Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    Bunlar güzel hatıralar...
    Farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
    ya da bir yağmur sel oldum sokağında
    sonra toprak çekti suyu...
    Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
    Uyandın ve ben bittim...
     
    Beni güzel hatırla!
    Çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
    Sana sırdaş oldum, dost oldum,
    koynumda ağladın.
    Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
    beni üzdün, kınamadım.
    Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...
     
    Beni güzel hatırla!
    Sayfalarca mektup bıraktım sana.
    Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
    Sakladım günahını, sevabını içimde
    sessizce gittim...
     
    Beni güzel hatırla!
    Sana unutulmaz geceler bıraktım
    sana en yorgun sabahlar...
    Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
    En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
    söylenmemiş "Merhaba"lar sakladım her köşeye
    vedalar bıraktım duraklarda.
    Ne ararsan bir sevdanın içinde
    fazlasıyla bıraktım ardımda.
     
    Beni güzel hatırla!
    Dizlerimde uyuduğunu düşün,
    saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
    mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
    Alnından öptüğüm dakikaları...
    Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
    şaşırtmayı severim biliyorsun.
    Bu da sana son sürprizim olsun.
    Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
    beni güzel hatırla.
     
     
    ALINTI
     

     
  2. rina
    Ben hayatımda neyi değiştirmek isterdim.....
     
    Ah onu bir bilebilsem....
     
    Hayatı bazen silgi kullanmadan resim çizme sanatına benzetiyorum...
     
    Çiziyorum, çiziyorum ama silemiyorum....
     
    Silebilseydim eger bazı şeyleri silmek isterdim.....
     
    Aynı zamanı geri alamadığım gibi......
     
    Zamanı geri alsaydım gücüm yetseydi şayet.....
     
    Neleri değiştirmek istediğimi bile bilemiyorum.....
     
    Boşveriyorum değiştirmeyi....
     
    En başa dönmek ne kadar da zordur....
     
    Döndüm diyelim başa bilebilirmiydim yaşadıklarımı.....
     
    Benim hayatıma hangi değerleri kattığını.....
     
    Ya da kaybettirdiklerini......
     
    Yap boz oyunu gibi bir parçayı çekip aldığımda....
     
    Hayatımın belkide en anlamlı parçası da birlikte gidermiydi...
     
    Yok ben vazgeçtim....
     
    Hayatım benim yaşadığım gibi kalsın....
     
    Ben böyle mutluyum ....
     
    Yalnışlarım yada doğrularım ...
     
    Sevinçlerim yada hüzünlerim...
     
    Aşklarımmmm....
     
    Hepsi gerçek ve benim .....
     
    Kendime değer verdim....
     
    Çünkü ben....
     
    Bennn ....
     
    Kendimi hep sevdim.....
     
    Aynı sizleride sevdiğim gibi....
     
    Sevgimle kalınız.....
  3. rina
    Üstat Kimdir? ( Yazar : Don Miguel Ruiz )
     
    Bir zamanlar bir üstat varmış. İnsanlar konuşmasını dinlemek için toplanırmış. Söyledikleri harikulade imiş. Sevgi sözcükleri ona kulak veren herkesin, ta yüreğine işlermiş.
     
    Kalabalığın arasından bir adam, üstadın ağzından çıkan her sözcüğü dinlemiş.Gönlü yüce olduğu kadar, alçakgönüllüymüş de. Üstadın sözleri bu adamı öylesine derinden etkilemiş ki, onu evine davet etmek istemiş.
     
    Üstat konuşmasını bitirdiğinde adam, kalabalığın içinden geçerek karşısına çıkan üstadın gözlerinin içine bakarak; "Meşgul olduğunu, herkesin senin ilgini istediğini biliyorum" demiş,
     
    "Biliyorum, sözlerimi dinleyecek pek zamanın yok. Ama yüreğim öylesine açık, sana duyduğum sevgi öyle büyük ki, seni evime çağırmak, senin için en güzel yemekleri hazırlamak istiyorum. Çağrımı kabul etmeni beklemiyorum ama, içimdekileri sana bildirmeden edemedim.
     
    Adamın gözlerinin ta içine bakmış üstat. Yüzü gülüşlerin en güzeliyle aydınlanmış ve "Hazırlığını yap" demiş, "Evine geleceğim."
     
    Bu sözcüklerin adamın yüreğinde yarattığı sevinç çok büyükmüş. Üstada hizmet etmek, sevgisini dile getirmek için zamanın geçmesini sabırsızlıkla beklemiş.Yaşamın en önemli günüymüş bu; Üstat evinde, onunla birlikte olacakmış ya.
     
    Yiyeceklerin, şaraplarin en iyisini almış. Üstada armağan edeceği giysilerin en güzelini seçmiş. Sonra da, hazırlıklarını tamamlayıp, üstadı ağırlamak için evine koşmuş. Bütün evi temizlemiş, yemeklerin en lezizlerini pişirmiş, güzel mi güzel bir sofra kurmuş. Üstat çok geçmeden orada olacağı için yüreği sevinç doluymuş.
     
    Kapısı çalındığında kaygı içinde beklemekteymiş adam. Yerinden fırlayıp kapıyı açmış. Açmış ama, üstat yerine yaşlı bir kadın durmaktaymış karşısında.Kadın gözlerinin içine bakarak; "Açlıktan ölüyorum" demiş, "Bana bir parça ekmek verebilir misin?"
     
     
    Gelen üstat olmadığı için hafifçe düş kırıklığına uğramış adam. Kadına bakıp, "Buyur, gir içeri" demiş. Kadını, üstat için hazırladığı yere oturtup, üstat için pişirdiği yemekleri sunmuş. Adamın cömertliği yaşlı kadına dokunmuş.Teşekkür etmiş, çıkıp gitmiş.
     
    Adam sofrayı üstat için dara dar yeniden düzenlemiş ki, yine kapısına vurulmuş. Bu kez de, çölü geçen başka bir yabancı imiş karşısındaki.Yabancı, adamın yüzüne bakıp; "Çok susadım" demiş, "Bana içecek bir şeyler verebilir misin?"
     
    Gelen üstat olmadığı için adam bu işe yine bozulmuş biraz. Yabancıyı evine buyur edip, üstat için hazırladığı yere oturtmuş. Üstada ikram etmeye niyetlendiği şarabı sunmuş. Yabancı gittiğinde ortalığı üstat için bir kez daha düzenlemiş.
     
    Kapı yeniden çalınmış. Açtığında küçük bir çocuk görmüş adam. Çocuk yüzüne bakıp; "Üşüyorum" demiş,
    "Sarınabileceğim bir battaniye verebilir misin bana?"
     
    Gelen üstat olmadığı için adam biraz bozulmuş. Ama çocuğun gözlerine bakmış ve sevmiş onu. Üstat için aldığı giysileri çabucak toparladığı gibi çocuğu bunlarla sarıp sarmalamış. Çocuk teşekkür edip, yoluna devam etmiş.
     
    Adam, üstat için her şeyi bir kez daha hazır etmiş, geç saatlere dek
    beklemeye koyulmuş. Üstadın gelmeyeceğini anladığında, yüreğinde düş kırıklığı duymuş ama üstadı hemen bağışlayıvermiş.
     
    Kendi kendine,
     
    "Üstadın benim yoksul haneme gelmesini beklememem gerektiğini biliyordum" demiş.
     
    "Gerçi geleceğini söylemişti ama başka bir yerde çok daha önemli bir şey onu alıkoymuş olmalı. Üstat gelmedi ama en azından geleceğini söyledi. Yüreğimin mutlulukla dolması için bu da yeter."
     
    Yavaş yavaş yemekleri ve şarabı kaldırmış, yatmaya gitmiş.
     
    O gece düşünde, üstadın evine geldiğini görmüş. Onu gördüğü için mutlu olmuş adam. Gördüğünün düş oldugunu bilmiyormuş."Geldin üstadım! Sözünü tuttun."
     
