Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye
    ağlayabilir; bir filme bir şarkıya bir yazıya... En az erkekler kadar
    yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten
    ağlıyorsa ağlatan
     
    onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak
    ki ağlatan gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
     
    Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz
    nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır
    kadının sonra. Ağlamayacağım der içinden. Ama engel olamaz işte.
     
    Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne
    kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce
    birkaç damla sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!
     
    Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu
    ağlatan orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını kapansa
    bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz
    ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla daha çok kadın yapar kadınları.
    Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan ağlama
    niye ağlıyorsun ki değmez onun için derler.
     
    Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar
    ağlamazlarsa ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!
     
    Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar o irini temizlerler
    yaralarındaki!
     
    Çünkü bilirler o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
     
    Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra.
     
    Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler yoksa
    ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da
    yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar o yüzden eninde sonunda
    öğrenirler kendilerine sarılmayı...
     
    Çok ağlayan kadınlar bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her
    damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları
    aşk gerçeği onların gözünde küçülür.. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o
    zaman kendilerine sarılıp yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
    Güçlü yenilmez mağrur ve aşka inanmayan...
     
    İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye;
    hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
    Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki o kadar çok ağladılar
    ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar o yüzden
    kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları
    hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları
    adamların. E o zaman niye sarılsınlar ki!
     
    Niye sarılalım ki!
     
    Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
     
    Bilin ki gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki artık aşkın
    olmadığına inanmıştır. Bilin ki sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da
    kim ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar eninde sonunda
    kendilerine sarılırlar çünkü!
     
    ''yürek ağlar gözden önce''
     
    AZİZ NESİN
     
     
     


  2. rina
    Bir kitap olsaydı hayatın, gönül kütüphanesinin neresine koyardın onu? Tarih kitaplarının mı, felsefe kitaplarının mı, romanın mı, şiirin mi, yoksa günlüklerin arasına mı? Göze çarpan bir yerde mi durmasını isterdin veya dikkatle bakanların bile göremeyeceği bir yere mi yerleştirirdin onu? Sık sık açıp okur muydun hayatının kitabını, yoksa sadece ayda yılda bir, tozunu silmek için mi eline alırdın? Veya büsbütün unutarak onu gönlünün hiç bakmadığın bir köşesine mi atardın? Peki kitabını eline alan sonuna kadar okur muydu, yoksa hemen sıkılır atar mıydı?
     
    En hüzünlü ve en sevinçli anlarında, hattâ; 'Hayatımda ilk kez yaşadıklarım.' yazısının olduğu yerlerde, kâğıdın ucunu katlayıp kitabını bırakan bir okuru görsen ne hissederdin? Senin için en zor anları gülümseyerek, en mutlu anları acıyrak ve en ilginç anları da anlamadan okuyanlara ne derdin okuyup bitirdiklerinde? Kararsız olduğun zamanlarda, sonucu yanlış tahmin edenlere veya girişeceğin işlerde akıl öğretmeye kalkanlara ne derdin? O da az gelirse, kendine acıyrak o beğenmediğin ömrün anlarını yeniden yaşamak, tamamen farklılaşarak yaşamak ister miydin? Yoksa bütün olmuş bitmişleri boş mu verirdin?
     
    Hayatının muhtevasına değil de, kitabının inceliğine kalınlığına bakanlar olsa moralin nasıl da bozulurdu değil mi? Harflerin küçüklüğü büyüklüğü ile ilgilenenlere, üstelik cümlelerin kısalığından hoşnutsuzlara; o cümle, kelime ve harfleri yaşayan biri olarak acı acı gülümser miydin? Heyecanla sonuç bekleyenlere ilgiyle bakar mıydın okurlarken?
     
    Hayatın bir eser olsaydı, sen edip olarak en çok hangi bölümlerini severdin? Hangi sayfalarını yırtıp atmak, hangi satırları tekrar tekrar okuyup altını çizmek, hangi cümleleri bir daha yaşamak isterdin? Ve hayatın kitap olmaktan; kitap senin hayatını anlatmaktan memnun olur muydu?
     
    İkinci, ardından üçüncü ve dördüncü baskı yapar mıydın? Yoksa kitaplıkların raflarında yıllarca gereksiz, sade bir eşya gibi bırakır mıydın?
     
    Hayat kitabının dış baskısına önem verir miydin? Sayfaların en kaliteli kâğıttan olmasını ister miydin? Veya saman kâğıtları kendine lâyık görür müydün?
     
    Kapağına nasıl bir resim koyardın? Bir resmi belge mi; gülen, düşünen, ağlayan veya sırtını çevirip giden bir portre mi olurdu kitabının dış yüzünde?
     
    Kitabına ne isim verirdin: 'Yaşadıklarım', 'Hatıralarım', 'Doğrularım', 'Yanlışlarım', 'Hayat Ne Kadar Kısaymış' veya 'Aşk ve Nefretlerimin Antolojisi' mi olurdu adı eserinin?
     
    Ve her şeyden önemlisi, başka kitaplardan ne farkı olurdu, fazladan ne anlatırdın, farklı olarak neyi vurgulardın, neyi söylemeyi gereksiz bulup geçerdin? Muhtevası daha fazla ne öğretirdi okuyana, ne ders çıkarırdı? En güzel yeri neresi olurdu? Başlangıcı mı, ortası mı, yolunun sonu mu, hepsi mi, yoksa hiçbir yeri mi?
     
    Ne uslupla, hangi kelimelere ağırlık vererek yazılmış olurdu? Yoksa kalb diliyle mi yazılmış olurdu hemen bütün satırları?
     
    Hayatın kitap olsaydı, o kitabı sever miydin? Senin başucu kitabın olur muydu? Konuşurken, yazarken, hayal ederken ona not alır mıydın? Yoksa, görmezden mi gelirdin, inkâr mı ederdin, utanır mıydın yaşadıklarından?
     
    Hayatın kitap olsaydı, hayatı özetler miydi, yahut sayısı bilinmeyen seri kitaplardan biri mi olurdu ömür sayfaların?
    Hayatın kitap olsaydı...
     
    ALINTI...
     
     
    UMARIM HAYAT KİTABINIZ HEP GÖNLÜNÜZÜN KÜTÜPHANESİNDE KOYDUĞUNUZ EN GÜZEL YERİNDE ÖMRÜNÜZCE KALIR!!!
     
    ...SEVGİYLE KALINNN....
  3. rina
    Julia Dixon, kazayla anahtarını evde unutup,
    sokakta kaldığı sırada postacı da ona doğru yaklaşmaktaydı.
    - Bayan Dixon! Üzgün görünüyorsunuz, bir sorun mu var?
    - Ne yapacağımı bilmiyorum. Kapıda kaldım.
    Anahtar evde ve yedeğini bıraktığım komşum şehir dışında.
    Kocamda anahtar var, fakat o da şehir
    merkezinde bir otelde konferansa katıldı.
    Ona ulaşabileceğimi sanmıyorum. Eve nasıl gireceğim?
    Postacı, kadını sakinleştirmeye çalıştı
    ve ona bir çilingir çağırmasını tavsiye etti.
    - Sanırım yapabileceğim tek şey bu,
    fakat doğruyu söylemek gerekirse,
    çilingirler dünya kadar para alıyorlar.
    Oysa şu an üzerimde bir kuruş bile yok.
    -Buyrun mektubunuzu. Kim bilir, içinde belki sizi
    neşelendirecek güzel bir haber vardır..
     
    Julia zarflara baktı. Kardeşi Jonathan'dan bir mektup vardı.
    Geçenhafta onları ziyaret etmiş ve birkaç gün kalmıştı.
    "Neden bu kadar çabuk mektup yazdı acaba?! "
    diye mırıldandı Julia. Zarfı yırtıp açtığında,
    avucuna bir anahtar düştü. Mektupta şunlar yazılıydı;
    -Sevgili Julia. Geçen Hafta sizde kalırken, siz alişverişe
    gittiginizde kazayla kapıda kaldım.
    Komşunuz bana yedek anahtarı vermişti,
    anahtarı aldım ama geri vermeyi unuttum.
    Bu mektupta onu da gönderiyorum...
     
    ALINTI
     
     
    Kapalı bir kapıyla yüz yüze gelmiş ve kendinizi ümitsiz
    hissediyorsanız,
    bilin ki tüm kapılar ZAMANI GELİNCE içeri girebilmeniz
    için ardına kadar açılacaktır.
     
     
    En koyu Mavilikleri Avucunuza,
    En içten Mutlulukları Gözlerinize,
    En derin Sevgileri Kalbinize,
    Usulca Bırakıyorum....
     
    Mutlu ,Umutlu ve Sağlıklı kalınız.
     
     
     

  4. rina
    Bir zamanlar ne kadar çok gökyüzüne bakardım.....
     
    Her yıldız kaydığında içimden dilek tutar ve dileğimin olmasını sabırla beklerdim......
     
    Ama hiç bir dileğim olmadı.....
     
    Sadece onları izlerken dilimden düşürmediğim ve benim şarkım diye adlandırdığım .....
     
    Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
     
    Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
     
    Bir haykırsam belki duyulur sesim
     
    Ben yalnızım,ben yalnızım
     
    yalnızım...
     
    Hatırlarmısınız böyle devam eder gider....şarkı bitince yalnız insanlar için gözlerinden bir damla yaş akar aslında o yaş gözlerden değil yürekten gelen yalnızlığın göz yaşlarıdır....
     
