Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ESKİYA

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    178
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ESKİYA tarafından postalanan herşey

  1. ESKİYA doğum gününüz kutlu olsun!

  2. Bu sorunun degisik bir versiyonunu bir yerde hatırlıyom ama bir türlü aklıma gelmiyor.Bu forumdanmıydı baska bir forumuydu
  3. ''Bir bilim adamı kuranda arapça cevri denereken gözüne bisi takılır.Arapca bir kelime aklına takılı verir.Kelimenin anlamı arapçada şuna karşılıkmış ''yumurta ''.Aman Allah'ım ben yanlıs bisimi yaptım.Cümle söyle bitiyordu ''Dünya yumurtaya benzer.''Ama gercekten dünya yumurtaya benzemiyordu.Allah böle bisi neden desin.İnsan tabiki biraz kuşkuya düşer.Bilim adamı arastırmaya baslar.Rabbim böle yanlısıklık yapmaz bundan bisi vardır.Eski arapcayı araştırınca fark edinci geometriden kulan bir kelime aynısı kelime manası sumuymus geoit mis.''Bunu hatırladınmı yazdıklarımdan.Sana söleyim sen nekadar arapcayı benden iyi bilirsen bil benim bilmemem bisi değiştirmez.Sanki bisinin savasını veriyormuşsun.Ben öyle degilim en basta dediğin ve ortaya atığın seyleri birer saçmalıktan baska bisi değil.Bunu arapca bilmekte değil verilen akıla izah ediyom.Yapılan tercümelerde fark etmedinmi bütün tercümeler 1 gün alınıyor.Nedendir?Sana izah etmedimi Yazdığım bir yeri alıp bana karsı kulanıyorsun da gerisi bosamı yazdığımın tümüyle alsana.Nasıl bir dünyanın geoit bir sekli olduğu görüp olduğunu bilirsin.Koca evreni yaratan yumurta benzer demesi senin garip gelmezmi.Sana verilen akıla haraket etmesen bunuda bir masal uydurup ortaya atardın.Yaratan herkese akıl ihsan eylemis.Ve bunuda o bilim adamıda kulandı.Senin yapmadığın seyi.Ve sonunda baska bir manaya ait olduğunu buldu.Bunun neden kaynaklandığı izah etim.Bu masal değil senin yazdıkların bir masal.Ben Allah'ın varlığı kanatadayım.Tek bunu kurandaki ayetler değil etrafındaki varlıklar bir atomun bile bir yaratcının oldu kanıtır.HY örnek verim bilim dalında her açıdan olsun bir yaratanın olduğu dile getirmiştir.Ve bunu bilimsel yolarla anlatmıstır.Birazda olsa bilgi birikimi ondan bir kısmını kendi yapımda buldum.Bu düşünmektir.Herhangi bir şey olsun.Bu nasıl olmus ,bu neden böyle soruları sorarım kendime.Şimdi sorarım arapça kelimeleri bilmemden dolayı konu hakkında bisi bilmiyorum muymu demek?.Ama fark edilen su en basta yazdıklarınıza cevap alınca 1 gün sözünü ortaya atınız.Bu kaçamaklı bir sorudan baska bisi değil.Bir elifin birden fazla anlamı vardır.Arapca de bazı kelimelerin bir fazla es anlamlı olduğundadır.Yazdıklarımı asağda. *******************
  4. Simdi anlarsın 1 kelimesi nasıl oraya geldiği.Bazen bisiler anlatmaya çalışırken çok açık bir şekilde anlatırsın anladın mı dersin hayır derler.Ben pek tanımıyom seni onlara benziyomusun bilmem. zora gelince hayır anlamadım derler.Konu akışını baska yere çekerler.Yevm :Bir gün Arastırmayı seferim demistim.Ben pek arapca kelimelerini bilmem dedim zaten.Dün biraz bakayım şu arapça kelimelerine.Bana öğretilen şeylerden biri bir elifin binde fazla anlamı vardır.Bircok anlam içerdiğini herkes bilir arapçada.Yevm kelimesi ise hani dedim ya gün , devir manasında bildiğimi.Acaba yevm bir cok anlamı içeriyor gün , devir den baska.Yaw bu çoklu es anlamlar nerde doğduğuna bakayım dedim.Az biraz baktıktan sonra şöyle bişi farkına vardım.Arap lisanının çok zengin bir dil olduğu ve aynı kelime icin yüzlerce eş anlamlı kelime varmıs.Yalnız aslan kelimesi icin dört bin arapca olduğu söyleniyor.Deve ,kap(çanak) ve diger kelimeler içinde öyle bir zenginlik vardır.Bunlar birkaç örnek.Bunun izahı şöyle açıklanmıştı.Lügatçıların kelimeleri toplamaya başladıklarında, bile bile yaptıkları bir şeydir. Her dilde olduğu gibi, Arapça'da da birçok lehçe mevcuttur. Bir kabilenin kelimeleri diğer bir kabile için anlaşılır bir durumda değildi.Bir hadis şeri-f vardır.«Ebu Hureyrediyor ki: Bir gün Hz. Peygamber benden, kendisi için bir bıçak bulmamı istedi.» Bunun için Hz. Peygamber öyle bir kelime kullandı ki, Ebu Hureyre bunu anlayamadı. Ve Hz. Peygamber'in ne istediğini sordu: Hz. Peygamber tekrar ederek, bu sefer daha başka bir kelime kullandı. Bunun üzerine Ebu Hureyre anladı ve; «Hayatımda ilk defa bu kelimenin bıçak manasına geldiğini duydum» dedi.Su halde Arap lisan ilmi başlayınca, lügat toplayanlar, lehçeler arasında bir fark gözetmediler. Arabistan'daki bütün lehçelerin kelimelerini topladılar ve Mekke lehçesi ile (Kureyş lehçesi) yetinmediler; bilakis bütün Arap kabilelerinin lehçelerini aldılar. Netice olarak, bu lügat toplayıcılar öyle müteradif kelimeler aldılar ki, bunlar ancak bazı bölgelerde biliniyordu.Kelam ilmine dair tercümeler yapılırken, bir ıstılaha ihtiyaç duyuldu. Bu theologie kelimesiydi. Yunanca olan Theologia kelimesi Usulojya olarak alındı ve yazıldı. Bugün dahi mevcut olan bazı el yazması kitaplarda, Usulojya kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. Bir zaman sonra bu ıstılah, Rububiyye olarak değiştirildi. Bu kelime, Rab, Allah kelimesinden gelmektedir. Daha sonra bu ıstılah da değiştirildi, ilahiyat dendi ki bu günümüze kadar devam etmektedir.Fark edersez yazılan tercümelerde türkü olsun yabancısı olsun orda yevm kelimesini bir gün olarak almışlardır.İlahiyet tarafında kabul edilmesindedir.EKBER Fİİ YEVMİN ( BİR BİRGÜNDE) NEDEN GELMEDİĞİ ANLADINMI SİMDİ ORDA 1'İ ARAMAYA BASLAMA.Çünkü yevm kelimesi ilahayet tarafında bir gün alınmıs.Bu birçok arastırmadan sonra bu kelimeler türkce tercümesi kabul ediliyor. ''Fatiha süresinde, Türklerin bilmedikleri bir tek “iyyake" kelimesi vardır. «Bismillah» daki isim kelimesi Türkçede de kullanılan bir kelimedir. «Allah», «Rahman», «Rahim» de bilinen kelimelerdendir. «Elhamdü lillahi rabbil alemin» cümlesinde geçen, «Hamd», «Allah», «Rab» ve «Alemin» kelimelerinin ne anlama geldiğini hemen hemen bütün Türkler bilirler. «Rahman», «Rahim», «Malik», «Yevm», «Din» kelimeleri de bilinir. «îyyake na'budu» da sadece «iyyake» kelimesi bilinmeyebilir. «Na'budu» kelimesinin «îbadet» kelimesinden geldiğini söylediğimizde, herkes bunu anlar.''
