Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

asterix

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    451
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler gönderen: asterix

  1. Çanakkale Otopark Şehitliği

     

    Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Yönetimi, Çanakkale Savaşı'nın sembol mekânlarından Bombasırtı'na koskoca bir otopark kondurdu. Hem yasalara aykırı hem de büyük bir saygısızlık örneği bu uygulama, Koruma Kurulu tarafından da onandı. Kurul üyeleri şimdi pişman. Bakalım bu bir fayda getirecek mi?

     

    Gürsel Göncü

    "İlk duyduğumda inanmadım. Bir yanlış anlaşılma var sandım. Sonra fotoğrafları gördüm ve yıkıldım. Büyük bir kızgınlık ve üzüntü arasında gidip geliyorum. Bu nasıl olabilir? Bir millet kendi tarihini nasıl bu denli yok sayabilir? Altında kendi askerinin yattığı bir noktaya nasıl otopark yapabilir? Onlar için ölen bu askerlere en ufak bir saygıları dahi yok."

     

     

    Dört kilometrekarelik alanı kaplayan yeni otopark, birinci hat Türk siperlerinin üzerine inşa edildi. Bombasırtı'nda başlayan otopark, 57. Alay Şehitliği'ne kadar devam ediyor.

    Burak Gezen / DHA

     

     

    Çanakkale muharebe alanları uzmanı Jul Snelders'in, 1. Dünya Savaşı Forumu adlı web sitesinde yazdığı bu satırlar, herhalde vaziyetimizi yeterince tarif ediyor. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda, 1915'teki savaşın belki de en önemli noktası Bombasırtı'nda geçen ay yapılan otopark, tarihimizdeki `kanıksanmış skandallar' arasındaki yerini aldı. Saygısızlıkta sınır tanımayan Orman Bakanlığı ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü yetkilileriyle, Kültür Bakanlığı bünyesinde görevlendirilen sözde uzmanların işbirliği; Türk tarihinin yakın geçmişteki en önemli, sembol haline gelmiş, hatta uluslararası, evrensel bir tarihi miras değeri taşıyan bir köşesini berbat etmiş durumda.

    Çanakkale muharebeleri sırasında, karşılıklı siperlerin birbirine en çok yaklaştığı mevki olan Bombasırtı ya da Avustralyalıların verdiği isimle Quinn's Post; efsanelerin bile yanında sönük kaldığı gerçek kahramanlıklara, fedakârlıklara sahne oldu. Türkler, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar ve İngilizler bu kritik nokta için canlarını vermişler, göğüs göğüse, süngü süngüye, ama büyük bir centilmenlik içinde çarpışmışlardı. Avustralyalıların, kendi verdikleri isimden yola çıkarak, Türk tarafını belirlemek için kullandıkları "Turkish Quinn's" bölgesi de, bizim birinci hat siperlerimizin bulunduğu siper şebekesini tanımlamaktaydı. İşte tam da bu şebekenin üstünde, 200 metre uzunluğunda ve 20 metre genişliğinde bir otopark var şimdi.

     

    Otopark ise, yine fotoğrafta görülen Türk hattının tam üzerinden başlıyor ve yukarıya doğru 200 metre boyunca, neredeyse tüm siper şebekesinin üzerini kapatıyor.

     

    Özellikle 1915 Mayıs'ındaki muharebeler sırasında, bu mevkide binlerce asker ölmüş ve savaş koşulları nedeniyle yine öldükleri bu noktaya gömülmüşlerdi. Dört kilometrekarelik bir alanı kaplayan otopark, bugün hem onların, hem de anılarının üzerini kapatıyor. Ve yetkililer buraya gelen ziyaretçilere artık "onlar koyun koyuna işte bu otoparkın altında yatıyorlar' demeye hazırlanıyor.

    İşin bir diğer trajikomik tarafı da şu: Yetkililer bu otoparkı, hemen yanı başında bulunan 57. Alay Şehitliği'ne gelen ziyaretçilerin yarattığı trafik sıkışıklığını gidermek için yaptıklarını söylüyorlar. O pek sevdikleri resmi ifadeyle `can ve mal güvenliğini sağlamak' için. Ziyaretçi akınına uğrayan söz konusu 57. Alay Şehitliği, aslında tamamen sembolik, hatta gerçekçi olmak gerekirse "uyduruk" bir şehitlik. Oysa üzerine otopark yaptıkları alan, yani birinci hat Türk siperleri büyük bir tarihi değere sahip. Dolayısıyla milli parkın yönetimi, esas olarak ziyaret edilmesi gereken yeri koruma altına alacağına buraya otopark konduruyor ve ziyaretçileri de tamamen sembolik bir şehitliğe yönlendiriyor. Böyle bir zihniyet yönetiyor Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nı.

     

    İşte bu aynı zihniyet yıllardır `bütün bu alan zaten büyük bir mezarlık sayılır, o yüzden orijinal şehit mezarlıklarını ortaya çıkarıp, ihya etmeye gerek yoktur' diye düşünüyor. İşte bu aynı zihniyet şimdilerde `her Türk askerinin şehit düştüğü siper noktasını bulup işaretleyeceğiz' deyip, sonra bunların üzerine otopark inşa ediyor. İşte bu aynı zihniyet, Conkbayırı'nın tepesine `Mustafa Kemal'in Saatinin Kırıldığı Yer' tabelası asıyor, Alçıtepe'nin zirvesine tuvalet koyuyor, Türk askeri heykellerinin eline modern tüfekler tutuşturup, aslı olmadığı halde Avustralyalı askeri taşıyan Türk askeri heykelleri yapıp, orman yolları açarak tarihi muharebe alanlarını katlediyor. Ve güya can güvenliği'nden bahsederken, Kemalyeri'nin az ilerisinde her yağmurda ciddi şekilde çökme riski taşıyan bir yol inşa ediyor.

     

    Yapılan otopark sadece tarihe ve tarihi dokuya bir saygısızlık değil; aynı zamanda yürürlükteki yasalara da aykırı. Doğa Koruma ve Milli Parklar'ın web sitesinde de yer alan ve Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda uygulanması yasalaşan Uzun Devreli Gelişme Planı'na göre, `Muharebe alanlarının içerdikleri tüm tarih/kültür (muharebe anıları ve izleri) ve doğa değerleriyle ve peyzaj bütünlüğü içerisinde korunmaları önemlidir- Siper hatları arazide çevreye zarar vermeyecek ve muharebe alanının görünümünü etkilemeyecek tekniklerle işaretlenecektir- 1915 şehitlerimizin isimlerinin belirlenmesi ve şehit düştükleri yerlerin işaretlenmesi çalışmaları başlatılacak ve sonuçlandırılacaktır- her Çanakkale şehidinin son vuruştuğu siper hattını belirlemek mümkündürÉ Park sınırları içerisinde motorlu araç trafiği kısıtlanacaktır, buna mukabil motorsuz araç kullanımı özendirilecektir'

     

    Görüldüğü gibi Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve bağlı olduğu Çevre ve Orman Bakanlığı, bizzat yerine getirmekle yükümlü oldukları işleri yapmadıkları gibi, neredeyse tam tersi bir uygulama içerisinde. Ayrıca milli parkın kendi bünyesinde kurmakla yükümlü bulunduğu Tarih ve Kültür Danışma Komitesi de, maalesef fiilen yok ve işletilmemekte.

