı duruldu her şey

Gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler

Duruldu konak

Denizanaları gibi açıldı kapandı

Sızanlar mı dersiniz, uyuyup kalanlar mı

- Elle düzeltilmiş bir yağmur sonrası mı acaba -

Bir ara yağma edildiydibütün kamçılar

Ne kalmışsa kırıp dökmediğim

Fırlatıp atmadığım

Yağma edildiydi gümüş şamdanlar

Saatler, konsollar, sehpalar

Perdeler, avizeler, halılar.

 

(Bilmezsiniz siz, bilemezsiniz

Görseniz nasıl ince

Nasıl da kibardırlar bu kentsoylular.)

 

Kanadı kanadı kanadı o gece bütün konak

Görkemli bir Kadın kaburgasını andıran konak

Bahçede acı acı bağıran tavuskuşları.

 

(Kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayı da

Azıcık sırıtırlar, azıcık da şakaya filan alırlar

Ve usuldan ve bozmadan hiç durumlarını

Çıkarlar kırıtaraktan dışarı

Yalanla avunurlar, yalanla korunurlar

Bilmezler utanmayı hiç bu kokuşmuş kentsoylular.)

 

Yaktım konağı da o gece

Bir daha, bir daha yaktım

Yüzlerce, yüzbinlerce yaktım hiç usanmadan

Aklımda bunlar kaldı sadece.

 

Soluksuz sessiz

Gölgesiz devinimsiz

Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz

Kentin içine kadar sokuldum.

Ağzımın içi zehir gibiydi

Tuttum bir sigarayaktım

Kravatımı düzelttim

Ayakkabılarımı sildim

Ve sordum:

- Ben Ruhi Bey nasılım

- Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey

- İyiyim iyiyim.

 

Edip Cansever

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YALNIZLIGA DÜSKÜNLÜK....

Akşam yemeği yiyorum biraz, aydınlık pencerede.

Oda kararmış gökyüzü görünüyor. Dışarı çıkınca

geniş kırlığa götürür dingin yollar az sonra.

Göğe bakıyor ve yiyorum -kimbilir şimdi

kaç kadın yemek yiyordur- gövdem dingin;

sersemleştiriyor gövdemi iş ve her kadın.

 

Dışarıda akşam yemeğinden sonra, yıldızlar gelip

geniş ovanın toprağına dokuncaklar. Yıldızlar

canlı, değersiz ama bu bir başına yediğim kirazlar.

Göğü görüyorum. Biliyorum ama paslı çatıların

arasında parıldayan ışıkları ve altında yapılan

gürültüleri. Koca bir yudumla bitkilerin ve ırmakların

tadını alıyor kendini her şeyden ayrı duyan gövdem.

Biraz sessizlik yetiyor, her varlık kendi gerçek

yerinde duruyor, gövdemin duruşu gibi.

 

Sessizliğin uğultusunu dağıtmaksızın benimseyen

duygularımın önünde her varlık yalıtılmış.

Damarlardan geçen kanımı bildiğim gibi

her varlığı karanlıkta bilebilirim.

Tüm varlıkların akşam yemeği, koca bir suyun

otların arasında aktığı yerdir ova.

Kımıltısız yaşıyor her bitki ve her taş.

Bu ova üzerinde yaşayan her varlığın damarlarını,

beni besleyen besinleri dinliyorum.

CESARE PAVESE

 

 

Pavese neden böyle etkiliyor beni bilmiyorum, günlüklerini zor bir dönemimde okumuştum "yaşama uğraşı" . İyi şairler genellikle intihar ediyor ya da erken ölüyorlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

"Ve

diyorum ki: Hayat gerçekten karanlıktır istek olmadıkça

Ve tüm istekler kördür irfan olmadıkça

Ve t...üm irfan boşunadır, bir işin meşgalen olmadıkça

Ve tüm uğraşlar boşunadır aşk olmadıkça..

......Eğer aşk ile çalışırsanız bağlanırsınız birbirinize ve Allah'a.

Aşk ile çalışmak nedir mi diyorsunuz?

Kumaşı yüreğinizden çekilmiş iplikle dokumaktır; sevgiliniz giyecekmiş gibi!"

 

HALİL CİBRAN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne Kadar Zor

 

Ne kadar zor! İnsan içinde dolaşıp

Ölmemiş gibi gibi numara yapmak,

Ve trajik aşk oyunlarını

Henüz yaşamamışlara anlatmak

 

Ve kendi kabuslarına bakıp da

Duygunun düzensiz fırtınasında bir düzen bulmak

Sanatın sönük alevlerinde

Ölümcül hayat yangınını tanıtmak...

 

Alexander Blok

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

HAYAT SAHNEM...

 

 

 

 

Ben insan

 

Adım figüran.

 

İşte sahnem..

 

Rolüm?'

 

Yaşamak'..

 

Hayatın sahnesi bu.

 

Yakın ışıkları

 

Haydi.efektleri verin..

 

Büyük bir kapı açılsın gıcırdayarak

 

Şimşek şimşek çaksın çaresizlik

 

Kulakları sağır etsin acının gürültüsü..

 

Kostüm kostüm askılara asılırken tüm renkler

 

Rolüm yaşamak

 

Rengim siyah..

 

Açılırken ilk perde

 

Uçuştu havada replikler

 

Rol arkadaşım aşk

 

Fonda aşkın nağmeleri..