    İnanın çok ağladım bu şarkıyla....Artık yalnız değilim....bu şarkıyı dinlediğim zaman sadece ruhumun derinliklerinden küçük bir acı duyuyorum....
     
    Gökyüzündeki bazı yıldızları kendime seçtim.....her giden aşkım için isimler koydum... bu yıldızlar geçmişteki aşklarımdı...
     
    Geçen gece yine gökyüzüne bakarken çok parlak bir yıldız çok uzun kaydı ....sanki içimden birşey kopmuştu....işte o anda yüreğimden bir damla yaş süzüldü.....içim yandı sanki yıldız içime aktı ve beni ateşiyle yaktı...
     
    Dün bir mesaj aldım....
     
    Yanılmamışım gerçekten o kayan yıldız benim bir zamanlar çok sevdiğim ve değer verdiğim aşkım, sonra arkadaşımdı....
     
    Yahya Kemal'in bu şiirini onun ruhuna yolluyorum.....
     
     
    Sessiz gemi....
     
     
    Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
     
    Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
     
    Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
     
    Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
    Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
     
    Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki,giden sevgililer dönmeyecekler.
     
    Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
    Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
     
    .........................
     
    Elveda Sevgili......
  5. rina
    Hiçbir ilişki sadece mantık üzerine kurulmaz... Aynı şekilde sadece aşk da mutlu olmaya yetmez. İlişki, dünyanın en zor işidir ve uyulması gereken kuralları vardır
     
    KABULLEN: İki şeyi kabulleneceksin. Birincisi "aramızda iktidar problemi olmasın şekerim" gibi girişimler tamamen hayalcidir; kabul edeceksin. İkincisi, bir insanın bir başkasını hep aynı şiddette sevmesi mümkün değildir, bunu da kabul edeceksin.
     
    İZİN VER: Karşındakinin kendisi olmasına izin vereceksin; en sana uymayan yanlarını bile budamaya kalkmayacaksın. Sen de uyum sağlamak için kendini eksilten bir çabaya girişmeyeceksin. Bu, hiçbir zaman sandığın kadar iyi olmaz; her zaman sandığından kötü olur.
     
    BELDEN AŞAĞI VURMA: Hiçbir kavgada, asla belden aşağı vurmayacaksın. Onun kişiliğini yıkacak seyler söylemeyeceksin; onun zaaflarını kavgada koz olarak kullanmayacaksın. Sevdiğin insanla "yenmek" için kavga etmeyeceksin.
     
    İKİ KİŞİLİK EVREN KUR: Kanepede uzanıp yaptığınız dedikodularla, komik küçük sohbetlerle sadece ikinizin anlayacağı bir dil ve bu dilin etrafında iki kişilik bir evren kuracaksın. Dünya işleri zaten ağır; sen hafifleteceksin!
     
    ONUN TARAFINI TUT: Ne olursa olsun üçüncü kişilerin yanında ve üçüncü kişilere karşı onu tutacaksın! Hiç "objektif" gibi görünmeyebilir bu sana ama zaten ilişki sübjektiftir.
     
    YIKILMA: En ölümcül haller dışında hiçbir üzüntünde onun üzerine yıkılmayacaksın. O senin doktorun, psikoloğun değil, sevgilin. Kendi derdini mümkünse kendin halledeceksin.
     
    EMEK HARCA: İlişkinin ihtiyaçlarını hassas bir görü ile saptamaya gayret edeceksin. Örneğin onun yalnız kalmaya ihtiyacı varsa, tepesine binip sevgi performansları yapmayacaksın.
     
    ÖĞREN: Birlikte yeni şeyler görmeye, öğrenmeye, yeni maceralar yaşamaya bakacaksın. İlişkinin enerjiye ihtiyacı varsa, kendini akışa bırakmayacaksın.
     
    ANTRENMAN YAP: Birbirinize çok yapışıp kaldığınız anlarda derhal ufak çaplı tek başına yaşama antrenmanları yapacaksın. Ona da yaptıracaksın! Bu, ilişkiye yeni enerji girişini sağlayacaktır.
     
    DİKKAT ET: Bu en önemli emirdir. En önemli şey ilişkiniz değildir. En önemli şey, o ve sensin; ayrı ayrı... İkiniz de birer insansınız.. Onu ve kendini olduğun gibi kabul etmeye dikkat et..
     
    BUNLARI UYGULARSANIZ.....
  6. rina
    Farkında Olmalı İnsan...
    Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
    Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...
    Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
    Fark Etmeli.
    Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
    Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
    Fark Etmeli.
    Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
    Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
    İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını
    Fark Etmeli.
    Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
    Baskın Yeteneğini
    Fark Etmeli Sonra.
    Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
    Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
    Fark Etmeli İnsan
    Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
    Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
    Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
    Fark Etmeli.
    Eşref-İ Mahlûkat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Ve Ona Göre Yaşamalı.
    Gülün Hemen Dibindeki Dikeni Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
    Fark Etmeli.
    Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
    Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
    Fark Etmeli.
    Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
    Fark Etmeli.
    Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini Ama Arka
    Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Zenginliğin Ve Bereketin Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
    Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
    Fark Etmeli.
    FARK ETMELİ.
    Ömür Dediğin Üç Gündür,
    Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
    O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.
     
    Can Yücel
     
  7. rina
    Papatya sevenlere yaprağını saydırır,
    Nilüfer bu duyguyu hep göllerde kaydırır,
    Gül dedinmi gidecek olanıda caydırır,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Lale dersen endamı anlatmaya ne gerek,
    Karanfil acılar çiçeği oldumu desek,
    Kardelen asil yalnızlığı seçen çiçek,
    Çiçeklerle muhabbet etmeyi denedin mi?
     
    Kırçiçeği sevginin bir başka ifadesi,
    Menekşe çiçeklerin renkleriyle gözdesi,
    Manolya şarkıların türkülerin özdesi,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Kasımpatı begonya sümbülüde unutma,
    Seversen çiçeği yaprağını kurutma,
    Bir demet çiçek ile hiç kendini avutma,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Gelincik dokunmaya bile gelmez narindir,
    Çiğdem sarı beyaz bahar çiçeği yarindir,
    Leylak ağaçtaki gizli güzellik al indir,
    Çiçeklerle muhabbet etmeyi denedin mi?
     
    ...............Çiçekler dalında güzeldir unutmayın.................
     
    Alıntı
     
     
  8. rina
    Gözüm; "Mustafa" Kaşım; "Kemal"
     
    Sevdam; "Mustafa Kemal"
     

     
    Gözüm; "Mustafa" Kaşım; "Kemal"
     
    Sevdam; "Mustafa Kemal"
     
    Bir millet delirmiş olmalı ki; Devletini ve onu yönetenleri sevmesin, saymasın,kin ve öfke beslesin
     
    Ve bir devlet yönetimi düşünün ki; Gözün üstünde kaşın var diye fertlerine zarar versin
     
    Bunca yıl her türlü zorluklara devlet ve millet olarak göğüs germişiz Ve yıllardır da bu mücadelemizi daha çağdaş bir Türkiye için veriyoruz
     
    Peki şimdi ne oldu da devlet bir tarafta, millet bir tarafta kaldı Arada açılan bu mesafeleri, bozuk düzeni kim veya kimler nasıl oluşturdu
     
    Devlet de ülke de bizim Biz de bu ülkenin fertleriyiz Yani Türk Milleti'nin ta kendisiyiz Yöneticiler de bu milletin/devletin yöneticileri değil mi?
     
    - O zaman oturup bir düşünün bakalım; "Ben herkesi çok seviyorum ama neden
    kimse beni sevmiyor" sorusuna yanıt arayın biraz Düşünün sebepleri neler olabilir…
     
    Neden mi? Çünkü ; Her şey önce sevmekle başlar!
     
    Hayat bu olsa gerek…
     
    Her yönüyle tadıyor ve yaşıyoruz Sevmek de var, kin ve öfke duymak da, acı çekmek de var çektirmek de…
     
    Doğrusu da var, yanlışı da…
     
    Adamı da var, adam olmayanı da…
     
    Sonuçta, senin gözün birilerinin istemediği yere bakıyor ki, kaşını bahane edip gözünü oymak için vuruyor aymaz
     
    Ben ne o aymazları, ne de onların baktıkları yeri bilmem
     
    Benim gözüm; "Kadın" , Kaşım; "Erkek"
    Benim gözüm; "Hukuk" , Kaşım; "Adalet"
    Benim gözüm; "Mumcu" , Kaşım; "Kışlalı"
    Benim gözüm; "Bağımsızlık" , Kaşım; "Cumhuriyet"
    Benim gözüm; "Vatan" , Kaşım; "Sevdam"
    Benim gözüm; "Mehmetçik" , Kaşım; "Ayyıldızlı Bayrağım"
     
    İşte baktınız mı? Gözümü de üstündeki kaşımı da iyi tanıyın Ne varmış?
     
    Bakar kör olmak da ayrı bir marifet tabi…
     
    Daha sayardım ama, bu ülkede milyonlarca göz ve kaş var Ve hepsi aynı bedendeler Ve hepsi tek bir yere bakıyorlar; "Güneşe"
     
    Çünkü onlar Güneşin Çocukları!
     
