Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    Hani bazen kendini… Çok yalnız hissedersin ya,
    Hani başını Bir dost omuza yaslayıp, Sessizce ağlamak Gelir ya içinden,
    Hani bir şeyler içini karartır ya, Keşkesiz bir hayattır istediğimiz…
    Keşke noktalama işaretleri kadar insaflı olsaydı parantez, içlerine sığdırmaya çalıştığımız hayat, Her noktanın ardından cümleler kurabilseydik yeniden…
    Yaşamı virgüller ile uzatabilseydik keşke…
    Tırnak içine alınmış hayatlarımız olsaydı…
    Eskiler öyle yaparmış… SEVENLER,Sevdiklerine “Seni Çok Seviyorum” anlamına gelen satırların sonuna üç nokta -…- koyarmış…
    Ve üç nokta koyabilseydik tüm sevgilerin arkasına…
    Keşkesizliği hedeflerim ben hayatımda… “Evet ya da hayır” hep sevimli gelmiştir bana… Hayatı düz çizerim... Zikzaklarım yoktur… Kaybetmişsem boynumu eğerim… Kazanmışsam zaten benim olmuştur…
    ahhhh be martım... Şu “keşkelerimiz” var ya…
    Keşkesiz bir insanımıdır... Yanında yaşadıklarımız... Yâda dostlarımız…
    Karsısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil, zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan birimidir yitirilen?
    Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır keşkesizliği bu şekilde dillendiren?
    Nedenlerini merak etse de, gözyaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükûnetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
    Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kâfi gelen insanlara mı dostum deriz?
    Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karsımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
    Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
    Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
    Ne bileyim, ayni fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
    Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
    Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır… Başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır? Paylaştığı her şeye ölüm de mi dâhildir?
    Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir? Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
    Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda? Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
    Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
    İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için…
    Hani bazen kendini Çok yalnız hissedersin ya, Hani başını Bir dost omuza yaslayıp,Sessizce ağlamak Gelir içinden,Hani bir şeyler İçini karartır ya,
    Ben o zaman çıkacağım öpe koklaya pamucuk ellerinden karşına,
    Ve bizim keşkelerimiz hiç olmucak martım… Ve üç nokta…
     

     
    ALINTI
     
     
     
     


  2. rina
    Çeşmedeyim hayatımın tüm güzelliklerini yaşadığım hatta tüm aşklarımı kapak yaptığım.....
    Belkide benim için acısıyla tatlısıyla tüm güzelliklerin mekanı....
    Güneş batarken hiç güneşin reklerini fark ettinizmi?
    Ben ettim güneşe her zaman hayranlıkla baktım,
    Işığıyla,renkleriyle içimi ısıtan o sıcaklığıyla,içine beni alırmısın diye çok dilediğim,
    O sıcaklığı kimsede bulamadım ,kimse bana o sıcaklığı yaşatamadı,
    Yaşatmasınıda zaten beklemedim ,ne kadar yaşatabilirki?
    Hayat çok kısa zaman akıp geçiyor,
    Arkama dönüp baktığımda kırk iki yıl akıp geçmiş,belkide hayat yolumun çeyreği kaldı ,
    Kim bilir taktiri ilahi'nin kararı.....
    Şimdi ne yapmalıyım diye çok düşündüm herkes bir koşturmaca içinde,
    Hayat mücadelesi diye arkadaşlar ,dostlar ,hatta aynı kandan olduğu akrabalar bile aramaz oldu.
    Hatır nedir bilinmiyor,artık sadece düğünlerde ve cenazelerde buluşuluyor her buluştuğundada arıyacağım deniyor....
    Ama ne arayan var ne soran.......................
  3. rina
    Adam zengindi. Hem de çoklarının hayal edemeyeceği kadar. Ülkenin en güzel şehirlerinin en güzide semtlerindeki dairelerinin sayısını bile bilmiyordu. Ayrıca, iyi bir antika meraklısıydı. Elinde tuttuğu zengin koleksiyonun değeri de tahminleri zorluyordu. Çiftlikleri ve arabaları da vardı tabii. İşlettiği mağazalarda binlerce insan çalışıyordu.
     
    Herkes, “Keşke onun yerinde ben olsam!” diye düşünüyordu. Gelin görün ki o, bulunduğu yerden hiç memnun değildi. Her şeye sahip olduğu doğruydu. Ancak, içinde bir yerde derin bir boşluk, doyurulmaz bir açlıkla kıvranıyordu. Kendisine “Baba!” diye sarılacak bir çocuğu yoktu. Yıllardır, eşiyle birlikte, bu yalnızlığı, bu eksikliği içten içe hissetmişlerdi. Ama, umutla dua etmeye, sabırla beklemeye devam ediyorlardı.
     
    Eşi, aynı zamanda bir ressamdı. Kadın, hayal ettiği bebekleri, çocukları büyük bir ustalıkla yağlıboya tablolara çiziyordu. Ancak, resimleri hep kendine saklıyor, sergilemiyordu. Resmini yaptığı bebekleri, çocukları kendi çocukları gibi seviyordu. Haliyle, çocuklarını parayla bir başkasına satmak aklının ucundan geçmezdi.
     
    Sonunda ihtiyarlık günleri gelip çattı. Artık, çocuk sahibi olma hayalleri bitmişti. Fakat, beklenmedik birşey geldi başlarına. Ağır bir trafik kazası geçirdiler. Adam, hafif yaralı olarak kurtuldu. Ancak, karısı ciddi bir beyin hasarı ile yoğun bakımda yattı aylarca. Adam, karısının sağlığı için, servetinin önemli bir kısmını harcadı. Derken, doktorlar karısının kısmen iyileştiğini söylediler. Kadın eve döndü. Ama, artık eskisi gibi değildi. Adeta bir çocuk gibi yaşıyordu.
     
    Karısının gündelik işlerini yapabilmesi için, bir bakıcı hanım çalışıyordu yanlarında. Kocasını savaşta kaybetmiş genç hanımı, adam ve eşi evlatları gibi sevdiler. Eve biraz olsun çocuk cıvıltısı getiren iki küçük çocuğunu da torunları bildiler. Bu arada, evin hanımı, eskiden olduğu gibi resimler yapmaya çalıştı. Bekleneceği gibi tabloları eskisi kadar başarılı değildi. Yine de kadının eski günlerdeki gibi mutlu olmasına yardımcı oluyordu.
     
    Yıllar hızla aktı. Kadın, bir gün beyin sorunları nedeniyle öldü. Adam, bakıcı hanım ve iki yetimini, değerli hediyelerle evlerine gönderdi. Çok geçmeden, adam da kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Böylece, hayalleri süsleyen o koca servet sahipsiz kaldı. İlk olarak, paha biçilmez antikalar büyük bir müzayedede satışa sunuldu. İlk parça, adamın eşinin beyin özürlüyken yaptığı bir tabloydu. Bir özürlünün umutlarını döktüğü, ruhunu ortaya koyduğu bu mütevazı tabloya kimse dönüp bakmadı bile. Herkes az sonra önlerine gelecek paha biçilmez antikaları bekliyordu.
     
    Satıcının “Artıran var mı?” diye bağırışına salondan tek cevap gelmiyordu. Müzayede salonundaki sessizliği, müzayedeye ilk defa gelen bakıcı kadının sesi bozdu. Annesi gibi sevdiği bir kadının çocukları gibi sevdiği tablosuna müzayede salonunda pek alışık olunmayan bir teklifle müşteri oldu: “Beş dolar!” diye bağırdı acemice. Daha fazlası yoktu cebinde. Umutla bir başkasının kendi teklifini artırmasını bekledi. Sessizlik yine bozulmadı. Müzayede yöneticisinin “Satıyorum. Satıyorum.. Saaaaat...tım!” demesiyle, tablo sadece 5 dolara kadının oldu.
     
    Müzayede yöneticisi, satılan tabloyu bir kenara koymak yerine, çerçevenin arka yüzünü herkesin görebileceği biçimde yukarı kaldırdı. Tablonun arkasında, katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Yine herkesin gözleri önünde kağıdı aldı ve açtı. Özenli bir el yazısıyla yazılmış notlara göz gezdirdikten sonra kalabalığa döndü: “Bayanlar ve baylar, müzayede bitmiştir!”
     
    ---Sonra, kağıt üzerindeki notu seslice okudu: “Kim eşimin bu mütevazı emeğine değer vererek bu tabloyu satın almışsa, eşime verdiğim değerden çok daha azını hak eden servetim de onundur.”
     
    ---Ailemizde birbirimiz için yaptığımız her işin ardında böyle bir not olmalı mı dersiniz?
     