    "Evet" diye karşılık vermiş üstat.
    "Ama ben buraya daha önce de geldim.Açtım, doyurdun.Susuzdum, şarap verdin bana.Üşüyordum, bedenimi giysilerle örttün.
    Başkaları için ne yaparsan benim için yaparsın."
     
    Adam uyanmış. Mutluluk doluymuş yüreği. Çünkü üstadın kendisine ders
    verdiğini anlamış. Üstat onu öyle çok seviyormuş ki, derslerin en büyüğünü vermek için üç insan göndermiş.
     
    Üstat herkesin içinde yaşar.
     
    Açlık çeken birisine yiyecek, susayana su verdiğinde, üşüyeni sarıp sarmaladığında, sevgini sunduğun üstattır.
  4. rina
    Öğretmen; öğretme işini görev edinen kişiye denir. Öğretmenlik bir meslektir. Kişinin öğretmen olabilmesi için öğretmen yetiştiren bir okulu bitirmesi gerekir. İlkokullarda öğretmen Sınıf Öğretmenidir. Sınıfın bütün derslerini aynı öğretmen okutur. Ortaokul ve Liselerde ders öğretmenliği vardır. Meslek okullarında dersler özel şekilde yetiştirilmiş meslek öğretmenleri tarafından işlenir.
     
    Eskiden öğretmene "Muallim", öğretmen yetiştiren okula da "Muallim Mektebi" denirdi. Ülkemizde öğretmen okulu ilk kez 16 Mart 1848'de açıldı.
     
    Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitime ve öğretime önem verilmiyordu. Az sayıda okul vardı cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurdumuzun her yanına yeni yeni okullar açıldı. Okul çağında olanlar bu okullarda okumaya başladı.
     
    Atatürk, eğitimin, öğretimin yayılmasından, yaygınlaşmasından yanaydı. 1928 yılında Arap harflerinin kaldırılıp yerine bugün kullanmakta olduğumuz Türk harflerinin kabulü tüm yurtta sevinç yarattı. Halkın yeni harfleri kısa sürede öğrenip daha çok yurttaşın okur - yazar olmasını sağlamak amacıyla yoğun bir çalışma başladı. Okuma - yazmayı yaygınlaştırmak için okul çağı dışındaki yurttaşlara okuma - yazma öğreten okullar açıldı. Bunlara Millet Mektepleri adı verildi.
     
    Atatürk, Ulus Okulları dediğimiz Millet Mektepleri'nde yazı tahtasının başına geçerek dersler verdi. Bakanlar kurulu 11.11.1928 günü yaptığı toplantıda Ata'ya Ulus Okullar Başöğretmenliği sanını verdi. 24 Kasım Atatürk'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür.
     
    Öğrencileri, öğretmenleri, okulu çok seven Atatürk yurt gezilerinde okullara uğrardı. Sınıflara girer, sıralara oturur, ders dinlerdi. Öğrencilere sorular sorardı. Öğretmenlerle konuşur, her yerde öğretmenliğin üstün bir meslek olduğunu anlatırdı.
     
    Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda nasıl canla başla çalıştıklarını yakından izlemiştir. Yurdumuzun düşman tarafından paylaşıldığı sırada öğretmenler Öğüt Kurulları oluşturarak halka ulusal bağımsızlık, Ulusal Kurtuluş Savaşı düşüncelerini yayıyordu. Öğüt Kurulları dışında öğretmenler 14 eğitim kuruluşu ile birlikte Milli Kongre Cephesini kurdular. Milli Kongre Cephesi, düşmanların İzmir'i işgal ettikleri günlerde Sultanahmet Mitingini hazırladı. Bu mitingin konuşmacılarından çoğu öğretmenlerdi.
     
    Başöğretmen Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri etkinliği hep övmüştür. Atatürk yeni Türkiye'nin yaratılmasında öğretmenlere büyük görevler düştüğü inancındaydı. Çağdaş bir ulus olmamız için eğitimin yaygınlaşması gereğine inanıyordu. Bu nedenle Atatürk "Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir." Sözleriyle öğretmene verdiği önemi ve duyduğu saygıyı en güzel biçimde belirtmiştir.
    Atatürk'ün 100. Doğum yıldönümü 1981 yılında, 24 Kasımın her yıl Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırıldı.
     
    Öğretmenler Günü'nde öğretmenin toplum içindeki yeri, değeri belirtilir. Öğretmen sorunları dile getirilir. Öğretmenler Günü'nde; eğitime, öğretime hizmet etmiş, saygınlık kazanmış öğretmenler anılır. Gençlerin yetişmesindeki katkıları anlatılır. Mesleğe yeni giren öğretmenler 24 Kasımda Öğretmen Andı içerek göreve başlarlar.
     
    Öğretmen; yapıcı ve yaratıcıdır. İnsan haklarına saygılıdır. Öğretmen özverili, çevreye güven ve inanç veren, içi insan sevgisiyle dolu bir kişidir. Atatürk; "Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." demekle öğretmene yüklediği sorumluluğu ve değeri anlatmıştır.
     
    Öğretmenler sevgi dağıtır. İçimizi aydınlatır. Bizi doğruya yöneltir. Bilgili kişiler olmamız için çaba gösterir. Dünyayı tanıtır. Öğretmen her alanda yeniliği, yenileşmeyi savunur. Gerçekleri anlatır. Beceri ve yeteneklerimizin gelişmesine yardımcı olur. Kısaca analar doğurur, öğretmenler yetiştirir.
     
    ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN! SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZ......
  5. rina
    ADAM DEDİĞİN!!!!
    Adam dediğin afilli olacak,
    Dik duracak başı, her türlü zorluğa karşı
    Mağrur!
    Ve
    Gurur okunacak duruşundan!
    Ta uzaklardan bile, bileceksin,
    “Aha, işte o benim” diyeceksin!
     
    Havası değişecek evin
    İçeri girdiğinde!
    Gülüşü sevdalı,
    Yürüyüşü emin,
    Bakışı sağlam olacak!
     
    Bir elinde ekmek; diğerinde çiçek,
    Taşımasını bilecek!
    Sarışın, esmer, saçlı, kel…
    Bunlar hikaye,
    Adam dediğin beyefendi olacak!
    Koluna girdiğinde;
    “Şu gördüğünüz küçük dağları biz yarattık”
    Diyebileceksin!
    Ve sen de kadın olacak;
    Kıymet bilecek;
    Saygıda kusur etmeyeceksin !
  6. rina
    Nedense herkes yanlış bilir, Yakamoz Ay ışığının suya, denize vuran yansıması değildir.
     
    Yakamoz aksine Ay olan gecelerde olmaz. Yakamoz bir canlıdır, latince ismi Noctulica Milliaris olan bu canlı aynı bir ateş böceğinin denizde yasayan versiyonudur. Limunisans maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda bir ışık saçar. Bu canlı bir planktondur, yani milimetrik boyutlarda bir canlı.. Bunlardan milyonlarcasi bir araya geldiginde geceleri bir kayık geçerken, veya bir balık sürüsü geçtiginde bu canlılara çarparak ışık çıkarmalarını sağlar. O yüzden balıkçı sandallarında yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardir. Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan geceler, balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler. O yüzden Lüfer avlarken Lüx ışığı kullanılır, balık gelsin diye değil misinanin değdiği yakamozlarin çıkardığı ışıktan Lüfer korkmasın diye Lüxışığı yakamoz ışığını söndürmek için kullanılır. Aslında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağan üstü bir seydir, Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormus gibi olur. Ama bunun için ay ışığı olmaması gerekir. Ay ışığı (daha baskin oldugu için) gerçek yakamozu göremezsiniz. Bir de Yakamozlu ve Ayışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl gümüşe bulanmış gibi olursunuz.
     
