Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    ......Saygıdan dostluğa uzanıp giden ..........................................
     
    ....................Her yolun taşında sevgi var sevgi ......................................
     
    ................................Gönül sevdiğinden ayrı düşerse ........................................
     
    .............................................Akan göz yaşında sevgi var sevgi ......................................
     
    Ozan EROL
     
     
     
    Her yer kurak bir çöldü… rüzgar deli gibi eser, sürerdi hükmünü… Hakimi rüzgardı tüm çöllerin…
     
    Çılgındı, önüne gelen her şeyi acımadan dağıtırdı. Günlerden bir gün, kumları bir birine katarken, bir kum tanesini gördü.
     
    Hepsinden farklıydı, öylesine asildi ki binlerce kum tanesi arasından seçiliyordu. Rüzgar kendine hakim olamadı ve aşık oldu kum tanesinin güzelliğine…
     
    Günler geçiyor ve rüzgarın kuma olan aşkı gün geçtikçe büyüyordu. Kum tanesinin her hareketi onun elindeydi. Kimi zaman onu yavaşça kolları arasına alıp esiyor, kimi zaman sessizce gelip onu seyrediyordu. Rüzgar çöllerdeki hakimiyetini artık kaybetmişti. Eskisi gibi çılgınca esemiyor ve hiçbir şeyi önüne katıp sürükleyemiyordu.
     
    Deli gibi esen çılgın rüzgardan geriye bir şey kalmamıştı. Kum tanesinin asilliği karşısında kendini günden güne yitiren rüzgar, bir gün bilinmek istedi. İstedi ki içindeki gizli hazineyi kum tanesi de görsün. Bilsin nasıl onun için yanıp tutuştuğunu…
     
    Aslına bakarsanız kum tanesi de onun için boş değildi. O da seviyordu rüzgarı…
     
    Onun deli dolu oluşu, onu bir yerden bir yere sürükleyişi, her bir hücresini saran nefesini hissetmek hoşuna gidiyor ve kum tanesini mutlu ediyordu… Fakat bazı acı gerçekler vardı ve içini kemiren düşüncelerden kurtulamıyordu.
     
    Gelin görün ki rüzgarın bunlardan haberi yoktu kumun onun için olan duygularından da, acılarından da habersizdi…
     
    Rüzgar kum tanesinin, kum tanesi rüzgarın duygularından
     
    bi-haber yaşıyorken; rüzgar tüm cesaretini toplayıp kum taneciğine derdini anlatmaya karar verdi. Gözünde her bir varlıktan güzel olan kum taneciğine:
     
    - yüreğim senindir desem alır mısın bu yüreği? Dedi.
     
    Rüzgarın esintisi bir anda kum taneciğinin yüreğine bahar kokularını getiriverdi. Kalbi bir kelebeğin kanat çırpışları gibi çarpmaktaydı.
     
    Ama hazindi her kanat çırpışı… Biliyordu ki uçmaya çalışsa düşecek ve bir kelebeğin bir günlük hayatı gibi son bulacak yaşamı…
     
    Döndü ve dediki: - ey canımın canı, ey çöllerde estiği gibi yüreğimin her hücresinde esen asil rüzgarım...! Sen kurak çöllerin, başı dumanlı dağların, hoyrat denizlerin deli dolu sevgilisisin… Bense çöller ortasında kalmış, çaresiz küçük bir kum tanesiyim… imkansızlık kolyesi çoktan takılmış boynumuza şimdi istesek de çöllerde susuzluktan kurtulamayız der.
     
    Rüzgar bu sözleri kabullenemez ve biricik sevdiğinden ayrı kalma düşüncesi rüzgarı deliye çevirir. Öylesine hoyratça esmeye başlar ki önüne ne gelirse yıkıp geçer, her taraf toz dumana karışır. Rüzgar artık bir fırtınadır ve acımasızdır. İçindeki aşk onu çılgına çevirmiştir.
     
    Deli gibi eserken kum tanesini unutmuş ve onu denizler ortasına fırlatmıştır. Rüzgar, biricik sevdiği kum tanesini denizin mavi sularına gömdüğünü çok geç anlar ama artık istese de ne rüzgar, nede kum tanesi bir birine ulaşamamaktadır. Bir anlık öfke ve hırs onu kum tanesinden ayırmıştır.
     
    Biricik göz bebeği sevdiği artık denizlerin koynundadır. O günden sonra rüzgar kendini denizlere adar. Her güneşin batışında ve doğuşunda sevdiğini öpercesine eğilip denizin soğuk sularına dudaklarını değdirir.
    ALINTI
     
     
     
    Rüzgar gibi esip bir anda herşeyini kaybeden tüm sevenlere gelsin.....Ben insanları kaybetmeyi değil kazanmayı yeğlerim....
     
    Tatlı sözün yılanı bile deliğinden çıkardığını unutmayın......
     
    Duygularınızı asla gizlemeyin ,Seviyorsanız sevginizi geciktirmeden söyleyin.....
     
    Yarını beklerseniz çok geç kalabilirsiniz.....
     
