Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    Uzak gizemli bir ülkedir aslında hepimizin yaşadığı, soluk aldığı, âşık olduğu şehir...
    Her birimizin apayrı bir hikâyesi var...
    Pek çok şey biriktirdik...
    Pek çok şeyi yarım bırakıp, yanıbaşımızda fesleğenler büyüterek uzak başka uzak ülkelerden gelecek gemileri izledik...
     
    Aslında hiç bir şey bize aşina değil artık...,
    Yalın bir yangının içinde gonca güller büyütmek bile, birilerini sevip, onlara ömrümüzü adamak bile zamanın içinde bir kayboluş. Pek çok kez kaybolduk...
    Ne kadar çok kaybolduk...
    Ne kadar çok aradığımızı bulamamanın hayal kırıklığıyla yeni yeni hüzünler taşıdık hayatımıza…
    Kusursuz sabahlar yalnız uyandığımızı anladığımız anda gözlerimizde belli belirsiz bir hayal oldu...
    Sen kocaman bir hayal oldun…
    Kollarımın içine sığdıramadığım uzak ülkelerin uzak ufukları…
    Sırılsıklam yağmurları....
    Hiç umutlarınızın bittiğini sandığınız "Tamam, hiç daha kötüsü olmamıştı," dediğiniz zamanlarınız oldu mu?
    Ya da "bittim, mahvoldum," dediğiniz...
    Damağınızda acımsı bir tadın hiç geçmediğini; yüreğinizdeki o mengenenin de canınızı sıktıkça sıktığını hiç hissettiniz mi?
     
    Yalnızsınızdır...
     
    Savunmasızsınızdır...
     
    Yorgunsunuzdur...
     
    Anlatamaz, anlayamazsınız da.
    Gözünüzde bir damla yaş her an hazırdır akmaya sebepli ya da sebepsiz…
    Soğuktur elleriniz belki ısıtacak bir elin olmamasından...
    Çirkinsinizdir kendinizce…
    Aynalara da küs…
    Gözlerinizdeki pırıltılar yok oldu, yok olacak gibidir...
    Çaresizsinizdir…
    Sebep çoktur…
    Ya parasızsınızdır, ya terkedilmiş, ya hasta…
    Aslında yüzlerce "ya da" dır sizi bu hale getiren...
    Ne zaman geçecek bilmezsiniz…
    Umut garibin ekmeği, umar da umarsınız...
    Ya çaba?
    Oysa hiç gördünüz mü?
    Kim bilir kaç gün olmuş dalından koparılmış kasımpatılarını...
    Hala dimdik, hala ayakta, hala pırıl pırıl...
    Koparılmaya inat solmamaya kararlı…
    Oysa aklımız hep güllerdedir, hep lalelerde...
    Solmak, kurumak çok kolay oysa dimdik ayakta durabilmek önemli olan…
    Yılmamak zorluklardan…
    Hayallerden, umutlardan vazgeçmemek asıl olan…
    Ne dersiniz, denemeye var mısınız kasımpatı olmayı? Her şeye rağmen…
    Gözlerimdeki renklerden bak…
    An-dır yaşadığım
    İsteme
    Hayat olur ikincisi…
    Yağmurlardan Islanmaktan yorgunum…
    Artık
    Açılsın gökyüzü
    Ve
    Işığında yıkanayım ben…
     
    Kasımpatı hayallerimm...
     
    ALINTI...
  2. rina
    Ömür ezanla namaz arası kadardır!
    Bir dede ile torununun konuşmalarına kulak veriyoruz:
     
    Torunu, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla soruyor: 'Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?'
     
    Dede tatlı bir gülücükle:
     
    Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum.' deyince torun:
     
    'Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?' der. Dede: 'Evet yavrum. ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır.'
     
    diye cevap verir. ...
     
    Torun yeniden sorar:
     
    'Namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kastettiğini anlamadım dedeciğim....
     
    Bu ne demek açıklar mısın?' Dede şefkatle ellerinden tuttuğu torununa:
     
    'Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu...
     
    O çocuğun kulağına ezan okundu değil mi?
     
    İşte o ezanın namazı kılındı mı?
     
    Kılınmadı....
     
    O ezan 'Namazsız ezan'dı...
     
    İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur....
     
    O da 'Ezansız namaz'dır...
     
    Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağına....
     
    'Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi değerlendir.... Boşa vakit harcama!' ikazını yapıyordu o ezan.
     
    İşte yavrum öMüR; EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR. ..
     
    Sakın boşa geçirme....
     
    Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma!...
     
    ...............................................................................................
     
     
     
     
  3. rina
    Bir zamanlar bir yerlerde kör bir genç yaşıyordu ve bu kör genç kendisinden nefret ediyordu ,
     
    çünkü kör bir yaşamı vardı.
     
    Göremediği için hiç birşeyi ve hiç bir kimseyi sevemiyordu ,herkesten ve her şeyden nefret ediyordu..
     
    Ama kız arkadaşı hariç, kör yaşamında sevdiği tek şey kız arkadaşıydı...
     
    Bir gün kız arkadaşına eğer dünyayı görebilseydi onunla evlenmeyi kabul edebileceğini söyledi...
     
    Kız arkadaşıda onu çok mutlu ettiğini söyledi...
     
    Günlerden bir gün şans gencin yüzüne güldü ve birisi ona bir çift gözünü bağışladı...
     
    sonra genc her şeyi görmeye başladı; Ağaçları, çiçekleri kısaca artık dünyayı görüyordu hatta kız
     
    arkadaşını bile....
     
    Kız arkadaşı ona sordu şimdi artık her şeyi görüyorsun söylediğin gibi benimle evlenecekmisin? dedi...
     
    Genc şoktaydı kız arkadaşını gördüğünde dona kalmıştı çünkü kız arkadaşı kördü!...
     
    Çok özür dilerim dedi ....
     
    Genç seninle evlenemem çünkü sen körsün dedi....
     
    Kız çok üzüldü ve yaşlı gözlerle ordan uzaklaşmaya başladı biraz ileri gidince durdu ve geriye
     
    dönüp gence şunu söyledi.....
     
    { LÜTFEN SADECE GÖZLERİME İYİ BAK }
     
     
    Gönül gözünüzün açık olması dileğiyleee.....
     
     
     
     
     
     
  4. rina
    ..Seyret, Sus ve Dinle....
     
    Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.
     
    Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."
     
    Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.
     
    Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.
     
    "İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden bozuyor?"
     
    Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.
     
    Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyre...
     
    Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.
     
    Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:
     
    "Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?
     
    Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."
     
    Dağ denize sordu:
     
    "SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"
     
    Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin...
     
     
    Ben bu hikayeyi 3 kez okudumm.....
     
     
  5. rina
    Papatya sevenlere yaprağını saydırır,
    Nilüfer bu duyguyu hep göllerde kaydırır,
    Gül dedinmi gidecek olanıda caydırır,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Lale dersen endamı anlatmaya ne gerek,
    Karanfil acılar çiçeği oldumu desek,
    Kardelen asil yalnızlığı seçen çiçek,
    Çiçeklerle muhabbet etmeyi denedin mi?
     
    Kırçiçeği sevginin bir başka ifadesi,
    Menekşe çiçeklerin renkleriyle gözdesi,
    Manolya şarkıların türkülerin özdesi,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Kasımpatı begonya sümbülüde unutma,
    Seversen çiçeği yaprağını kurutma,
    Bir demet çiçek ile hiç kendini avutma,
    Çiçeklerle hasbihal etmeyi denedin mi?
     
    Gelincik dokunmaya bile gelmez narindir,
    Çiğdem sarı beyaz bahar çiçeği yarindir,
    Leylak ağaçtaki gizli güzellik al indir,
    Çiçeklerle muhabbet etmeyi denedin mi?
     
    ...............Çiçekler dalında güzeldir unutmayın.................
     