    *******
     
    İşte hep böyle kelimeleri harcarken yanlışlara düşeriz. Yakamozla ilgili ansiklopedik bilgiyi dostluk kelimesine örnek olarak
     
    vermek istedim. Romantik duygularla sarılı bir yanlış kavrama yükleriz yakamoza. Dostluktan anladığımız yanılma gibi. Herkes
     
    olmasını istediği gibi yorumlar dostluğu.
     
    Düşlediği insanı dost kimliğiyle yanına yerleştirir. Oysa gerçek insan karmaşadır.
     
    Bugün dört elle sarıldığımız, onsuz olmaz dediğimiz insan gün gelir çekilmez olur. İşte o zaman dosta sarılır. O dost bir düş
     
    olur, bir umut olur, bir bilinmezdir. Onu yeniden sevmek, yeniden tanımak gerekir. Bunun için de dostluk önce karşılıklı
     
    paylaşım gerektirir.
     
    Tek taraflı vermek dostluğun yalancı beslenmesidir. Kısa zamanda bu tür dostluklar tükenir. İnsan doğası gereği yeni dostlar
     
    arar kendine.
     
    Eski dostlar birer anıdır artık. Hoş anıların denizdeki pırıltıları........ yakamozlarrrr........
  7. rina
    Jackson Brown’ın “Şu Hayatta Neler Öğrendik Neler…” adli kitapçığından:
    1- Kendimi neselendirmek istedigim zaman en iyi yolun baska birini neselendirmeye çalismak oldugunu ögrendim.
    2- Bir bebegin evlilik sorunlarini çözemeyecegini ögrendim.
     
    3- Bir tartismayi tatliya baglamadan yataga gidilmemesi gerektigini ögrendim.
    4- Isyerinde romantik iliskiler aranmamasi gerektigini ögrendim.
    5- Insanin kendisinden daha sorunlu birisiyle evlenmemesi gerektigini ögrendim.
    6- Çalistirdigimiz insanlara iyi davrandigimizda, onlarin da müsteriye iyi davrandiklarini ögrendim.
    7- Bir toplantida zekâmi ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak gerektiginde sohbeti seçmemin daha iyi olacagini ögrendim.
    8- Insanlara iyi davranmanin hiçbir maliyeti olmadigini ögrendim.
    9- Gerçekten yasamaya baslamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir süre beklenilmis olunacagini ögrendim.
    10-Iyi kalpli olmanin mükemmel olmaktan daha önemli oldugunu ögrendim.
    11-Bir domuza ve bir çocuga istedikleri her seyi verirseniz sonuçta çok iyi bir domuzunuz ve çok kötü bir cocugunuz olacagini ogrendim
    12-Kimle evlenecegin kararinin hayatta verilen en önemli karar oldugunu ögrendim. (Yas: 95)
     
    *****paylaşmak istedim sizlerle ....
     
  8. rina
    Bazen yorar insanı küçük şeyler; büyük sırlar vardır küçük şeylerin içinde. Açıldıkça açılır, boyuna posuna bakmadan...
     
    Bazen dinlendirir insanı uzaklar; uzakliğa bir yakınlığı vardır gözlerin. Gözlerin olduğu kadar gönlün de...
     
    Bazen durur tüm adımlar; adamların tembelliğinden değil, yolların düşündürücülüğünden. Öyle çetrefillidir ki, susar ayaklar da kimi zaman...Bazen sorar gözler, diller kabul etse bile. Maharet gözleri bile ikna etmektir, güzel söz söylemek değil. Bazen durur dünya, inecekler iner, sonra yoluna devam eder. Ne var ki, herkes için o duruş anı farklıdır. Kimisi içinse hiç dönmez dünya, ki o da apayrı mesele. Bazen herşeyi bir mimik anlatır, bazen gözyaşı, bazen bir kelime. Ne kadar da ağır gelir söylemek bazen bir kelime bile. Bazen bir anı, bir ömür kokar.....
     
    Bazen bir daha yaşayamayacağını hisseder insan içinde bulundugu ânı. Bazen şair olur insan, mısra kuramaz....
     
    Bazen mısra kurar insan, şair değildir. Bazen hiçbiridir, ne diyecegini bilemeyen sıradan biridir işte...
     
    Bazen yaşadıgını daha çok hisseder insan, öleceğini unutur büsbütün. Bazen yaşadığını tamamen unutur, hatta bazen her ikisini de...
     
    Bir anı bir anına uymaz derler ya insan için, ya bütün anları birbirinin aynı olsaydı. Bazen korkutmaz mı bu ihtimal insanı?
     
    Bazen korkar insan gölgesinden. Gölgesinin şahsında kendisinden. Zira kendi vücudu geçmiştir güneşin önüne. Kendi eseridir gölgesi...
     
    Bazen susar insan, dudaklari çatlar susuzluktan. Bazen susar insan, söylenecek çok söz varken bile. Bazen dolar insan, kimse anlamaz. Bazen herkes anlar, kendisi kendisini anlamaz.Yalnızdır bazen insan, öyle yalnız bakar ki dünyaya. Bazense hiç yalnız değildir, nasıl baktığını bilirse.Bazen büyük görür insan kendini, ne acizliktir!
     
    Bazen aciz görür, ne büyük bir görüş! Bazen, 'bazen' değil, 'her zaman' demek gerek. Ama bilmek gerek, ne zaman?
     
    Her 'bazen'in bir zamanı vardır
  9. rina
    AŞK….
     
    Aşk, kocaman bir yürek ister önce ,
    Sonra, cesaret.
    Yufka yürekle , olmaz aşk…
    Fedakarlık bekler maşuk eğer varsa …….
    Aşk, yumuşak yataklarda,
    Kırışık çarşaflarda yaşanan şeyin tarifi değildir…
    Aşk, pavyonların loş ışıkları altında yaşanan,
    Çakır keyf olmakda değildir….
    Hercai gönüller aşkı ne bilir…Yada her çiçekten bal alan…
    Aşk hesap sorar adama …aşk adamı vurur…
    Aşka, olmaz ihanet…
    Falcıda anlamaz bundan.
    Cevaplayamaz hiçbir kehanet…
     
    ***
    Günübirlik sevişmelerin adına,
    aşk dendiği bu zamanda,
    Aşkı nasıl anlatsın ki…
    Her yeri et pazarına dönmüş bu ülkede yaşayanlar,
    Aşkı nereden bilsin ki….
    Fiziksel beğeniyi, cinsel dürtüyü aşk zannedenler,
    Aşkı nasıl anlayabilsin ki…
     
    ***
    Fuzuli yi bilmeyen aşkı bilirmi…
    Yunus u bilmeyen aşkı bilirmi…
    Mevlana yı bilmeyen aşkı bilirmi…
    Hallacı bilmeyen ,
    Mansuru anlamayan .
    Aşkı ne bilir…
     
    ***
    Ne cinsiyeti vardır aşkın,
    Ne de fiziki yapısı .
    Ama, yinede fiziki bedende, fizik ötesi bir duygudur o…
    Aşık olanın, ne fiziki bedeni kalır, nede kendine has doğruları…
    Aşk alır götürür adamı …
    Kul eder kendine ….kölesi olunur aşkın….
    Bunu nasıl anlasın, bedene yada dünyaya köle olmuş şaşkın
    Akıllı işi değildir aşk…
    Aklıbaşındalık kabul etmez….
    Bir kere başladımı asla bitmez…
    Aşk adamı terketmez….
     