  5. S.@ Ayeti verilen tercümeye göre açıkladız iyi güzel.Ama kafamda sorular birikti.Neden bunu tek bir ayet tercümesine yaparak yaptınız?Ama birden fazla tercüme var.Yoksa arapçanız iyide.Sizde tercüme etiniz bu sekilde buldunuz?Benim arapçam iyi değil bana arpça bisi getirip bunu tercüme et deseniz edemem.Hade sizin dediğiniz sekilde olsun tercüme.Meariç 4- Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren günde/zamanda ona çıkar.Elamlı Hamdi yazır aynı sekilde tercüme etmis.Aynı sizin yazdığınız sekilde.Sorarım bir melek Allaha varıs süresi neden verilir acaba burda bizi metamatikle meleğin vahiyi getirip götürmesi arasında geçen süreyi kulanıp Allah'ın bize ne kadar yüksekten baktığı içinmi yazmıs?Yazıdığın seyi kabul etmem ama saygım var uğraşmış yapmışsın.Yoksa tercüme etmiş olan kisi bisileri tam tercüme etmemiş olabilirmi?Arapcada bazı kelimeler nasıl diyeyim tek birseye karşılık gelmemektedir.Bak yukardaki yorumda yazmışım 1 kelimesi ile ilgili yazdıklarımıda oku öbürünü de oku.Bende o yazdığınız tercümeye karsılık bir kac tercümeleri yazdım yukardaki yorumlarda.Yine size yazayım ama bana burdan hangisi kabul etmemi söleyebileceğiniz bir tercüme var mı? iyanet Vakfı Meali Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. * Edip Yüksel Meali Melekler ve ruh (vahiy/komutlar/Cebrail), elli bin yıla eşit bir gün içinde O'na yükselir. * Elmalılı Hamdi Yazır Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar. Ömer Nasuhi Bilmen Melekler ve Rûh oraya bir günde çıkarlar ki, oranın mesafesi ellibin yıldır. Muhammed Esed bütün melekler ve [insana bahşedilmiş olan] ilham O'na [bir günde] yükselir, 4 uzunluğu elli bin yıl [gibi] süren bir günde. 5 Suat Yıldırım 4 – Melekler ve Rûh, O’nun Arş’ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler. [32,5; 22,47] * Süleyman Ateş Meali Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na çıkar. * Şaban Piriş Meali Melekler ve Ruh (Cebrail) süresi elli bin yıl olan bir günde ona yükselirler. Ümit Şimşek Meali 4. Melekler ve Ruh(2) elli bin sene uzunluğundaki bir günde(3) Ona yükselir. * Yaşar Nuri Öztürk 4 Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O'na. Yusuf Ali (English) 4- The angels and the Spirit ascend unto Him in a Day the measure whereof is (as) fifty thousand years: M. Pickthall (English) (Whereby) the angels and the Spirit ascend unto Him in a Day whereof the span is fifty thousand years. Baksana hele bir tecrümede biri miktar demis biri dememis biri mesafe olarak belirtmis biri dememiş.uzunluk denmis bir cok farklılık var.Birde kuran tercümanı olacaklar.Yoksa hepsinde bir sorunmu var.Ama ''bir gün'' hepsinde var.Birde bana 1 GÜN nerde geçiyor diyorlar.fi yevmin.HEPSİ YANLIS YAPMIS 1 GÜN DEMİSLER BASKSANIZA YAW Ne büyük bir hatta.Söle kardes bir tercüme benimde matematiğim iyidir.Sana dieyim tek matematiğim iyi olan değil geomtride iyi koordinatlarını çıkarırım.
  6. Ben pek bilgim yok ama yevm kelimesi bir kacınıda biliyom.Devir ,gün ,çağ mana içermektedri.Fi yevmin o zaman fi 1'mi oluyor.O zaman ezanlarda ALLAHU EKBER DİYE birsey geçmektedir.Allah bir'dir,Allah tektir.Ozmaan arapca kulanılan fi eki yerine ekber olmazmıydı.Yoksa fi eki baska bir manamı içeriyor.Ozmaan fi eki kulanılması 1 demekle kasti dısında yevmin ekiyle kulanılan bir mana içermektedir.Ekber yevmin olsaydı tek çağ, tek gün.tek devir.Yada bir çağ , bir gün, bir devir.Ekber manası su anlamda kulanılır;Eşi benzeri olmayan demektir.Tek bir günmü var.Tek bir devirmi var.Hayır fi eki tamamlayıcı ektir..Bir gün yok birden fazla gün vardır.Bir çağ yok birden fazla çağ bulunmaktadır.Ama fi eki çogunluk içermesin mi?.Haftanın bir çok günü vardır.pazarteside olabilir, salıda olabilir.Ekber kelimesi kulanılmaması nedeni bu.Fi çoguluk belirtir.Ekber ise tek ve eşi benzeri olmayan demektir.Fi eki kulanılması haftanın günleri belirtmediyse neyi belirti burda?? Ben arapca kelimelerini anlamlarını pek bilmiyom ama ekber sözünü herügünün 5 vakti duyuyoruz ne anlama geldiği biliyoz.
  7. S.@ Benim bu sorunuza cevabınıza vereceğimi biri bilir.Çok zor soru olmadığınızıda biliyosunuz.İsmi kürsat otcu ya sen ona benzemeye çalışmaya çalışan birisin yada benimle gecen söleşmeyi unutmuşsun.Her kimsen sorun cevabı şu:Allah bize akıl ve hür bir irade vermişti.Kusuruma bakma AKIL yazmayı unutum en son yazdığımda .Ama yazdığımı okusaz aklı basarak sölemisim yazdıklarımda.Aklınla ilk önce değerlendirme yaparsın iyi kötü bu diye..İyi bilirsin kötüyüde bilirsin.Seçim senindir.İyide seçebilirsin kötüyüde.Seni seçimde zorluyacak bişi yok seçimi sen yaparsın.EEE bu hür bir irade sahibliğine kanır değilse neyin kanıtıdır.İyi kötüyü ayırt etin bu senin aklın kanıt değilse nedir.?Düşünerek hareket etin bunu aklınla yapmadınsa neyinle yaptın?
  8. ***** ***** ***** ***** BANA ÇEVİRİLER DİYOSUN YA SENİN MATEMATİĞE DÖKTÜĞÜN ÇEVRİ DEĞİLMİ.Ha şu bilim adamına diyorsan.O bir diyanet işlerinde prf. dr. anlatığı gerçek hayatandır.Yaw bunu ben bir tvde ramazan aylarında yayına giren bir programdan izledim.Vereceğim tv ismi reklam amacı degil yalancılık ve konuyu karalamaktan suclanmaktan dolayı veriyom star 'da ramazan ayında gece 1 civarı baslayan bir sohbet programıdır.Yaw bende tlf katılmak istedim.Ailem izin vermedi yasım az biraz ufak olması ve onların benden daha bilgi sahibi olmaları ömürleri vermiş olmaları yanlıs bisi dememden dolayı izin verilmedi.Yaw büyümeye baslıyozda yinede izin vermiyorlar.Simdi sen bana o anlatıkları yalandır. Doğru diyon senin konun ters 60 milyona karsı yalan atılar orda degilmi?Ben açık konuşurum.Ha bide o bilim adamın cevirdigi ayeti arapçasınıda sözle sölediler özür dilerim aklımda bişi kalmamıs.LÜTFEN SAYGI ÇERÇEVESİNDE ARKDASLAR.
