Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İŞKENCE!nedir?İŞKENCE'siz yapamıyormuyuz?


Yayamaz Kayımca

Önerilen İletiler

59- İhmalîdavranışla insan öldürülebilir mi?


Evet. Bıçaklanan birine yardım etmeyen veya plajda boğulmak üzere olan çocuğa yardım etmeyen kimse ihmalî hareketiyle bu kişilerin ölümüne yol açmıştır. Ancak kanunumuz her yardım etmeyenin öldürme suçundan sorumlu tutulmasını doğru bulmamış, bu nedenle ancak hukuksal olarak hareket etmekle, yardım etmekle yükümlü olanların meydana gelen neticeden sorumlu tutulmasını benimsemiştir.

Kamu görevi veya sözleşme
Peki hukuken harekete geçmekle, yardım etmekle yükümlü olanlar kimlerdir? Kanunumuza göre öncelikle bir kanun yardım etmek yükümlülüğü getirebilir. Örneğin Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu polise vatandaşın canını, ırzını ve malını koruma yükümlülüğü getirmektedir. Dolayısıyla bu tür durumlarda yardım etmeyen polis meydana gelen neticeden sorumlu olacaktır.
Keza Medeni Kanun anne-babaya, eşlere yardım yükümlülüğü getirir. Çocuğu boğulurken seyirci kalan anne veya baba; eşi suda çırpınırken yardım etmeyen koca, meydana gelen neticeden dolayı cezalandırılır.
İkinci olarak bir sözleşme ile de yükümlülük yüklenebilir. Örneğin, plajdaki cankurtaran; çocuğa bakan bakıcı vs. de sözleşme ile yükümlülük üstlenmişlerdir. Plajdaki cankurtaranın boğulanlara yardım etmemesi; çocuk bakıcısının çocuğu ocağın üzerinde kaynayan suya doğru giderken engellememesi halinde sorumlu olacakları açıktır.


Tehlikeyi yaratanın görevi
Son olarak önceden yapılan yükümlülüğe aykırı tehlikeli bir hareket de kişiyi meydana gelen neticeyi engellemekle yükümlü kılabilir. Örneğin, arabasıyla yanlışlıkla çarptığı bir kimseye yardım etmeyip, hastaneye götürmeyen kişi meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulacaktır (md. 83).
Burada akla şöyle bir soru gelmektedir. Bir neticeyi önlemek konusunda hukuksal yükümlülüğü olmayan kişi, tehlikede olan birine yardım etmediği takdirde cezalandırılamayacak mıdır? Kanunumuz bunu da düzenler. Hukuksal yükümlülüğü olan kimseler yardım etmedikleri takdirde öldürme veya yaralama suçundan sorumlu tutulurken; hukuksal yükümlülüğü olmayan kimselerin yardım etmemesi durumunda 'yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi' suçu (md. 98) oluşacaktır. Örneğin bir trafik kazasını görüp de olay yerinde durup yardım etmeyen veya durumu yetkili mercilere bildirmeyen diğer araç sürücüleri bu madde hükmüne göre bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılacaktır. Bir kimsenin ihmalinden ötürü sorumlu tutulabilmesi için hareket olanağının bulunması gerekir. Örneğin, boğulmakta olan birisine yardım etmeyen kimse yüzme bilmiyorsa, yardım etmemekden dolayı cezalandırılamaz, doğal olarak.
60- İntihar suç mudur?
Hayır. İntihar etmek veya intihara teşebbüs suç değil. Ancak başkasını intihara azmettirmek, teşvik etmek veya başkasının intiharına yardım suç. Bir kimse hastalığı dolayısıyla çektiği ıstıraplar dolayısıyla yardım istese dahi, bu kişinin intiharına yardım suçtur (md. 84).
Kanunumuzda yeni getirilen bir hüküm de, başkalarını alenen intihara teşvik etmeyi cezalandırmaktadır. Örneğin satanistler gibi grupların aleni olarak intihara teşvik etmeleri, yardım veya azmettirme olmasa dahi yaptırım altına alınmıştır.
61- Bırakılan, 'İntiharımdan şunlar sorumlu' yazısı, suçlanan kişilere ceza gerektirir mi?
Kural olarak hayır. Bir kimse serbest iradesiyle intihar etmişse, intiharına neden olanlar, intiharı teşvik etmedikçe, intihar kararını kuvvetlendirmedikçe veya intihara yardım etmedikçe sorumlu tutulamazlar.
Bir kimsenin başkalarına kızarak intihar etmesi durumunda, kızdığı kimselere yüklenecek bir sorumluluk yoktur.
62- "Sevdiğime vermezseniz intihar ederim" dedi, etti, kimler sorumlu?
Bir kızın erkek arkadaşını terk etmesi sonucunda, terk edilmesine üzülerek erkeğin intihar etmesi; ya da kızın, beni sevdiğime vermezseniz intihar ederim deyip de intihar etmesi hallerinde de cevap yukarıdaki soruya verilen cevapla aynıdır. Bu tip hallerde, erkek arkadaşını terk eden kızın, kızı sevdiğine vermeyen anne-babanın kural olarak cezalandırılması söz konusu olmaz.
63- İntihar etmek isteyene 'Atla, atla' diye bağırmak suç mu?
Bir kimseyi intihara teşvik etmek yeni Türk Ceza Kanunu'na göre suç sayılmıştır (madde 84).


Ölüm orucunda kritik 'bilinç'
64- Kimse tedavisi için zorlanamaz dedik, peki cezaevlerindeki açlık grevleri?
Kural bu olmakla beraber anayasamız, kanunda yazılı hallerde kişinin vücut bütünlüğüne dokunulabileceğini açıklamaktadır (md. 17).
Bu çerçevede Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 82. maddesi, hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi durumunda öncelikle bunun sonuçları hakkında bilgilendirileceği, bundan sonuç alınamaması halinde ise kurum hekimince belirlenen rejime göre beslenmelerine başlanacağını; bu hükümlülerden hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın muayene, tedavi ve beslenme gibi tedbirlerin alınacağını hükme bağlamaktadır (md. 82).
Ancak, kanımca, bu olması gereken hukuk açısından doğru değildir. Herkesin kendi geleceğini belirleme hakkı vardır. Eğer bir örgüt baskısı vs. olmadan açlık grevi yapılıyorsa, bu bir haktır ve kişi zorla beslenemez.
Çünkü tıbbi müdahale bakımından aslolan kişinin rızasıdır. Fakat kişi artık rıza beyan edemeyecek bir safhaya geldiği takdirde, bu andan itibaren müdahale edilebilir.


'Topuktan vurma' için artık özel madde var
65- 'Topuktan vurma' diye ünlenen saldırganlığın ayrı cezası var mıdır?
Türk Ceza Kanunu'nun 106/3. fıkrasına göre, tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, tehdit suçunun dışında ayrıca bu suçlardan dolayı da ceza verilecektir.
Böylece aslında tehdit amacına yönelik olarak bir kimsenin ayağından kurşunlanması veya malına zarar verilmesi gibi eylemler yapıldığında, fail sadece yaralama veya mala zarar verme suçundan dolayı değil, ayrıca tehdit suçundan dolayı da cezalandırılacaktır.
66- Eşini zorla tutanlara daha ağır cezalar mı var?
Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilirken; eşin, çocuğun, anne-babanın zorla tutulması veya cinsel amaçla bir kimsenin hapsedilmesi veya kaçırılması durumlarında ceza artırılacak (md. 109).


İşkenceyi görmemek suç
67- Hilkat garibesini öldürmek suç mudur?
Bir insandan canlı doğan her varlık insandır ve bunu öldürmek insan öldürme suçunu oluşturur. Yaşama kabiliyeti olmasa da böyle bir bebeği öldürmek suç.
68- Anne karnındaki bebeği düşürtmek 'öldürme' suçu mu?
Hayır. Anne karnındaki bebeği düşürme durumunda, öldürme değil, çocuk düşürme veya düşürtme suçu söz konusu olabilir. Öldürme suçunun oluşabilmesi için ceninin doğması ve en azından bir kere nefes alması gerekmektedir. Ancak bu andan sonra cenin insan olmaktadır.
69- Gayrimeşru bebeği öldüren anneye indirim var mı?
Eski ceza kanunumuz, namusunu kurtarmak amacıyla yeni doğmuş çocuğunu öldüren annenin cezasında indirim öngörmekteydi. Yeni kanun bu indirimi kaldırmış olup, aksine anne kendi çocuğunu öldürmekten dolayı normal bir kimseyi öldürmeye nazaran daha ağır ceza alacaktır.
Bu düzenleme isabetlidir, doğum kontrol yöntemi kullanmayan ya da ilk 10 haftalık gebeliği yasal sınırları içinde sonlandırmayan ya da 10 haftadan sonra da insan öldürmeye nazaran daha az cezayı gerektiren çocuk düşürme suçunu işlemeyen bir annenin, çocuğun doğmasını bekleyip de ondan sonra öldürmesi halinde cezasının indirilmesinde haklı bir neden yoktur.
70- Çocuk düşürmek suç mudur?
Kanun çocuk 10 haftalık oluncaya kadar kadının rızasıyla çocuğunun alınmasına olanak tanır. 10 haftadan sonra bir çocuğun alınması ancak tıbbi bir zorunluluğun varlığı halinde yasal olacak, aksi takdirde cezalandırılacaktır. Yeni kanun yeni bir hüküm de getirmiştir:
Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi 20 haftaya kadar olan gebelikler kadının rızası olmak ve uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmek kaydıyla cezalandırılmayacaktır (md. 99). Bu suretle, tecavüze uğrayan kadına bebeğini aldırmak için daha geniş bir imkân tanınmıştır.
71- İşkenceyi yapan bulunamazsa kimse ceza almaz mı?
Bu, suçun ihmalî davranışla işlenmesidir. Böylece örneğin bir karakolda işkence yapılırken seyirci kalan polis memurları da ihmali hareketleri dolayısıyla sorumlu tutulabilecekler, bir yerde işkence yapıldığında, kimin yaptığı ispat edilemese bile, görevli polis memur ve amirleri, ihmallerinden ötürü cezalandırılabilecek (md. 94).
72- 'Eziyet etmek' suç mudur?
Yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz gibi eylemlerin sistematik bir şekilde ve süreklilik arz eder şekilde işlenmesi, yeni bir suç tipi olarak 'eziyet' suçuna vücut vermektedir (md. 96).
73- Cinsel saldırı suçu nedir?
'Irza tecavüz' suçunun adı artık 'cinsel saldırı' suçudur.
Suç, dokunma, okşama, otobüste, dolmuşta veya kalabalık yerlerde kadınları (ve elbette erkekleri de) sıkıştırmak gibi vücut dokunulmazlığını ihlal eden hareketlerle yapılabileceği gibi; vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle de işlenebilecek. Bu ikinci halde, faile daha
ağır bir ceza verilecektir.


Kadınlar da fail olabilir!
Bu suç bakımından eski Türk Ceza Kanunu'na göre en önemli fark şudur: Eski kanuna göre bu suçun sadece erkekler tarafından işlenebileceği kabul edilirken, yeni kanunumuza göre bu suçun faili hem erkekler hem de kadınlar olabilmektedir.
Yine eski kanun örneğin oral ilişkiyi 'ırza tasaddi' olarak değerlendirerek daha hafif cezalandırırken, yeni kanunumuz
oral ilişkiyi de cinsel saldırı suçu olarak kabul etmektedir. Ayrıca oral, anal ya da cisim sokulması da cinsel saldırı suçunu oluşturacaktır.
Suçun mutlaka karşı cinse karşı işlenmesi gerekmemekte, aynı cinsler arasında da bu suç işlenebilmektedir.
Dolayısıyla hemcinsler veya karşı cinsler arasındaki anal ilişki de cinsel saldırı suçunun kapsamına girmektedir.


Cinsel suçlarda yenilik çok

Yeni kanunun bu konuda getirdiği önemli bir hüküm de, evlilik içi zorla cinsel ilişkilerin de cinsel saldırı suçu olarak kabul edilmesidir. Bu takdirde fail 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilecektir. Ancak bu suçun eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdur eşin şikâyetine bağlı kılınmıştır (md. 102).
75- Reşit olmayanlarla cinsel ilişki nasıl düzenlenmiştir?
Yeni kanunun 104. maddesine göre 15 yaşını bitirmiş çocukla rızasıyla cinsel ilişkide bulunan kimse altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Burada, cinsel ilişkiye girenlerin ikisinin de 15 yaşından büyük ve fakat 18'den küçük olmaları halinde fail ve mağdurun kim olduğunu tespit bakımından ortaya bir sorun çıkar. Hüküm hatalıdır. Uygulamada daima erkek çocukların fail, kızların ise mağdur sayılmaları gibi sakıncalı bir sonuca yol açabilecektir. Ayrıca verdiğim örnekte fail ve mağdur belirsiz olduğundan, şikâyet hakkını kimin kullanacağı da belirsiz. Failin mağdurdan beş yaştan daha büyük olması durumunda, failin cezasının iki kat artırılacağı öngörülmüştür.
76- Kanunumuzda ensest suçu var mı?
Ensest suçu birçok Batılı ülkelerden farklı olarak kanunumuzda düzenlenmemiştir. Bunun sonucu olarak reşit çocuklarıyla rızalarıyla ilişkide bulunan anne veya baba (veya diğer yakınlar) cezalandırılamaz. Reşit çocuklarıyla zorla ilişkiye giren anne-babaya ise normal kimselere nazaran daha ağır bir ceza verilir (md. 102/3-c).
Ancak ensest suçunun düzenlenmemiş bulunması, 15-18 yaş arasındaki çocuklarıyla rızasıyla da olsa ilişkiye giren anne veya babanın cezalandırılmasına engel değildir. Ayrıca bu durumda 'reşit olmayanla cinsel ilişki' suçunu oluşturan bu eylemden dolayı ebeveynin cezası iki kat artırılacaktır (md. 104). 15- 18 yaş arasındaki çocuğuyla zorla veya hile veya tehdit veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı
olarak ilişki kuran ebeveyn ise 'cinsel istismar' suçundan dolayı cezalandırılır ve başka bir kimseye nazaran ebeveyne daha ağır bir ceza verilir (md. 103).
15 yaşından küçükler bakımından ise, bunların rızası da olsa suç 'cinsel saldırı' suçu olarak kabul edilir ve normalde 8 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası anne veya baba bakımından yarı oranında artırılarak uygulanır. Bu ağırlaştırıcı neden üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren vb. kimseler bakımından da uygulanır. 15 yaşından küçükler ile cebir veya tehdit kullanılarak cinsel ilişki kurulması halinde ceza tekrar yarı oranında artırılacaktır. Suç sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması durumunda verilecek hapis cezası 15 yıldan az olamayacaktır (md. 103).
77- Halk arasında 'cinsel taciz' denilen şey kanunda farklı mı düzenlendi?
Bir kimseye dokunmak veya cinsel ilişki kurmak şeklindeki hareketler cinsel saldırı suçunu oluştururken, bir kimseye dokunmaksızın cinsel amaçlı olarak taciz edilmesi cinsel taciz suçunu oluşturmaktadır. Böylece bu suçun genellikle laf atma şeklinde işleneceği anlaşılmaktadır. Kanun bu durumda faile üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adli para cezası verilmesini öngörmüş bulunmaktadır. Erkeklere de laf atılması durumunda faile aynı ceza uygulanacak.
İşyerinde taciz: Bu suçun hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenmesi durumunda, ceza artırılacak; bu fiil nedeniyle mağdur işi terk etmek mecburiyetinde kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamayacaktır (md. 105). Böylece patron ya da yöneticinin çalışanlarını taciz etmesi, aynı işyerinde çalışanların birbirine yönelik tacizleri durumunda ceza artırılacaktır.
Ayrıca eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılarak bu suç işlendiği takdirde de ceza artırılacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 96
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Vurma ogluma.. vurma kizima..