    Onlar ki: O temiz yüreklerinde taşıdıkları sevdaları ile yok edecekler karanlığı
     
    Çünkü onların da Gözü; "Mustafa" , Kaşı; "Kemal"
     
    Var mı? Onlara zarar vermek isteyen
     
    Unutmayınız ki; bu ülke de Güneşe bakan gözler bitmez
     

     
    Siz beni hâlâ anlayamadınız
    Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
    Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz
    Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
    Mustafa Kemal'i anlamak bu değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Bırakın o altın yaprağı artık
    Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
    Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
    Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
    Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil
    Mustafa Kemal'in ülküsü, sadece söz değil.
     
    Bana, muştular getirin bir daha
    Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan.
    Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı?
    Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?
    Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda
    Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
    Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
    Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların.
    Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
    Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
    Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar.
    Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
    Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
    Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş
    Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
    Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
    Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
    Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
    Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister
    Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!
    Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil...
     

     
    Ben Bir TÜRKÜM !...
     
    Ben;
    Orta Asya'dan Türeyen, Anadolu'da Büyüyen, Avrupa İçlerine Yürüyen TÜRK'üm !
    Ben;
    Dağlarda Gemi Gezdiren, Taşlara Destanlar Kazdıran, Tarihi Baştan Yazdıran, TÜRK'üm !
    Ben;
    Adalete, Ben Mertliğe Örnekler Veren, Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden, Yeryüzünde Her Murada Eren TÜRK'üm !
    Ben;
    Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren, Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren, Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren TÜRK'üm !
    Ben;
    Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden, Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden, Düşmanına Dünyasını Dar Eden TÜRK'üm !
    Ben;
    Şahları, Sultanları Kul Edinen, Altınları, Elmasları Pul Edinen, İncili Kaftanları Çul Edinen TÜRK'üm !
    Ben;
    Zafer Rüyasını Görenlere Saç Yolduran, Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran, Müzelerde Baş köşeleri Dolduran TÜRK'üm !
    [GLOW=snow]Ben;
    Damarlarında Asil Kanın Aktığı Irkım, Benden Bahseder Destanım, Ağıtım, TÜRK'üm, Ben TÜRK'üm, Taa İliklerime Kadar
    MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'üm !..
     

     
    Ben her şeyden önce bir TÜRK milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. TÜRK BİRLİĞİNİN bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. TÜRK BİRLİĞİNE inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını TÜRK BİRLİĞİYLE açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. TÜRK'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecektir.
     

     
    Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
    Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
    Işık ışık, dalga dalga bayrağım
    Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
     
    Sana benim gözümle bakmayanın
    Mezarını kazacağım.
    Seni selamlamadan uçan kuşun
    Yuvasını bozacağım.
     
    Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
    Gölgende bana da, bana da yer ver.
    Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
    Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
     
    Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
    Kızıllığından ısındık;
    Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
    Gölgene sığındık.
     
    Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;
    Barışın güvercini, savaşın kartalı
    Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
    Senin altında doğdum.
    Senin altında öleceğim.
     
    Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
    Yer yüzünde yer beğen!
    Nereye dikilmek istersen.
    Söyle, seni oraya dikeyim!
     

     
    Türkiye’nin her yerinden burdayız
    Bıraktığın gibi aynı yoldayız
    29 EKİMDE Atam huzurundayız
    Emanete sahip çıkan evlatlar...
     

     
    LAFLARIN AKLIMIZA GELİYOR ATAM
     
    KORKUYORUM ATAM !!!
     
    Dün gece rüyamda seni gördüm ATAM.Bakamadım yüzüne.Gözlerine bakamadım.Korktum...Hem de çok korktum.
    Bana dönüp ''Ne yaptınız siz çocuk '' demenden ölesiye korktum.Cumhuriyeti soracağından korktum.Korktum. Sadece korktum.Cevapsız kalmaktan korktum...
     
    Hep sen varsın rüyalarımda...Hep ama.Her seferinde soracaksın sanıyorum , kan ter içinde uyanıyorum.
    Tepkinden değil, kendimden korkuyorum...
     
    Korkuyorum diyorum ya hep sana...Kızacaksın sen şimdi bana.Hiç korkarmıymış Türk diyeceksin ...Ama korkuyorum be atam...Hem de çok.
     
    Cumhuriyet ellerimizden kayıp gidiyor tutamıyoruz.Laik Türkiye derken kara çarşafa giriyoruz.Din siyasete alet edilmez derken en son karar ulemanındır diyiveriyoruz.İşte bu yüzden şeriatın gelmesinden ölesiye korkuyorum .......
    Senin kızın olamamaktan , senin kurduğun cumhuriyete sahip çıkamamaktan korkuyorum...
     
    Bir gün sana artık ''Türkiye yok''demekten korkuyorum...O bayrağın dalgalanamayacağını düşündüğüm an korkuyorum.Hem de rezilce ...İnsafsızca korkutuyorlar bizi...Elimiz kolumuz bağlı birşey de diyemiyoruz.SADECE susmakla YETİNİYORUZ.
     
    Her gün şehit haberi almaktan nefret ediyorum.Korkmuyorum...
     
    Her gün ağlayan bir ana bir baba görmekten korkuyorum nefret etmiyorum..
     
    Ama şehidimize kelle diyenlerden nefret ediyorum.''NEFRET''
     
    ASKERİMİ VURANLA AYNI MASAYA OTURMAK ZORUNDA BIRAKILDIĞIMIZ BÜROKRASİDEN NEFRET EDİYORUM...
     
    Hatta terörist başına ''Sayın'' diyen zihniyetten tiksiniyorum
     
    Kadınımızı dışlayanlardan , üç çocuk yapmalı diye sıkıştıranlardan hele bir de okumuş ama çalışmayan kadın formülü yaratmaya çalışanlardan nefret ediyorum.
     
    Bunu yapmalarına izin verdiğimiz için kendimizden nefret ediyorum.Hatta tiksiniyorum...
     
    Daha anne karnında şehit olan bebeklerimizden utanıyorum be Atam.Şehitlerimizden utanıyorum , gazilerden utanıyorum.Çanakkalede GELİBOLUDA, Ankarada, kütahya' da sakarya'da İzmir'de şehit olan ölümsüzlerden utanıyorum.SENDEN UTANIYORUM.
     
    İŞTE BU YÜZDEN KORKUYORUM.
     
    BU HAİNLERE DERSİNİ VEReMEDİĞİMİZ İÇİN KENDİMDEN TİKSİNİYOR , ŞEHİTLERDEN SENDEN UTANIYORUM.HASAN TAHSİNLERDEN UTANIYORUM.
     
    VE YİNE DE BANA NE YAPTINIZ ÇOCUK DİYE SORDUĞUNDA CEVAP VEREMEMEKTEN NEFRET EDİYORUM VE KORKUYORUM...
     
    AMA SEN KORKMA SAKIN ATAM...HİÇ MERAK ETME .BİZ NELER ATLATMADIK BE...
     
    BUNU DA ATLARIZ SELAMETLE...
     
    .....BIRAKTIĞIN GENÇLİK ARTIK İŞ BAŞINDA....
    HEM
    BİZE BİŞEY OLMAZ ATAM ...
     
    HAMDOLSUN (!!!)
     

     
    BİZ BU HALLLERE DÜŞECEK ADAMMIYDIK
     
    Duymadıklarımızı duyduk
    Görmediklerimizi gördük
    İki dirhem aklımız vardı
    Onu da yedik bitirdik
    Freni patlamış kamyon gibiyiz
    Allaha havale gidiyoruz
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Dalından kopan yaprak misali
    Bir rüzgara kapıldık ki sormayın gitsin
    Koskoca beşbin yıllık çınar
    Batının hızarına düştü
    Feleğin nazarına düştü
    Yiğit diye namım vardı
    Namert pazarına düştü
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Ne batılı olabildik ne doğulu
    İki cami arasında kalmış beynamaz gibiyiz
    Bizi bi yapan, bize ait ne varsa her şeyi attık
    Tıpa tıp taklit ettik, aslını yaşattık
    Üretmedik, tükettik, hazıra konduk hep yattık
    Hazıra dağ mı dayanır beyler
    İlimsiz çağ yakalanmaz, ilimsiz kaldık
    Sığ kaldık, kaldık böyle kıraç
    Ciğeri beş para etmeyenlere el açtık
    Ve kahretsin yaşıyoruz onlara muhtaç
    Bu son liman, bu son gemi başka yol yok
    Türk'ün Türk'ten başka dostu yok....
     
    Yardım almaya alışanlar, emir almaya alışırlar
    Alıştılar beyim alıştılar
    Üç beş kuruş için
    Dalınız, kökünüz dediler açtılar
    Kıyınız, köşeniz dediler, ortalığa saçtılar
    Gururumu köprü ettiler, geçtiler
    Ölçtüler, biçtiler
    Şah damarımı kestiler beyim kestiler
    Şerefe diyerek haysiyetimi içtiler
    Bizler gölgemizler oynaşırken
    Onlar dağlarımızda poyraz olup estiler
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Hürriyetin tarifini unuttuk
    Çanakkale'yi, Sakarya'yı unuttuk
    Unuttuk ecdadı, maziyi unuttuk
    Muhtaç olduğumuz kudret, damardaki asil kanı unuttuk
    Unuttukça musibetlere gark olduk
    Unuttuk beyim unuttuk
    Sanki bu vatanı bedava bulduk
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Hey gidi asırlar hey, ses verseniz
    Yürekleri o günlere çevirseniz
    Hey gidi uçsuz bucaksız vatan
    Vatan için can veren
    Şimdi elin vatanında yatan
    Mezarsızlarımız, sahipsizlerimiz
    Gariplerimiz
    Yani aziz şehitlerimiz
    Özür dileriz, özür dileriz, özür dileriz
    Velhasıl
    Biz bu hale düşecek adammıydık!....
     