 

Sonrasında

 

Acı perde perde inerken

 

Sahnenin tam ortasına

 

Hüzünler yerleşti koltuklara

 

Seyre daldı umutsuzluk..

 

Ölüm denen son repliğin

 

Vurdu gözlere ayazı

 

Yürekleri üşüttü rüzgarı..

 

Şimdi

 

Yankısı kesilen duvarlarda

 

Kalmadı artık ne bir replik

 

Ne bir mimik..

 

Kapandı perdeleri yüreğimin

 

Ve, karardı tüm ışıklar

 

Oyun bitti..

 

Hani alkışlar?

 

Zeynep A.EDİRNE

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Düşü Ne Biliyorum

 

Kimdi o kedi, zamanın

eşyayı örseleyen korkusunda

eğerek kuşları yemlerine,

bana ve suçlarıma dolanan?

 

Gök kaçınca üzerimizden ve

yıldız dengi çözüldüğünde

neydi yaklaşan

yanan yatağından aslanlar geçirmiş

ve gömütünün kapağı hep açık olana?

 

Yedi tül ardında yazgı uşağı,

görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o

ve bağlanmıştır körler

örümcek salyası kablolarla birbirine

sevişirken,

iskeletin sevincini aklın yangınına

döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

 

Yine de, zaman kedisi

pençesi ensemde, üzünç kemiğimden

çekerken beni kendi göğüne,

bir kahkaha bölüyor dokusunu

 

Düşler marketinin,

 

Uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre

senin bütün arka bahçelerini

gördüm ben!

 

 

Nilgün Marmara

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Ben Karanlıkları İyi Tanırım

 

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Karanlıkta dökülen iki damla gözyaşının

Altında ıslanırım

Ay doğar yalnız gecelere

Benimsin sanırım

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Kasabalarda söner ışıklar

Haram tenlerin buharında kavrulurum

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Lodos vurur, harmanlarda savrulurum

Takılırım yabanın ucuna, hasretine avunurum

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Göçebe obaların kıl çadırlarında soluklanırım

Her kızıl şafak sensiz doğar üzerime

Dağ başlarında yalnız kalırım

Serin rüzgâr eser acı poyrazlarda avunurum

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Ağustos böceği, şarkılarında yanar

Ateş böceği ışığında aydınlanırım

Çıkrıklar döner başucumda

Kınalı ellerin nasırlarında, yokluğuna sancılanırım

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Ürpertici sessizlik ve sensizlik çöker geceye

Susuz bakraçlarımda gezinen her nesneye

Sensin diye sarılır, hasretine avunurum

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Diz çöker gece yüzüstü

Çıra ışıklarında, yıldızlar geceye söner

Duman kaplar her yanımı

Gölgen boyu uzanırım yokluğuna

Eşkâlin düşer karanlığa, sensin sanırım

 

Ben karanlıkları iyi tanırım

Dağların doruklarında avunurum

Tipilerden kaçar kuytulara sığınırım

Karlar yağar sürülerime ağıllarda toplanırım

Kurt sürüleri basar obamı talan olurum

Parça, parça dağılır yalan olurum

 

 

nurettin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

KUĞU EZGİSİ

 

 

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,

Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı

bekçi gizleri.

 

Ne zamandır ertelediğim her acı,

Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,

-bu şiir -

Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,

Dost kalmak zorunda bana ve

sizlere!

 

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,

uykusunu bölen derin arzudan.

Büyüsünü bir içtenlikten alırsa

Kendi saf şiddetini yaşar artık,

-bu şiir -

Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,

ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,

Sevda ile seslenir sizlere!

 

Nilgün Marmara

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 8 ay sonra...

çok uzun bir unutuştan geldim, yorgunum....

 

 

niye

niye uzun uzun anlatayım

zaten her şey bin tekrar

zaten her şey çok açık

kalmıyordu aklımda yüzü

kalmıyordu ah !

çünkü sevinçler

çünkü sevinçler

sevinçlerdi

hep kısacık

.

.

.

neden

neden çırpınıp durayım ki hece hece zaten her manada sızı

ve hep bir üzgünlük oluyorsa bakışlarımızın tek feri

üstüne eskittiysek bir de eskimez deneni

sonra sadece yaşarız

sadece

yaşarız

bir bir terk ederek bütün anlamları

ihtimal, içimizde bir özlemek belki

hani güneşi içine çeken taş gibi

sıcak

lakin dilsiz

işte böyle bir şey sessiz

bilmem ki nasıl anlatılır

hem gözlerinde denizin tuzuyla karaya vurmuş bir yunusun kalbi

kaç özledimli satıra

ölümünden

uyanır

.

.

.

ne diye

ne diye bahis açayım ki şimdi incelikli sevdalardan

sevdalar bir dilekti hani yıldızlar kayarken

inceliklerse kum saati baş ucumda kırık

bekledikçe hep boşa akar zaman

ancak şanslıysan

eğer şanslıysan

aşk çiselemiştir de ıslanmışsındır belki dinmeden

sonrası zaten malum

yalnızlık

ki yalnızlık bulutla toprak arası, kocaman

ve kalbi tek başına atmaya başlayınca insan

bütün cümleler faydasız, kör kuyu

mektuplarsa kağıdın mavi mürekkeple makyajı

hem hangi şehir var

hangi şehir kaldı

sardunyalar kaç ayda büyürdü

hatırlayan

.