    Aşk yürektedir yüze ne gerek var......
     
    SEVGİLERİMLE....
  2. rina
    Adam zengindi. Hem de çoklarının hayal edemeyeceği kadar. Ülkenin en güzel şehirlerinin en güzide semtlerindeki dairelerinin sayısını bile bilmiyordu. Ayrıca, iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin koleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu. Çiftlikleri ve arabaları da vardı tabii. İşlettiği mağazalarda binlerce insan çalışıyordu.
     
    Herkes, “Keşke onun yerinde ben olsam!” diye düşünüyordu. Gelin görün ki o, bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahip olduğu doğruydu. Ancak, içinde bir yerde derin bir boşluk, doyurulmaz bir açlıkla kıvranıyordu. Kendisine “Baba!” diye sarılacak bir çocuğu yoktu. Yıllardır, eşiyle birlikte, bu yalnızlığı, bu eksikliği içten içe hissetmişlerdi. Ama, umutla dua etmeye, sabırla beklemeye devam ediyorlardı.
     
    Eşi, aynı zamanda bir ressamdı. Kadın, hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlıboya tablolara çiziyordu. Ancak, resimleri hep kendine saklıyor, sergilemiyordu. Resmini yaptığı bebekleri, çocukları kendi çocukları gibi seviyordu. Haliyle, çocuklarını parayla bir başkasına satmak aklının ucundan geçmezdi.
     
    Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık, çocuk sahibi olma hayalleri bitmişti. Fakat, beklenmedik birşey geldi başlarına. Ağır bir trafik kazası geçirdiler. Adam, hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak, karısı ciddi bir beyin hasarı ile yoğun bakımda yattı aylarca. Adam, karısının sağlığı için, servetinin önemli bir kısmını harcadı. Derken, doktorlar karısının kısmen iyileştiğini söylediler. Kadın eve döndü. Ama, artık eskisi gibi değildi. Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu.
     
    Karısının gündelik işlerini yapabilmesi için, bir bakıcı hanım çalışıyordu yanlarında. Kocasını savaşta kaybetmiş genç hanımı, adam ve eşi evlatları gibi sevdiler. Eve biraz olsun çocuk cıvıltısı getiren iki küçük çocuğunu da torunları bildiler. Bu arada, evin hanımı, eskiden olduğu gibi resimler yapmaya çalıştı. Bekleneceği gibi tabloları eskisi kadar başarılı değildi. Yine de kadının eski günlerdeki gibi mutlu olmasına yardımcı oluyordu.
     
    Yıllar hızla aktı. Kadın, bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü. Adam, bakıcı hanım ve iki yetimini, değerli hediyelerle evlerine gönderdi. Çok geçmeden, adam da kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Böylece, hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı. İlk olarak, paha biçilmez antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu. İlk parça, adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün umutlarını döktüğü, ruhunu ortaya koyduğu bu mütevazı tabloya kimse dönüp bakmadı bile. Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu.
     
    Satıcının “Artıran var mı?” diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu. Müzayede salonundaki sessizliği, müzayedeye ilk defa gelen bakıcı kadının sesi bozdu. Annesi gibi sevdiği bir kadının çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayede salonunda pek alışık olunmayan bir teklifle müşteri oldu: “Beş dolar!” diye bağırdı acemice. Daha fazlası yoktu cebinde. Umutla bir başkasının kendi teklifini artırmasını bekledi. Sessizlik yine bozulmadı. Müzayede yöneticisinin “Satıyorum. Satıyorum.. Saaaaat...tım!” demesiyle, tablo sadece 5 dolara kadının oldu.
     
    Müzayede yöneticisi, satılan tabloyu bir kenara koymak yerine, çerçevenin arka yüzünü herkesin görebileceği biçimde yukarı kaldırdı. Tablonun arkasında, katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Yine herkesin gözleri önünde kağıdı aldı ve açtı. Özenli bir el yazısıyla yazılmış notlara göz gezdirdikten sonra kalabalığa döndü: “Bayanlar ve baylar, müzayede bitmiştir!”
     
    ---Sonra, kağıt üzerindeki notu seslice okudu: “Kim eşimin bu mütevazı emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa, eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur.”
     
    ---Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı dersiniz?
     
    ----“Karımın benim için yaptığı her şey benim değer verdiklerimden çok daha değerlidir” gibi. Kocamın benim için yaptıkları onun sahip olduklarından çok daha paha biçilmezdir” gibi. Ve çocuklarımızın bizim için sevgiyle yaptıkları, kendi ruhlarını taşırıp da ortaya koydukları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz?
     