    Alıntı
     
     
  6. rina
    İlişme Yalnızlığıma
    Diyorsun ki;
    İçimde sana dair henüz oluşmaya başlayan bir kıpırtı var.
    Diyorsun ki;
    Seni hayatıma katmak istiyorum.
    Diyorsun ki;
    Mutluluk varılacak yer değil yürünen yolsa gel beraber yürüyelim.
    Kulağa çok hoş geliyor söylediklerin biliyor musun?
    Bilinmeze açılan yolun karşı konulmaz çekiciliği
    sınırsızca paylaşabilmek
    bu yolculuğun daha bir çok yolculuğu beraberinde vaat ettiği masmavi bir ufuk düşlemek.
    En çok da özlemlerimin ve tüm yaşamak istediklerimin gerçekleşme olasılığı sımsıcak bir düş gibi tepemde dolanıyor.
    Boğazda bir vapur düşlüyorum sonra.
    Vapurda omzumun yanıbaşında başka bir omuz. Yanımda durmasından sevinç duyduğum.
    Yüzümü okşayan rüzgar. Sevebileceğim başka bir yüzle paylaşmaktan gocunmadığım.
    Bedenimde dolanıp dizlerimin bağını çözdüren tatlı bir telaş düşlüyorum.
    Güzellikler kuşanıyorum sözcüklerinden. Dünyayı kurtaracak güzellikler hem de.
    Diyorum ki;
    Yalnızlığımdan hoşnutum ben.
    Diyorum ki;
    Kendini ve o kıpırtını alıp gidebildiğince uzağa git benden.
    Yalnızlığıma ilişme
  7. rina
    Yeni bir hayata, atlamak isteyip de kıyısında dolaşanlar için,
     
    kamburken dik durmaya çalışanlar için,
     
    sıkıp sıkılanlar, sıkanlar için,
     
    isteyip gidemeyenler yapamama korkaklıgında olanlar için,
     
    fena şeyler düşünüp korkmayanlar için,
     
    takmayanlar için,
     
    küçük harfleri sevenler için,
     
    büyük sözler söylemek değil,
     
    hayata dair bir deepnot düşmektir hayat...
     

     
    Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu yaninda bir mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna gondermistir. Mektubunda oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir; Kim daha cok dusunuyor , Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. Iste hayat budur..."
     
    Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister.
     
    Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas hareketini ve oyunu cozer daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.
     
    Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once tasarlanan tavla oyunu; dunyanin en populer oyunlarindan biridir.
     

     
    Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana boylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak tavla bir tanedir.
    4 kosesi 4 mevsimi, tavlanin icindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi, pullarin toplami ayin 30 gununu, siyah-beyaz pullar gece ve gunduzu, karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler...
     
    Hint Imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir :
     
    "Evet, Kim daha cok dusunuyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. AMA BIRAZ DA ŞANS GEREKİR.
    Iste hayat budur..."
     
    ŞANS SiZDEN YANA OLSUN....
     
    ALINTI...
     
  8. rina
    Cevabı uzun ama erkek egemen toplumlarda çok normal. Adeta bir kural.
     
    Televizyonla beslenen, medyatik refleksli toplumumuzun bazı erkekleri, gücün ve iktidarın karşı cinse geçmesi halinde çıldırıyor. Bir aşağılık kompleksi durumu yani cennet anaların ayakları altında deyip, kadın döven zavallıların düştüğü acizlik...
     
    Erkek hep zeki kadından hoşlanır ama zamanla bu zeka yarışında yenilince kızar, küser ve ağlar. Tıpkı yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuk gibi. Zeki kadınlar erkeklerin çocuk alt beyinlerinin gelişmediğini bilirler. (gelişmez çünkü doğurganlık yoktur) Şirket sahibi, yönetici hatta başbakan bile olsalar aslında onların hiç büyümeyen bir çocuk olduklarını unutmazlar ve akılları sayesinde her zaman onların istediğini yapıyormuş gibi davranıp, kendi yasalarını uygularlar. Zavallı erkek, iktidarın hep kendisinde olduğunu sanır.
     
    Akıllı kadınları yanlarında taşımaktan hoşlanan erkekler, zamanla onlardan kaçmanın yollarını ararlar. Çünkü kadın zekasıyla üstünlüğü ele geçirmiştir. Erkekse kendini eksik ve iktidarsız hisseder. Hem akıllı kadından hoşlanır, hem de akıllı kadından korkar ve kaçar. Yaşadıkları ilişki boyunca yanındaki sevgililerinin zekasıyla övünürken, o zeka kendilerine karşı kullanıldığında öfkeden çılgına dönerler ve hatta kaba kuvvete başvururlar. Bu yüzden akıllı kadınlar hep yalnızdır.
     
    Erkeği onu kandırdığını sanırken, o çoktan ilk kaçamağı yakalamıştır. Telaş yoktur. Çünkü derinlere sessiz inilmelidir ki korkup kaçan olmasın. Bunu düzgün sevdikleri için yaparlar. Amaçları rezil etmek değil, kendisine yapılan haksızlığı tam ve doğru olarak bilme hakkını elde etmektir. Yarım yamalak nefretleri sevmez akıllı kadınlar. Öfkesine değecek düşmanlar lazımdır onlara..
     
    Akıllı kadınlar her şeyini verir ve her şeyini alır. Acıları boylarını aşsa da gıkları çıkmaz. Dillerinde pişmanlık cümleleri dolaşmaz. Kendine olan saygılarını ve ayaklar altına almadıkları gururlarına sahip çıkarlar. Kan kusarlar ama kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler.
     
    Akıllı kadınlar erkeklerini başkalarına ezdirmezler. Kendileri ezerler. Bunu gururlarını incitmeden yapmaya çalışırlar ama sonunda hep haksız olan onlar olur. Onlar önce susar, sonra sorgular, ondan sonra da cevap verirler. Sustuklarında dillerini dikenli tellere dolar, konuşunca önce kendileri kanarlar...
     
    Akıllı kadınların konuşacak çok şeyleri olduğu için suskunlukları da büyük olur Akıllı kadınlar kendini ezdirmez. Akıllı kadınlar salağı oynayamaz. Akıllı kadınlar kendilerine haksızlık etmez. Akıllı kadınlar mış gibi yapmaz. Akıllı kadınlar aşıkken de akıllıdır. Bu yüzden hep yalnız kalırlar.
     
     
     
     
     
     
  9. rina
    İçimdeki sessiz çığlığımmm yeter artıkk ....
     
    s...u...s...t...u...m...
     
     
    susmak bazen en güzel cevaptır...
     
    susarsan dağlar devirirsin...
     
    susarsan sen olursun...
     
    sevdiğini mi söylüyor...
     
    sus...
     
    çünkü birgün o zaten susacak..
     
    konuştuğuna pişman olacaksın...
     
    seni istediğini söylüyor öyle mi?
     
    sus...
     
    çünkü birgün senden vazgeçtiğini söyleyecek...
     
    senin için öleceğini mi söylüyor?
     
    sus...
     
    çünkü birgün baldan da tatlı olacak canı...
     
    senden vazgeçemeyeceğini mi söylüyor?
     
    sus...
     
    çünkü birgün yanında olmadığını farkedeceksin...
     
    konuştuğuna pişman olacaksın...
     
    susarsan anlayacak...
     
    senden vazgeçecek...
     
    senin için ölmeyecek...
     
    seni istemeyecek...
     
    ve...
     
    ve...
     
    birgün o da pişman olduğunu farkedecek...
     
    susmak bazen en güzel cevaptır çünkü
  10. rina
    Küçük bir erkek çocuk, annesine sordu:
    "Niçin ağlıyorsun?" "Çünkü ben kadınım." Diye cevapladı annesi.
    "Anlamadım!" dedi çocuk. Annesi, çocuğu kucaklayıp
    "Hiç bir zaman anlayamayacaksın!" dedi.
    Babasına "Baba, annem niçin ağlıyor?" diye sordu.
    Babanın cevabı: "Bütün kadınlar sebepsiz ağlayabilen yapıdadır" oldu.
    Küçük çocuk büyüdü, yetişkin adam oldu,
    halâ kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi.
    Nihayet öldükten sonra cennete gittiğinde Allah'a sordu.
    " Allahım !" dedi:
    "Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar?"
    Allah:"Ben kadınları özel yarattım!
    Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar,
    doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının
    nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvvetini verdim.
    Başkalarının kuvvetinin kalmadığında;
    devam edecek azmi,
    ailesinin hastalığında;
    yorgunluğa pabuç bıraktırmayacak kudreti verdim.
    Her türlü şart altında,
    hatta kendilerini çok kötü incitseler de,
    çocuklarını sevmek duygusallığını verdim.
    Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının
    yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip
    paylaşmalarına yardım ediyor.
    Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvvetini verdim.
    Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyeceğini fakat
    bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda
    bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim.
    Tek zayıflık olarak kadınlara bir gözyaşı verdim...
    Tamamen kendilerinin sahip oldukları,
    ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere.
    İnsanlık için bir gözyaşı..." diye cevapladı...
    Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu,
    ne de kendini ne şekilde taşıdığıdır.
     
    Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi,
    fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye
    değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır
     
    Bir kadın vardı...
    Mazbut yaşamı,sadeliğiyle
    Yemekler yapardı lezizz
    Bereketli eliyle...
     