  9. Ben arastırmayı sewerim.En cekindiğim seylerden biri ayetleri açıklaması.Ne yalan söleyim korkarım.Bir elifin binden fazla anlamı vardır. Bir bilim adamı kuranda arapça cevri denereken gözüne bisi takılır.Arapca bir kelime aklına takılı verir.Kelimenin anlamı arapçada şuna karşılıkmış ''yumurta ''.Aman Allah'ım ben yanlıs bisimi yaptım.Cümle söyle bitiyordu ''Dünya yumurtaya benzer.''Ama gercekten dünya yumurtaya benzemiyordu.Allah böle bisi neden desin.İnsan tabiki biraz kuşkuya düşer.Bilim adamı arastırmaya baslar.Rabbim böle yanlısıklık yapmaz bundan bisi vardır.Eski arapcayı araştırınca fark edinci geometriden kulan bir kelime aynısı kelime manası sumuymus geoit mis. Ha simdi cevri yaptız simdi bunu açıklamaya çalışsak her açıklamayı doğru derim ama kabul etmem.Çünkü Allahın ilmi sonzudurki YERYÜZÜNDE BULUNAN AĞAÇLAR KALEM OLSA DENİZLER MÜREKEP OLSA KURANKERİMİ AÇIKLAMAYA YETMEZ.Kuran kerim Allahın sonsuz ilminin kanıtıdır.Bir çok sey daha yazarım ama kısa öz sewerim. Simdi senin söledigin ayet kerim icin yapılan cevriler gelelim ben sadece birkactane yazayım. Abdülbaki Gölpınarlı Melekler ve Ruh, kendilerine emredilen yere çıkarlar bir günde ki miktarı elli bin yıldır. Ali Bulaç Meali Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. Diyanet İşleri Meali Melekler ve Cebrail o derecelere, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler. Diyanet Vakfı Meali Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. * Edip Yüksel Meali Melekler ve ruh (vahiy/komutlar/Cebrail), elli bin yıla eşit bir gün içinde O'na yükselir. * Elmalılı Hamdi Yazır Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar. Ömer Nasuhi Bilmen Melekler ve Rûh oraya bir günde çıkarlar ki, oranın mesafesi ellibin yıldır. Muhammed Esed bütün melekler ve [insana bahşedilmiş olan] ilham O'na [bir günde] yükselir, 4 uzunluğu elli bin yıl [gibi] süren bir günde. 5 Suat Yıldırım 4 – Melekler ve Rûh, O’nun Arş’ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler. [32,5; 22,47] * Süleyman Ateş Meali Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na çıkar. * Şaban Piriş Meali Melekler ve Ruh (Cebrail) süresi elli bin yıl olan bir günde ona yükselirler. Ümit Şimşek Meali 4. Melekler ve Ruh(2) elli bin sene uzunluğundaki bir günde(3) Ona yükselir. * Yaşar Nuri Öztürk 4 Melekler ve Rûh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O'na. Yusuf Ali (English) 4- The angels and the Spirit ascend unto Him in a Day the measure whereof is (as) fifty thousand years: M. Pickthall (English) (Whereby) the angels and the Spirit ascend unto Him in a Day whereof the span is fifty thousand years. Bir Arkadasımıza fromlar takip etmiyorsun dedin.Kusura bakma az biraz kabalaşacağım sanki sen cok takip ediyorsun.Kime dediğini hatırlatayım konu actığında 4. yoruma bak görürsün.Bana sölesen ben takip etmem .Takip ediyosan benim zaman hakkında yazdıklarımı okumuş olmalısın. Ha bu yazı nerde dersen ( said nursi hattaları/ din felesefesi) N.H.V.G
  10. Din İhtiyac duymamızın asıl nedeni olarak yaratacıyı tanımayı esas gelir.Din bizi yaratanımızLa kurulan bir köprü gibidir.Ondan gelen emirleri yerine getirmek ve ona göre hayatımız biçimlendiririz..İnanılan şey din değil.İnanılan sey yaratandır.Din bize kazandırlakları bir cok şey vardır.Mesela yasama bicimizi.Ona göre şekilendiririz Dediğinizden bisi anlıyamadım (inanmazlarsa ne kaybedeceklerini düşündüklerinden mi acaba). Dinin tarihi uzun süreçlerden geçmektedir.Kısa ve öz almak isterim.Allah ilk dinden sonra baska bir din göndermiştir.Bununda asıl nedeni rabimizin ilk gönderdiği dinin bozulması o dine inan kisileri sapkınlığa uğramasındadır.Böylelikle ilk dine inan kisiler sonradan gelen dine bir bakıs açısı açmıştır.İyi , kötü olsun .Böylelikle dinler arasında bir tür kabulenmeme ortaya çıkıyor. İnançsızlar kötü olma durumu yok.İyide olabilir.Bilki iyi olan sonun da yaratanına giden yolu bulur. Din korkutularak eğitlmiyor.Benim aklıma şunlar geldi.Din eskiden kokrkutalarak değil.Güzel bir sekilde sohbetlerle anlatırmış.Yaratanı hakkında bir cok bilgi aktarımı oluyormuş.Nasıl cennete gidileceğini nasıl ceheneme gidileceğine söyleniyor.Yaratanın gücü karsında korkmalarını onun büyüklüğü dile getirilir.Bu kokrkutma değil yaratanın gücünü dile getirmektedir.Devrimize baktığımızda dini , çocuklara cehenemin azabını söyleyerek benimsetmek.Bu yanlıs bir sistemdir bu aileden doğan bir sorundur.Cennetin güzeliklerinide cehenemin azabını ikisini söleymek daha makbule gecer.Ama yine cehenemi ve ordaki görmediğimiz yarataklarımızı sölemiş olduk.Bu kokrkutmakla değil yapacakları kötülük yaparsak oraya gireceğimizi.Cennete iyilik yaparaka o güzelikleri sölemek.Kişi iyiliğe yöneltmek. Vicdan sözlüklerdeki anlamı şu ;Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.Bu baktığım sözlükteki anlamı.Vicdan yaptığımız herhangi birşeyden aklımızla onu değerlendirmektir.Mesela yaw keşke bunu yapmasaydım bilmem şunu böyle yapsaydım.Bunun gibi tür sorular sorarız.Bizim aklımızla yaptığımız şeyi iyi kötüyü hesapa çekmemizdir. Evrensel ahlak demeden önce birşeyler diyecem.Kuran kerim evrensel bir içerik içeri.Bütün insanlara yöneliktir.Bileniz vardır.Hz. Ayse , Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz hakkında bir sözü vardı.Yanlıs hatırlamıyorsam ''Siz kuran okuyomusuz?Onun ahlakı kur'andır''Allah ayetlerinde,sürelerinde peygamber efendimizin güzel ahlakı sölemistir.Ben ayetlerin dogru yazılmasında yanayım az biraz uğrastan sonra ayeti buldum.Simdi yanlıs bisi yazarım ayete yanlıs anlamlar doğurmasın.Güzel adı altında toplanan tüm güzel vasıflar örnek insan olarak en mükkemel sekilde yasayan Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimizidir.Onun ahlakı okadar yücedirki;Bizzat cenab-ı hak ,O' na hitaben söyle buyurur ''Muhakak senin için tükenmeyen bir mükafat vardır.Çünkü sen pek yüce bir ahlak üzerindesin''(kalem suresi 4)Kuran evrensel bir dil içerir bu nedenle evrensel ahlak Kur'an kerimdir. Eğer bunu din olarak diyerseniz.Herkes tek bir atadan gelmektedir. Ve bu hz. ademden ve hz. havadandır.Bunun asıl amacı dediğim gibi belirtim size (Dinin tarihi uzun süreçlerden geçmektedir.Kısa ve öz almak isterim.Allah ilk dinden sonra baska bir din göndermiştir.Bununda asıl nedeni rabimizin ilk gönderdiği dinin bozulması o dine inan kisileri sapkınlığa uğramasındadır.Böylelikle ilk dine inan kisiler sonradan gelen dine bir bakıs açısı açmıştır.İyi , kötü olsun .Böylelikle dinler arasında bir tür kabulenmeme ortaya çıkıyor. )Bir üstünlük savaş gibi ama herkes inandığı mezhebi savunur. Bir elifin binden fazla anlamı vardır.
  11. S.@ SofiSefa Kardes güzel anlatında çok karmaşık 1 şekilde.İnsan kendine sorduğu 1 soruda binlerce yanıt çıktı.1 sorunun yanıtını kavramayan kisi çıkan binlerce yanııtı nasıl kavrıyacak?Yanlıs anlama sen bunu kendine kendine anlatmış oldun.Ya kendi düsünceni yada baskasının düsüncesini kendine anlatmıs oldu. 1 gün cuma namazı çıkışında bir müslüman kardesimiz eve gitmeden önce evine birseyler alıp evine dogru yürümeye basladı.Bu sene yasadığım yerde kıs cok sağuk gecti.Kar yerde epey 1 zaman kaldı.Tabiki buzlamanın olacağı anlaşıla bilir.Aynen buz pistine dönmüs 1 sekilde kaldıramlar. Düsmek elde değil.Dikkatli bir sekilde yürürken yanımda 1 düstü.Şu cuma namazında evine giden kisi.Kolunda tutup kaldırdım. (BEN)_Abi gecmis olsun.Birşey yok ins? (X KİSİ)_hayır yok.Hata bende. (BEN)_Ne hata yaptınızki? (X KİSİ)_Giydiğim ayakabı kundura dibi düzdü.Bu ayakabılarla düsmek elde değil. (X KİSİ)_Botları giyseydim bunlar olmazdı.Düsünmeden cıktım evden. Düsen kisiye az biraz yardım ettikten sonra ayrıldım. simdi kardes sana soruyom.Benim anlatığım olay herseyine kadar doğru herhangi 1 yalan yanlış yok.Bu olayı kendi düsüncelerinle sölediklerimi yorumlaya bilirmisin.Ben bu olay hakkında söleceklerim sunlar KADER yönünde düsündüğümde.Adam düsünerek evden cıksa ve botları giyse düşmezdi.Düseceğini bilmiyorsun ama aklınla neyin sana iyi neyin kötü olduğunu bilirsin.Yerden buz olduğunu görüyorsun.Ben o düseni çok iyi tanıyom namazında niyazında 1 insan adabı terbiyesi kamil 1'i olarak biliyom ,görmüsüm.Ama ne düsündüğün bilmem aklında gecenleri bilmem.Diyeceğim 1 şey Allah'ın sevdiği 1 kulu.Onuda Allah biliri benim görüslerim bunlar.Allah sevdiği bir kulunu düşmesini eleşmiyorsa o zaman burda 1 kac sonuc cıkarırız.Allah kaderimize eleşmez onu bizim elimize bıraktığını.Yok dersez düsen kisi kötü 1'i Allah düsmesini müdahele etmemesi ve düsen kisi Allah belası vermis olduğunu.Madem Allah belsını veriyorsa günahları karsılık.O zaman Allah bize cehenemi bosuna yaratmıs.Kaderimizi Allah beliliyorsa günahkarlar belasını dünyada buluyorsa.Cehenemi bosuna yaratmıs oluyor.Allah iyininde kötünde kaderine eleşmez.Her seferinde bu konu üstünde vurguluyarak söledim.Allah bize akıl ve hürbir irade vermiştir.Bizim bu verilenle kulanarak bize iyi kötü olanı biliriz.Allah önceden bildiği şeyi bilmemen Allah'ın yazdığını bilmemen deyil kendi hür iradenle ne yapacağını bilmemendir..''