    ---Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri bir paha biçer. Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrümüzü bizim için en değerli olanları unutarak, hatta bazen kırarak tüketiyor olabiliriz. Sevimli bir çocuğun babası ve annesi olmanın değeri, borsalarda ölçülemiyor. Fedakar ve sadık bir eşin bizim için yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor. Oysa, hepsi antika…
     
    -- Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği kadar özel ve güzel değerler… “Müzayede” bitmeden, birbirimize ziyadesiyle değer vermemiz gerekmez mi; olur mu?
  3. rina
    Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün bir ormana düşmüş. Adam
    Biraz yürüdükten sonra sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış, bir ağacın
    altına oturmuş. Şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş ve uykuya
    dalmış. Birkaç saat sonra Adam tuhaf sesler duyarak uyanmış. Bir de
    bakmış ki yanındaki sepet bomboş...Şapkalar gitmiş.Kafasını
    kaldırıp ağaca bakmış, ağacın dallarında bir sürümaymun, her birinin
    kafasında adamın şapkaları... Adam başlamış düşünmeye; 'Ben şimdi NE
    yapacağım, şapkaları bu maymunlardan nasıl geri alacağım' diye.
    Düşünceli bir şekilde kafasını kaşırken bakmış ki, maymunlar DA adamın
    Taklidini yapıyor, kafalarını kaşıyorlar. Adam ellerini havaya
    kaldırmış, maymunlar DA...Derken Adam NE yapacağını bulmuş, kendi
    kafasındaki şapkayı çıkarıp ye! Re atmış, maymunlar DA şapkaları
    çıkartıp aşağı atmışlar... Adam böylece bütün şapkaları geri almış,
    Sepetine koyup yoluna devam etmiş.
     
    Aradan 50 yıl geçmiş... Artık adamın bir torunu varmış, o DA dedesi
    Gibi şapka satıcısı olmuş. günlerden bir gün onun DA yolu aynı ormana
    düşmüş. Hava yine çok sıcakmış ve genç Adam bir ağacın altına
    oturmuş, şapkalarla dolu sepetini yanına koymuş ve uykuya dalmış...
    Bir saat sonra uyanmış, birde bakmış ki sepetin içinde şapkalar
    Yok... Derken tuhaf sesler duymuş, bir de kafasını kaldırmış ki
    ağacın üstünde bir sürü maymun, hepsinin kafasında birer şapka.
    Düşünmüş.... 'Dedem yıllar once bana bir hikaye anlatmıştı... NE
    yapacağımı çok iyi biliyorum... ' demiş. Adam kafasını kaşımaya
    başlamış, maymunlar DA aynısını yapmışlar... Adam ellerini havaya
    kaldırmış,maymunlar DA .. Ve Adam gülümseyerek kendi başındaki
    şapkayı çıkarmış yere atmış... O anda ağaçtaki maymunlardan biri yere
    inmiş, adamın yere attığı şapkayı kapmış, adama DA bir tokat atmış ve
    şöyle demiş:
     
    -'Sadece senin MI deden var ****** !
  4. rina
    Aynada bir kadın gördüm az önce
    Saçlarına canlı çiçekler gözbebeklerine
    Kocaman bir özlem iliştirmiş.....
    Bir de çapkın kırmızı ruj dudaklarında
     
    Aynada bir kadınla gözgöze geldim az önce
    Gülünce gamzeleniyor yanaklarında çizgiler
    Eteklerinde şuh hercailer uçuşuyor
    Ayak bileklerinde gümüş halhalın zilleri oynaşıyor
     
    Aynada bir kadına baktım az önce
    Göğsünde hasret çiçeklerini katmerlemiş
    Gözlerinde yola bakan yılan çöreklenmiş
    Yüreğinde kocaman bir aşkla büyülenmiş...
     
    Aynada bu kadına baktım az önce..
    Tanımadım......tanıyamadım
    Ve çok şaştım........
  5. rina
    Bir gün bir profesör, felsefe dersindedir.
    Masasının üzerinde birkaç kutu vardır.
    Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden,
    önüne büyükçe bir kavanoz alır
    ve içerisini tenis topları ile doldurur.
    Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,
    Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler.
     
    Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı
     
    çakıl taşlarını,çalkalayarak kavanoza döker,
    böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
    Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar;
    Onlar da 'evet' oldu derler.Tekrar profesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
    Tabii ki kumlar da çakıl taslarının aralarındaki boşlukları
     
    doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını
     
    sorar. Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
     
    Bu sefer, profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan
     
    kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında
     
    kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
    Profesör öğrencilerin gülüşünü destekler 'evet' diyerek; "Ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der. Şöyle ki;Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl tasları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. 'Şayet kavanoza önce kum doldurursanız...' Diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taslarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sıhhatinize dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi zaten hep kumdur. Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; 'Peki, o iki fincan kahve nedir?'
    Profesör gülerek: " bu soruyu sorduğuna sevindim."Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız
     
    ve sevdiklerinize bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!'
     
    ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu,başarının bedelidir.
     
     
    DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
     
     
    EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, genç kalmanın sırrıdır.
     
     
    OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, bilginin temelidir.
     
     
    İBADET İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, yücelmenin yoludur.
     
     
    BAŞKALARINA VE ARKADAŞLARINA ZAMAN AYIR. Bu, mutluluğun kaynağıdır.
     
     
    SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.
     
     
    HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.
     
     
    GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşalıştır.
     