    ***
    Aşk, yürek işidir kısacası…
    Yürekli olmalı aşık…
    Bi kere girdimi o bir yere ,
    Herşeyi yakar, yıkar ,
    Kendinden başka hiçbir şey bırakmaz
    Girdiği yerde…
    Aşık her doğruyada , her dostluğada
    Kolayca ihanet eder….
    Çünkü ;
    Aklı başında olmaz aşığın
    O aşkın kölesi kuludur artık
    Aşığın akıl yelkeni yırtık,
    Gemisi batıktır artık….
    Ne gam vardır aşığa
    Ne de kasavet
    Aşık için herşey
    Sevgilinin iki gözünden ibaret…
     
    Can özünden yaş dökenlere
    Aşk’ a aşık yüreklere
    AŞK OLSUN…
  10. rina
    İşte o masal;
     
    Her masalın ,her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır.Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır.Öyle anılır.
    Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya.Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona.Kendisine verilmiş misyona mı,uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayıredemeyecek kadar toymuş o zamanlar.Böylelikle hayranlığın ,sevginin,sevdanın,aşkın,cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu birkez daha görüyoruz "Bizim"sandığımız birçok duygunun,düşüncenin,değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...
    Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğru
    yollandı.
    Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.
     
    Prensesin odasına geldi.Prenses uykusunun içersinde batık bir gemi gibi gizemliydi.Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine,efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens.Çok uzaktan ,çok uzaklardan,tam yüzyıl sonrasından baktı.
    Sonra kararını verdi:
    Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.
    O gün gelse de.
    Uyandırdığında bu sevdanın,bu büyünün,bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış,birkaç söz,bir dokunuş herşeyi bozacaktı.Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti,sevmek uzaklıktı,sevmek dokunamamak,erişememek, sevişememekti.
    Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.
     
    Gözlerini açar açmaz ,yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden,sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı.Kaldı ki,o düşlerin tümüne eğemen olan ortak motifler,zaman zaman,yani yaşadıkça;yaşamını,ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi.Sonsuz bir anımsayıştı herşey;anımsayış ve unutuş.Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti.İnsan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.
     
    Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.
     
    Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu,ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim,o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek.Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor.Bir öpücük,yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?
    Sevgi,
    Zehirli bir düşün,büyülü sözcüğü...
    Öte yandan sevmek göze almaktı,sonuna dek gitmekti,gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında,ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti.Çünkü sevmek sessiz ve tek başına birşeydi.Sevmek yalnızlıktır.Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu.Onu uyandırmaktan korkuyordu.
    Eskisi kadar sevemeyecekti,belki de hiç sevemeyecekti.Çünkü arada o orman, o karanlık,o geçit vermez,o giz olmayacaktı artık.İşte odasında duruyordu.
    Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.
     
    Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi?Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi?Sevmenin zahmetini,birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilirmiydi?
     
    Paylaşmaya,tartışmaya,özveriye,anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi
    göğüsleyebilir,götürebilirmiydi?
    Sevmek imkansızlıktı.
     
    Kendimizde beslediğimiz,kendimizde büyüttüğümüz,kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek.O hep bizdedir,bizledir,usul usul biriktiririz onu,içimizde yığılı durur.Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.
     
    Sevmek,kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.
    Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar,pişmanlıklar,yanılgılar.Herşey "tamamlanmak" içindir.Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış,aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.
    Gözümüz arkada kalmıştır.
     
    Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil,masalını seviyordu Prens.
     
    Masalın bittiği yerde hayat başlar.
  11. rina
    Karanlığın içinde kendimi gördüm.....
     
    Herkesin gördüğü kadar.....
     
    Ama bir farkım var.....
     
    Karanlığın içinden çıkan ışığım ben....
     
    Işık .......
     
    Zenginliğide bilirim....Fakirliğide.....
     
    Tepeye çıkmanın nasıl birşey olduğunu......
     
    Tepeden düşmenin nasıl bir duygu olduğunu da.....
     
    Aşksız yaşamanın ne olduğunu.....
     
    Doya doya aşkı yaşamanın ne demek olduğunu da.....
     
    Sevgiyide gördüm...
     
    En acısından ihanetide....
     
    Aldatılan bir kadının nasıl acı çektiğinide bilirim....
     
    Aldatan bir erkeğin nekadar acımasız olduğunuda....
     
    Yüzüme gülüpte......
     
    Arkamdan konuşan, dost görünen insanların nasıl bir maskeye büründüğünüde.....
     
    Hamlığıda bilirim.....
     
    Acıların da, sevinçler kadar insanları nasıl olgulaştırdığını da.....
     
    Hayatım ben.....
     
    Hayat....
     
    Belkide herkesin bir adım atıp sahip olduğu...
     
    Ama.....
     
    Hiç kimsenin değerini bilemediği........................
     
    RİNA
     
    ..................................................
     
     
     
    ....................................................................................................................................
  12. rina
    Bir zamanlar ne kadar çok gökyüzüne bakardım.....
     
    Her yıldız kaydığında içimden dilek tutar ve dileğimin olmasını sabırla beklerdim......
     
    Ama hiç bir dileğim olmadı.....
     
    Sadece onları izlerken dilimden düşürmediğim ve benim şarkım diye adlandırdığım .....
     
    Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
     
    Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
     
    Bir haykırsam belki duyulur sesim
     
    Ben yalnızım,ben yalnızım
     
    yalnızım...
     
    Hatırlarmısınız böyle devam eder gider....şarkı bitince yalnız insanlar için gözlerinden bir damla yaş akar aslında o yaş gözlerden değil yürekten gelen yalnızlığın göz yaşlarıdır....
     
    İnanın çok ağladım bu şarkıyla....Artık yalnız değilim....bu şarkıyı dinlediğim zaman sadece ruhumun derinliklerinden küçük bir acı duyuyorum....
     
    Gökyüzündeki bazı yıldızları kendime seçtim.....her giden aşkım için isimler koydum... bu yıldızlar geçmişteki aşklarımdı...
     
    Geçen gece yine gökyüzüne bakarken çok parlak bir yıldız çok uzun kaydı ....sanki içimden birşey kopmuştu....işte o anda yüreğimden bir damla yaş süzüldü.....içim yandı sanki yıldız içime aktı ve beni ateşiyle yaktı...
     
    Dün bir mesaj aldım....
     
    Yanılmamışım gerçekten o kayan yıldız benim bir zamanlar çok sevdiğim ve değer verdiğim aşkım, sonra arkadaşımdı....
     
    Yahya Kemal'in bu şiirini onun ruhuna yolluyorum.....
     
     
    Sessiz gemi....
     
     
    Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
     
    Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
     
    Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
     
    Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
    Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
     
    Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki,giden sevgililer dönmeyecekler.
     
    Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
    Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
     
    .........................
     
    Elveda Sevgili......
  13. rina
    Ah, kalbimiz...
    Ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak.
     
    Ve ne kadar açık.
     
    Kelimeler giydiremiyor onu... Sahici olanlar müstesna. Dudakların giydiremediği bir endam kalp. Terzisinin işi ne de zor, modaya göre dikse kıyafetini, yakışmıyor kalbe... Çiğ düşüyor... Dikkat etmese güne, çağa, o başka dert... Tazeliğini kaybedince her şeyini kaybediyor kalp... Birden iç karartıcı duygular görünüyor her eyleminde, hareketinde... Renkler önemli kalbi kuşandırırken... Sesler... Kumaşın kalitesi, dokuması, parlaklığı...
     
    Zor iş kalbe giysi dikmek...
     
    Kalbi en güzel aşk giydirip kuşatıyor. Hani şu bulunmaz Hint kumaşıyla...
     
    Evleri dayayıp döşemek kolay... Koltukları, duvarları, pencereleri kaplamak... Bedenleri örtmek, bedenlere kıyafet bulmak kolay... Konfeksiyon giyinmeyi sevmiyor kalp. Kalbi giyindirmek zor.
     
    Ah, kalbimiz...
     
    Ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak.
     
    Ve ne kadar açık.
    Kumaşlar önemli. Kalın, kaba kumaşlardan inciniyor kalbimiz. Hiç giyinmek istemiyor onları, ilk fırsatta çıkarıp atıyor üstünden. Özensiz, sert kılıklar dar geliyor ona.
     