    Bir kadın vardı...
    Herşeyiydi çocukları.
    Canı burnunda sefalette,
    Acıyla doğurmuştu onları...
     
    Bir kadın vardı...
    Şaşalı debdebeli davetlere rest çekip.
    Ömrünü çocuklarına hasredip
    Yoklukla savaştı Saçını süpürge edip...
     
    Bir kadın vardı...
    Temizlik,çamaşır,ütü,pazar,çarşı.
    Çalışıp çabaladı yaşamını karartıp,
    Bu acımasız ***** dünyaya karşı...
     
    Bir kadın vardı...
    Annesinin çektikleri yüreğini yakardı.
    Hoşlanmazdı onun bir lokma bir hırka felsefesinden.
    İdeali okuyup çoook zengin olmaktı...
    Ve ona harika bir yaşam sunmaktı...
     
    Yazık ki.! okuyamadı...
    Aşık oldu bir adama vardı,
    Evinin kadını çocukların anası oldu
    Yetişmişti yavruları gururlu...
    Oh.çekip oturacaktı köşesinde huzurlu.
     
    Bir kadın vardı...
    O artık bir duldu,buna inanamıyordu
    Acısını paylaşıp yaşayamadan,
    Kendini yaşlılar evinde buldu.
    Onu oraya bırakan iki çocuğuydu...

    Alıntı
  11. rina
    Birgün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düsürür.
     
    'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve
     
    'Ne diye bağırıyorsun?' der.
     
    Ormancı baltasinı suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.
     
    Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. 'Baltan bu muydu?' diye sorar. ormancı'hayır' diye cevaplar.
     
    Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile
    tekrar belirir ve yine sorar.
     
    'Baltan bu muydu? 'ormancı yine
    'hayır' diye cevaplar.
     
    peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.
     
    'baltan bu muydu?' ormancı 'evet' der.
     
    Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.
     
    Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.
     
    Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düser.
     
    Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. peri yine belirir ve sorar.
     
    'ne diye bağırıyorsun?' ormancı 'karım suya düştü der.
     
    Peri suya dalar ve jennifer lopez le birlikte geri döner.
     
    'Senin karın bu mu?' diye sorar. ormancı 'evet' der.
     
    Peri sinirlenmiştir. 'yalan söylüyorsun. gerçek bu değil' der.
    Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, o na da hayır
    deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.
    Jennifer Lopez e evet dememin sebebi budur.
     
    Bu hikayeden alinacak ders :
     
    Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardir ve bu başkalarının yararı içindir.
     
    (Kendileri için birşey istiyorsalarsa ne olayımm )
     
    VAR MI DAHA ÖTESİ ???????
  12. rina
    Hayata hiç isyan etmeyin.
    Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil değil.
    Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı.
    Başımıza gelenler de eşit değil.
    Önce hayatın adil olmadığını kabul etmelisiniz.
    İşine akıl erdirebildiğiniz bir Tanrı, Tanrı değildir.
    "Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir
    mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer
     

     
    Yüklenir ve havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz. Diğer hastalar
    onunla alay ederken bir şey söyler:
    "Ben en azından denedim".
    Siz gerçekten denediniz mi?
    Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz?
    Hayata Windows 98'den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz?
    Oysa hayat hepimizin avuçlarının içinde,
    Kiminin nasır tutmuş parmaklarında
    Kiminin boyalanmış ellerinde,
     

     
    Kiminin gömleğinde ki ter kokusunda ,
    Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde.
    Nasıl istersek, neye karar verirsek hayat orada var.
    Güneş, her sabah yeniden doğuyor,
    Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde ağarıyor ve siz,
    Eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz.
    Yeter ki gülümseyin
    Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan...
     

     
    Bu iletiyi içinizdeki çocuktan uzak tutunuz.
    Zira, siz bu iletiyi okuduktan sonra içinizdeki çocuk, özgürlügüne
    kavusmak isteyip basiniza dert açabilir.
    Bu iletiyi yazan ve/veya size gönderen kisiyi, mümkünse kalbinizin
    derinliklerinde bir yerde muhafaza ediniz.
    Bu dünyadaki varliginizin, dostlarinizin var olmasina bagli
    oldugunu,
     

     
    Bazen bir çiçek yada küçük bir tatli sözle bile kirik bir kalp
    tamirinin mümkün oldugunu,
    Özür dilemenin, tesekkür etmenin ve sükretmenin "ERDEM" oldugunu,
    Bu iletiyi yazan ve gönderen kisinin, hiç tanismiyor olsaniz bile
    ASLA UNUTMAYINIZ.
    "BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT HER SEYE RAGMEN..."
    demeyi ihmal etmeyiniz..
     
    ALINTI...
     
     
    Bu da nerden çıktı rinaaaa demeyinnn yaa....dün gece bir radyoda yayındayımmm çok güzel çok tatlıı bir ortammm konusuyoruz gülüyoruz yani kısaca çok güzel bir hava varr....
     
    bir arkadaşimmm rina istek var dedii....
    buyur dedimm...
    ne dilerseniz dileyin benden dedim ama şarkı olarakkk...
     
    saolsunnn yazdı ortaya....
    yazmaz olaydııııı.......dermişimmmm.....
     
    Uğur Işılak____-Aşkın cenazesi var ...rica dedi....
     
    o ne yaaa dedimm...
     
    hiç duymadımm ya aşkın cenazesi olurmu....yada öyle bir şarkı yazılırmı....
    var var dedi...yolluyorummm....
     
    saol agbeyy dedimmm....
     
    geldiiii benim şimidye kadar hiç dinlemediğim sarkiii....
     
    attım miksere ...başaladı şarkıııı....
     
    bende tik yokkk....rinaaa uçtuuu....
     
    ya millet neler yazıyorrr bizde yazıcaz diye ortalarda geziyoruz....
     
    hayata dairrr.....buyur hayattt.....
     
    bilmiyorum ama kaç kez dinlettim onlara.....rina yeter dedilerrr ....mikser takıldıı dedimmm...
     
    dinlemekle kalsa iyi gece yatıyorum dilimde bu şarkı....sabah unuturum dedimmm....
     
    cikssssss....
    ne unutmasıı ....
    radyoyu açtımm....
    10 kezdir hala çalıyorummmm....
     
    birazdann lokmasını dökeceğimmmm .....cenaze kalktııı....
     
     
    kendime gelmek için hemen bu yazıyı okudum baktım güzelll sizinle paylaşmak istedimm....
     
     
     
  13. rina
    Bazı şarkılar vardır....
    dinlerken o şarkıda erirsiniz yok olursunuz...
    Sizi bir yerden alır bambaşka bir dünyaya götürür...
    ayaklarınız yerden kesilir dinlerken...
    bir sevda yeli gibidir heyecanlandırır....
    Her enstruman sizin duygularınızı seslendirir sanki...
    her nefes soluğunuz olur....
    her parmak ucu yüreğinizin tellerine dokunur...
    her vuruş daha coşturur...
    gençken olduğu gibi deli akmaya başlar kanınız damarlarınızda...
    herşey kıpırdamaya başlar...
    eskiye dair ne varsa hortlar köşelerden....
    Karşınıza dikilir....
    Yerinizde duramaz olursunuz...
     
    Bazen de bir şarkı sizi geçmişe götürür...
    Eski anılarınız eski aşık olduğunuz günlerdeki tonuyla çarpmaya başlar kalbiniz...
    Herşey koyudan açığa renk değiştirir mevsim bile değişir neredeyse.....
    Gökkuşağı baş aşağı gelir salıncağınız olur melodinin ritmiyle kolan vurursunuz bir bulutdan diğerine....
    Anılarınızdaki gibi on sekizinizdesinizdir pistte.....
    İnceciktir beliniz ve pırıl pırıldır teniniz....
    Sımsıcak bir el belinize sarılmıştır ve sizin ayaklarınız yerden kesiktir.....
     
    Bazen bir şarkıda aynaya bakarsınız, sakin bir deniz ayaklarınızı okşar gibi değer melodi ruhunuza...
    Ya da bir sallanan sandelyede kucağınızda kedinin mırıltıları gibi değer göz kapaklarınıza....
    usulca yumarsınız gözlerinizi ışığa...
    Ve kendi dünyanızdaki ışıklar süzülür kirpiklerinizin arasından...
    Her enstruman bir huzurla dokunur beyazlamış saçlarınıza....
    Sevgilinizin elidir ve yıllardır aynı şevkatle okşuyordur sizi bu ezgide.....
     
    ......................................
     
    ............................................................
     