     
    PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.
  6. rina
    Yolu yarılayan hanımlara gelsin!!!!Ben çoktan geçtim...ALINTIDIR ben yazmadım,ben yazsaydım ..............................
     
     
     
    Yolu yarılayan kadın sevgisinde ve öfkesinde cömerttir.
    *Onunla olan erkeğin her şeye hazır olması gerekir.
    *'Yaş otuz beş, yolun yarısı eder' deyince şair, yolu
    yarılayan kadınlar aklıma gelir.
    *Ne aradığını ya da ne aramadığını bilen kadınlar.
    *Aşkı, sevdayı mutlaka tatmış olurlar.
    *Bu nedenle onları yüzeysel duygularla kandırmak
    mümkün değildir.
    *Aşkın da aşksızlığın da kokusu bu kadınlara sizden
    önce gelir.
    *Ömrünün diğer yarısını kendini geliştirmeye adayacağından bilinçleri doruğa yükselir.
    *Akıl ve bedenle birlikte girdiği ortama renk ve
    ışık verir.
    *Yolu yarılayan kadınlarla kolay ve zor bir hayat iç
    içedir.
    *Sevgisinde de, öfkesinde de cömerttir.
    *Evet anlamına gelen kadınsı hayırlarla kapris
    yapılmayacağını çoktan öğrenmiştir.
    *Erkeğin ne ardından gelir, ne de ilerisinde olmak
    için didinir.
    *Yan yana ,can cana duruşlar tercihidir.
    *Bazen bir anne şefkati, bazen de bir aslan kükremesi
    ile şaşkınlığa çevirir.
    *Onunla birlikte olan erkeğin her şeye hazır olması
    gerekir.
    *Yolu yarılayan kadınlar duygularını yaşamasını
    bilir.
    *Davranışları sebepsiz değildir.
    *Kalbi kırıldıysa ağlar, ağlayışının sebebi erkeğin
    ona sunacağı sevgi değildir.
    *Mutluysa kahkahalar atar, gülüşünün sebebi dikkat
    çekmek değildir.
    *Seviyorsa kıskanır, kıskanç oluşunun sebebi kendine
    güvensizlik değildir.
    *Üzgünse omuz arar, destek istemesi çaresizliğinden
    değildir.
    *Suskunsa sebebi vardır, kendi haline bırakılması
    gerekir.
    *Yolu yarılayan kadınların hissiyatı kuvvetlidir.
    *Aldatıldığını sezgilerini kullanarak gün ışığına
    çıkarır.
    *Veda vakti geldi demenize bile gerek yoktur.
    O verdiğiniz mesajı çoktan anlayıp kendi yolunu
    tutmuştur.
    *Her gidiş kadını daha da kadınlaştırır.
    *Gidenin ardından bakacak kadar hayatın uzun
    olmadığını anlamıştır.
    *Ve gizem kadına en çok bu yaşlarda yakışır
  7. rina
    Julia Dixon, kazayla anahtarını evde unutup,
    sokakta kaldığı sırada postacı da ona doğru yaklaşmaktaydı.
    - Bayan Dixon! Üzgün görünüyorsunuz, bir sorun mu var?
    - Ne yapacağımı bilmiyorum. Kapıda kaldım.
    Anahtar evde ve yedeğini bıraktığım komşum şehir dışında.
    Kocamda anahtar var, fakat o da şehir
    merkezinde bir otelde konferansa katıldı.
    Ona ulaşabileceğimi sanmıyorum. Eve nasıl gireceğim?
    Postacı, kadını sakinleştirmeye çalıştı
    ve ona bir çilingir çağırmasını tavsiye etti.
    - Sanırım yapabileceğim tek şey bu,
    fakat doğruyu söylemek gerekirse,
    çilingirler dünya kadar para alıyorlar.
    Oysa şu an üzerimde bir kuruş bile yok.
    -Buyrun mektubunuzu. Kim bilir, içinde belki sizi
    neşelendirecek güzel bir haber vardır..
     
    Julia zarflara baktı. Kardeşi Jonathan'dan bir mektup vardı.
    Geçenhafta onları ziyaret etmiş ve birkaç gün kalmıştı.
    "Neden bu kadar çabuk mektup yazdı acaba?! "
    diye mırıldandı Julia. Zarfı yırtıp açtığında,
    avucuna bir anahtar düştü. Mektupta şunlar yazılıydı;
    -Sevgili Julia. Geçen Hafta sizde kalırken, siz alişverişe
    gittiginizde kazayla kapıda kaldım.
    Komşunuz bana yedek anahtarı vermişti,
    anahtarı aldım ama geri vermeyi unuttum.
    Bu mektupta onu da gönderiyorum...
     
    ALINTI
     
     
    Kapalı bir kapıyla yüz yüze gelmiş ve kendinizi ümitsiz
    hissediyorsanız,
    bilin ki tüm kapılar ZAMANI GELİNCE içeri girebilmeniz
    için ardına kadar açılacaktır.
     
     
    En koyu Mavilikleri Avucunuza,
    En içten Mutlulukları Gözlerinize,
    En derin Sevgileri Kalbinize,
    Usulca Bırakıyorum....
     