    Tazeliğini kaybedince her şeyini kaybediyor kalp... Yaşamak değilse tazelik, tomurcuk ne? Neden ölürken bile yaşlanmıyor, kırışmıyor kalp? İtirafı zor ama, ölürken bile sanki hiç giyilmemiş bir elbise kadar temiz ve ütülü değil mi aslında? Hiç giyilmemiş gibi. Hiç çıkarılıp bir iskemlenin üzerine atılmamış, hiç soyunulmamış, hiç naftalin kokan bir dolapta yıllar yılı unutulmamış gibi, hiç lekelenmemiş gibi, düğmesi kopmamış, telası astarından ayrılmamış gibi... Nasıl da nefes nefese... Aşık gibi... Nefes almayı bile unutan bir aşık gibi... Oysa yaşamıştı hepsini. Ah kalbimiz, ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak. Ve ne kadar açık.
     
    Her şeyin sesi duyulur, yalnız kalbin sesi duyulmaz...
     
    Hayır... Duyduğunuz o değil, o yüreğinizin sesi değil, o kalbinizin ayak sesi!
     
    Kalbi en güzel aşk giydirip kuşatıyor.
     
     
     
    Sonra uzaktaki sevgili. Sonra, göz yaşı. Sonra,erkekler, kadınlar ve çocuklar. Sonra kitaplar. Sonra yoksullar. Sonra eski arkadaşlar. Sonra şarkılar. Sonra babanın emekliliği. Sonra... Sonra annen. Bir de uzakta bir köy mezarlığı. Durmadan yaklaşan, üstüne üstüne gelen.
     
    Kelimeler giydiremiyor onu. Hele kelimeler. Akıldan çok kalbin işi kelimelerle... Akıl kırılmaz çünkü, incinmez... Söz, dille yani dilin diğer anlamı gönülle bağlı kalbe, sözün asıl muhatabı kalp... Kıyamıyor kelimelere kalp, giyinilecek bunca şey varken! Çünkü, üstünde taşımıyor kalp kelimeleri, damarlarında taşıyor! Ah kalbimiz, ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak. Ve ne kadar affedici. Çünkü yere göğe sığamayan, gelip gönle yerleşiyor... Affetmek, kalbin kanında var!
     
    ........ALINTIDIR.....
  14. rina
    ......Saygıdan dostluğa uzanıp giden ..........................................
     
    ....................Her yolun taşında sevgi var sevgi ......................................
     
    ................................Gönül sevdiğinden ayrı düşerse ........................................
     
    .............................................Akan göz yaşında sevgi var sevgi ......................................
     
    Ozan EROL
     
     
     
    Her yer kurak bir çöldü… rüzgar deli gibi eser, sürerdi hükmünü… Hakimi rüzgardı tüm çöllerin…
     
    Çılgındı, önüne gelen her şeyi acımadan dağıtırdı. Günlerden bir gün, kumları bir birine katarken, bir kum tanesini gördü.
     
    Hepsinden farklıydı, öylesine asildi ki binlerce kum tanesi arasından seçiliyordu. Rüzgar kendine hakim olamadı ve aşık oldu kum tanesinin güzelliğine…
     
    Günler geçiyor ve rüzgarın kuma olan aşkı gün geçtikçe büyüyordu. Kum tanesinin her hareketi onun elindeydi. Kimi zaman onu yavaşça kolları arasına alıp esiyor, kimi zaman sessizce gelip onu seyrediyordu. Rüzgar çöllerdeki hakimiyetini artık kaybetmişti. Eskisi gibi çılgınca esemiyor ve hiçbir şeyi önüne katıp sürükleyemiyordu.
     
    Deli gibi esen çılgın rüzgardan geriye bir şey kalmamıştı. Kum tanesinin asilliği karşısında kendini günden güne yitiren rüzgar, bir gün bilinmek istedi. İstedi ki içindeki gizli hazineyi kum tanesi de görsün. Bilsin nasıl onun için yanıp tutuştuğunu…
     
    Aslına bakarsanız kum tanesi de onun için boş değildi. O da seviyordu rüzgarı…
     
    Onun deli dolu oluşu, onu bir yerden bir yere sürükleyişi, her bir hücresini saran nefesini hissetmek hoşuna gidiyor ve kum tanesini mutlu ediyordu… Fakat bazı acı gerçekler vardı ve içini kemiren düşüncelerden kurtulamıyordu.
     
    Gelin görün ki rüzgarın bunlardan haberi yoktu kumun onun için olan duygularından da, acılarından da habersizdi…
     
    Rüzgar kum tanesinin, kum tanesi rüzgarın duygularından
     
    bi-haber yaşıyorken; rüzgar tüm cesaretini toplayıp kum taneciğine derdini anlatmaya karar verdi. Gözünde her bir varlıktan güzel olan kum taneciğine:
     
    - yüreğim senindir desem alır mısın bu yüreği? Dedi.
     
    Rüzgarın esintisi bir anda kum taneciğinin yüreğine bahar kokularını getiriverdi. Kalbi bir kelebeğin kanat çırpışları gibi çarpmaktaydı.
     
    Ama hazindi her kanat çırpışı… Biliyordu ki uçmaya çalışsa düşecek ve bir kelebeğin bir günlük hayatı gibi son bulacak yaşamı…
     
    Döndü ve dediki: - ey canımın canı, ey çöllerde estiği gibi yüreğimin her hücresinde esen asil rüzgarım...! Sen kurak çöllerin, başı dumanlı dağların, hoyrat denizlerin deli dolu sevgilisisin… Bense çöller ortasında kalmış, çaresiz küçük bir kum tanesiyim… imkansızlık kolyesi çoktan takılmış boynumuza şimdi istesek de çöllerde susuzluktan kurtulamayız der.
     
    Rüzgar bu sözleri kabullenemez ve biricik sevdiğinden ayrı kalma düşüncesi rüzgarı deliye çevirir. Öylesine hoyratça esmeye başlar ki önüne ne gelirse yıkıp geçer, her taraf toz dumana karışır. Rüzgar artık bir fırtınadır ve acımasızdır. İçindeki aşk onu çılgına çevirmiştir.
     
    Deli gibi eserken kum tanesini unutmuş ve onu denizler ortasına fırlatmıştır. Rüzgar, biricik sevdiği kum tanesini denizin mavi sularına gömdüğünü çok geç anlar ama artık istese de ne rüzgar, nede kum tanesi bir birine ulaşamamaktadır. Bir anlık öfke ve hırs onu kum tanesinden ayırmıştır.
     
    Biricik göz bebeği sevdiği artık denizlerin koynundadır. O günden sonra rüzgar kendini denizlere adar. Her güneşin batışında ve doğuşunda sevdiğini öpercesine eğilip denizin soğuk sularına dudaklarını değdirir.
    ALINTI
     
     
     
    Rüzgar gibi esip bir anda herşeyini kaybeden tüm sevenlere gelsin.....Ben insanları kaybetmeyi değil kazanmayı yeğlerim....
     
    Tatlı sözün yılanı bile deliğinden çıkardığını unutmayın......
     
    Duygularınızı asla gizlemeyin ,Seviyorsanız sevginizi geciktirmeden söyleyin.....
     
    Yarını beklerseniz çok geç kalabilirsiniz.....
     
    Aşk yürektedir yüze ne gerek var......
     
    SEVGİLERİMLE....
  15. rina
    Adam zengindi. Hem de çoklarının hayal edemeyeceği kadar. Ülkenin en güzel şehirlerinin en güzide semtlerindeki dairelerinin sayısını bile bilmiyordu. Ayrıca, iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin koleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu. Çiftlikleri ve arabaları da vardı tabii. İşlettiği mağazalarda binlerce insan çalışıyordu.
     