    Bazen ....
    bazen o kadar hüzünleniyorum ki...
    her giden bir anı bırakmış benliğime öyle bir anı ki dinlediğim şarkılarda onu yaşıyor onu anıyorummm ....
    o şarkıyla birlikte,yanımdaki kişinin hiç önemi yokmuş gibi sadece onu yaşıyorum öyleki sadece onun nefesini duyuyorum....
    onun için nefes alıyorum....
     
    Sen benim şarkılarımsın diyorum.....
     
    Kendime hep bunu sordum..
    neden diye.....
    nedenine karar verdim....
    her giden bende bir şey bırakıp gitmişte ondan....
    saçlarımda beyazlar ,yüzümde çizgiler,ruhumun en ince derinliklerinde anılar....
    sedece kalbimdeki damarları alıp gitmiş.....
     
    Bu duyguları yaşamakta çok güzel....
    Benim için bu şarkı gelsin....
    Anılarrrrr....
     
    Sevgiyle Kalınız....
     
    Şahnaz (Rina) unutmuşum eklemeyii
  14. rina
    Öyle değil iste. Istiyor. Insan herseyi istiyor.
    Hem de ayni anda... Nedir bu her ş ey?
     
    Yaptığın işi, iyi yapmaya calışacaksın.
    Kafa patlatacaksin.
    Uyduruk kaydırık olmamasına ugraşacaksın.
    Bu yeterince zor zaten.
     
    Sabah aksam işle yatıp kalkman gerekiyor. Ama iste an geliyor, o da insani kesmiyor.
    Insan, yatagına is dışında, baska seyler de almak istiyor!
    Ee peki, âşık oldun diyelim. Sanki bir iliskiyi yürütmek kolay? O da inanilmaz emek istiyor.
    Diyelim ki, iyi gidiyor. Şükrediyorsun. Ama bu sefer ne o luyor?
    Iki kisilik bir dünyada Kucuk Prens ve Kucuk Prenses olarak yasamaman gerekiyor.
    Sosyal hayatin da olacak. Gideceksin, dostlarinla, arkadaslarinla vakit gecireceksin.
    Peki, anladik, onu da yaptin. Ama kendini de beslemen gerekiyor. Ruhunu yani. Okunacak kitaplar, gezilecek sergiler, izlenecek
    filmler var. Ne yazik ki is, ruhla da bitmiyor. Butun bunlari yaparken bakimli ve guzel olmak icap ediyor.
     
    Ee 40 yasindan sonra da iyi durabilmek için epey bir çaba gerekiyor
    Spor yapacaksin spor! :boom:
    Yine fedakarlik: Ya sabahin korunde kalkip bir saat yuruyeceksin
    Ya da iş çıkışında herkesi ekip yüzmeye gideceksin
     
    Ay bitmiyor!
     
    Paran olmasi gerekiyor,
    sabrin olmasi gerekiyor,
    vaktin olmasi gerekiyor,
    berbere gitmen gerekiyor,
    dip boya yaptirman gerekiyor,
    manikur, pedikur, sonra aileni ihmal etmemen gerekiyor,
    varsa kedinle günde en az bir saat sarmas dolas olman gerekiyor,
    Onun sagligi, senin sagligin, evin bakimi, onarimi, arabanin durumu...
    Ee ne oluyor?
     
    Sucluluk ve vicdan azabi içinde kivraniyorsun. Sürekli bir yerlere yetişmeye
    calisiyorsun. Beceremiyorsun. Hepsinin altindan kalkmaya calisinca da... Toptan çuvalliyorsun!
     
    Iyi bir is mi cikardin, patronun 'Bugün amma da cirkinsin!' diyor.
     
    Guzel mi gorunuyorsun, bu sefer isinde 'low profile' oluyorsun.
    Evin güzel mi oldu, ha ha ha parasiz kaliyorsun. Tam kendini iyi hissediyorsun, bu sefer de sismanlamaya basladigini farkediyorsun.
     
     
    ALINTI
     
    Ben kaçmak istiyorum!
    Ben bu yazı üstüne çığlık atmak istiyorum.
     
    AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA
  15. rina
    Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum.
    Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım.
     
    Yaşamayı öğrendim.
    Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
     
    Zamanı öğrendim.
    Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağım, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
     
    İnsanı öğrendim.
    Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
     
    Sevmeyi öğrendim.
    Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
     
    İnsan tenini öğrendim.
    Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
    ÖĞRENDİM İŞTEEEEEEE
    Evreni öğrendim.
    Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
     
    Ekmeği öğrendim.
    Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini... Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
     
    Okumayı öğrendim.
    Kendime yazıyı öğrettim sonra...
    Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
     
    Gitmeyi öğrendim.
    Sonra dayanamayıp dönmeyi...
    Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
     
    Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
    Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
    Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
     
    Düşünmeyi öğrendim.
    Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
     
    Namusun önemini öğrendim evde...
    Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
     
    Gerçeği öğrendim bir gün...
    Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
    Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim....
     
    ........................................................................................
     
    Bir ömür yetmezzz daha çok öğreneceğim şey var..
     
     
     
  16. rina
    Yerin seni çektiği kadar ağırsın...
    Kanatların çırpındığı kadar hafif..
    Kalbinin attığı kadar canlısın...
    Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
    Sevdiklerin kadar iyisin...
    Nefret ettiklerin kadar kötü..
    Ne renk olursa olsun kaşın gözün...
    Karşındakinin gördüğüdür rengin...
    Yaşadıklarını kâr sayma:
    Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
    Ne kadar yaşarsan yaşa...
    Sevdiğin kadardır ömrün..
    Gülebildiğin kadar mutlusun...
    Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin...
    Sakın bitti sanma her şeyi...
    Sevdiğin kadar sevileceksin...
    Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer...
    Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın....
    Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
    Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın....
    Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret...
    Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın....
    Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın...
    Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak....
    Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın...
    Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü....
    Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
    İşte budur hayat! İşte budur yaşamak...
    Bunu hatırladığın kadar yaşarsın....
    Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün...
    Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun...
    Çiçek sulandığı kadar güzeldir...
    Kuşlar ötebildiği kadar sevimli...
    Bebek ağladığı kadar bebektir...
    Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin...bunu da öğren!!!
     
    SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN... .
     
    Can Yücel
  17. rina
    Ateş, su ve ahlak bir yolda buluşmuşlar. Tanıştıktan sonra bir muhabbete tutuşmuşlar. Başlamışlar kendilerini tanıtmaya.
    ATEŞ,SU VE AHLAK.......
    Ateş başlamış söze.
    Bendeniz ateş: Ben demiş aşığımdır kimi zaman karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim. Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse. Çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir der ve ekler ateş. Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa kimi zaman yangın olurum ansızın yakalarım en boş anlarda der. Onun için benimle aranızı iyi tutun der.
     
    Su başlar söze.
    Bendeniz der su: Hayat kaynağıyımdır. Yokluğum çok kötüdür. Ben olmazsam yaşayamaz mahlukat. Her hayatta ben varım der. Benim olduğum yerde hayat. Sonra başlar ateşin yaptığı gibi zararlarından bahsetmeye.
     
    Fakat der ben bir kızarsam sel olurum bazen, bazen bir fırtınayla gelirim ne varsa yutarım der. Onun için benle aranızı iyi tutun der.
     
    Sıra gelir ahlaka.
    Bendeniz ahlak: Hayat düzeninde benim yerim başkadır der. Benim hiç bir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem der.
    Sonra ateş girer söze.
    Ben bu arkadaşlığı çok sevdim der. Hani olurda bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl buluşacağız der ?
     
    Su cevap vermiş:
    “Nerede bir şırıltı, çağıltı duyarsanız ben oradayım.”
    Ateş'e sorarlar,
    “Seni yitirirsek ne yapalım"
    “Bir duman gördüğünüz yerde bilin ki ben varım.”
     
    Su ve ateş birlikte Ahlak'a döner ve sorarlar;
     
    "söyle ahlak peki ya seni kaybedersek nasıl buluruz?"
    Ahlak'ın cevabı şu olur:
     
    Üzgünüm arkadaşlar;
     
    "beni kaybederseniz bir daha bulamazsınız !!!"
     
    ALINTI...
     