     
    Önder dediğin
     
    Her şeyden önce kim olduğunu bilmeli ve kendine guvenmelidir.
     
    Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar.
    Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur.
    Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem.
    Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
     

     
    Önder dediğin
     
    Her kim olursa olsun insanlara değer vermeli
     
    Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ve mütevazi olmalıdır...
     
    Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Önde yürüyen değil, yol gösteren olmalıdır.
     
    Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Yeri geldi mi sıradan bir asker
     
    Yeri geldi mi Başkomutan olmalıdır...
     
    Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Fedakar olmalıdır.
     
    Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ilkelerine ve sözlerine bağlı olmalıdır.
     
    Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur.
    Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Güvenilir ve samimi olmalıdır. Kalbinde ne varsa dilinden de o dökülmelidir.
     
    Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    ve başarıyı paylaşabilmelidir.
     
    Bir ulus, bir toplum yalnız bir kişinin çabası ile adımcık bile atamaz.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Hedefleri gibi
     
    Zafer zafer benimdir diyebilenin, muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın
    ve muvaffak oldum diyebilenindir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Kavgaları gibi
     
    Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.
    Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Sevdaları gibi
     
    Biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatimizi yok etmeyi göze alırız
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ATATÜRK gibi OLMALI.
     
    Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Oldu mu VATAN
     
    Öldü mü EFSANE olmalıdır !
     
    Beni görmek demek ille de yüzümü görmek değildir.
    Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu yeter
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Türkiye’nin her yerinden burdayız
    Bıraktığın gibi aynı yoldayız
    29 EKİMDE Atam huzurundayız
    Emanete sahip çıkan evlatlar...
     
    RUHUN ŞADOLSUN ATAM!!!
     
    ALINTI
     
     
     
     
     


     
     
  9. rina
    Eflatun'a sormuşlar;
     
    İnsan oğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?
     
    Eflatun tek tek sıralamış;
     
    "Çocuklukta sıkılırlar ve büyümek için acele ederler ne varki çocukluklarını özlerler...Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.Yarınlarından endişe ederken bu günü unuturlar..Sonuçta,ne bugünü ne de yarını yaşarlar.Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler"...
     
    Peki sen ne öneriyorsun?
     
    Bilge yine sıralamış;
     
    "kimseye kendinizi sevdirmeye" kalkmayın..!
     
    Yapılması gereken tek şey sadece"kendinizi sevilmeye bırakmaktır"...
     
    Önemli olan"En çok şeye sahip olmak "değil...
     
    "En az şey'e ihtiyaç duymaktır"...
     
     
     


     
     
  10. rina
    Ah, kalbimiz...
    Ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak.
     
    Ve ne kadar açık.
     
    Kelimeler giydiremiyor onu... Sahici olanlar müstesna. Dudakların giydiremediği bir endam kalp. Terzisinin işi ne de zor, modaya göre dikse kıyafetini, yakışmıyor kalbe... Çiğ düşüyor... Dikkat etmese güne, çağa, o başka dert... Tazeliğini kaybedince her şeyini kaybediyor kalp... Birden iç karartıcı duygular görünüyor her eyleminde, hareketinde... Renkler önemli kalbi kuşandırırken... Sesler... Kumaşın kalitesi, dokuması, parlaklığı...
     
    Zor iş kalbe giysi dikmek...
     
    Kalbi en güzel aşk giydirip kuşatıyor. Hani şu bulunmaz Hint kumaşıyla...
     
    Evleri dayayıp döşemek kolay... Koltukları, duvarları, pencereleri kaplamak... Bedenleri örtmek, bedenlere kıyafet bulmak kolay... Konfeksiyon giyinmeyi sevmiyor kalp. Kalbi giyindirmek zor.
     
    Ah, kalbimiz...
     
    Ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak.
     
    Ve ne kadar açık.
    Kumaşlar önemli. Kalın, kaba kumaşlardan inciniyor kalbimiz. Hiç giyinmek istemiyor onları, ilk fırsatta çıkarıp atıyor üstünden. Özensiz, sert kılıklar dar geliyor ona.
     
    Tazeliğini kaybedince her şeyini kaybediyor kalp... Yaşamak değilse tazelik, tomurcuk ne? Neden ölürken bile yaşlanmıyor, kırışmıyor kalp? İtirafı zor ama, ölürken bile sanki hiç giyilmemiş bir elbise kadar temiz ve ütülü değil mi aslında? Hiç giyilmemiş gibi. Hiç çıkarılıp bir iskemlenin üzerine atılmamış, hiç soyunulmamış, hiç naftalin kokan bir dolapta yıllar yılı unutulmamış gibi, hiç lekelenmemiş gibi, düğmesi kopmamış, telası astarından ayrılmamış gibi... Nasıl da nefes nefese... Aşık gibi... Nefes almayı bile unutan bir aşık gibi... Oysa yaşamıştı hepsini. Ah kalbimiz, ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak. Ve ne kadar açık.
     
    Her şeyin sesi duyulur, yalnız kalbin sesi duyulmaz...
     
    Hayır... Duyduğunuz o değil, o yüreğinizin sesi değil, o kalbinizin ayak sesi!
     
    Kalbi en güzel aşk giydirip kuşatıyor.
     
     
     
    Sonra uzaktaki sevgili. Sonra, göz yaşı. Sonra,erkekler, kadınlar ve çocuklar. Sonra kitaplar. Sonra yoksullar. Sonra eski arkadaşlar. Sonra şarkılar. Sonra babanın emekliliği. Sonra... Sonra annen. Bir de uzakta bir köy mezarlığı. Durmadan yaklaşan, üstüne üstüne gelen.
     
    Kelimeler giydiremiyor onu. Hele kelimeler. Akıldan çok kalbin işi kelimelerle... Akıl kırılmaz çünkü, incinmez... Söz, dille yani dilin diğer anlamı gönülle bağlı kalbe, sözün asıl muhatabı kalp... Kıyamıyor kelimelere kalp, giyinilecek bunca şey varken! Çünkü, üstünde taşımıyor kalp kelimeleri, damarlarında taşıyor! Ah kalbimiz, ne kadar ortada, ne kadar savunmasız, ne kadar çıplak. Ve ne kadar affedici. Çünkü yere göğe sığamayan, gelip gönle yerleşiyor... Affetmek, kalbin kanında var!
     
    ........ALINTIDIR.....
  11. rina
    O durmadan kaçıyor;
    Sen ardından gitmiyorsan;
     
    O günün her saatinde saklanıyor,
    Sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan;
     
    O sana acıların en büyüğünü tattırıyor,
    Sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan;
     
    Boşuna aldatma kendini,
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Elindeki içki kadehinde,
    Dudağındaki sigarada ,
    Okuduğun kitapta,
    Mırıldandığın şarkıda,
    Söylediğin şiirde,
    Gördüğün rüyada
    Ve yaşaman icin
    Ciğerlerine doldurduğun havada
    O yoksa;
    Onun vazgeçilmezliğini anlamamışsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Renkler onunla değerlenmiyorsa,
    Örneğin; onsuz kırmızı kırmızılığının,
    Mavi maviliğinin farkında değilse,
    Beyaz yalnız o giydiği zaman
    Güzelliğini haykırmıyorsa,
    Sabahları onu görünceye kadar
    Güneş doğmuyorsa
    Ve onsuz gökyüzü geceleri
    Aya, yıldızlara hasret değilse
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Sokakta gördüğün her yüzde
    Ondan birşeyler aramıyorsan,
    Güzel bir manzara,
    Hüzünlü bir musiki onu hatırlatmıyorsa,
    Uykudan uyandığın zaman
    Yaşamakta olduğundan önce
    Onu hatırlamıyorsan,
    Omuzlarına dökülmüş saçları,
    Bir sis perdesinin ardında
    Her zaman gülen,
    Işık sacan gözleri
    Aklına gelmiyorsa,
    Durup durup avuçlarının
    Sıcaklığını özlemiyorsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Dünyada yaşıyan öteki insanların
    Senin için hâlâ bir değeri varsa ,
    Ona karşı tutumunu
    Toplumun köhne ve manasız
    Kurallarına göre ayarlıyorsan
    Ve açık açık
    Sanki var olduğunu haykırırcasına
    Sevgini söylemiyorsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Yok o senin icin
    Herşeyden değerliyse,
    Gözünü yumduğun anda
    Onu görebiliyorsan,
    O bütün şarkılarda,
    Bütün şiirlerde,
    Bütün resimlerde ise,
    Ona muhtaç olduğunu
    Söylemekten utanmıyorsan,
    Senin içten ve büyük sevgine
    Karşılık vermiyeceğinden
    Korkmuyorsan,
    Bütün bencil duygularından
    Sıyrılabilmişsen
    Onun için herşeyi,
    Ama herşeyi yapacak gücü
    Kendinde buluyorsan,
    Her hali sana
    Ayrı ayrı güzel geliyorsa,
    Karşıisında kendini
    Bir çocuk gibi hissediyorsan,
    İstediği anda onun için
    Ölebileceksen,
    Onun için yaşıyorsan
    Ve yine onun için
    Bildiğin bilmediğin
    Bütün düşmanlıklara
    Karşı koyabileceksen,
    O her geçen dakika
    Sende biraz daha büyüyorsa
    Ve kendi kendine bile
    Çok sevdiğini bütün
    Samimiyetinle,
    İnanmışlığınla
    İtiraf edebiliyorsan,
    Bir gün o seni hiç,
    Ama hic sevmediğini söylese bile ,
    Senin sevginde azalma olmayacaksa
    Ve ölünceye kadar onu aşkların
    En olumsuzu ile sevebileceksen;
    İşte o zaman
    Onu seviyorsun demektir.
     