 

Sorgusuz sualsiz neden vurursun oglumu kizimi?

 

 

Sucu nedirki demir kelepceler takarsin koluna

 

 

 

Hirsizlikmi yapti,yolsuzlukmu yapti,memleketinimi satti?

 

 

Sucu nedirki vurur durursun cenderme oglum baglamissin ellerini kollarini

 

 

 

Bicare olduklarini görürsün sana birsey demedilerki niye hemen kabarirsin

 

 

kabarip oglumu kizimi haksiz yere döversin

 

niye kizginliga gelip onlara söversin?

 

 

 

 

 

 

Anlatirmisin bana cenderme oglum siz bu mazlumlardan ne istersiniz?

 

 

Fikrini söylemek sucmudur?

 

 

Özgürlük istemek sucmudur?

 

Insanca esitce yasamak sucmudur?

Ayirim kayirim yapmadan herkese adalet herkese demokrasi istemek

 

 

 

 

 

sucmudur?

 

 

 

Inanc yada inancsiz olmak sucmudur?s

 

oygunculari,vurgunculari

 

 

 

 

 

insanlari ikiye ayiran topal ayilari,fakirden alip kendi cebini dolduran

 

emmi dayilari adalet önünde yargilayin demek sucmudur?askin kitabini yolun kitabini okumak sucmudur?özgürlük türküsünü söylemek sucmudur?dostuna yoldasina ask ile selam vermek sucmudur?

Hele bir düsün tasin cenderme oglum inceden ince

onlar her ne kadar sucluysa sana göre ama insandir önce

varmi doga kanununda böyle iskence bak ne yapmis ne etmis hic soruyormusun?

 

 

 

 

 

 

Sende cok iyi biliyorsunki onlar sucsuzdur bunu görüyorsun

 

 

kimden emir aldin böyle acimasiz vuruyorsun?

 

 

 

Deli dervis der ya cenderme oglum insan dedigin hic böyle zalim olurmu?onlar insan sende insansan eger peki hic böyle insanlik disi zulüm olurmu?

 

 

yasamak hakki her insanin hakki hic ceza iskence ve ölüm olurmu?

 

 

 

 

Deli dervis..

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsanın onuruna ve bedenine yapılan bu büyük saldırıyı "İŞKENCEYİ" mazur gösteren zihniyetler ve bu konuyu gizleyenler,yazmayanlar,susanlar zihniyeti bizden olamaz.Suçu ne olursa olsun insana işkence ve eziyet edilemez.Eğer işkenceciler bu kadar rahat ve bu kadar pervasızlaşırlarsa bilinizki işkence görenler ve onun gibilerin ayrışmaları ve birbirlerine hasımlıkları çoğalmış demektir.Birbirine hasımhane tutum için çaba harcamak yerine her ilerici ve insancıl düşünceyi yada düşünenleri eklemleyip çoğalmadıkça,Anadolu insanının insani tüm değerlerini sentezleyip birleşmedikçe bu ve benzeri olayların ardı kesilemez.

 

 

 

 

 

“Ben, manevi miras olarak hiç bir ayet, hiç bir dogma, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”

 

M.Kemal ATATÜRK

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kürkçüler E Tipi Cezaevi’nde tutulan Gazeteci Nesrin Yazar’ı ziyaret eden annesinin koluna ‘Önce Vatan’ yazılı damga vuruldu. Uygulamaya tepki gösteren Yazar, damgayı silmemesi için gardiyanların tehditlerine maruz kaldı. Uygulama, Nazi Almanya’sında Yahudilere getirilen damga zorunluluğunu hatırlattı.

Siyasi tutuklu ve hükümlüleri ziyaret eden yakınlarının kollarına vurulan “terör” veya “siyasi” yazılı damganın ardından şimdi de “Önce Vatan” yazılı damga kullanılmaya başlandı. Mersin’de 15 Şubat tarihinde haber takip ettiği sırada gözaltına alınarak tutuklanan DİHA Muhabiri Nesrin Yazar’ı Kürkçüler E Tipi Cezaevi’nde ziyarete giden 55 yaşındaki annesi Ayşe Yazar’ın koluna “Önce Vatan” ve “Görülmüştür” yazılı damgalar vuruldu.

Gardiyanlardan tehdit

Uygulamaya tepki gösteren Yazar, İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi’ne başvurarak, hukuki yardım talep etti.

Böyle bir uygulamayla ilk kez karşılaştığını belirten Yazar, “Onur kırıcı bir uygulamaydı. Bu damgayı diğer hükümlü ve tutuklu ailelerine de vurdular” dedi. Yazar, kolundaki damgayı silmemesi için gardiyanların tehditlerine de maruz kaldığını iddia ederek, “Ziyaretçi 2 kişi, kolundaki damgayı silince gardiyanların baskısına maruz kaldı ve uzun bir süre cezaevinde bekletildi” diye konuştu.

Keyfi uygulamalar

Cezaevindeki keyfi uygulamaların damgayla sınırlı kalmadığına dikkat çeken Yazar, dakikalarca görüş kabininde bekletilmesine rağmen kızının getirilmediğini belirterek, “Herkesin görüşeceği kişi gelirken, Nesrin’i getirmediler. Oradaki kadın gardiyana ‘Neden Nesrin’i getirmiyorsunuz, 15 dakika oldu burada bekliyorum’ dedim. O da ‘Bekle gelir, onları ayrı getiriyoruz’ diyerek beni tersledi” dedi. Yazar ayrıca, cezaevinde kalan tutukluların da hakaret ve tehditlere maruz kaldığını, mektup, telefon ve gazete yasağı getirildiğini, koğuş kapılarının saat 20.00 yerine 19.00’da kapatılmaya başlandığını da aktardı.






Sincan Kadın Cezaevi'nde işkence ve taciz iddiası


İnsan Hakları Derneği (İHD), Ulucanlar Cezaevi'nden Sincan Kadın Kapalı Cezaevi'ne sevk edilen bazı kadın tutuklulara sistematik işkence yapıldığını ve kadınların tacize uğradığını ileri sürdü. İHD Ankara Şubesi ve Çağdaş Hukukçular Derneğinin, dün kamuoyuna açıkladığı raporda yer alan iddialar şöyle:

18 Ağustos'ta ziyaret edilen tutuklu Nilüfer Şahin'in vücudunda sol kol dirsek hizasında çürükler ve vücudunun çeşitli yerlerinde morartılar tespit edildi. Sincan Nöbetçi Savcılığı'na yapılan şikâyet dilekçesi ve doktora çıkma talepleri reddedildi.

Üç kadın tutuklu sevk sırasında anüs ve aramasına maruz kaldı.

"Düzeni kontrol edeceğiz" diye keyfi biçimde hücrelere girildi.

Sıcak su verilmiyor, içme suyu paslı ve kirli. Tek gün açık olan kantinden alınan sular bittiği takdirde kadınlar susuz kalıyor.

Dilekçe ve suç duyuruları için sayı numarası verilmiyor, acil dilekçeler dahi idari görevlilerce alınmıyor.

Koridordaki hoparlörlerden bilinçli seçilmiş müzikler dinletiliyor.

Tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin tesadüfen aynı anda ışık söndürmelerine karşı "Eylem mi yapıyorsunuz" iddiasıyla tutanak tutuldu.

Tutuklulardan Figen Çağrı'nın beş günlük hücre cezasından dönüşünde eşyaları verilmedi.

Kadınların ortak kullanım alanlarında akustik bir ses düzeneği var ve ses yayılması sonucu konuşanlar birbirini algılayamıyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

TECRİT.. HAPİSHANELERDE HAK İHLALERİ TECRİTLE, BASKI DAYAK VE İSKENCEYLE SÜRÜYOR!

 

 

1 Haziran'da uygulamaya konan yeni Ceza İnfaz Kanunu ile birlikte F-tipi hapishanelerde tecrit ağırlaştırıldı.

Siyasi iktidar 5 yıldır evlatlarımızı tek ve üç kişilik hücrelerde tutarak yalnızlaştırmaya çalıştı. Onları bizden, arkadaşlarından ayırmayı yeterli görmedi.

 

Hapishanelerde birbirleriyle haberleşmelerini engellemeye çalıştı. Birbirlerinin ihtiyacına yardımcı olmalarını engellemek için hapishane duvarlarının üzerini jiletli tellerle ördü. Bir avuç gökyüzü hakkı da böylece gasp edildi.

Son üç ayda ise devrimci tutsakların haberleşme ve yayın alma hakları önündeki engeller dağ gibi büyüdü. Artık mektuplarını göndermeye çalıştıkları için dahi soruşturmalara uğruyorlar. Evlatlarımızın her türlü hakları, talepleri keyfilikle engelleniyor. Bu keyfi uygulamalara karşı yaptıkları suç duyuruları görmezden geliniyor. Uğradıkları saldırılar karşısında hapishane idareleri hakkında açılan soruşturmalara takipsizlik kararı veriliyor. Hiçbir açıklama yapılmadan, gece yarıları hücrelerine operasyonlar düzenlenerek, işkenceyle sürgün sevke başka bir hapishaneye gönderiliyorlar. Tecriti protesto amacıyla slogan attıkları için günde iki defa saldırıya maruz kalıyorlar. Artık hapishanelerde türkü söylemek yasak! Türkü söylemek, gülmek, konuşmak… hepsi yasalarla engellenmiş durumda. Sözde yasal olan bu engellemelere karşı çıktıkları için üst üste ceza alıyorlar. Havalandırma kapıları kapatılarak hücre içerisinde hücre cezası çekiyorlar.

Yaptıkları her şey, her davranışları yasalarca çezai müeyyideye tabi tutuluyor. Son üç ayda ardarda verilen mektup ve görüş yasaklarının haddi hesabı yoktur. Fiili olarak bu hakları artık gasp edilmiş durumdadır.

Hapishanelerde süren tecrit bugün baskı, dayak ve işkenceyle sürmektedir. İnsanım diyen hiç kimse bu sorunlara duyarsız kalamaz.

Bizler Tayad'lı Aileler olarak diyoruz ki; F-tipi hapishanelerde tecrite baskıya ve işkencelere son vermek için sizde sesinizi sesimize katın!

 

TECRİT İŞKENCEDİR!

F-TİPİ HAPİSHANELERDE, TECRİTE, İŞKENCEYE VE BASKILARA SON VERİLSİN!

 

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde boş pet su şişesi krizi yaşanıyor. Tutukluların cezaevi kantininden satın aldıkları içme suyu şişelerini geri almak isteyen cezaevi idaresi, önce tutuklulara “kantinden içme suyu alma yasağı” getirdi. Ardından da hücrelere, “boş pet su şişesi operasyonu” düzenledi. Su biriktirmek için kullandıkları şişelerin alınmasına karşı çıkan tutuklular jandarmanın saldırısına maruz kaldı. Bu sefer saldırılara tepki gösteren tutuklular hakkında disiplin soruşturmaları açıldı.

 

“Bisküvilerin parçalanarak mozaik pasta yapılması”ndan “naylon bıçağın yanlışlıkla çöpe atılarak kamu malına zarar verilmesi”ne kadar, F tipi cezaevleri 7 yıldır, insan aklının sınırlarını zorlayan gerekçelerle açılan disiplin soruşturmalarına sahne oluyor. Tecrit ile sevkler sırasında yaşanan fiziksel işkencenin devam ettiği F tipi cezaevlerinde, sık sık tutuklulara uygulanan disiplin cezaları ise, tutuklulara ikinci bir ceza oluyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşkenceyi Önlemek İçin Denetim Yokİnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Asya Bölümü Sorumlusu Jonathan Sugden, gözaltında işkenceyi önlemek için karakolların denetimi konusunda Eylül ayında önerdikleri modelin uygulanması için henüz hiçbir gelişme kaydedilmediğini söyledi.