     
  18. rina
    güvercinin telaşlı kanat çırpışındaki ses mi?
     
    yoksa,
    kelebeğin kanadındaki inadına sessiz bir çığlık gibi mi?
     
    ya da, tuz-buz olan bir sırçanın
    haykırışı gibi mi?
     
    nasıl bir sestir ki, perişan eder bizi duyduğumuzda?
     
    ne kalpler kırdık
    bilmeden.. ya da bile bile......
    ne setler koyduk aramıza bu kırılmış kalplerden de..
     
    sonra aşmaya çabaladık durduk çok...
     
    dokunmak istedik, ulaşamadık....
     
    ulaşmak istedik, kendi ellerimizle kurduğumuz
    setler engel oldu yine kendimize.....
     
    oysa,
    nasıl da kolaydı yıkıvermek han duvarlarını....
     
    sıcacık bir gülümseme,
    içten bir çift gözle birleştiğinde,eritmez mi en büyük buzulları?
     
    esirgedik birbirimizden maliyeti sıfır olan
    gülümsemelerimizi...
     
    kolay geldi bencillik en dar anlarda.. koyuvermek.. koyup kaçıvermek....
    kaçarken bakmamak ardımıza
     
    ya da,
    bakıp da görmemek... görmek istememek...
     
    her ne varsa...
     
    oysa, ne de kolaydı düşmanlığı yoketmek,
    sıcacıık bir gülümsemeyle... olmaz dedik.
     
    o bana düşman
     
    denemedik bile hiç.. korktuk belki de yanılacağımızdan..
     
    oysa hayat ne de kısa..
     
    düşünmek
    için bile vakit yokken....
    bile bile zehir ettik günlerimizi..
    kavgalarla..
    itişip kakışmakla harcadık
    dünlerimizi...
     
    ziyan ettik hem düne.. hem bugüne.. hem de yarınlarımıza..
    sahi,kalp kırıldığında nasıl
    bir ses çıkarır?
    duydunuz mu hiç?
    ben ne zaman dinlesem bir cam parçalanışı hissediyorum
    peki ya siz?
     
    ALINTI...
     
     
    ''''Yine bir yerde cam parçalandıııı galiba yine kırıldı zavallı kalbimmmm'''''
     
     
     
     
     
  19. rina
    Çok eskidendi belki el öpmeler, kenarı dantelli mendiller içinde şekerler,
    avuca zor sığan kocaman 2,5 liralık bayram harçlıkları...
     
    Postacının getirdiği, uzaktaki dostların bayramı kutlayan bayram kartlari...
     
    Aniden yok oldular, yittiler eskilerde bir yerlerde.
     
    Yıllarca sadece seyahate gidenler tesadüfen karşılaştılarsa
    kutladılar birbirlerinin bayramlarını.
     
    Artık bayramlar sadece birer "fırsat" oldu, yorgun bedenlerin
    dinlenmesi için...
     
    Ve birgün sanal alemle tanıştık ve yeniden hatırladık
    bayramlaşmanın keyfini...
     
    Kenarı dantelli mendiller, parlak kağıda sarılı şekerler, madeni
    2,5 liralık bayram harçlıkları yoktu belki ama bir küçük haber
    vardı dostlardan;
     
    uzun süredir karşılaşmadığın, hala aynı adreste olup olmadığını bilmediğin...
     
    Sanal da olsa hatırlandığını, unutulmadığını öğrendiğin..
     
    ...Ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi:
     
    Bol şans ve gerçekleşen hayallerle dolu, dopdolu bir bayram geçirmenizii diliyorum hep beraber..
     
     
    HAYIRLI BAYRAMLAR
  20. rina
    Bir kitap olsaydı hayatın, gönül kütüphanesinin neresine koyardın onu? Tarih kitaplarının mı, felsefe kitaplarının mı, romanın mı, şiirin mi, yoksa günlüklerin arasına mı? Göze çarpan bir yerde mi durmasını isterdin veya dikkatle bakanların bile göremeyeceği bir yere mi yerleştirirdin onu? Sık sık açıp okur muydun hayatının kitabını, yoksa sadece ayda yılda bir, tozunu silmek için mi eline alırdın? Veya büsbütün unutarak onu gönlünün hiç bakmadığın bir köşesine mi atardın? Peki kitabını eline alan sonuna kadar okur muydu, yoksa hemen sıkılır atar mıydı?
     
    En hüzünlü ve en sevinçli anlarında, hattâ; 'Hayatımda ilk kez yaşadıklarım.' yazısının olduğu yerlerde, kâğıdın ucunu katlayıp kitabını bırakan bir okuru görsen ne hissederdin? Senin için en zor anları gülümseyerek, en mutlu anları acıyrak ve en ilginç anları da anlamadan okuyanlara ne derdin okuyup bitirdiklerinde? Kararsız olduğun zamanlarda, sonucu yanlış tahmin edenlere veya girişeceğin işlerde akıl öğretmeye kalkanlara ne derdin? O da az gelirse, kendine acıyrak o beğenmediğin ömrün anlarını yeniden yaşamak, tamamen farklılaşarak yaşamak ister miydin? Yoksa bütün olmuş bitmişleri boş mu verirdin?
     
    Hayatının muhtevasına değil de, kitabının inceliğine kalınlığına bakanlar olsa moralin nasıl da bozulurdu değil mi? Harflerin küçüklüğü büyüklüğü ile ilgilenenlere, üstelik cümlelerin kısalığından hoşnutsuzlara; o cümle, kelime ve harfleri yaşayan biri olarak acı acı gülümser miydin? Heyecanla sonuç bekleyenlere ilgiyle bakar mıydın okurlarken?
     
    Hayatın bir eser olsaydı, sen edip olarak en çok hangi bölümlerini severdin? Hangi sayfalarını yırtıp atmak, hangi satırları tekrar tekrar okuyup altını çizmek, hangi cümleleri bir daha yaşamak isterdin? Ve hayatın kitap olmaktan; kitap senin hayatını anlatmaktan memnun olur muydu?
     
    İkinci, ardından üçüncü ve dördüncü baskı yapar mıydın? Yoksa kitaplıkların raflarında yıllarca gereksiz, sade bir eşya gibi bırakır mıydın?
     
    Hayat kitabının dış baskısına önem verir miydin? Sayfaların en kaliteli kâğıttan olmasını ister miydin? Veya saman kâğıtları kendine lâyık görür müydün?
     
    Kapağına nasıl bir resim koyardın? Bir resmi belge mi; gülen, düşünen, ağlayan veya sırtını çevirip giden bir portre mi olurdu kitabının dış yüzünde?
     
    Kitabına ne isim verirdin: 'Yaşadıklarım', 'Hatıralarım', 'Doğrularım', 'Yanlışlarım', 'Hayat Ne Kadar Kısaymış' veya 'Aşk ve Nefretlerimin Antolojisi' mi olurdu adı eserinin?
     
    Ve her şeyden önemlisi, başka kitaplardan ne farkı olurdu, fazladan ne anlatırdın, farklı olarak neyi vurgulardın, neyi söylemeyi gereksiz bulup geçerdin? Muhtevası daha fazla ne öğretirdi okuyana, ne ders çıkarırdı? En güzel yeri neresi olurdu? Başlangıcı mı, ortası mı, yolunun sonu mu, hepsi mi, yoksa hiçbir yeri mi?
     
    Ne uslupla, hangi kelimelere ağırlık vererek yazılmış olurdu? Yoksa kalb diliyle mi yazılmış olurdu hemen bütün satırları?
     
    Hayatın kitap olsaydı, o kitabı sever miydin? Senin başucu kitabın olur muydu? Konuşurken, yazarken, hayal ederken ona not alır mıydın? Yoksa, görmezden mi gelirdin, inkâr mı ederdin, utanır mıydın yaşadıklarından?
     
    Hayatın kitap olsaydı, hayatı özetler miydi, yahut sayısı bilinmeyen seri kitaplardan biri mi olurdu ömür sayfaların?
    Hayatın kitap olsaydı...
     
    ALINTI...
     
     
    UMARIM HAYAT KİTABINIZ HEP GÖNLÜNÜZÜN KÜTÜPHANESİNDE KOYDUĞUNUZ EN GÜZEL YERİNDE ÖMRÜNÜZCE KALIR!!!
     
    ...SEVGİYLE KALINNN....
  21. rina
    Farkında Olmalı İnsan...
    Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
    Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...
    Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
    Fark Etmeli.
    Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
    Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
    Fark Etmeli.
    Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
    Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
    İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını
    Fark Etmeli.
    Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
    Baskın Yeteneğini
    Fark Etmeli Sonra.
    Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
    Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
    Fark Etmeli İnsan
    Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
    Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
    Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
    Fark Etmeli.
    Eşref-İ Mahlûkat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Ve Ona Göre Yaşamalı.
    Gülün Hemen Dibindeki Dikeni Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
    Fark Etmeli.
    Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
    Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
    Fark Etmeli.
    Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
    Fark Etmeli.
    Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini Ama Arka
    Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
    Fark Etmeli.
    Zenginliğin Ve Bereketin Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
    Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
    Fark Etmeli.
    FARK ETMELİ.
    Ömür Dediğin Üç Gündür,
    Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
    O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.
     
