Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

rina

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    475
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

Blog Başlıkları gönderen: rina

  1. rina
    alıştım sana...
    aklımda hayalımde bıle yoktun birden çıktın karsımaa
    ben sende degılken sen bana geldınnn
    bu hayalı bana yasattın alıstırdın benıı..
    alıştım sana....
    Aşk için bahar.Tehlike her yerde...
    Vuruldum işte hiç ummadığım birine.
    Ama öyle çarptı ki kalbim, duracak gibi aldattı beni....
    alıştım aldatılmalara
    Bahardan sonra yaz geldi sanki.. sabun köpüğü gibidi yaz aşklarım.Henüz silmedim hiçbirinin yarasını ...
    alıştım silmelere...
    alıştım yaralara.
    Aşkları gitti ama acıları kaldı.
    alıştım bunlara.
    mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gibi...
    alıştım sinmelere....
    yaza girerken terk ettiğim, yaz aşkımı düşünür..
    alıştım terk etmelere..
    terk edilmişliği sindirmeye çalıştıp. taze aşk yakalamak için. bir doğum öncesi ölüm gibi. yalnızdım, yorgundum
    alıştım yalnızlığa
    alıştım yorgunluğa
    yorgunlar için kış uykusu başlar... taze baharlara, taze aşklara enerji toplar....
    alıştım baharlara...
    alıştım aşklara...
    dört mevsimlik aşlar yaşadım...
    alıştım mevsımlere....
    mevsimlik aşklarım yalan olsa bile...
    alıştım yalanlara....
    yalan olsada hislerimmm tebessümü yureginde biraktım....
    alıştım tebessümlere....
    tebessümle ömür bulmak.İtiraf....
    alıştım itiraflara...
    .İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra..... Nefessiz kalmacasına ağlamalar.
    alıştım aglamalara...
    alışma bana ne yaparım bellı olmazz
     
    RiNA____________
  2. rina
    Düsünün ki önünüzde bir dolap var.
     
    Bu dolapta 4 bölüm var. Her bölümde kutular.Bu kutularin icinde sevginiz ve nefretiniz var.
     
    En üst bölümdeki kutularda ‘en cok sevdiklerinizi’ sakliyorsunuz.
     
    Ikinci bölümde ‘Seviyorum ama fazla da guvenmiyorum’ dediklerinizi.
     
    Ücüncü bölümde ‘herkes gibi biri benim icin’dediklerinizi.
     
    Ve en altta da ‘nefret ediyorum veya kesinlikle güvenmiyorum’ diye adlandirdiklarinizi.
     
    Buraya kadar hersey tamam.Asil sorgu simdi basliyor.
     
    Siz hic en üst bölüm’e koydugunuz birisini, bir tek sözyüzünden, en alt bölümdeki kutulara kattiniz mi?
     
    Degerinden fazla deger verdinizmi birine? Ya nefret ediyorum dediginiz birini zaman ile sevdiniz mi?
     
    Siz hic yanildinizmi?Utandinizmi o bir zamanlar arkasindan attiginiz kisinin suanda en yakindostunuz oldugu icin??
     
    Hic itiraf ettinizmi ‘seni hic sevmezdim’ diye??Ya da hic kizdinizmi ‘ne de cok güvenirdim sana’ diye..
     
    Insan hic ‘bir söz’ ile en sevdigini en nefret ettigi kisilerin arasina katabilirmi? Dogru mu?
     
    Birzamanlar göklere cikarttiginizi yerin dibine atmak olur mu? Yakisir mi size?
     
    ALLAH c.c. razi gelirmi? Halbuki bir zamanlar aranizdan su sizmazdi. Yeri gelir ekmegi bile paylasirdiniz, kaldi ki düsünceleriniz, duygulariniz.
     
    Bu kadar cok seyi paylastigin birini tanimamazliktan gelebilirmisin?
     
    Benden size tavsiye…
    Hic birzaman ilk gördügünüz birini ‘sevmedim’ diyerek, dolabinizdaki en alt bolumdeki kutulara atmayin.
     
    Zaman taniyin,sabredin..
     
    Gerekirse kutulara kaldirmayin, dolabin önünde bekletin.
     
    Zamani geldiginde o kisi zaten dolabinda bir bölümü kendi sececektir.
     
    Ayni sekilde, ilk gördügünüz birine ‘sanki 10 yildir taniyorum’ diyerek, en üst bölüm’e kaldirip, yere göge sigdirmayin.
     
    Arkadaslik, dostluk ve en onemlisi sevgi zaman ister.
     
    Senin haberin olmadan o dolabinda kendine yer bulacaktir.
     
    Yeterki siz sabredin ve dolabinizi genis tutun..
     
    Dolabinizin en üst bölümündeki kutulari ASLA atmayin.
     
    Degerli bir hazine gibi saklayin. En alt kattakinleride her hafta cöp’e bosaltin.
     
    Göreceksiniz, gün gelecek dolabiniz sadece ‘SEVDIKLERINIZ’ ile dolacaktir.
     
    Iste o zaman gercek mutlulugu bulacaksinizdir…
     
    Birsey daha..
    Bu dolap herkeste vardir..
    O sizin sevginizi barindirdiginiz KALBİNİZDİR ...
     
    Alıntı
  3. rina
    Hanı deli ruzgar misali derler ya
    Eser dallari kırarcasina
    halden de anlamaz ya
    ya da durup sorgulamaz
    sadece eserr
    en içten en coşkulusundan
     
    Hani bunun adına sevdamı ne derler
    salt duygulara kabarik
    insanın içini yakar içten içe
    Ve yakar acimasızca
    zamanla yarışır umursamaz
    Şımarıkmı yoksa
    Tatlımı tatlı şımarık
     
    Aşk....
    Ulaşılamayan yıldız gibi gelirdi
    bir yanıp bir kaybolan
    gecenin en mavi zamanında
    Var bildiğide yok
    Yok bildiğide var olan
    Milyonlarca ışık içinde
    Tek başına yapayalnız......
     
    Sahi kim bu yıldız
    Hani derler ya
    Anlamaz
    Neyi anlamalı
    Tek başınalığın ne oldugunumu
    Elini uzattığı elin kim oldugunumu
     

     
     
  4. rina
    “Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden aydın bir adam varmış. Çalışmaya başlamadan önce sahilde bir yürüyüş yaparmış. Bir gün sahilde yürürken plaja doğru baktığında danseder gibi hareketler yapan bir insan silueti görmüş. Başlayan güne danseden biri olabileceğini düşünerek gülümsemiş ve ona yetişebilmek için adımlarını hızlandırmış. Yaklaştıkça bunun bir genç adam olduğunu ve dansetmediğini görmüş. Birkaç adım koşuyor, yerden bir şey alıyor ve yumuşak bir hareketle okyanusa fırlatıyormuş. Biraz daha yaklaşınca seslenmiş:
     
    - Günaydın. Ne yapıyorsun böyle.
     
    Genç adam durmuş, başını kaldırmış ve cevap vermiş:
     
    - Okyanusa deniz yıldızı atıyorum.
     
    - Sanırım şöyle sormalıydım, demiş, bilge adam... Neden okyanusa deniz yıldızı atıyorsun?..
     
    - Güneş çoktan yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları suya atmazsam ölecekler.
     
    - Ama delikanlı, görmüyor musun ki kilometrelerce sahil var ve baştan aşağı deniz yıldızı dolu. Hiçbir şey fark etmez.
     
    Genç adam kibarca dinlemiş, eğilerek yerden bir deniz yıldızı daha almış ve dalgalanan denize doğru fırlatmış.
     
    - Bunun için fark etti...
     
    Bu cevap bilgeyi şaşırtmış. Ne söyleyeceğini bilememiş. Geriye dönmüş, yazısının başına geçmek üzere kulübesine gitmiş. Gün boyunca bir şeyler yazmaya çalışırken genç adamın görüntüsü gözünün önünden gitmemiş. Aklından çıkarmaya çalışmış, bir türlü olmamış. Nihayet akşama doğru fark etmiş ki, o koca bilim adamı, o büyük şair, bu gencin davranışının özünü kavrayamamış. Çünkü bu gencin aslında yaptığının evrende bir gözlemci olmayı ve olup biteni izlemeyi değil, evrende bir oyuncu olmayı ve bir fark yaratmayı seçmek olduğunu anlamış. Utanmış. O gece sıkıntı içinde yatmış. Sabah olduğunda bir şey yapması gerektiğini bilerek uyanmış. Yataktan kalkmış giyinmiş, sahile inmiş ve o genci bulmuş. Ve bütün sabahı onunla okyanusa deniz yıldızı atarak geçirmiş.”
     
    “Hepimize bir fark yaratma yeteneği bahşedilmiştir. Eğer biz o genç adam gibi, bu yeteneğimizin farkına varabilirsek, görüş gücümüz sayesinde geleceği şekillendirme kudretini elde edebiliriz.”
     
    “Hepimiz kendi yıldızımızı bulmalıyız. Eğer yıldızımızı akıllıca ve iyi fırlatabilirsek, 21. yüzyıl hiç kuşkusuz harika bir yer olacaktır.”
     
    Fark yaratma yeteneği...
     
    Ne güzel bir deyim bu... Söylemesi bile güzel...
     
    Fark yaratma yeteneği...
     
    Bu gerçekten hepimizde var...
     
    Ya yıldızlar...
     
    Milyonlarca...
     
    Harika bir 21. yüzyıl istiyorsak, evrende bir gözlemci olup, olup biteni izleme yerine, evrende bir oyuncu olup, fark yaratmayı seçmemiz gerek.
     
    Haydi, kendi yıldızımızı bulalım ve farkı yaratalım...
     
    Hemen...
     
    Bugün...
     
    Vakit geçirmeden!..
     