    Herkes, “Keşke onun yerinde ben olsam!” diye düşünüyordu. Gelin görün ki o, bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahip olduğu doğruydu. Ancak, içinde bir yerde derin bir boşluk, doyurulmaz bir açlıkla kıvranıyordu. Kendisine “Baba!” diye sarılacak bir çocuğu yoktu. Yıllardır, eşiyle birlikte, bu yalnızlığı, bu eksikliği içten içe hissetmişlerdi. Ama, umutla dua etmeye, sabırla beklemeye devam ediyorlardı.
     
    Eşi, aynı zamanda bir ressamdı. Kadın, hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlıboya tablolara çiziyordu. Ancak, resimleri hep kendine saklıyor, sergilemiyordu. Resmini yaptığı bebekleri, çocukları kendi çocukları gibi seviyordu. Haliyle, çocuklarını parayla bir başkasına satmak aklının ucundan geçmezdi.
     
    Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık, çocuk sahibi olma hayalleri bitmişti. Fakat, beklenmedik birşey geldi başlarına. Ağır bir trafik kazası geçirdiler. Adam, hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak, karısı ciddi bir beyin hasarı ile yoğun bakımda yattı aylarca. Adam, karısının sağlığı için, servetinin önemli bir kısmını harcadı. Derken, doktorlar karısının kısmen iyileştiğini söylediler. Kadın eve döndü. Ama, artık eskisi gibi değildi. Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu.
     
    Karısının gündelik işlerini yapabilmesi için, bir bakıcı hanım çalışıyordu yanlarında. Kocasını savaşta kaybetmiş genç hanımı, adam ve eşi evlatları gibi sevdiler. Eve biraz olsun çocuk cıvıltısı getiren iki küçük çocuğunu da torunları bildiler. Bu arada, evin hanımı, eskiden olduğu gibi resimler yapmaya çalıştı. Bekleneceği gibi tabloları eskisi kadar başarılı değildi. Yine de kadının eski günlerdeki gibi mutlu olmasına yardımcı oluyordu.
     
    Yıllar hızla aktı. Kadın, bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü. Adam, bakıcı hanım ve iki yetimini, değerli hediyelerle evlerine gönderdi. Çok geçmeden, adam da kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Böylece, hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı. İlk olarak, paha biçilmez antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu. İlk parça, adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün umutlarını döktüğü, ruhunu ortaya koyduğu bu mütevazı tabloya kimse dönüp bakmadı bile. Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu.
     
    Satıcının “Artıran var mı?” diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu. Müzayede salonundaki sessizliği, müzayedeye ilk defa gelen bakıcı kadının sesi bozdu. Annesi gibi sevdiği bir kadının çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayede salonunda pek alışık olunmayan bir teklifle müşteri oldu: “Beş dolar!” diye bağırdı acemice. Daha fazlası yoktu cebinde. Umutla bir başkasının kendi teklifini artırmasını bekledi. Sessizlik yine bozulmadı. Müzayede yöneticisinin “Satıyorum. Satıyorum.. Saaaaat...tım!” demesiyle, tablo sadece 5 dolara kadının oldu.
     
    Müzayede yöneticisi, satılan tabloyu bir kenara koymak yerine, çerçevenin arka yüzünü herkesin görebileceği biçimde yukarı kaldırdı. Tablonun arkasında, katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Yine herkesin gözleri önünde kağıdı aldı ve açtı. Özenli bir el yazısıyla yazılmış notlara göz gezdirdikten sonra kalabalığa döndü: “Bayanlar ve baylar, müzayede bitmiştir!”
     
    ---Sonra, kağıt üzerindeki notu seslice okudu: “Kim eşimin bu mütevazı emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa, eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur.”
     
    ---Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı dersiniz?
     
    ----“Karımın benim için yaptığı her şey benim değer verdiklerimden çok daha değerlidir” gibi. Kocamın benim için yaptıkları onun sahip olduklarından çok daha paha biçilmezdir” gibi. Ve çocuklarımızın bizim için sevgiyle yaptıkları, kendi ruhlarını taşırıp da ortaya koydukları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz?
     
    ---Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri bir paha biçer. Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrümüzü bizim için en değerli olanları unutarak, hatta bazen kırarak tüketiyor olabiliriz. Sevimli bir çocuğun babası ve annesi olmanın değeri, borsalarda ölçülemiyor. Fedakar ve sadık bir eşin bizim için yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor. Oysa, hepsi antika…
     
    -- Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği kadar özel ve güzel değerler… “Müzayede” bitmeden, birbirimize ziyadesiyle değer vermemiz gerekmez mi; olur mu?
  16. rina
    Bayram Geldi Hoş Geldi....
    Bayramlar uzun zamandır bana hüzün verir oldu. Benim yaşım ilerledikçe çevremdeki sevdiklerimi kaybetmem belki de sebebi..Belki de şimdiki bayramları çocukluğumuzdaki bayramlar lezzetinde yaşayamadığım içindir. Hepimiz bir koşturma içinde hayatı yakalamaya çalışırken ,yorgunluğumuzu çıkartmak için bayram tatillerini kullanır olduk. Ailelerimizden,sevdiklerimizden,arkadaşlarımızdan uzakta hayatı yaşıyoruz işte,adına yaşamak denirse…
     
    Benim gibi mi düşünürsünüz bilemem ama ben hepinize çocukluğumuzdaki,çocuk yüreğimizdeki heyecanı tadacağınız,sevdiklerinizi hatırlayıp sadece cepten bir mesajla değil en azından bir ALO diyeceğiniz,büyüklerinizin ellerinden öpüp ,küçüklerinizi küçücük hediyelerle sevindireceğiniz,küslüklerin,dargınlıkların bittiği bir bayram diliyorum..
     
    Hepinize sevgi dolu bir bayram dileğiyle…
     
    İyi Bayramlar!!!
     
    SEVGİLERİMLE…....
  17. rina
    Günümüzdeki ilişkilere baktığımızda, zor durumda olanın
    genelde kadınların olduğunu görüyoruz..
     
    Kadın çabalar.
     
    Kadın koşar..
     
    Kadın yalvarır..
     
    Erkekse olağanda sertliğiyle durur karşısında..
     
    Şiddet gösterir..
     
    Kadın ağlar..
     
    Erkek hakaret eder..
     
    Kadın üzülür..
     
    Sevdiği adamın her sözü kalbine bir ok gibi iner..
     
    Erkek durmaz..
     
    Devam eder..
     
    Bilmez..
     
    Erkeğin bilmediği bir şey daha vardır..
     
    Yaptığı her hata kadının defterine bir çeltikdir..
     
    Kadın her kırıldığında hayali defterine bir not daha düşer..
     
    Her üzüntüde o deftere yeni satırlar eklenir..
     
    Örneğin bir kaç kız toplandığında, defter açılır..
     
    Kısmen..
     
    Çünkü esas notlar her zaman en sona saklanır..
     
    Satırlar süzülür gözyaşları eşliğine..
     
    Nefretler dile gelir..
     
    Boş telkinler eşliğinde..
     
    Sonuçta dönülen nokta yine aynı olur..
     
    O adamdır..
     
    Kadın üzüleceğini bile bile gider o adama..
     
    Başına gelecekleri bile bile tutar elini..
     
    Kırılacağını bile bile sarılır boynuna..
     
    Öper uzun uzun..
     
    Erkek, kendisine verilen gizli bir şansı yine hiçe sayar..
     
    Boş tartışmalarla heba olur geçen zaman..
     
    Kadın yine üzülür..
     
    Yine ağlar..
     
    Ve erkek gider en sonunda..
     
    Kaçar..
     
    Kadın yaşayan ölü olur..
     
    Attığı her adımda hüzün vardır artık..
     
    Zamanla azalsa da içinde kalır hep bir şeyler..
     

     
    Kaçıp giden erkeklerin geri dönmesi sıkça görülen bir durumdur..
     
    Çünkü erkeklerin hayatı hep bir arayış içindedir..
     
    Tutunacak bir dal aramakla geçer hayatları..
     
    Gözünün önünde olanı değil başkasını arar..
     