    Can Yücel
     
  22. rina
    Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onlarin belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim oldugumuzu ya da olmak istedigimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüregimizin derinliklerinde hissederiz. Bu insanlarin kim olacağını asla önceden kestiremezsiniz; belki oda arkadaşınız, komşunuz, uzun zamandır görmediginiz bir arkadaşınız, sevgiliniz ya da belki de sadece göz göze geldiginiz bir yabanci. Her kim olursa olsun, o kader anında hayatınızın bir biçimde etkilenecegini bilirsiniz.
     
    Bazen de hayatınızda öyle olaylar yaşarsınız ki; o anda bu olaylar size korkunç, acı dolu, haksız gibi görünür. Ancak fırtına dindikten sonra; bütün bu olayların üstesinden gelmemiş olsaydınız, asla potansiyelinizin, gücünüzün, azminizin ve yürekliliğinizin farkına varamayacagınızı anlarsınız.
     
    Her olayın bir gerçekleşme nedeni vardir. Hiçbir sey tesadüfen, kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez. Hastalık, yaralanma ve deneyimsizlikler, ruhumuzun sınırlarını test eden olaylardır.
     
    İster olaylar, ister hastalıklar, ister ilişkiler olsun, bu küçük testler olmasaydı hayat hiçbir yere varmayan düz ve sıkıcı bir yol gibi uzayıp giderdi. Güvenli ve rahat, ancak boş ve amaçsız. Yaşamınızı, başarılarınızı ve düşüşlerinizi etkileyen insanlar, kimliğinizi yaratan insanlardır.
     
    Kötü deneyimler bile birilerinden ögrenilebilir. Bu dersler en zor, ancak büyük bir ihtimalle en önemli olanlardır.
     
    Eğer biri sizi kırar, ihanet eder ya da üzerse, size güveni ve kalbinizi açtıgınız birine karşı dikkatli olmayı öğrettikleri için onları affedin. Eğer biri sizi severse, siz de bunun karşılıgında onu koşulsuz sevin; sadece onlar sizi sevdiği için değil, size sevmeyi ve onlar olmadan göremeyeceginiz ya da hissedemeyeceginiz seylere kalbinizi ve gözlerinizi açmanizi ögrettikleri için. Her günün tadını çıkarın. Her anın değerini bilin ve belki de tekrar yaşayamayacagınız bu andan alabileceğiniz en fazla şeyi almaya bakın.
     
    Daha önce hiç konuşmadıgınız insanlarla konuşun, onları dinleyin, Aşık olun, zincirlerinizi kırın ve gözünüzü zirveye dikin. Başınızı dik tutun, çünkü bunun için her türlü hakkınız var. Kendinize büyük bir insan olduğunuzu tekrarlayın ve kendinize inanın. Eğer kendinize inanmazsanız, hiç kimse size inanmaz. Hayatınızı nasıl istiyorsanız öyle şekillendirebilirsiniz.
     
    Kendi özgün yaşamınızı yaratın, dışarı çıkın ve onu yaşayın...
     
    UNUTMAYIN;
     
    OYUN BİTTİĞİNDE ŞAH VE PİYON aynı torbaya konur
     
     
     
    Sevgi gününüz kutlu olsun
  23. rina
    güneşle ıslanmaya uyanmak
     
    Uzun zamandır sinsice yerleşen bir telaş var ellerimde,
    nereye koysam, ne iş yapsam gitmiyor bir türlü bu dalgalanmalar.
    hiç bir işe yetişemiyorum, hep yarım kalan resimler, oyalar, bulaşıklar..
     
    aslında kalbimin sızısını ellerime yükledim, hiç bir şeye mecbur değilken üstelik.
     
    neyi tamam olabilir ki insanın, bir kendi eksikken kendine.
     
    rüya kadar bile bellirgin değilken hiç bir suret, kimden ödünç aldığım bile muamma olan karışık bir gülüş yapışıp kalmış öylece en eski fotoğraflarıma..
     
    erken doğum sanki dünyayı bilmek..bilmek diyorum.
     
    cezası yaşamak olan fani bir can yüklü, emanet yürekte..
    saati kıyametime ayarlı.
    anlayışsız olsun isterim mesela dillerim, anısız bir sabaha kalkmanıın tadını aldığımda, bir yudum, sade bir yudum çay serinliğinde.
     
    kelimeleri naftalinleyip, susturacağım bir gün..
    kalbimi susturacağım, gözlerimi, ellerimi, deli deli koşan ayaklarımı, elvedasız susturacağım..
    hesapsız, hesapsız, hesapsız savrulacağım,
    bütün kanadını güneşte yakmış turnaların kirpiklerinden atacağım, bütün erken doğumları..
    doğumsuz, batımsız bir gün yakaladığımda, bir çağlayanın tepe noktasından atlayıp atlayıp boylayacağım, saçından yakaladığım dünyanın DORUK'larını..
     
    bu ellerimle diktiğim tüm ağaçların, ardımdan geleceklerini biliyorum.yine biliyorum dedim..
    aldanmadan aldatmadan yaşamak,
    yalansız dolansız tırnak geçirmek kayalara..
     
    bildim,
    bildin mi mevsimler içinden en bulutsuz küheylanların, bembeyaz yelelerini..
  24. rina
    Bazen deniyor ki neye ihtiyacınız varsa o dönüp sizi bulur...Hayatımın şu noktasında böyle bir yazı inanılmaz bir tesadüf mü desem bilemiyorum..Ama çok hoş ve güzel bir yazı..Ben bunu elimden geldiğince uygulamaya karar verdim..Umarım sizin içinde bir yerde hayatınıza dokunan satırlar vardır.Biraz uzun bir yazı ama lütfen okuyun ....Sevgiyle Kalınız.....RİNA...
    Akışa Güvenmek
     
    Eylül... Sonbahar mevsiminin başlangıcı... Her yeni mevsim bir önceki dönemi bırakma, yeniye hazırlanma ve yeni bir başlangıç dönemidir... Doğada akış mükemmeldir... Yaşamımızda sadece doğanın işleyişine baksak bile hayatımıza dair o kadar çok şey çözülür ki...
     