    ----“Karımın benim için yaptığı her şey benim değer verdiklerimden çok daha değerlidir” gibi. Kocamın benim için yaptıkları onun sahip olduklarından çok daha paha biçilmezdir” gibi. Ve çocuklarımızın bizim için sevgiyle yaptıkları, kendi ruhlarını taşırıp da ortaya koydukları güzel şeylerin ardında yazılı bu notu okuyabiliyor muyuz?
     
    ---Dünya belki de bir açık artırma salonudur. Gördüğümüz her şeye birileri bir paha biçer. Sırf başkalarının biçtiği değerler üzerine yeni değerler eklemek için ömrümüzü bizim için en değerli olanları unutarak, hatta bazen kırarak tüketiyor olabiliriz. Sevimli bir çocuğun babası ve annesi olmanın değeri, borsalarda ölçülemiyor. Fedakar ve sadık bir eşin bizim için yaptıklarını hiçbir insan kaynakları uzmanı hesaplayamıyor. Oysa, hepsi antika…
     
    -- Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği kadar özel ve güzel değerler… “Müzayede” bitmeden, birbirimize ziyadesiyle değer vermemiz gerekmez mi; olur mu?
  4. rina
    ..Seyret, Sus ve Dinle....
     
    Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.
     
    Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."
     
    Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.
     
    Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.
     
    "İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden bozuyor?"
     
    Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.
     
    Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyre...
     
    Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.
     
    Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:
     
    "Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?
     
    Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."
     
    Dağ denize sordu:
     
    "SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"
     
    Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin...
     
     
    Ben bu hikayeyi 3 kez okudumm.....
     
     
  5. rina
    Bir gün bir profesör, felsefe dersindedir.
    Masasının üzerinde birkaç kutu vardır.
    Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden,
    önüne büyükçe bir kavanoz alır
    ve içerisini tenis topları ile doldurur.
    Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,
    Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler.
     
    Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı
     
    çakıl taşlarını,çalkalayarak kavanoza döker,
    böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
    Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar;
    Onlar da 'evet' oldu derler.Tekrar profesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
    Tabii ki kumlar da çakıl taslarının aralarındaki boşlukları
     
    doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını
     
    sorar. Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
     
    Bu sefer, profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan
     
    kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında
     
    kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
    Profesör öğrencilerin gülüşünü destekler 'evet' diyerek; "Ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der. Şöyle ki;Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl tasları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. 'Şayet kavanoza önce kum doldurursanız...' Diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taslarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sıhhatinize dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi zaten hep kumdur. Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; 'Peki, o iki fincan kahve nedir?'
    Profesör gülerek: " bu soruyu sorduğuna sevindim."Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız
     
    ve sevdiklerinize bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!'
     
    ÇALIŞMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu,başarının bedelidir.
     
     
    DÜŞÜNMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
     
     
    EĞLENMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, genç kalmanın sırrıdır.
     
     
    OKUMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, bilginin temelidir.
     
     
    İBADET İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, yücelmenin yoludur.
     
     
    BAŞKALARINA VE ARKADAŞLARINA ZAMAN AYIR. Bu, mutluluğun kaynağıdır.
     
     
    SEVMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın kutsallıklarından biridir.
     
     
    HAYAL KURMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ruhu yıldızlara eriştirir.
     
     
    GÜLMEK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, hayatın yükünü hafifleten bir boşalıştır.
     
     
    PLAN YAPMAK İÇİN ZAMAN AYIR. Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için gereken zamana sahip olmanın sırrıdır.
  6. rina
    Öyle değil iste. Istiyor. Insan herseyi istiyor.
    Hem de ayni anda... Nedir bu her ş ey?
     
    Yaptığın işi, iyi yapmaya calışacaksın.
    Kafa patlatacaksin.
    Uyduruk kaydırık olmamasına ugraşacaksın.
    Bu yeterince zor zaten.
     
    Sabah aksam işle yatıp kalkman gerekiyor. Ama iste an geliyor, o da insani kesmiyor.
    Insan, yatagına is dışında, baska seyler de almak istiyor!
    Ee peki, âşık oldun diyelim. Sanki bir iliskiyi yürütmek kolay? O da inanilmaz emek istiyor.
    Diyelim ki, iyi gidiyor. Şükrediyorsun. Ama bu sefer ne o luyor?
    Iki kisilik bir dünyada Kucuk Prens ve Kucuk Prenses olarak yasamaman gerekiyor.
    Sosyal hayatin da olacak. Gideceksin, dostlarinla, arkadaslarinla vakit gecireceksin.
    Peki, anladik, onu da yaptin. Ama kendini de beslemen gerekiyor. Ruhunu yani. Okunacak kitaplar, gezilecek sergiler, izlenecek
    filmler var. Ne yazik ki is, ruhla da bitmiyor. Butun bunlari yaparken bakimli ve guzel olmak icap ediyor.
     
    Ee 40 yasindan sonra da iyi durabilmek için epey bir çaba gerekiyor
    Spor yapacaksin spor! :boom:
    Yine fedakarlik: Ya sabahin korunde kalkip bir saat yuruyeceksin
    Ya da iş çıkışında herkesi ekip yüzmeye gideceksin
     
    Ay bitmiyor!
     
    Paran olmasi gerekiyor,
    sabrin olmasi gerekiyor,
    vaktin olmasi gerekiyor,
    berbere gitmen gerekiyor,
    dip boya yaptirman gerekiyor,
    manikur, pedikur, sonra aileni ihmal etmemen gerekiyor,
    varsa kedinle günde en az bir saat sarmas dolas olman gerekiyor,
    Onun sagligi, senin sagligin, evin bakimi, onarimi, arabanin durumu...
    Ee ne oluyor?
     
    Sucluluk ve vicdan azabi içinde kivraniyorsun. Sürekli bir yerlere yetişmeye
    calisiyorsun. Beceremiyorsun. Hepsinin altindan kalkmaya calisinca da... Toptan çuvalliyorsun!
     
    Iyi bir is mi cikardin, patronun 'Bugün amma da cirkinsin!' diyor.
     
    Guzel mi gorunuyorsun, bu sefer isinde 'low profile' oluyorsun.
    Evin güzel mi oldu, ha ha ha parasiz kaliyorsun. Tam kendini iyi hissediyorsun, bu sefer de sismanlamaya basladigini farkediyorsun.
     
     
    ALINTI
     
    Ben kaçmak istiyorum!
    Ben bu yazı üstüne çığlık atmak istiyorum.
     
    AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA
  7. rina
    ADAM DEDİĞİN!!!!
    Adam dediğin afilli olacak,
    Dik duracak başı, her türlü zorluğa karşı
    Mağrur!
    Ve
    Gurur okunacak duruşundan!
    Ta uzaklardan bile, bileceksin,
    “Aha, işte o benim” diyeceksin!
     
    Havası değişecek evin
    İçeri girdiğinde!
    Gülüşü sevdalı,
    Yürüyüşü emin,
    Bakışı sağlam olacak!
     
    Bir elinde ekmek; diğerinde çiçek,
    Taşımasını bilecek!
    Sarışın, esmer, saçlı, kel…
    Bunlar hikaye,
    Adam dediğin beyefendi olacak!
    Koluna girdiğinde;
    “Şu gördüğünüz küçük dağları biz yarattık”
    Diyebileceksin!
    Ve sen de kadın olacak;
    Kıymet bilecek;
    Saygıda kusur etmeyeceksin !
  8. rina
    Cevabı uzun ama erkek egemen toplumlarda çok normal. Adeta bir kural.
     
    Televizyonla beslenen, medyatik refleksli toplumumuzun bazı erkekleri, gücün ve iktidarın karşı cinse geçmesi halinde çıldırıyor. Bir aşağılık kompleksi durumu yani cennet anaların ayakları altında deyip, kadın döven zavallıların düştüğü acizlik...
     
    Erkek hep zeki kadından hoşlanır ama zamanla bu zeka yarışında yenilince kızar, küser ve ağlar. Tıpkı yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuk gibi. Zeki kadınlar erkeklerin çocuk alt beyinlerinin gelişmediğini bilirler. (gelişmez çünkü doğurganlık yoktur) Şirket sahibi, yönetici hatta başbakan bile olsalar aslında onların hiç büyümeyen bir çocuk olduklarını unutmazlar ve akılları sayesinde her zaman onların istediğini yapıyormuş gibi davranıp, kendi yasalarını uygularlar. Zavallı erkek, iktidarın hep kendisinde olduğunu sanır.
     