  12. CÜmleten Selamün Aleyküm Arkadaşlar. Okuma alışkanlığım yoktur pek. Kısa ve öz seferim. Uzun oldumu Teğet geçiyorum Belkide ilkez böyle uzun bir Yazıyı okudum.İlgimi çekti Sizinle Paylaşmak İstedim. biraz uzun Olabilir ama Eminim Okuduğunuza Değecektir. 380.000 İnsanın Ölümüne yol acabilecek Olası İstanbul depremini Tetikliyecek bir sistemin bir Paranoyağın ( kendisinemi ait yoksa çalıntımı bilmiyorum ama ) Araştırması Şüpheciliği ve ile ortaya çıkardığı belgeleri ,Başbakanlık ve MİT'e kadar uzanan bir komplo ve Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile taçlandırılan bir araştırma. Nese sözü uzatmak İstemiyorum. Ben kapmam gereken bilgiyi kaptım sizlerle paylaşmak istedim. İyi Forumlar. Önemli not: Bu öykü tamamıyla bir kurgudur.(!) Öyküde adı geçen gerçek kişi, yer ve olaylar tamamen rastlantısaldır.(!) Yaklaşık olarak üçyüz seksen bin İstanbul'lunun hayatını kurtarmam ilginç tesadüflerin sonucu oldu. Belki de bütün bu tesadüfler, bir tesadüf değildi, belki de kaderdi. Ne derseniz deyin işte. Komplo teorilerini çok sevmem ve deprem konusundaki paranoyak ilgim de tabi buna katkı sağladı. Ne olursa olsun yaptığım işten ve odamda duran devlet üstün hizmet madalyasından gurur duyuyorum. Bütün olan biteni en baştan anlatmak sanırım en doğrusu. 17 Ağustosta meydana gelen korkunç depremden sonra ister paranoya deyin ister merak, eskiden hakkında hiçbir şey bilmediğim depremler ve depremle alakalı her şeyle ilgilenmeye başlamıştım. Teorik bilgiler, üniversite hocalarının çıktığı televizyon programları ve hatta bu konuda yazılmış pek çok kitabı yuttum. Bütün bu ufak çaplı bilgi birikimime ek olarak, Türkiye'de olan depremleri Kandilli rasathanesinin web sitesinden her gün takip ediyordum. Her sabah işe gelince, İnternete bağlanıp bir gün önce olmuş depremleri inceleme gibi manyakça bir alışkanlık edinmiştim. İlk zamanlar bu sayfaya öylesine şöyle bir bakıyordum, yani deprem olmuş mu? diye. Daha sonraları ise sistematik olarak depremleri incelemeye başlamıştım. Depremleri önceden tahmin etmek ya da bilimsel bir makale yazmak gibi büyük amaçlarım yoktu. Öylesine bakıyordum işte. Depremler nerede yoğunlaşıyor? Zamanla ya da başka bir şeyle bağlantısı var mı? diye inceliyordum. Bu benim için bir tür hobi olmuştu. Sanırım yaptığım bütün bu beyhude amatör bilimsel çalışmalar, 17 Ağustos büyük depreminden sonra ben de oluşan korkuyu bir nebze azaltmak içindi. Korkum kesinlikle ölüm değildi. Beni asıl korkutan, bir enkazın altında çaresiz bir fare gibi kalıp ölmekti ve bu korku hiç de yersiz değildi. Büyük depremle ilgili çok kötü anılarım var. Ne kadar ısrar ederseniz edin bu konuya hiç girmeyeceğim. Neyse, biz yine olaylara dönelim. Her gün olan deprem kayıtlarını o kadar dikkatli takip ediyordum ki günlük kayıtlarla, bir hafta öncesine kadar uzanan kayıtlar arasındaki herhangi bir anlamlı ufak bir bağlantıyı bile hemen fark edebiliyordum. Bu konuda neredeyse keskin sezgilerim oluşmuştu. Zaten her şeyi de bu sezgim sayesinde keşfettim. Keşfettiğim şey ise aslında bir tesadüf gibi duruyordu. Bir hafta boyunca, peşi sıra, günün farklı zamanlarında ama hep aynı yerde (Bolunun bir ilçesi), aynı şiddette (3.5) ve aynı derinlikte (3 km) üç deprem dikkatimi çek ti hemen. 3.5 şiddetindeki bir deprem insanlar tarafından hissedilmez. Sadece aygıtlar fark eder. Benim fark ettiğimi Kandilli'deki uzmanlar da fark etmiştir muhakkak ama sanırım şiddeti çok düşük olunca dikkate almadılar. Birbirinin tıpatıp aynı deprem silsilesinden sonra iki hafta boyunca Bolu'da hemen hiçbir deprem görülmedi. Ben tam paranoyalarımdan kurtulmak üzereyken tuhaf bir şekilde tekrar benzer depremler olmaya başladı. Bu sefer dört tane deprem olmuştu. Bu sefer Bolu'nun başka bir ilçesindeydi. Depremler yine aynı şekilde, yer, şiddet ve derinlik olarak birbirinin tıpatıp aynıydı. Bu kadar tesadüfi olması bana şaşırtıcı gelmişti. Tekrar deprem paranoyalarım başlamıştı. Aklıma ilk gelen olasılık, aslında tek bir deprem olduğunu ama web sitesine aynı depremin yanlışlıkla birden fazla girildiği olmuştu. Akla yakın ve doğru gibi gözüküyordu ama yine de bu teori benim kaygılarımı gidermedi. Uykusuz bir geçen paranoyak bir gecenin sabahında işe gibi paranoyak sayılabilecek insanların aşırı vesveseli şikayetlerine alışmış olan sabırlı ve anlayışlı görevli, korkulacak bir şey olmadığını, depremlerin kayıtlara yanlışlıkla birden fazla girilmiş olduğunu söyleyip kibarca beni başından savdı. Daha sonra beni bir telesekretere bağlayıp depremle ve depreme hazırlıkla ilgili uzun ve sıkıcı bir bant kaydına yönlendirdi. Hepsi de ezbere bildiğim şeyler olduğu için hemen kapadım telefonu. Görevli de kendince haklıydı çünkü benim gibi günde yüzlerce arayan kişi ile başka türlü başa çıkamazdı. Yine de kaygım geçmemişti. İçimden bir ses bu deprem silsilesinde bir tuhaflık olduğunu söylüyordu. Sezgilerime güvenirdim ama bunu nasıl araştıracaktım. İlk iş olarak zamanları dışında birbirinin tıpatıp aynı olan iki deprem dizisinin enlem ve boylamlarını dikkatlice not ettim. Sezgi, paranoya vs. işte ne derseniz deyin içimden bir ses garip bir şekilde depremlerin olduğu yere gitmemi söylüyordu. Bu fikri karıma çekinerek açtığımda gülerek benim tatlı bir paranoyak olduğumu ama bu izlenmediğim anlamına gelmediğini söyleyip (yine aynı bayat espri) bir güzel dalga geçti fakat benimle birlikte Bolu'nun ilçesine gitmeyi itirazsız kabul etti. "Ne güzel işte, piknik yaparız, sen de ne göreceksen görürsün benim tatlı paranoyağım" dedi. Planımız, benzer depremlerin olduğu iki yeri görmek ve daha sonra dönüşte Abant'a uğrayıp ufak bir piknik yapmaktı. Pazar günü sabahtan arabaya atlayıp önce Bolu'ya ardından da önce o ilçeye ve sonra enlem ve boylama göre haritadan bulduğum o köye gittik. Konu doğrudan Milli Güvenlik ile ilgili olduğu için ilçenin ve köyün adını size maalesef açıklayamam. Yerleri tam olarak belirlemek için oraya giderken, yanımda Almanya'dan aldığım ufak GPS cihazını da yanıma almıştım. Depremlerin olduğu ilk köy sıradan bir Anadolu köyüydü. Tahmin ettiğim gibi köylüler olan depremleri hatırlamıyorlardı.3.5 şiddetindeki bir deprem 500 metre uzaktan geçen bir Tır kadar etki yapar. Yine de muhtar misafirperverlik gösterip bize rehberlik etmesi için bir delikanlıyı yanımıza vermişti. Depremin olduğu tam enlem ve boylam köyden beş kilometre uzaklıktaydı. Gittiğimiz yerde gördüğümüz sadece ama sadece boş tarlalardı. Tam