    İşin diğer bir acıklı bölümü de, Turizm ve Kültür Bakanlığı'yla ilgili. Zira buna bağlı Çanakkale Koruma Kurulu da, Bombasırtı'na otopark yapımına olur vermiş! Doğa Koruma ve Milli Parklar'ın konuyla ilgili 16 Eylül 2004 tarihli talebine, Koruma Kurulu tam bir hafta sonra, 23 Eylül'de jet bir kararla `evet' demiş. Bu talebe olur veren `uzmanlar'a bir göz atalım: Prof. Dr. Rüçhan Arık (Başkan), Prof. Dr. Sezai Göksu, Doç. Dr. Orhan Reman, Yük. Mim. İlhan Öztürk, Ekrem Özçelik, Uğur Yüksel. Kurulda başkan yardımcısı sıfatıyla bulunan Doç. Dr. Nejat Bilgen ise karara katılmamış, ki böylelikle kurulun tek düzgün, geçmişine ve yasalara saygılı, tarih bilincine sahip üyesi olarak diğerlerinden ayrılıyor.

    Telefonla ulaştığımız kurul başkanı Prof. Dr. Rüçhan Arık ise bize büyük bir açık kalplilikle `Hengameye getirilmiş bir iştir. Çok üzgünüm. `Devletin işidir, fazla şey yapmayın' dediler. Ama bahane aramıyorum; açıkçası biz de yanlış bir iş yaptık' diye konuştu.

    Görüldüğü gibi hem yasalara, hem kamu vicdanına, hem de tarihi ve kültürel mirasa aykırı bir uygulama var ortada. Kararı veren kurul üyeleri bile durumun farkında. Bakalım bundan sonra milli parkın yönetimi, yeni olacaklar için nasıl bir kılıf hazırlayacak. Zira alınan karara göre, şimdi de Conkbayırı'na bir otopark yapmaya hazırlanıyorlar.

     

    Atlas Dergisi - yazar Gürsel Göncü

     

    Çanakkale Şehitlerini saygı ve minnetle bir kez daha anarken, bir yandan onların kanları

    üzerinden hamaset yaparken diğer yandan üzerlerine toplu konut, otopark yapan zihniyeti

    de esefle kınayalım.

  2. konuyu saptırmadan ve kişiselleştirmeden bunlara cevap verin.sen bu konuyu değerli düşüncelerinle yine yagara ortamına cekersin ama neyse...

     

    kişiselleştirmek ve yaygara hakkında da yazalım bakalım;

     

    -Yaşadığı ülkenin ekonomisini IMF ye, dış politikasını AB'ye, topraklarındaki üslerini (İncirlik)

    ve halkının kanını (Kore) ABD'ye peşkeş çekerken, tüm bunları örtbas etmek için yapılan şeydir yaygara

     

    -Bir ulusun 83 yıllık yoksulluğu ve açlığı üzerine kurulan sefahatın, israfın ve sömürünün üstünü örtbas

    etmek için kullanılan şeydir yaygara.

     

    - Katliamları, darbeleri, işkenceleri, karartılan dünyaları karartmak için başvurulan şeydir yaygara.

     

    - Her köşebaşında bir Mc Donalds, TV lerde yozlaşan yabancılaştırılan bir kültür, milyonlarca işsiz,

    bankalardan soyulan 40 milyar dolar, asgari ücret 380.- YTL iken bunların konuşulmasına bile

    tahammül göstermemek için başvurulan yöntemdir yaygara.

     

    - Uyuşturucu kaçakçılığı, faili meçhuller, haraç çeteleri ve mafya faaliyetlerinin ardındaki

    tosuncukları gizlemek için başvurulan yoldur yaygara.

     

    - Yıllardır ABD ile ülkenizi aynı yatağa sokmaktan gocunmazken, şimdi o yatakta başkasını

    görmenin neden olduğu isteri krizleri ile sahte ABD düşmanlığı yapmanın şaşkınlığını

    örtbas etmenin yoludur yaygara.

     

    - Vatan vatan hamasetleri yapıp da Çanakkale'nin üzerine sifon çekmenin terbiyesizliğini

    gizlemenin yöntemidir yaygara.

     

     

    Aşağıda yaygara ile ilgili güzel örnekler mevcut; okuyalım, öğrenelim, bilgilenelim.

     

    güzel kardeş biz sizler gibi bişeylere sap olmak için kominist olmayız

     

    atalarımız ne güzel demiş sukut etki adam sansınlar.sen daha aihm ile türkiye arasında seçimi yapamadıksan sonra biz sana semer taksam sen yine aynısın.

     

    sana da bişeyler yemesi düşer.

     

    bak senin yerinde daha zeki bir insan olsa teşekkür ederdi benim yaptıklarıma

     

    kimin kafası çok basıyor ortada.allahsız ve büycü özellikleri gösteren insandan daha fazlasıda beklenmez.boş geldi boş gidecek.

     

    .sizin terörden ne farkınız var asıl terörist sizlersiniz.ve bundan dolayı vatan hain iilan edildiniz t.c. tarafından.konuyu saptırmadan ve kişiselleştirmeden bunlara cevap verin.sen bu konuyu değerli düşüncelerinle yine yagara ortamına cekersin ama neyse...

     

    sana tavsiye git magazin programlarını izle(cünkü;insan,neyse o olmalı...)

     

    türkcen kıtsa benim yapacağım bişey yok.üzgünüm

     

    sen bu forumda fazla yorum yapma istersen.cünkü çok mantıksız yazıyosun

     

    .GEREKİRSE ÖLÜRÜZDE ÖLDÜRRÜZDE.

     

    sen bayraksız vatansızsan ben ne yapıyım.çok çalış belki sanada bir bayrak verirler

     

    biz solcular gibi insanların üzerlerine karı kız yollayıp çoğalmaya çalışmayız.biz neysek oyuz.sizler gibi yanar döner değiliz.

     

    sanada bir tavsiye; bilmiyorsan susta adam sansınlar...

     

    SENDE ONUN YARDAKÇISI OLDUĞUN İÇİN SENDE VATAN HAİNİSİN.

     

    senin nasıl davranman gerektiğini öğrettim bir öğütle.

     

    özellikle seninle konuşunca çok neşeleniyorum.bukadar komik olma nolur ya

     

    malasef komünist kızların yaptıkları bir yaradır.hele bu kızların üniversitede okuması çok ilginç.bu cahilliğin üniversitelerede bulaştığının göstergesidir.

     

    sana gelince mavinin türküsü,bu sitede gördüğüm en matıksız yorum yapan sensin malasef

     

    şunuda unutma zamanı gelince göreceksin bu vatanı sırtından vuranları ****** boğacaz.

    TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR...bu vatana karşı olanların ağzından türkiye kelimesini sileceğimiz günler çok uzak değildir.

     

    6 yaşında cocuk gibi yazmışın...

     

    bizim gözümüzde pkk ve koministlerdir vatan haini.bizimle ayrı düşünen dyp,bbp..saygımız vardır onları vatan haini ilan etmeyiz.biz ülkücü yeminimizi ederken sizin gibilerine göz açtırmamak adına yeminliyiz.

     

    Cevabını aldın;git şimdi neriye gidiyorsan bu ülkenin senin gibi beyni türk olmayan insanlara ihtiyacı yok.git rus amcalarının yanına ..

     

    senin 2 fırın ekmek yemen lazım yorum yapmak için.

     

    bak sana sürekli farkındalık kazandırıyorum bu iyiliği sana baban bile yapmaz....

     

    SEN İLK ÖNCE MHP NE OLDUĞUNU ÖĞREN SONRA GEL BURDA LAF SALATANA DEVAM ET

     

    BEN BUNLARA RAĞMEN HESABINI SORMUYORSAM SÜKUT ETMESİNİ ÖĞRENECEKSİN.