    Akıllı kadınları yanlarında taşımaktan hoşlanan erkekler, zamanla onlardan kaçmanın yollarını ararlar. Çünkü kadın zekasıyla üstünlüğü ele geçirmiştir. Erkekse kendini eksik ve iktidarsız hisseder. Hem akıllı kadından hoşlanır, hem de akıllı kadından korkar ve kaçar. Yaşadıkları ilişki boyunca yanındaki sevgililerinin zekasıyla övünürken, o zeka kendilerine karşı kullanıldığında öfkeden çılgına dönerler ve hatta kaba kuvvete başvururlar. Bu yüzden akıllı kadınlar hep yalnızdır.
     
    Erkeği onu kandırdığını sanırken, o çoktan ilk kaçamağı yakalamıştır. Telaş yoktur. Çünkü derinlere sessiz inilmelidir ki korkup kaçan olmasın. Bunu düzgün sevdikleri için yaparlar. Amaçları rezil etmek değil, kendisine yapılan haksızlığı tam ve doğru olarak bilme hakkını elde etmektir. Yarım yamalak nefretleri sevmez akıllı kadınlar. Öfkesine değecek düşmanlar lazımdır onlara..
     
    Akıllı kadınlar her şeyini verir ve her şeyini alır. Acıları boylarını aşsa da gıkları çıkmaz. Dillerinde pişmanlık cümleleri dolaşmaz. Kendine olan saygılarını ve ayaklar altına almadıkları gururlarına sahip çıkarlar. Kan kusarlar ama kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler.
     
    Akıllı kadınlar erkeklerini başkalarına ezdirmezler. Kendileri ezerler. Bunu gururlarını incitmeden yapmaya çalışırlar ama sonunda hep haksız olan onlar olur. Onlar önce susar, sonra sorgular, ondan sonra da cevap verirler. Sustuklarında dillerini dikenli tellere dolar, konuşunca önce kendileri kanarlar...
     
    Akıllı kadınların konuşacak çok şeyleri olduğu için suskunlukları da büyük olur Akıllı kadınlar kendini ezdirmez. Akıllı kadınlar salağı oynayamaz. Akıllı kadınlar kendilerine haksızlık etmez. Akıllı kadınlar mış gibi yapmaz. Akıllı kadınlar aşıkken de akıllıdır. Bu yüzden hep yalnız kalırlar.
     
     
     
     
     
     
  9. rina
    Bazen deniyor ki neye ihtiyacınız varsa o dönüp sizi bulur...Hayatımın şu noktasında böyle bir yazı inanılmaz bir tesadüf mü desem bilemiyorum..Ama çok hoş ve güzel bir yazı..Ben bunu elimden geldiğince uygulamaya karar verdim..Umarım sizin içinde bir yerde hayatınıza dokunan satırlar vardır.Biraz uzun bir yazı ama lütfen okuyun ....Sevgiyle Kalınız.....RİNA...
    Akışa Güvenmek
     
    Eylül... Sonbahar mevsiminin başlangıcı... Her yeni mevsim bir önceki dönemi bırakma, yeniye hazırlanma ve yeni bir başlangıç dönemidir... Doğada akış mükemmeldir... Yaşamımızda sadece doğanın işleyişine baksak bile hayatımıza dair o kadar çok şey çözülür ki...
     