     

     
    Öykü: Lauren Tseley
     

     
     
  5. rina
    Geceyarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internette yayılmış bir öyküyü anlatıyordu.Kulak kesildim:
     
    "Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:
    "Bay Winkelman beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız."
    Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:
    "İngiltere’de bu ameliyatı yapabilecek doktor var mı?" diye sordu.
    "Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm" dedi doktor;
    "Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor." Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Otele giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça itiyordu. Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.
     
    Polis böyle tanınmış bir doktorun neden Winkelman adı altında Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."
     
    Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahında gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı. Favaloro 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Arjantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhteşem villasında kalbine sıktığı tek bir kurşunla son vermişti hayatına... Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşunlayarak susturması ne trajik bir final!..
     
    Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçirdikten sonra çekildiği makyaj odasında sessizce ağlayan bir palyaço gibi... Çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman... İnsanın sözü geçmez, gücü yetmez bazen kendine...
     
    En güzel aşk filmlerinde oynayan bir kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsınız... Diline doladığı herkesin iç dünyasını kalemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keşmekeşi tariften acizdir. Cemaate iman telkin eden ederken içten içe Tanrıyı sorgulamaya başlamış bir din adamı kadar çaresiz, kıvranır insan...
    Yalnızlık korkusunu bastırmak icin ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi, ...ya da cehennemi bir cephede gün boyu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karagahta korkudan titremesi gibi,
     
    ...en yakından tanıdığı zaafı, en güvendiği yanına yakıştıramaz insan:
    ... ve kendini en bildiği yerinden vurur:
    Kalpse kalp, beyinse beyin... Bir kurşunla durdurur.
    Çünkü en beteridir kendiyle savaşanların, kendine yenilmesi...
     
    İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesaretsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız.
     
    Bu kuşatmayı yarmak için o zaaflarınızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına... Insan kendine rağmen gider ozaman... ... gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kollarına koşar. Bazen uluorta, bazen yapayalnız... uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...
     
    Malum "uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."
     
    Can DÜNDAR
     


  6. rina
    Sensiz yarım kaldım........
     
    Sen gittin ben yalnız kaldım
     
    Sensiz uyuyacagım bugece;
     
    Sessiz aglarım
     
    Sen gittin
     
    Ben yarım kaldım
     
    Yoklugun agır bir enkaz bıraktı ardında
     
    Yanım boş kaldı
     
    Odam karanlık
     
    Yatağım soguk
     
    Yalnızlık üşütür içimi
     
    Sen gittin ben yarım kaldım
     
    Geceler uzun sevdam hep hüzün
     
    Sen yoksun bedenım hep yorgun
     
    Sen yoksun sessiz bu dil
     
    Ağlar bu göz...
     
    Sen yoksun geceyi sabaha bağlar bu bekleyiş....
     
    Gecede acı damarlarımda acı var çıkarıp atamadıgım
     
    Acı var bu bedende yoklugunda yarım kaldıgım
     
    Yoklugun efkarı kaplamış odamı
     
    Nefes alışım yarım
     
    Sen yoksun ne de zormuş bu hüznü taşımak
     
    Sensiz bu o da da yasamak
     
    Sen gittiginde anladım
     
    Sensiz karanlıkta
     
    Sessiz ağladım
     
    Enkazı büyük bu yüregin
     
    Sensiz yarım kaldım....
     
    ----------------------

     
     
  7. rina
    Ne çok şey anlatır gözyaşları...Bazen söylenemeyen sözlerin sesi,bazen bir pişmanlığın diyeti,bazen de bir sevda nefesi...Sessizliğin çığlıklarıdır aslında gözyaşları...
    Anlatılamayanı anlatmak ister karşısındakine...Eğer anlayabilirse...İnsanoğlu bir garip...Sevinir ağlar,üzülür ağlar,hasret çeker ağlar,kavuşur yine ağlar.Kelimeler kifayetsiz kaldığında,gözyaşları görev başındadır.Aslında ağlayabilmek büyük bir nimet...
    Ve ağlamak taş kalpli olmadığımızı gösteriyor.Hala insan olduğumuzu, hissettiğimizi, DUYGUSUZ olmadığımızı...
    Ama bazen gözpınarlarından aşağı süzülemez gözyaşları...Onlar dışa akıp ziyan etmezler kendilerini...
    Çünkü çok daha önemli bir görevleri vardır.İçteki bir yangını söndürmek isterler.Göz kapaklarınızın alev alev yandığı,boğazınıza bir şeylerin
     
    düğümlendiği,burnunuzun direğinin sızladığı oldu mu hiç? Dikkat ettiniz mi o anlarda gözyaşlarınızın istikameti neresi? En zor olanı bu belki de...Ağlamak zayıflık mı?
    Neden ağlamamız gereken anlarda;
    yumruklarımızı,tırnaklarımız avuçlarımızı kanatıncaya kadar sıkar, boğazımızdaki düğümleri yutkunarak gidermeye çalışırız? Neden kaçırırız buğulanan gözlerimizi başkalarından?Bakın ağlıyorum işte! Utanmıyorum kimseden...
    O kadar içime akıttım ki gözyaşlarımı!...
    Artık zapt edemiyorum içimdeki çağlayanı....
    Ağlıyorum dostlarımın vefasızlığı içinAğlıyorum özlediklerim için Ağlıyorum özleyip kavuşamadıklarım için Ağlıyorum içimi acıtan kalp kırıklıklarım için Ağlıyorum istemeden de olsa kalbini kırdıklarım için Ağlıyorum unutulmaması gerekenleri unuttuğum için Ağlıyorum .........
    Unutamadığım için Ağlıyorum yaklaştıkça uzaklaştıklarıma Ağlıyorum tanıdıkça çirkinleşenlere Ağlıyorum kıymetini bilemediklerime Ağlıyorum sevsem de beni sevmeyenlere Ağlıyorum ziyan olan yıllarıma Ağlıyorum bir ömür ağlayamadıklarıma...
    Bir gözyaşı size ne hissettirir? Ne anlatır gözyaşları...
    Bir gözyaşına neler sığar?
     
    ALINTI...
     

     
     
  8. rina
    İçimde bir kiz çocuğu oturtmuşlar
    İçimde yüreğimin taa şurasina bakin ağlıyor!
    Susturamıyorum onu!
    İçimde bir hüzün saklanmış..
    Çıkaramıyorum!
    Kiz çocugu ile öyle özleşmiş ki..
    Hüzün o kiz çocuğuna öyle yakışmiş ki,
    Ayrılamıyorlar sanki...
     
    Duyuyor musunuz..?
    Hıçkırıklarını..?
    Nasıl da sessiz ağlıyor duyuyor musunuz..?
    Duymuyor musunuz?
    Fakat nasıl olur?
    Nasıl duymazsın?
    Baksana hıçkırıklara boğulmuş ağlıyor..?
     
    Göremiyorsan gözlerime bak..!
    Gözlerimde ki mateme hüzne şahit ol..!
    Görmesini bilen gözler baksın bana..!
    Sahte gözlerle bakmayın bana..!
    İçimdekini görebiliyorsanız bakın..!
    Göremiyorsan zaten körsün demektir!!
     
    Bir akıl verin içimdeki kız çocuğuna..
    Onun anlayacağı biçimde söyleyin ama..
    Bağirmadan.. küsmeden.. incitmeden konuşun onunla..
    Ağlamasin artık.. çok sevdiği hüznü yollasın..
    Yetmedi mi konuk ettiği biraz da mutluluk girsin aşk penceresinden..!
    Aşkın kokusunu,hasretini bu kadar yürekten yaşarken..
    Mutluluğun güneşi girsin yüreğime!
    Yeter artık matemin cemalini ezberledim..!
     
    Susturun içimdeki ağlayan kiz çocuğunu
    Baksanıza hala ağlıyor..
    Susmuyor..
    Susturamıyorsunuz..
    İste ağlamak üzereyim
    Size susturun demiştim..
    Şimdi içime dolan yaşlar benim gözlerimden süzülecek
    Ve siz yine sadece izleyeceksiniz..!
    Yine ben ve o içimdeki kız çocuğu kalacağız..
    Yapayalnız
     
    Hepiniz gidin..!
    Hüzün bize yakışıyor işte görüyorsunuz,
    Anlamıyorsanız niye geliyorsunuz yanımıza,
    Bırakın.. gidin her zaman ki gibi
    Matem Kafesine hapsolmuş bir yürek var biz de,
    Mutluluğun baharını bilmez bizim yüreklerimiz,
    Yaşamak nefes almaktır bizim için,
    Anladınız artık değil mi?
    O halde gidin..!
    Bırakın bizi..!!
     
    Sizin anlayamayacağınız bir biçimde sesleniyoruz size
    Susarak haykırıyoruz..
    Anlamıyorsunuz değil mi..?
    Susarak haykırmak ne aci yaşadınız mı hiç?
     
    İçinizden hanginiz benim kadar yaralı..
    Hangi karanfil var ki benim gibi boynunu büker..
    Terk edilir..
    Yalnızlığa gömülür..
    Siz yakıştıramadınız ama,yalnızlık mutsuzluk bize ne kadar yakışıyor baksanıza..
    İçimdeki kız çocuğu hala ağlıyor..
    Susturamadınız...
     
    Artık uğraşmayın..hıçkırıkları durdu..
    Sadece sessiz sessiz ağlıyor..
    Birazdan yine susacak bu kiz çocuğu..
    Gözlerinde bir matem,
    Yüreğinde bir hüzün kalacak...
    Gökyüzüne bakacak nefes aldığına şükredecek
    Bir karanfil daha yeşertecek kalbinde
    Taa ki yine o karanfil boynunu bükene kadar
    Ağlamayacak..
     