hayal kırıklığı içinde geri dönüyorken yaklaşık üç yüz metre uzakta belli belirsiz görünen uzun çelik kuleyi gördüm. Bu mesafeden ne olduğu pek seçilmiyordu. Bize eşlik eden delikanlıya gördüğümüzün ne olduğunu sordum. Delikanlı sanki bizimle birlikte ilk defa görüyormuş gibi baktı ve yüzünü kırıştırıp biraz düşündü. Sonra birden hatırladı, bir şirket yer altı kaynak suyu arıyormuş. Uzaktan gördüğümüz uzun çelik kule de petrolcülerin kullandığı türden bir delme makinesiydi. Alık genci köye bırakıp, muhtarın paşa çayını içip, Ankara'ya bekleriz dedikten sonra diğer noktaya gittik. Karım biraz mırın kırın ettiyse de söz erdiğini hatırlatıp diğer köye gittik. Yaklaşık kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra başka bir köydeydik. Bu sefer bize bir rehber verecek anlayışlı bir muhtar bulamadık çünkü köy neredeyse boşalmış gibiydi. Issız bir vahşi batı kasabası gibiydi. Mecburen elimdeki GPS cihazına güvenip arabayla toprak bir yola saptık. Elimdeki GPS cihazı çok hassas değildi ama yine de artı yada eksi 50 metrelik bir hassasiyet işimi fazlası ile görürdü. Sonuçta belirlediğim enlem ve boylama gelince GPS cihazı dıt dıt etti. Yeni biçilmiş buğday tarlasının yanındaydık. Çocuğunun yaptığı numaralara aşırı bir hoşgörü ile bakan bir anne gibi gözlerini üstüme dikmiş olan karım bu olaydan sıkılmaya başlamıştı. Arabadan inip tarlanın ortasında etrafa şöyle bir bakarken birden onu gördüm. Aman allahım! Bir saat önce gördüğümüz çelik kulenin neredeyse tıpatıp aynısı yaklaşık bir kilometre uzakta duruyordu. Bu bir tesadüf müydü? İçimden bir ses "Bu da mı bir tesadüf" diye soruyu farklı şekilde tekrarladı. En iyisi şu tuhaf çelik kuleye ve yanındaki barakaya bir bakmalıydım. Karımın "delirdin mi sen?" türündeki itirazlarına rağmen kulenin yanına gittik ama pek hoş karşılanmadık. Daha kuleye varmamıza 50 metre kala yolda bir bariyer bizi durdurdu. Elinde bir avcı tüfeği tutan hapishane kaçkını bir adam hiç de sevimli olmayan bir şekilde bizimle konuşup eliyle gösterdiği "oranın" yasak olduğunu söyledi. Mecburen geri dönmek zorunda kaldık. Normal şartlarda kuru gürültüye pabuç bırakmazdım ama karım epey bir tedirgin olmuştu. Yine de uzaktan zorlukla görebildiğim tabelayı okuyabilmiştim: Akdorme İnşaat ve Taahhüt limited şirketi. Peki Akdorme şirketinin bu kabalığı niyeydi? Yer altı su kaynağı arayan bir şirket için güvenlik biraz abartılmamış mıydı? Şirketin adını not defterime kaydederken bu düşünceler beynime üşüşmüştü. Arabayla biraz gittikten sonra çelik kulenin olduğu yerden epey şiddetli bir patlama sesi geldi. "Sanırım sondaj için dinamit kullanıyorlar" diye içimden geçirdim. Patlamanın asıl sebebini merak etmiştim ama karımı daha fazla tedirgin etmemek için direksiyonu Abant'a kırdım. Ertesi gün işyerinde bilgisayarımı açıp internete girdiğimde yine rutin olarak bir gün önce olmuş depremlere baktım. Bolu'da yine 3.5 şiddetinde bir deprem olmuştu. Depremin zamanına bakınca hayret ettim. Çelik kulenin yanından ayrılırken meydana gelen patlamanın zamanı ile çok yakındı. Hemen depremin yerine baktım. Hayal kırıklığı. Deprem sondaj yapılan yerin 30 km ötesinde bulunuyordu. Zaten tonlarca dinamit yığsan bile 3.5 şiddetinde bir deprem oluşturmazdı. Fakat yine de olaylar arasında tesadüflerle açıklanamayacak bir sürü bağlantı vardı. En iyisi şu Akdorme inşaat şirketini bir araştırmak iyi olacaktı. Odalar Birliği, Sanayi Bakanlığı ve MTA'da çalışan okurlarımın yardımlarıyla Akdorme Şirketi hakkında epey bir bilgi sahibi oldum. Orta çaplı, elli kişinin çalıştığı, inşaat, taahhüt, ithalat, ihracat vs. gibi uzun bir listesi olan sıradan bir şirketti. Genel Merkezi İstanbul'daydı. İki ilginç bilgi ilgimi çekti; Şirket üç ay önce kurulmuştu. Kurulur kurulmaz, on beş farklı yerde kaynak suyu aramak için MTA'dan izin almıştı. İzin için başvurduğu yerler Bolu ve civarıydı. MTA'da çalışan ve Maden Mühendisi olan okurum şirketin buralarda maden suyu aramasını tuhaf bulmuştu. Çünkü dediğine göre maden suyu pek aranmazdı, ayrıca köylerine fabrika yapılması için sürekli çağrıda bulunan bir çok yerde zaten hazır maden suyu kaynağı vardı. Yani arayış ona gereksiz bir çaba olarak gelmişti. Çelik kuleden ve patlamalardan bahsedince, bu tür bir aramanın pek usule uygun olmadığını ekledi. Okurumdan Akdorme şirketinin nerelerde arama yapmak için izin aldığını ve lokasyonlarını bana iletip iletemeyeceğini sordum. Bunun kurallara aykırı olduğunu ama sevgili yazarı için bir güzellik yapacağını söyledi. İnsanın okurları olması çok güzel bir duygu. İçimdeki şüpheler ve karımın "teknolojik komplo teorileri" diyerek dalga geçtiği düşüncelerle geçen iki günün sonunda okurumdan bir e-mail geldi. Şirketin maden suyu aramak için izin aldığı yerlerin enlem ve boylam olarak tam yerleri e-mail ile birlikte gönderilmişti. Tam tamına on beş yer. Akşam eve dönünce ilk işim büyük bir Marmara haritasının üzerinde on beş araştırma yerini kırmızı başı olan toplu iğnelerle işaretlemek oldu. Enlemi boylamı buluyordum ve oraya bir iğneyi yerleştiriyordum. On beşinci iğneyi de yerleştirdiğimde ortaya tuhaf bir şey çıkmıştı: iğnelerden oluşma iki çizgi. Aslında tam çizgi sayılmazdılar, biraz bombeleri vardı. Sonra düşündüm. Tabi ya! Dünya yuvarlaktı. Yuvarlak olduğu için küre üzerindeki düz bir yay, iki boyutlu haritada bombeli duruyordu. Sekiz tane iğne bir çizgi, kalan yedi tane iğne ise bir başka çizgi oluşturuyordu. İki çizgi bir üçgenin kenarları gibi duruyordu ve uzatılırsa bir yerde birleşecekler gibi aralarında açı vardı. Çayımdan bir yudum alıp duvardaki haritaya biraz geriden baktım. On beş tane sondaj yerinin böyle iki çizgi oluşturması da mı tesadüftü? Karımı çağırdım, bakmasını istedim. O da şaşırdı. Bu sefer hemen tatlı paranoyağım demedi. O da benim gibi bu düzenli iki çizgiden huzursuzlanmıştı. İkimizin de aklından geçen şey aynıydı sanırım. Çizgiler nasıl böyle dümdüz olabiliyordu ve ikisi nerede birleşiyordu? Açıkçası o anda iki çizgiyi bir cetvelle uzatıp birleştirmekten korktum. "Karım hadi dışarıda yemek yiyelim "dedi nedensiz. Çizgileri birleştirmekten nedense ben de çekinmiştim. Teklifi hemen kabul ettim. Dışarı çıkıp yakınlardaki bir kebapçıda güzel bir köfte yedik. İkimizde eve dönmekten çekinir gibiydik. Epey bir oyalandıktan sonra gece yarısı tekrar eve döndük. Biraz oyalandıktan sonra tekrar haritanın başına geçtim. Elime bir cetvel alıp iki çizgiyi de cetvelle uzattım. Marmara