    Güneş hiçbir zaman yarın yeniden doğar mıyım diye korkmaz, sadece doğar... Ağaçlar çiçekler doğanın akışında zamanın gerektiğine uygun şekilde hareket eder, zamanı geldiğinde çiçeklerini açar, zamanı geldiğinde kışa hazırlanmak için yapraklarını döker, çıplak kaldım acaba bir sonraki dönem çiçek açar mıyım diye korkmaz... Çıplak kaldım hiç yaprağım yok insanlar benimle dalga geçerler mi diye düşünmez...
    Rüzgar estiğinde hiçbir ağaç direnç göstermez, rüzgarın estiği yönde eğilir, direnç gösterdiğinde, rüzgarın tersi yönünde hareket ettiğinde zarar göreceğini, dallarının kırılacağını bilir... Denizler yükseldiğinde geri çekileceğini de bilir... Geceleri gökyüzünü aydınlatan ay, ben hep dolunay kalmak istiyorum hiç yeni ay şeklini almayacağım demez...
    Gece gündüzü, gündüz geceyi, aylar mevsimleri, mevsimler birbirini takip eder... Yaz biter güz başlar... Yavaş yavaş yapraklar dökülmeye başlar... Artık yazın bittiğinin haberi gelir... Her bitiş yeni bir başlangıçtır... Yeni bir şeyin başlayabilmesi için eskiyi bırakmak gerekir... Değişimleri sevgiyle kabul etmek ve o anın tadını çıkarmak gerekir... Çünkü her yeni dönem en mükemmel haliyle gelir.
    Aslında insanların yaşamları da doğadaki akış gibi... Onu kontrol etmeye çalışan, tutunan, yapışan biziz... Bu yüzden yaşama dair isteklerimizin gerçekleşmesini engelleyen de biziz... Tek yapmamız gereken akışta olmak akışa uyum sağlamak...
    Hamile bir kadın bu çocuk burada iyi, doğum yapacak cesaretim yok dese de doğum gerçekleşiyor, kimse yaşamı boyunca işsiz kalmıyor tabii kendisi bunu istemediği müddetçe... En parasız olan bir kişi bile ailesinde gerçekleşen bir ölüm için cenaze parasını bulabiliyor, kimse bu dünyada aynı bedende sonsuza kadar yaşamıyor, doğumlar oluyor, çocuklar büyüyor, yaşlanıyor, ölümler gerçekleşiyor... Kimse ben hep çocuk kalacağım, ya da ben hiç ölmeyeceğim diyemiyor... Gidenler yerini yenilere bırakıyor... Aslında bu dünyada her şey olması gerektiği gibi, olması gerektiği zamanda, akışta, gerçekleşiyor...
    Akışta olmak için ne yapmak gerekiyor?
    Şu an yaşamınızda her şey çok kötü olabilir... Belki işsizsiniz, belki hiç paranız yok, belki çok kötü giden bir ilişkiniz var ya da yapayalnızsınız... Belki bu sorunların hepsini ya da birini yaşıyorsunuz... Ne yaşıyorsanız yaşayın şunu unutmayın: Akışa güvenin, yaşanan bu durum düzelecek. Hiçbir zaman böyle kalmayacaksınız... Sadece bu bir dönem... Sizin için yaşanan bir dönem... Dibe vurdunuz evet ama kendinize dönüp bakmak için, ne istediğinizi, yaşamda nasıl var olmak istediğinizi bilmek adına bunu yaşamanız gerekiyordu...
    Bu durumda olduğunuz için kızmayın kendinize ya da başkalarına... Suçlamayın kimseyi... Yaşadığınız sorunlara tutundukça, endişeli oldukça çözüm uzaklaşıyor... Endişe dolu duygulardır çözüm bulmamıza engel olan... İlk başta şunu fark edin... Yaşadığınız olumsuz olaylar yaşamınızı yönetmeye başladıysa siz akışta değilsiniz... Yaşamın içindeyken insanlar korkularının, olumsuz duygularının farkına varamazlar... İyi bir ilişkiye sahip olduğunu sanır ama mutsuzdur, işinde iyi para kazanıyorsa yaptığı işin onu mutlu ettiğini sanır, ama yaratıcılığını kullanamadığı sinir ve stres içinde yaşadığı bir işi vardır...
    Yaşam koşturması içinde dönüp bakmaz kendine... Ben neredeyim, ne yapıyorum, yaptığım bu şey bana mutluluk veriyor mu diye... Parasızlık korkum mu var? Yalnızlık korkum mu var? Yaşama güveniyor muyum? diye düşünmeyiz hiç... Hayatın kıyısından köşesinden tutmuş yaşıyoruzdur... Olumsuz duygular, inançlar insanı aşağıya çeken bir enerjiye sahiptir... İlerleyemez insan... Olduğu yerde duruyordur... Bu yüzden bazen sıkıntılı durumlar fiziksel hayatımızda kendini gösterir... Aslında evren bize bağırıyordur... Akışta değilsin... Korkuların seni yönetiyor... Yoldan çıktın... Direnç gösteriyorsun... Dön duygularına bak iyileştir... Bırak olumsuzluğu, bırak korkuları... Sen güvendesin... Sevgiyle dimdik dur hayatta...
    İşte ancak işsiz kalınca durduk ve baktık... İlişkimiz bitince durduk ve baktık... Hasta olunca durduk ve baktık kendimize... Evren sonunda size sesini duyurdu... Evren size akışta olmadığınızı ancak böyle gösterebilirdi... Sorduk kendimize ben nerde hata yaptım diye?
    Her zaman olduğu gibi yine yaşamımızın sorumluluğunu almaktan kaçtık, başkalarını suçladık... Hata hep başkasında... Patronda, eşinizde vs... dedik çıktık işin içinden...
    Peki biz ne yapıyoruz da yoldan çıkıyor akıştan kopuyoruz? Hangi düşünce ve davranışlar buna neden oluyor?
    Korkularla hareket ediyoruz, inancımızı ve güvenimizi kaybediyoruz, yaşamı kontrol etmeye çalışıyoruz... Bırakmaktan ve yeniye geçmekten korkuyoruz, tutunuyoruz, direnç gösteriyoruz ve yapışıyoruz hayata, sorunlara, insanlara... Yeninin belirsizliğinden, değişimlerden korkuyoruz.
    Halbuki doğa ne güzel anlatıyor kendisini... Kışa hazırlanırken yapraklarını dökmekten korkmuyor hatta yaprakları bırakırken ayrı bir güzellik veriyor... Rengarenk oluyor o yapraklar... Bedeni çıplak kalıyor ağaçların ama kış için bunu yaşamaları gerekiyor, çünkü daha güçlü duruyor ayakta... Soğukla, yağmurla, karla daha iyi baş edebiliyor... Biliyor yapraklarını bırakmamış olsaydı daha büyük bir zarar göreceğini... Ağaçlar biliyor ki yeni döneme girdiklerinde daha da büyüyecek genişleyecek yaprakları daha da çoğalacak... Aslında doğa kendini yenilemekten her yeni gelene sevgiyle merhaba demekten, bir önceki dönemi bırakmaktan hiç korkmuyor... Her yeni dönemin hem tadını çıkarıyor hem de bizlere öğretiyor, yaşadıklarıyla huzur veriyor... Doğa çok şey öğretiyor bizlere...
    Yaşam bize vermiş olduğu mesajları duymamazlıktan geliyor, görmüyor ve ret ediyoruz...
    Gibi yaparak yaşıyoruz... Mutlu gibi, zengin gibi, sorun yok gibi, her şey yolunda gibi, inançlı gibi, güçlü gibi... Sorun olarak görülen hiçbir şeyi çözmüyor üstünü örtüyoruz... Ama zaman geliyor üstü örtülen her şey tek tek ortaya çıkıyor... Yaşamı, insanları, olayları kontrol etmek her şeyi kendi istediğimiz şekle sokmak için o kadar çok mesai harcıyoruz ki yaşamın neresinde olduğumuzu ne istediğimizi yaşamımızda hangi noktayı iyileştirmemiz gerektiğini göremiyoruz... Gerçeklerle yüzleşmek, kim olduğumuzu bilmek ağır ve zor geliyor... Şikayet edilen hayata devam etmek daha kolay geliyor...
    Hangisi zor sizce? Kendinizle yüzleştiğinizde gördüğünüz sıkıntılarınızı, korkularınızı, yaşadıklarınızı, geçmişinizi bırakmak mı? Ne istediğinizin farkındalığıyla yaşamak mı?
    Yoksa sıkıntılarla dolu hayata mutsuz yaşamınıza ömür boyu aynı şekilde devam etmek mi?
    Geçmişte yaşamış olduğunuz olayları değiştiremezsiniz... Ama yaşanan olaylarda izler bırakırız, duygularımız o olayla birlikte orada kalır ve o duygular geleceğe taşınır... Şöyle düşünün çocukken trafik kazası geçirdiniz... Bu kaza olmuştur bunu değiştiremezsiniz... Ama sizin orada bırakmış olduğunuz korku dolu duygularınız siz her arabaya bindiğinizde sizinle gelir... Yaşam kaliteniz düşer... Her an stres ve korkuyla bir yaşam başlar hayatınızda... Kötü yapılmış bir evlilik, terkedilmeler, ayrılıklar, ölümler, cinsel taciz, yaşanan bir iflas, cinayet vs... olaylar değildir aslında geleceğe taşıdığınız, o olaydaki duygulardır... Nlp'de time line diye bir teknik kullanırız... Olumsuz duyguları kabullenmenin getirdiği güçlü enerjiyle değiştiririz geçmişin izlerini, olaylara yapıştırdığımız duyguları bırakırız ve geleceğe güzel düşünceler, niyetler ve hedeflerle başlamanıza yardımcı olur bu teknik...
    Bu çalışmanın sonunda yaşanan olay orada geçmişte durur ama duygular iyileştiği için, bakış açısı değiştiği için olay aynı kalsa bile artık size bir şey ifade etmez...
    Her bu çalışmayı yaptığımda şunu çok daha iyi anlarım... Geçmişimizde yaşanılan tüm olumsuzlukları, kırgınlıkları, öfkeyi bırakmazsanız, geleceğe ne kadar güzel bakarsanız bakın, ne kadar olumlu düşünürseniz düşünün tam olarak huzurlu olamıyorsunuz... Bu yüzden geçmişi bırakmanız gerekiyor... Geçmişiniz şu anki sizi oluşturdu... Orada yaşamış olduğunuz deneyimler sizi büyüttü... Geliştirdi... Çok şey öğretti... Ama geçmiş yaşandı ve bitti...
    Her yeni güne geçmişinizden getirmiş olduğunuz izlerle, duygularla korkularla başlarsanız geçmişinizi yaşamaya devam edersiniz... Geleceğiniz geçmişiniz olur... Yeni güne, yeniye, geleceğe tam olarak geçemezsiniz... Çünkü tutunduğunuz bırakmak istemediğiniz geçmişinizdeki duygular ayağınızda pranga olarak sizinle geliyordur...
    Siz de şöyle bir çalışma yapın, 21 gün boyunca bırakma çalışması... Her gün bir duygunuzu bırakın... Geçmişle ilgili kırgınlıklarınızı, öfkenizi, affetmediğiniz kişileri bırakın affedin ve özgürleşin... Kendinizi özgür bırakın... Geçmişe tutunmayı bırakın... Kendinizi öfke ile beslemeyi bırakın... Hırslarınızı, intikam alma ihtiyacınızı bırakın... Kendinizi ispat etmeyi bırakın... Şu anki yaşamınızda sizi huzursuz eden enerjinizi düşüren ne varsa her şeyi bırakın...
    Güvensiz bir ilişki içindeyseniz güvensizliği bırakın... Bırakmaktan korkmayın... Siz güvensizliği bıraktığınızda karşınızdaki kişinin yaşamınızdan gitmesi gerekiyorsa gider... Ama sizin için hayırlı bir ilişki ise mutlu olacağınız kişi buysa yaşamınızda olur ve değişen tek şey ilişkinizin huzurlu olmasıdır... İşinizde mutlu değilseniz bırakın... Belki başka bir iş yapmanız gerekiyordur... Cesaretle adım atın.. Kendi değerinize sahip çıkın... Siz mutsuz ve huzursuz olduğunuz şeyleri kendi isteğinizle sevgiyle
    bırakmazsanız, bırakmak zorunda kalacaksınız... Evinizde sizi rahatsız eden eşyalarınızı bırakın... Gardırobunuzdaki kullanmadığınız eşyaları bırakın... Olumsuz inançlarınızı bırakın... Yaşamınızda dram yaratma ihtiyacınızı bırakın... Sevgi ispatını bırakın... Beni sevseydi demeyi bırakın... Beklentilerinizi bırakın... Korkularınızı, tüm inançlarınızı, kalıplarınızı, kurallarınızı, sınırlamalarınızı bırakın... Yargılamayı, suçlamayı bırakın... Kendinize kızmayı bırakın... Bıraktıkça özgürleşeceksiniz... Sevgiyle ve saygıyla teşekkür ederek bırakın... Fiziksel olarak bıraktığınız her şeyi duygusal olarak da bırakın... Tutunmayı bırakın... Kontrol etmeyi, direnç göstermeyi bırakın... Esnek olun... Hatta olumlu tüm düşüncelerinizi, duygularınızı bile bırakın... Şaşırdınız değil mi? Sevgi, zenginlik, sağlık, mutluluk, dostluk, aile vs... Bütün kavramlarınızı, duygularınızı bırakın... Neden biliyor musunuz? Çünkü sizin sevgi dediğiniz duygunuz aslında sizin sınırlı düşünce ve kalıplarınızla aileniz,
    çevreniz tarafından size verilmiş deneyimlemiş olduğunuz bir duygunuz... Siz bu kalıplaşmış sevgi anlayışını bıraktığınızda esas içinizde varolan tahmin bile edemeyeceğiniz güzellikte yeni hisleriniz ve duygularınız sevgi kavramıyla birleşecek... İçinizde öyle güzel bir sevgi var ki sınırsız ve sonsuz olan müthiş bir şekilde huzur veren bir duygu... İşte o zaman gerçek sevgi dışarı çıkacak... Aynı şekilde mutluluk da öyle, zenginlik de... Bizler sadece gördüklerimizle yaşadıklarımızla sınırladık bu duyguları ve adına sevgi dedik, zenginlik dedik, mutluluk dedik... Aslında yazarken ben yoruldum bırakacak ne çok şey var... Bıraktığınız her şey sizi özgürleştirecek...
    İçinizde var olan gerçek kimliğiniz ortaya çıkacak... Gerçek potansiyelinizi göreceksiniz... Bırakın ki yeniye yer açın... Bırakın ki kim olduğunuzu ne olduğunuzu ne istediğinizi görün... İşte her şeyden özgürleştiğimizde yeniye, yeni gelene yer açıyor olacağız... Yeni bir iş, yeni bir eş, yeni bir ev, yeni daha çok kazanılan paralar vs... geriye sadece sevgiyle yeniyi kabul etmek ve teşekkür etmek, inanç ve güvenle adım atmak kalıyor...
    Bütün bunları yapmak size çok mu zor geldi? O zaman şunu yapın...
    Her yeni güne başlarken;
    Yaşamımda ilerlememe engel olan, yaşam amacıma hizmet etmeyen, tüm duygularımı düşüncelerimi, inançlarımı, kalıplarımı, korkularımı, endişelerimi, tutunmalarımı, dirençlerimi, beklentilerimi, sınırlamalarımı ve kurallarımı, geçmişimi şimdi sevgi ve saygıyla bırakmaya niyet ediyorum, bırakmak için kendime izin veriyorum... Şimdi bırakıyorum....
    Ben sevgide kalmayı seçiyorum, sevgi dolu insanlarla sevgi dolu deneyimler yaşamayı seçiyorum... Yeniyi hayatıma sevgiyle kabule ediyorum deyin ve yeni güne böyle başlayın...
    Seçim yapın... Her gününüzü yeni baştan sevgiyle yaratırken sorun kendinize:
    Bugün neyi bırakmalıyım?
    Bıraktığınız her duygunuzla tekrar yüzleşirseniz, karşınıza tekrar gelirse sadece sevgiyle bakın o duyguya... Ben seni bıraktım... Sen geçmişte kaldın... deyin..
    Gerçek potansiyelinizle kim olduğunuzun farkındalığıyla yaşamınızı keyifle mutlulukla yaşamak istiyorsanız inancınızı koruyun... Kendinize, yaşama, akışa güvenin... Değişimlere güvenin... Cesaretle adım atın... Bırakın, her şeyi bırakın... Siz sadece bir adım atacaksınız evren sizi on adımla destekleyecek...
    Gerçek şu ki... Sizden başka kimse sizin hayatınızı iyileştiremez...
    Sevgi olun, güven olun,huzur olun, mutluluk olun... Bıraktıkça, özgürleştikçe özünüzde var olan bütün bu güzel duygular gerçek anlamlarıyla yaşamınızda var olacak... Akışta olmanın keyfine bir kere vardınız mı bir daha asla vazgeçemeyeceksiniz... Her şey tüm mükemmelliğiyle size akmaya başlayacak... Özgürleşecek... Mutluluğu bulacaksınız...
    Bugüne kadar hep dışarıda aramış olduğunuz mutluluk içinizde ve sizinle akmak için sizden izin bekliyor... İzin verin yeniye... Yeni, sevgiyle girsin hayatınıza... Direnç göstererek yaşamanız gereken mutluluğu geciktirmeyin... Uzatmayın zamanı...
    Hayatımız kıyısından köşesinden tutularak yaşanacak bir hayat değil... Korkmayın dolu dolu hayatın tam içinde var olarak mutlulukla yaşayın... Neşeyle bu yaşamın keyfini çıkarın...
    Şimdi sonbaharın getirmiş olduğu tüm güzelliğin ve değişimlerin keyfini çıkarın... Işığınızın ve sevginizin tüm yaşamınızı aydınlatması dileklerimle...
     