    Sonra..içinde biriken bu ağlamalar bir volkan olacak..
    İçinde kabuk bağlayan yaralar oluşsun
    Oluşsun ki bir dahakine hepsi birden kanasin
    İçinin kan ağlaması gibi..
    Siz de izleyin..! Her zamanki gibi !
    Ama bir gün.. İsyan edecek bu küçük kız çocuğu
    Bir gün patlayacak.. hepinize haykıracak..
    Anlamadınız diyecek.. haykırdım
    Hıçkırıklara boğuldum
    Ama gelmediniz.. anlamadınız diyecek...
    Sizler yine aptal aptal yüzüne bakip
    Neyin var diyeceksiniz..
    HALBUKİ SÖYLENMEMİŞLERDİR İNSANIN CANINI ACITAN...
    bunu asla anlamayacaksınız...
     
    ALINTI...
     
     

     
     
  9. rina
    HAYAL İŞTE…
     
    Bazen diyorum ki hayat bir yerlerde tıkandığında hayatın da bilgisayardaki gibi bir reset düğmesi olsa ve hayatı resetlesek… Tıkanıklığı, donukluğu ortadan kaldırıp yeniden başlasak…
     
    Bazen güzel bir kesit yakaladığımızda sağ tıklayıp kopyalama işlemini gerçekleştirerek hafızamıza yapıştırsak, varsa hafızamızda kötü anılar onları da silip geri dönüşüm kutusuna yollasak…
     
    Arada bir geri dönüşüm kutusunu boşaltsak… Geri dönüşüm kutusunda silinenlerin nereye gittiğini bilmediğimiz gibi kötü anıları da bilinmeze yollasak…
     
    Bilgisayarımızın sabit diskinde biriken gereksiz dosyaları temizleyen programlar gibi, beynimizde ve yüreğimizde biriken gereksiz bilgileri, yırtık ve sökükleri temizleyen bir program olsa…
     
    Vücudumuza giren ve bizleri haftalarca yataklara düşüren virüs ve solucanları temizleyen bir anti virüs programımız olsa…
     
    Bazen de hayat, bir yerlerden kopuyorsa ve boğuyorsa bizi; resetlemeninin de bir anlamı olmuyorsa, gidip bir format attırsak…
     
    Yeniden, yepyeni geçmiş sıkıntıların sıfırlandığı taptaze bir hayata başlasak…
     
    Hiç yaşanmamış, yeniden doğmuş gibi…
     

     

  10. rina
    O durmadan kaçıyor;
    Sen ardından gitmiyorsan;
     
    O günün her saatinde saklanıyor,
    Sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan;
     
    O sana acıların en büyüğünü tattırıyor,
    Sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan;
     
    Boşuna aldatma kendini,
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Elindeki içki kadehinde,
    Dudağındaki sigarada ,
    Okuduğun kitapta,
    Mırıldandığın şarkıda,
    Söylediğin şiirde,
    Gördüğün rüyada
    Ve yaşaman icin
    Ciğerlerine doldurduğun havada
    O yoksa;
    Onun vazgeçilmezliğini anlamamışsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Renkler onunla değerlenmiyorsa,
    Örneğin; onsuz kırmızı kırmızılığının,
    Mavi maviliğinin farkında değilse,
    Beyaz yalnız o giydiği zaman
    Güzelliğini haykırmıyorsa,
    Sabahları onu görünceye kadar
    Güneş doğmuyorsa
    Ve onsuz gökyüzü geceleri
    Aya, yıldızlara hasret değilse
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Sokakta gördüğün her yüzde
    Ondan birşeyler aramıyorsan,
    Güzel bir manzara,
    Hüzünlü bir musiki onu hatırlatmıyorsa,
    Uykudan uyandığın zaman
    Yaşamakta olduğundan önce
    Onu hatırlamıyorsan,
    Omuzlarına dökülmüş saçları,
    Bir sis perdesinin ardında
    Her zaman gülen,
    Işık sacan gözleri
    Aklına gelmiyorsa,
    Durup durup avuçlarının
    Sıcaklığını özlemiyorsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Dünyada yaşıyan öteki insanların
    Senin için hâlâ bir değeri varsa ,
    Ona karşı tutumunu
    Toplumun köhne ve manasız
    Kurallarına göre ayarlıyorsan
    Ve açık açık
    Sanki var olduğunu haykırırcasına
    Sevgini söylemiyorsan;
    Onu sevmiyorsun demektir.
     
    Yok o senin icin
    Herşeyden değerliyse,
    Gözünü yumduğun anda
    Onu görebiliyorsan,
    O bütün şarkılarda,
    Bütün şiirlerde,
    Bütün resimlerde ise,
    Ona muhtaç olduğunu
    Söylemekten utanmıyorsan,
    Senin içten ve büyük sevgine
    Karşılık vermiyeceğinden
    Korkmuyorsan,
    Bütün bencil duygularından
    Sıyrılabilmişsen
    Onun için herşeyi,
    Ama herşeyi yapacak gücü
    Kendinde buluyorsan,
    Her hali sana
    Ayrı ayrı güzel geliyorsa,
    Karşıisında kendini
    Bir çocuk gibi hissediyorsan,
    İstediği anda onun için
    Ölebileceksen,
    Onun için yaşıyorsan
    Ve yine onun için
    Bildiğin bilmediğin
    Bütün düşmanlıklara
    Karşı koyabileceksen,
    O her geçen dakika
    Sende biraz daha büyüyorsa
    Ve kendi kendine bile
    Çok sevdiğini bütün
    Samimiyetinle,
    İnanmışlığınla
    İtiraf edebiliyorsan,
    Bir gün o seni hiç,
    Ama hic sevmediğini söylese bile ,
    Senin sevginde azalma olmayacaksa
    Ve ölünceye kadar onu aşkların
    En olumsuzu ile sevebileceksen;
    İşte o zaman
    Onu seviyorsun demektir.
     
    O sana sevmeyi,
    Gercek aşkı öğretti.
    Sen onu hep sevecek
    Ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın.
     
    O , hiç sen olmasan bile,
    Seni bir parça sevmese bile....
     
    Ümit Yaşar OĞUZCAN
     

     
     
  11. rina
    hani, bir kitap okumaya başlarsınız...
     
    ilk satırlarda çeker sizi içine...
     
    öyle güzeldir ki anlatım…
     
    tüm gerçeklik bir yana...
     
    o kurgunun içine kapılır gidersiniz...
     
    öyle kapılırsınız ki...
     
    uzaklardan bir el uzanıp
     
    tutar ellerinizden...
     
    alıp götürür…
     
    uzaklara…
     
    kokusu ulaşır size dağların,denizin,çiçeklerin...
     
    bir meltem okşayıp geçer teninizi...
     
    dokunuşları hissedersiniz ya yüreğinizde...
     
    hani, bilseniz de kurgu olduğunu...
     
    o akışı bırakmak istemezsiniz...
     
    bir yandan merak edersiniz ...
     
    "ne olacak?"
     
    bilirsiniz oysa...
     
    hiç bir şey olmamıştır...
     
    olmayacaktır...
     
    her şey sadece ihtimaller bütünüdür...
     
    ve o ihtimaller öyle yaşanılası…
     
    ve o kurgu öyle gerçektir ki..
     
    yaşadığınız ana baskın çıkar ya...
     
    ama nedense...
     
    “son” önemlidir hep...
     
    o kitabın da sonuna ulaşmak istersiniz...
     
    diğer yandan o kitabı bitirmek , o hayali tüketmektir…
     
    bilirsiniz….
     
    her sonun bir tükeniş olduğunu öğretmiştir hayat size...
     
    okumak - okumaya kıyamamak bir çelişki olur içinizde...
     
    oysa, çelişki daha çekici kılar o kitabı...
     
    daha bir özümsemeye başladığınızı hissedersiniz o noktadan sonra okuduklarınızı...
     
    her sayfada “son” a biraz daha yaklaştığınızı bilerek…
     
    her sayfada biraz daha kaybederek…
     
    her sayfada biraz daha tükenerek…
     
    ve içiniz burkularak o “son” sayfa…
     
    kitabın arka kapağını kapatırsınız usulca…
     
    siz dışarıda kalansınızdır…
    her şey ilk sayfa ile son sayfa arasında, avuçlarınızdadır şimdi…
     
    sımsıkı tutarsınız birkaç dakikalığına ellerinizde…
     
    bazı ilişkiler gibi…
     
    hani, bitmesine kıyamadığınız…
     
    tüm güzelliğine rağmen devam edemeyeceğini…
     
    gideceği bir yer olmadığını…
     
    sadece bir ihtimalin yaşandığını bildiğiniz…
     
    bir ilişki gibi…
     
    yüreğinizden bırakmak istemeden…
     
    ama artık sadece dışından bakarak…
     
    sımsıkı sarıldığınız birkaç dakika gibi…
     
    ve sonra…
     
    bir hayat kayar ellerinizden…
     
    kütüphane raflarındaki yerini alır…
     
    ara sıra sayfaları yeniden karıştırılmak üzere…
     
    ALINTI...
     
    Biraz daha büyütmüştüm yaramı
     
    Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri
     
    Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir
     
    Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri
     
    Kutlu bir mirastır elbet
     
    Bir ömür yetmez anladım
     
    Yazmak için bütün sen'leri.
     
     
     
     

  12. rina
    Ben kibrit çöplerini insanların yaşantılarına benzetirim. Kibrit kutusu insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir bakıma...
     
    Bazı kibrit çöpleri vardır bir amaç için yanarlar,
    kimi bir sigara yakar,
    kimi bir ocak,
    kimi boş yere yanıp tükenir
    hiç bir işe yaramadan.
    Kimi ise bir ormanı, bir evi,
    büyük bir alanı yakar kül eder,kendisiyle birlikte.
     
    Kibrit kutusunu açıp baktığınızda
    hepsi aynı gibi gözükse de
    birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır.
     
    Bazıları yanamayacak kadar incedir yakarken kırılır zannedersiniz ama
    bilir misiniz en iyi onlar yanar. Bazıları da epeyce kalın. Zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak ama yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır kendisini bile yakamaz. Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider. Kimileri eğri büğrüdür ama yine de bir kibrit çöpünden beklenen fonksiyonları eksiksiz yerine getirirler.
     
    Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar. İşte insan yaşamı da bu kibrit çöplerine benzer, kimi insanlar vardır kendinden beklenileni asla yerine getiremezler, kalın kibrit çöpü gibi kendi kendilerini yok eder giderler, kimi insanlar vardır bir lambanın fitilini yakarlar kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.Eğri ve kırık kibrit çöpleri gibi sakat insanlar vardır aramızda yaşayan, onları şekilleriyle değil işlevleriyle değerlendirmeliyiz neyi yaktığına bakmalıyız.
     
    Kibrit kutularını içinde yaşanılan topluma benzetmiştim; ıslak bir kutudaki kibriti istediğin kadar uğraş yakamazsın demek ki içinde yaşanılan toplum insanıistemese de çok etkiler.
     
    Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder tüm kibrit çöpleri aynı yöne bakarken onlar tam tersine bakar kutuda. Kutu açıldığında ilk önce onlar göze çarpar ve herkesken önce yanarlar.Aykırılık başa beladır. Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır dikkat ederseniz onlar da kafadar insanlar gibidirler kanka misali biri yanınca diğeri de yanar. Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da yakan kibrit çöpleridir. İçinde bulundukları toplumu çökertirler.
     
    Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur. Ne yaparsa yapsınlar yanamazlar. Toplumun içerisinde ot gibi yaşar giderler. Toplum nereye onlar oraya.
     
    ACABA SİZ HANGİ TÜR KİBRİT ÇÖPÜSÜNÜZ
    HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ ?
     
    ALINTI...
     

     
     

     
     
     


     
     
     
  13. rina
    biri... öyle biri ki...
     
    renkler yok...
     
    umutlar gürültüyle kırıldı ama içimde çıt yok...
     
    susuldu...
     
    susandı yarın'a...
     
    yarın nerde?
     
    kayıp mı olduk, hiç mi yoktuk?
     
    kim keşfetti bölündükçe çoğalan dertleri
     
    ve
     
    kim öldürdü paylaşıldıkça çoğalan sevgiyi?
     
    herkes nerde?
     
    bir yanlış üç doğru mu götürüyordu öteden beri?
     
    herkes yalnız mı?
     
    herkes kendi içinde kalabalık mı?
     
    kaç kişiyim? diye ben değil, içimdeki binlerce "ben" soruyor ayrı ayrı...
     
    tek yürek, tek beden...
     
    doğurgan mıyım kendimi çoğaltmakta?
     
    bir tanesi bana aitti, onu özlüyorum...
     
    başka şeyleri de özlüyorum...
     
    nerdeyiz biz?
     
    ruhumda isyankar ilanlar; BİR KAHRAMAN ARANIYOR...
     
    kendime, kendim olmayan diğer "ben"lere yetemiyorum...
     
    biri gelip beni toparlar mı?
     
    bir şey bir mucize gibi gelip bana dokunur mu?
     
    şimdi çok geç kaldım hiç inanılmamış bir hayat yaşamak için...
     
    tümden vazgeçmek de olmaz...
     
    sıkışıp kalınmıyor, dünya daralıyor...
     
    sürekli gri tonlar, kırmızı ve siyah...
     
    benim açık mavilerim nerde?
     
    böyle değildi...
     
    gittikçe bana ait değilmiş gibi bakıyorum geçmişe...
     
    bir tek ben mi? diye soramıyorum...
     
    değilim biliyorum...
     
    herkes bir tenhada arkasını dönüp ağlıyor...
     
    herkes aynı tenhada kendini bırakıp kaçmak istiyor...
     
    haykırsam şimdi sokağa çıkıp maskelerin düşmesi için...
     
    en büyük gerçeğimizi mi gömdük içimize?
     
    kaçıyoruz mutsuzluğumuzla yüzleşmekten, işimize gelmiyor kendimizle uğraşmak...
     
    ama ben korkuyorum...
     
    benim adıma yaşanmış bir hayat istemiyorum...
     
    böyle değildi...
     
    biri geldi gökyüzümü çaldı, denizlerimi içti...
     
    biri büyülerimi bozdu...
     
    biri... öyle biri ki...
     
    aynaya bakınca görüyorum ama TANIMIYORUM...
     
    Avuçlarımda uçurum kokusu,





    Kendimden düşüyorum.
     
    Bir masala uzanıyor sevmelerim,




    Aşktan çaldıklarım dikiliyor karşıma,

    Kaçak şehirlerin adressiz yüreği oluyorum.
     
    alıntı...
     
     
     
     
     
     


  14. rina
    ’Uyan bak ne güzel doğmuş bugün güneş’ ,diyordu uzaklardan bir ses bu sabah. Ona göre aydınlık getiriyordu doğan güneş, pozitif bakmasını sağlıyordu, mutlu ediyordu böylece kendini. Yeni güne sapasağlam başlıyordu her sabah. Ne kadar mutluluk doluydu tahmin edemezsiniz.
     
    Sonra yine uzaklarda bir ses ’Hala uykum var kapatın perdeleri’, diyerek başlamıştı yeni güne bu sabah. Birileri bişeyler söylüyordu ama o duymuyordu bile bunları. Bir an sevdiğinin sözleri aksetti kulağına; ’Bak ne güzel doğmuş bugün güneş...’
     
    Kafasını gömerken yastığına hala bu sözleri düşünüyordu istemsizce beyni. Sonra irkildi birden; Ben neden güzel göremedim peki güneşi?
    Düşündü saatlerce. Onun için güzel olan güzel doğan sadece güneş değildi. Onun için önemli ve çekici olan o güneşin sevgilisinin ağzından doğmasıydı. Güzel olan onun diliyle doğurduğu güneşti, dünyaya onun gözünden bakmak onun pozitifliği ve sıcaklığında düşünmek o olmak...
    Güzel olan buydu işte...
    O olmak.. Onun gibi düşünebilmek yaşanan herşeyde onun beyni onun gözleri olmak..
    Aslında uzaklardaki o sevgili de güneşe kendi gözüyle bakmıyordu belki de..
    Belki de ona göre de perdeleri kapatın diyen sevgilinin gözünden güzeldi karanlıklar..
    Bu sabah perdeleri kapatın derken içimden;o sıcak ses de ’Günaydın bak ne güzel doğmuş bugün güneş...’ diyordu bana yumuşakça.
    Halbuki ben o güneşe bakayım diye kaç kişi dil dökmüştü bu sabah...
     
    Güneş aslında çoktan doğmuştu birçok insanın dilinde..
    Ama ben o uzaktaki insanın dilinden doğan güneşi bekledim saatlerce..
    Çünkü benim için güzel olan sevgilinin gözüyle doğan güneşti belki de....
    Güzel Olan Sevgili Değil Sevgili Olan Güzeldir...

     
     
     
     
     


  15. rina
    Eflatun'a sormuşlar;
     
    İnsan oğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?
     
    Eflatun tek tek sıralamış;
     
    "Çocuklukta sıkılırlar ve büyümek için acele ederler ne varki çocukluklarını özlerler...Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.Yarınlarından endişe ederken bu günü unuturlar..Sonuçta,ne bugünü ne de yarını yaşarlar.Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler"...
     
    Peki sen ne öneriyorsun?
     
    Bilge yine sıralamış;
     
    "kimseye kendinizi sevdirmeye" kalkmayın..!
     
    Yapılması gereken tek şey sadece"kendinizi sevilmeye bırakmaktır"...
     
    Önemli olan"En çok şeye sahip olmak "değil...
     
    "En az şey'e ihtiyaç duymaktır"...
     
     
     


     
     
  16. rina
    Bir akıntıya kapıldım gidiyorum hayatın bana vereceğinden habersiz
    Belki bir elinde mutluluk olacak bir elinde umut
    Hangisini bana bahşedecekti hayat dedikleri şey
    Mutluluk mu yoksa mutluluğa duyulan umut mu ?
    Umutsuz mutluluk olmazdı ya zaten
    Umut düştü benim payıma da umut etmek umutla yaşamak
    Umut nedir ki peki
    Bir mutluluk mu yoksa acı çekmek mi
    Yoksa sadece bir çaresizlik miydi umut
    Mavi bir denizin kıyısında siyah dalgaların arkasından gelecek
    Sevda gemisini beklemek mi
    Umut neydi ki bana hayat umut etmeyi öğretiyordu ?
    Gecenin karanlığında yürürken yolda duran konserve kutusuna tekme atmak mı ?
    Çakıl taşlarını ceplerine toplayıp onları saymak mı ?
    Eksilen günleri saymak yerine yaşacağın günlerin sayısını bilip
    Onları saymak mı ?
    Umut neydi ki hayat bana umudu öğretmeye çalışıyordu
    Geçmiş günlerin gelecekte de olacağına inanmak mı ?
    Kapkara düşüncelere boğulmuşken çıkış yolu bulmak mı ?
    Attığın her adımda bir öncekini unutmak mı ?
    Kör düğüm kaderi çözeceğine inanmak mı ?
    Umut neydi ki hayat bana umudu öğretiyordu ?
    Akşam olduğunda gün batımını seyretmek mi
    Yoksa
     

     
    Yeniden güneşin doğacağına inanmak mı ?
    Gülü koklarken dikenini yok saymak mı
    Kanayan avuçlarında sevda çiçeğini tutmaya çalışmak mı
    Umut neydi ki hayat bana umudu öğretiyordu
    Günahların cezasını şimdiden çekmek mi
    Yarını bu günden yaşamak mı
    Yarınsız bu günü geçmişe göndermek mi
    Umut neydi ki hayat bana umudu öğretmeye çalışıyordu
    Oysa umut mutluluktu hayat bana yanlış öğretiyordu ?
     
    ALINTI...





    ___________________________________________________________________________
    ______________________________________________________________


    ________________________________________________


    _______________________________


    ________________


    _____


    _


    .
     
     
     
     


  17. rina
    Mut'un bir dağ köyünde dostlarla birlikte gezerken yaşlı bir karı koca gördüm.
     
    Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar...
     
    İyice yaklaştığımda tezekten yapılmış evlerinin bahçesinde oturdukları kanepenin bir tarafının tamamen kırık olduğunu, kanepenin sağlam tarafına sıkışarak oturduklarını ve sohbet ettiklerini anladım.
     
    Yüzlerinde bir tebessüm vardı.
    Evin halinden ve karı kocanın kılık kıyafetinden maddi durumlarının hiç iyi olmadığı ve yeni bir kanepe alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu...
     
    Selamlaştıktan sonra, 'Kanepe kırılmış' dedim...
     
    Yaşlı adam büyük bir bilgelikle cevap verdi, ' Biz de sağlam tarafına oturuyoruz...
     
    Yetiyor bize.' Kadın da tamamladı, “He ya yetiyor bize bak ne güzel oturuyoruz” Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum...
     
    Öyle ya,' Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz' diye dırdır etmek, şikayet etmek yerine, 'Kanepenin sağlam tarafını paylaşmak' değil midir?...
     
    ALINTI...
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     


  18. rina
    Hani bazen kendini… Çok yalnız hissedersin ya,
    Hani başını Bir dost omuza yaslayıp, Sessizce ağlamak Gelir ya içinden,
    Hani bir şeyler içini karartır ya, Keşkesiz bir hayattır istediğimiz…
    Keşke noktalama işaretleri kadar insaflı olsaydı parantez, içlerine sığdırmaya çalıştığımız hayat, Her noktanın ardından cümleler kurabilseydik yeniden…
    Yaşamı virgüller ile uzatabilseydik keşke…
    Tırnak içine alınmış hayatlarımız olsaydı…
    Eskiler öyle yaparmış… SEVENLER,Sevdiklerine “Seni Çok Seviyorum” anlamına gelen satırların sonuna üç nokta -…- koyarmış…
    Ve üç nokta koyabilseydik tüm sevgilerin arkasına…
    Keşkesizliği hedeflerim ben hayatımda… “Evet ya da hayır” hep sevimli gelmiştir bana… Hayatı düz çizerim... Zikzaklarım yoktur… Kaybetmişsem boynumu eğerim… Kazanmışsam zaten benim olmuştur…
    ahhhh be martım... Şu “keşkelerimiz” var ya…
    Keşkesiz bir insanımıdır... Yanında yaşadıklarımız... Yâda dostlarımız…
    Karsısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil, zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan birimidir yitirilen?
    Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır keşkesizliği bu şekilde dillendiren?
    Nedenlerini merak etse de, gözyaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükûnetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
    Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kâfi gelen insanlara mı dostum deriz?
    Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karsımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
    Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
    Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
    Ne bileyim, ayni fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
    Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
    Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır… Başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır? Paylaştığı her şeye ölüm de mi dâhildir?
    Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir? Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
    Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda? Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
    Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
    İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için…
    Hani bazen kendini Çok yalnız hissedersin ya, Hani başını Bir dost omuza yaslayıp,Sessizce ağlamak Gelir içinden,Hani bir şeyler İçini karartır ya,
    Ben o zaman çıkacağım öpe koklaya pamucuk ellerinden karşına,
    Ve bizim keşkelerimiz hiç olmucak martım… Ve üç nokta…
     

     
    ALINTI
     
     
     
     


  19. rina
    Gözüm; "Mustafa" Kaşım; "Kemal"
     
    Sevdam; "Mustafa Kemal"
     

     
    Gözüm; "Mustafa" Kaşım; "Kemal"
     
    Sevdam; "Mustafa Kemal"
     
    Bir millet delirmiş olmalı ki; Devletini ve onu yönetenleri sevmesin, saymasın,kin ve öfke beslesin
     
    Ve bir devlet yönetimi düşünün ki; Gözün üstünde kaşın var diye fertlerine zarar versin
     
    Bunca yıl her türlü zorluklara devlet ve millet olarak göğüs germişiz Ve yıllardır da bu mücadelemizi daha çağdaş bir Türkiye için veriyoruz
     
    Peki şimdi ne oldu da devlet bir tarafta, millet bir tarafta kaldı Arada açılan bu mesafeleri, bozuk düzeni kim veya kimler nasıl oluşturdu
     
    Devlet de ülke de bizim Biz de bu ülkenin fertleriyiz Yani Türk Milleti'nin ta kendisiyiz Yöneticiler de bu milletin/devletin yöneticileri değil mi?
     
    - O zaman oturup bir düşünün bakalım; "Ben herkesi çok seviyorum ama neden
    kimse beni sevmiyor" sorusuna yanıt arayın biraz Düşünün sebepleri neler olabilir…
     
    Neden mi? Çünkü ; Her şey önce sevmekle başlar!
     
    Hayat bu olsa gerek…
     
    Her yönüyle tadıyor ve yaşıyoruz Sevmek de var, kin ve öfke duymak da, acı çekmek de var çektirmek de…
     
    Doğrusu da var, yanlışı da…
     
    Adamı da var, adam olmayanı da…
     
    Sonuçta, senin gözün birilerinin istemediği yere bakıyor ki, kaşını bahane edip gözünü oymak için vuruyor aymaz
     
    Ben ne o aymazları, ne de onların baktıkları yeri bilmem
     
    Benim gözüm; "Kadın" , Kaşım; "Erkek"
    Benim gözüm; "Hukuk" , Kaşım; "Adalet"
    Benim gözüm; "Mumcu" , Kaşım; "Kışlalı"
    Benim gözüm; "Bağımsızlık" , Kaşım; "Cumhuriyet"
    Benim gözüm; "Vatan" , Kaşım; "Sevdam"
    Benim gözüm; "Mehmetçik" , Kaşım; "Ayyıldızlı Bayrağım"
     
    İşte baktınız mı? Gözümü de üstündeki kaşımı da iyi tanıyın Ne varmış?
     
    Bakar kör olmak da ayrı bir marifet tabi…
     
    Daha sayardım ama, bu ülkede milyonlarca göz ve kaş var Ve hepsi aynı bedendeler Ve hepsi tek bir yere bakıyorlar; "Güneşe"
     
    Çünkü onlar Güneşin Çocukları!
     
    Onlar ki: O temiz yüreklerinde taşıdıkları sevdaları ile yok edecekler karanlığı
     
    Çünkü onların da Gözü; "Mustafa" , Kaşı; "Kemal"
     
    Var mı? Onlara zarar vermek isteyen
     
    Unutmayınız ki; bu ülke de Güneşe bakan gözler bitmez
     

     
    Siz beni hâlâ anlayamadınız
    Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
    Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz
    Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
    Mustafa Kemal'i anlamak bu değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Bırakın o altın yaprağı artık
    Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
    Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
    Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
    Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil
    Mustafa Kemal'in ülküsü, sadece söz değil.
     
    Bana, muştular getirin bir daha
    Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan.
    Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı?
    Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?
    Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda
    Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
    Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
    Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların.
    Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
    Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
    Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar.
    Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
    Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
    Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş
    Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
    Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
    Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
     
    Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
    Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
    Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister
    Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!
    Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil
    Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil...
     

     
    Ben Bir TÜRKÜM !...
     
    Ben;
    Orta Asya'dan Türeyen, Anadolu'da Büyüyen, Avrupa İçlerine Yürüyen TÜRK'üm !
    Ben;
    Dağlarda Gemi Gezdiren, Taşlara Destanlar Kazdıran, Tarihi Baştan Yazdıran, TÜRK'üm !
    Ben;
    Adalete, Ben Mertliğe Örnekler Veren, Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden, Yeryüzünde Her Murada Eren TÜRK'üm !
    Ben;
    Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren, Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren, Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren TÜRK'üm !
    Ben;
    Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden, Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden, Düşmanına Dünyasını Dar Eden TÜRK'üm !
    Ben;
    Şahları, Sultanları Kul Edinen, Altınları, Elmasları Pul Edinen, İncili Kaftanları Çul Edinen TÜRK'üm !
    Ben;
    Zafer Rüyasını Görenlere Saç Yolduran, Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran, Müzelerde Baş köşeleri Dolduran TÜRK'üm !
    [GLOW=snow]Ben;
    Damarlarında Asil Kanın Aktığı Irkım, Benden Bahseder Destanım, Ağıtım, TÜRK'üm, Ben TÜRK'üm, Taa İliklerime Kadar
    MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'üm !..
     

     
    Ben her şeyden önce bir TÜRK milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. TÜRK BİRLİĞİNİN bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. TÜRK BİRLİĞİNE inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını TÜRK BİRLİĞİYLE açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. TÜRK'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecektir.
     

     
    Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
    Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
    Işık ışık, dalga dalga bayrağım
    Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
     
    Sana benim gözümle bakmayanın
    Mezarını kazacağım.
    Seni selamlamadan uçan kuşun
    Yuvasını bozacağım.
     
    Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
    Gölgende bana da, bana da yer ver.
    Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
    Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
     
    Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
    Kızıllığından ısındık;
    Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
    Gölgene sığındık.
     
    Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;
    Barışın güvercini, savaşın kartalı
    Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
    Senin altında doğdum.
    Senin altında öleceğim.
     
    Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
    Yer yüzünde yer beğen!
    Nereye dikilmek istersen.
    Söyle, seni oraya dikeyim!
     

     
    Türkiye’nin her yerinden burdayız
    Bıraktığın gibi aynı yoldayız
    29 EKİMDE Atam huzurundayız
    Emanete sahip çıkan evlatlar...
     

     
    LAFLARIN AKLIMIZA GELİYOR ATAM
     
    KORKUYORUM ATAM !!!
     
    Dün gece rüyamda seni gördüm ATAM.Bakamadım yüzüne.Gözlerine bakamadım.Korktum...Hem de çok korktum.
    Bana dönüp ''Ne yaptınız siz çocuk '' demenden ölesiye korktum.Cumhuriyeti soracağından korktum.Korktum. Sadece korktum.Cevapsız kalmaktan korktum...
     