    Güneş hiçbir zaman yarın yeniden doğar mıyım diye korkmaz, sadece doğar... Ağaçlar çiçekler doğanın akışında zamanın gerektiğine uygun şekilde hareket eder, zamanı geldiğinde çiçeklerini açar, zamanı geldiğinde kışa hazırlanmak için yapraklarını döker, çıplak kaldım acaba bir sonraki dönem çiçek açar mıyım diye korkmaz... Çıplak kaldım hiç yaprağım yok insanlar benimle dalga geçerler mi diye düşünmez...
    Rüzgar estiğinde hiçbir ağaç direnç göstermez, rüzgarın estiği yönde eğilir, direnç gösterdiğinde, rüzgarın tersi yönünde hareket ettiğinde zarar göreceğini, dallarının kırılacağını bilir... Denizler yükseldiğinde geri çekileceğini de bilir... Geceleri gökyüzünü aydınlatan ay, ben hep dolunay kalmak istiyorum hiç yeni ay şeklini almayacağım demez...
    Gece gündüzü, gündüz geceyi, aylar mevsimleri, mevsimler birbirini takip eder... Yaz biter güz başlar... Yavaş yavaş yapraklar dökülmeye başlar... Artık yazın bittiğinin haberi gelir... Her bitiş yeni bir başlangıçtır... Yeni bir şeyin başlayabilmesi için eskiyi bırakmak gerekir... Değişimleri sevgiyle kabul etmek ve o anın tadını çıkarmak gerekir... Çünkü her yeni dönem en mükemmel haliyle gelir.
    Aslında insanların yaşamları da doğadaki akış gibi... Onu kontrol etmeye çalışan, tutunan, yapışan biziz... Bu yüzden yaşama dair isteklerimizin gerçekleşmesini engelleyen de biziz... Tek yapmamız gereken akışta olmak akışa uyum sağlamak...
    Hamile bir kadın bu çocuk burada iyi, doğum yapacak cesaretim yok dese de doğum gerçekleşiyor, kimse yaşamı boyunca işsiz kalmıyor tabii kendisi bunu istemediği müddetçe... En parasız olan bir kişi bile ailesinde gerçekleşen bir ölüm için cenaze parasını bulabiliyor, kimse bu dünyada aynı bedende sonsuza kadar yaşamıyor, doğumlar oluyor, çocuklar büyüyor, yaşlanıyor, ölümler gerçekleşiyor... Kimse ben hep çocuk kalacağım, ya da ben hiç ölmeyeceğim diyemiyor... Gidenler yerini yenilere bırakıyor... Aslında bu dünyada her şey olması gerektiği gibi, olması gerektiği zamanda, akışta, gerçekleşiyor...
    Akışta olmak için ne yapmak gerekiyor?
    Şu an yaşamınızda her şey çok kötü olabilir... Belki işsizsiniz, belki hiç paranız yok, belki çok kötü giden bir ilişkiniz var ya da yapayalnızsınız... Belki bu sorunların hepsini ya da birini yaşıyorsunuz... Ne yaşıyorsanız yaşayın şunu unutmayın: Akışa güvenin, yaşanan bu durum düzelecek. Hiçbir zaman böyle kalmayacaksınız... Sadece bu bir dönem... Sizin için yaşanan bir dönem... Dibe vurdunuz evet ama kendinize dönüp bakmak için, ne istediğinizi, yaşamda nasıl var olmak istediğinizi bilmek adına bunu yaşamanız gerekiyordu...
    Bu durumda olduğunuz için kızmayın kendinize ya da başkalarına... Suçlamayın kimseyi... Yaşadığınız sorunlara tutundukça, endişeli oldukça çözüm uzaklaşıyor... Endişe dolu duygulardır çözüm bulmamıza engel olan... İlk başta şunu fark edin... Yaşadığınız olumsuz olaylar yaşamınızı yönetmeye başladıysa siz akışta değilsiniz... Yaşamın içindeyken insanlar korkularının, olumsuz duygularının farkına varamazlar... İyi bir ilişkiye sahip olduğunu sanır ama mutsuzdur, işinde iyi para kazanıyorsa yaptığı işin onu mutlu ettiğini sanır, ama yaratıcılığını kullanamadığı sinir ve stres içinde yaşadığı bir işi vardır...
    Yaşam koşturması içinde dönüp bakmaz kendine... Ben neredeyim, ne yapıyorum, yaptığım bu şey bana mutluluk veriyor mu diye... Parasızlık korkum mu var? Yalnızlık korkum mu var? Yaşama güveniyor muyum? diye düşünmeyiz hiç... Hayatın kıyısından köşesinden tutmuş yaşıyoruzdur... Olumsuz duygular, inançlar insanı aşağıya çeken bir enerjiye sahiptir... İlerleyemez insan... Olduğu yerde duruyordur... Bu yüzden bazen sıkıntılı durumlar fiziksel hayatımızda kendini gösterir... Aslında evren bize bağırıyordur... Akışta değilsin... Korkuların seni yönetiyor... Yoldan çıktın... Direnç gösteriyorsun... Dön duygularına bak iyileştir... Bırak olumsuzluğu, bırak korkuları... Sen güvendesin... Sevgiyle dimdik dur hayatta...
    İşte ancak işsiz kalınca durduk ve baktık... İlişkimiz bitince durduk ve baktık... Hasta olunca durduk ve baktık kendimize... Evren sonunda size sesini duyurdu... Evren size akışta olmadığınızı ancak böyle gösterebilirdi... Sorduk kendimize ben nerde hata yaptım diye?
    Her zaman olduğu gibi yine yaşamımızın sorumluluğunu almaktan kaçtık, başkalarını suçladık... Hata hep başkasında... Patronda, eşinizde vs... dedik çıktık işin içinden...
    Peki biz ne yapıyoruz da yoldan çıkıyor akıştan kopuyoruz? Hangi düşünce ve davranışlar buna neden oluyor?
    Korkularla hareket ediyoruz, inancımızı ve güvenimizi kaybediyoruz, yaşamı kontrol etmeye çalışıyoruz... Bırakmaktan ve yeniye geçmekten korkuyoruz, tutunuyoruz, direnç gösteriyoruz ve yapışıyoruz hayata, sorunlara, insanlara... Yeninin belirsizliğinden, değişimlerden korkuyoruz.
    Halbuki doğa ne güzel anlatıyor kendisini... Kışa hazırlanırken yapraklarını dökmekten korkmuyor hatta yaprakları bırakırken ayrı bir güzellik veriyor... Rengarenk oluyor o yapraklar... Bedeni çıplak kalıyor ağaçların ama kış için bunu yaşamaları gerekiyor, çünkü daha güçlü duruyor ayakta... Soğukla, yağmurla, karla daha iyi baş edebiliyor... Biliyor yapraklarını bırakmamış olsaydı daha büyük bir zarar göreceğini... Ağaçlar biliyor ki yeni döneme girdiklerinde daha da büyüyecek genişleyecek yaprakları daha da çoğalacak... Aslında doğa kendini yenilemekten her yeni gelene sevgiyle merhaba demekten, bir önceki dönemi bırakmaktan hiç korkmuyor... Her yeni dönemin hem tadını çıkarıyor hem de bizlere öğretiyor, yaşadıklarıyla huzur veriyor... Doğa çok şey öğretiyor bizlere...
    Yaşam bize vermiş olduğu mesajları duymamazlıktan geliyor, görmüyor ve ret ediyoruz...
    Gibi yaparak yaşıyoruz... Mutlu gibi, zengin gibi, sorun yok gibi, her şey yolunda gibi, inançlı gibi, güçlü gibi... Sorun olarak görülen hiçbir şeyi çözmüyor üstünü örtüyoruz... Ama zaman geliyor üstü örtülen her şey tek tek ortaya çıkıyor... Yaşamı, insanları, olayları kontrol etmek her şeyi kendi istediğimiz şekle sokmak için o kadar çok mesai harcıyoruz ki yaşamın neresinde olduğumuzu ne istediğimizi yaşamımızda hangi noktayı iyileştirmemiz gerektiğini göremiyoruz... Gerçeklerle yüzleşmek, kim olduğumuzu bilmek ağır ve zor geliyor... Şikayet edilen hayata devam etmek daha kolay geliyor...
    Hangisi zor sizce? Kendinizle yüzleştiğinizde gördüğünüz sıkıntılarınızı, korkularınızı, yaşadıklarınızı, geçmişinizi bırakmak mı? Ne istediğinizin farkındalığıyla yaşamak mı?
    Yoksa sıkıntılarla dolu hayata mutsuz yaşamınıza ömür boyu aynı şekilde devam etmek mi?
    Geçmişte yaşamış olduğunuz olayları değiştiremezsiniz... Ama yaşanan olaylarda izler bırakırız, duygularımız o olayla birlikte orada kalır ve o duygular geleceğe taşınır... Şöyle düşünün çocukken trafik kazası geçirdiniz... Bu kaza olmuştur bunu değiştiremezsiniz... Ama sizin orada bırakmış olduğunuz korku dolu duygularınız siz her arabaya bindiğinizde sizinle gelir... Yaşam kaliteniz düşer... Her an stres ve korkuyla bir yaşam başlar hayatınızda... Kötü yapılmış bir evlilik, terkedilmeler, ayrılıklar, ölümler, cinsel taciz, yaşanan bir iflas, cinayet vs... olaylar değildir aslında geleceğe taşıdığınız, o olaydaki duygulardır... Nlp'de time line diye bir teknik kullanırız... Olumsuz duyguları kabullenmenin getirdiği güçlü enerjiyle değiştiririz geçmişin izlerini, olaylara yapıştırdığımız duyguları bırakırız ve geleceğe güzel düşünceler, niyetler ve hedeflerle başlamanıza yardımcı olur bu teknik...
    Bu çalışmanın sonunda yaşanan olay orada geçmişte durur ama duygular iyileştiği için, bakış açısı değiştiği için olay aynı kalsa bile artık size bir şey ifade etmez...
    Her bu çalışmayı yaptığımda şunu çok daha iyi anlarım... Geçmişimizde yaşanılan tüm olumsuzlukları, kırgınlıkları, öfkeyi bırakmazsanız, geleceğe ne kadar güzel bakarsanız bakın, ne kadar olumlu düşünürseniz düşünün tam olarak huzurlu olamıyorsunuz... Bu yüzden geçmişi bırakmanız gerekiyor... Geçmişiniz şu anki sizi oluşturdu... Orada yaşamış olduğunuz deneyimler sizi büyüttü... Geliştirdi... Çok şey öğretti... Ama geçmiş yaşandı ve bitti...
    Her yeni güne geçmişinizden getirmiş olduğunuz izlerle, duygularla korkularla başlarsanız geçmişinizi yaşamaya devam edersiniz... Geleceğiniz geçmişiniz olur... Yeni güne, yeniye, geleceğe tam olarak geçemezsiniz... Çünkü tutunduğunuz bırakmak istemediğiniz geçmişinizdeki duygular ayağınızda pranga olarak sizinle geliyordur...
    Siz de şöyle bir çalışma yapın, 21 gün boyunca bırakma çalışması... Her gün bir duygunuzu bırakın... Geçmişle ilgili kırgınlıklarınızı, öfkenizi, affetmediğiniz kişileri bırakın affedin ve özgürleşin... Kendinizi özgür bırakın... Geçmişe tutunmayı bırakın... Kendinizi öfke ile beslemeyi bırakın... Hırslarınızı, intikam alma ihtiyacınızı bırakın... Kendinizi ispat etmeyi bırakın... Şu anki yaşamınızda sizi huzursuz eden enerjinizi düşüren ne varsa her şeyi bırakın...
    Güvensiz bir ilişki içindeyseniz güvensizliği bırakın... Bırakmaktan korkmayın... Siz güvensizliği bıraktığınızda karşınızdaki kişinin yaşamınızdan gitmesi gerekiyorsa gider... Ama sizin için hayırlı bir ilişki ise mutlu olacağınız kişi buysa yaşamınızda olur ve değişen tek şey ilişkinizin huzurlu olmasıdır... İşinizde mutlu değilseniz bırakın... Belki başka bir iş yapmanız gerekiyordur... Cesaretle adım atın.. Kendi değerinize sahip çıkın... Siz mutsuz ve huzursuz olduğunuz şeyleri kendi isteğinizle sevgiyle
    bırakmazsanız, bırakmak zorunda kalacaksınız... Evinizde sizi rahatsız eden eşyalarınızı bırakın... Gardırobunuzdaki kullanmadığınız eşyaları bırakın... Olumsuz inançlarınızı bırakın... Yaşamınızda dram yaratma ihtiyacınızı bırakın... Sevgi ispatını bırakın... Beni sevseydi demeyi bırakın... Beklentilerinizi bırakın... Korkularınızı, tüm inançlarınızı, kalıplarınızı, kurallarınızı, sınırlamalarınızı bırakın... Yargılamayı, suçlamayı bırakın... Kendinize kızmayı bırakın... Bıraktıkça özgürleşeceksiniz... Sevgiyle ve saygıyla teşekkür ederek bırakın... Fiziksel olarak bıraktığınız her şeyi duygusal olarak da bırakın... Tutunmayı bırakın... Kontrol etmeyi, direnç göstermeyi bırakın... Esnek olun... Hatta olumlu tüm düşüncelerinizi, duygularınızı bile bırakın... Şaşırdınız değil mi? Sevgi, zenginlik, sağlık, mutluluk, dostluk, aile vs... Bütün kavramlarınızı, duygularınızı bırakın... Neden biliyor musunuz? Çünkü sizin sevgi dediğiniz duygunuz aslında sizin sınırlı düşünce ve kalıplarınızla aileniz,
    çevreniz tarafından size verilmiş deneyimlemiş olduğunuz bir duygunuz... Siz bu kalıplaşmış sevgi anlayışını bıraktığınızda esas içinizde varolan tahmin bile edemeyeceğiniz güzellikte yeni hisleriniz ve duygularınız sevgi kavramıyla birleşecek... İçinizde öyle güzel bir sevgi var ki sınırsız ve sonsuz olan müthiş bir şekilde huzur veren bir duygu... İşte o zaman gerçek sevgi dışarı çıkacak... Aynı şekilde mutluluk da öyle, zenginlik de... Bizler sadece gördüklerimizle yaşadıklarımızla sınırladık bu duyguları ve adına sevgi dedik, zenginlik dedik, mutluluk dedik... Aslında yazarken ben yoruldum bırakacak ne çok şey var... Bıraktığınız her şey sizi özgürleştirecek...
    İçinizde var olan gerçek kimliğiniz ortaya çıkacak... Gerçek potansiyelinizi göreceksiniz... Bırakın ki yeniye yer açın... Bırakın ki kim olduğunuzu ne olduğunuzu ne istediğinizi görün... İşte her şeyden özgürleştiğimizde yeniye, yeni gelene yer açıyor olacağız... Yeni bir iş, yeni bir eş, yeni bir ev, yeni daha çok kazanılan paralar vs... geriye sadece sevgiyle yeniyi kabul etmek ve teşekkür etmek, inanç ve güvenle adım atmak kalıyor...
    Bütün bunları yapmak size çok mu zor geldi? O zaman şunu yapın...
    Her yeni güne başlarken;
    Yaşamımda ilerlememe engel olan, yaşam amacıma hizmet etmeyen, tüm duygularımı düşüncelerimi, inançlarımı, kalıplarımı, korkularımı, endişelerimi, tutunmalarımı, dirençlerimi, beklentilerimi, sınırlamalarımı ve kurallarımı, geçmişimi şimdi sevgi ve saygıyla bırakmaya niyet ediyorum, bırakmak için kendime izin veriyorum... Şimdi bırakıyorum....
    Ben sevgide kalmayı seçiyorum, sevgi dolu insanlarla sevgi dolu deneyimler yaşamayı seçiyorum... Yeniyi hayatıma sevgiyle kabule ediyorum deyin ve yeni güne böyle başlayın...
    Seçim yapın... Her gününüzü yeni baştan sevgiyle yaratırken sorun kendinize:
    Bugün neyi bırakmalıyım?
    Bıraktığınız her duygunuzla tekrar yüzleşirseniz, karşınıza tekrar gelirse sadece sevgiyle bakın o duyguya... Ben seni bıraktım... Sen geçmişte kaldın... deyin..
    Gerçek potansiyelinizle kim olduğunuzun farkındalığıyla yaşamınızı keyifle mutlulukla yaşamak istiyorsanız inancınızı koruyun... Kendinize, yaşama, akışa güvenin... Değişimlere güvenin... Cesaretle adım atın... Bırakın, her şeyi bırakın... Siz sadece bir adım atacaksınız evren sizi on adımla destekleyecek...
    Gerçek şu ki... Sizden başka kimse sizin hayatınızı iyileştiremez...
    Sevgi olun, güven olun,huzur olun, mutluluk olun... Bıraktıkça, özgürleştikçe özünüzde var olan bütün bu güzel duygular gerçek anlamlarıyla yaşamınızda var olacak... Akışta olmanın keyfine bir kere vardınız mı bir daha asla vazgeçemeyeceksiniz... Her şey tüm mükemmelliğiyle size akmaya başlayacak... Özgürleşecek... Mutluluğu bulacaksınız...
    Bugüne kadar hep dışarıda aramış olduğunuz mutluluk içinizde ve sizinle akmak için sizden izin bekliyor... İzin verin yeniye... Yeni, sevgiyle girsin hayatınıza... Direnç göstererek yaşamanız gereken mutluluğu geciktirmeyin... Uzatmayın zamanı...
    Hayatımız kıyısından köşesinden tutularak yaşanacak bir hayat değil... Korkmayın dolu dolu hayatın tam içinde var olarak mutlulukla yaşayın... Neşeyle bu yaşamın keyfini çıkarın...
    Şimdi sonbaharın getirmiş olduğu tüm güzelliğin ve değişimlerin keyfini çıkarın... Işığınızın ve sevginizin tüm yaşamınızı aydınlatması dileklerimle...
     