    Füsun Paşa
    Yaşam Koçu
    Livcon International Certified Coach
     
  10. rina
    alıştım sana...
    aklımda hayalımde bıle yoktun birden çıktın karsımaa
    ben sende degılken sen bana geldınnn
    bu hayalı bana yasattın alıstırdın benıı..
    alıştım sana....
    Aşk için bahar.Tehlike her yerde...
    Vuruldum işte hiç ummadığım birine.
    Ama öyle çarptı ki kalbim, duracak gibi aldattı beni....
    alıştım aldatılmalara
    Bahardan sonra yaz geldi sanki.. sabun köpüğü gibidi yaz aşklarım.Henüz silmedim hiçbirinin yarasını ...
    alıştım silmelere...
    alıştım yaralara.
    Aşkları gitti ama acıları kaldı.
    alıştım bunlara.
    mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gibi...
    alıştım sinmelere....
    yaza girerken terk ettiğim, yaz aşkımı düşünür..
    alıştım terk etmelere..
    terk edilmişliği sindirmeye çalıştıp. taze aşk yakalamak için. bir doğum öncesi ölüm gibi. yalnızdım, yorgundum
    alıştım yalnızlığa
    alıştım yorgunluğa
    yorgunlar için kış uykusu başlar... taze baharlara, taze aşklara enerji toplar....
    alıştım baharlara...
    alıştım aşklara...
    dört mevsimlik aşlar yaşadım...
    alıştım mevsımlere....
    mevsimlik aşklarım yalan olsa bile...
    alıştım yalanlara....
    yalan olsada hislerimmm tebessümü yureginde biraktım....
    alıştım tebessümlere....
    tebessümle ömür bulmak.İtiraf....
    alıştım itiraflara...
    .İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra..... Nefessiz kalmacasına ağlamalar.
    alıştım aglamalara...
    alışma bana ne yaparım bellı olmazz
     
    RiNA____________
  11. rina
    Yeni bir hayata, atlamak isteyip de kıyısında dolaşanlar için,
     
    kamburken dik durmaya çalışanlar için,
     
    sıkıp sıkılanlar, sıkanlar için,
     
    isteyip gidemeyenler yapamama korkaklıgında olanlar için,
     
    fena şeyler düşünüp korkmayanlar için,
     
    takmayanlar için,
     
    küçük harfleri sevenler için,
     
    büyük sözler söylemek değil,
     
    hayata dair bir deepnot düşmektir hayat...
     

     
    Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu yaninda bir mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna gondermistir. Mektubunda oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir; Kim daha cok dusunuyor , Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. Iste hayat budur..."
     
    Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister.
     
    Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas hareketini ve oyunu cozer daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.
     
    Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once tasarlanan tavla oyunu; dunyanin en populer oyunlarindan biridir.
     

     
    Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana boylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak tavla bir tanedir.
    4 kosesi 4 mevsimi, tavlanin icindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi, pullarin toplami ayin 30 gununu, siyah-beyaz pullar gece ve gunduzu, karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler...
     
    Hint Imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir :
     
    "Evet, Kim daha cok dusunuyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. AMA BIRAZ DA ŞANS GEREKİR.
    Iste hayat budur..."
     
    ŞANS SiZDEN YANA OLSUN....
     
    ALINTI...
     
  12. rina
    Bazı şarkılar vardır....
    dinlerken o şarkıda erirsiniz yok olursunuz...
    Sizi bir yerden alır bambaşka bir dünyaya götürür...
    ayaklarınız yerden kesilir dinlerken...
    bir sevda yeli gibidir heyecanlandırır....
    Her enstruman sizin duygularınızı seslendirir sanki...
    her nefes soluğunuz olur....
    her parmak ucu yüreğinizin tellerine dokunur...
    her vuruş daha coşturur...
    gençken olduğu gibi deli akmaya başlar kanınız damarlarınızda...
    herşey kıpırdamaya başlar...
    eskiye dair ne varsa hortlar köşelerden....
    Karşınıza dikilir....
    Yerinizde duramaz olursunuz...
     
    Bazen de bir şarkı sizi geçmişe götürür...
    Eski anılarınız eski aşık olduğunuz günlerdeki tonuyla çarpmaya başlar kalbiniz...
    Herşey koyudan açığa renk değiştirir mevsim bile değişir neredeyse.....
    Gökkuşağı baş aşağı gelir salıncağınız olur melodinin ritmiyle kolan vurursunuz bir bulutdan diğerine....
    Anılarınızdaki gibi on sekizinizdesinizdir pistte.....
    İnceciktir beliniz ve pırıl pırıldır teniniz....
    Sımsıcak bir el belinize sarılmıştır ve sizin ayaklarınız yerden kesiktir.....
     