    Mutlu ,Umutlu ve Sağlıklı kalınız.
     
     
     

  8. rina
    SU OL (gülümse ve sonsuz ol...)
     
    Bir an için sen su olduğunu düşün. Su denli özel, su denli yararlı ve su denli çok, tükenmez... İnaniyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çesmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın. Unutma daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!... Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü "Su nasılsa burada, gerek yok ki suyu kana kana içmeye" diye düşünürler.. Tıpkı, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye dek. Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler. Onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamandı. Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi yaşam kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol. Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!.. Suysan bir bardağa siğabil ki damarlara girebilesin!..
     
    Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi gerekli ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu da unutma. Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de "kıyametler" koparıcı olabileceğini unutma... Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi. Tercih elindeydi hep ve hep "senin" ellerinde olacak... Ya tutmayı öğreneceksin dilini ya da hiç durmadan konuştuğun için, yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken şu değil mi? Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadiğını.
     
    Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini... Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin... Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın... Yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin " kıyıya yanasmasını" bekleyeceksin!.. Demeyeceksin " Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.." Demeyeceksin " Ben aklıma geleni geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda.. "Keşke öyle olsaydı. Keske haklı olsaydın, ama maalesef değil... Ağzını açıp "Şelaleden dökülen suyu" içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?... Ya da önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her canlı gibi! Hadi... Sen şimdi " su olduğunu" düşün ve kendini " su gibi " hisset... Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı... Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa... Ama yine su gibi " küçük bir bardağın içine" siğdır ki kendini girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Yaşam ver... Vazgeçilmez ol.!
     
    (Bir arkadaşımın bana gönderdiği bir yazıdır,değerli dostuma!!!diye gönderip beni suyla telkin yapmaya çalışmıştır , bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim ..... TEŞEKKÜRLER DOSTUM ....
  9. rina
    Hiçbir ilişki sadece mantık üzerine kurulmaz... Aynı şekilde sadece aşk da mutlu olmaya yetmez. İlişki, dünyanın en zor işidir ve uyulması gereken kuralları vardır
     
    KABULLEN: İki şeyi kabulleneceksin. Birincisi "aramızda iktidar problemi olmasın şekerim" gibi girişimler tamamen hayalcidir; kabul edeceksin. İkincisi, bir insanın bir başkasını hep aynı şiddette sevmesi mümkün değildir, bunu da kabul edeceksin.
     
    İZİN VER: Karşındakinin kendisi olmasına izin vereceksin; en sana uymayan yanlarını bile budamaya kalkmayacaksın. Sen de uyum sağlamak için kendini eksilten bir çabaya girişmeyeceksin. Bu, hiçbir zaman sandığın kadar iyi olmaz; her zaman sandığından kötü olur.
     
    BELDEN AŞAĞI VURMA: Hiçbir kavgada, asla belden aşağı vurmayacaksın. Onun kişiliğini yıkacak seyler söylemeyeceksin; onun zaaflarını kavgada koz olarak kullanmayacaksın. Sevdiğin insanla "yenmek" için kavga etmeyeceksin.
     
    İKİ KİŞİLİK EVREN KUR: Kanepede uzanıp yaptığınız dedikodularla, komik küçük sohbetlerle sadece ikinizin anlayacağı bir dil ve bu dilin etrafında iki kişilik bir evren kuracaksın. Dünya işleri zaten ağır; sen hafifleteceksin!
     
    ONUN TARAFINI TUT: Ne olursa olsun üçüncü kişilerin yanında ve üçüncü kişilere karşı onu tutacaksın! Hiç "objektif" gibi görünmeyebilir bu sana ama zaten ilişki sübjektiftir.
     
    YIKILMA: En ölümcül haller dışında hiçbir üzüntünde onun üzerine yıkılmayacaksın. O senin doktorun, psikoloğun değil, sevgilin. Kendi derdini mümkünse kendin halledeceksin.
     
    EMEK HARCA: İlişkinin ihtiyaçlarını hassas bir görü ile saptamaya gayret edeceksin. Örneğin onun yalnız kalmaya ihtiyacı varsa, tepesine binip sevgi performansları yapmayacaksın.
     
    ÖĞREN: Birlikte yeni şeyler görmeye, öğrenmeye, yeni maceralar yaşamaya bakacaksın. İlişkinin enerjiye ihtiyacı varsa, kendini akışa bırakmayacaksın.
     
    ANTRENMAN YAP: Birbirinize çok yapışıp kaldığınız anlarda derhal ufak çaplı tek başına yaşama antrenmanları yapacaksın. Ona da yaptıracaksın! Bu, ilişkiye yeni enerji girişini sağlayacaktır.
     
    DİKKAT ET: Bu en önemli emirdir. En önemli şey ilişkiniz değildir. En önemli şey, o ve sensin; ayrı ayrı... İkiniz de birer insansınız.. Onu ve kendini olduğun gibi kabul etmeye dikkat et..
     