     

    HATTA SENİN SEVİYENE KADAR DÜŞMÜŞÜM.

     

    sana gelince güzel kardeşim.sırf yazı yazmak için sacma sapan hiç bir araştırma yapılmaksızn zırvalamışın.

    bu memleketin senin gibi zırvalara ihtiyacı yoktur.

     

    ben sana vatanın ne olduğunu anlatrım.ama senin;bu komünizm ***** bulanmış zihnin anlayamaz bunları.

  3. İyimserlik

     

    Şiirler yazarım

    basılmaz

    basılacaklar ama

     

    Bir mektup beklerim müjdeli

    belki de öldüğüm gün gelir

    mutlaka gelir ama

     

    Ne devlet ne para

    insanın emrinde dünya

    belki yüz yıl sonra

    olsun

    mutlaka bu böyle olacak ama

    Şair : Nazım Hikmet Ran

  4. Ve bugün...

     

    Çanakkale savaşı muharebe alanları milli park statüsünde bulunduğu için Türkiye’nin diğer taraflarına göre tabii ki daha iyi korunmuştur. Bununla birlikte bölge sürekli olarak yeni köprü ve otoyol projelerinin tehdidi altında tutulmaktadır. Yine giderek artan kaçak yapılaşma ve arazi spekülasyonu; saygı, şehit, tarihi miras gibi kavramlarla ilgilenmemektedir.

     

    Kilitbahir ve çevresindeki tabyalar, Çanakkale deniz savaşının tayin edici noktalarını teşkil eder. Buralarda çarpışan insanlar, canlarını dişlerine takmışlar, cephane sıkıntısına rağmen müthiş Müttefik armadasına geçit vermemişlerdir. Bugünse, üzerinde “Dur yolcu, bilmeden basıp geçtiğin bu toprak...” yazısı bulunan bölge, bizim üzerinde tepindiğimiz bir hale getirilmiştir.

     

    Bölgenin milli park alanına giren kısımlarında kaçak siteler yapılmıştır. Rumeli Mecidiye tabyası harap ve çöplük haldedir. Rumeli Mecidiye Şehitliği’nin yeri değiştirilmiştir!!! Eski şehitlik alanındaki çukurlara inşaat mıcırları dökülmektedir.

     

    Rumeli Hamidiye tabyası askeri lojman alanı içinde bırakıldığından ziyareti mümkün değildir (Belki de ancak bu şekilde korunabilir diye düşünülmektedir).

     

    Çamburnu mevkiinde çirkin kooperatif evleri göze çarpmaktadır.

     

    Biraz ilerideki Havuzlar mevkiine dikilen Seyit Onbaşı heykeli tamamen yanlıştır. Tarihi fotoğrafı çok ünlü olmasına rağmen, top güllesi Seyit Onbaşı’nın sırtına değil kucağına konmuştur.

     

     

     

    Milliyetçilik bu mu?

     

    Seddülbahir, Ertuğrul Koyu ve Anafartalar sahil şeridindeki kaçak yapılar, altlarında yatan kahraman askerlerin üzerine her gün sifon çekmektedir. Çanakkale muharebelerinin en önemli figürlerinden biri olan Seddülbahir Kalesi tam bir çöplük ve mezbelelik halindedir. İnsan isyan eder. Tarihi yarımadanın “kendi insanımız tarafından işgali”, askeri bölgelerin azaltılmasından sonra hız kazanmıştır

     

    Bölgede halen sürdürülen yanlış ağaçlandırma, tarihi muharebe alanlarının üzerinin giderek kapanmasına yol açmaktadır. Şiddetli rüzgara açık Gelibolu yarımadasının Ege kıyıları tarafına çam ağacı dikmeye çalışmak, çeşitli zamanlarda büyük yangın felaketlerine yol açmıştır, açmaktadır, açacaktır.

     

    Savaş sırasında şehit düşen askerlerimizin adları bilinmesine rağmen, bunların yazılı olduğu bir gerçek anıt yoktur; Müttefik mezarlıklarıyla aramızdaki en temel fark, estetik ve dizaynı bir kenara bıraksak bile bu noktada ortaya çıkmaktadır. Çanakkale’de yatan her şehit en azından adıyla anılmayı hak etmiştir. Bugünü bize sağlayan her lokmada her nefeste onların payı vardır.

     

    Muharebe alanlarında çok fazla sayıda yanlış levha vardır. Heykeller özensizdir. Atatürk heykelleri çirkindir, Mehmetçik heykellerinde 2. Dünya Savaşı’nda kullanılan tüfekler görülür; çoğu silah, kıyafet tetkik edilmeden yapılmıştır

     

    Bölgedeki savaş kalıntıları kaderine terkedilmiş durumdadır. Doğru dürüst bir envanter yoktur. Birçok siper ve askeri posizyon coğrafi ve insani tahribata uğramıştır. Belçika’nın Ypres şehri civarında 1. Dünya Savaşı’ndan kalma siperleri orijinal haliyle korumak için, bunların içleri plastik alaşımlı özel bir maddeyle kaplanmakta ve bu işte üniversiteli bir gönüllü ordusu çalışmaktadır.

     

    Pardon, ‘milliyetçilik’ mi dediniz?

     

    Tarihi yarımadanın her tarafında kaçak kazı ve kaçak dalış yapılmaktadır. Bölgede Helenistik ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunması kimilerinin iştahını kabartmaktadır.

     

     

     

    Yarımadada keşmekeş

     

    Bundan beş yıl kadar önce büyük umutlarla başlatılan Barış Parkı Projesi, bir Türk klasiği olan Bürokrasi Projesi’ne dönüşmüş, bir türlü planlama aşamasını geçememiş, Ankara’daki masa başından kalkıp arazide faaliyete başlayamamıştır.

     

    Çanakkale muharebeleriyle ilgili bilgi, belge, buluntu, koleksiyon gibi malzemeler, çeşitli müzelere veya kuruluşlara dağılmış haldedir ve envanteri çıkarılamaz hale getirilmiştir. Aynı şekilde ilgili ve yetkili devlet kuruluşları koordinasyonsuz bir yapı içerisindedir. Kültür Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Kolordu, Jandarma ve Donanma komutanlıkları, Belediyeler, Milli Park ve Bahçeler Müdürlüğü, 18 Mart Üniversitesi, turizm ve rehberlik hizmeti sunan özel kişi ve kuruluşlar, Barış Parkı Organizasyonu, muhtarlıklar, hükümetdışı kuruluşlar (STK) ve yabancı mezarlıklardan sorumlu kuruluşlar ortak bir platformda bir arada davranamamaktadır.

     

    Bazı yerel kültür ve tarih vakıfları, bu konuları değil arazi ve kooperatif rantı gibi ticari konuları daha enterasan bulmaktadır. Özellikle Eceabat, Kilitbahir ve Çanakkale’de oturan tek tek iyi niyetli ve geçmişine saygılı insanlarla, bir kısım küçük dernek ve kuruluşların amatör insiyatifleri yetersiz kalmaktadır.

     

    Yürütülen bazı projeler kapsamında çeşitli kamulaştırma faaliyetleri başlatılmış; fakat eşzamanlı olarak zaten kaçak ve kanunsuz yapılmış evlere milyarlarca lira bedel ödendiği konuşulmaya başlanmıştır. Bunlar net bir biçimde, hangi ev, kaç para, kimin evi, yasal statüsü neydi şeklinde ortaya konmalıdır.