 

 

 

 

Yıldız SAMER İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW, Human Rights Watch) Avrupa ve Asya Bölümü Sorumlusu Jonathan Sugden, gözaltında işkence ve kötü muamelenin önlenmesi için Eylül ayında hazırladıkları raporda ve yayımladıkları basın açıklamasında yer alan temel önlemlere ilişkin Türkiye'deki yetkililerden henüz resmi bir yanıt alamadıklarını söyledi.

 

bianet'in sorularını yanıtlayan Sugden, HRW'nin 6 Ekim AB İlerleme Raporu öncesinde "Türkiye'de Gözaltında İşkenceye Son Verilmesi: Çözümleme ve Öneriler" başlıklı rapor çerçevesinde önerdikleri ve kolaylıkla uygulamaya konulabilecek üç basit önlem konusunda iki kere, özel olarak Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığına (BİHB) mektup gönderdiğini anlattı.

 

"Elektronik posta ile gayrı resmi biçimde bir kez birime, bir kez de BİHB Başkanı Vahit Bıçak'a bu konuda bir şeyler yapılıyor mu diye sordum, ama bir cevap alamadım" diyen Sugden, "Daha sonra İçişleri Bakanlığı'ndaki bir görevli ile de görüşerek kendisine bu önerileri uygulamaya geçirmenin önemini ve kolayca uygulanabilecek, maliyeti sıfır olan önlemler olduğunu anlattım; ancak onlar da umut verici bir şey söylemediler" diye konuştu.

 

Gözaltında İşkenceye Son Verilmesi: Çözümleme ve Öneriler

 

İnsan Hakları İzleme Örgütü, 22 Eylül 2004 tarihli "Türkiye'de Gözaltında İşkenceye Son Verilmesi: Çözümleme ve Öneriler" başlıklı raporunda polis karakollarının kamu denetimine açılmasını sağlamak amacıyla bağımsız gözlemcilerin gözaltı birimlerini aniden ziyaretleri gibi adımlar atılabileceğini ve bunu kolaylıkla uygulamanın mümkün olduğunu belirtmişti.

 

Raporla ilgili yayımlanan brifingde İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Komitesi ile Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi'nin tavsiyelerini yansıtan 3 temel öneri şunları kapsıyor:

 

* Savcı ve valilerin polis karakolları üzerindeki denetim yöntemleri ve araştırma sonuçları kamuoyuna açıklanmalıdır.

 

* Varolan yerel insan hakları kurullarına katılan Baro ve Tabipler Odası temsilcilerinin, bağımsız gözlemci olarak polis karakollarına haber vermeden ziyaretlerde bulunabilmeleri desteklenmelidir.

 

* Hükümete ve sivil toplum kuruluşlarına bildirilen işkence iddialarına bakanlık seviyesinde idari bir tepki olarak, Ankara, söz konusu polis birimlerine müfettiş göndermeli, polislerin ilgili yasaları, yönetmelik ve genelgeleri uygulayıp uygulamadığını sorgulayıp gereken tedbirleri alarak, bu konuda ilerleme sağlamalıdır.

 

İnsan Hakları İzleme Örgütü, raporunda "Adalet ve İçişleri Bakanlıkları bu önlemleri kısa sürede pratiğe geçirirse, yasalara daha iyi bir uyum birkaç hafta içinde gerçekleşecektir" diyor.

 

Türkiye turu

 

Konuyla ilgili olarak ve gayrı resmi biçimde Hani Kaymakamı ile Hazro Jandarma Komutanı ve Emniyet Müdürü ile görüştüğünü söyleyen Jonathan Sugden görüşmelerini şöyle özetledi:

 

"İlçe İnsan Hakları Kurullarına denetim imkanı yaratılmasının iyi olacağını anlattım. Ama görevli emniyet amiri, 'bu kurulların böyle bir şey yapmasının pek fazla bir faydası yok; çünkü bugünlerde gözaltında kalan yok, olay yok, kesinlikle işkence vakası sözkonusu değil. Bu denetimin pek faydası yok' dedi. "

 

Sugden, istenilenin de bu olduğunu belirterek "Altı ayda bir karakollara yapılacak ani ziyaretlerde herşeyin yolunda gittiği tespit edilirse o zaman işkence iddiası da kalmaz. O zaman neden yapılmasın?" diye konuştu.

 

Bingöl Valisi'nden randevu isteyen ancak kendisiyle görüşemeyen Sugden, Bingöl ve Diyarbakır Baro Başkanları ile yaptığı görüşmelerde Baro Başkanlarından öneriye olumlu yanıt aldı:

 

"Bingöl Baro Başkanı 'evet biz de bunu yapmak istiyoruz; daha önce bu konuda bir öneride bulunmuştum; ama olumlu veya olumsuz bir yanıt gelmediği' dedi. Diyarbakır Baro Başkanı da bu konuda bir girişimde bulunacağını belirtti."

 

Şimdilik somut bir girişim yok

 

Sugden, "Ancak şimdilik elle tutulur bir gelişme yok. Aslında istediğim, 17 Aralık'tan önce 20 il ve ilçede önerdiğimiz şekilde ziyaretler yapılmasıydı. Bir tanesi bile henüz gerçekleşmedi" dedi.

 

Sugden, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının karakol denetleme hakkı olduğunu, ancak bu konuda kendilerine başvuru ve şikayet olursa harekete geçme eğilimlerine dikkati çekerek, bazı olaylarda da kurulların işkenceyi tespit edebilme yeterliliği bulunmadığını kaydetti.

 

"Kurulun işleyiş sorunlarından biri şikayet ve başvuru üzerine harekete geçmesi" diyen Sugden, "Kurullar bu denetleme yetkisini programlı veya spontane biçimde uygulamalı; örneğin karakolları aniden, geceleyin ziyaret etmeliler ve bu bir an önce uygulanmalı" dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

TİHV: Sistematik işkence hâlâ var

 

 

 

"İşkence, 2004'te de, sistematik bir biçimde, polis, jandarma ve özel timler tarafından sorgulama merkezleri ve diğer alanlarda uygulandı. TİHV'in tedavi hizmeti sunduğu 918 kişinin 337'si işkence gördüğünü beyan ettti. Beş kişi de gözaltında yaşamını yitirdi."

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Yavuz Önen, çıkarılan bütün yasalara karşın işkencenin sürdüğünü, yargısız infazların kaygı verici bir artış gösterdiğini ileri sürdü. Önen, Türkiye'nin 2004 yılı insan hakları karnesini şöyle özetledi: "İşkence, 2004'te de, sistematik bir biçimde, polis, jandarma ve özel timler tarafından sorgulama merkezleri ve diğer alanlarda uygulandı. TİHV'in tedavi hizmeti sunduğu 918 kişinin 337'si işkence gördüğünü beyan ettti. Beş kişi de gözaltında yaşamını yitirdi.

İşkencenin önlenmesine yönelik değişiklikler olumlu olmakla birlikte yasalarda daha fazla temizliğe gidilmeli. Kürt sorununun çözümünde işlevli olacak bir bölgesel demokratikleşme ve kalkınma planının hazırlanması beklentisi, hükümet tarafından ciddiye alınmadı. Terör ve terörle mücadeleden doğan zararların karşılanması için yönetmelik çıkarıldı, ancak birçok zarar kapsam dışı bırakılırken, zarar tespit komisyonlarında sivil örgütler dışlandı."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

UAÖ: Türkiye: işkenceciler cezasız kalmaya devam ediyor

 

TÜRKİYE: Eksik ve yetersiz – işkenceciler ve katillere karşı adli giderimler

 

Uluslararası Af Örgütü, Süleyman Yeter’e işkence yapmak ve işkence sonucu gözaltında ölüme sebebiyet vermekle suçlanan polis memurlarının yargılanmalarıyla ilgili son gelişmelerden endişelidir. Türkiye hükümetinin işkenceye “sıfır tolerans” politikası uygulayacağını açıklamış olmasına rağmen, Türk mahkemelerinin işkencecilerle ilgili gerekli yaptırımları yerine getiremedikleri ya da getirmek istemedikleri anlaşılmaktadır. Verilen bu son kararlar, son dönemlerde yapılan yasal reformlara rağmen, işkence yapmış olan polis memurlarının cezasız kalabileceklerini göstermektedir.

 

10 Kasım günü Yargıtay polis memuru Mehmet Yutar’ın sendikacı Süleyman Yeter’in öldürülmesiyle bağlantılı olarak aldığı cezayı onayladı. 1 Nisan 2003 tarihinde polis memurları Mehmet Yutar ve (firari) Ahmet Okuducu İstanbul 6.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “kasten adam öldürme”den suçlu bulunarak 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, Mehmet Yutar’ın cezası suçun iki ya da daha fazla kişi tarafından işlendiği ve asıl suçlunun teşhis edilemediği gerekçesiyle mahkemece 5 yıla düşürüldü. Mahkeme bu cezayı da, “iyi hal” nedeniyle 4 yıl 2 aya düşürdü. “Ceza İnfaz Yasası” uyarınca Mehmet Yutar sadece 1 yıl 8 ay hapis yatacak. Üçüncü polis memuru ise aleyhinde yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle beraat etti.

 

Süleyman Yeter’in avukatları ve ailesi Mehmet Yutar’a verilen cezanın düşük olmasına itiraz etti ve Yargıtay Başsavcısı da daha sonra bu düşük cezanın iptalini istedi. Avukatlar ve ailesi ayrıca soruşturmanın genişletilerek üst düzey memurlar da dahil diğer polislerin olayda sorumluluklarının olup olmadığının araştırılmasını talep etti. Ancak Yargıtay bu başvuruyu reddetti ve 10 Kasım 2004 tarihinde kararı onayladı.

 

Bu sırada, bir başka olayda Süleyman Yeter ve diğer 14 kişiye işkence yapmakla suçlanan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinden 9 polis hakkındaki dava zaman aşımı nedeniyle kapandı. Uluslararası Af Örgütü, 1999 yılında Süleyman Yeter’in öldüğü gözaltı olayının bu davayı engellemek amacıyla gerçekleştirildiğine inanmaktadır. Süleyman Yeter’in gözaltına alınarak öldürülmeden önce defalarca gözaltına alındığı ve tehdit edildiği bildiriliyor.

 

Bu davayla ilgili olarak, İstanbul 7.Ağır Ceza Mahkemesi 2 Aralık 2002 tarihinde 5 polis memuruna beraat, diğer dördüne de 11 ay 20şer gün hapis cezası verdi. Ancak bu cezalar, davalıların “bir başka suç işlemeyeceği” kanaatiyle ertelendi – oysa birçoğu işkenceye karıştıkları gerekçesiyle başka davalarda sanıktı ya da hüküm giymiş ve aynı mahkeme tarafından cezaları ertelenmişti. Bu karara işkence mağdurlarının avukatları tarafından itiraz edildi ve Yargıtay kararı 1 Nisan 2004’te geri çevirerek sanıkların ayrı davalarda yeniden yargılanmaları gerektiğine hükmetti. Ama dava zamanaşımına uğradı ve 11 Kasım 2004’te İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi polis memurlarına karşı süren davanın düşmesi gerektiğine karar verdi.

 

Asiye Güzel de 1997’deki bu operasyonda gözaltına alınan 14 kişiden biriydi ve tecavüz ve Filistin askısı dahil işkence görmüştü. İşkence bağımsız tıbbi raporlarla belgelenmiş ve yukarıda anılan davada görgü tanıklarınca dile getirilmişti. Bu nedenle mahkeme bu işkenceyle ilgili 2 mart 1999 tarihinde resmi suç duyurusunda bulunmaya karar verdi. Ne var ki savcı 17 Ekim 2000’de takipsizlik kararı verdi.

 

Yeni sona eren bir başka davada, 30 Eylül 2004 tarihinde İstanbul 7.Ağır Ceza Mahkemesi, 11 Kasım 1998 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde tutulan üç kişiye işkence yapmakla suçlanan üç polis memuru hakkında beraat kararı verdi. Bu kararı, gözaltındayken dayak, Filistin askısı ve elektrik verme gibi yöntemlerle işkence yapıldığına dair uzman, bağımsız adli tıp raporları bulunmasına rağmen, “delil yetersizliğinden” verdi. Mahkeme kararında, “davalıların, tıbbi raporlarda belirtilen yüz ve vücuttaki morluk ve izler zaten mevcut olduğuna dair ifadeleri dikkate alınarak ve bu suçun zanlılarca işlendiğine dair kanıt olmaması nedeniyle, mahkemenin vicdani kararı soyut bir iddiaya dayanan bu davada davalılar lehine davranmaktır” demektedir. Beraat eden polislerden biri Süleyman Yeter’in öldürülmesiyle de suçlanan firari sanık polis memuru Ahmet Okuducu’dur.

 

Hükümet, işkencecilerin cezasız kalma kültürüne karşı reformlar ve tedbirleri yürürlüğe soktu. Ancak, açıktır ki daha yapılması gereken çok şey var; bu yargı usulleri işkencecilerin, etkisiz yargı mekanizmaları ve reforma direnen organlar sayesinde hala cezasız kalabileceklerinin somut bir örneğidir. Şikâyetlerin yeterince soruşturulmaması, duruşmaların uzun sürmesi ve zamanaşımı nedeniyle düşmesi, yetersiz ve indirilen cezalar Türkiye’de cezasızlığın sürmesine olanak sağlayan unsurlar.

 

Uluslararası Af Örgütü 26 Eylül 2004 tarihinde Mecliste onaylanan yeni Ceza Yasasında işkence suçunun, uluslararası hukukta yer aldığı biçimine daha yakın bir biçimde yeniden tanımlandığına, işkenceden suçlu bulunanlara daha ağır cezalar içerdiğine ve bu tür suçlarda zaman aşımı süresini uzattığına dikkat çeker. Ancak, yukarıda sözü edilen davalar ışığında örgüt işkence davalarının zaman aşımı nedeniyle hala düşürülebileceğinden kaygı duymaktadır ve işkencenin genel uluslararası hukuktaki mutlak norm statüsünün işkence suçu için zaman aşımının olmayacağı gerçeğinin altını çizer.