    Bazen bir şarkıda aynaya bakarsınız, sakin bir deniz ayaklarınızı okşar gibi değer melodi ruhunuza...
    Ya da bir sallanan sandelyede kucağınızda kedinin mırıltıları gibi değer göz kapaklarınıza....
    usulca yumarsınız gözlerinizi ışığa...
    Ve kendi dünyanızdaki ışıklar süzülür kirpiklerinizin arasından...
    Her enstruman bir huzurla dokunur beyazlamış saçlarınıza....
    Sevgilinizin elidir ve yıllardır aynı şevkatle okşuyordur sizi bu ezgide.....
     
    ......................................
     
    ............................................................
     
    Bazen ....
    bazen o kadar hüzünleniyorum ki...
    her giden bir anı bırakmış benliğime öyle bir anı ki dinlediğim şarkılarda onu yaşıyor onu anıyorummm ....
    o şarkıyla birlikte,yanımdaki kişinin hiç önemi yokmuş gibi sadece onu yaşıyorum öyleki sadece onun nefesini duyuyorum....
    onun için nefes alıyorum....
     
    Sen benim şarkılarımsın diyorum.....
     
    Kendime hep bunu sordum..
    neden diye.....
    nedenine karar verdim....
    her giden bende bir şey bırakıp gitmişte ondan....
    saçlarımda beyazlar ,yüzümde çizgiler,ruhumun en ince derinliklerinde anılar....
    sedece kalbimdeki damarları alıp gitmiş.....
     
    Bu duyguları yaşamakta çok güzel....
    Benim için bu şarkı gelsin....
    Anılarrrrr....
     
    Sevgiyle Kalınız....
     
    Şahnaz (Rina) unutmuşum eklemeyii
  13. rina
    AŞK….
     
    Aşk, kocaman bir yürek ister önce ,
    Sonra, cesaret.
    Yufka yürekle , olmaz aşk…
    Fedakarlık bekler maşuk eğer varsa …….
    Aşk, yumuşak yataklarda,
    Kırışık çarşaflarda yaşanan şeyin tarifi değildir…
    Aşk, pavyonların loş ışıkları altında yaşanan,
    Çakır keyf olmakda değildir….
    Hercai gönüller aşkı ne bilir…Yada her çiçekten bal alan…
    Aşk hesap sorar adama …aşk adamı vurur…
    Aşka, olmaz ihanet…
    Falcıda anlamaz bundan.
    Cevaplayamaz hiçbir kehanet…
     
    ***
    Günübirlik sevişmelerin adına,
    aşk dendiği bu zamanda,
    Aşkı nasıl anlatsın ki…
    Her yeri et pazarına dönmüş bu ülkede yaşayanlar,
    Aşkı nereden bilsin ki….
    Fiziksel beğeniyi, cinsel dürtüyü aşk zannedenler,
    Aşkı nasıl anlayabilsin ki…
     
    ***
    Fuzuli yi bilmeyen aşkı bilirmi…
    Yunus u bilmeyen aşkı bilirmi…
    Mevlana yı bilmeyen aşkı bilirmi…
    Hallacı bilmeyen ,
    Mansuru anlamayan .
    Aşkı ne bilir…
     
    ***
    Ne cinsiyeti vardır aşkın,
    Ne de fiziki yapısı .
    Ama, yinede fiziki bedende, fizik ötesi bir duygudur o…
    Aşık olanın, ne fiziki bedeni kalır, nede kendine has doğruları…
    Aşk alır götürür adamı …
    Kul eder kendine ….kölesi olunur aşkın….
    Bunu nasıl anlasın, bedene yada dünyaya köle olmuş şaşkın
    Akıllı işi değildir aşk…
    Aklıbaşındalık kabul etmez….
    Bir kere başladımı asla bitmez…
    Aşk adamı terketmez….
     
    ***
    Aşk, yürek işidir kısacası…
    Yürekli olmalı aşık…
    Bi kere girdimi o bir yere ,
    Herşeyi yakar, yıkar ,
    Kendinden başka hiçbir şey bırakmaz
    Girdiği yerde…
    Aşık her doğruyada , her dostluğada
    Kolayca ihanet eder….
    Çünkü ;
    Aklı başında olmaz aşığın
    O aşkın kölesi kuludur artık
    Aşığın akıl yelkeni yırtık,
    Gemisi batıktır artık….
    Ne gam vardır aşığa
    Ne de kasavet
    Aşık için herşey
    Sevgilinin iki gözünden ibaret…
     
    Can özünden yaş dökenlere
    Aşk’ a aşık yüreklere
    AŞK OLSUN…
  14. rina
    Kalem erbabı için aşk üzerine yazı yazmak cüret ister. “Taş” dediğimizde elle tutulan, gözle görülen bir maddeden bahsetmiş oluruz. Varlık alemindeki bir objeyi tanımlamak kolay, ancak aşk gibi tecrübi bir olguyu açıklamak maharet ister. Çünkü tecrübeler şahsidir.
    Aşk dokunulması muhal bir ahu mudur? Bir muhal üzerine bilgelik taslamak, nutuk atmak ne kadar etik? Aşk, tam olarak anlayamadığımız bir gizilgüç mü? İskender Pala’nın “Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk” romanında “Aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır, ona sahip olan dünyaya sahip olur.” der. Yoksa Leyla ile Mecnun Romeo ile Juliet hikayeleri bu sırra ulaşanların hikayesi midir?..
    Aşk dediğimiz, beton yapıların tıka basa meta’ doldurulan odalarında bulmaya çalıştığımız bir biblo eşya mıdır üzeri kalp figürleriyle bezenmiş olan? Para ile kendisine ulaşabileceğimiz bir eşya mıdır?.. Okul sıralarına küçük çakılarla derince masa üstlerine kazınan cümlelerde veya çeşmelerin alınlıklarına yazılan dörtlüklerde arasak abesle iştigal mi olur? Kordon boylarında, hıyabanlarda, denizin latif dalgalarının okşadığı sahillerde aradığımız, pastanelerin izbe köşelerinde bulmaya çalıştığımız, televizyonların siyah-beyaz yayınladığı melodram Yeşilçam filmlerinde izini sürdüğümüz o şey, yani o tek hece sokaktan bağırarak geçen yüzü çizgilerle dolu eskicinin kirli ve yırtık ceketinin iç cebinde olmasın. Veya Unesco’nun ilan ettiği aşk yılından haberi olmayan elleri yağlı, yüzü kirli motor ustası çırağının 12-13 anahtarı sıkıca kavrayan ellerine koyduğu yüreğinde olmasın...
    Aşkı taşlaşmış kalplerde aramak, havaya, suya, toprağa düşen cemrelerde aramak beyhudedir. Havanın kirli yüzünde, betonla perdelenmiş toprakta, kirletilmiş suda cemre aramak kadar anlamsız cemrelerde aşk aramak. Şu teknolojik çağda demire, çeliğe ve betona cemre düşürmek teknolojinin robotlaştırdığı bedenlere aşkı anlayan kalp takabilmek kadar zor bir iş...
    Güzele meyletmek insana özgü bir vasıf değil, ancak hayvan için de güzelliğin ahlaki bir anlamı yok. Bedeni abideleştiren, şehevî taşkınlığı körükleyen, aklı azgınlaştıran zamanenin aşktan anladığı nedir acaba? Bir yerde mükemmelliği görmekse aşk; Stendhal’in “sevginin billurlaşması” dediği belki de budur. Giyinmek gibi temel bir ihtiyacı modaya, barınmayı, mimariye, nesli devam ettirmeyi aşka irca etmek ruhumuzun fiyakası mı, fıtratımızın gereği mi?..
    Bütün peygamberlerin çobanlık yaptığı bilgisiyle peygamber mesleğini icra eden münzevi kişilerin çıkınında arasak aşkı hata mı etmiş oluruz? “Ya ben İstanbulu alırım ya da İstanbul beni.” cümlesini bir celî sülüs levha olarak duvara assak. Aşk kelimesini tam olarak anlatmış olur muyuz? ...
    Feleklerin deveran edişinde aşkı arasak… Aşk cezbedir desek, zemme duçar olur muyuz? Kalem acizdir, onu tutan el aceleci yaratılmıştır...
  15. rina
    > Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu
    > sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı…
    >
    > Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni
    > yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık
    > beni huzursuz ediyordu.
    >
    > İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım. Romantik
    > anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın
    > sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm
    > katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
    >
    >
    > Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.
    > Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu.
    > 'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
    > Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı
    > daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı
    > vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
    >
    > Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim?'
    > Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
    > Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
    > 'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna
    > edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
    > 'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim
    > için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ
    > ölümüne mâl'olacak. Bunu benim için yapar mısın?'
    > Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
    > Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
    >
    >
    > Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının
    > üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
    > 'Sevgilim' diye başlıyordu,
    > 'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam
    > ettim.
    >
    > 'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip
    > çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem
    > için ellerime ihtiyacım var.'
    >
    > 'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve
    > varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
    >
    > 'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden,
    > yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
    >
    > '<Sâdık arkadaşın>ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki
    > krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.'
    >
    > 'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını
    > hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için
    > ağzıma ihtiyacım var.'
    >
    > 'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması
    > kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında
    > -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden
    > aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - gençliğinde senin
    > yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
    >
    > 'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o
    > çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
    >
    >
    > Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
    > Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
    > 'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok
    > sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.'
    > Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu
    > susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
    > Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği
    > uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
    >
    >
    > Bu gerçek aşktı.
    >
    >
    >
    > İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra
    > o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var
    > olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.
    >
    > Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil...
    > Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir
    > yerdedir.
    >
    > Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette
    > gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi
    > kalır.
    >
    > Hayat tam da böyle bir şeydir.
     