denizinin üstünde bir yerde birleştiler. Birleştikleri yere bakınca dehşete kapıldım. Burası kuzey Anadolu fay hattının üzerindeydi ve özellikle bu bölge fay hattının en çok gerilime sahip kısmıydı. Zaten olası büyük İstanbul depreminin buralarda olması bekleniyordu çünkü bütün yük neredeyse burada odaklanmıştı. Deprem konusundaki daha önceki araştırmalarımdan biliyordum bu bölgeyi. Bir çok metinde "tetik bölgesi" olarak anılıyordu. Bütün bunların tesadüf olmadığını biliyordum. Akdorme şirketi ve arkasındakilerin bir şeyler çevirdiğine emindim. Ama ne? Aklıma ilk gelen şey, bu şirketin büyük İstanbul Depremini daha erken ya da belirlenen bir zamanda yapmak istemesiydi. İyi de nasıl? Yer altında meydana gelebilecek patlamalar asla büyük depremi tetikleyemezdi? Mi acaba? Tetikleyemezdi. Ancak yer altı nükleer denemelerde olabilirdi. Bir atom bombası patlatamayacaklarına göre nasıl yapacaklardı? Nasıl? Evet nasıl? Beni bu noktaya kadar getiren sezgilerim doğru yolda olduğumu söylüyordu. Kötücül bir şey vardı bu sıralanışta ama ne? Neredeyse gece gündüz hep bunu düşünerek bir hafta geçirdim. Mühendislik bilgimin tümünü kullanarak bir çözüm bulmaya çalışıyordum ama nafile. Bir şey bulmadan da hiçbir resmi makama başvuramazdım. Ne diyecektim? Bu adamlar bu sondaj aygıtları ve birkaç dinamitle İstanbul'da deprem oluşturmaya çalışıyorlar. Tabi ki inanmazlardı. Bunu düşünerek eve giderken havanın güzel olduğunu düşünüp parka oturmaya karar verdim. Gazetemi açıp okurken sıkıldım, bir kenara koydum. Parktaki ufak bahçesindeki çocuklar gözüme takıldı. Bir ufak çocuk salıncakta sallanıyordu. Annesi ve babası sallıyordu. İlgi çekici olan bir şey yoktu. Babası salıncağın arka tarafında itiyor, salıncak tam annenin hizasına gelince anne de salıncağı itiyordu. Çocuk sevinçle kahkaha atıyordu. Bu mutlu aile tablosu nedense benim farklı bir şekilde ilgimi çekti. Bir süre bakıp mırıldanır gibi "Anne salıncağı rezonansa getiriyor" dedim. Rezonans! Çok zekice ve dahice. Yiğidi öldür hakkını ver. Adamlar çok akıllıca düşünmüşlerdi. Evet ya, rezonans. Nasıl oldu da daha önce bunu düşünmedim bunu? İster salıncak olsun ister Los Angeles'taki bir asma köprü, her şeyin bir doğal salınma frekansı vardı. Salıncak gibi basit bir sistemde doğal salınma frekansını bulmak kolaydı. Zaten annenin yaptığı da buydu. Doğal salınma frekansında çok ufak bir güç uyguluyordu. Doğal frekansla, uygulanan kuvvetin frekansı aynıysa sistem rezonansa girerdi. Sistemin salınımları gitgide büyür ve en sonunda sistem çökerdi. Bu yüzden askerler köprülerden düzenli adımlarla geçmezlerdi çünkü bu şekilde Fransa'da bir köprü yıkılmıştı. Ve tabi ki Los Angeles 'da yıkılan o meşhur asma köprü. Şiddetli olmamasına rağmen rüzgarın frekansı köprüyü yıkmıştı. Evet ya, rezonans. Bu kadar basitti açıklaması. Her şey rezonansla çok kolaydı. Atom bombası patlatmaya gerek yoktu. Ardı sıra fak patlamalarla kuzey Anadolu fay hattının en zayıf yeri rezonansa getirilebilirdi. Rezonansa gelen fay hattı sonunda kırılacaktı ve... Bu ufak depremler fay hattının doğal rezonansını belirlemek için yapılmıştı. Çok basit ve aynı zamanda ölümcül bir denklem. Çelik kuleler peşi sıra dinamitlerini patlatıp bir şok dalgası yaratacaklardı. Şok dalgası çok hızlı ilerler. Birinci çelik kulenin altında patlayan TNT'nin şok dalgası ikinci kuleye erişince o da patlıyordu ve sonra üç, dört.. diğer çizgideki kulelerde aynı şeyi yapıyordu. Sonuçta tek ve büyük bir şok dalgası fayın o kısmını vuracaktı. Fakat bu bir kez değil, fay rezonansa getirmek için birden fazla olacaktı ta ki deprem oluncaya kadar. Fayın o bölgedeki frekansını bulduktan sonra gerisi çok kolay bir mühendislik hesabıydı. Zaten o çelik kulelerde patlayıcıları yere gömmek için yapılmıştı. Parkta öyle kalakalmıştım. Çocuğun salıncağı deliler gibi sallanmaya başlamıştı çünkü annesi onu rezonansa getirmişti. Hemen eve gittim. Karımın bütün itirazlarına rağmen olan biteni tek tek yazdım. Tabi ki Kandilli rasathanesi kayıtlarını, Akdorme şirketi ile ilgili her şey, çelik kulelerin tam yeri ve tabi ki oluşturduğum harita. Tüm bunların bir kopyasını çıkartıp Kandilli Rasathanesine Prof. Ahmet Mete Işıkara'ya gönderdim. Asılları ise yanıma alıp doğruca Yenimahallede bulunan MIT müsteşarlığına gittim. Kapıda pek hoş karşılanmadım ama ısrarlarım sonucu bir yetkili ile görüşmemi kabul ettiler. Beyaz bir masanın başında dört çay içtikten sonra beni içeri aldılar. Öykümü dinleyen üç görevli beklentilerimin tersine beni başlarından savmadılar. Beklememi rica edip başka bir bekleme odasına aldılar. Neredeyse bir saat boyunca bekledikten sonra bu sefer amirleri olduğunu sandığım bir adamla geri geldiler. Adama sürekli "efendim" diye hitap ediyorlardı. Benden demin anlattıklarımı ona da detaylı olarak anlatmamı istediler. Ben heyecanla anlatırken tüm belgeleri tek tek incelediler. Ama beyaz saçlı amir pür dikkat beni dinliyordu. Bazen aydınlatmamı istediği bir nokta için "Emin bey" diye lafımı kesiyordu. Cevap alınca da önündeki kağıda not alıyordu. Neredeyse iki saat boyunca böyle konuştuk. Garip. Beni beklediğimden çok ciddiye almışlardı. Hatta gelirken kapıdan kovulacağımı bile düşünmüştüm. Amirleri olduğunu sandığım kişi notlarını son bir kez kontrol ettikten sonra konuşmaya başladı. "Emin bey, sizi bize Allah gönderdi. Uzun zamandır böyle bir inşaat şirketinin peşindeydik çünkü bir inşaat şirketinin bizi pek de çok sevmeyen bir ülke istihbarat teşkilatının kurdurduğunu iki ay önce öğrendik. İstihbarat eksik olduğu için şirketin amacını ve adını bir türlü öğrenemedik. Şimdi elimizde bir şey var. Normal şartlarda sizi ciddiye almazdık. Benimle görüşmeniz bir hayaldi. Olayı araştırmadan hiçbir şey yapamayız. Bu noktadan sonra olayı bize bırakmanızı rica ediyorum. Sizden başka kim biliyor bunu?" dedi. Karım. Bir de Ahmet Mete Işıkara'a hocaya gönderdim." "Anlıyorum. Biz de zaten hocamıza başvuracağız. Sizden ve karınızdan sessiz kalmanızı rica ediyorum. Konu bir boyutuyla Milli Güvenlik ile ilgili." "Tabi. Biz de askerlik yaptık" dedim gülümseyerek. Hepsi de gülümsedi. "Peki. Şimdi sizi evinize bırakacağız ve muhakkak gelişmelerden size haberdar edeceğiz. Bu arada normal hayatınızı sürdürün. İşinize gücünüze bakın. Tanıştığımıza memnun oldum Emin bey. Bundan sonraki bir ay boyunca hiçbir ses çıkmadı. Karım bu arada "Sevgili Ajanım, vatan kurtarmaktan vakit bulursan marketten bir şeyler alsan" diye benimle dalga geçiyordu. Ajan aşağı ajan yukarı. Hiçbir şey çıkmayınca ben de kendi komplo teorimin saçma olduğuna inanacaktım neredeyse. Tam olayı unutmaya hazırlanırken cep telefonum çaldı. Arayan kendini tanıttı. MIT'te benimle konuşan kır saçlı adamdı. Telefonda detay veremeyeceğini ama ertesi akşam için işim olup olmadığını sordu. Ben de yok deyince, takım elbise ve kravatla resmi giyinmemi, bir toplantıya katılacağımı söyledi. Gelip beni kendisi alacakmış. "Peki" dedim. Akşam bir kokteyle katılacakmışım gibi gayet şık bir şekilde hazırlandım. Nereye gideceğimizi ve niye böyle resmi giyinmek zorunda olduğumu anlamadım. Sonunda kırmızı plakalı bir Mercedes beni evden aldı. Arka tarafta kır saçlı o bey vardı. Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi sohbet ettik. "Emin bey, dedikleriniz harfi harfine doğru çıktı. Bütün kuleleri Jandarma bastı ve dediğiniz şekilde yüzlerce kilo TNT toprağa gömülmüş halde bulundu. Şirketi kurmak ve olayı yapmak için bir sürü ajanı Türkiye'ye sokmuşlar. Halkı telaşlandırmamak için olay hiç duyurulmadı. İşi yapan ülkeyi biliyoruz ama ispat edemiyoruz. Zaten şu anda açıklanırsa ülkemiz açısından nahoş olaylar olabilir. Amaçları basit. Krizden hala çıkamamış Türkiye'de bir büyük İstanbul depremi ile ülkemizi bir kaosa sürüklemek istiyorlardı. Biliyorsunuz, bu çok büyük bir felaket olurdu. Neyse. Sonuçta gerçekten çok iyi bir iş başardınız Emin Bey" dedi. "Peki şimdi nereye gidiyoruz." diye sordum. "Başbakanlığa" dedi. "Başbakanlığa mı? ama ne için?" "Evet. Sizin için bir ufak bir tören düzenlendi. Tabi gazeteciler yok. Biz bizeyiz. Gidince göreceksiniz" dedi ve gülümsedi. Daha sonra olan biten benim için tam bir sürpriz oldu. Bizzat başbakanın olduğu ve ben dahil olmak üzere beş kişinin katıldığı ufak törende Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi. Tören kısa sürdü. Başbakanla (Ecevit) ayak üstü sohbet ettik. O da benim gibi bir şair olduğu için tabi ki konu hemen şiirden açıldı. Şiirlerimden birini ezberimden okudum, o da sağ olsun bir kitabını imzalayıp verdi. Kütüphanemde durur hala. Başbakanın işi olduğu için gitmesi gerekiyordu. Kadife bir kutu içinde Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi, bir de dolmakalemle yazılmış bir berat. Gurur içindeydim. Başbakan tam ayrılırken tokalaştık. "Efendim, bütün bu olup bitenleri bir bilim-kurgu öyküsü olarak yazabilir miyim?" Başbakan tereddütte kalmış bir şekilde kır saçlı adama döndü. "Ne dersiniz? Emin bey yazsa sorun çıkar mı?" "Hayır efendim. Bu o kadar sıra dışı bir olay ki aynen yazsa bile kimse doğru olduğuna inanmayacaktır. Olduğu gibi yazabilir. Sadece öykünün başına bütün bir öykünün kurgu olduğunu belirtir bir ibare koyarsa iyi olur. Bir de şirket ismini değiştirirse bizce hiçbir sorun yok." dedi gülümseyerek. Ben de gülümsedim. Başbakan tekrar yaptıklarım için ve olası bir depremde ölecek 380.000 İstanbul'lunun hayatını kurtardığım için teşekkür etti. Seçimlerde kime oy vereceğimi sorup biraz takıldı. Kırmızı plakalı Mercedes ile eve dönerken çok garip hissediyordum kendimi. Elimdeki kadife kaplı kutunun içindeki özel madalya gururun ötesinde bir his veriyordu bana. Kahramanlık? Seçilmişlik? Kim bilir.. Neyse. Karım bir daha bana "tatlı paranoyağım" demedi. Madalyayı büfeye koyma teklifini Milli Güvenlik ve tozlanmasın diye reddettim. Artık ben onun "kahramanıyım". Belki de hep öyleydim yoksa böyle harika bir kadın benimle niye evlenirdi ki?
  13. Hep PKK dediniz.Ben melez bir insanım babam türk annem kürt Diyarbakırlıyım.Yaşım 20 bu yaşıma kadar bir çok olay gördüm bir kısmını size anlatayım.Yıll 1992 vedat aydın olayı. Milletvekili vedat aydın cenaze törenin binlerce insan katıldı.Evim ise olaya yakın bir yerdeydi.Surların yanı açık bir alan olduğunda hep top oynardık.Vedat aydın gömek için yürüyüşe çıkan topluluğu görünce yanlarına doğru giitik.Çocukluk işte merak bizimkide.Cenaze götürülüceği mezarlık , oyun oynadığımız mevki üzerindeydi.surların üzerinde askerler vardı.Topluluğun üzeinde helikopterler uçuşuyordu.Birden etrafa ateş açıldı.surlar üzerinde bulunan askerler topluluğa ateş açmaya başladı helikoptlerle ateş açıldı.Onlarca ölü yüzlerce yaralı benim gördüğüm baana yeter 5_6 yaş civarındaki bir çocuk annesi kucağında yaralı bir şekilde yatıyordu.Son sözleri şunlar ana lımın leğıstın (anne beni vurdular).Bu kimin gözün önünde çıkar.Kanlar içinde binlerce kişi.Yıl 2006 yine bir yine bir cenaze töreni diyarbakır yapılan progandalar kendi halkının kendi memleketine çok aşırı bir zarara uğratı iş yerlerden devlet binaları ağır zarar uğradı.Yaw anlamıyorum insan nasıl memlekitine zarar verir.Galiba halkımın üzerindeki bu oynan politika kendilerine zara vermesini sağlıor.Suç kimde acaba devletemi yoksa bu progandaları yapanlardamı.Bence devletinde çok büyük payı var.Çok şey yaşatı burdaki millete devlet.Suçun ne kürt olmak.Devlete bunu farkına vardı sanki biraz.Atık pek üzerine gelmiyor halkımın üzerine..BU da proganda yapan kişilere insanlarımız kaptırmıyoz.2006 yılında Çıkan olaylarda birçok kişi yaralandı ölü sayısı az olsada hep çocuklar gidiyor.Bayn bir muhabirin sözleri.Bu olayı unutmayacığını.Üzerine doğru koşan 10 yaşları civarında bir çocuğun koştuğunu ve elinin gögğüsünün üzerinde olup eli kanlar içinde gördüğünü.Yanıma yığılıp düştüğünü ve çocuçuğun son sözünün '' ABLA VURULDUM'' .Bu muhabirin sözleri gördükleri herhangi bir gazete yada tvde yayınlamadı.Dahasıda var kısadan alayım birsz dedim.Haberleri izleriz bombalı saldırılar düzenleniyor.Pkk tarafında yapıldığını ortay çıktığı söyleniyor.Ama kafamı karıştıran şu pkk olarak adlandırdıkları doğuda millet olupta onlara kan püstürüyorlar.Ama bombalı saldılarda ben hiç türkiye üzerinde yaşayan bir kürt yaptığını duymadım.Ya suriye yada ırak asılı söyleniyor.Ha bide epeydir uygulanan bir sistemi söyleyim.Doğuda yaşayıan bir vatandışın askerlik sistemi . Öncelikle acemilik batıda daha sonra ustalık olarak doğuya veriliyor.Burda yani benim yaşadığım yer olarak askere giden kişilerin hepsi bu şekilde.Dağa çıkan doğulu askere gidipte doğuda görev yapanda doğulu.Mesele şu kardeşi kardeşe vurmak.Ben az bir şey anlatayım dedim size. Ölüm artık beni pek korkutmuyor hep onla yaşayınca insan alışıyor burası böyle işte.Ya yolda yürürken çıkan olay sebebiyle açılan bir kurşuna ölecez.Yada askeredeyken kardes dediğim beni görewimde ölüdrecek.******* OLSUN BÖyLE POLİTiKALARA.