.

.

nereye

nereye gidersen git şimdi

nasılsa sensindir ilk karşılayan yine kendini

ve uçarı değildir artık nabız, üzerinde bir dağ kıpırtısızlığı

çöker durursun dibine hiçliğin

köklerinse acır boşluklara uzamaktan

oysa bilirsin, gömülse de çürümez acı

lakin bir bedene kaç ceset sığar ? söyler mi birine sorsan

yada boş ver

unut hepsini

beden ki sandığıdır ruhun

ve sen, sandığında yorgun

kal öyle biraz

kal, dinlen

zaten yeni gelmişsin

henüz gelmişsin

upuzun

bir unutuştan

.

.

.

niye

niye anlatayım

zaten her şey bin tekrar

zaten her şey çok açık

kalmıyordu aklımda yüzü

kalmıyordu ah !

çünkü sevinçler

çünkü sevinçler

sevinçlerdi

hep

kısacık

yine de yaşandı her şey yarımlığıyla ve eksik

sonra da bitti işte

ki bitince aşklar bazı şarkılar kalırdı ancak

ki kaldı

ama onlar da zehirlidir şimdi

zehirli

ömrü uzatır belki

az dinlemek

üstelik yalan da değil

değildi elbet

hayattı taş makas

içim camdan kağıt

ne yapsam kaldı kırıklar

ne yapsam sığmadı

avuçlarıma

ben büyüdüm biraz ya

ama ellerim

ellerim

ellerimdi

hala

çocuk

____ ^^

 

 

Safak Kücükyagci

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yabancı

 

İkliminin dışında yaşamaya zorlanmış,

Yabancı bir toprağa dikilmiş fidan gibiyim

Yaşamın ortasında,

Yabancı kalan bir ruhun yabancılığını yaşıyorum

Alışamadığım yabancı olmayan yabancılık acısıyla

 

Tutunmak mı hayata

Tutunamamışlığımla tutunmaya çalışıyorum

Bütün yabancılığımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne denebilir ki dile gelmiş bir şiir akarken gönle dize dize...

 

ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI

 

...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını

yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var

göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-

cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.

Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir

keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce

bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,

yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir

engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür

hanım?

 

 

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı

görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek

kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,

umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-

meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-

şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,

böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir

anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa

başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-

mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı

aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların

sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik

olur tükenmek değil de?

 

 

Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin

boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz

bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-

diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-

tından?

 

 

Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır

çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü

kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-

lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.

Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın

görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-

nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.

Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük

avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın

binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik

bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi

öğrendik böylece.

 

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.

Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.

Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık

yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır

yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut

karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka

ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi

içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

 

 

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,

özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni

oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım

eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi

avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir

yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice

eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-

rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

 

 

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının

eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla

dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek

ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-

gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin

perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-

kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir

Ömür hanım?

 

 

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni

konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,

kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-

reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım

Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-

ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım

toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş

saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem

hangi gözle?

 

 

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-

nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?

Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden

mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini

bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü

yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi

anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne

işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-

nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten

olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor

muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

 

 

 

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun

aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.

Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik

sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,

iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o

puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin

akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık

izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,

kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,

bizi değişmek çirkinleştirir de.

 

 

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir

adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz

olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı

yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-

şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,

ne yerinde ne yersiz...

 

 

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-

çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-

nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı

kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-

gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;

ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar

küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-

cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir

ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir

içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,

bu ezbere yaşamla.

 

 

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar

iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir

yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...

dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla

nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,

geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün

acıların anasıdır, de...

 

 

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler

söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-

lıplarından. Beni duy ve anla.

 

 

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi

yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun

ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi

atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,

kurşuni-külrengi mi yoksa?

 

 

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil

dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-

maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-

rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir

aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim

değil mi? Kim ne diyebilir ki?

 

 

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.

İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş

ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim

olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,

ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir

saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,

ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-

rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü

ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

 

 

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak

yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir

at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-

kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,

yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş

umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,

yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

 

Ankara, Güz/1983 (ŞÜKRÜ ERBAŞ)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

"Ah"lar Ağacı

 

1-

Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,

Biraz kolonya sürünsem,

...Ferahlasam, pencereyi açsam.

Şöyle bir şey yazdım sonra:

Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre

Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.

Berbattı,

Bir şiire böyle başlanmazdı.

 

 

İç ses diye söylendim,

Ardından Yıldırım Gürses...

Aptal aptal güldüm bir de buna.

Ayşecik vazoyu kırıyor

Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.

Yapıştırsam da parçalarını hayatımın

Su sızdırıyordu çatlaklarından.

Karnabahar kızartmıyordu asla

Başrolde kadınlar.

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım Tanrı’nın eliydi.

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.

Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,

Çok şey görmüşüm gibi,

Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,

Ah...dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim

Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:

Tanrım bana hiç erimeyen,

Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.

Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik

Kardeşimle kendimize durmadan,

Olmayan çayları,

Olmayan fincanlardan içerdik.

Olmayan kapıları açardık,

Olmayan ziller çaldığında.