    Hep sen varsın rüyalarımda...Hep ama.Her seferinde soracaksın sanıyorum , kan ter içinde uyanıyorum.
    Tepkinden değil, kendimden korkuyorum...
     
    Korkuyorum diyorum ya hep sana...Kızacaksın sen şimdi bana.Hiç korkarmıymış Türk diyeceksin ...Ama korkuyorum be atam...Hem de çok.
     
    Cumhuriyet ellerimizden kayıp gidiyor tutamıyoruz.Laik Türkiye derken kara çarşafa giriyoruz.Din siyasete alet edilmez derken en son karar ulemanındır diyiveriyoruz.İşte bu yüzden şeriatın gelmesinden ölesiye korkuyorum .......
    Senin kızın olamamaktan , senin kurduğun cumhuriyete sahip çıkamamaktan korkuyorum...
     
    Bir gün sana artık ''Türkiye yok''demekten korkuyorum...O bayrağın dalgalanamayacağını düşündüğüm an korkuyorum.Hem de rezilce ...İnsafsızca korkutuyorlar bizi...Elimiz kolumuz bağlı birşey de diyemiyoruz.SADECE susmakla YETİNİYORUZ.
     
    Her gün şehit haberi almaktan nefret ediyorum.Korkmuyorum...
     
    Her gün ağlayan bir ana bir baba görmekten korkuyorum nefret etmiyorum..
     
    Ama şehidimize kelle diyenlerden nefret ediyorum.''NEFRET''
     
    ASKERİMİ VURANLA AYNI MASAYA OTURMAK ZORUNDA BIRAKILDIĞIMIZ BÜROKRASİDEN NEFRET EDİYORUM...
     
    Hatta terörist başına ''Sayın'' diyen zihniyetten tiksiniyorum
     
    Kadınımızı dışlayanlardan , üç çocuk yapmalı diye sıkıştıranlardan hele bir de okumuş ama çalışmayan kadın formülü yaratmaya çalışanlardan nefret ediyorum.
     
    Bunu yapmalarına izin verdiğimiz için kendimizden nefret ediyorum.Hatta tiksiniyorum...
     
    Daha anne karnında şehit olan bebeklerimizden utanıyorum be Atam.Şehitlerimizden utanıyorum , gazilerden utanıyorum.Çanakkalede GELİBOLUDA, Ankarada, kütahya' da sakarya'da İzmir'de şehit olan ölümsüzlerden utanıyorum.SENDEN UTANIYORUM.
     
    İŞTE BU YÜZDEN KORKUYORUM.
     
    BU HAİNLERE DERSİNİ VEReMEDİĞİMİZ İÇİN KENDİMDEN TİKSİNİYOR , ŞEHİTLERDEN SENDEN UTANIYORUM.HASAN TAHSİNLERDEN UTANIYORUM.
     
    VE YİNE DE BANA NE YAPTINIZ ÇOCUK DİYE SORDUĞUNDA CEVAP VEREMEMEKTEN NEFRET EDİYORUM VE KORKUYORUM...
     
    AMA SEN KORKMA SAKIN ATAM...HİÇ MERAK ETME .BİZ NELER ATLATMADIK BE...
     
    BUNU DA ATLARIZ SELAMETLE...
     
    .....BIRAKTIĞIN GENÇLİK ARTIK İŞ BAŞINDA....
    HEM
    BİZE BİŞEY OLMAZ ATAM ...
     
    HAMDOLSUN (!!!)
     

     
    BİZ BU HALLLERE DÜŞECEK ADAMMIYDIK
     
    Duymadıklarımızı duyduk
    Görmediklerimizi gördük
    İki dirhem aklımız vardı
    Onu da yedik bitirdik
    Freni patlamış kamyon gibiyiz
    Allaha havale gidiyoruz
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Dalından kopan yaprak misali
    Bir rüzgara kapıldık ki sormayın gitsin
    Koskoca beşbin yıllık çınar
    Batının hızarına düştü
    Feleğin nazarına düştü
    Yiğit diye namım vardı
    Namert pazarına düştü
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Ne batılı olabildik ne doğulu
    İki cami arasında kalmış beynamaz gibiyiz
    Bizi bi yapan, bize ait ne varsa her şeyi attık
    Tıpa tıp taklit ettik, aslını yaşattık
    Üretmedik, tükettik, hazıra konduk hep yattık
    Hazıra dağ mı dayanır beyler
    İlimsiz çağ yakalanmaz, ilimsiz kaldık
    Sığ kaldık, kaldık böyle kıraç
    Ciğeri beş para etmeyenlere el açtık
    Ve kahretsin yaşıyoruz onlara muhtaç
    Bu son liman, bu son gemi başka yol yok
    Türk'ün Türk'ten başka dostu yok....
     
    Yardım almaya alışanlar, emir almaya alışırlar
    Alıştılar beyim alıştılar
    Üç beş kuruş için
    Dalınız, kökünüz dediler açtılar
    Kıyınız, köşeniz dediler, ortalığa saçtılar
    Gururumu köprü ettiler, geçtiler
    Ölçtüler, biçtiler
    Şah damarımı kestiler beyim kestiler
    Şerefe diyerek haysiyetimi içtiler
    Bizler gölgemizler oynaşırken
    Onlar dağlarımızda poyraz olup estiler
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Hürriyetin tarifini unuttuk
    Çanakkale'yi, Sakarya'yı unuttuk
    Unuttuk ecdadı, maziyi unuttuk
    Muhtaç olduğumuz kudret, damardaki asil kanı unuttuk
    Unuttukça musibetlere gark olduk
    Unuttuk beyim unuttuk
    Sanki bu vatanı bedava bulduk
    Biz bu hallere düşecek adammıydık
     
    Hey gidi asırlar hey, ses verseniz
    Yürekleri o günlere çevirseniz
    Hey gidi uçsuz bucaksız vatan
    Vatan için can veren
    Şimdi elin vatanında yatan
    Mezarsızlarımız, sahipsizlerimiz
    Gariplerimiz
    Yani aziz şehitlerimiz
    Özür dileriz, özür dileriz, özür dileriz
    Velhasıl
    Biz bu hale düşecek adammıydık!....
     

     
    Önder dediğin
     
    Her şeyden önce kim olduğunu bilmeli ve kendine guvenmelidir.
     
    Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar.
    Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur.
    Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem.
    Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
     

     
    Önder dediğin
     
    Her kim olursa olsun insanlara değer vermeli
     
    Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ve mütevazi olmalıdır...
     
    Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Önde yürüyen değil, yol gösteren olmalıdır.
     
    Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Yeri geldi mi sıradan bir asker
     
    Yeri geldi mi Başkomutan olmalıdır...
     
    Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Fedakar olmalıdır.
     
    Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ilkelerine ve sözlerine bağlı olmalıdır.
     
    Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur.
    Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Güvenilir ve samimi olmalıdır. Kalbinde ne varsa dilinden de o dökülmelidir.
     
    Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    ve başarıyı paylaşabilmelidir.
     
    Bir ulus, bir toplum yalnız bir kişinin çabası ile adımcık bile atamaz.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Hedefleri gibi
     
    Zafer zafer benimdir diyebilenin, muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın
    ve muvaffak oldum diyebilenindir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Kavgaları gibi
     
    Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.
    Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    Sevdaları gibi
     
    Biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatimizi yok etmeyi göze alırız
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Önder dediğin
     
    ATATÜRK gibi OLMALI.
     
    Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin.
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Oldu mu VATAN
     
    Öldü mü EFSANE olmalıdır !
     
    Beni görmek demek ille de yüzümü görmek değildir.
    Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu yeter
     
    Mustafa Kemal ATATÜRK
     
    Türkiye’nin her yerinden burdayız
    Bıraktığın gibi aynı yoldayız
    29 EKİMDE Atam huzurundayız
    Emanete sahip çıkan evlatlar...
     
    RUHUN ŞADOLSUN ATAM!!!
     
    ALINTI
     
     
     
     
     


     
     
  20. rina
    Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye
    ağlayabilir; bir filme bir şarkıya bir yazıya... En az erkekler kadar
    yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten
    ağlıyorsa ağlatan
     
    onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak
    ki ağlatan gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
     
    Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz
    nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır
    kadının sonra. Ağlamayacağım der içinden. Ama engel olamaz işte.
     
    Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne
    kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce
    birkaç damla sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!
     
    Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu
    ağlatan orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını kapansa
    bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz
    ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla daha çok kadın yapar kadınları.
    Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan ağlama
    niye ağlıyorsun ki değmez onun için derler.
     
    Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar
    ağlamazlarsa ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!
     
    Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar o irini temizlerler
    yaralarındaki!
     
    Çünkü bilirler o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
     
    Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra.
     
    Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler yoksa
    ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da
    yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar o yüzden eninde sonunda
    öğrenirler kendilerine sarılmayı...
     
    Çok ağlayan kadınlar bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her
    damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları
    aşk gerçeği onların gözünde küçülür.. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o
    zaman kendilerine sarılıp yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
    Güçlü yenilmez mağrur ve aşka inanmayan...
     
    İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye;
    hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
    Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki o kadar çok ağladılar
    ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar o yüzden
    kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları
    hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları
    adamların. E o zaman niye sarılsınlar ki!
     
    Niye sarılalım ki!
     
    Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
     
    Bilin ki gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki artık aşkın
    olmadığına inanmıştır. Bilin ki sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da
    kim ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar eninde sonunda
    kendilerine sarılırlar çünkü!
     
    ''yürek ağlar gözden önce''
     
    AZİZ NESİN
     
     
     


  21. rina
    Yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikaye anlatılır.
     
    Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri Tekine bir tokat atar.
     
    Tokatı yiyenin cani çok yanar ama tek kelime etmez ve kumun üzerine su sözleri yazar:
     
    BUGUN EN IYI ARKADASIM BANA BIR TOKAT ATTI.
     
    Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler.
     
    Tokadı yiyen orada yıkanırken batağa saplanır boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır.
     