     

     

     

    Unutulan tarih

     

    Bir diğer önemli nokta da, muharebe alanlarıyla ilgili gereken bilgi, işaretleme ve levhalandırma sisteminin kurulmamış olmasıdır. “Anzac Sektörü” dediğimiz Conkbayırı-Kabatepe-Arıburnu üçgeni dışında kalan muharebe sahalarında hiçbir düzenleme ve tanıtım çalışması yoktur. Eskihisarlık Burnu’ndaki büyük Şehitler Abidesi’nde olduğu gibi, bölgeyi ziyaret, şehitlikleri ziyaret etmeye indirgenmiştir.

     

    Conkbayırı kadar kilit bir mevkii olan Alçıtepe tamamen unutulmuştur. “Seddülbahir Sektörü”nün kader noktası olan bu stratejik tepeyi eğer bilmiyorsanız, bölgeye gittiğinizde hiçbir zaman nerede bulunduğunu öğrenemezsiniz. Tepeye bugün ancak toprak bir yoldan ulaşılabilmektedir; civarda en ufak bir işaret ve bilgi levhası yoktur. Tepenin tam üzerinde bir su deposu ve buraya zaman zaman gelen görevlilerin ihtiyaç giderdiği tahtadan bir hela bulunmaktadır. Unutmayın ki burası onbinlerin elde tutmak içini canını verdiği, “Burayı kaybedersek Boğaz yolu da açılır, İstanbul’u da, savaşı da, ülkeyi de kaybederiz” diye düşünerek kahramanca savaştığı yerdir. Onlar ölerek bize hayat verdiler; bizse buranın üzerine hela yapıp...

     

    Kerevizdere ve civarı sanki buralarda binlerce insan ölmemiş, savaşın kaderi burada da çizilmemiş gibi terkedilmiştir. Burada Fransızlar’a karşı büyük bir direniş gösteren askerlerimiz hiçbir şekilde hatırlanmamakta, hatırlatılmamaktadır.

     

    “Anafartalar Sektörü”nde sadece tek tük ve çirkin, büyük taşlara yazılmış kitabelere rastlarsınız. Oysa hemen her küçük tepede bulunan Müttefik mezarlıklarında bütün ölenlerin isimlerini ve o alanda olup bitenlere ait bilgileri görebilirsiniz.

     

    Bir başka kayıp da, muharebeler sırasında veya hemen ertesinde yapılan orjinal şehitlik ve abidelerin yok edilmiş olmasıdır. Anzac sektöründe Edirne Sırtı (Mortar Ridge) arkasında Çataldere’de, Maltepe’de, Kanlısırt’ta (Lone Pine), Arıburnu’nun hemen kuzeyinde (North Beach), Kireçtepe yakınlarındaki şehitliklerin yerinde şimdi yeller esmektedir. Yine aynı şekilde bu noktalarda bulunan o zamanki abideler de tarihe karışmıştır. En acı olanı da, bizim bu tespitleri esas olarak Avustralya ve İngiliz kaynaklarına dayanarak yapıyor olmamızdır.

     

     

     

    Gelecek için devamlılık

     

    Cumhuriyet kuşağı önemli tarihsel olaylara tanık oldu. Daha sonraki kuşaklar ise bunların hikayesini okudu, dinledi. Çanakkale’yi içimizdeki bir başlangıç noktası olarak bilmedik, hissetmedik; duygusal, içi boş ve sahtekar bir milliyetçiliğin nesnesi haline getirdik.

     

    Peki ne oldu?

     

    Nutuklarla siyaset, şiirlerle hamaset...

     

    Bu manevi mirasyedilik halinin iyi bir sonuç vermediği de ortada. Siz tarihi mirasınıza sahici, samimi ve donanımlı şekilde sahip çıkmazsanız, onu gelecek nesillere de aktaramazsınız. O zaman başka planların parçası olmakla yetinir, eski parlak günleri hatırlayarak hayıflanırsınız.

     

    Ama daha da kötü bir ihtimal var:

     

     

     

    Bu kez yeniden doğuş için tekrar bir fırsatımız olmayabilir.

     

     

     

    Gürsel GÖNCÜ - Atlas Dergisi

     

    Bugün Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümü

    Bu anlamlı gün ile ilgili olarak vatan millet şampiyonlarından

    hamaset dolu yazılar, yorumlar göreceksiniz.

    Dirisine değer vermedikleri bu halkın ölülerine de değer verilmesini

    beklemek hayalcilik olur zaten.

    Onların en iyi yaptığı şey "ölü sevicilik"tir.

    Bugün de buna tanık olacaksınız.

    Biz yine de halkımızın 18 Mart'ta elde ettiği bu anlamlı zaferi

    hamasetin gölgesinden uzak, içimiz burkularak kutlayalım.

  5. 1)senin varsa vatan sevgin,sana saygı duyarım.ama senin vatan sevgisizliğinin karşısında susamam arkadaş.cünkü bizim davamız bu.bu vatanın ekmeğini yiyip bu vatanın rejimine muhalafet olan herkeze karşıyız.doğala olarak sanada.

    2)siz teröristleri desteklemediğiniz yazılarınızla gercekten ortada görüyoruz.zaten desteklemenizede gerek yok.komünizmin kendisi terördür.uzun yıllar komünist bir ülkede yaşayan sonrada oralardaki ıstıraplı hayata dayanamayıp selameti demokratik ülkelere kaçmakla bulan insanları biliyoruz.insanların hürriyetinin nasıl gasp edildiğinide biliyoruz.din ve ailenin tanınmadığını,din adamlarını ve ibadet yerlerinin nasıl vahşice katledildiğini biliyoruz biz.sizin terörden ne farkınız var asıl terörist sizlersiniz.ve bundan dolayı vatan hain iilan edildiniz t.c. tarafından.konuyu saptırmadan ve kişiselleştirmeden bunlara cevap verin.sen bu konuyu değerli düşüncelerinle yine yagara ortamına cekersin ama neyse...

    3)atatürkcü,milliyetci,demokratik sağcı ve solcularla ortak bir noktada yani vatan sevgisinde buluşuruz ama komünistlerle asla vatan SEVGİSİZLİĞİ gibi bir noktada birleşmemiz söz konusu olamaz.

    4)başımızda bir coban olmasın istiyorsan önce kendini değiştir sonra hep beraber değişelim.ve düşünerek yorum yapmakla düşünerek yaygara cıkarmak arasındaki farkı idrak edin ve hobidaşlarınızı uyarın.

     

     

     

    Vatan Haini

     

    "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

    Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

    Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,

    bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

    66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

    Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

    "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet

    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

     

    Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt

    hainiyim, ben vatan hainiyim.

    Vatan çiftliklerinizse,

    kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

    vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

    vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

    fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

    vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

    vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

    ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

    vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

    vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

    ben vatan hainiyim.

    Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :

    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

    Şair : Nazım Hikmet Ran

  6. Rüşvet, çatışma ve çetecilik kültürümüzde büyük gelişme...

     

     

    Kuşaklar boyu sürüp giden bir övünme açlığının sıtması, hangimize bulaşmamış değil ki...

    Hangi kesimden olursa olsun; kendisiyle, ailesiyle, dünyayı susta durduğuna inandığımız padişahlarımızla, çocuklarımızla, kaba kuvvetimizle, tuttuğumuz siyasal parti, yahut futbol takımıyla övünmeyenimiz mi var?