Siyah papyonlu olurdu mutlaka

Resim defterimizdeki damat.

Yedi günde yarattığımız dünya

Mutlu olurduk pastel koksa.

 

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:

Olanlar oldu tanrım

Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

 

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Kapının arkasında yokum demiştim

Ve divanın altında da.

Bulamazsınız ki artık beni,

Hayatın ortasında.

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Beni kimse bulamazdı

Tanrı’nın arkasına saklansam.

O Kocamandı,en kocamandı o.

Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

 

Bir zamanlar kendimi

Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.

Kaç metredir benim yokluğum?

Benden daha çok var sanmıştım.

Benim yokluğumdan dünyaya

Bir elbise çıkar sanmıştım.

Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan

Sonunda ben de alıştım.

Ah...dedim sonra,

Ah!

 

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,

İçim sıkılmasa o kadar

Tek bir satır bile okumazdım.

Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı

Bir derdi var derdim.

Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.

Ninni derdim,ninni bebeğim!

Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini.

Plastik gözkapaklarının ardında,

Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,

Gözyaşları da.

Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.

Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,

Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

 

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,

Kırıklar dolar kucağına,

İşte orası umudun tarlasıdır.

Ve orada başaklar ağırlaştığında,

Sayısız ah dökülür toprağa.

 

İç ses, diye söylendim

Ve ah dedim sonra,

Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

 

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,

Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.

Meyveleri tatsızdı

Eski bir lanetten dolayı

Herkes dişlerdi acı meyvelerini,

Ve herkes söverdi ona.

İsmini yazardı herkes onun bağrına,

Ah derdi o. Ah!

 

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası

‘İnsan unutandır

ve insan unutulmaya mahkum olandır.’

Tanrı şöyle derdi o zaman:

Ah!

 

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,

Ulaşılamazdı,

Sen sarılmak istesen ona,

O sana sarılmazdı.

Ne çok dikenin vardı Tanrım!

Ne çok isterdim,

Sana sarılamazdım.

Ve şöyle derdim o zaman:

Ah!

 

Ahlat ahların ağacıydı,

Yaşlanmaya başlayanların,

İtiraf edilememiş aşkların,

Evde kalmış kızların.

Ahlat ahların ağacıydı,

Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,

Öyleydi işte.

 

Ve etimoloji Eti’lerden kalma

Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.

Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,

Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.

Mesela o zamanlar

Mutsuz olduğunda insanlar,

Yok olurmuş bazı dakikalar.

 

Gülümsedim o sıra,

Bazen sevinirim,

Sevinmek nedense hep yedi yaşında

Ve ah... dedim sonra,

Ah!

 

Bazen ah diyorum durmadan,

Şimdi ben ahlatın başında,

Otuz iki yaşımda.

Ahlar ağacı gibi.

Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,

Mavi, mor,kırmızı ve yeşil,

İstedim,hep istedim,

Sen iste derdim,iste yeter ki

Vereyim.

Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım,

Eksikli yaşamaktan.

Ahlar ağacıyım,gibisi fazla.

Başka bir şey istemem

Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,

Hesabımı vermekten başka.

 

Vasiyetimdir:

Dalgınlığınıza gelmek istiyorum

Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

 

At arabasıyla kağıt toplardı

Her sabah çingene kadınlar.

Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar

Şaşırırdım

Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

 

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.

Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma

Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

 

Yeniden doğmuş olurdum oysa,

Öldüğümü sandıklarında,

Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

 

Vasiyetimdir:

En güçlülerinden seçilsin

Beni taşıyacak olanlar.

Ahtım olsun,

Yükleri ağırlaşsın diye iyice,

Tabutumun içinde tepineceğim.

 

 

2-

Bir göl vardı evimizin karşısında,

Mavi gözleri olan,

Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.

 

Ya siz,

Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?

Nasıldı

Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?

 

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç

Annem sevindiydi hatırlarım.

Ah demişti.

Ah!

Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.

Bazen sevinince annem gibi,

Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı,

Sıcak yemeklerin.

Başına diktikleri o taş,

Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.

Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz.

 

İç ses!

Bu bahsi kapa!

 

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.

Çoktandır öksüz olan mutfakta

Buğulandı ve ağladı camlar,

Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.

Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,

Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,

Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,

Sanki biraz rahatladım.

Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,

Artık kimse mutsuz olmayacaktı.

Ah...dedim sonra,

Ah!

İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,

Aynı vampir gibi çıkacağız.

Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,

Sanki biraz ferahladım.

Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:

Hala aç mısın?

 

Bir tren geçti yine tam o sıra

Ustura gibi kara,

Düdük çala çala,

Geçti şiirimin ortasından.

Kes şunu dedim,kes artık!

Oldu olacak,

Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.

Merak ederdim,

Kesik başları ve sarı ışıklarıyla

Nereye gider bu insanlar?

Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce

Bir kara yılan gibi,

Bilemezdim menzil neresi?

 

Ah...dedim sonra

Ve acilen makas değiştirdim.

İç ses, diye söylendim,

Raydan çıkma bundan sonra.

 

Kuyruk sallardı,

annemden kalma maaşım

her üç ayın sonunda.

Sevinirdi,

Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.

Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,

Muhabbet ederdik kuyrukta.

Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,

Fötr şapkalı kelimeleriydik,

Çürük dişlerimizle bizler,

Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,

Saf ve pembe gülümserdik.

Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.

Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,

Neden hep aynı yerdeyiz,

Hayattan söz edilirdi,

Zor denirdi,

Ve ardından susulurdu mutlaka.

 

Fötr şapkalı amcalardan biri

Ah derdi sonra,

Ah!

Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

 

3-

“Bir Arap şairi şöyle demiş,

Savaşta yenilen halkına,

Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır”

 

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma

Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,

Sorardı:

Daha yazacak mısın?

Hayır derdim,

Artık yazmayacağım.

Ama şöyle denir:

Kılıç çeken kılıçla ölür.

Ama şöyle denir:

Kaderden kaçılmaz.

 

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,

Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.

Yıllarca biriktirdim

rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.

Aşık olduğumda,

Çikolata kokardı kırmızı yazgım.

hayatıma hayat diyemem artık.

sarı yazgım her sonbahar onu

biraz daha fazla,ömür yaptı.

Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

 

Kara yazgımı şimdi kim bilir

Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?

Ah.. dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim,

Başımda rüzgar vardı

Başımda uğultular...

Kalbim usulca kıpırdardı

Ve ses çıkarırdı dokununca

Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda rüzgar vardı,

Yine esiyordum

Hızla dönmeye başladı kalbim

Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda uğultular...

Fırtına çıktı sonra,

Yaşadığını anladı kalbim,

Böyle yaşanamaz derdi

Bir başkası olsa.

 

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.

Kaç meydanını okudum da bu hayatın.

Yalnızca iki harfini öğrendim:

A

H!

 

Ah benim nergis kokulu cehaletim...

Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda

Anlatmak isterdin kendini durmadan

Bir bardağa bile olsa.

Ne diyecektin, ne söyleyecektin

Şairlerin şahı olsan,

Bir AH’dan başka.

Ah benim nergis kokulu cehaletim

Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.

AH!

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım tanrının eliydi,

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,

Çok şey geçmiş gibi başımdan

Ah dedim sonra,

Ah!

 

İç ses, diye söylendim.

Gel!

Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

 

Vasiyetimdir:

Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...

 

Didem madak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Ah"lar Ağacı

 

1-

Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,

Biraz kolonya sürünsem,

...Ferahlasam, pencereyi açsam.

Şöyle bir şey yazdım sonra:

Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre

Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.

Berbattı,

Bir şiire böyle başlanmazdı.

 

 

İç ses diye söylendim,

Ardından Yıldırım Gürses...

Aptal aptal güldüm bir de buna.

Ayşecik vazoyu kırıyor

Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.

Yapıştırsam da parçalarını hayatımın

Su sızdırıyordu çatlaklarından.

Karnabahar kızartmıyordu asla

Başrolde kadınlar.

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım Tanrı’nın eliydi.

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.

Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,

Çok şey görmüşüm gibi,

Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,

Ah...dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim

Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:

Tanrım bana hiç erimeyen,

Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.

Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik

Kardeşimle kendimize durmadan,

Olmayan çayları,

Olmayan fincanlardan içerdik.

Olmayan kapıları açardık,

Olmayan ziller çaldığında.

Siyah papyonlu olurdu mutlaka

Resim defterimizdeki damat.

Yedi günde yarattığımız dünya

Mutlu olurduk pastel koksa.

 

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:

Olanlar oldu tanrım

Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

 

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Kapının arkasında yokum demiştim

Ve divanın altında da.

Bulamazsınız ki artık beni,

Hayatın ortasında.

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Beni kimse bulamazdı

Tanrı’nın arkasına saklansam.

O Kocamandı,en kocamandı o.

Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

 

Bir zamanlar kendimi

Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.

Kaç metredir benim yokluğum?

Benden daha çok var sanmıştım.

Benim yokluğumdan dünyaya

Bir elbise çıkar sanmıştım.

Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan

Sonunda ben de alıştım.

Ah...dedim sonra,

Ah!

 

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,

İçim sıkılmasa o kadar

Tek bir satır bile okumazdım.

Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı

Bir derdi var derdim.

Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.

Ninni derdim,ninni bebeğim!

Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini.

Plastik gözkapaklarının ardında,

Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,

Gözyaşları da.

Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.

Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,

Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

 

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,

Kırıklar dolar kucağına,

İşte orası umudun tarlasıdır.

Ve orada başaklar ağırlaştığında,

Sayısız ah dökülür toprağa.

 

İç ses, diye söylendim

Ve ah dedim sonra,

Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

 

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,

Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.

Meyveleri tatsızdı

Eski bir lanetten dolayı

Herkes dişlerdi acı meyvelerini,

Ve herkes söverdi ona.

İsmini yazardı herkes onun bağrına,

Ah derdi o. Ah!

 

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası

‘İnsan unutandır

ve insan unutulmaya mahkum olandır.’

Tanrı şöyle derdi o zaman:

Ah!

 

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,

Ulaşılamazdı,

Sen sarılmak istesen ona,

O sana sarılmazdı.

Ne çok dikenin vardı Tanrım!

Ne çok isterdim,

Sana sarılamazdım.

Ve şöyle derdim o zaman:

Ah!

 

Ahlat ahların ağacıydı,

Yaşlanmaya başlayanların,

İtiraf edilememiş aşkların,

Evde kalmış kızların.

Ahlat ahların ağacıydı,

Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,

Öyleydi işte.