 

En önemlisi, 1990lı yılların sonlarında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde işkence ve kötü muamele yapıldığına dair ısrarlı şikayetler ve bunların aynı kişilerce yapıldığı iddiaları, işkence ve kötü muamele ile ilgili soruşturma altında bulunan polis memurları ve jandarmanın aktif görevden alınması ve suçlu bulundukları takdirde işten çıkarılmalarının neden gerekli olduğunu göstermektedir. Yukarıda sözü edilen davalarda verilen cezalar hükümlü polis memurlarının kamu hizmetinden kısa süreler için (üç yıl gibi) muaf tutmuş olsa da, bunlar çok geç gerçekleşti. UAÖ, işkence ve kötü muamele davalarında amirlerin rol ve sorumluluklarının da incelenmesi gerektiğine inanmaktadır.

 

*******************************************

* Dünyada 639 milyon hafif silah var-10 kişiye bir silah düşüyor. Bunlar en az 98 ülkede bulunan binin üzerindeki şirket tarafından üretiliyor.

* Her yıl yarım milyondan fazla insan konvansiyonel silahlarla öldürülüyor - dakikada bir kişi

* Daha sıkı bir uluslararası silah denetimi için destek verin. Yüzünüzü 1.000.000 yüz dilekçesine ekleyin. http://www.amnesty-turkiye.org/silahdenetimi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sen sen ol, sakın işkence var deme!

 

 

63 yaşındaki devlet hastanesi doktoru Bekir Ceylan, bir ankette, 'Türkiye'de işkence var mı?' sorusuna 'Evet' deyince işinden oldu.

 

 

Türkiye'de işkence var mı? Azınlıklara baskı yapılıyor mu? Anadilde yayın yapılmalı mı? Düşünce özgürlüğü var mı?.. Bu sorulara yanıt verirken dikkatli olun. Çünkü aynı sorulara 'sakıncalı' yanıtlar veren 30 yıllık hekim Bekir Ceylan'ın başına gelmeyen kalmadı.'

Balıkesir Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisi'nde çalışan 63 yaşındaki Bekir Ceylan 1997'de İnsan Hakları Derneği'nin Balıkesir Şube Başkanlığı'nı yaptığı sırada Kurtuluş dergisinin 30 soruluk 'Halk Anayasası Anketi'ni doldurdu. Ankette 'Türkiye'de işkence var mı?', 'Türkiye'de Kürtler ve azınlıklar üzerinde baskı var mı?', 'Milli Güvenlik Kurulu kalkmalı mı?', 'Sağlık ve eğitim parasız olmalı mı?', 'Anadilde yayın olmalı mı?' gibi sorular yer alıyordu.

 

Derneğe baskın yapıldı

Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Dernekler Şube Müdürlüğü'nün 4 Temmuz 1997'de İHD'de yaptığı aramada Ceylan'ın yanıtladığı anket de 'ele geçirildi.' Ceylan'ın anket sorularına çoğunlukla 'evet' yanıtı verdiğini gören polis, 'yasak yayın' bulundurduğu iddiasıyla Cumhuriyet Savcılığı ve valiliği durumdan haberdar etti. Valilik de savcılığa Ceylan hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak savcılık, Ceylan için 'takipsizlik' kararı verdi. Bu, Ceylan için verilen ilk takipsizlik kararı da değildi. İHD Başkanı olduğu için sık sık basın açıklaması yapan Ceylan hakkında polis sürekli suç duyurusunda bulunuyor, savcılık ise hep 'takipsizlik' kararı veriyordu. Ancak son olayda valilik işin peşini bırakmayarak Sağlık Bakanlığı'na başvurup müfettiş istedi.

Sağlık Bakanlığı Disiplin Kurulu, müfettişin hazırladığı rapor doğrultusunda 'durumun memuriyetle bağdaşmadığı' gerekçesiyle, Ceylan'ı 27 Ocak 1999 tarihinde memuriyetten uzaklaştırdı. Bunun üzerine Ceylan, Bursa Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurup dava açtı. Mahkeme de 'göreve iade kararı' verdi ve Ceylan, 15 ay sonra 3 Nisan 2000'de yeniden işe başladı. Ancak bakanlık kararı temyiz için Danıştay'a başvurdu.

 

Mahkeme 'Suç yok' diyor

Sağlık Bakanlığı'na göre Ceylan'ın, söz konusu yayını bulundurması ve anketi doldurması 'ülkenin birlik ve beraberliğini, bütünlüğünü bozacak nitelikte'ydi ve bu devlet memurluğuyla bağdaşmıyordu. O yüzden memurluktan çıkarılması gerekiyordu.

Bakanlık tezini güçlendirmek için Ceylan'ın daha önce disiplin cezası aldığını da gündeme getirdi. Ancak Danıştay 12. Daire, 2'ye karşı 3 oyla verdiği kararla, bakanlığın itirazına itibar etmedi ve 657 sayılı 'Devlet Memurları Kanunu'na aykırılık olmadığını belirtti. 2002/1726 numaralı kararıyla, "Temyiz dilekçesinde öne sürülen 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın bozulmasını gerektirir nitelikte değildir" hükmüne varan Danıştay, Bursa İdare Mahkemesi'nin kararını onadı.

 

Bakanlık vazgeçmedi

Danıştay'ın bu kararı üzerine bakanlık bu sefer de 'karar düzeltme' isteminde bulundu. Danıştay 12. Dairesi bu kez bakanlığın istemine uyarak oyçokluğuyla idare mahkemesinin kararını bozdu. 14 Nisan 2004'te verilen kararda devlet memurlarının devlete sadakatle bağlı kalmak mecburiyetinde oldukları vurgulanarak şöyle denildi: "Davacının başkanı olduğu İHD Balıkesir Şubesi'nde yasak yayın bulundurduğu ve DHKP-C adlı yasadışı örgütün yayın organı olan Halk İçin Kurtuluş adlı gazete tarafından anket formunu kendi el yazısıyla doldurarak buradaki beyanları ile anayasal kurum ve kuruluşları ülke bütünlüğünü ve demokrasiyi hedef alan ve mevcut düzeni güç kullanarak değiştirmek gerektiği yönünde görüş belirtmek şeklindeki subuta eren fiilleri nedeniyle hakkında tesis edilen işlemde hukuka ve usule aykırılık yoktur."

Kararda idare mahkemesinden yeniden karar oluşturması da istendi. Ancak Sağlık Bakanlığı, Danıştay 12. Dairesi'nin verdiği son kararı Dr. Bekir Ceylan'ın memuriyetten atılması için yeterli görerek idare mahkemesinin yeniden karar oluşturmasını beklemedi. Böylece Ceylan, bakanlığın 01 Kasım 2004 tarih ve 24237 sayılı onayı ile ikinci kez devlet memurluğundan çıkarılmış oldu.

 

Ceylan: Gerekirse AİHM'ye gideceğim

Dr. Bekir Ceylan, Sağlık Bakanlığı'nın kendisini memuriyetten atmasının asıl nedeninin demokratik mücadele veren insanları yıldırmak olduğunu ileri sürdü. Konu henüz yargıdayken aceleyle işine son verildiğini ve 28 Ağustos 1999 tarih ve 4455 sayılı Af Kanunu'ndan da yararlandırılmadığını ileri süren Ceylan, 'Kürtçü' olmadığını da belirtti.

Polisin kendisini DHKP-C üyesi olmakla suçladığını söyleyen Ceylan, "63 yaşındayım, 30 yıldır hekimlik yapıyorum. Amaç demokratik mücadele veren insanları yıldırmak. Bakanlık bir memurun İHD Başkanı olmasını kabullenmedi, 'kötü örnek' teşkil ettiğim düşünüldü. 10 yıllık İHD Başkanlığım süresince 30 kez savcılığa çıktım. Yaptığım her basın açıklamasının ardından polis suç duyurusunda bulundu, savcılık takipsizlik verdi" dedi. Ceylan, idare mahkemesine yürütmenin durdurulması istemiyle tekrar dava açtığını, sonuç alamaması halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuracağını söyledi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖLÜLERE İŞKENCE YAPILIYOR !!!!!!!!!!!

 

 

Bu günlerde Türkiye de sistemli işkencelerin uygulanıp uygulanmadığına dair tartışmalar yapılıyor. Bazı çevreler, sistemli işkencelerin yapılmadığını, lokal ve ya münferit işkencelerin henüz devam ettiğini söylemektedir. Bu görüşler hükümet, devlet ve devletin itirafcıları durumuna getirilmiş Kürtler tarafından dile getirilmekte ve Avrupalı bazı politikacılar da, bu yalancıların söylediğine inanir gibi demeçler vermektedir.

Dersîm / 2004

 

Türkiyede 24 yıldan beri sistemli bir şekilde işkence yapılmaktadır. Öyleki Türkiye'nin yetişkin nüfusu 40 milyon kişiyse; 10 milyonu kesinlikle işkence görmüştür! Bu 10 milyonun en az sekiz milyonu Kürttür..

 

On milyon insana işkence yapan resmi görevliyi düşünün, bunlar yıllarca insanlara işkence yaparak sadistleşmiş, psikopatlaşmış manyaklaşmıştır. İşkence yapmadan yaşamaları, o­nlar için çok zordur. Zira işkence bir bağımlılık yaratır. 24 yıllık bu bağımlılıktan sıyrılmaları imkansız gibidir (Bir örnek vermek gerekirse, asagiya aldigim ve 27 Kasım 2001 tarihli Milliyet

Gazetesi'nde yayinlanan BELMA AKÇURA 'ya ait "İŞKENCE’siz duramaz mıyız?"

baslikli haber bile, belirtmek istediklerime iliskin iyi bir örnektirler..

 

.."MHP Genel Başkanı Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici, "Türkiye AB’nin bütün kriterlerini yerine getirse de biz gene işkence yaparız. İşkence kriterinden yatarız. Ruhumuza işlemiş" dedi. Türkiye’de hala işkence olduğunu söyleyen Yahnici, insan hakları kısıtlamalarının sadece Kürtler’e karşı değil, herkese karşı yaşandığını da sözlerine ekledi. Yahnici’nin sözleri, "İşkence ruhumuza mı işledi, işkencesiz duramaz mıyız" tartışmasına yol açtı.

..

..

Erbil Tuşalp (Gazeteci - Yazar)

 

Ruh devletin ruhudur

Yahnici’nin bugün "işkence ruhumuza işlemiştir" yaklaşımı doğrudur. Buradaki ruh, devletin ruhudur. Devlet ve siyaset adamı ölçeğinde, işkenceye karşı tavır almamak, hatta işkenceyi savunmak konusunda birçok örnek verilebilir. Devlet ve siyaset adamlarının ağzından işkence savunulduğunda, sonuç bir işkence ülkesi durumuna düşmek olur. Türkiye’nin bu bakımdan kötü bir sicili var. Yıllardır işkence yapılıyor ama biz de yıllardır işkenceyi görmüyor ve susuyoruz. ")

 

Türkiyede tutuklanan insanlara korkunç biçimlerde işkence uygulanıyor. Yakalanmadan önce Türk devletini eleştirenlerin, o­na ateş püskürenlerin, tutulandıktan hemen sonra tersine dönmeleri, dönen dünyaya „dönmüyor“ demeleri, cezaevlerinden Avrupa`nın ve Amerikanın bazı kurumlarına „Türkiyede işkence yoktur, çok rahatız“ diye mektuplar yazmaları, Türkiyede işkencenin olmadığının değil, olduğunun delilidir. F tipi cezaevi uygulamalarından dolayı yüzlerce genç insani katleden Türk devletinin çirkin yüzü orta yerdeyken, bırakın devlete karşı olan kişilere, bir futbol karşılaşması sırasında olay çıkaran seyircilere, kameralar karşısında, sistemli bir şekilde işkence yapmaktan çekinmeyen Türk polisinin vahşi görüntüsünü televizyonlarda izlemek, günlük doğal olaylardan sayılıyor..

Dersîm / 2004

 

Devlet karşıtı politik tutuklulara öylesine işkence yapılıyor ki veya gösteriliyor ki; (Galile`ye işkence yapılmamıştı, o­na işkence gösterilmişti ve Galile yapılan işkencenin korkunçluğunu görünce „dünya dönmüyor“ demişti.) çok nadir kişiler „bana işkence yapıldı“ diyebiliyor.

 

Türkiyedeki değişikliklerin çoğu kağıt üzerindedir. Ve işkenceye karşı çıkarılan kanunların tümü işkenceleri daha kolay yapmak için çıkarılmıştır. 24 yıldan beri işkencecilik yapan bütün polisler, uzmanlar, subaylar, MIT elemanları henüz görev başındadır. Ve işkence yaptıkları için o mevkilere gelmişlerdir. Soruşturma merkezleri, işkenceler hapishaneler henüz bunlardan sorumludur, hükümet istese de buralara yanaşamamaktadır.

 

Hevsel / Dîyarbekîr / 2004

Bir rejimin demokratik olup olmadığı, ölülere gösterdiği saygıdan belli olur. Eğer bir rejim demokratik değilse, kendisine karşı gelen insanları çok hunharca öldürür, cesetlerini mensup olduğu dinin kurallarına aykırı olarak çukurlara gömer, veya kinini ölüye kusar, o­nun cesedine işkence yapar.

 

Bu sayfalarda gördügünüz resimler, bazı yalancıların iddia ettikleri „demokratik, işkence yapmayan(!)“ Türk devletinin eserleridir. Ve bu resimler 2004 ün 8. ayında Diyarbakır ve Dersim de çekilmiştir. Kesilmiş başlar, delinmiş insan vücudu! Ve barbarlık ve vahşet!

 

Hevsel / Dîyarbekîr / 2004

Hangi itirafcı ve yalancının sözleri bu resimleri yalanlayabilir? Hangi kanun bu korkunç gerçegi maskeleyebilir? Hangi medeniyet bu vahşeti işleyebilir?