    O sana sevmeyi,
    Gercek aşkı öğretti.
    Sen onu hep sevecek
    Ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın.
     
    O , hiç sen olmasan bile,
    Seni bir parça sevmese bile....
     
    Ümit Yaşar OĞUZCAN
     

     
     
  12. rina
    Bir zamanlar bir yerlerde kör bir genç yaşıyordu ve bu kör genç kendisinden nefret ediyordu ,
     
    çünkü kör bir yaşamı vardı.
     
    Göremediği için hiç birşeyi ve hiç bir kimseyi sevemiyordu ,herkesten ve her şeyden nefret ediyordu..
     
    Ama kız arkadaşı hariç, kör yaşamında sevdiği tek şey kız arkadaşıydı...
     
    Bir gün kız arkadaşına eğer dünyayı görebilseydi onunla evlenmeyi kabul edebileceğini söyledi...
     
    Kız arkadaşıda onu çok mutlu ettiğini söyledi...
     
    Günlerden bir gün şans gencin yüzüne güldü ve birisi ona bir çift gözünü bağışladı...
     
    sonra genc her şeyi görmeye başladı; Ağaçları, çiçekleri kısaca artık dünyayı görüyordu hatta kız
     
    arkadaşını bile....
     
    Kız arkadaşı ona sordu şimdi artık her şeyi görüyorsun söylediğin gibi benimle evlenecekmisin? dedi...
     
    Genc şoktaydı kız arkadaşını gördüğünde dona kalmıştı çünkü kız arkadaşı kördü!...
     
    Çok özür dilerim dedi ....
     
    Genç seninle evlenemem çünkü sen körsün dedi....
     
    Kız çok üzüldü ve yaşlı gözlerle ordan uzaklaşmaya başladı biraz ileri gidince durdu ve geriye
     
    dönüp gence şunu söyledi.....
     
    { LÜTFEN SADECE GÖZLERİME İYİ BAK }
     
     
    Gönül gözünüzün açık olması dileğiyleee.....
     
     
     
     
     
     
  13. rina
    Ne çok şey anlatır gözyaşları...Bazen söylenemeyen sözlerin sesi,bazen bir pişmanlığın diyeti,bazen de bir sevda nefesi...Sessizliğin çığlıklarıdır aslında gözyaşları...
    Anlatılamayanı anlatmak ister karşısındakine...Eğer anlayabilirse...İnsanoğlu bir garip...Sevinir ağlar,üzülür ağlar,hasret çeker ağlar,kavuşur yine ağlar.Kelimeler kifayetsiz kaldığında,gözyaşları görev başındadır.Aslında ağlayabilmek büyük bir nimet...
    Ve ağlamak taş kalpli olmadığımızı gösteriyor.Hala insan olduğumuzu, hissettiğimizi, DUYGUSUZ olmadığımızı...
    Ama bazen gözpınarlarından aşağı süzülemez gözyaşları...Onlar dışa akıp ziyan etmezler kendilerini...
    Çünkü çok daha önemli bir görevleri vardır.İçteki bir yangını söndürmek isterler.Göz kapaklarınızın alev alev yandığı,boğazınıza bir şeylerin
     
    düğümlendiği,burnunuzun direğinin sızladığı oldu mu hiç? Dikkat ettiniz mi o anlarda gözyaşlarınızın istikameti neresi? En zor olanı bu belki de...Ağlamak zayıflık mı?
    Neden ağlamamız gereken anlarda;
    yumruklarımızı,tırnaklarımız avuçlarımızı kanatıncaya kadar sıkar, boğazımızdaki düğümleri yutkunarak gidermeye çalışırız? Neden kaçırırız buğulanan gözlerimizi başkalarından?Bakın ağlıyorum işte! Utanmıyorum kimseden...
    O kadar içime akıttım ki gözyaşlarımı!...
    Artık zapt edemiyorum içimdeki çağlayanı....
    Ağlıyorum dostlarımın vefasızlığı içinAğlıyorum özlediklerim için Ağlıyorum özleyip kavuşamadıklarım için Ağlıyorum içimi acıtan kalp kırıklıklarım için Ağlıyorum istemeden de olsa kalbini kırdıklarım için Ağlıyorum unutulmaması gerekenleri unuttuğum için Ağlıyorum .........
    Unutamadığım için Ağlıyorum yaklaştıkça uzaklaştıklarıma Ağlıyorum tanıdıkça çirkinleşenlere Ağlıyorum kıymetini bilemediklerime Ağlıyorum sevsem de beni sevmeyenlere Ağlıyorum ziyan olan yıllarıma Ağlıyorum bir ömür ağlayamadıklarıma...
    Bir gözyaşı size ne hissettirir? Ne anlatır gözyaşları...
    Bir gözyaşına neler sığar?
     
    ALINTI...
     

     
     
  14. rina
    Farkında mısın?
    Bize ait cümleler kurmaktan,
    Ne kadar da aciz kaldık son günlerde,
    Bırak, seni seviyorum demeyi,
    Bir günaydını bile çok görür olduk birbirimize,
    Tükenen, tükenen sevgimiz mi,
    yoksa, yoksa dilimiz mi varmıyor?
    Ne sen bana iyi misin, diyorsun,
    Ne ben sana bir günaydın.
    Bıçak açmıyor ağzımızı, farkında mısın?
    Yavan kelimelere başvurmamız sebepsiz değil,
    Saçlarımı bile taramıyorum eskisi gibi,
    Senin ise içinden gelmiyor tıraş olmak,
    Eskiden, daha zili çalmadan açardım kapıyı,
    Kokunu ta aşağılardan duydum, derdim,
    Özledim derdin,
    Kısar gözlerini ya sen, ya sen, dedim,
    Öylece sarılıp kalırdık kapı eşiğinde,
    Of, off.
    Kaç gecedir koltuğun bir kenarında uyuyup kalıyorum,
    Romatizmalarım da öyle arttı ki üstelik.
    Adeta kar yağıyor sol omzuma,
    Sana ilaçlarımın yerini korkudan soramıyorum,
    Ya cevap vermezsen,
    Ya git kendin al dersen,
    Korkuyorum işte, sevginin tükendiğini bilmekten korkuyorum.
    Dün ilk defa kahvaltı etmişsin beni kaldırmadan,
    İlk defa çayı dün, soğuk ve şekersiz içtim.
    Kaç zamandır adımla seslenmiyorsun bana,
    Adım ürkütüyor seni,
    Sen ayrı odadan kalkıyorsun,
    Ben ta uçtaki odadan
    Bir suçlu gibi öne eğip başımızı
    Öylece geçiyoruz birbirimizin yanından,
    Bir tabloyu oluşturan iki unsur gibiyiz,
    Senin vurdumduymazlığını,
    Benim aksiliğim tamamlıyor.
    Yok, yok bu böyle olmayacak,
    Ya sen aç kıza telefon, ya ben,
    İstersen oğlanları sen ara, seni onlar daha bir severler,
    Bu böyle olmayacak.
    Kısaca, kısaca ya ben gideceğim, ya sen,
    Belki de bir zaman ayrı kalırsak,
    Kim bilir, belki de özleriz birbirimizi,
    Bugünleri hiç düşünmeden;
    O hoyrat,o pervasız harcadığımız
    Aşkımıza nasıl muhtacım nasıl,bilemezsin,
    Olsun bir müddet yemeği dışarıda yerim,
    İlaçlarımı masanın üstüne geceden dizerim,
    Parmağıma ip bağlarım falan,
    Ya da istersen ben gideyim, gideyim de nereye?
    Of, off,
    Galiba yaşlanmamalı insan,
    yoksa, yoksa suç kadın olmakta mı?
    Ne yaparım bi başıma ben,
    Yok, yok sen git kıza istersen.
    Dün o filmi seyrederken ağladığını gördüm,
    Sanma ki fark etmedim,
    Sanki ikimizin son dönemi,
    Ne kadar açığa vursak ta öfkemizi,
    Gem vuramazsak da alışkanlıklarımıza,
    Demek ki bazı şeylerin çok geç anlaşılıyormuş önemi,
    Bir ara gözüm takıldı, kış oturmuş çökük sakallarına ,
    Benim ise, saçlarım karışmış aklara
    Hatırlar mısın?
    İlk yemeğe çıktığımız günü?
    Nasıl da elim ayağıma dolaşmıştı hani,
    Hatırlar mısın?
    Bu berbat halime bi mecal kalırcasına güldüğünü,
    Şimdi ise bak, yüreğimiz bi mecal,
    Dağ başı yalnızlıklarına mahkum ettik birbirimizi,
    Ne zaman biter bu suskunluğumuz, bilmem,
    Ya, bir ölüm anı çığlılığıyla,
    Sahi, sahi ben ölürsem ağlar mısın?
    Bana, bana hiç sorma,
    Düşünmek bile acıtıyor içimi,
    Cam kesiği ağrılara gark oluyorum,
    Hem benim bildiğim galiba,
    Galiba 'önce kadınlar ölür",
    O zaman da sen kalacaksın yapayalnız,
    Ne yapar ne edersin bu koca şehirde?
    Kim getirir her sabah o çok sevdiğin fırın ekmeğini,
    Kim sular bahçeyi,
    Kim budar yediverenleri
    Ve kim bırakır,
    Sen daha uyanmadan yastığına en güzel gülleri?
    Zor değil mi?
    Yaşamın en zor tarafı işte.
    Kolay değil alışkanlıklardan bir an için vazgeçmek,
    Zaten, zaten benim tek alışkanlığım da sensin,
    Yok, yok senden vazgeçemem.
    Zaten benim bildiğim; "ilk kadınlar özür diler",
    Daha bir yakışıyor gibi seni seviyorum demek kadına.
    Yok, yok bu sabah kalkınca,
    İlk işim sana sarılıp ve hiç yüksünmeden
    Ve kırılganlığı bir yana atıp,
    Seni seviyorum demeliyim,
    Seni seviyorum,
    Seni seviyorum,
    Günaydın, günaydın,
    günaydın bir tanem
  15. rina
    İKİ ERKEĞİN GÖZÜNDE KADINI ANLAMAK
    Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
    Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
     