 

Ve etimoloji Eti’lerden kalma

Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.

Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,

Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.

Mesela o zamanlar

Mutsuz olduğunda insanlar,

Yok olurmuş bazı dakikalar.

 

Gülümsedim o sıra,

Bazen sevinirim,

Sevinmek nedense hep yedi yaşında

Ve ah... dedim sonra,

Ah!

 

Bazen ah diyorum durmadan,

Şimdi ben ahlatın başında,

Otuz iki yaşımda.

Ahlar ağacı gibi.

Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,

Mavi, mor,kırmızı ve yeşil,

İstedim,hep istedim,

Sen iste derdim,iste yeter ki

Vereyim.

Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım,

Eksikli yaşamaktan.

Ahlar ağacıyım,gibisi fazla.

Başka bir şey istemem

Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,

Hesabımı vermekten başka.

 

Vasiyetimdir:

Dalgınlığınıza gelmek istiyorum

Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

 

At arabasıyla kağıt toplardı

Her sabah çingene kadınlar.

Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar

Şaşırırdım

Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

 

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.

Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma

Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

 

Yeniden doğmuş olurdum oysa,

Öldüğümü sandıklarında,

Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

 

Vasiyetimdir:

En güçlülerinden seçilsin

Beni taşıyacak olanlar.

Ahtım olsun,

Yükleri ağırlaşsın diye iyice,

Tabutumun içinde tepineceğim.

 

 

2-

Bir göl vardı evimizin karşısında,

Mavi gözleri olan,

Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.

 

Ya siz,

Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?

Nasıldı

Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?

 

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç

Annem sevindiydi hatırlarım.

Ah demişti.

Ah!

Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.

Bazen sevinince annem gibi,

Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı,

Sıcak yemeklerin.

Başına diktikleri o taş,

Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.

Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz.

 

İç ses!

Bu bahsi kapa!

 

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.

Çoktandır öksüz olan mutfakta

Buğulandı ve ağladı camlar,

Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.

Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,

Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,

Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,

Sanki biraz rahatladım.

Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,

Artık kimse mutsuz olmayacaktı.

Ah...dedim sonra,

Ah!

İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,

Aynı vampir gibi çıkacağız.

Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,

Sanki biraz ferahladım.

Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:

Hala aç mısın?

 

Bir tren geçti yine tam o sıra

Ustura gibi kara,

Düdük çala çala,

Geçti şiirimin ortasından.

Kes şunu dedim,kes artık!

Oldu olacak,

Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.

Merak ederdim,

Kesik başları ve sarı ışıklarıyla

Nereye gider bu insanlar?

Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce

Bir kara yılan gibi,

Bilemezdim menzil neresi?

 

Ah...dedim sonra

Ve acilen makas değiştirdim.

İç ses, diye söylendim,

Raydan çıkma bundan sonra.

 

Kuyruk sallardı,

annemden kalma maaşım

her üç ayın sonunda.

Sevinirdi,

Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.

Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,

Muhabbet ederdik kuyrukta.

Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,

Fötr şapkalı kelimeleriydik,

Çürük dişlerimizle bizler,

Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,

Saf ve pembe gülümserdik.

Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.

Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,

Neden hep aynı yerdeyiz,

Hayattan söz edilirdi,

Zor denirdi,

Ve ardından susulurdu mutlaka.

 

Fötr şapkalı amcalardan biri

Ah derdi sonra,

Ah!

Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

 

3-

“Bir Arap şairi şöyle demiş,

Savaşta yenilen halkına,

Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır”

 

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma

Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,

Sorardı:

Daha yazacak mısın?

Hayır derdim,

Artık yazmayacağım.

Ama şöyle denir:

Kılıç çeken kılıçla ölür.

Ama şöyle denir:

Kaderden kaçılmaz.

 

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,

Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.

Yıllarca biriktirdim

rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.

Aşık olduğumda,

Çikolata kokardı kırmızı yazgım.

hayatıma hayat diyemem artık.

sarı yazgım her sonbahar onu

biraz daha fazla,ömür yaptı.

Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

 

Kara yazgımı şimdi kim bilir

Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?

Ah.. dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim,

Başımda rüzgar vardı

Başımda uğultular...

Kalbim usulca kıpırdardı

Ve ses çıkarırdı dokununca

Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda rüzgar vardı,

Yine esiyordum

Hızla dönmeye başladı kalbim

Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda uğultular...

Fırtına çıktı sonra,

Yaşadığını anladı kalbim,

Böyle yaşanamaz derdi

Bir başkası olsa.

 

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.

Kaç meydanını okudum da bu hayatın.

Yalnızca iki harfini öğrendim:

A

H!

 

Ah benim nergis kokulu cehaletim...

Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda

Anlatmak isterdin kendini durmadan

Bir bardağa bile olsa.

Ne diyecektin, ne söyleyecektin

Şairlerin şahı olsan,

Bir AH’dan başka.

Ah benim nergis kokulu cehaletim

Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.

AH!

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım tanrının eliydi,

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,

Çok şey geçmiş gibi başımdan

Ah dedim sonra,

Ah!

 

İç ses, diye söylendim.

Gel!

Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

 

Vasiyetimdir:

Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...

 

Didem madak

 

Çok etkileyici bir şiir Elif Hanım, belki bir parça kendimi bulduğumdan,belki bir gönlün hüzün ikliminin sağa sola sapmadan zorlamadan olduğu gibi mısralarla konuşmasından...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Allah rahmet eylesin, Aşık Veysel ne güzel söylemiş:

 

''Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın...''

