Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

"HAN DUVARLARI"NDA SAKLI MUSİKİ (ONUR AKBAŞ)


Önerilen İletiler

Faruk Nafiz’i –eserleri itibariyle- tam olarak bir radyo programında okumak için seçtiğim şiirleri sayesinde tanıdım, diyebilirim. Tabi ki o yıllarda lise öğrencisi olarak ders kitaplarından da tanıyorduk “Han Duvarları” şairini… Ama tanımak sadece öğrenmek yahut duymak değil, aynı zamanda objeyle haşir neşir olmak veya ıstılâhi manada ifade edecek olursak onu hakkal yakin derecede bilmekse ben bahsi geçen şairimizi tanıma imkânını, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun yedi yüzüncü yılı vesilesi ile hazırladığımız “Tarihe Açılan Kapı” isimli radyo programı sayesinde bulmuştum. Tabi esas mevzua geçmeden önce ben bu programlar hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Çünkü Osmanlı Tarihi’ni konu alan bir programda Cumhuriyet Devri şairinin Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Anadolu’yu anlatan bir şiirini neden okuduğumu ve kendisini mesela Yakın tarihi konu alan bir programda değil de neden Osmanlı tarihini konu olan bir programda hakkı ile tanıdığımı anlatabilmek için konuya böyle bir parantez açmanın faydalı olacağı kanaatindeyim.

 

 

 

“Tarihe Açılan Kapı” programı kültürel anlamda program hazırlamanın hiçbir tecrübesine sahip olmadan hatta ömründe radyo mikrofonlarına dahi çıkmamış olan bendenizin “hadi yap” diye meydana itiliverip medya pazarında onu satmak için görevlendirildiği ilk programıdır. Ömründe radyo istasyonları ile alakası sadece o istasyonun gönderdiği iyonosferden gelen ışınları ses olarak kulağında hazır bulup dinleyen yüz binlerce dinleyiciden biri olmaktan öteye geçemeyen acizleri, girişinden tutun sunuluşuna gerekli dokümanları hazırlamaya varana kadar işi kendi üzerinde bulunca anladı bu işin teyp ya da radyo hoparlörlerinden duyulduğu gibi olmadığını… Bana bu hususta verilen tek nasihat radyo sahibi aynı zamanda genel yayın müdürü sayın Haşim Akten’in “Unutma sen bir belgesel çekmiyorsun. Dinleyiciye Osmanlı tarihini sevdireceksin dolaysıyla anlatmaktan ziyade sevdirmeye çalış…” yollu haklı ve işin felsefesini veren sözleriydi… Biz de madem iş sevdirmeye yönelik bir iş, bir düşünce, sevdirilecekse, hatta sevmenin kendisi de sevdirilecekse bu ancak şiirle olur dedik ve şöyle bir şablon çıkardık ortaya:

 

-jenerik

 

-Tarihimizi, tarihi şahsiyetleri, üzerinde tarihin yaşandığı coğrafyayı anlatan bir şiir

 

- Kronolojik olarak Osmanlı padişahlarının anlatıldığı bölüm

 

-Bir tane ara şiir

 

- Osmanlı savaşlarının ya da tarihi menkıbelerin anlatıldığı bölüm…

 

Bütün bunları yirmi dakikanın içine sığdıracaktım. Bölümlerin biraz orasından biraz burasından kısıp ötekini uzatarak sunmaya çalışıyordum programı.

 

“Han Duvarları” şiiri ise adı geçen bölümlerin hepsinden kısıp programın hemen hemen büyük bir kısmını-programın kendisi nekadarlıksa…- kendisine ayırdığım bir şiirdi.

 

Şiirde de aliterasyon denilen bir yolun olduğunu, bu yolla şiirde musikinin oluşturulduğunu hatta şiirin “…sözle musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın”(1) bir Edebî tür olduğunu öğrenmeme henüz yıllar vardı. Ama o yıllarda bu şiiri mikrofon başında okurken orkestrayı idare eden bir şef edasıyla ellerimin gayri ihtiyari hareketleri hatta şiirdeki ağır ağır ilerleyen at arabasının tekerleğinin dönerken çıkardığı sesi anımsatan yeknesaklığa uygun bir tınıda fon müziğini seçmem bu şiirdeki henüz varlığından haberdar olamadığım bir musikinin adı konulmamış varlığını hissettiriyordu.