    Alaycı bir ses tonuyla :
    - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
    - Hayır çikolata parası lazım!
    Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
     
    - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
    - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
     
    Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
     
    - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
    - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
    - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
    - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
    - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
    - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
     
    Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
     
    Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.
     
    - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
    Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
    - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
    Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
    - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
    Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
    - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
    - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
    - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
    - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
    - Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
    - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
    - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
    - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
    - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her
    şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
    - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
    - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
    - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
    - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
    - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
    - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
    - Küçük kızı severek.
    - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
    - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
    - Nasıl yani ?
    - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
    isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
    - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim.
    Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
    - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok
    hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
    - Hiç kavga etmez misiniz siz?
    - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
    - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
    - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.
    - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
    - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
    - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
    - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı
    yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.
    Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama
    kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı.
    - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
    - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
    - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
    Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
    - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
    Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı,onra eşinin önüne koydu.
    - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
    İnci hiç konuşmadı.
    - Sorsana "niye" diye.
    İnci kızgın kızgın:
    - Niye? Diye sordu.
    - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
    - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
    - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
    - Özür dilerim seni kırdığım için.
    - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni deliceseven bu adamı senden mahrum etme.
    - Bülent , boynu bükük birvaziyette çok komik görünüyordu.
    İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
    - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.
    Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü .
    Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.
    __________________
     
     
    Güzellik;Bakan Kimsenin Gözündedir.
  16. rina
    İçimde bir kiz çocuğu oturtmuşlar
    İçimde yüreğimin taa şurasina bakin ağlıyor!
    Susturamıyorum onu!
    İçimde bir hüzün saklanmış..
    Çıkaramıyorum!
    Kiz çocugu ile öyle özleşmiş ki..
    Hüzün o kiz çocuğuna öyle yakışmiş ki,
    Ayrılamıyorlar sanki...
     
    Duyuyor musunuz..?
    Hıçkırıklarını..?
    Nasıl da sessiz ağlıyor duyuyor musunuz..?
    Duymuyor musunuz?
    Fakat nasıl olur?
    Nasıl duymazsın?
    Baksana hıçkırıklara boğulmuş ağlıyor..?
     
    Göremiyorsan gözlerime bak..!
    Gözlerimde ki mateme hüzne şahit ol..!
    Görmesini bilen gözler baksın bana..!
    Sahte gözlerle bakmayın bana..!
    İçimdekini görebiliyorsanız bakın..!
    Göremiyorsan zaten körsün demektir!!
     
    Bir akıl verin içimdeki kız çocuğuna..
    Onun anlayacağı biçimde söyleyin ama..
    Bağirmadan.. küsmeden.. incitmeden konuşun onunla..
    Ağlamasin artık.. çok sevdiği hüznü yollasın..
    Yetmedi mi konuk ettiği biraz da mutluluk girsin aşk penceresinden..!
    Aşkın kokusunu,hasretini bu kadar yürekten yaşarken..
    Mutluluğun güneşi girsin yüreğime!
    Yeter artık matemin cemalini ezberledim..!
     
    Susturun içimdeki ağlayan kiz çocuğunu
    Baksanıza hala ağlıyor..
    Susmuyor..
    Susturamıyorsunuz..
    İste ağlamak üzereyim
    Size susturun demiştim..
    Şimdi içime dolan yaşlar benim gözlerimden süzülecek
    Ve siz yine sadece izleyeceksiniz..!
    Yine ben ve o içimdeki kız çocuğu kalacağız..
    Yapayalnız
     
    Hepiniz gidin..!
    Hüzün bize yakışıyor işte görüyorsunuz,
    Anlamıyorsanız niye geliyorsunuz yanımıza,
    Bırakın.. gidin her zaman ki gibi
    Matem Kafesine hapsolmuş bir yürek var biz de,
    Mutluluğun baharını bilmez bizim yüreklerimiz,
    Yaşamak nefes almaktır bizim için,
    Anladınız artık değil mi?
    O halde gidin..!
    Bırakın bizi..!!
     
    Sizin anlayamayacağınız bir biçimde sesleniyoruz size
    Susarak haykırıyoruz..
    Anlamıyorsunuz değil mi..?
    Susarak haykırmak ne aci yaşadınız mı hiç?
     
    İçinizden hanginiz benim kadar yaralı..
    Hangi karanfil var ki benim gibi boynunu büker..
    Terk edilir..
    Yalnızlığa gömülür..
    Siz yakıştıramadınız ama,yalnızlık mutsuzluk bize ne kadar yakışıyor baksanıza..
    İçimdeki kız çocuğu hala ağlıyor..
    Susturamadınız...
     
    Artık uğraşmayın..hıçkırıkları durdu..
    Sadece sessiz sessiz ağlıyor..
    Birazdan yine susacak bu kiz çocuğu..
    Gözlerinde bir matem,
    Yüreğinde bir hüzün kalacak...
    Gökyüzüne bakacak nefes aldığına şükredecek
    Bir karanfil daha yeşertecek kalbinde
    Taa ki yine o karanfil boynunu bükene kadar
    Ağlamayacak..
     
    Sonra..içinde biriken bu ağlamalar bir volkan olacak..
    İçinde kabuk bağlayan yaralar oluşsun
    Oluşsun ki bir dahakine hepsi birden kanasin
    İçinin kan ağlaması gibi..
    Siz de izleyin..! Her zamanki gibi !
    Ama bir gün.. İsyan edecek bu küçük kız çocuğu
    Bir gün patlayacak.. hepinize haykıracak..
    Anlamadınız diyecek.. haykırdım
    Hıçkırıklara boğuldum
    Ama gelmediniz.. anlamadınız diyecek...
    Sizler yine aptal aptal yüzüne bakip
    Neyin var diyeceksiniz..
    HALBUKİ SÖYLENMEMİŞLERDİR İNSANIN CANINI ACITAN...
    bunu asla anlamayacaksınız...
     
    ALINTI...
     
     

     
     
  17. rina
    HAYAL İŞTE…
     
    Bazen diyorum ki hayat bir yerlerde tıkandığında hayatın da bilgisayardaki gibi bir reset düğmesi olsa ve hayatı resetlesek… Tıkanıklığı, donukluğu ortadan kaldırıp yeniden başlasak…
     
    Bazen güzel bir kesit yakaladığımızda sağ tıklayıp kopyalama işlemini gerçekleştirerek hafızamıza yapıştırsak, varsa hafızamızda kötü anılar onları da silip geri dönüşüm kutusuna yollasak…
     
    Arada bir geri dönüşüm kutusunu boşaltsak… Geri dönüşüm kutusunda silinenlerin nereye gittiğini bilmediğimiz gibi kötü anıları da bilinmeze yollasak…
     
    Bilgisayarımızın sabit diskinde biriken gereksiz dosyaları temizleyen programlar gibi, beynimizde ve yüreğimizde biriken gereksiz bilgileri, yırtık ve sökükleri temizleyen bir program olsa…
     
    Vücudumuza giren ve bizleri haftalarca yataklara düşüren virüs ve solucanları temizleyen bir anti virüs programımız olsa…
     
    Bazen de hayat, bir yerlerden kopuyorsa ve boğuyorsa bizi; resetlemeninin de bir anlamı olmuyorsa, gidip bir format attırsak…
     
    Yeniden, yepyeni geçmiş sıkıntıların sıfırlandığı taptaze bir hayata başlasak…
     
    Hiç yaşanmamış, yeniden doğmuş gibi…
     

     

  18. rina
    hani, bir kitap okumaya başlarsınız...
     
    ilk satırlarda çeker sizi içine...
     
    öyle güzeldir ki anlatım…
     
    tüm gerçeklik bir yana...
     
    o kurgunun içine kapılır gidersiniz...
     
    öyle kapılırsınız ki...
     
    uzaklardan bir el uzanıp
     
    tutar ellerinizden...
     
    alıp götürür…
     
    uzaklara…
     
    kokusu ulaşır size dağların,denizin,çiçeklerin...
     
    bir meltem okşayıp geçer teninizi...
     
    dokunuşları hissedersiniz ya yüreğinizde...
     
    hani, bilseniz de kurgu olduğunu...
     
    o akışı bırakmak istemezsiniz...
     
    bir yandan merak edersiniz ...
     