 

Onlar gittiler ama şiirleriyle konuşuyorlar bizlerle hâlâ...

 

Bu da Cemal Safi'den:

 

Benim Adım Aşk

 

Var mı beni içinizde tanıyan

Yaşanmadan çözülmeyen sır benim

Kalmasa da şöhretimi duymayan

Kimliğimi tarif etmek zor benim

 

Bülbül benim lisanımla ötüştü

Bir gül için canevinden tutuştu

Yüreğime Toroslardan çığ düştü

Yangınımı söndürmedi kar benim

 

Niceler sultandı kraldı şahtı

Benimle değişti talihi bahtı

Yerle bir eyledim taç ile tahtı

Akıl almaz hünerlerim var benim

 

Kamil iken cahil ettim alimi

Vahşi iken yahşi ettim zalimi

Yavuz iken zebun ettim Selim’i

Her oyunu bozan gizli zor benim

 

Yeryüzünde ben ürettim veremi

Lokman Hekim bulamadı çaremi

Aslı için kül eyledim Kerem’i

İbrahim’in atıldığı kor benim

 

Sebep bazı Leyla bazı Şirin’di

Hatrım için yüce dağlar delindi

Bilek gücüm Ferhat ile bilindi

Kuvvet benim kudret benim fer benim

 

İlahimle Mevlana’yı döndürdüm

Yunusumla öfkeleri dindirdim

Günahımla çok ocaklar söndürdüm

Mevladanım hayır benim şer benim

 

Benim için yaratıldı Muhammet

Benim için yağdırıldı o rahmet

Evliyanın sözündeki muhabbet

Enbiyanın yüzündeki nur benim

 

Kimsesizim hısmım da yok hasmım da

Görünmezim cismim de yok resmim de

Dil üzmezim tek hece var ismimde

Barınağım gönül denen yer benim

 

(CEMAL SAFİ)

 

 

 

http://www.youtube.com/watch?v=GHqzDW9wxY4

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Ah"lar Ağacı

 

1-

Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,

Biraz kolonya sürünsem,

...Ferahlasam, pencereyi açsam.

Şöyle bir şey yazdım sonra:

Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre

Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.

Berbattı,

Bir şiire böyle başlanmazdı.

 

 

İç ses diye söylendim,

Ardından Yıldırım Gürses...

Aptal aptal güldüm bir de buna.

Ayşecik vazoyu kırıyor

Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.

Yapıştırsam da parçalarını hayatımın

Su sızdırıyordu çatlaklarından.

Karnabahar kızartmıyordu asla

Başrolde kadınlar.

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım Tanrı’nın eliydi.

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.

Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,

Çok şey görmüşüm gibi,

Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,

Ah...dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim

Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:

Tanrım bana hiç erimeyen,

Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.

Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik

Kardeşimle kendimize durmadan,

Olmayan çayları,

Olmayan fincanlardan içerdik.

Olmayan kapıları açardık,

Olmayan ziller çaldığında.

Siyah papyonlu olurdu mutlaka

Resim defterimizdeki damat.

Yedi günde yarattığımız dünya

Mutlu olurduk pastel koksa.

 

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:

Olanlar oldu tanrım

Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

 

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Kapının arkasında yokum demiştim

Ve divanın altında da.

Bulamazsınız ki artık beni,

Hayatın ortasında.

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar

Beni kimse bulamazdı

Tanrı’nın arkasına saklansam.

O Kocamandı,en kocamandı o.

Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

 

Bir zamanlar kendimi

Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.

Kaç metredir benim yokluğum?

Benden daha çok var sanmıştım.

Benim yokluğumdan dünyaya

Bir elbise çıkar sanmıştım.

Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan

Sonunda ben de alıştım.

Ah...dedim sonra,

Ah!

 

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,

İçim sıkılmasa o kadar

Tek bir satır bile okumazdım.

Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı

Bir derdi var derdim.

Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.

Ninni derdim,ninni bebeğim!

Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini.

Plastik gözkapaklarının ardında,

Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,

Gözyaşları da.

Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.

Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,

Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

 

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,

Kırıklar dolar kucağına,

İşte orası umudun tarlasıdır.

Ve orada başaklar ağırlaştığında,

Sayısız ah dökülür toprağa.

 

İç ses, diye söylendim

Ve ah dedim sonra,

Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

 

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,

Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.

Meyveleri tatsızdı

Eski bir lanetten dolayı

Herkes dişlerdi acı meyvelerini,

Ve herkes söverdi ona.

İsmini yazardı herkes onun bağrına,

Ah derdi o. Ah!

 

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası

‘İnsan unutandır

ve insan unutulmaya mahkum olandır.’

Tanrı şöyle derdi o zaman:

Ah!

 

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,

Ulaşılamazdı,

Sen sarılmak istesen ona,

O sana sarılmazdı.

Ne çok dikenin vardı Tanrım!

Ne çok isterdim,

Sana sarılamazdım.

Ve şöyle derdim o zaman:

Ah!

 

Ahlat ahların ağacıydı,

Yaşlanmaya başlayanların,

İtiraf edilememiş aşkların,

Evde kalmış kızların.

Ahlat ahların ağacıydı,

Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,

Öyleydi işte.