    ALINTI
  16. rina
    Hanı deli ruzgar misali derler ya
    Eser dallari kırarcasina
    halden de anlamaz ya
    ya da durup sorgulamaz
    sadece eserr
    en içten en coşkulusundan
     
    Hani bunun adına sevdamı ne derler
    salt duygulara kabarik
    insanın içini yakar içten içe
    Ve yakar acimasızca
    zamanla yarışır umursamaz
    Şımarıkmı yoksa
    Tatlımı tatlı şımarık
     
    Aşk....
    Ulaşılamayan yıldız gibi gelirdi
    bir yanıp bir kaybolan
    gecenin en mavi zamanında
    Var bildiğide yok
    Yok bildiğide var olan
    Milyonlarca ışık içinde
    Tek başına yapayalnız......
     
    Sahi kim bu yıldız
    Hani derler ya
    Anlamaz
    Neyi anlamalı
    Tek başınalığın ne oldugunumu
    Elini uzattığı elin kim oldugunumu
     

     
     
  17. rina
    Birgün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düsürür.
     
    'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve
     
    'Ne diye bağırıyorsun?' der.
     
    Ormancı baltasinı suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.
     
    Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. 'Baltan bu muydu?' diye sorar. ormancı'hayır' diye cevaplar.
     
    Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile
    tekrar belirir ve yine sorar.
     
    'Baltan bu muydu? 'ormancı yine
    'hayır' diye cevaplar.
     
    peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.
     
    'baltan bu muydu?' ormancı 'evet' der.
     
    Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.
     
    Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.
     
    Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düser.
     
    Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. peri yine belirir ve sorar.
     
    'ne diye bağırıyorsun?' ormancı 'karım suya düştü der.
     
    Peri suya dalar ve jennifer lopez le birlikte geri döner.
     
    'Senin karın bu mu?' diye sorar. ormancı 'evet' der.
     
    Peri sinirlenmiştir. 'yalan söylüyorsun. gerçek bu değil' der.
    Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, o na da hayır
    deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.
    Jennifer Lopez e evet dememin sebebi budur.
     
    Bu hikayeden alinacak ders :
     
    Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardir ve bu başkalarının yararı içindir.
     
    (Kendileri için birşey istiyorsalarsa ne olayımm )
     
    VAR MI DAHA ÖTESİ ???????
  18. rina
    Aynada bir kadın gördüm az önce
    Saçlarına canlı çiçekler gözbebeklerine
    Kocaman bir özlem iliştirmiş.....
    Bir de çapkın kırmızı ruj dudaklarında
     
    Aynada bir kadınla gözgöze geldim az önce
    Gülünce gamzeleniyor yanaklarında çizgiler
    Eteklerinde şuh hercailer uçuşuyor
    Ayak bileklerinde gümüş halhalın zilleri oynaşıyor
     
    Aynada bir kadına baktım az önce
    Göğsünde hasret çiçeklerini katmerlemiş
    Gözlerinde yola bakan yılan çöreklenmiş
    Yüreğinde kocaman bir aşkla büyülenmiş...
     
    Aynada bu kadına baktım az önce..
    Tanımadım......tanıyamadım
    Ve çok şaştım........
  19. rina
    Bayram Geldi Hoş Geldi....
    Bayramlar uzun zamandır bana hüzün verir oldu. Benim yaşım ilerledikçe çevremdeki sevdiklerimi kaybetmem belki de sebebi..Belki de şimdiki bayramları çocukluğumuzdaki bayramlar lezzetinde yaşayamadığım içindir. Hepimiz bir koşturma içinde hayatı yakalamaya çalışırken ,yorgunluğumuzu çıkartmak için bayram tatillerini kullanır olduk. Ailelerimizden,sevdiklerimizden,arkadaşlarımızdan uzakta hayatı yaşıyoruz işte,adına yaşamak denirse…
     
    Benim gibi mi düşünürsünüz bilemem ama ben hepinize çocukluğumuzdaki,çocuk yüreğimizdeki heyecanı tadacağınız,sevdiklerinizi hatırlayıp sadece cepten bir mesajla değil en azından bir ALO diyeceğiniz,büyüklerinizin ellerinden öpüp ,küçüklerinizi küçücük hediyelerle sevindireceğiniz,küslüklerin,dargınlıkların bittiği bir bayram diliyorum..
     
    Hepinize sevgi dolu bir bayram dileğiyle…
     
    İyi Bayramlar!!!
     
    SEVGİLERİMLE…....
  20. rina
    ’Uyan bak ne güzel doğmuş bugün güneş’ ,diyordu uzaklardan bir ses bu sabah. Ona göre aydınlık getiriyordu doğan güneş, pozitif bakmasını sağlıyordu, mutlu ediyordu böylece kendini. Yeni güne sapasağlam başlıyordu her sabah. Ne kadar mutluluk doluydu tahmin edemezsiniz.
     
    Sonra yine uzaklarda bir ses ’Hala uykum var kapatın perdeleri’, diyerek başlamıştı yeni güne bu sabah. Birileri bişeyler söylüyordu ama o duymuyordu bile bunları. Bir an sevdiğinin sözleri aksetti kulağına; ’Bak ne güzel doğmuş bugün güneş...’
     
    Kafasını gömerken yastığına hala bu sözleri düşünüyordu istemsizce beyni. Sonra irkildi birden; Ben neden güzel göremedim peki güneşi?
    Düşündü saatlerce. Onun için güzel olan güzel doğan sadece güneş değildi. Onun için önemli ve çekici olan o güneşin sevgilisinin ağzından doğmasıydı. Güzel olan onun diliyle doğurduğu güneşti, dünyaya onun gözünden bakmak onun pozitifliği ve sıcaklığında düşünmek o olmak...
    Güzel olan buydu işte...
    O olmak.. Onun gibi düşünebilmek yaşanan herşeyde onun beyni onun gözleri olmak..
    Aslında uzaklardaki o sevgili de güneşe kendi gözüyle bakmıyordu belki de..
    Belki de ona göre de perdeleri kapatın diyen sevgilinin gözünden güzeldi karanlıklar..
    Bu sabah perdeleri kapatın derken içimden;o sıcak ses de ’Günaydın bak ne güzel doğmuş bugün güneş...’ diyordu bana yumuşakça.
    Halbuki ben o güneşe bakayım diye kaç kişi dil dökmüştü bu sabah...
     
    Güneş aslında çoktan doğmuştu birçok insanın dilinde..
    Ama ben o uzaktaki insanın dilinden doğan güneşi bekledim saatlerce..
    Çünkü benim için güzel olan sevgilinin gözüyle doğan güneşti belki de....
    Güzel Olan Sevgili Değil Sevgili Olan Güzeldir...

     
     
     
     
     


  21. rina
    Yüreğim mi kanıyor,sevdiklerim yüreğimimi kanatmış yok canım bana yapmazlar yapamazlar bana kıyamazlarr....durun ya.... batırmayın cam kırıklarını ..yakmayın canımı..valla çok acıtıyor cam kırıkları canımı helekii sevdiklerinin gidişini görmek ...
     
    Görmek ve sessiz kalmakk..sessizce izlemek zorunda olmak...içine atmak duygularını,susmak ve zamanla unutulmak....
     
    Elbette tercihler değişir bundan doğal ne var ki...Ama izi..Yakıp da geçer..Kanatırr....Ağlatır içini, için için...
     
    Duyurmazsın kimseye hıçkırıklarını....Bilemezler gidenlerr yalnış bir yere dogru yol aldıklarını...
     