    "ne olacak?"
     
    bilirsiniz oysa...
     
    hiç bir şey olmamıştır...
     
    olmayacaktır...
     
    her şey sadece ihtimaller bütünüdür...
     
    ve o ihtimaller öyle yaşanılası…
     
    ve o kurgu öyle gerçektir ki..
     
    yaşadığınız ana baskın çıkar ya...
     
    ama nedense...
     
    “son” önemlidir hep...
     
    o kitabın da sonuna ulaşmak istersiniz...
     
    diğer yandan o kitabı bitirmek , o hayali tüketmektir…
     
    bilirsiniz….
     
    her sonun bir tükeniş olduğunu öğretmiştir hayat size...
     
    okumak - okumaya kıyamamak bir çelişki olur içinizde...
     
    oysa, çelişki daha çekici kılar o kitabı...
     
    daha bir özümsemeye başladığınızı hissedersiniz o noktadan sonra okuduklarınızı...
     
    her sayfada “son” a biraz daha yaklaştığınızı bilerek…
     
    her sayfada biraz daha kaybederek…
     
    her sayfada biraz daha tükenerek…
     
    ve içiniz burkularak o “son” sayfa…
     
    kitabın arka kapağını kapatırsınız usulca…
     
    siz dışarıda kalansınızdır…
    her şey ilk sayfa ile son sayfa arasında, avuçlarınızdadır şimdi…
     
    sımsıkı tutarsınız birkaç dakikalığına ellerinizde…
     
    bazı ilişkiler gibi…
     
    hani, bitmesine kıyamadığınız…
     
    tüm güzelliğine rağmen devam edemeyeceğini…
     
    gideceği bir yer olmadığını…
     
    sadece bir ihtimalin yaşandığını bildiğiniz…
     
    bir ilişki gibi…
     
    yüreğinizden bırakmak istemeden…
     
    ama artık sadece dışından bakarak…
     
    sımsıkı sarıldığınız birkaç dakika gibi…
     
    ve sonra…
     
    bir hayat kayar ellerinizden…
     
    kütüphane raflarındaki yerini alır…
     
    ara sıra sayfaları yeniden karıştırılmak üzere…
     
    ALINTI...
     
    Biraz daha büyütmüştüm yaramı
     
    Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri
     
    Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir
     
    Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri
     
    Kutlu bir mirastır elbet
     
    Bir ömür yetmez anladım
     
    Yazmak için bütün sen'leri.
     
     
     
     

  19. rina
    Karanlığın içinde kendimi gördüm.....
     
    Herkesin gördüğü kadar.....
     
    Ama bir farkım var.....
     
    Karanlığın içinden çıkan ışığım ben....
     
    Işık .......
     
    Zenginliğide bilirim....Fakirliğide.....
     
    Tepeye çıkmanın nasıl birşey olduğunu......
     
    Tepeden düşmenin nasıl bir duygu olduğunu da.....
     
    Aşksız yaşamanın ne olduğunu.....
     
    Doya doya aşkı yaşamanın ne demek olduğunu da.....
     
    Sevgiyide gördüm...
     
    En acısından ihanetide....
     
    Aldatılan bir kadının nasıl acı çektiğinide bilirim....
     
    Aldatan bir erkeğin nekadar acımasız olduğunuda....
     
    Yüzüme gülüpte......
     
    Arkamdan konuşan, dost görünen insanların nasıl bir maskeye büründüğünüde.....
     
    Hamlığıda bilirim.....
     
    Acıların da, sevinçler kadar insanları nasıl olgulaştırdığını da.....
     
    Hayatım ben.....
     
    Hayat....
     
    Belkide herkesin bir adım atıp sahip olduğu...
     
    Ama.....
     
    Hiç kimsenin değerini bilemediği........................
     
    RİNA
     
    ..................................................
     
     
     
    ....................................................................................................................................
  20. rina
    Her işin bir çıraklık, kalfalık, bir de ustalık dönemi vardır. İyi usta olacaklar daha kariyerlerinin ilk yıllarında belli olurlar ve başarı için pek çok bedel öderler. Elde edilen başarıda ise sadece kendi renklerini taşırlar…
     
    Sultan bir gün komşu ülkeyi ziyarete gider. Mükemmel ağırlamanın yanı sıra, sultanı etkileyen bir başka şey daha olmuştur. Komşu ülkenin sultanının sarayının duvarları öyle bir tuğladan yapılmıştır ki, alır götürür bizim sultanı başka bir dünyaya.
    Öyle bir renktir ki, tarifi olanaksızdır. O kırmızıdır yangın gibi, o kahverengidir içini çarpan, o kızıldır, o her renktir velhasıl.
    Ülkesine dönünce emir salar dört bir yana, ” benim ülkemin ustaları da yapar mutlaka böyle bir renkten tuğla, tez getireler numunelerini.” Ama gelen örnekler tatmin etmez sultanı.
     
    Bunun üzerine ödül koyar sultan; istediği renkte bir tuğla getirene servet vaat eder. Nafile, ülkenin tüm ustaları ucunda servet de olsa başaramazlar, istenen rengi tutturamazlar.
    Sonun vezirlerden birinin kulağına ülkenin bir köşesinde bilge, kendi halinde yaşayan bir ustanın şöhreti gelir. Yapsa yapsa o usta yapar, o rengi o tutturur der. Sultan kendisi gider ustanın ayağına, tutsağı olduğu rengi bulacak adama değer çünkü bu.
    Usta anladım der, ben o rengi tanıdım, bilirim nasıl bir tutku yarattığını, yapmaya çalışırım ve yaparım, lakin vakit ister.
    Sultan vakit verir, ödülü de kendisinin seçmesini ister. Usta bir ayda yerine getirecektir görevi, o eşsiz rengi, canım karışımı bulacaktır. Usta çalışmaya başlar, dener, dener.
     
    Her türlü maddeden renk çıkarmaya çalışır.
    Dener, dener.
    Günler hızla geçmeye başlar. Yapılan tuğlalar fırından çıktıklarında bir türlü tatmin etmez ustayı.
    Oysa söz vermiştir sultana, yaparım demiştir; tuttururum o rengi, bilmez miyim nasıl aranır o renk? Günler sayılıdır. Usta rengi tutturamamanın verdiği eziklikle daha da yoğunlaştırır çalışmalarını.
    Gece demez gündüz demez çalışır, dener. Ama olmaz işte kendi beğenmemiştir ki, işte budur deyip götürsün sultana.
    Son bir umut daha kalmıştır bir ayın dolmasından önceki son gece. O karışımı da gönlünün tüm zenginliğini, renklerin tüm çapkınlığını, maddelerin tüm çekiciliğini karıştırarak yaratmaya çalışır usta.
    Fırına atar tuğlaları ve bekler.
    Sonuç ne yazık ki düş kırıklığıdır. Verilen söz tutulamamıştır, denenecek başka bir yol da yoktur.
    Usta her şeyini koymuştur ortaya ama olmamıştır. Yangın, ateş, ustanın bağrına çöker. Fırının alevleri çağırır onu gel diye.
    O da reddetmez bu daveti. Ertesi gün süre dolduğu için sultan kendisi gelir ustanın yerine sonucu görmek için. Usta görünürde yoktur ama fırında bir şeyler vardır.
    Fırının kapağı açılır ve tuğlalar dışarı çıkarılır. Sultan kendinden geçmiş tutkuyla aradığı renge kavuşmanın mutluluğuyla yaşamaktadır. ” Bulun ustayı gelsin saraya, ne dilerse verilecektir kendine, hatta fazlasıyla verilecektir. ” diye emir buyurur.
     
    ALINTI
     
    ............................
     
    Bu öyküden birçok hisse çıkartılması mümkündür.
    Ancak ben bireysel dersler yerine öykünün toplam mesajı üzerinde durmak istiyorum. Şöyle bir geriye yaslanın ve geçmişe bakın.
    Lise bitirme sınavına nasıl çalıştınız, ya üniversite giriş sınavına? Üniversiteyi bitirirken çektiğiniz zorluklar, bitirme ödevleriniz, daha sonra ilk iş arayışlarınız, reddedilişiniz, ilk işe başlamanız, ayrılmanız, size acı çektiren sevgiliniz.
     
    Velhasıl tüm uğraşılarınız, çabalarınız, savaşımlarınız, aldanışlarınız, kazanımlarınız. Tüm bunları şöyle bir gözden geçirin bakalım. Ya bugün bulunduğunuz yer? Buraya uçarak ya da gökten zembille gelmediniz.
     
    Hep geçmişteki uğraşılarınız ve didinmelerinizle ulaştınız bu güne. Yarında yine kendi çabalarınızla ulaşacaksınız. Burada en önemli etken sizsiniz. Siz hayatın içine daldınız ve kendi renginizi yarattınız. Siz olmasaydınız, sizin didinmeleriniz, hayal kırıklıklarınız, sevinçleriniz olmasaydı, yani siz kendinizi hayatın içine atmasaydınız bu günkü siz olmazdınız.
     
    Yarın ne mi olacak? Tabi bugünkü karışımlar ve fırınlara girme kararınız yönlendirecek yarını da..
     
    Ya içinde olacagız hayatın , ya da .........................
     
    ...................................................
    ..............
    ...
  21. rina
    Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.
     
    "Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?" diye sordu Hayat.
     
    "Zamanın var mı?" diye sordum.
     
    Gülümsedi.
     