 

Hangi kafa, insan vücudunu bu hale getirebilir?

 

Bu resimleri Avrupa parlementosunun bütün üyelerinin gözleri önüne seriyorum: „Bakın diyorum, bir daha bakın, bir daha bakın!

Ve düşünün!

Siz bakmayın Türk devlet görevlisi Leyla Zana'nın yalanlarına. Bakin Türkiye'deki İnsan Haklari kurumunun yetkilileri bile O'nu yalanladı..

"..İHD Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Alataş da, ‘sistematik işkence’nin sürdüğünü savundu. Bu iddianın, “Hükümetin emriyle işkence yapılıyor” anlamı taşımadığını kaydeden Alataş, şu görüşleri dile getirdi: “Türkiye’de işkence çok yaygındır, kamu görevlileri tarafından bir amaca yönelik uygulanıyor. (Yoktur) diyerek işkencenin önüne geçilemez. Leyla Zana da uzmanı olmadığı bir konuda görüş beyan etmiş. Kimsenin kendi uzmanlığı dışındaki konularda açıklama yapmaması gerekir.” Zana’nın ‘Türkiye’de işkence yok’ sözü DEHAP’ı kızdırdı (ZAMAN Gazetesi)

Yine, İnsan Hakları Derneği'nin hem Leyla Zana'yı yalanlayan ve hem de Türkiye'de işkencenin sisematik olduğuna dair muhtelif açıklamalarına bakılabilinir..

İHD: İşkence Yaygın ve Sistematiktir

 

 

Eğer varsa vicdanınız, eğer varsa insana karşı saygınız, bu resimler karşısında suskun kalamazsınız!

 

Değil dirilere, ölülere dahi işkence yapan Türk devletinin çağdışı kafasını görmemezlikten gelemezsiniz!

 

Dersîm / 2004

 

Kürt sorunu hiç bir biçimde çözülmemiştir. Türk devleti itirafcı veya ajan haline getirdiği bazı Kürtleri de kullanarak Kürt halkının mücadelesini “terör”le damgalamış, bundan cesaret alarak korkunç bir işkence ve katliam uygulamaktadır. Politik , demokratik ve barışcıl bütün arayışlar kan işkence ve yalanlarla engellenmeye çalışılmakta, beş milyonluk Kürt nüfusu hala sürgünde yaşamakta, harebeye çevrilen üç bine yakın köyde hala baykuşler ötmekte, yakılmamış çok az orman, ülkemde bu günlerde ateşe verilmektedir..

Ve ben ağıt söyleyerek ağlamaktayım..

 

'Ateşe verilmiş ormanlarım!

 

Harebeye çevrilmiş köylerim,

 

Üstüste yığılmış, açlıktan inler şehirlerim

 

Göçmen olmuş milyonlarım,

 

Vücudu işkenceden paramparca ölülerim

 

Işkence yoktur, „Türkiye demokratiktir“ diyen “liderler”im! (hainlerim)

 

Bakarım bunlara, bakarım ve yanarım!

 

Ağlarım, ağlarım ve yazarım

 

Aydınım aymaz, politikacım kurnaz!

 

Halkım derin bir uykuda, uyanmaz!

 

Bu resimler bile acılarımı anlatmaz

 

Bakarım, bakarım ve ağlarım

 

Selim Çürükkaya

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İŞKENCE’siz duramaz mıyız?

 

 

 

 

MHP Genel Başkanı Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici, "Türkiye AB’nin bütün kriterlerini yerine getirse de biz gene işkence yaparız. İşkence kriterinden yatarız. Ruhumuza işlemiş" dedi. Türkiye’de hala işkence olduğunu söyleyen Yahnici, insan hakları kısıtlamalarının sadece Kürtler’e karşı değil, herkese karşı yaşandığını da sözlerine ekledi. Yahnici’nin sözleri, "İşkence ruhumuza mı işledi, işkencesiz duramaz mıyız" tartışmasına yol açtı.

 

Korkut Eken (Eski emniyetçi)

 

Ben tanık olmadım

Ben meslek hayatım boyunca hiçbir işkence olayına şahit olmadım. Şu anda da işkence olduğuna inanmıyorum. Bu tür açıklamalar hoş değil. Ayrıca devleti idare eden bir kişinin "işkence var" beyanatı Türkiye’nin dışarıdaki imajını da bozar. Yahnici emniyette mi çalışmış, polislik mi yapmış, nereden biliyor? Ya da hangi arkadaşına işkence yapılmış? Bunları belirtmesi lazım. Uluorta konuşmayalım. Geçmişten günümüze baktığınız da bu tür olaylarda yüzde 100 fark var. Daha ileriye gittiğimize inanıyorum.

 

Ünal Erkan (OHAL eski Valisi)

 

Polise haksızlık olur

Türkiye’de işkencenin sistematik olarak devam ediyormuş gibi gösterilmesi güvenlik kuvvetlerine haksızlık olur. Türkiye’de belli çevreler kötü muameleyi de işkence gibi kamuoyuna yıllardır yansıtırlar. Bu günlerde yetkili, yetkisiz işkence yapıldığını bilen varsa, bu bilgilerini ilgili mercilerle paylaşsınlar. İşkence insanlık suçu olduğuna göre cezalandırılır. Böyle bir şey yok da, "Türkiye’de işkence de var" diye bir ifadede bulunuluyorsa bu çok yanlış olur.

 

Sema Pişkinsüt (Milletvekili)

 

Geleneğimizde var

Merkeziyetçi ve otoriter devlet geleneğimiz, ataerkil aile yapımız, "şiddet kültürü"nü oldukça besledi. Hatta meşru bile gösterdi. Dolayısıyla şiddetin ve onun bir biçimi olan işkencenin bir kültür sorunu olduğu ve uzun bir döneme yayıldığını ifade etmeliyiz. Şiddet kültürünün yerini demokrasi kültürünün alabilmesi için, bu konuda toplumsal boyutuyla bir değişime ve kararlılığa ihtiyac var. Önemli olan bunu siyasi kararlılıkla eyleme dönüştürebilmektir.

 

Erbil Tuşalp (Gazeteci - Yazar)

 

Ruh devletin ruhudur

Yahnici’nin bugün "işkence ruhumuza işlemiştir" yaklaşımı doğrudur. Buradaki ruh, devletin ruhudur. Devlet ve siyaset adamı ölçeğinde, işkenceye karşı tavır almamak, hatta işkenceyi savunmak konusunda birçok örnek verilebilir. Devlet ve siyaset adamlarının ağzından işkence savunulduğunda, sonuç bir işkence ülkesi durumuna düşmek olur. Türkiye’nin bu bakımdan kötü bir sicili var. Yıllardır işkence yapılıyor ama biz de yıllardır işkenceyi görmüyor ve susuyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

AYRIMCILIĞA UĞRAMAMA HAKKI - TEMEL BİR HAK

 

“Elinde bir kerpeten vardı. Sürekli telefonun nerede olduğunu soruyordu. Ona, hiç görmediğimi söyledim. Bunun üzerine başparmağımı uzatmamı söyledi. Başparmağımı tuttu ve kerpetene yerleştirdi. Kerpetene sertçe bastırdı ve başparmağımı ezdi. Daha sonra ne olduğunu hatırlamıyorum.”

 

Bangladeşli dokuz yaşında bir erkek çocuğu bir polis tarafından gördüğü muameleyi bu şekilde anlatıyor.

 

Herkesin işkence ve kötü muamele tehdidinden uzak yaşamaya hakkı vardır. Uluslararası hukuk, açık ve net olarak işkenceyi her koşulda yasaklar. Evrensel kınamaya rağmen, işkenceciler hala sayısız kurban üzerinde zorla fiziksel ve zihinsel şiddet uygulamaya devam ediyorlar- ve başları derde girmiyor.

 

Uluslararası Af Örgütü işkenceyi ilk ifşa etmeye başladığından bu yana dünya oldukça değişti. İşkenceye karşı mücadelede karşılaştığımız zorluklar ve olanaklar da değişti. İşkencenin herhangi belli bir siyasi sisteme özel olmadığı açıktır. İşkence diktatörlüklerde olduğu gibi demokrasilerde de, askeri hükümetlerde olduğu gibi sivil hükümetlerde de meydana geliyor. İşkence kurbanlarının, siyasi tutuklular kadar adli zanlılar, muhalifler kadar dezavantajlı kişiler, inançlarından dolayı olduğu kadar kimlikleri nedeniyle hedef alınanlar olduğu da bir o kadar açıktır. Kurbanlar erkek, kadın, yetişkinler ve çocuklardır.

 

 

İşkence nedir?

 

İşkence, yasaklanan fiiller listesiyle tanımlanamaz. İnsan hakları sözleşmeleri işkenceyi, sözleşmelerin amaçları ve oluşturuldukları farklı kapsamları da yansıtarak bir kaç değişik biçimde tanımlar.

 

Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Davranış veya Cezaya Karşı Sözleşme, devlet görevlileri tarafından veya onların rızası veya kabulü dahilinde yapılan ihlalleri kapsar. Bu sözleşme, işkenceyi bilgi ya da itiraf elde etmek, ceza, korkutma, ya da baskı amaçlı, ya da “ ayrımcılığa dayanan herhangi bir nedenle”, “kişiye fiziksel ve ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren kasten yapılan tüm fiiller” olarak tanımlar.

 

“İşkence” ve diğer “zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı davranış ve cezayı” (kötü muamele) birbirinden kesin olarak ayırabilecek bir çizgi çizmek imkansızdır. Bir kötü muamele fiilinin işkence olup olmadığı, ihlalin çeşidini ve şiddetini de içeren bazı faktörlere dayanır. Hem işkence, hem kötü muamele uluslararası hukukta her koşulda yasaklanmıştır.

 

 

İşkencenin içeriği

 

Polis memurları yasaları ve toplumun tüm üyelerinin haklarını korumaktan sorumludur. Buna rağmen, devletin işkence yapma olasılığı en yüksek görevlileri polis memurlarıdır. 1997’den beri 140’tan fazla ülkede polisin işkence ve kötü muamele yaptığı rapor edilmektedir. Çoğu ülkede polis vahşeti için açılan davaların sayısı, şikayet sayısının sadece küçük bir bölümünü oluşturur; mahkumiyetler ise çok daha azdır.

 

Günümüzde savaşlardaki kayıpların çoğu asker değil sivildir. Bugünün çatışmalarında sivil halkı terörize etmek savaşı sürdürmenin yaygın bir yöntemi haline geldi. Bu genellikle işkencenin kullanılmasını da kapsıyor. Örneğin, son dönem çatışmalarında tecavüz sistematik bir savaş silahı olarak kullanılmaktadır. İşkence, kötü muamele ve kasıtlı ihmaller çoğu ülkenin hapishanelerinde oldukça yaygındır. Bazı mahkumlar için bu, hapis cezasının ölüm cezası haline gelmesi demek oluyor.

 

Uluslararası Af Örgütü adli bedensel cezanın da – bir organın kesilmesi, damgalama, kamçılama ve kırbaçlama gibi – işkence veya kötü muamele oluşturduğuna inanmaktadır.

 

 

“Bana, betondan yapılmış bir yatağa uzanmamı söylediler. Her köşede bir halka var… Bana yüz üstü yatmamı söylediler ve sebebini sorduğumda [bir memur] beni yere itti ve levhayı üzerime koyarak elektrik verdi. Kaslarımı hareket ettiremedim. Ellerimi halkalara kelepçelediler ve sonra ayaklarımı zincire vurarak, zincirleri halkalara kelepçelediler. Bana levhayla bir kez vurdular ve onu üzerimde bıraktılar. Beni öldüreceklerini düşündüm. 17 saat kadar yalnız bıraktılar. Tuvalete gitmem gerektiğini söylediğimde bana “çocukken hiç üzerine işemedin mi?” dediler. Ben de öyle yapmak zorunda kaldım.

 

Tesiste 1997-98 yılları arasında işkence ve kötü muamele olduğu iddialarının ardından ABD (Marianna, Florida) Jackson Bölgesi Islah Kurumundan Göç ve Vatandaşlık Servisi (INS) tarafından transfer edilmiş bir tutuklunun yeminli ifadesinden.

 

 

 

 

 

Cezasızlıkla mücadele

 

Bazı hükümetler işkenceyi, gücü ellerinde tutma stratejilerinin bir parçası olarak kullanıyorlar. Birçok hükümet insan hakları konusunda konuşuyor ve bu söylemleri onların işkencecilerden hesap sorma konusundaki büyük siyasi isteksizliklerini gizliyor. Devletler etkin koruyucu önlemler geliştirme, bütün işkence şikayet ve bildirimlerini zamanında, tarafsız ve etkin olarak soruşturma, sorumluları adalet önüne çıkarma ve kurbanlara giderim sağlamakla yükümlüdür.

 

Ne var ki, birçok ülkede işkencecilerin cezalandırılmaması çok yaygındır. Dünya çapındaki işkence mağdurlarının çoğu için adaletin yerine gelmemesi açık bir gerçektir. Birçokları için şikayet başvuruları ve işkencecilerin yargı önüne çıkarılması girişimleri adaletle değil daha fazla taciz ve baskıyla sonuçlandı.

 

Cezasızlık, diğer her bir unsurdan daha fazla, işkencenin yasa dışı olmasına rağmen, hoşgörüleceği mesajını verir.

 

“Cezasızlık” kural, adalet istisna olmayı sürdürse de, son yıllarda kendi ülkelerinde adaletten kaçmış olan işkence zanlılarının ya başka ülkelerdeki ulusal mahkemeler ya da uluslararası ceza mahkemeleri önünde hesap vermeleri konusunda çok önemli tedbirler alınmaya başlandı. Ayrıca, işkence ve diğer insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları (işkence dahil), ve soykırım suçlarını yargılayacak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurulmasıyla da çok önemli bir adım atılmış oldu.