 

Tanzimat’ın ilk kuşağı –İbrahim Şinasi Efendi ve Namık Kemal başta olmak üzere- Divan Edebiyatı’nın sanatlı ve bol imajlı üslubuna tepkili oldukları halde bu kalıbın dışına da çıkamamışlardı. Ancak Divan Edebiyatı’na getirdikleri yenilik eski kalıplar içerisinde seküler söylemlerden ibaret kaldı. Şekilde yeniliği başlatan ise ikinci kuşak yani Hamidlerin Ekremlerin kuşağıdır. Yeni Türk Edebiyatı’nda şiirde musikiden tam anlamıyla bahsedilen dönem ise Servet-i Fünûn Edebiyatı dönemidir.

 

Aslında Divan Edebiyatı’ndan günümüze şiirde aliterasyon(müzikalite) vardı. Ancak bunlardan poetik olarak bahseden yeni edebiyatçılarımızdı. Halk edebiyatı ürünlerinde ise sesteki ahenk genelde şiir sonlarındaki, zengin, tam ve yarım kafiyelerle sağlanıyordu.

 

Ancak Cumhuriyet döneminde Anadolu’ya daha büyük bir ilgi ile yaklaşan şairlerimiz “Memleket Edebiyatı” adı verilen bir edebi oluşumu(akım demek ne derece doğru olur bilemiyorum.) meydana getirdiler. Bu şairler Anadolu’yu ve Anadolu insanını yine onun dili ile ve Anadolu halk şairlerinin kullandığı vezinle anlatmaya çalıştılar. Ancak onların şiirdeki bu teşebbüsleri, kendilerinden önce Türkçülük ve Turancılık İdeali ile bu işe yaklaşan ve halk edebiyatı nazım şekillerini bu ideolojinin emrine veren özde şiir ve şairlikle hiçbir ilgisi olmayan ideolog ve sosyolog Ziya Gökalp’inki gibi sığ ve taklidi bir üslup olmaktan daha ileriye gidebilmişti. Çünkü kullanıla kullanıla pörsümüş, eğitimsiz birkaç müteşairin elinde ucuz aşk söylemlerine araç olmaktan öteye geçememiş sonra da ideolojinin elinde oyuncak olma makamına düşmüş halk şiiri Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimiz sayesinde realizm gibi bir yenilikle buluşmuş, tasvir ve modern tahkiye üslubu ile zenginleşmiştir. O özellikle bu şiiri, “Han Duvarları” şiiri ile hece vezniyle yazılan şiiri didaktizmin ve ideolojinin elinden kurtarmış ve şiirine estetik bir mahiyet vermiştir. Bu yüzden hece vezniyle yazılmış olmasına rağmen “Han Duvarları” alelade bir halk şiiri olmaktan daha değerlidir.

 

Şiirde karların anlatıldığı kısımdaki şu aliterasyona dikkat etmenizde fayda mülahaza ediyorum:

 

“Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla

 

Savrulmaya başladı karlar etrafımızda”

 

Biz bu karları ve onların yağışını müzikal bir şekilde hatırlatan bu üslubu bir başka şiirden hatırlıyoruz. Evet, Cenab Şehâbeddin’in “Elhân-ıŞitâ”sından bahsediyorum. Zira onun şiirinde de bu “l” ve “â” sesleri hakkında Prof. Dr. Mehmet Kaplan bizim bu şiirdeki tesbpitlerimize benzer şeyler söylemektedir.“Şiirde adeta “lâ” sesini veren kelime kardır. Seçilen kaifiyelerden büyük bir kısmı ona uyuyor:’Arar, ağlar, kuşlar, yuvalar, kovalar, uçarlar’”(Kaplan, 2004; 103)

 

Toparlayacak olursak Faruk Nafiz bu şiiri ile sadece hece veznini güzel bir şekilde kullanmaktan öte ona Servet-i Fünûn’dan bugüne Edebiyat’ımızın önemli kazanımlarını da ilave etmiş ve onu kuru hamasetin, içi boş söylemlerin ve tekerlemelerin oyuncağı olmaktan kurtarmış, Yunus Emre’lerin, devrinde olduğu gibi bulunduğu çağda hak ettiği yeri ona yeniden kazandırmaya çalışmıştır.

 

KAYNAKÇA

 

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “Şiir Tahlilleri I”, Dergâh Yayınları, Ağustos 2004(19. basım), İstanbul

 

 

ONUR AKBAŞ, MEMLEKET GAZETESİ, DEVAMI İÇİN TIKLAYIN: http://www.memleket.com.tr/author_article_detail.php?id=5867

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.