    BUNLARI UYGULARSANIZ.....
  10. rina
    Ne güzel çarşaflar sererdin aşka
    üstünde serin kanatların yelken açardı
    bir gün kim bağırdıysa uyandık birbirimizden
    -deniz bitti, boğuluyorum, camı açsana!
     
    Denizin üstünde uyku yasaklandığından beri
    karadayım, boğulsam da kırpmıyorum gözlerimi
    her zaman benim gözlerim değil uykusuz
    görüyorum beni okşayan gözlerindeki geceyi
     
    Yakılacak öyle çok sır var ki bu ormanda
    yine sen tutuştur, yine bir avuç suyun
    uslandırsın deli çiçekleri ezen kötü sözleri
    derim ki: - aşk varmış o perinin çırptığı her kanatta!
     
     
    Haydar ERGÜLEN
  11. rina
    Bana diyorsun ki
    Nasıl bir martı yavrusunu severse
    Bana diyorsun ki
    Nasıl bir midye incisini gizlerse
    Bana diyorsun ki
    Nasıl bir arı peteğini örerse
    İşte öyle büyüyorsun içimde
     
    Sevgi yetmez Sevgi yetmez
    Sevgine saygın yoksa
    Sevgi yetmez Sevgi yetmez
    Sorumluluğun yoksa
    Sevgi yetmez Sevgi yetmez
    Arada eller varsa
    Sevgi yetmez Sevgi yetmez
    Yarından ümit yoksa...
     
    Bense diyorum ki
    Bahçende güller baktıkça güzelleşir
    Bense diyorum ki
    Aşk engelleri aştıkça değerlenir
     
    Bense diyorum ki
    Güneş yağmurlar topraktan güllerin
    Saygı sorumluluk sadakat sevginindir
    Alıntı
    Tüm sevenlerin yüreğine!!!!!
     
    Yüreğinizden sevgi,saygı ve sadakat hiç eksilmesin.....
  12. rina
    KÜÇÜK çocuk okuldan gelir gelmez holün sonundaki odaya doğru gitti. Ve duvarın dibinde duran tabureye çıkarak, kapının üstündeki camlı bölümden baktı. Babacığı her zamanki yerinde, eski bir sedirde oturuyordu. Önünde de birkaç tane içki şişesi vardı. Sedirin üstüne yayılan örtü, sigara yanıklarıyla yer yer delinmiş, dökülen sıvılarla rengini kaybetmişti. Köşedeki televizyon yine açıktı, babası ona bakacak durumda olmasa da...
     
    Küçük çocuk okula yeni başlamıştı. Buna rağmen kontrol görevini, büyüklere taş çıkartacak bir şekilde yapar, bu işe her şeyden fazla önem verirdi. Çünkü babası sızınca sigarasını elinden düşürür, bazen üstünü başını, bazen yorganı, bazen de yerdeki kilimleri yakardı. Üstelik de her yere alkol bulaştığından, o zamana kadar bir yangın çıkmaması, mucizeden başka bir şey değildi.
     
    Babası için ettiği dualar, daha yangın çıkmadan onu söndürüyordu.
     
    Küçük çocuk kontrol işlemini, kapının üstünden yapmak zorunda idi. Çünkü içeri girse çok kötü azarlanır, duyduğu üzüntüden, o günkü hiç bir dersine çalışamazdı. Anneciği "geçim işi"ni üstlenmişti. Sürekli olmasa da, haftada birkaç gün temizliğe giderdi. Küçük çocuk bu günlerde babasına daha fazla ihtimam gösterirdi. Holün duvarındaki sarkaçlı saatleri, ona görev vaktini bildirirdi. Buçuklarla birlikte, bu da yarım saatte bir demekti. İkide bir yerinden kalkmaya üşense de, babasına duyduğu sevgiden ötürü, bu işten asla şikayet etmezdi. En büyük üzüntüsü ona yaklaşamamak, bir kerecik bile okşanmamaktı. "Tek çocuk çok kıymetlidir." diyenler, bu bakımdan kesinlikle yanılıyordu.
     
    Babası, yıllar boyu kapandığı odadan sadece tuvalet ihtiyacı için ayrılır, daha sonra hiç bir mekâna uğramadan, âdeta koşarcasına geri dönerdi. Küçük çocuk kapının açıldığını duyunca aceleyle koridora fırlayıp, babasının kendisiyle konuşmasını, hatta bazen rüyasında gördüğü gibi, sarılarak öpmesini beklerdi.
     
    Fakat ondan sadece tek bir kelime duyardı: "N'aber?"
     
    "İyiyim babacım!." derdi gülümseyerek ve sevgisini gönlüne hapsederek...
     
    ...
     
    Çocuk bir gün yine okuldan döndüğünde, kontrol vazifesini yapmak istedi. Fakat çıktığı taburenin bir ayağı aniden kırılınca, kapının pervazına asılı kaldı. Ellerini bırakarak aşağı atlaması, onun için son derece basit bir işti. Fakat tabure devrilip tersine dönmüş, sivri bir kama şeklinde kırılan ayak, tam atlayacağı yere gelmişti.
     