    Tam selamete çıktıktan sonra bir kaya parası üzerine şu sözleri kazır:
     
    BUGUN EN IYI ARKADASIM BENIM HAYATIMI KURTARDI.
     
    Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatini kurtaran kişi ona söyle Der, Senin canini yaktığımda bunu kum üzerine yazdın ama simdi kayaya Kazıyorsun, neden?
     
    Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir.
     
    Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin.
     
    Ama biri bize iyi bir şey yaparsa onu kayaya kazımalı ki onu hiçbir rüzgâr Yok etmesin.
     
    İNCINMELERINIZI KUMA, GÖRDÜĞÜNÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI OGRENIN.'
     
    Denilir ki: ozel birini bulmak bir dakikanızı alır, onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur, onu sevmek için bir gün yeter ama sonra onu Unutabilmek için bir omurun geçmesi gerekir.

  22. rina
    Her işin bir çıraklık, kalfalık, bir de ustalık dönemi vardır. İyi usta olacaklar daha kariyerlerinin ilk yıllarında belli olurlar ve başarı için pek çok bedel öderler. Elde edilen başarıda ise sadece kendi renklerini taşırlar…
     
    Sultan bir gün komşu ülkeyi ziyarete gider. Mükemmel ağırlamanın yanı sıra, sultanı etkileyen bir başka şey daha olmuştur. Komşu ülkenin sultanının sarayının duvarları öyle bir tuğladan yapılmıştır ki, alır götürür bizim sultanı başka bir dünyaya.
    Öyle bir renktir ki, tarifi olanaksızdır. O kırmızıdır yangın gibi, o kahverengidir içini çarpan, o kızıldır, o her renktir velhasıl.
    Ülkesine dönünce emir salar dört bir yana, ” benim ülkemin ustaları da yapar mutlaka böyle bir renkten tuğla, tez getireler numunelerini.” Ama gelen örnekler tatmin etmez sultanı.
     
    Bunun üzerine ödül koyar sultan; istediği renkte bir tuğla getirene servet vaat eder. Nafile, ülkenin tüm ustaları ucunda servet de olsa başaramazlar, istenen rengi tutturamazlar.
    Sonun vezirlerden birinin kulağına ülkenin bir köşesinde bilge, kendi halinde yaşayan bir ustanın şöhreti gelir. Yapsa yapsa o usta yapar, o rengi o tutturur der. Sultan kendisi gider ustanın ayağına, tutsağı olduğu rengi bulacak adama değer çünkü bu.
    Usta anladım der, ben o rengi tanıdım, bilirim nasıl bir tutku yarattığını, yapmaya çalışırım ve yaparım, lakin vakit ister.
    Sultan vakit verir, ödülü de kendisinin seçmesini ister. Usta bir ayda yerine getirecektir görevi, o eşsiz rengi, canım karışımı bulacaktır. Usta çalışmaya başlar, dener, dener.
     
    Her türlü maddeden renk çıkarmaya çalışır.
    Dener, dener.
    Günler hızla geçmeye başlar. Yapılan tuğlalar fırından çıktıklarında bir türlü tatmin etmez ustayı.
    Oysa söz vermiştir sultana, yaparım demiştir; tuttururum o rengi, bilmez miyim nasıl aranır o renk? Günler sayılıdır. Usta rengi tutturamamanın verdiği eziklikle daha da yoğunlaştırır çalışmalarını.
    Gece demez gündüz demez çalışır, dener. Ama olmaz işte kendi beğenmemiştir ki, işte budur deyip götürsün sultana.
    Son bir umut daha kalmıştır bir ayın dolmasından önceki son gece. O karışımı da gönlünün tüm zenginliğini, renklerin tüm çapkınlığını, maddelerin tüm çekiciliğini karıştırarak yaratmaya çalışır usta.
    Fırına atar tuğlaları ve bekler.
    Sonuç ne yazık ki düş kırıklığıdır. Verilen söz tutulamamıştır, denenecek başka bir yol da yoktur.
    Usta her şeyini koymuştur ortaya ama olmamıştır. Yangın, ateş, ustanın bağrına çöker. Fırının alevleri çağırır onu gel diye.
    O da reddetmez bu daveti. Ertesi gün süre dolduğu için sultan kendisi gelir ustanın yerine sonucu görmek için. Usta görünürde yoktur ama fırında bir şeyler vardır.
    Fırının kapağı açılır ve tuğlalar dışarı çıkarılır. Sultan kendinden geçmiş tutkuyla aradığı renge kavuşmanın mutluluğuyla yaşamaktadır. ” Bulun ustayı gelsin saraya, ne dilerse verilecektir kendine, hatta fazlasıyla verilecektir. ” diye emir buyurur.
     
    ALINTI
     
    ............................
     
    Bu öyküden birçok hisse çıkartılması mümkündür.
    Ancak ben bireysel dersler yerine öykünün toplam mesajı üzerinde durmak istiyorum. Şöyle bir geriye yaslanın ve geçmişe bakın.
    Lise bitirme sınavına nasıl çalıştınız, ya üniversite giriş sınavına? Üniversiteyi bitirirken çektiğiniz zorluklar, bitirme ödevleriniz, daha sonra ilk iş arayışlarınız, reddedilişiniz, ilk işe başlamanız, ayrılmanız, size acı çektiren sevgiliniz.
     
    Velhasıl tüm uğraşılarınız, çabalarınız, savaşımlarınız, aldanışlarınız, kazanımlarınız. Tüm bunları şöyle bir gözden geçirin bakalım. Ya bugün bulunduğunuz yer? Buraya uçarak ya da gökten zembille gelmediniz.
     
    Hep geçmişteki uğraşılarınız ve didinmelerinizle ulaştınız bu güne. Yarında yine kendi çabalarınızla ulaşacaksınız. Burada en önemli etken sizsiniz. Siz hayatın içine daldınız ve kendi renginizi yarattınız. Siz olmasaydınız, sizin didinmeleriniz, hayal kırıklıklarınız, sevinçleriniz olmasaydı, yani siz kendinizi hayatın içine atmasaydınız bu günkü siz olmazdınız.
     
    Yarın ne mi olacak? Tabi bugünkü karışımlar ve fırınlara girme kararınız yönlendirecek yarını da..
     
    Ya içinde olacagız hayatın , ya da .........................
     
    ...................................................
    ..............
    ...
  23. rina
    HAYATA DAİR!!!
     
    Karanlikti oda, karanlikti sokaklar, kapkaraydi sehir.. Ne kadar olmustu
    kendine dokunmayali. Ne kadar zaman olmustu aynada yuzunu gormeyeli. Ne
    kadar olmustu sadece kendisi icin bir sey istemeyeli.
     
    Kocasi icin cabaliyordu, oglu icin dusunuyordu, is arkadasi icin uzuluyordu.
    Ya kendisi neredeydi. Kendisi icin cabalayan, kendisini dusunen var miydi.
    Nasil bir duyguydu simartilmak. Sahi simarmayi bilmezdi ki, ya da kimse
    ogretmemisti ona simarmayi.
     
    Mutlu muydu ? soruyordu cogu zaman. Cevabi hayirdi, biliyordu bunu adi gibi.
    Niye mutluyum kandirmacasi icinde boguluyordu o zaman. Gucluyum diye
    haykirabilmek icin mi ? kimi kandiriyordu ki gucsuzdu iste. Gucsuz oldugunu
    herkesin bilmesini hic bu kadar istememisti.
     
    Yalnizdi … Oysa kocasi vardi. Sevismelerini andiginda hala teni urperiyordu.
    Oglu vardi, cani, bir tanesi, karanliktaki isigi… Yine de yalnizdi. Ask mi
    idi aradigi.. Ama kocasini seviyordu. Yoksa sevgi disinda bir sey miydi
    aradigi. Yoksa herseyi kocamda buluyorum diye kandirmis miydi kendini.
     
    Ruyalar goruyordu. Derinlerden bir ses, bir yuz beliriyordu. Yalnizligi
    kayboluyordu. Ruyalarinda derin bir huzur olusuyordu. Sabah uyandiginda
    anliyordu eksik bir parca vardi yasaminda. Bilmedigi o yuz bir gun karsisina
    cikacak, bildigi , ozledigi o dokunusu verecekti. Ya hayalse , ya
    yalnizligin kendisine oynadigi bir oyunsa bu.Hayir, hayir o yuz vardi
    yasaminda, belki bilipte animsamadigi o eski zamanlardan birinde.
    sozlesmislerdi onunla bulusmaya.
     
    Sahilde dolasirdi zaman zaman. Ozgurlugunu burda buluyordu biraz da. Bir
    adam dikkatini cekiyordu. Balik tutuyordu sakince. Ara sira adam da ona
    bakip gulumsuyordu. Garip bir tanisiklik buluyordu o gulumsemede. Sormaya
    cesaret edemedigi bir soru sekilleniyordu beyninde. Yoksa o eksik parca bu
    adam mi. Sonra guluyordu kendine, kendine gel kizim delirmeye mi basladin
    yoksa sen diye kiziyordu kendine.
     
    Isyerine kacarcasina kosuyordu. Sorular bazen korkutuyordu insani. Isyerinde
    ara ara o adamin o cok bildik, o huzur veren gulusunu hatirliyordu. Bir an
    kendini sahile o adamin yanina atasi geliyordu.icinde gittikce buyuyen bir
    ates yaniyordu. O adamin gulusu ile kivilcimlanan bir atesti bu.
     
    -Merhaba dedi birgun ansizin adama. Gulumsedi adam sanki bu selami coktan
    bekliyormus gibi.
    -Ne zamandir benimle konusacaginiz gunu bekliyordum dedi adam.
    Gulumsedi kadin elinde olmadan. Sohbet ettiler uzun uzun. Ne zamandir
    boylesi huzurlu, boylesine mutlu gitmemisti eve. Her sozde kendine
    dokunuyordu, her gulumsemede kendini buluyordu.
     