    Son 80 yıllık gazete manşetlerine şöyle bir baktığımızda; ya dünya bize hayran olmaktadır; ya dünyaya ders vermişizdir; ya da dünyadaki devletlerle, uluslararası örgütleri, canımızı sıktıklarında uyarmışızdır:

    - Tepemizi attırmayın...

    Kendimize ait herhangi bir özeleştiri, "yönetenlerimiz"in de, "yönetilenlerimiz"in de hemen hassasiyetine dokunur ve "hainlik" damgası, ortak bir koro eşliğinde havaya kalkar:

    - Kahrolsun vatan hainleri...

    ***

    Övünme açlığımızla, özeleştiriye karşı öfkeli hassasiyetimiz; nedense rüşvetçiliğe karşı köklü bir vurdumduymazlıkla felçli... Birbirimizi soyup dolandırma, yadırgatmıyor kimseyi...

    Soner Yalçın'ın da katkılarıyla Cüneyt Özdemir'in CNN Türk'teki "5n1k" programında Türkiye'deki "rüşvet iskeleti"nin, değişik açılardan röntgenleri çekiliyordu...

    Büyük firma yöneticilerinden yüzde 50'ye yakını, itiraf ediyorlardı her işlerini rüşvetle gördüklerini...

    Parasal kaynakları çok cılız olan belediyeler ise, bazı müteahhitlere sağladıkları olanaklardan, kendilerine de şişkince bir pay sağlıyorlarmış...

    Doğrusu çok düzgün ve dakik çalışıyordu rüşvet zemberekleri ve gitgide daha da gelişiyordu...

    ***

    Çatışma ve çeteleşme kültürümüzde de büyük atılımlar oluyordu. İlkokul öğrencileri dahi birbirlerini bıçaklıyorlar, bazı lise öğrencileri dönerci bıçaklarıyla gidip geliyorlardı okullarına...

    Kahramanlık dediğin küçük yaştan, kaba kuvvetini kanıtlamayla başlardı...

    Politikacılar boşuna mı yumruklaşıyorlardı birbirleriyle; dayak cennetten çıkmaydı ve Osmanlı tokadını çaktın mı, herkes hizaya gelirdi.

    Ne demişti atalar:

    - Sen seni bil sen seni; sen seni bilmez isen, patlatırlar enseni...

    ***

    "Kışla" parfümlü siyaset ile, "Cami" parfümlü siyaset; demokrasi hatırına birbirine karşı anlayışlıymış gibi görünse de; kutuplaşmaya doğru kaymış bazı medya yayınlarında, kurnazlığa bürünmüş diş gıcırtıları duyuluyordu...

    Ve çeteleşmeler, asla "mevcut rejimin" dalgasını taşlamadan; kimleri haraca bağlayıp, kimleri hoşnut edeceklerini çok iyi ayarlayarak gelişiyorlardı.

    ***

    Hiiiç enseyi karartmayın... Ne Kastamonu'da 3 gelinin, durmadan gerginlik yaratan kaynanalarını elbirliğiyle döverek, komaya sokmaları üzsün sizi; ne de Adana'da hasta atlarla eşekleri keserek, kilosu 5 YTL'den piyasaya süren nallı hayvan kasapları...

    Ne yediğimizi, ne zaman doğru dürüst bildik ki?..

     

     

    Çetin Altan'ın bugünkü Milliyet gazetesindeki köşesinden alıntı.

  7. Mayınlı çelişkiler!

    Güneydoğu sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi konusuyla ilgili iktidarın kafalarda kuşku işaretleri oluşturan tutumunu dün Deniz Baykal'ın ağzından aktarmıştık. Konuya bugün de CHP Milletvekili Atilla Kart'ın anlattıklarıyla devam ediyoruz.

    "Dünkü Tercüman gazetesinin haberine göre Abdullah Gül son Kızılcahamam toplantısında, mayınlı arazi haritalarının kaybolduğunu söylemiş. Oysa Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, kısa bir süre önce Meclis Genel Kurulu'nda, haritaların kaybolduğu iddiaları asılsızdır demiş ve bu sözleri tutanaklara geçmişti. Şimdi soruyorum: Sayın Gül'ün dediği mi doğru yoksa Sayın Gönül'ün dediği mi? Ayrıca ben bu konuyu Genelkurmay'dan üst düzey bir yetkiliye sordum. Bana verilen yanıt, bu haritalar kozmik sistemle birkaç ayrı birimde saklanıyor, dolayısıyla kaybolması asla mümkün değil, oldu.

    Abdullah Gül, yine Kızılcahamam toplantısında, söz konusu arazilerin ne kadara temizlenebileceğini sorduğunu... Önce 40 - 50 milyon dolar yanıtını aldığını... Ancak daha sonra rakamın bunun 10 katı kadar fazla olduğunun ortaya çıktığını söylemiş. İyi de bu rakamı kim vermiş? Hangi bilgiye, belgeye, araştırmaya dayanarak vermiş? Sayın Bakan'ın bu soruyu da somut biçimde yanıtlaması şarttır. Tabii yanıtlanması gereken başka sorular da var. Örneğin bu mayın temizleme işiyle ilgili Bakanlar Kurulu Kararnamesi'nin neden gizli olduğu? Niçin Resmi Gazete'de yayımlanmadığı? Gizliliğin hangi gerekçeyle hâlâ sürdürüldüğü? vs. vs."

    Atilla Kart, bu sorularını yazılı yanıtlanması istemiyle dün Tayyip Erdoğan'a yöneltti.

    Sınır arazilerini kiralamak gibi çok kritik bir konuda Savunma Bakanı ile askerlerin ve Dışişleri Bakanı'nın söyledikleri birbirini tutmuyor... Çelişkili rakamlar havada uçuşuyor... Haritalar kayıp mı değil mi bilinmiyor? Birtakım gizli kararlar çıkartılıyor. Nedir bütün bunlar?

    MGK bütün bu işlere ne diyor?

     

    Melih Aşık'ın yazısı, Milliyet Gazetesinden alıntı.

     

    Sanırım yazarın dün aynı konuda yazdığı yazıda, mayın temizleme ve sınır bölgelerinin

    bu temizlik karşılığı kiralanması işi ile ilgili İsrail menşeli firmaların devrede olduğu yazıyordu.

    Takip edelim, izleyelim bakalım bu gizliliğin ve çelişkilerin ardından ne çıkacak,

    vatansever iktidarımız vatanımızın sınır bölgelerini ne yapacak.

  8. Kişi kendinden, kendi düşüncelerinden ve yazdıklarından sorumlu olmalı ve tutulmalı.

    Ne iyiniyetimi ya da vatan sevgimi ölçmek birilerinin haddidir, ne de ben

    birilerini memnun etmek için kalemimi oynatırım.

    Hiçbir terör örgütünü ya da silahlı ideolojik mücadele veren örgütü desteklemediğimiz

    yazılarımızla ortadayken, bu terör örgütlerinin varlığı ile onların lanetlenmesi arasında

    kurduğun ilişki senin sorumluluk alanındadır artık. Tıpkı terör eylemleri yapan bir örgütün

    etnik temeli ile, tüm bir halkı terörist olarak görme alışkanlığında ve ayıbında olduğu gibi.

    Bizim gündemimizde böyle bir konu yoktur, var ise eğer bu forumda böyle birileri

    enerjinizi o insanları pes ettirmek ya da kendinize biat ettirmek için sarfedersiniz.