    Çocuk o şekilde sallanıp durmaktayken, babası sesleri duyup dışarı çıktı. Ve tabureyi bir kenara ittikten sonra, oğlunu bel kısmından sıkıca kavrayarak:
     
    "Ellerini bırak!." diye bağırdı. "Merak etme seni tuttum, düşmezsin."
     
    Küçük çocuk, bu sözleri hiç duymamış gibiydi. O şekilde beklerken:
     
    "Bırak, bırak, korkma!." diye tekrarladı babası. "Seni çok sıkı tuttum, endişelenme!."
     
    Çocuk, ancak kendisinin duyacağı şekilde:
     
    "Gücüm tükenmeden bırakmam babacım!." dedi. "Çünkü bana ilk defa sarılıyorsun
  13. rina
    Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.
     
    "Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?" diye sordu Hayat.
     
    "Zamanın var mı?" diye sordum.
     
    Gülümsedi.
     
    "Benim zamanım Sonsuzluk" dedi Hayat. "Ne sorular var yüreğinde?"
     
    "İnsanlarla ilgili en çok neye şaşıyorsun?" diye sordum.
     
    Hayat yanıt verdi.
     
    "Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili edişelenmekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar."
     
    Hayat elimi tuttu. Bir süre sessiz kaldık.Derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.
     
    Hayat yanıtladı.
     
    "Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim. Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim. Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim. İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim."
     
    "Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim. Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim. Seni seven insanların duygularınmı nasıl ifade edebileceklerini bilmedikleri için seni sevmediklerini sanmak yerine onların sevgisini hissetmeyi öğrenmelerini isterdim."
     
    Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.
     
    "Söylediklerimi yüreğine kaydet" dedi. Söylediği cümleyi yüreğime kaydettim.
     
    "Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren".
     
    Yüreğim kuş gibi hafiflemişti.
     
    "Son bir soru daha, Hayat" dedim. "Benden ne istiyorsun?"
     
    Bütün odayı beyaz bir ışık kapladı… ve Hayat yanıtladı.
     
    "Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten TEK değerli olanım. Değerimi bil."
     
    Hayatın içimde dışımda her yerde aktığını hissettim. Kendimizi sevdiğimiz kadar Hayat ı sevebilirdik ancak. Ne daha az ne daha fazla...
  14. rina
    Kalem erbabı için aşk üzerine yazı yazmak cüret ister. “Taş” dediğimizde elle tutulan, gözle görülen bir maddeden bahsetmiş oluruz. Varlık alemindeki bir objeyi tanımlamak kolay, ancak aşk gibi tecrübi bir olguyu açıklamak maharet ister. Çünkü tecrübeler şahsidir.
    Aşk dokunulması muhal bir ahu mudur? Bir muhal üzerine bilgelik taslamak, nutuk atmak ne kadar etik? Aşk, tam olarak anlayamadığımız bir gizilgüç mü? İskender Pala’nın “Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk” romanında “Aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır, ona sahip olan dünyaya sahip olur.” der. Yoksa Leyla ile Mecnun Romeo ile Juliet hikayeleri bu sırra ulaşanların hikayesi midir?..
    Aşk dediğimiz, beton yapıların tıka basa meta’ doldurulan odalarında bulmaya çalıştığımız bir biblo eşya mıdır üzeri kalp figürleriyle bezenmiş olan? Para ile kendisine ulaşabileceğimiz bir eşya mıdır?.. Okul sıralarına küçük çakılarla derince masa üstlerine kazınan cümlelerde veya çeşmelerin alınlıklarına yazılan dörtlüklerde arasak abesle iştigal mi olur? Kordon boylarında, hıyabanlarda, denizin latif dalgalarının okşadığı sahillerde aradığımız, pastanelerin izbe köşelerinde bulmaya çalıştığımız, televizyonların siyah-beyaz yayınladığı melodram Yeşilçam filmlerinde izini sürdüğümüz o şey, yani o tek hece sokaktan bağırarak geçen yüzü çizgilerle dolu eskicinin kirli ve yırtık ceketinin iç cebinde olmasın. Veya Unesco’nun ilan ettiği aşk yılından haberi olmayan elleri yağlı, yüzü kirli motor ustası çırağının 12-13 anahtarı sıkıca kavrayan ellerine koyduğu yüreğinde olmasın...
    Aşkı taşlaşmış kalplerde aramak, havaya, suya, toprağa düşen cemrelerde aramak beyhudedir. Havanın kirli yüzünde, betonla perdelenmiş toprakta, kirletilmiş suda cemre aramak kadar anlamsız cemrelerde aşk aramak. Şu teknolojik çağda demire, çeliğe ve betona cemre düşürmek teknolojinin robotlaştırdığı bedenlere aşkı anlayan kalp takabilmek kadar zor bir iş...
    Güzele meyletmek insana özgü bir vasıf değil, ancak hayvan için de güzelliğin ahlaki bir anlamı yok. Bedeni abideleştiren, şehevî taşkınlığı körükleyen, aklı azgınlaştıran zamanenin aşktan anladığı nedir acaba? Bir yerde mükemmelliği görmekse aşk; Stendhal’in “sevginin billurlaşması” dediği belki de budur. Giyinmek gibi temel bir ihtiyacı modaya, barınmayı, mimariye, nesli devam ettirmeyi aşka irca etmek ruhumuzun fiyakası mı, fıtratımızın gereği mi?..
    Bütün peygamberlerin çobanlık yaptığı bilgisiyle peygamber mesleğini icra eden münzevi kişilerin çıkınında arasak aşkı hata mı etmiş oluruz? “Ya ben İstanbulu alırım ya da İstanbul beni.” cümlesini bir celî sülüs levha olarak duvara assak. Aşk kelimesini tam olarak anlatmış olur muyuz? ...
    Feleklerin deveran edişinde aşkı arasak… Aşk cezbedir desek, zemme duçar olur muyuz? Kalem acizdir, onu tutan el aceleci yaratılmıştır...
  15. rina
    Hayatımda ilk kez aşık oldum dedim...İnanmadın...Ağladım yeminler ettim uğruna...sallamadın...sevdim..deli gibi sevdim.....köpek oldum uğrunda..sewginin yolunda. mahkumum ben, bir suçluyum ama.suçum neydi?? sewmek mi? bağlanmak mı?? yoksa aptalca bi hatadan dönmek mi??
     