 

 

Özel kişilerin yaptığı işkence

 

İşkence, genellikle polis memurları, askerler, istihbarat elemanları, hapishane gardiyanları ve devletin diğer aracıları tarafından yapılıyor. Ama her zaman değil! İşkence aynı zamanda silahlı siyasal grup üyeleri veya bazı durumlarda sivil bireyler tarafından da yapılabiliyor.

 

Uluslararası Af Örgütü, sivil bireyler tarafından uygulanan şiddet hareketlerini, ancak bunlar uluslararası standartlardaki işkence kavramının türü ve şiddetine uyduğunda ve devletler bu tür şiddet hareketlerine karşı etkili koruma sağlama zorunluluğunu yerine getirmekte başarısız olduğunda işkence olarak tanımlar.

 

Devletler halklarını sadece kendi birimleri tarafından yapılan işkenceye karşı değil, aynı zamanda sivil bireyler (“devlet dışı kimseler”) tarafından yapılan benzer uygulamalara karşı korumakla da sorumludur. şiddet içeren ırkçı saldırılara karşı koruma sağlamayı başaramazlarsa devletler işkenceye izin vermek veya işkenceyi kabullenmekten dolayı sorumlu duruma düşebilirler. Aynı zamanda, işkenceyi ve kötü davranışı engellemekte, bu tür ihlaller olduğunda onları araştırmakta, ileri sürülen suçluların aleyhinde dava açmakta, adil davalarla adaleti sağlamakta, ve kurbanlara yeterli bedel ve tazminatın diğer türlerini sağlamakta etkili adımlar atmakta yeterli gayret sarfetmezlerse sorumlu tutulabilirler. Mesela bir devlet, ev işlerinde çalışanlara kötü davranışlarda bulunulmasını, bu kötü davranışın işverenin özel mülkünde olduğu veya bu tür uygulamaların sosyal veya kültürel değerlerle kabul edilebilir sayıldığını ileri sürerek suçluları yargılama sorumluluğundan kaçamaz.

 

 

Ayrımcılık

 

İşkence ayrımcılığı körükler. Tüm işkenceler kurbanın insanlıktan uzaklaşmasını, işkence yapanla işkence gören arasındaki insani ilişkinin yok olmasını içerir. Eğer kurban hor görülen bir sosyal, siyasi veya etnik gruptan ise, bu insanlıktan uzaklaştırma süreci daha da kolaylaşır . Ayrımcılık, kurbanın bir insan olarak değil de bir nesne olarak görülmesine ve bu yüzden de kurbana insanlık dışı davranılmasına sebep olduğundan, işkencenin yolunu açar.

 

Devletleri, devlet dışı aktörler tarafından yapılan ihlalleri engellemekten ve bu kimseleri cezalandırmaktan sorumlu tutmak, ayrımcılığa uğrayan kişilerin insan haklarını savunma mücadelesi için çok önemlidir. Her gün bu ayrımcılık kendisini gerek aile içi şiddet, gerekse ırkçılık veya eşcinsel düşmanlığı biçiminde şiddet olarak gösteriyor.

 

Kurumsallaşmış ayrımcılık, genellikle kurbanların yetkililerden koruma ve destek alamayacağı anlamını taşıyor. Hükümetler yükümlülüklerini yerine getirmek konusunda seçici olamazlar. Nerede olursa olsun ve kurban veya suçlu kim olursa olsun, hükümetler herkes için işkence ve kötü muameleyi sona erdirmek için mücadele etmelidir.

 

 

İşkenceye karşı kampanya

 

Teknolojik gelişmeler hem işkence yöntemlerini hem de onunla mücadele etme yollarını etkilemiştir. Elektro-şok aletleri zapt etmek, kontrol altına almak veya cezalandırmak için geliştirilmişlerdir. Aynı zamanda, iletişim teknolojisi işkenceye karşı çalışanların yeni yöntemlerle örgütlenebilmesine olanak sağlamaktadır. Bugün işkencecilerin saklanması daha zor; nereye giderlerse gitsinler, yeni uluslararası eylemci ağları ve koalisyonları onları her yerde izleyebilmektedir.

 

İşkencenin yaygınlığı korkutucu gözükebilir ama eylem birliği üzerine kurulu bir kampanya, güç ve motivasyon potansiyeline sahiptir. İşkenceciler toplumun kayıtsızlığından güç almakta. Bizim görevimiz kayıtsızlığı öfkeye, öfkeyi harekete geçirmektir.

 

Şiddet kurbanları için acı ve ıstırap, suçluların kim olduğuna, devletin işkenceyi teşvik edip etmediğine ya da kurbanları diğerlerinin şiddet eylemlerinden korumamasına bakmaksızın, çok büyüktür. Devletler bu ihlalleri engelleme, kovuşturma ve mağdurlara giderim sağlamakla yükümlüdür. Uluslararası Af Örgütü bu yükümlülükleri yerine getirmeleri için tüm devletlere çağrıda bulunmaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
AYRIMCILIĞA UĞRAMAMA HAKKI - TEMEL BİR HAK

 

“Elinde bir kerpeten vardı. Sürekli telefonun nerede olduğunu soruyordu. Ona, hiç görmediğimi söyledim. Bunun üzerine başparmağımı uzatmamı söyledi. Başparmağımı tuttu ve kerpetene yerleştirdi. Kerpetene sertçe bastırdı ve başparmağımı ezdi. Daha sonra ne olduğunu hatırlamıyorum.”

.

.

.

 

Şiddet kurbanları için acı ve ıstırap, suçluların kim olduğuna, devletin işkenceyi teşvik edip etmediğine ya da kurbanları diğerlerinin şiddet eylemlerinden korumamasına bakmaksızın, çok büyüktür. Devletler bu ihlalleri engelleme, kovuşturma ve mağdurlara giderim sağlamakla yükümlüdür. Uluslararası Af Örgütü bu yükümlülükleri yerine getirmeleri için tüm devletlere çağrıda bulunmaktadır.

Anlatılacağı anlatmış yazılacağı yazmışsın...Eyvallah. İşkence yüzünden mahvedilen bir devri var 68, işkenceler yüzünde kaybedilen bir gelecek var AYDINLIK TÜRKİYE, işkenceler yüzünden yok olmaya yüz tutmuş bir anlayış var DEVRİM...Ne denir ki insanlık dışı bu eylemlere...Yazıklar olsun....Ama gün olur devran döner ve birlikte mücadele etme gücü olan herkez bu düzenin değişmesini sağlar...İşte o zaman dünyada yaşanır o zaman heryer çayır çimen...Yarın elbette bizlerin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başbakanı eleştirdiği için çuval geçirip dövdüler işkence etiler

 

 

 

Antalyalı Ertuğrul Sağlam Başbakanlık korumalarının resmi aracında başına çuval geçirilerek dövüldü.

Sağlam’ın korumalar tarafından dövülme sebebi ise Başbakanı eleştirmek…

 

 

 

BİZİ ÜÇ KURUŞA MAHKUM ETTİNİZ

 

Taraf Gazetesi’nin haberine göre; Antalya turizm sektörü çalışanı Ertuğrul Sağlam, Başbakanı protesto ettiği için korumalar tarafından arabayla kaçırıldığını ve iki saat boyunca dövüldükten sonra tehdit edilerek bırakıldığını iddia etti.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Mayıs’ta Antalya’ya yaptığı seyahat sırasında Başbakana, ” 65 yaşında emeklilik getirdiniz. Bizi üç kuruşa mahkum ettiniz ” diye bağıran Ertuğrul Sağlam bir hafta ‘iş göremez’ raporu aldı.

 

SENİ ÖLDÜRÜP ATACAĞIZ

 

 

Sağlam yaşadıklarını şöyle anlattı:

 

” Asgari ücretliyi perişan ettiniz ” dememle birlikte etrafım korumalar tarafından çevrildi ve beni 06 VAC 07 plakalı araca bindirdiler. Göz bandı taktılar ve başına çuval geçirdiler. Antalya’yı bilmedikleri için kendi aralarında tehha bir yer bulmak için konuştular. Arabada 4 kişiydiler. Bu arada “senin yanına silah koyacağız, eroin koyacağız, öldürüp atacağız” şeklinde tehdit ediyorlar, bir yandan ağza alınmayacak şekilde ************* ediyorlardı.

 

ARABADA DAYAK

 

Yaklaşık 20 dakika sonra bir yere geldik. Arabada sürekli dövdüler. Dayak ve işkence yaklaşık yarım saat kadar sürdü. Daha sonra arabadan indirdiler. Dayak ve tehdit burada da devam etti. Bu sırada göz bağım açıldı. Bana “biz bu işlerle uğraşıyoruz. Zamanımız bol. Seni herhangi bir yerde görürsek tekrar alacağız” diye tehdit ederek orada bıraktılar ve arabayla gittiler. Arabanın plakasını bu sırada aldım.” Sağlam ayrıca gördüğü takdirde söz konusu dört kişiyi teşhis edebileceğini de söyledi.

 

46 yaşındaki Sağlam, korumalar hakkında suç duyurusunda bulundu. Sağlam’ın belirttiği 06 VAC 07 plakalı araç halen Başbakanlık Koruma Amirliğince kulanılıyor.

 

Haklarında suç duyurusunda bulunulan korumaların birçok vukuatı olduğu ortaya çıktı:

 

KORUMALARIN VUKUATLARI

 

- Mersin’de Başbakan’ın ‘ananı da al git’ diye azarladığı çiftçi Kemal Öncel iki koruma tarafından bir araca bindirilip götürüldü. Öncel dövüldüğünü açıkladı. Rapor alıp savcılığa başvurdu. Sonra da şikayetini geri alması için Başbakan’ın yeğeni ve koruması Ali Erdoğan tarafından ziyaret edildiği basına yansıdı.

 

- 29 Ağustos 2005′te Erdoğan Üsküdar’daki evinden Atatürk Havalimanına giderken E-5 Karayolunun İncirli mevkiinde uyarılara rağmen şerit değiştirmeyen minibüs şoförü Ayhan Özgür korumalarca dövüldü.

 

- Ali Erdoğan ile üç arkadaşı, Söğüt’teki Ertuğrul Gazi’yu anma töreninde tribünün arkasında MHP’li gençlerle kavga etti. Taraflar birbirlerini yumrukladı.

 

- İspanya gezisi sırasında Başbakanlık korumaları kendilerini binaay almak istemeyen İspanyol güvenlik görevlileriyle kavga etti.

 

- Niğde gezisinde Başbakanı izleyen gazetecileri taşıyan minübüsü durduran bir koruma, araç şoförüne silah çekti.

 

- Emine Erdoğan’ın korumaları Levent’te önlerini kestikleri iki NTV muhabirine silah çekti.

 

- İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ziyareti sırasında iki Başbakanın korumaları birbiriyle didişti. İki yıl önceki Mescid-i Aksa gezisi sırasında da İsrailli korulamarın yaptıklarına misilleme yaptı.

 

- Sauna çetesi olayında adı, verilen ifadelerden geçen Başbakanlık Koruma Amiri Rıdvan Çalıkuşu görevden alındı.

 

Haber: TARAF

 

 

 

 

 

Buyrun işkencenin başka bir yüzü ve uzagımızdada degil,gizli,kapaklıda degil!!!!!!!!!!!!!!!BURASI TÜRKİYE ARKADAŞLAR SESSİZLİGE DEVAM DİYELİMİ?????

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Polisler doktoru çırılçıplak soyup dövdü

 

 

Yenişehir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli asistan doktor Deniz Yazıcı'nın, evinin önünde kendisine kimlik soran polisler tarafından götürüldüğü boş bir arazide ve karakolda işkenceden geçirildi.

 

Dr. Yazıcı da boş bir araziye götürülüp dövüldüğünü, karakola gittiklerinde çırılçıplak soyularak tekrar dövüldüğünü söyledi.

 

İşkence olayıyla ilgili İzmir Tabip Odası Başkanı bir basın açıklaması yaptı. Hekimlerin, sağlık çalışanlarının dövülmesinin ve saldırıya uğramasının kabul edilemez olduğunu ifade eden Kaptaner, ''Hastanemizde 6 aydır görev yapan asistan doktor arkadaşımız Deniz Yazıcı, nöbetinin ardından Bornova'daki evine gitmiş. Evinin önünde kendisine kimlik soran polislere doktor olduğunu, kimliğinin yanında bulunmadığını, ancak nöbetten yeni çıktığı için doktor kaşesinin cebinde olduğunu söylemiş. Doktor kaşesini gösterdikten sonra kimliğini de getirip göstermiş’’ dedi.

 

Ancak burada doktor Yazıcı’nın polisler tarafından darp edildiğini Kaptaner, ‘’Polis aracına alınıp boş bir araziye götürülüp yeniden dövülmüş. Karakola götürüldükten, çırılçıplak soyulduktan sonra tekrar dövülmüş. Can güvenliğimizi teslim ettiğimiz kişilerin, doktor olduğunu söyleyen birini karakolda çırılçıplak soyarak dövmelerinin gerekçesini öğrenmek istiyoruz'' diyerek olayı kınadı.

 

Olayın ardından Bornova İlçe Emniyet Müdürü'nün hastaneye gelerek kendilerinden özür dilediğini, gerekli işlemlerin yapılacağını söylediğini belirten Kaptaner, ''Bize, doktor arkadaşımızın darp edilme gerekçesinin 'polise mukavemet ve kimlik göstermeme' olduğunu öne sürüyorlar. Böyle bir davranış suçlu kişilere bile yapılmaz'' dedi.

 

Basın açıklamasına çok sayıda doktor katıldı. Açıklamanın ardından gazeteciler, hastanede tedavi gören Dr. Deniz Yazıcı ile görüştü. Vücudunun birçok yerinde morluklar olduğu görülen Dr. Yazıcı da boş bir araziye götürülüp dövüldüğünü, karakola gittiklerinde çırılçıplak soyularak tekrar dövüldüğünü söyledi. Hastanede bulunan boyacı Ahmet Y. de evinin önünde polislerin, Dr. Yazıcı ile kendisini de dövdüklerini belirtti.