    Onun ötesinde bizler, bu ülkede vatanseverlik, bayrakseverlik ve ezanseverlik şampiyonu

    olanların (bunları hangi hakla kendi tekellerine almışlarsa ya da kim vermişse hoş onlara)

    bu değerleri bu halkın emeğini çalmada kılıf olarak kullanmalarının önünde dikilmeye devam

    edeceğiz. Bu vatanı "gerçekten" sevmek gibi bir amaç ya da ortak paydada buluşulabilirse

    sizden de bu hırsızlıklar ve arsızlıklar hakkında ciddi ve tutarlı eleştiriler bekleriz.

    Çünkü bu halkın yaşadığı bu gerçeklik, öyle komünizm korkutmaları ile üstü örtülecek

    kadar hafif değildir ve ne komünizm umacısının ne de vatan bayrak demogojilerinin arkasına

    saklanacak kadar da küçük değildir.

     

    Hakaret konusundaki şikayet ortak şikayetimizdir ve bu tartışmaları izleyen ya da

    yönetenlerin de sorunudur aslında.

     

    Bu noktadan sonra bize düşen; başımızda bizi gözetleyen bir çobana ihtiyaç duymadan

    insiyatifi elimize alıp kendi otokontrolümüzü yapmaktır.

    Herkes kendi ağzından çıkana şu andan itibaren dikkat eder, herkes kendi yoldaşını ya da

    ülküdaşını uyarır, en azından tartışılan konuların seviyesi ve kişilerin kişilik hakları

    korunmuş olur.

    Kimse farklı düşüncesinden ya da farklı kimliğinden dolayı potansiyel suçlu ilan edilmez

    olur biter.

  9. Bana madalya mı zamanında taktılar zaten .. Sizler gibi teröristlere karşı çarpışırken. Sen yine tartışmayı kişiselleştirtmeye mi götürmeye çalışıyorsun..?

     

    Tartışmayı kişiselleştirmenin ölçüsü ne ola ki,

    Biri size bir anda terörist der ve siz şimdi hem terörist olduğunuz için suçlusunuzdur,

    hem de size yöneltilen bu ithamla ( hoş iftira demek daha doğru) tartışmayı kişiselleştirmekle suçlusunuzdur.

    Suçlanarak tartışmayı kişiselleştirmek çok özel bir yetenek olsa gerek, Şevval'den bi ara

    tarifini alalım bunun da.

     

    Gelelim zihnimizin, yüreğimizin ve vicdanımızın süzgecinden geçmeden ağzımızdan dökülen sözcüklere;

     

    terörist kelimesi ile ilgili Türk Dil Kurumu'nda şöyle bir tanımlama mevcut.

     

    isim Fransızca terroriste

     

    Bir siyasi davayı kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse, yıldırmacı, tedhişçi.

     

    Bu ve buna benzer tartışmaları başından beri izleyenler, bir siyasi davayı kabul ettirmek için

    karşı tarafa kimin korku saldığının ve bunun için her türlü kelimeyi fütursuzca kullandığının

    takdirini yapacaktır şüphesiz. ve bu sıfata kimlerin daha layık olduğunun.

     

    Cana mala kıymak, yıldırmacılık ve tehdişçilikle devam eden bu tanımın Şevval'in şahsında

    bizim gibi düşünenlerin üzerine yapıştırılmasını hangi maddi temele dayandırabilirsiniz şeklindeki

    soruma da açıçası bir cevap beklemiyorum.

     

    Çünkü ne Şevval'in ne de bizlerin yazılarında bugüne kadar adı terörle anılan hiçbir silahlı örgüte

    yönelik en küçük tasvip edici, destekleyici bir ifade yer almadı. İsterik bir şekilde bu konuda

    ikrarda bulunmamızı isteyenlerin tavırları insana engizisyon dönemindeki yargılamaları ve cadı

    avlarını hatırlatıyor.

     

    Hoş bizlerin, en azından eli silah değil de kalem tutan insanlar olduğu, asgari tafasızlık şartları

    gereği bu forumdaki tavır ve yazılarımızla ayan beyan ortada iken, sürekli tekrar eden

    bu çirkin sıfatları yapıştırma gayreti, hangi eleştirinin önünü kesme ya da hangi düşünceyi

    savunma adına yapılıyor. Ya da herhangi bir düşünceyi savunma adına bunlar yapılmalı mı?

     

    hayır Arman, bu ifade son derece yakışıksız ve çirkin.

    İnsanlar burada yazı yazacaklar, komünizme karşı demokrasiyi savunmak iddiasındaki

    birinin demokratlık konusundaki samimiyetinin de ölçüldüğü yerdir burası.

    Çünkü adına demokrasi dediğin şey, farklı düşüncelerin bir arada barınabilmesidir en

    hafififnden ve insanları susturmak, bastırmak ya da tek tipleştirmek gibi faşizan bir takım

    tavırların da o çok sevdiğin demokrasi ile bağdaşmayacağını bilmen gerekir.

     

    Şüphesiz son tahlilde ben dahil herkes kendi çapı ve ağırlığı kadar yer kaplar hayatta,

     

    Ama,

     

    Lütfen düşünceleriniz tartışsın ve paylaşılsın, kavga etmek yerine kendinizi anlatmaya çalışmanız daha uygun olacaktır. Size saldıran mı var bırakın o konuyu biz halledelim siz size ait düşünceleri daha da açmaya ve karşıdakilerin daha iyi anlamasını sağlamaya devam edin. Kişisel saldırı bazındaki paylaşımlara veya tartışmalara karışma hakkımızı saklı tutuyoruz. Sağlıklı olduğu sürece her türlü konunun özgürce tartışılması ve paylaşılması gerektiğini düşünen bir sitede bulunuyorsunuz...

     

    şeklinde bir yazıyıyla forum üyelerini uyarıp, günlerdir süregelen bu mesnetsiz, hayasız, arsız

    saldırıları sadece izlemekle yetinenlerin senin kadar dahi demokrasi endişesi taşıdıklarından da

    şüpheliyim.

     

    Gerçi tüm bu tavırlar ve sergilenen üsluptan sonra artık bir fikir tartışmasını sürdürmek de

    çok gerekli değil. Madem bu şekilde hakaretler sergilenecek ve bizim her ne kadar vatan haini,

    dinsiz, Allahsız, terörist de olsak kendimizce bir edep, ahlak, saygı ölçüsü içerisinde korumaya

    çalıştığımız tavrımızın da bir kıymeti harabiyesi kalmayacak, o halde kimse gölge etmesin de

    biz de ağız dolusu hakaret edelim.

    Edelim ki, sizlerle beraber elele ülkemizin düşünce dünyasına, aydınlanmasına, gelişmesine

    katkıda bulunalım.

    Dilerim muhatabı dışında özellikle molla kılıklı hamamböcekleri alınmazlar dediklerimden.

  10. Sakin ol adrenalin

     

    Biz burada son derece düzeyli bir "fikir tartışması" yapıyoruz zaten.

     

    Bazı arkadaşların ortaya koyduğu,

     

    "sana da birşey yemek düşer", "keriz", "beyinsiz", "karı kız", gibi

     

    son derece naif ve bilimsel içerikli "fikirleri" tartışıyoruz zaten.

     

    E bunlar düşünce ya da kendini ifade biçimi olarak kabul gördüğüne

     

    göre, fikir tartışması da bu kadar eğlenceli olur ancak.

     

    Şimdi Türk Miliyetçisi mi yoksa, Kürt mollası mı olduğu pek de belli

     

    olmayan "yanar döner" arkadaşa da çarpım tablosu ile ilgili özellikle

     

    belediye otobüslerinde asılı duran o veciz sözü hatırlatalım.