    Onları gerçekten sevenler kim bilemezlerr.....
     
    Ya aradıklarını bulamadıklarında..Geri döndüklerinde bulacaklar mı acaba arkalarında hiç düşünmeden,canını yaktıkları o çelimsiz papatyayı.....
     
    Cam kırıklarını yapıştırabileceklermi ..Eskisi gibi olacakmıı yapışsa da o kırılan parçalar...Tuz buz olmuş yürek nasıl toplayacak kendini....
     
    Aklıma bu ustanın dedikleri geldi...
     
    Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar.
    İki kelime demiş:
    -Doğru kararlar...
     
    Hepimizden farklı olarak,sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
    Tek kelime demiş:
    -Tecrube....
     
    İyi de kardeşim bu tecrube denen şeyin sırrı neymiş?
    Usta deriiin bir iç geçirmiş ve şöyle demişş:
    -Yanlış kararlar!!!
     
     
    Topla haydi kendini papatyam..daha usta olamamışsın..yoluna kaldığın yerden devam..
     
    Aç beyaz beyaz.....
     
    Tomurcukların gün ve gün büyüsün,kokular yayılsın bahçende.....
     
    Geçenleri büyülesin....
     
    Göz yaşaların sulasın filizlerinii.....
     
    Var sen büyümelerini bekle...
     
    Emek ver...
     
    Emek vermeden olur mu sevgiii....
     
    Sen yine de kucakla geçip gidenleri....
     
    Belkii de....
     
    Güzel bir vazoda bir evin en ucra köşesinde bir hafta saltanat sürersinn...
     
    Ya fallara maruz kalıp tek yapragınla anı defterının arasında kurursunn....
     
    Belkide biri seni başına taç eder....
     
    Oyyy....
     
    Dalında kuruyup gidenlerden olmada..
     
    Sevgiler verildikçe çoğalır...
     
    Acılar da paylaşıldıkça azalır derler miş boşuna degilll...
     
    Bak gördün mü!.. hemen yüzün güldüüü.....
     
    Kimseye altın tepsiyle sunulmadı hayat unutmaa....
  22. rina
    Bunlar güzel hatıralar...
    Farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
    ya da bir yağmur sel oldum sokağında
    sonra toprak çekti suyu...
    Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
    Uyandın ve ben bittim...
     
    Beni güzel hatırla!
    Çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
    Sana sırdaş oldum, dost oldum,
    koynumda ağladın.
    Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
    beni üzdün, kınamadım.
    Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...
     
    Beni güzel hatırla!
    Sayfalarca mektup bıraktım sana.
    Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
    Sakladım günahını, sevabını içimde
    sessizce gittim...
     
    Beni güzel hatırla!
    Sana unutulmaz geceler bıraktım
    sana en yorgun sabahlar...
    Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
    En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
    söylenmemiş "Merhaba"lar sakladım her köşeye
    vedalar bıraktım duraklarda.
    Ne ararsan bir sevdanın içinde
    fazlasıyla bıraktım ardımda.
     
    Beni güzel hatırla!
    Dizlerimde uyuduğunu düşün,
    saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
    mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
    Alnından öptüğüm dakikaları...
    Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
    şaşırtmayı severim biliyorsun.
    Bu da sana son sürprizim olsun.
    Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
    beni güzel hatırla.
     
     
    ALINTI
     

     
  23. rina
    Uzak gizemli bir ülkedir aslında hepimizin yaşadığı, soluk aldığı, âşık olduğu şehir...
    Her birimizin apayrı bir hikâyesi var...
    Pek çok şey biriktirdik...
    Pek çok şeyi yarım bırakıp, yanıbaşımızda fesleğenler büyüterek uzak başka uzak ülkelerden gelecek gemileri izledik...
     
    Aslında hiç bir şey bize aşina değil artık...,
    Yalın bir yangının içinde gonca güller büyütmek bile, birilerini sevip, onlara ömrümüzü adamak bile zamanın içinde bir kayboluş. Pek çok kez kaybolduk...
    Ne kadar çok kaybolduk...
    Ne kadar çok aradığımızı bulamamanın hayal kırıklığıyla yeni yeni hüzünler taşıdık hayatımıza…
    Kusursuz sabahlar yalnız uyandığımızı anladığımız anda gözlerimizde belli belirsiz bir hayal oldu...
    Sen kocaman bir hayal oldun…
    Kollarımın içine sığdıramadığım uzak ülkelerin uzak ufukları…
    Sırılsıklam yağmurları....
    Hiç umutlarınızın bittiğini sandığınız "Tamam, hiç daha kötüsü olmamıştı," dediğiniz zamanlarınız oldu mu?
    Ya da "bittim, mahvoldum," dediğiniz...
    Damağınızda acımsı bir tadın hiç geçmediğini; yüreğinizdeki o mengenenin de canınızı sıktıkça sıktığını hiç hissettiniz mi?
     
    Yalnızsınızdır...
     
    Savunmasızsınızdır...
     
    Yorgunsunuzdur...
     
    Anlatamaz, anlayamazsınız da.
    Gözünüzde bir damla yaş her an hazırdır akmaya sebepli ya da sebepsiz…
    Soğuktur elleriniz belki ısıtacak bir elin olmamasından...
    Çirkinsinizdir kendinizce…
    Aynalara da küs…
    Gözlerinizdeki pırıltılar yok oldu, yok olacak gibidir...
    Çaresizsinizdir…
    Sebep çoktur…
    Ya parasızsınızdır, ya terkedilmiş, ya hasta…
    Aslında yüzlerce "ya da" dır sizi bu hale getiren...
    Ne zaman geçecek bilmezsiniz…
    Umut garibin ekmeği, umar da umarsınız...
    Ya çaba?
    Oysa hiç gördünüz mü?
    Kim bilir kaç gün olmuş dalından koparılmış kasımpatılarını...
    Hala dimdik, hala ayakta, hala pırıl pırıl...
    Koparılmaya inat solmamaya kararlı…
    Oysa aklımız hep güllerdedir, hep lalelerde...
    Solmak, kurumak çok kolay oysa dimdik ayakta durabilmek önemli olan…
    Yılmamak zorluklardan…
    Hayallerden, umutlardan vazgeçmemek asıl olan…
    Ne dersiniz, denemeye var mısınız kasımpatı olmayı? Her şeye rağmen…
    Gözlerimdeki renklerden bak…
    An-dır yaşadığım
    İsteme
    Hayat olur ikincisi…
    Yağmurlardan Islanmaktan yorgunum…
    Artık
    Açılsın gökyüzü
    Ve
    Işığında yıkanayım ben…
     
    Kasımpatı hayallerimm...
     
    ALINTI...
  24. rina
    güneşle ıslanmaya uyanmak
     
    Uzun zamandır sinsice yerleşen bir telaş var ellerimde,
    nereye koysam, ne iş yapsam gitmiyor bir türlü bu dalgalanmalar.
    hiç bir işe yetişemiyorum, hep yarım kalan resimler, oyalar, bulaşıklar..
     
    aslında kalbimin sızısını ellerime yükledim, hiç bir şeye mecbur değilken üstelik.
     
    neyi tamam olabilir ki insanın, bir kendi eksikken kendine.
     
    rüya kadar bile bellirgin değilken hiç bir suret, kimden ödünç aldığım bile muamma olan karışık bir gülüş yapışıp kalmış öylece en eski fotoğraflarıma..
     
    erken doğum sanki dünyayı bilmek..bilmek diyorum.
     
    cezası yaşamak olan fani bir can yüklü, emanet yürekte..
    saati kıyametime ayarlı.
    anlayışsız olsun isterim mesela dillerim, anısız bir sabaha kalkmanıın tadını aldığımda, bir yudum, sade bir yudum çay serinliğinde.
     
    kelimeleri naftalinleyip, susturacağım bir gün..
    kalbimi susturacağım, gözlerimi, ellerimi, deli deli koşan ayaklarımı, elvedasız susturacağım..
    hesapsız, hesapsız, hesapsız savrulacağım,
    bütün kanadını güneşte yakmış turnaların kirpiklerinden atacağım, bütün erken doğumları..
    doğumsuz, batımsız bir gün yakaladığımda, bir çağlayanın tepe noktasından atlayıp atlayıp boylayacağım, saçından yakaladığım dünyanın DORUK'larını..
     
    bu ellerimle diktiğim tüm ağaçların, ardımdan geleceklerini biliyorum.yine biliyorum dedim..
    aldanmadan aldatmadan yaşamak,
    yalansız dolansız tırnak geçirmek kayalara..
     
    bildim,
    bildin mi mevsimler içinden en bulutsuz küheylanların, bembeyaz yelelerini..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.