 

 

 

Aktüel...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Irak'ta yapar, bize de düşer

 

Murat Belge

 

08/05/2004

 

Dün yayımlanan yazımı yazarken, son günlerde üstüne yazı yazacak bundan daha önemli bir konu olmadığını düşünmüştüm. Daha birçok kişi de böyle düşünmüş olmalı ki bütün medyada bununla ilgili bir yığın yazı yayımlandı. Gerçekten de, ortada o fotoğraflar varken, insanın dikkatini başka bir konu üstünde yoğunlaştırması kolay değil. Bugün bunlara yenileri eklendi: 'tasmalı'sı, 'kelepçeli'si vb. Ayrıca, elde bunlardan daha 1000 tane olduğu söyleniyor.

Fotoğraflar üstüne veya onlardan yola çıkarak birçok şey yazıldığını söyledim. Ama bunlardan bazılarını okuyunca, asıl konunun o fotoğrafların anlattığı şey olmadığını görüyoruz. Asıl konu başka; bu işkence sahneleri de oraya geçmek için bir araç.

İnsan Türkiye'de zaman zaman, bu toplumda eğitimin, kendinden başka herhangi bir şeyle ilgilenmemek, kendinden başka bir şeyi algılamamak üzere verilmiş bir disiplin olduğu duygusuna kapılır.

11 Eylül olduğunda bazı gazeteler bunu 'Biz haklıydık' gibi bir başlıkla duyurmayı düşünebilmişlerdi. Şimdi bu fotoğraflarla da birileri benzer bir şey yapıyor.

Şu sırada Türkiye'de, kıran kırana bir biçimde başlamış ve zaman ilerledikçe hızını ve şiddetini bir miktar kaybetmekle birlikte çok da yumuşadığı söylenemeyecek bir iktidar kavgası devam ediyor. Dünyada olan her şey, bu kavganın özellikle bir tarafına 'cephane', 'mühimmat' olarak hizmet edebildiği derecede anlamlı ya da geçerli.

Bu kavga belki doğrudan 'iktidar kavgası' olmaktan çok, bundan böyle iktidarın nerede olduğunun ve nasıl elde edileceğinin belirlenmesi üstüne bir kavga. 'Avrupa Birliği' bu anlamda bu kavganın odaklandığı nokta. Çünkü Türkiye'nin geleneksel iktidar seçkinleri, ancak 'izole' bir Türkiye'de 'iktidar olma' becerisine sahipler. Uluslararası ilkelerin belirlediği bir coğrafyada borularını öttürmelerine imkân yok. Dolayısıyla dişleri, tırnakları ve her şeyleriyle Türkiye'nin politikasını ya da hukukunu uluslararası ittifak ya da ilkelere bağlamasına engel olmaya çalışıyorlar.

Onun için biri kalkıyor, Türkiye'de insan hakkı ihlallerine karşı çıkmış olanları, şimdi bu fotoğraflarda görülen işkenceye karşı çıkmaya davet ediyor! Sanki bunu yapmanın bir güçlüğü olabilirmiş gibi!

Öteki, Amerika öncülüğündeki müdahalenin sorumluluğunu mugalata ile Avrupa Birliği'ne sıçratmaya çalışıyor. Irak'ta işkence yapanlar arasında Britanya askerleri olduğuna göre, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmemesi gerekiyor. Anlayamadığım bir mantıkla varılan bu sonuç, ayrıca, kuvvetli ve saldırgan sözlerle takviye edilmiş: "...AB'ye girince insan olacağımızı sanan varsa, insanlıktan nasibi eksiktir" diye bir yargı! Şu anda 'insan' olduğumuza inanmakla birlikte, AB'ye girince bunun çok daha iyi pekişeceğine inananlardanım. İnsanlıktan nasibimin niçin eksik olduğunu da bilmek istiyorum.

Dünkü yazımda, Irak'taki işkencenin 'tekil olay' diye geçiştirilemeyeceğini

savunmuştum. Ama orada bunlar oldu diye Türkiye'nin general Kılınç'ın tavsiye ettiği şekilde 'Avrasya Birliği'ne girmesini savunmanın çok daha büyük bir demagoji olduğunu düşünüyorum.

Bir de şu demagoji yayılıyor: "Kardeşim, insan dediğin böyle işte. İşkence yapmaksa, bak, hepsi yapıyor." Bunun arkası, tabii, bizdeki işkenceyi de mazur göstermek. Hele bizi eleştirenlerin işkence yaptığını kanıtlayınca, kendi işkencemizle kıvanç duyma aşamasına da geliyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

İŞKENCESİZ BİR TÜRKİYE İÇİN ...

 

 

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından “26 Haziran Birleşmiş Milletler İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” nedeniyle bir açıklama yapıldı.

 

İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı Sedat Gözkıran yönetim kurulu üyeleriyle birlikte düzenlediği basın toplantısında İnsan Hakları Derneği’nin işkencesiz bir Türkiye için mücadele ettiğini söyledi. Gözkıran açıklamasında “İlimizde tüm bölgede olduğu gibi son iki yıldır yoğun gözaltılar yaşanmaktadır. Bu gözaltılar dolayısıyla köyü muamele uygulandığı şeklinde derneğimize bir çok başvuru yapılmıştır. İnsan Hakları Derneği işkencesiz bir Türkiye için mücadele etmektedir. İşkenceye karşı mücadelenin başarıya ulaşması tüm toplumun işkence mağdurlarıyla dayanışmasına ve işkenceye karşı mücadelede güç birliği oluşturmasına bağlıdır. Bu konuda en büyük görevin hükümetlere düştüğü bir gerçektir. Bizler İnsan Hakları Derneği Şanlıurfa Şubesi olarak işkencesiz bir toplum için herkesi duyarlı olmaya ve işkence mağdurlarıyla dayanışmaya çağırıyoruz.” dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İNSAN HAKLARI DİYARBAKIR'DAN GEÇTİ

 

 

Neval Oğan BALKIZ

Hukukçu/Akademisyen

 

 

 

Bazı kentler vardır, ilk görüşte sırtını döner size. Bir türlü içine almaz. Bazı kentler vardır, görmek istediğiniz yüzünü gösterir yalnızca, ne yana dönseniz aynı şeyi görürsünüz hep. Bir türlü bağrına basmaz.

 

Ama bazı kentler vardır, gözlerinizden kalbinize sızar. Sokak sokak, nehir nehir, cadde cadde içinize akar. Sımsıcak sarmalar sizi. Yaralı yerlerini gösterir size, güzellikleri ile örtmeden onları sarmanızı, derman bulmanızı bekler.

 

İnsan Hakları Derneği'nin yürüttüğü "İşkenceye Sessiz Kalma!" projesi çerçevesinde "İşkencenin Soruşturulması, Belgelenmesi ve İzlenmesi" konulu eğitim semineri kapsamında ilk kez gittiğim Diyarbakır, işte öyle bir kent.

 

 

 

ASALETİNİ KORUYAN KENT

 

Kalbini burçların süslediği kalın duvarlı surlarının içine saklamış. Tarihinde varolmuş ve kendisini varetmiş tüm kültürlerin mirasını, asaletini, incitmelere karşı korumak istercesine kollarının arasına almış. Behram Paşa Camii ile Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi, Hüsrev Paşa Camii ile Protestan Kilisesi, Hz. Süleyman Camii ile Mar-Kozma Rum Kilisesi, Fatih Paşa Camii ile Surp Giragos Ermeni Kilisesi yanyana, içiçe varlıklarını sürdürüyorlar bu güvenli kucakta. Surların çok parmaklı elleri burçlar, gökyüzünden topladıkları güneşi toprağına taşımışlar Diyarbakırın. Bazaltın rengi bundandır sanırsınız. Bu görüntünün yarattığı mistik atmosferin büyüsüne kapılarak, kendinizi kaybediverirsiniz.

 

İnönü Caddesi'nden Gazi Caddesine akan kalabalığa karışıp, Ulu Camii'ye yönelirsiniz. Yüzünü acıdan umuda dönmeye çalışan bir kentin soluğu karşılar sizi. Çerezci, gümüşçü, saatçi, kuyumcu, manifaturacı, hazır giyimcilerin dizili olduğu bu caddede, yüksek sesle çalınan Kürt ezgilerine, Arapça ve Türkçe ezgiler karışır.

 

Gözünüzün içine bakarak size sokulan boy boy kızlı oğlanlı küçük çocuklar, sizi gerçekliğe taşırlar. Omuzları düşmüş, asla gözünüze bakmayan ve hep bir yere yetişmek telaşı içinde acele ile koşuşturan yaşlı- genç insanların aksine, yoksul görünümleri, çelimsiz bedenleri ve sayılamayacak kadar çok varlıklarıyla, hayatta olduklarını -birilerine inat- yüzünüze (gözünüze) haykırırlar. Siz, hayatın varsıllığı karşısında her yanı kuşatan bu yoksulluğun nedenlerini bir kez daha sorgular, insanlığın ortak onurunun ancak, nerede ve ne koşulda olursa olsun, her insanın onurlu bir yaşam olanağına kavuş(turul)ması ile gerçekleşebileceğini düşünür, benliğinizin bir parçasını orada bırakırsınız.

 

Böyle bir Diyarbakır'dan, 22-24 Ekim 2004 tarihlerinde İnsan Hakları geçti. Diyarbakırlı insan hakları savunucularının sıcak evsahipliğinde gerçekleştirilen eğitim seminerine; Diyarbakır, Batman, Siirt, Elazığ, Van, Muş, Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Bingöl illerinden avukatlar, insan hakları savunucuları ve doktorlar katıldı. İşkence iddialarının en sık gündeme geldiği bu coğrafyada, insan hakları ihlallerine karşı en zor koşullarda mücadele veren bu katılımcılar, tecrübe ve gözlemlerini paylaştılar. İşkencesiz bir dünya ve ülke yaratmak mümkündür konusundaki umudumuzu güçlendirdiler. Eğiticiler önderliğinde; işkence kavramının ve işkence yasağının koruduğu değerin ne olduğunu, ulusal ve uluslararası hukukun işkenceyi nasıl ele aldığını, işkenceye karşı iç hukukta başvuru mekanizmlarının nasıl işlediğini, işkencenin rapor edilmesi, başvuru alınması, işkenceyi belgeleme tekniklerini ve bunların kadın, çocuk mağdurlar açısından gerekleri ve bu konudaki pratik güçlükleri örneklerle tartıştılar.

 

Değerlendirme kısmında şu gerçeklikleri paylaştılar:

 

İşkence ülkemizde halen vardır ve çok yaygındır. Yöntemleri incelmekte ve çeşitlilik kazanmaktadır. Olaylar, aynı tarihlerde Alanya'da adliye açılışında "işkenceye sıfır tolerans anlayışıyla hareket ettiklerini" tekrarlayan Başbakan'ı doğrulamamaktadır. Sistematik olma durumunu; ister "bir etkinliğin farklı yerlerde aynı metotlarla yapılıyor olması halinde, bu etkinliğin sistematik olduğundan bahsedilir" tanımıyla, ister "devletin açıkça ifade edilmeyen bir politika olarak işkenceyi kullanması işkencecileri koruyup kollaması olarak" (Türker Alkan, Radikal 21 Ekim 2004 ) anlayalım, ülkemizde işkencenin istisnai ve arızi bir uygulama olmadığı görülmektedir.

 

İşkencenin olmadığı bir Türkiye mümkündür ve bunu gerçekleştirmek, her birimizin öncelikli bir insanlık ödevidir. Bunun gerçekleşmesi ancak biz insanların bunu gerçekten istemesine ve mücadelesine bağlıdır.

 

Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun hazırladığı ve son derece yerinde tespit ve taleplerin sıralandığı Azınlık Raporuna gösterilen saldırgan tahammülsüzlük, bu ülkede kimi kesimlerin işkence dahil neyin değişmesini ve gerçekleşmesini istemediklerini ve bu anlayışlara karşı mücadelenin ne denli zorunlu ve zorlu olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

 

 

 

VATANSEVERLİK

 

Oysa bu güne kadar tabu sayılan kavramları ve bunlardan kaynaklanan sorunları tartışan bu raporun hazırlayıcıları, bu ülkede herkes kadar (ama kesinlikle bu bağırtıları koparanlardan daha çok) vatanseverdirler. İki kesimden insanların bu ülke için yaptıklarını, yaşamak istedikleri ve gelecekte tasavvur ettikleri Türkiye farkını görenler, bunu anlayacaklardır. Rapor, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin azınlık anlayışı arasında farkı ortaya koyuyor. Günümüz azınlık anlayışını "kendini çoğunluktan farklı hisseden ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez öğesi sayan herkes" olarak ifade ediyor. Yani milletin içindeki farklı grupların kendi özelliklerini koruyabileceği bir ortamın ve düzenin oluşturulması için öneriler sunuyor, yol gösteriyor. Ne Türkiye'nin adının, ne bayrağının, ne de resmi dilinin değişmesini istiyor. Ne Kürtler, ne Aleviler, ne de farklı gruplar için azınlık statüsü talep ediyor. Talep ettiği şey, dil, din, cins, ırk ayırımı yapmadan herkesin insansal olanaklara eşit şekilde sahip olması, bu özellikleri ile çoğunluktan farklı olanların çoğunlukla eşit olmaları, çoğunluk nelerden yararlanıyorsa onlardan tam yararlanmaları, bunun önündeki her türlü yasağın ve engelin kaldırılması. Yani insan haklarının ve demokrasinin hakim olduğu bir toplum düzeni. Demokrasi ve insan hakları kelimelerini dilinden düşürmeyenlerin, başkalarının da yüksek sesle bunları dillendirmelerinden bu kadar korkmaları nedendir dersiniz?

 

Yol uzun ve zorlu. Diyarbakır güzel bir yüz metresiydi.