    "Benim zamanım Sonsuzluk" dedi Hayat. "Ne sorular var yüreğinde?"
     
    "İnsanlarla ilgili en çok neye şaşıyorsun?" diye sordum.
     
    Hayat yanıt verdi.
     
    "Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili edişelenmekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar."
     
    Hayat elimi tuttu. Bir süre sessiz kaldık.Derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.
     
    Hayat yanıtladı.
     
    "Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim. Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim. Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim. İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim."
     
    "Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim. Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim. Seni seven insanların duygularınmı nasıl ifade edebileceklerini bilmedikleri için seni sevmediklerini sanmak yerine onların sevgisini hissetmeyi öğrenmelerini isterdim."
     
    Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.
     
    "Söylediklerimi yüreğine kaydet" dedi. Söylediği cümleyi yüreğime kaydettim.
     
    "Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren".
     
    Yüreğim kuş gibi hafiflemişti.
     
    "Son bir soru daha, Hayat" dedim. "Benden ne istiyorsun?"
     
    Bütün odayı beyaz bir ışık kapladı… ve Hayat yanıtladı.
     
    "Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten TEK değerli olanım. Değerimi bil."
     
    Hayatın içimde dışımda her yerde aktığını hissettim. Kendimizi sevdiğimiz kadar Hayat ı sevebilirdik ancak. Ne daha az ne daha fazla...
  22. rina
    Bazen yorar insanı küçük şeyler; büyük sırlar vardır küçük şeylerin içinde. Açıldıkça açılır, boyuna posuna bakmadan...
     
    Bazen dinlendirir insanı uzaklar; uzakliğa bir yakınlığı vardır gözlerin. Gözlerin olduğu kadar gönlün de...
     
    Bazen durur tüm adımlar; adamların tembelliğinden değil, yolların düşündürücülüğünden. Öyle çetrefillidir ki, susar ayaklar da kimi zaman...Bazen sorar gözler, diller kabul etse bile. Maharet gözleri bile ikna etmektir, güzel söz söylemek değil. Bazen durur dünya, inecekler iner, sonra yoluna devam eder. Ne var ki, herkes için o duruş anı farklıdır. Kimisi içinse hiç dönmez dünya, ki o da apayrı mesele. Bazen herşeyi bir mimik anlatır, bazen gözyaşı, bazen bir kelime. Ne kadar da ağır gelir söylemek bazen bir kelime bile. Bazen bir anı, bir ömür kokar.....
     
    Bazen bir daha yaşayamayacağını hisseder insan içinde bulundugu ânı. Bazen şair olur insan, mısra kuramaz....
     
    Bazen mısra kurar insan, şair değildir. Bazen hiçbiridir, ne diyecegini bilemeyen sıradan biridir işte...
     
    Bazen yaşadıgını daha çok hisseder insan, öleceğini unutur büsbütün. Bazen yaşadığını tamamen unutur, hatta bazen her ikisini de...
     
    Bir anı bir anına uymaz derler ya insan için, ya bütün anları birbirinin aynı olsaydı. Bazen korkutmaz mı bu ihtimal insanı?
     
    Bazen korkar insan gölgesinden. Gölgesinin şahsında kendisinden. Zira kendi vücudu geçmiştir güneşin önüne. Kendi eseridir gölgesi...
     
    Bazen susar insan, dudaklari çatlar susuzluktan. Bazen susar insan, söylenecek çok söz varken bile. Bazen dolar insan, kimse anlamaz. Bazen herkes anlar, kendisi kendisini anlamaz.Yalnızdır bazen insan, öyle yalnız bakar ki dünyaya. Bazense hiç yalnız değildir, nasıl baktığını bilirse.Bazen büyük görür insan kendini, ne acizliktir!
     
    Bazen aciz görür, ne büyük bir görüş! Bazen, 'bazen' değil, 'her zaman' demek gerek. Ama bilmek gerek, ne zaman?
     
    Her 'bazen'in bir zamanı vardır
  23. rina
    Günümüzdeki ilişkilere baktığımızda, zor durumda olanın
    genelde kadınların olduğunu görüyoruz..
     
    Kadın çabalar.
     
    Kadın koşar..
     
    Kadın yalvarır..
     
    Erkekse olağanda sertliğiyle durur karşısında..
     
    Şiddet gösterir..
     
    Kadın ağlar..
     
    Erkek hakaret eder..
     
    Kadın üzülür..
     
    Sevdiği adamın her sözü kalbine bir ok gibi iner..
     
    Erkek durmaz..
     
    Devam eder..
     
    Bilmez..
     
    Erkeğin bilmediği bir şey daha vardır..
     
    Yaptığı her hata kadının defterine bir çeltikdir..
     
    Kadın her kırıldığında hayali defterine bir not daha düşer..
     
    Her üzüntüde o deftere yeni satırlar eklenir..
     
    Örneğin bir kaç kız toplandığında, defter açılır..
     
    Kısmen..
     
    Çünkü esas notlar her zaman en sona saklanır..
     
    Satırlar süzülür gözyaşları eşliğine..
     
    Nefretler dile gelir..
     
    Boş telkinler eşliğinde..
     
    Sonuçta dönülen nokta yine aynı olur..
     
    O adamdır..
     
    Kadın üzüleceğini bile bile gider o adama..
     
    Başına gelecekleri bile bile tutar elini..
     
    Kırılacağını bile bile sarılır boynuna..
     
    Öper uzun uzun..
     
    Erkek, kendisine verilen gizli bir şansı yine hiçe sayar..
     
    Boş tartışmalarla heba olur geçen zaman..
     
    Kadın yine üzülür..
     
    Yine ağlar..
     
    Ve erkek gider en sonunda..
     
    Kaçar..
     
    Kadın yaşayan ölü olur..
     
    Attığı her adımda hüzün vardır artık..
     
    Zamanla azalsa da içinde kalır hep bir şeyler..
     

     
    Kaçıp giden erkeklerin geri dönmesi sıkça görülen bir durumdur..
     
    Çünkü erkeklerin hayatı hep bir arayış içindedir..
     
    Tutunacak bir dal aramakla geçer hayatları..
     
    Gözünün önünde olanı değil başkasını arar..
     
    Tüm kapılar kendisine kapandığında eskiler dönüş yapar..
     
    Erkekler birer çocuktur..
     
    En sert, en ciddi duruşun altında bile zayıf bir ruh vardır..
     
    Çok çabuk incinir o..
     
    Belli edilmemesi için şiddete başvurulur..
     
    Sürekli istekler, sürekli engellemeler hep bundandır..
     
    Erkekler sanıldığı kadar güçlü değildir..
     

     
    Kadın üzüldüğünde kolay kolay silemez yaşananları..
     
    Kadınların en sık başvurduğu beyaz yalandır bu..
     
    Unuttum, boşver vs..
     
    Her ayrıntı bir nottur kadının gizli defterinde..
     
    Her notun bir çıkış zamanı vardır..
     
    İlişkilerde iktidar her zaman kadının elindedir..
     
    Kadın bir süreliğine erkeğe devreder ünvanını..
     
    Erkeğin üstün görünmesi hoşuna gider..
     
    Çocukluğundan beri liderlik kompleksleriyle büyüyen erkek bu ’’geçici’’ ünvanı sürekli sanır..
     
    Kendi küçük egoları yüzünden büyük yaralar açar sevgilinin kalbinde..
     
    Aşkın son, nefretin ilk damlalarını damlatır sevgilinin kalbine..
     
    Erkeğin her hatası kadının içinde saklanır..
     
    Aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkmak üzere depolanır beyninde..
     
    Kadın sadece uygun zamanı bekler..
     
    Ölümcül darbe hazırdır..
     
    Hiç beklenmedik bir anda notlar çıkartılır ortaya..
     
    Hatalar bir bir sıralanır..
     
    Defter açılmıştır..
     
    Erkeğin bir zamanlar basit gördüğü şeyler şimdi kabusu olmak üzeredir..
     
    Kırılan kalp tekrar onarılamaz..
     
    Kadının iktidar zamanı gelir..
     
    Erkek gerçekle yüzleşir..
     

     
    Her kadın biraz zalimdir aslında..
     
    Sadece bunu her zaman belli etmezler..
     
    Bu yüzden bir kadını üzmeden önce 2 kere düşünün..
  24. rina
    Yerin seni çektiği kadar ağırsın...
    Kanatların çırpındığı kadar hafif..
    Kalbinin attığı kadar canlısın...
    Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
    Sevdiklerin kadar iyisin...
    Nefret ettiklerin kadar kötü..
    Ne renk olursa olsun kaşın gözün...
    Karşındakinin gördüğüdür rengin...
    Yaşadıklarını kâr sayma:
    Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
    Ne kadar yaşarsan yaşa...
    Sevdiğin kadardır ömrün..
    Gülebildiğin kadar mutlusun...
    Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin...
    Sakın bitti sanma her şeyi...
    Sevdiğin kadar sevileceksin...
    Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer...
    Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın....
    Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
    Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın....
    Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret...
    Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın....
    Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın...
    Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak....
    Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın...
    Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü....
    Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
    İşte budur hayat! İşte budur yaşamak...
    Bunu hatırladığın kadar yaşarsın....
    Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün...
    Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun...
    Çiçek sulandığı kadar güzeldir...
    Kuşlar ötebildiği kadar sevimli...
    Bebek ağladığı kadar bebektir...
    Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin...bunu da öğren!!!
     
    SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN... .
     
    Can Yücel
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.