    İçtim,ağladım,güldüm,şarkılar söyledim,düşündüm,şiirler yazdım..senin için yapabileceğim her$eyi yaptım ama onca şeyin senin için hiç bi kıymeti yoktu..aslında yaptıklarımın hepsi doğruydu, yanlış olan seni tanıyamamamdı..Ben bütün sevgimi, iyi niyetimi, sabrımı sana harcadım..ama hiçbirinden kalmadı artık.Defalarca bulup kaybettim seni we artık yorgunum.seninle bu ‘oyunu’ daha fazla sürdüremycem..
     
    yokluğunda hayatıma girmek isteyen , hayatım , geleceğim olmak isteyen insanlar çıktı.Hiç birine karşı bir şeyler hissetmedim..çünkü tüm ruhumla seni sewiorum..Şimdi senden istediğim tek birşey var. Otur düşün. Doğrularımla, yanlışlarımla karşındayım. Ben buyum...Ya gel de bana, ya da sonsuza kadar git...Ama yeterki bişey de..nolduğunu bilmeden öylece kalakalmak insanı her$eyden çoq üzüo..emin ol beni terslesen 'git ba$ımdan' desen bile bu kadar üzülmem..
     
    aslında biliyorum bu yaptıklarım, bu yazdıklarım senin dudağında hafif bi gülümseme yaratmaktan ba$ka hiçbir işe yaramayacak...
     
    dedim ya terslesen bile razyım..yeterki kesin bişey olsun .
     
    döktüm ya her$eyi içim rahat artk...
     
    son sözüm seviyorum seni...
  16. rina
    Kendimi kandırmaktan yoruldum...Hep senin haklı olduğun yalanına tutunmak artık zor geliyor bana.
     
    ''Ben yanlış anladım...Hayır,sen öyle yapmak istemedin.
    Tamam,suçlu bendim.Sen haklısın,sen suçsuzsun,sen masumsun.
    sen...sen...sen...''
     
    Ya ben...!
    Her yanlışının ardından doğrularını arayan,onlarla avunan ben,kendini haksız bulup kahrolan,kendini gecelere vuran ben...
    Ama yinede nerdeyse bundan mutluluk duyan gene ben.Tekrar tekrar aynı acıyla yanan,her acıyla birkez daha aşık olan hep ben...
     
    Bunları yazması kolay da,taşıması öyle kolay değil.Her babayiğidin,her aşığım diyenin çekeceği dert değil...
    İşte ben bu cesaretle,bu koskoca sensizliği yenmeye çalışıyorum...Gözlerimden öteyken bile özlerken tenini,gönlümden öte atıyorum tüm hislerimi...
     
    Eskiden...
    Verdiğin acıya bile razıydım.O ; ayrı bir haz,ayrı bir paylaşımdı.İçimde kıpır kıpır bir umut vardı.
    Zaman zaman aklımı karıştırıp hayallerime oturttuğum sen,sonra hiçbirşey olmamış gibi davranıp sessizce ama ardında derin sancılar bırakarak yokediyordun herşeyi...
    Biliyor musun...gitmelerine bile alışmıştım artık!
     
    Şimdi...
    Dayanamaz oldum bu yürek sancılarına,artık kaldıramıyor bedenim,senin uğruna olsada...
    Senin uğruna ama senden habersiz,ama sensiz...Senin hayallerin başkayken,hayallerimin bir parçası yapamıyorum artık seni...
     
    Güçsüz de...yapamadı,pes etti de...yoruldu,gitti de...
    İnan son kez dayıyorum başımı omzuna,
    İnan son kez bakıyorum böyle içten sana,
    Ve inan son kez ağlıyorum uğruna...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.