     

    "basamakta durma otomatik kapı çarpar" : :D

     

    Bu arada bu molla kılıklı arkadaş, sanki bir zamanlar çokça uğraşmışta

     

    polemikleşme konusunda başarılı olamamış ve bu yüzden de kuyruk acısını

     

    uzunca bir süre üzerinde taşımanın verdiği psikolojik rahatsızlığı üzerinde

     

    taşıyan ve sanki bu kuyruk acısıyla ve hışımla yazan bir başka düzeysiz

     

    arkadaşa ne kadar da benziyor.

  11. Onun için mi içerisinden kahraman Elif Ana'lar, Emine Bacı'lar, Nene Hatun'lar

    çıkan Türk kadınını "karı kız" diye tanımlıyor sizin ülkücü bakışınız pek sayın bay urungu.

     

    Peki iftira neymiş;

     

    -karı kız diye hitap edilmedi de, ben mi bunu uyduruyorum

     

    -karı kız diye hitap etmek kadınlara yönelik bir iltifattır da, ben hakaret mi zannediyorum bunu

     

    -Yoksa siz karı kız diyerek kadınlara değer verdiğinizi mi zannediyorsunuz.

     

    -Kadınların bir kısmı kahramandır, bir kısmı "karı kızdır" mı yoksa sizce, eğer öyleyse

    ben de bu hastalıklı zihniyetinizden bahsediyorum zaten.

     

    İnsanların niyetlerindeki doğruluk ve samimiyet, uygulamalarına bakınca anlaşılır "bay urungu"

    Onun için kendinizi fazla zorlamayın, kibar olmaya çalışmak için, çünkü üzerinizden dökülüyor.

    Bir de öyle bay x falan yazıp da aklınızca dalga geçmek için de kendinizi fazla zorlamayın

    sonuçta herkes kendi ayıbını işliyor.

  12. Bu konudaki ölçümü de sağ siyaset başlığında belirtmiştim.

    Benim bu ülkede siyaset yapmak iddiasında olanlardan kabaca beklentilerim

    orada yazıyor.

    Yani iktidarı gerçek anlamda halk adına kullanıp, halk adına düzenlemeler yapacak

    olan bir partinin şu anda tabelasında ne yazdığı çok da önemli değil benim için.

    Ayrıca şu da unutulmamalı, mevcut düzen içerisinde halkçı bir partinin oluşmaması

    ya da ortaya çıkmaması, ne iktidar partisine hırsızlık yapma hakkı verir, ne de halkı bu

    iktidarlara mahkum eder. Yani hırsızlık alternatifsizliğin alternatifi değildir.

  13. Şüphesiz Karagöz ve Hacivat denince geleneksel mizahın temsilcileri olarak

    izleyiciyi güldürmelerini beklemek en doğal hakkımız.

    Ancak bu filmde mizahın temel görevlerinden biri olan, halk adına yönetimi hicvetme

    sorumluluğu da iyi kurgulanmış.

    Ben özellikle Güven Kıraç'ı beğendim. İçinde Yunus Emre ilahilerinin de bulunduğu

    film müzikleri de oldukça hoştu. Bir de konuşma dili olarak Azeri Türkçesini andıran

    bir dilin kullanılması da filme ayrı bir hoşluk katmış.

    Orhan Gazi konusundaki çuvallamaya açıkçası ben de katılıyorum. Bu konuda daha özenli

    davranılabilirdi.

    Yine de içinde bizim kültürümüzün öğelerini barındıran güzel bir film olduğunu düşünüyorum.

  14. Ama AKP’nin Kızılcahamam kampında "Unakıtan’ın sorgulanmasına" izin vermeme kararı aldılar ağlayanlar.

     

     

    O zaman İstiklal Marşı’nın neyine ağladılar?..

     

     

    Evet tam da şu saatlerde Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkındaki gensoru önergesi reddedildi.

     

    Bu vatanın ulusal marşı karşısında gözyaşlarına boğulup, aynı vatanın hukukundan, yargısından kaçmak

     

    nasıl bir çelişki acaba.

     

    Gerçi bizler bu çelişkilere fena halde canımız sıkıldığı için tescilli vatan hainleriyiz ya, insan yine de

     

    şu manzaraya bakıp, vatanseverlik buysa, vatan haini olmak daha hayırlıdır diye düşünmeden edemiyor.

     

    Askerde çok gördüğümüz bir yazı vardı,

     

    "Vatanını en çok seven, ona en çok hizmet edendir" diye

     

    Eğer bu gözü yaşlı vekiller gerçekten vatanseverse, bu veciz cümleyi şöyle değiştirmekte yarar var.

     

    "Vatanını en çok seven onu en çok soyandır."

     

    Duyguların samimiyetini uygulamalara bakıp ölçebiliyoruz sevgili Arman.

     

    Bu ülkeyi samimiyetle sevmek, bu vatanı ve bu bayrağı hırsızların üçkağıtçıların pisliğini, arsızlığını

     

    örtmek için kullanmamaktır.

     

    Bu anlamda gerçek vatanseverlik ve gerçek vatanseverler konusu bir kez daha düşünülmeli.

  15. 4)şevval sen bu forumda fazla yorum yapma istersen.cünkü çok mantıksız yazıyosun.gercekleri görmezden geliyorsun.gercekleri görmeyen insanların ülkenin aydınlanması mücadelesi adına,bu ülkeye birşey katamıyacağı,su götürmez bir gercektir.sana tavsiye git magazin programlarını izle(cünkü;insan,neyse o olmalı...)

     

     

    Şevval bu forumda yorum yapmaya devam edecek. Ben de öyle.

    Sen de bu forumda kalmaya devam edeceksen kendini buna alıştırsan iyi olur.

    İnsanlar burada yazı yazmak için ya da yorum yapmak için bir iradeden izin falan almıyorlar.

    Hele hele senin gibilerin mantık ölçülerini hiç kaale almıyorlar.

    Magazin programları konusundaki tavsiyelerini de bence kendi çevrendeki kadınlara yap. (varsa eğer)

     

    Bir iki söz de bu "karı kız" konusunda edelim.

     

    Anamız, bacımız, kızımız, yarimiz olan kadınlardan bahsedilirken kullanılan sözcüklere bakarmısınız

    "karı, kız". Daha birkaç gün önce yaşamı paylaştığımız bu insanların anlamlı günleri kutlanmıştı.

    Yaşamımızın yarısını temsil eden kadınlarımızı "karı kız" olarak gören zihniyetin, alelade bir kabalığı değildir

    bu, tam tersi bilinçaltlarında yer alan olgu tam da budur.

    Onların kadın imgesi çarşafların örtülerin içine gizledikleri, her türlü hakları ve hukukları bu örtülerin

    içinde saklı ve onlarla sınırlı olan kadınlardır. Bunların dışındakiler, hele kendileri gibi düşünmeyen

    kendilerinin kaba otoritelerini, faşizmini reddedenler ise "karı ve kızdır."

    Hoş kadının bu kabaca tanımlamasına karşı bizlerden farklı düşünen ama en sonunda "kadın" olan

    arkadaşlardan kadınlık onuru adına da tepki gelmemesi ayrı bir ilginçlik.

    Mutlu, müreffeh, çağdaş bir Türkiye'ye bu zihniyetle gidileceğini umanlara söylenecek tek söz

    "hayırlı yolculuklar" ya da "yolunuz açık olsun" olabilir ancak.

     

    Son bir ilave daha yapalım.