    Füsun Paşa
    Yaşam Koçu
    Livcon International Certified Coach
     
  25. rina
    İKİ ERKEĞİN GÖZÜNDE KADINI ANLAMAK
    Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
    Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
     
    Alaycı bir ses tonuyla :
    - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
    - Hayır çikolata parası lazım!
    Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
     
    - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
    - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
     
    Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
     
    - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
    - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
    - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
    - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
    - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
    - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
     
    Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
     
    Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.
     
    - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
    Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
    - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
    Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
    - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
    Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
    - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
    - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
    - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
    - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
    - Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
    - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
    - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
    - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
    - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her
    şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
    - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
    - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
    - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
    - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
    - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
    - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
    - Küçük kızı severek.
    - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
    - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
    - Nasıl yani ?
    - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
    isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
    - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim.
    Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
    - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok
    hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
    - Hiç kavga etmez misiniz siz?
    - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
    - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
    - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.
    - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
    - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
    - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
    - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı
    yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.
    Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama
    kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı.
    - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
    - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
    - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
    Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
    - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
    Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı,onra eşinin önüne koydu.
    - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
    İnci hiç konuşmadı.
    - Sorsana "niye" diye.
    İnci kızgın kızgın:
    - Niye? Diye sordu.
    - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
    - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
    - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
    - Özür dilerim seni kırdığım için.
    - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni deliceseven bu adamı senden mahrum etme.
    - Bülent , boynu bükük birvaziyette çok komik görünüyordu.
    İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
    - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.
    Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü .
    Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.
    __________________
     
     
    Güzellik;Bakan Kimsenin Gözündedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.