 

Ulu Camiinin avlusundaki güneş saatinin yelkovanı demokrasiye ayarlı şimdi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yahu Yayamazım bizler bizim dışımızda olan herşeye bu kadar kayıtsız iken nasıl anlayacağız işkenceyi...Nasıl anlaşılacak başkalaştırılan işkenceler!

 

 

 

 

Dimi asi kız çok haklısın........hele hele bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye düşünürken!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beyoğlu'nda İşkence Var!!!

 

Beyoğlu'nda asayiş olaylarındaki artışı gerekçe gösteren güvenlik güçleri, kendilerince "suç işleme potansiyeli bulunan" kişilere karşı, ulusal ve uluslar arası hukuku çiğneyerek işkence ve kötü muameleyi günlük, olağan bir uygulama haline dönüştürmüştür.

 

Başta İstiklal Caddesi olmak üzere rastgele ve kişilerin ten-saç rengine ve yaşına göre keyfi olarak kimlik kontrolü yapan aralarında özel tim mensubu polislerin de bulunduğu ekipler, çoğu zaman kendilerince suçlu olma olasılığı bulunan kişileri sokak ortasında alenen dövmekte ve "seni bir daha burada görmeyeyim" tarzı hitaplarla İstiklal Caddesi ve çevresinden kovabilmektedir. Bu uygulamalar tanıkların bizlere aktarımı ve mağdurların yaptığı başvurulardan da açıkça görülmektedir.

 

Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü binasının önünden geçen travestilere polis tarafından şiddet uygulandığı ve bir daha binanın önünden geçmemeleri yönünde tehdit edildiklerine ilişkin tarafımıza bilgiler gelmektedir.

 

Beyoğlu'nda güvenlik güçlerinin karıştığı ihlaller sadece caddeler ve sokakları içermiyor. Karakollarda da işkence ve kötü muamele yapıldığına dair tarafımıza bilgiler gelmektedir. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı karakollardaki nezarethanelerin fiziki koşulları da son derece sağlıksız ve insan haklarına aykırı mekanlardır. Buraların derhal bağımsız kuruluşlarca denetlenmesi gerekmektedir.

 

Asayiş olaylarının çokluğunu ve gösterilerin çoğunluğunun Beyoğlu ve çevresinde yapılmış olmasının kendilerine şiddet uygulama hakkı verdiğini sanan güvenlik güçleri ve amirleri bu uygulamalarını kesintisiz bir şekilde sürdürmektedir.

 

Polise geniş yetkiler tanıyan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'ndaki değişiklikler gündeme gelmeden bu kadar yoğun ihlal işleyen bir polis biriminin bu yasal düzenlemeden sonra neler yapabileceğini düşünmek açıkça bizleri endişelendirmektedir.

 

Beyoğlu, güvenlik güçlerinin yasaları ve insan haklarını ayaklar altına aldıkları bir ilçe olmamalıdır.

 

Bizler insan hakları savunucuları olarak; insan hakları ihlallerinin yaşanmadığı bir dünya için mücadele etmekteyiz. Bir kişinin bile güvenlik güçlerince kötü muameleye maruz kalması veya işkence görmesi bizler için büyük bir sorundur. Ve bu sorunun birinci sorumlusu tüm uyarılara rağmen Beyoğlu'nda güvenlik güçlerine insan haklarına uymaları için gereken eğitimi vermeyen ve onları işledikleri ihlaller nedeniyle cezalandırmayarak cesaretlendiren İçişleri Bakanlığı ve ilgili birimlerdir.

 

Yetkilileri Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı birimlerin neden olduğu insan hakları ihlallerini incelemeye ve gereken önlemleri almaya davet ediyoruz.

 

İçinde dayak geçen değil, tramvay geçen işkencesiz bir Beyoğlu İstiyoruz!

 

2007'nin ilk 6 ayında Beyoğlu'nda tespit edilen işkence ve kötü muamele vakalarını okumak için tıklayınız.

 

 

İnsan Hakları Derneği

İstanbul Şubesi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dimi asi kız çok haklısın........hele hele bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye düşünürken!!

 

Ya Yayamaz'ım biz de öle diyelim.Ben şimdi kendimi dışarıya atıyom,alışveriş,yemek...ooo baya ne insanlıktan!Ben mi kurtaracam dünyayı.

 

BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN...iSTEYENDE ***********!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 hafta sonra...

DERİN ACI

 

Hayatımın en korkunç gününü yaşamıştım.Belki de bir daha hatırlamak istemediğim bir gündü.Canımı her şeyimi kaybetmiştim.Kollarımda can vermek üzereydi ve ben hiçbir şey yapamıyordum.Çaresizlik içinde bir oraya bir buraya bakınıyor ve bağırıyordum.Sanki sesim kısılıyor da kimse beni duymuyordu.Gözlerimi kapatıyordum açtığımda her şeyin sadece bir rüyadan ibaret olduğunu görmek istiyordum.Ama o gün hiçbir şey istediğim gibi olmuyordu.Her şey gerçekti ve ben o gerçeğin tam ortasında yapayalnızdım.Boğulacakmış gibi oluyordum artık bitsin istiyordum bu işkence bağırmak haykırmak istiyordum etrafıma deli gibi saldırmak.Kollarımda o ve içimdeki yanan o ateşle bir o yana bir bu yana savruluyordum.Ölmemiş olmamalıydın ölmemelisin sen ölemezsin diye haykırıyordum.Kendimi tamamen kaybetmiştim kalbimdeki o derin acıyı asla ama asla unutamıyorum ve halen duyuyorum.O günü hiç yaşamamak isterdim nasıl olurdu da kıyarlardı canıma her şeyime aklım almıyordu bir türlü ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette sadece inliyordum.Etrafımdakileri görmüyordum bile sadece bu acının dineceğini her şeyin biteceğini düşünmek istiyordum.Hiç bir şey duymak istemiyor hiçbir şey söylemiyordum.O günden sonra hayata küsmüştüm sanki.Sadece boş gözlerle odamın duvarlarına bakınıyordum.Olanları kabullenmem epey bir zaman almıştı.Kendimi toparlamam ve kanayan yaramı dindirmem hiç de kolay olmadı.Hayat her şeye rağmen devam ediyordu.,İçimde yanan ateşe rağmen yaşıyordum.ne zamana kadar dayanabilicektim bende bilmiyordum.Yapayalnızdım artık o yoktu bunu düşünmek bile istemiyordum.Düşündüğümde duyduğum o acıyı hayatım boyunca duymamışımdır.Sanki canımdan can koparıyorlar gibi hissediyordum her defasında.Sanki kor bir alevle kalbimi dağlıyorlardı.Hayat bana en kötü oyununu oynamıştı.Zaman ilerledikçe bu acı daha fazla yakıyordu beni dayanılmaz bir hal alıyordu.Tek tercihim vardı artık bu şekilde yaşayamazdım ve son kararı vermiştim artık gitmeliydim ve kurtulmalıydım her şeyden.ve bir anda hiç düşünmeden yaptım gözümü açtığımda kendimi bir hastane odasında buldum.Üzerimde bir ağırlık hissediyordum.Sanki derin bir uykudan uyanmış gibiydim.Bunu da başaramamıştım, kurtulamamıştım bu acıdan ve bunun üzerine eklenen acılarla birlikte yaşamaya devam etmek zorunda kaldım bir süre daha artık yürüyemiyordum ama umrumda bile değildi zaten yaşamıyordum ki bir an önce dindirmek istiyordum bu acıyı ama dinmiyordu.Artık tek tercihim vardı o da çaresizlik içinde ölümü beklemekti.O yanan acı ise büyüyerek devam ediyordu ve hiçbir şekilde dinmiyordu ve dinmiycektide.

(alıntı)

 

lütfen okuyun!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İNSAN HAKLARI DİYARBAKIR'DAN GEÇTİ

 

 

Neval Oğan BALKIZ

Hukukçu/Akademisyen

 

 

 

Böyle bir Diyarbakır'dan, 22-24 Ekim 2004 tarihlerinde İnsan Hakları geçti. Diyarbakırlı insan hakları savunucularının sıcak evsahipliğinde gerçekleştirilen eğitim seminerine; Diyarbakır, Batman, Siirt, Elazığ, Van, Muş, Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Bingöl illerinden avukatlar, insan hakları savunucuları ve doktorlar katıldı. Değerlendirme kısmında şu gerçeklikleri paylaştılar:

 

 

 

VATANSEVERLİK

 

Oysa bu güne kadar tabu sayılan kavramları ve bunlardan kaynaklanan sorunları tartışan bu raporun hazırlayıcıları, bu ülkede herkes kadar (ama kesinlikle bu bağırtıları koparanlardan daha çok) vatanseverdirler. İki kesimden insanların bu ülke için yaptıklarını, yaşamak istedikleri ve gelecekte tasavvur ettikleri Türkiye farkını görenler, bunu anlayacaklardır. Rapor, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin azınlık anlayışı arasında farkı ortaya koyuyor. Günümüz azınlık anlayışını "kendini çoğunluktan farklı hisseden ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez öğesi sayan herkes" olarak ifade ediyor. Yani milletin içindeki farklı grupların kendi özelliklerini koruyabileceği bir ortamın ve düzenin oluşturulması için öneriler sunuyor, yol gösteriyor. Ne Türkiye'nin adının, ne bayrağının, ne de resmi dilinin değişmesini istiyor. Ne Kürtler, ne Aleviler, ne de farklı gruplar için azınlık statüsü talep ediyor. Talep ettiği şey, dil, din, cins, ırk ayırımı yapmadan herkesin insansal olanaklara eşit şekilde sahip olması, bu özellikleri ile çoğunluktan farklı olanların çoğunlukla eşit olmaları, çoğunluk nelerden yararlanıyorsa onlardan tam yararlanmaları, bunun önündeki her türlü yasağın ve engelin kaldırılması. Yani insan haklarının ve demokrasinin hakim olduğu bir toplum düzeni. Demokrasi ve insan hakları kelimelerini dilinden düşürmeyenlerin, başkalarının da yüksek sesle bunları dillendirmelerinden bu kadar korkmaları nedendir dersiniz?

 

Ulu Camiinin avlusundaki güneş saatinin yelkovanı demokrasiye ayarlı şimdi.

 

İnsan hakları ne zaman diyarbakırdan çıktıki 22-24 Ekim 2004 tarihlerinde diyarbakırdan geçsin!

Diyarbakır, Batman, Siirt, Elazığ, Van, Muş, Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Bingöl illerinden avukatlar, insan hakları savunucuları ve doktorlar katıldı diyorsunuz.

birazda şehit ailelerini ve onların avukatlarından katsalardı ne iyi olacktı.

ne kürtler nede aleviler bu ulkede azınlık değildir onlar bu üklenin sahipleri, vatandaşlarıdır...

Ayrıca bölücüler dışında kimse din-dil ırk ayrımı yapmıyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsan hakları ne zaman diyarbakırdan çıktıki 22-24 Ekim 2004 tarihlerinde diyarbakırdan geçsin!

Diyarbakır, Batman, Siirt, Elazığ, Van, Muş, Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Bingöl illerinden avukatlar, insan hakları savunucuları ve doktorlar katıldı diyorsunuz.

birazda şehit ailelerini ve onların avukatlarından katsalardı ne iyi olacktı.

ne kürtler nede aleviler bu ulkede azınlık değildir onlar bu üklenin sahipleri, vatandaşlarıdır...

Ayrıca bölücüler dışında kimse din-dil ırk ayrımı yapmıyor...

insan hakları ne zaman diyarbakırdan çıktı ki diyerek,

güneydoğu halkını küçümseyerek,

"bölücüler dışında kimse ırk ayrımı yapmıyor"

sözünü etmenizin ne kadar da çelişkili olduğunun farkında mısınız ?

şehitlerin sadece türk kökenli yurttaşlarımızdan mı olduğunu sanıyorsunuz ?

bilmiyor musunuz ki, bölgedeki kürt ailelerinin bir oğlunu askere gödnerip,

diğer oğlunu pkkya kaptırdıklarını...

siz güneydoğu illerini ve oradaki insanları küçümsedikçe daha çok genç dağa çıkıp pkkya katılacak....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

insan hakları ne zaman diyarbakırdan çıktı ki diyerek,

güneydoğu halkını küçümseyerek,

"bölücüler dışında kimse ırk ayrımı yapmıyor"

sözünü etmenizin ne kadar da çelişkili olduğunun farkında mısınız ?

şehitlerin sadece türk kökenli yurttaşlarımızdan mı olduğunu sanıyorsunuz ?

bilmiyor musunuz ki, bölgedeki kürt ailelerinin bir oğlunu askere gödnerip,

diğer oğlunu pkkya kaptırdıklarını...

siz güneydoğu illerini ve oradaki insanları küçümsedikçe daha çok genç dağa çıkıp pkkya katılacak....

Ben ne zaman hangi yazımda söyledim şehitler yanlız türkkökenli ailelerin çocuklarındandır diye?

 

ne farkeder diyarbakırda insan hakları adına propaganda yapanlar hangi güney doğulu bir şehidin hakkını savunu?

 

kaç defa güney doğudaki şehit olan askerleri , öldürülen pkk teröistleri gibi ağırladı,ilgilendi.

söz buraya gelince sus pus olurlar,binlerce şehidimiz var bunun içinde farklı kökenlerde var ,bu insan hakları derneği neden bir pkk teröristi kadar ilgi göstermiyor?

 

Benim hiç bir milleti küçümsediğim yok, aksine edirne nasılsa diyarbakırda aynıdır diyorum.kürtlerin bu memleketin sahibidir dememden anlaman gerekirdi.

 

Asıl bu halkı ikiye bölen, sözde insan hakları adına ,yanlız teröristlerin haklarını savunan nifkcılardır.

 

diyarbakırdan çıkmadı derken oradaki terör destekçisi dtp gibi partilerin kucağına oturup kalkan, sözde insan hakları savunucalırına söylediğimi anlamınız gerekirdi.

 

önemli olan söyleneni anlamak istemek,siz anlamak istemeseniz nafile.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.