    Tüm kapılar kendisine kapandığında eskiler dönüş yapar..
     
    Erkekler birer çocuktur..
     
    En sert, en ciddi duruşun altında bile zayıf bir ruh vardır..
     
    Çok çabuk incinir o..
     
    Belli edilmemesi için şiddete başvurulur..
     
    Sürekli istekler, sürekli engellemeler hep bundandır..
     
    Erkekler sanıldığı kadar güçlü değildir..
     

     
    Kadın üzüldüğünde kolay kolay silemez yaşananları..
     
    Kadınların en sık başvurduğu beyaz yalandır bu..
     
    Unuttum, boşver vs..
     
    Her ayrıntı bir nottur kadının gizli defterinde..
     
    Her notun bir çıkış zamanı vardır..
     
    İlişkilerde iktidar her zaman kadının elindedir..
     
    Kadın bir süreliğine erkeğe devreder ünvanını..
     
    Erkeğin üstün görünmesi hoşuna gider..
     
    Çocukluğundan beri liderlik kompleksleriyle büyüyen erkek bu ’’geçici’’ ünvanı sürekli sanır..
     
    Kendi küçük egoları yüzünden büyük yaralar açar sevgilinin kalbinde..
     
    Aşkın son, nefretin ilk damlalarını damlatır sevgilinin kalbine..
     
    Erkeğin her hatası kadının içinde saklanır..
     
    Aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkmak üzere depolanır beyninde..
     
    Kadın sadece uygun zamanı bekler..
     
    Ölümcül darbe hazırdır..
     
    Hiç beklenmedik bir anda notlar çıkartılır ortaya..
     
    Hatalar bir bir sıralanır..
     
    Defter açılmıştır..
     
    Erkeğin bir zamanlar basit gördüğü şeyler şimdi kabusu olmak üzeredir..
     
    Kırılan kalp tekrar onarılamaz..
     
    Kadının iktidar zamanı gelir..
     
    Erkek gerçekle yüzleşir..
     

     
    Her kadın biraz zalimdir aslında..
     
    Sadece bunu her zaman belli etmezler..
     
    Bu yüzden bir kadını üzmeden önce 2 kere düşünün..
  18. rina
    Kadının biri komşularından birisi hakkında bir dedikodu yaymıştı. Birkaç gün içinde söylenenleri tüm mahalle duydu. Dedikodunun sahibi derinden yaralandı ve incindi.
    Dedikoducu kadın daha sonra söylediklerinden dolayı pişman oldu. Hatasını nasıl tamir edebileceğini danışmak için bir alime gitti.
    “Pazara git” dedi alim. “Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken tüylerini yol ve yol boyunca yere at.”
    Nasihatin garipliğine şaşırsa da ,denileni yaptı kadın.
    Ertesi gün alim şu tavsiyede bulundu kadına:
    “Şimdi git ve dün attığın o tüyleri topla bana getir”
    Kadın yine itiraz etmeden denileni yapmaya gitti .Aynı yolu izleyerek tavuk tüylerini aradı. Ancak umutsuzluk ve korku içinde fark etti ki bütün tüyler rüzgarın etkisiyle uçup gitmiştir. Saatler süren arayışın sonunda elinde ,bulabildiği birkaç tüyle dönebildi alimin yanına.
    “Görüyorsun” dedi yaşlı bilge. “Tüyleri yere atmak çok kolay ama geri toplamak imkansız . Dedikodu da öyledir .Dedikodu yapmamız ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğimiz hatayı telafi etmek de o kadar zordur.”
     
     
    ALINTI
  19. rina
    Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün bir ormana düşmüş. Adam
    Biraz yürüdükten sonra sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış, bir ağacın
    altına oturmuş. Şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş ve uykuya
    dalmış. Birkaç saat sonra Adam tuhaf sesler duyarak uyanmış. Bir de
    bakmış ki yanındaki sepet bomboş...Şapkalar gitmiş.Kafasını
    kaldırıp ağaca bakmış, ağacın dallarında bir sürümaymun, her birinin
    kafasında adamın şapkaları... Adam başlamış düşünmeye; 'Ben şimdi NE
    yapacağım, şapkaları bu maymunlardan nasıl geri alacağım' diye.
    Düşünceli bir şekilde kafasını kaşırken bakmış ki, maymunlar DA adamın
    Taklidini yapıyor, kafalarını kaşıyorlar. Adam ellerini havaya
    kaldırmış, maymunlar DA...Derken Adam NE yapacağını bulmuş, kendi
    kafasındaki şapkayı çıkarıp ye! Re atmış, maymunlar DA şapkaları
    çıkartıp aşağı atmışlar... Adam böylece bütün şapkaları geri almış,
    Sepetine koyup yoluna devam etmiş.
     
    Aradan 50 yıl geçmiş... Artık adamın bir torunu varmış, o DA dedesi
    Gibi şapka satıcısı olmuş. günlerden bir gün onun DA yolu aynı ormana
    düşmüş. Hava yine çok sıcakmış ve genç Adam bir ağacın altına
    oturmuş, şapkalarla dolu sepetini yanına koymuş ve uykuya dalmış...
    Bir saat sonra uyanmış, birde bakmış ki sepetin içinde şapkalar
    Yok... Derken tuhaf sesler duymuş, bir de kafasını kaldırmış ki
    ağacın üstünde bir sürü maymun, hepsinin kafasında birer şapka.
    Düşünmüş.... 'Dedem yıllar once bana bir hikaye anlatmıştı... NE
    yapacağımı çok iyi biliyorum... ' demiş. Adam kafasını kaşımaya
    başlamış, maymunlar DA aynısını yapmışlar... Adam ellerini havaya
    kaldırmış,maymunlar DA .. Ve Adam gülümseyerek kendi başındaki
    şapkayı çıkarmış yere atmış... O anda ağaçtaki maymunlardan biri yere
    inmiş, adamın yere attığı şapkayı kapmış, adama DA bir tokat atmış ve
    şöyle demiş:
     
    -'Sadece senin MI deden var ****** !
  20. rina
    Aynada bir kadın gördüm az önce
    Saçlarına canlı çiçekler gözbebeklerine
    Kocaman bir özlem iliştirmiş.....
    Bir de çapkın kırmızı ruj dudaklarında
     
    Aynada bir kadınla gözgöze geldim az önce
    Gülünce gamzeleniyor yanaklarında çizgiler
    Eteklerinde şuh hercailer uçuşuyor
    Ayak bileklerinde gümüş halhalın zilleri oynaşıyor
     
    Aynada bir kadına baktım az önce
    Göğsünde hasret çiçeklerini katmerlemiş
    Gözlerinde yola bakan yılan çöreklenmiş
    Yüreğinde kocaman bir aşkla büyülenmiş...
     
    Aynada bu kadına baktım az önce..
    Tanımadım......tanıyamadım
    Ve çok şaştım........
  21. rina
    9 EYLÜL 1922' İZMİR GERİ ALINDI..............
     
     
     
     
     
    Başkomutan Gazi Mustafa Kemal'in 12 Eylül 1922 tarihinde İzmir'den Türk Milleti'ne yayımladığı zafer mesajı:
     
    "BÜYÜK VE ASİL TÜRK MİLLETİ!
     