 

Ve etimoloji Eti’lerden kalma

Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.

Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,

Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.

Mesela o zamanlar

Mutsuz olduğunda insanlar,

Yok olurmuş bazı dakikalar.

 

Gülümsedim o sıra,

Bazen sevinirim,

Sevinmek nedense hep yedi yaşında

Ve ah... dedim sonra,

Ah!

 

Bazen ah diyorum durmadan,

Şimdi ben ahlatın başında,

Otuz iki yaşımda.

Ahlar ağacı gibi.

Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,

Mavi, mor,kırmızı ve yeşil,

İstedim,hep istedim,

Sen iste derdim,iste yeter ki

Vereyim.

Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım,

Eksikli yaşamaktan.

Ahlar ağacıyım,gibisi fazla.

Başka bir şey istemem

Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,

Hesabımı vermekten başka.

 

Vasiyetimdir:

Dalgınlığınıza gelmek istiyorum

Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

 

At arabasıyla kağıt toplardı

Her sabah çingene kadınlar.

Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar

Şaşırırdım

Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

 

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.

Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma

Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

 

Yeniden doğmuş olurdum oysa,

Öldüğümü sandıklarında,

Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

 

Vasiyetimdir:

En güçlülerinden seçilsin

Beni taşıyacak olanlar.

Ahtım olsun,

Yükleri ağırlaşsın diye iyice,

Tabutumun içinde tepineceğim.

 

 

2-

Bir göl vardı evimizin karşısında,

Mavi gözleri olan,

Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.

 

Ya siz,

Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?

Nasıldı

Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?

 

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç

Annem sevindiydi hatırlarım.

Ah demişti.

Ah!

Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.

Bazen sevinince annem gibi,

Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı,

Sıcak yemeklerin.

Başına diktikleri o taş,

Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.

Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz.

 

İç ses!

Bu bahsi kapa!

 

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.

Çoktandır öksüz olan mutfakta

Buğulandı ve ağladı camlar,

Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.

Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,

Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,

Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,

Sanki biraz rahatladım.

Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,

Artık kimse mutsuz olmayacaktı.

Ah...dedim sonra,

Ah!

İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,

Aynı vampir gibi çıkacağız.

Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,

Sanki biraz ferahladım.

Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:

Hala aç mısın?

 

Bir tren geçti yine tam o sıra

Ustura gibi kara,

Düdük çala çala,

Geçti şiirimin ortasından.

Kes şunu dedim,kes artık!

Oldu olacak,

Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.

Merak ederdim,

Kesik başları ve sarı ışıklarıyla

Nereye gider bu insanlar?

Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce

Bir kara yılan gibi,

Bilemezdim menzil neresi?

 

Ah...dedim sonra

Ve acilen makas değiştirdim.

İç ses, diye söylendim,

Raydan çıkma bundan sonra.

 

Kuyruk sallardı,

annemden kalma maaşım

her üç ayın sonunda.

Sevinirdi,

Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.

Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,

Muhabbet ederdik kuyrukta.

Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,

Fötr şapkalı kelimeleriydik,

Çürük dişlerimizle bizler,

Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,

Saf ve pembe gülümserdik.

Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.

Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,

Neden hep aynı yerdeyiz,

Hayattan söz edilirdi,

Zor denirdi,

Ve ardından susulurdu mutlaka.

 

Fötr şapkalı amcalardan biri

Ah derdi sonra,

Ah!

Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

 

3-

“Bir Arap şairi şöyle demiş,

Savaşta yenilen halkına,

Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır”

 

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma

Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,

Sorardı:

Daha yazacak mısın?

Hayır derdim,

Artık yazmayacağım.

Ama şöyle denir:

Kılıç çeken kılıçla ölür.

Ama şöyle denir:

Kaderden kaçılmaz.

 

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,

Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.

Yıllarca biriktirdim

rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.

Aşık olduğumda,

Çikolata kokardı kırmızı yazgım.

hayatıma hayat diyemem artık.

sarı yazgım her sonbahar onu

biraz daha fazla,ömür yaptı.

Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

 

Kara yazgımı şimdi kim bilir

Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?

Ah.. dedim sonra

Ah!

 

İç ses, diye söylendim,

Başımda rüzgar vardı

Başımda uğultular...

Kalbim usulca kıpırdardı

Ve ses çıkarırdı dokununca

Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda rüzgar vardı,

Yine esiyordum

Hızla dönmeye başladı kalbim

Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki

Bir başkası olsa.

Başımda uğultular...

Fırtına çıktı sonra,

Yaşadığını anladı kalbim,

Böyle yaşanamaz derdi

Bir başkası olsa.

 

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.

Kaç meydanını okudum da bu hayatın.

Yalnızca iki harfini öğrendim:

A

H!

 

Ah benim nergis kokulu cehaletim...

Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda

Anlatmak isterdin kendini durmadan

Bir bardağa bile olsa.

Ne diyecektin, ne söyleyecektin

Şairlerin şahı olsan,

Bir AH’dan başka.

Ah benim nergis kokulu cehaletim

Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.

AH!

 

Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım tanrının eliydi,

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,

Çok şey geçmiş gibi başımdan

Ah dedim sonra,

Ah!

 

İç ses, diye söylendim.

Gel!

Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

 

Vasiyetimdir:

Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...

 

Didem madak

 

 

https://www.box.com/s/k0f51mbm9jt4c1kj36ms

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.