    Bir sonraki gun ogle yemegine cikmayi hic bu kadar arzulamamasti. Adam da
    bekliyordu onu. Ayak seslerini duydugu zaman gulumsedi adam. Utangac ve bir
    o kadar kararli ayak sesleriydi bunlar, gelen o idi . Merak ediyordu adam bu
    kadinin gulusunde buldugu sicakligin nedenini. Oysa henuz ikinci kez
    konusuyorlardi. Ama bildik bir bakisla bakiyordu kendisine.
     
    Hergun bir ibadet gibi sohbetlerine kosuyorlardi. Simdi zamanin icinde
    zamanin durdugu bir an vardi ikisi icin de. Yureklerinin icinde ayni sekilde
    yeseren, ayni kokan birer cicek vardi artik. Konusmuyorlardi ya askin
    yeserdigini ikisi de biliyordu. Oysa evliydiler ikisi de. Seviyorlardi
    eslerini. . . ve birbirlerinden ayrilmaz tek bir ruh oluyorlardi yavas
    yavas… sevdanin yeserttigi bir korku sariyordu yureklerini. Haklari yoktu
    cunku, vicdanlari sesleniyordu her an onlara.
     
    Ayrilik diyorlardi birbirlerinin yuzune bakmaya korkak. Denemeliyiz bunu.
    Eslerimiz icin, cocuklarimiz icin, yasamin kendisi icin sokup atmaliyiz bu
    sevdayi icimizden. Arkalarina bakmaya korkak ayrildilar. Mavinin gokyuzunden
    ayrildigi gibi, yesilin yapraktan ayrildigi gibi ayrildilar.
     
    Biliyorlardi dayanamayacaklardi bu ayriliga. Gülüsleri donmustu yuzlerinde.
    Umutlari gömulmustu derinlere. Ve kadin icin yine sokaklar karanlikti, sehir
    karanlikti. Hastalaniyordu sık sık. Kendini bulmusken birakmisti ruhunu
    erkeginin kollarinda. Zayif duserdi ne zaman kendini yalniz hissetse. Birden
    hatirladi erkegi ile birlikteyken hastalanmamisti. Ve hep gulumsemisti. Is
    arkadaslari onunla guluyordu, odasi onunla guluyordu, karanlik bile
    gulumsuyordu isiklar icinde.
     
    Erkek de kotuydu. Asktan aska kosuyordu kendinde bildigi eksik parcayi
    bulmak icin. Ve kadininda bulmustu butun arayislarini ve butun sorularinin
    cevabini. Seviniyordu adam bitecek arayislarim. Bir sakin limana demir
    atacak ruhum diye. Ve birden farkina variyordu adam, asklarin pesinden
    kosamiyordu artik, o gulumsemeleri ile kendilerine ceken kadinlari
    gormuyordu artik. Hepsi kadininin gulumsemesinin icinde eriyip gitmisti.Oysa
    simdi eksikti yine, simdi yine arayislarin yorgun kosusuna donuyordu.
     
    Uzun surmedi ayrilik. Kostular birbirlerinin kollarina. Sanki hic
    ayrilmamislardi. Kadin nasil agladigini anlatiyordu. Nasil eksik oldugunu,
    nasil gulumsemesinin dondugunu anlatiyordu erkegine. Erkegi dinliyordu onu
    sevgiyle. Hep dinlemisti zaten. Omur boyu dinleyebilirdi kadinini.
     
    Sevisiyorlardi birbirlerine dokunmadan. Tenleri baskalarinindi cunku. Gizli
    bir anlasma varmis gibi gozlerinde dokunuyorlardi sadece. Ask sozcuklerinin
    kanatlarinda ucuyorlardi sevisme denen o gokyuzu mavisinin ufkuna.
     
    Gitgide buyuyordu sevdalari. Gitgide buyuyordu birbirlerinin icindeki
    parcalari. Ve gunduzler yetmez olmustu asklarini yasamaya. Geceleri
    birbirlerini dusler oldular. Gece yildizlara bakiyorlardi birbirinden uzak
    diyarlardan. Yildizlara goz kirpiyorlardi sevgiliye goz kirpar gibi.
    Ayisigina dokunuyorlardi sevgiliye dokunur gibi.
     
    Ve o hic dusunmedikleri aci gelip yapisiyorlardi yakalarina. Sadece
    birbirlerinin olmaliydilar. Oysa hic sucu olmayan baska yurekler vardi.Ama
    biliyorlardi acilarin ve ihanetin dalinda mutluluk cicegi acmazdi.
     
    Kadinin yuregi yaniyordu. Erkeginden baskasini dusunemez olmustu. Ve agir
    geliyordu ayrilik. Biliyordu kendisini verse erkegine hep isteyecekti onu.
    Ve imkansizligi istemis olacakti. Erkegini caresiz birakacakti. Erkeginin
    yuzunde huzun yeserecekti. Oysa ne guzel gulerdi erkegi. Ne guzel kahkahalar
    atardi. Hakki yoktu erkegini bu huzunlere atmaya. Ayrilmaliydi,acisini ve
    sevdasini yuregine gomup gitmeliydi.
     
    Anliyordu erkek kadininin sorgularini. Aci vermeye baslamisti sevdasi.
    Ayrilik olsa mi diye dusundu. Acaba kadini mutlu olur muydu. Cunku
    sevdiginin mutlulugu icin buldugu cevaplardan vazgecmeye raziydi, biten
    arayislarina hic bulmayacagini bildigi arayislara tekrar baslamaya raziydi.
     
    -Bana bir hafta sure ver dedi kadin.
    -Ayriligi mi deneyeceksin dedi kadinina.
    -Evet dedi kadin, denemeliyiz ikimiz de.
    -Peki dedi erkek
    -Hoscakal dedi kadin
    -Hoscakal dedi erkek
    -Birgun sorgularin sevdana yenilirse geleceksin degil mi dedi erkek
    -Sevdayla evet dedi kadin
    -Seni seviyorum dedi kadin
    -Seni seviyorum ve hep bekleyecegim seni dedi erkek
     
    baska tek soz etmeden ayrildirlar yureklerinde birbirlerinin sevdasini
    tasirken. Ve o anda bin kok koptu topraktan, bin agac devrildi yere,bin
    yildiz kaydi ayni anda gokyuzunden, bin karanlik doldurdu yildizlarin
    yerini,bin gunes sondu birden, bin gece dogdu karanligin ustune, bin kirmizi
    gul egdi boynunu, bin bulbul sustu huzunle
     
    Sevda yenilmisti yasama, sevda bogun egmisti kurallara, sevda yok olmustu
    korkularin ve sorgularin karanliginda.
     
    Iki sevdali yurek, iki asik can, iki ruh , uzak diyarlarda sevdalarini
    duslere yuklediler. Ikisinin de yureginde `belki bir gun` umudu en degerli
    emanet , birbirlerinin sevdasinda aciyi buyuterek, hasretin icinde hayaller
    buyuterek biraktilar kendilerini zamanin solgun akisina. .
    ...............................................
     
    İmkansız aşkla seven yüreklere....
  24. rina
    Yüreğim mi kanıyor,sevdiklerim yüreğimimi kanatmış yok canım bana yapmazlar yapamazlar bana kıyamazlarr....durun ya.... batırmayın cam kırıklarını ..yakmayın canımı..valla çok acıtıyor cam kırıkları canımı helekii sevdiklerinin gidişini görmek ...
     
    Görmek ve sessiz kalmakk..sessizce izlemek zorunda olmak...içine atmak duygularını,susmak ve zamanla unutulmak....
     
    Elbette tercihler değişir bundan doğal ne var ki...Ama izi..Yakıp da geçer..Kanatırr....Ağlatır içini, için için...
     
    Duyurmazsın kimseye hıçkırıklarını....Bilemezler gidenlerr yalnış bir yere dogru yol aldıklarını...
     
    Onları gerçekten sevenler kim bilemezlerr.....
     
    Ya aradıklarını bulamadıklarında..Geri döndüklerinde bulacaklar mı acaba arkalarında hiç düşünmeden,canını yaktıkları o çelimsiz papatyayı.....
     
    Cam kırıklarını yapıştırabileceklermi ..Eskisi gibi olacakmıı yapışsa da o kırılan parçalar...Tuz buz olmuş yürek nasıl toplayacak kendini....
     
    Aklıma bu ustanın dedikleri geldi...
     
    Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar.
    İki kelime demiş:
    -Doğru kararlar...
     
    Hepimizden farklı olarak,sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
    Tek kelime demiş:
    -Tecrube....
     
    İyi de kardeşim bu tecrube denen şeyin sırrı neymiş?
    Usta deriiin bir iç geçirmiş ve şöyle demişş:
    -Yanlış kararlar!!!
     
     
    Topla haydi kendini papatyam..daha usta olamamışsın..yoluna kaldığın yerden devam..
     
    Aç beyaz beyaz.....
     
    Tomurcukların gün ve gün büyüsün,kokular yayılsın bahçende.....
     
    Geçenleri büyülesin....
     
    Göz yaşaların sulasın filizlerinii.....
     
    Var sen büyümelerini bekle...
     
    Emek ver...
     
    Emek vermeden olur mu sevgiii....
     
    Sen yine de kucakla geçip gidenleri....
     
    Belkii de....
     
    Güzel bir vazoda bir evin en ucra köşesinde bir hafta saltanat sürersinn...
     
    Ya fallara maruz kalıp tek yapragınla anı defterının arasında kurursunn....
     
    Belkide biri seni başına taç eder....
     
    Oyyy....
     
    Dalında kuruyup gidenlerden olmada..
     
    Sevgiler verildikçe çoğalır...
     
    Acılar da paylaşıldıkça azalır derler miş boşuna degilll...
     
    Bak gördün mü!.. hemen yüzün güldüüü.....
     
    Kimseye altın tepsiyle sunulmadı hayat unutmaa....
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.