    Ordularımız 9 Eylül 1338 (1922) sabahı İzmirimizi ve yine 9 Eylül 1338 (1922) akşamı Bursamızı nıuzafferen kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer terâneleriyle dalgalanıyor. Asya tmparatorluğu'na yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin savaş esiri bulunuyorlar. Düşmanın başkumandan tayin ettiği general (Trikopis), birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebeyi ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve kurmayları ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilenleriyle teslim oldu. Eğer Yunan kralı da bugün esirler meyânında bulunmuyorsa; bu taç sahiplerinin, işleri esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felâketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır. Batı fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının savaş malzemesi hemen üçte iki itibariyle topraklarımızdadır. Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşkildir. Fakat resmî ağızla milletimize müjdelerim ki bizini insan zayiatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa baliğ olmaktadır. Büyük Türk Milleti! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemâl ile tezahür etti. Millet orduları on dört gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu'daki bütün işgal edilmiş topraklarımızı geri aldılar. Büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmirimizi siyasî hırslar neticesinde âdeta memnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursamızı istilâ eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askerî teşkilâtıyla işbirliği yaparak muvaffak olmuşlardı. Vatanın kurtuluşu, milletin rey ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak mil¬letin vicdanından doğan ordularla müspet ve kati neticelere ermiştir. BÜYÜK VE NECİP TÜRK MİLLETİ! ANADOLU'NUN KURTULUŞ ZAFERİNİ TEBRİK EDERKEN SANA İZMİR'DEN, BURSA'DAN, AKDENİZ UFUKLARINDAN ORDULARININ SELÂMINI DA TAKDİM EDİYORUM."
     
    12.9.1338 (1922)
    Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
    BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL
  22. rina
    Bir gün bir profesör, felsefe dersindedir.
    Masasının üzerinde birkaç kutu vardır.
    Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden,
    önüne büyükçe bir kavanoz alır
    ve içerisini tenis topları ile doldurur.
    Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,
    Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler.
     
    Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı
     
    çakıl taşlarını,çalkalayarak kavanoza döker,
    böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
    Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar;
    Onlar da 'evet' oldu derler.Tekrar profesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
    Tabii ki kumlar da çakıl taslarının aralarındaki boşlukları
     
    doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını
     
    sorar. Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
     
    Bu sefer, profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan
     
    kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında
     
    kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
    Profesör öğrencilerin gülüşünü destekler 'evet' diyerek; "Ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der. Şöyle ki;Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl tasları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. 'Şayet kavanoza önce kum doldurursanız...' Diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taslarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sıhhatinize dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi zaten hep kumdur. Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; 'Peki, o iki fincan kahve nedir?'
    Profesör gülerek: " bu soruyu sorduğuna sevindim."Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız
     
    ve sevdiklerinize bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!'
     
    ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu,başarının bedelidir.
     
     
    DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
     
     
    EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, genç kalmanın sırrıdır.
     
     
    OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, bilginin temelidir.
     
     
    İBADET İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, yücelmenin yoludur.
     
     
    BAŞKALARINA VE ARKADAŞLARINA ZAMAN AYIR. Bu, mutluluğun kaynağıdır.
     
     
    SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.
     
     
    HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.
     
     
    GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşalıştır.
     
     
    PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.
  23. rina
    Kısaca düşüncelerimi paylaşmak istiyorum sizinle. Belki katılırsınız düşüncelerime, belkide saçmaladığımı düşünürsünüz....
    Orasını bilemem ama....
hayatı bir tiyatro sahnesine benzetiyorum...
    Hepimiz üstlendiğimiz rolleri oynuyoruz....
    Kimimize neşe dolu mutluluk rolleri biçilmiş,kimimiz moralsiz....
    Bende bu gün nazlanacak birilerini arıyorum yani biraz moralsiz bir günümdeyim...
    Çok güzel bir aile ortamında yetiştim yani benim çocuklarıma veremediğim mutlu bir aile ortamında.....
    Benim başaramadığım fakat çoğu insanın beş üzerinden beş aldığı evlilik...
    Evlilik nedir ki ? iki insanın paylaştığı değilmi ya siz öyle sanın ....
    Anneler ,babalar,kayınvalideler ,kayınpederler hele birde görümceler ve eltiler varsa tadına doyulmaz .....
    Tabiyki bunlar ilk evlilikler için geçerli gelelim ikinci evliliklere...
    Benim çocuğum ,senin çocuğun ...yaaaa birde benimkiler ,seninkiler eklendi...birde yaşınız gençse bizimkiler ......
    OOOOOOOO panayır yeri gibi oldu değilmi...hayatta yalnız geçmiyor ki..onuda denemedim değil oniki yıl yalnız yaşadım olmuyor...yalnızlık zorrrrrrrrrrr.....
    Yalnızlığımı paylaşsın diye hatta bir köpek bile aldım....o da konuşmuyor,dans etmiyor,kavga bile edemiyor ....
    Bir gece mumları yakıp,müzik açtım ....hayvancağızın dengesi bozuldu ..müzik ağır geldi sanırım.....
    Yaaa yine hayatı dalgaya almaya başladım ...halbuki ben biraz sizinle dertleşmek istemiştim....
    Allahım bana akıl vermiş ,boy vermiş,post vermiş ,güzellik vermiş...biraz şansta elini açık tutsaymış....
     
     
    Olsun yinede sabah kalktığımda, aynaya baktığımda kendimi mutlu hissediyorum. ..........
     
     
    En güzel mutluluk akıl ve beden sağlığı .....
     
     
    Ben hep böyle karamsar değilimdir, bu gün biraz moralsizim bağışlayınız.....
     
    Dilerim hiç bir zaman güneşe hasret kalmayız
  24. rina
    Yolu yarılayan hanımlara gelsin!!!!Ben çoktan geçtim...ALINTIDIR ben yazmadım,ben yazsaydım ..............................
     
     
     
    Yolu yarılayan kadın sevgisinde ve öfkesinde cömerttir.
    *Onunla olan erkeğin her şeye hazır olması gerekir.
    *'Yaş otuz beş, yolun yarısı eder' deyince şair, yolu
    yarılayan kadınlar aklıma gelir.
    *Ne aradığını ya da ne aramadığını bilen kadınlar.
    *Aşkı, sevdayı mutlaka tatmış olurlar.
    *Bu nedenle onları yüzeysel duygularla kandırmak
    mümkün değildir.
    *Aşkın da aşksızlığın da kokusu bu kadınlara sizden
    önce gelir.
    *Ömrünün diğer yarısını kendini geliştirmeye adayacağından bilinçleri doruğa yükselir.
    *Akıl ve bedenle birlikte girdiği ortama renk ve
    ışık verir.
    *Yolu yarılayan kadınlarla kolay ve zor bir hayat iç
    içedir.
    *Sevgisinde de, öfkesinde de cömerttir.
    *Evet anlamına gelen kadınsı hayırlarla kapris
    yapılmayacağını çoktan öğrenmiştir.
    *Erkeğin ne ardından gelir, ne de ilerisinde olmak
    için didinir.
    *Yan yana ,can cana duruşlar tercihidir.
    *Bazen bir anne şefkati, bazen de bir aslan kükremesi
    ile şaşkınlığa çevirir.
    *Onunla birlikte olan erkeğin her şeye hazır olması
    gerekir.
    *Yolu yarılayan kadınlar duygularını yaşamasını
    bilir.
    *Davranışları sebepsiz değildir.
    *Kalbi kırıldıysa ağlar, ağlayışının sebebi erkeğin
    ona sunacağı sevgi değildir.
    *Mutluysa kahkahalar atar, gülüşünün sebebi dikkat
    çekmek değildir.
    *Seviyorsa kıskanır, kıskanç oluşunun sebebi kendine
    güvensizlik değildir.
    *Üzgünse omuz arar, destek istemesi çaresizliğinden
    değildir.
    *Suskunsa sebebi vardır, kendi haline bırakılması
    gerekir.
    *Yolu yarılayan kadınların hissiyatı kuvvetlidir.
    *Aldatıldığını sezgilerini kullanarak gün ışığına
    çıkarır.
    *Veda vakti geldi demenize bile gerek yoktur.
    O verdiğiniz mesajı çoktan anlayıp kendi yolunu
    tutmuştur.
    *Her gidiş kadını daha da kadınlaştırır.
    *Gidenin ardından bakacak kadar hayatın uzun
    olmadığını anlamıştır.
    *Ve gizem kadına en çok bu yaşlarda yakışır
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.