     

    Tüm bu yazılanları okuyup anlamanı beklemiyorum ama, olur da senden de

    düşünceye benzer birşeyler çıkarsa, düşünceyle karşılık bulacak, ama emin ol

    hakaret de aynı şekilde karşılık bulacaktır.

  16. Siyasetin gözyaşları...

     

     

    KIZILCAHAMAM kampında Başbakan, İstiklal Marşı’nın sözlerini okumaya başlayınca kimi AKP milletvekilleri ve bakanlar ağladılar.

     

    Hiç duymamıştım:

     

    Başbakan ulusal marşın sözlerini okuyor, milletvekili ve bakanlar ağlıyorlar.

     

    O zaman iki olasılık var:

     

    Ya Başbakan’ın gözüne girmek için ağladılar. Ya da İstiklal Marşı’nı yeni duydular.

     

    Başbakan, bilhassa "Yırtarım dağları, enginlere sığmaz taşarım..." dediğinde, salonda ilk "Fırttt..." sesi duyuldu.

     

    Bir bakan ağlıyordu.

     

    Başbakan da duygulandı kendi okuduğuna...

     

    Sesini daha da kalınlaştırıp, işaret parmağını önce sağ tavana, sonra sol tavana dikerek "Arkadaş..." diye adeta kükrediğinde, kimi milletvekilleri "Efendim..." diye fırladılarsa da, o "Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın..." diyerek devam etti.

     

    O zaman üç ayrı noktadan "Fırt..." sesi geldi.

     

    Artık tüm salon ağlamaktaydı.

     

    İstiklal Marşı’nı duydular, ağlıyorlar.

     

    *

     

    Sonra sıra geldi Unakıtan’ı kurtarmaya.

     

    Şöyle diyor ulusal marşımız:

     

    "Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın! / Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. / Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın. / Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın..."

     

    Şimdi bunun içinde kaçak villa, 2-B arazisini kapatma, hayali ihracat, sahte fatura, Galata limanını pazarlama, yolsuzluk iddiaları, haksız kazanç, likit yumurta var mı?..

     

    Yok...

     

    Ya da o "cennet vatan"ın hukukuna hesap vermekten kaçmak?..

     

    Ama AKP’nin Kızılcahamam kampında "Unakıtan’ın sorgulanmasına" izin vermeme kararı aldılar ağlayanlar.

     

    Bugün gensoru görüşülecek TBMM’de.

     

    Göreceksiniz; AKP’liler, toplumun vicdanını hiçe sayarak, Başbakan’la ters düşmekten korkarak, tüm iddiaların, dosyaların sorgulanmasını "reddedecek"ler.

     

    *

     

    O zaman İstiklal Marşı’nın neyine ağladılar?..

     

    Pekiii...

     

    O ilk sözcük "Korkma"yı da anlamamış olabilirler mi?

     

    İnsan kendi gözyaşından utanır.

     

     

    Bekir Coşkun, 14/03/2006 tarihli Hürriyet gazetesinden alıntı...

  17. Demokrasiyi en iyi beslemenin eğitim ve aydınlama olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla en ileri demokrasilerin en aydın ve en eğitilmiş ülkelerde olması doğaldır. Doğrudur, demokrasi bazen Hitler gibi vahşilerin seçilmesini önleyemez, fakat bu bir istisnadır ve demokrasinin en iyi yönetim sistemi olduğu gerçeğini değiştirmez

     

    Bu paragraf demokrasinin sadece seçme ve seçilme hakkından ibaret olmadığına yönelik güzel bir vurgu.

    Demokrasilerin sağlıklı işleyebilmesi ya da adına ve doğasına yakışır şekilde insanlığa hizmet edebilmesi

    o "demokrasi" nin içini dolduran bireylerin ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi ile yakından ilgilidir.

    Gerçek demokrasileri gerçek demokratlar kurup yaşatabilir ancak.

    Demokrasi bireyden başlar, bireyin yaşam tarzı olarak kendini bulur.

    Bu yaşam tarzının içini, hukuku, kurumları ve kuralları kısacası insanı eşitliği benimsemiş bir anlayış yerine

    hayatı kendi kutsalları ve tabuları adına yakmak yıkmak olarak algılayan hastalıklı sığ zihniyetler

    doldurursa ortaya çıkan tablo da kendi çapında bir "demokrasi" olur elbet.

  18. Dünyanın En Tuhaf Mahluku

     

    Akrep gibisin kardeşim,

    korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

    Serçe gibisin kardeşim,

    serçenin telaşı içindesin.

    Midye gibisin kardeşim,

    midye gibi kapalı, rahat.

    Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

    Bir değil,

    beş değil,

    yüz milyonlarlasın maalesef.

    Koyun gibisin kardeşim,

    gocuklu celep kaldırınca sopasını

    sürüye katılıverirsin hemen

    ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

    Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

    hani şu derya içre olup

    deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

    Ve bu dünyada, bu zulüm

    senin sayende.

    Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

    ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

    kabahat senin,

    - demeğe de dilim varmıyor ama -

    kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

    Şair : Nazım Hikmet Ran

  19. Aşk için yeryüzünde uzaktan ötesi yok

    En uzun gecelere şafaktan ötesi yok

    Yaklaşanlar Tanrıya o gerçek aşıkladır

    Nehirlere denize varmaktan ötesi yok

    Taş bir duvardır her gün dikilen karşımıza

    En ulu agaçlara yapraktan ötesi yok

    Elverir bunca keder, yeter bunca ayrılık

    Tutuşmuş bir dal için ocaktan ötesi yok

    Ne çikar bu son ateş isterse hiç sönmesin

    Yanan için çöllerde sıcaktan ötesi yok

    Elbette ömür biter, can gider ey sevgili

    Aşkı sende bulana topraktan ötesi yok

     

     

    Ümit Yaşar Oğuzcan

  20. Adımıza bir anı defteri açmak muzipliğini gösteren başta Emily kardeşim olmak üzere

    hakkımızda iyi niyetlerini belirten tüm dostlara, arkadaşlara teşekkür ediyoruz efendim.

    sağolun, varolun.

    Birkaç ay önce buradan bir daha dönmemek üzere ayrılmıştım,

    ama hayat bazen insanı kendi doğrularını bile çiğnemek zorunda bırakabiliyor.

    İyi bir amaç uğruna yaptığımız düşüncesi en önemli tesellimiz.

    O yüzden hakkımızdaki yanlış düşüncelere aldırış etmiyoruz.

    Bir insanın mutluluğu uğruna göze aldığımız şey çok da önemsizdir bizim gözümüzde.

    Doğruyu çoğu kez yaptığımız gibi, katı kurallarda değil, yüreğimizde aradık, bulduk.

     

    Çünkü

     

    Yaşamak görevdir yangın yerinde

    Yaşamak insan kalarak...

  21. Ağustos Çıkmazı

     

    Beni koyup koyup gitme

    ne olursun

    durduğun yerde dur

    kendini martılarla bir tutma

    senin kanatların yok

    düşersin yorulursun

    beni koyup koyup gitme

    ne olursun

     

    Bir deniz kıyısında otur

    gemiler sensiz gitsin bırak

    herkes gibi yaşasana sen

    işine gücüne baksana

    evlenirsin çocuğun olur

    sonun kötüye varacak

    beni koyup koyup gitme

    ne olursun

     

    Elimi tutuyorlar ayağımı

    yetişemiyorum ardından

    hevesim olsa param olmuyor

    param olsa hevesim

    yaptıklarını affettim

    seninle gelemeyeceğim

    beni koyup koyup gitme

    ne olursun. :clover:

     

    Atilla İlhan :clover:

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.