  14. Ben geldim yaw ben uğraşırım kardeşimizin sorusuyla Ancak biraz zaman lazım bana. düşüneyim biraaz
  15. Özür dilerim biraz rahatsızdım giremedim from sitesine. söleşmemiz uzamış galiba.Yeni düşünceler var sanki. anladığımı göre kaderi iki yönde ayırmış arkadaşımızın dediğine saygım var.Ama düşüncesine katılmıyorum.İnsanı dinden uzaklaştıran ve tutkularının peşinde koşturan aldanmaların başında, ölümü unutmak gelir. Oysa hem insan, hem içinde yaşadığı evren ölümlüdür. Kader konusuna gelelim o kadar açıklama yaptığıma göre dediklerim hakkında düşünmüyorsun.Eğer bir soru yöneltmek isterseniz elimden gelen kadar yardımcı olurum.
  16. Doğru diyorsuzda ama ben yazı tura bağlamadım bunu siz bağlıyorsunuz.Çünkü burda benim yaptığım 2 işlem üzerinde yapmam eğer fark edersez ben işlemlerimi yaptım bir terslik yada herhangi birşey yoktur.Sizin demek istediğiniz aklınız öbüründe kalmıyacak şekilde diyorsuz ben sizin yaptığınıza bu şekilde katılıyorum doğru diyom.Ama soru kalıbında böle bişi fark etmedim onun için ben dediğiminde doğru olarak sayıyorum.Bu biraz ikileme arsında kalma gibi bişi.Belki ben bu işlemleri geneleme olarak düşünmemde olabilir.Bu da benim yanılmamda neden olabilir.Sorduğunuz soruyu okuyorum benimde , sizinde dediklerinde hangisinin doğru olabilirliğine bakıyom.Yaw sanki bu soruda şaşırtmaca kulanılmış gibi geliyor.Eğer bunu bulabilsem ben bu dediğimden vazgeçip sizin doğru olduğu kanatına gelebilirim.
  17. Anlamak işinizemi gelmedi. YOKSA BU DEDİĞİM ŞEYİ ANLAMAKTANMI KORKUYORSUNUZ.
  18. siz galiba benim dediklerimi okmuyorsunuz.
  19. Bana işlemi yapıp yolayın demedinizimi SEÇİMİNİ DEĞİŞTİRMESE AYNI KANAATA OLMADIUKMI SÖLEYİN %33.33....... BUNA KANAAT GETİRDİK DEĞİLMİ AMA SEÇTİĞİ KUTUYU DEĞİŞTİRİRSEK DEDİK BENDEN İŞLEM İSTEDİNİZ YAPTIM. Sizin de yaptığınızın doğru dedim %66,666 buldunuz.Ama benimde doğru olduğunu söledim.birşey diyebildinizmi hayır. bilgisayar simülasyonuna Sadece işlem yapar detayları almaz bunu böyle bilin.Eğer ben seçtiğimden vazgeçersem aklım öbüründe kalır ve iki kutu arasında kalmış olur.Bu da benim 2 kutu arasında seçim yapmış olurum.
  20. İstediğin kadar anlatmaya çalışsamda karşıdakinin anlıyabileceği kapasitenin dışına geçemiyorum ve bu sorunum değil karşıdakinin anlama kabiliyetliğinde kaynaklanıyor düşünceme saygı göster hürmet duy ama katılma ve kırıcı olma.Ben kimseyi fikrimi kabul etirmekte zorunda değilim.Kabahat bende sizin hatalarınızı sölememde.
  21. Hani şu ''fiziğine güvenenler'' başlıklı sorunuza.Ben kalkıp sizin nerde hata yaptığınızı görmeniz için bir açıklama ve ardında'da aynı hatalı bir soru sordum.Ama siz ne yaptınız.Kalkıp sorunuzun hatasını görmektense sorunuzun hatalı olmadığını savunduz.Bende size sorunuzun hatasını açıklayıp gösterdim.Sizde haklısınız dediniz.ONDAN SONRA BİLMEM AMA BUNU KENDİNİZE HAKARET OLARAK SANDINIZMI NE.HER NEYSE KALKIP BANA CEPHE ALDINIZ .BENİM ÇOK BİLMİŞLİK TAVIR YAPTIĞIMI SANDIZ BİLMEM.KALKIP BANA DERS VERMEK İÇİN ''Köprüden geçen geçene '' bilmecemden bana karşı hata aradınız.Bana kulandığınız hatta ''anne karnındaki bebeğin insan(kişi) sıfatını almadığını savunduz.Ben size o da bir can taşıyor.O da bir insan dedim.Siz kalkıp bana bu lafı dediniz.''Kişi olması için hayata gözlerini açıp en az 1 kez nefes alması gerekir''Ben size biyolojik olarak Anne karnındaki bebeğin de bizim gibi olmasa da nefes aldığını demedinmi.Nobodoy kardeşimiz birşeyler dedi bende ona şu açıklamayı yapmadımı; Ben sizin dediğiniz şeyin belgelere dayanma amacıyla yapıldığını dedim.örnek olarak kimliği öne sürdüm.Siz hala yok bebek ilk nefesinin alırsa yani sağ doğarsa insan olur tabirinde benim dediklerimi terslediniz.Ben yine örenkelmeye geçtim doğum ünitesinden tutu evlilik cüzdanına kadar dedim. Siz bana anne beyan edebilir dediniz.Görmeniz için yine örnekleme yaptım siz DNA testi yaptırır dediniz.Bakın yine belgelere glinmedimi.Benim dediğim olmadımı.Bekledim siz hatanızı görmeyi.Öyle bir düşündesiz.Bana hata yaptığımı kanıtlıyacaksınız.Baktım olacağı yok sizin bu fikrinizden (bebek il nefesini alırsa insan sıfatını alacağını) vazgeçtim.Bu konu hakkında konuşmayalım ve haklısınız diye yazdım.BİZDE BİR LAF VAR MEVZU AĞIRRR HAKİM SAĞIR HA BAĞIR HA BAĞIR.Sizde böylesiz işte.Sanki beni bir yere sıkıştırmşsız.Devam etirdiniz.Bende devam etirdim.Siz yazdınız bende ardınızda birşeyler yazdım.Ben bu benim hukukum değil sizin hukukunuz olduğunu söledim.siz bana Benim senin yok hukuk herkez içindri.Belki hatsını görmüşte sordum hattanız neymiş diye.Sizin orda o maddeyi ne için yazıldığın değil.Bana ne düşündüğünüzü sölediz.O zaman bu benim hukukum değil senin hukukun dememle lafı yedin hala anlamadın.By hukukçu.Bana kalkıp 1946dan bu zaman kadar aynı olduğunu sölediz.Maderm kendi düşüncenizle bana inandırmaya çalıştız bende 309 maddeyi kendi düşündüklerimi söledim sizin yaptığınız gibi.Ben bu maddenin genel olarak ne anlam içerdiğini sizden daha iyi biliyom by hukukçu.sizin oyndağınız gibi oynadım.Ve lafımı vurdum size. Şimdi başka biri kalkıp ''yarışma'' başlıklı buraya yorumunu yazsaydı.Ben hiç bişi demeezdim.Desemde şunu derdim ''seçiminize saygım var.''AMA SİZ OLUNCA NE AMAÇLA GELDİĞİNİZ BELLİ BY HUKUKÇU.ANLAMIYAN.BEN ARTIK ÖRNEKLEMELERDEN VAZGEÇTİM HATTALARI GÖSTERMEYİ DİEREK SÖLECEM İSTERSE KIRILSIN SİZE YARALANIMIYOR.HOCAMIN BİR LAFI VARDI;HATTAYI GÖSTERMEK KOLAYDA,HATAYI YAPANA KABULENDİRMEK ZOR.ben bunun için örneklemeyi seçtim.Böylelikle yapılan hatayı fark edebilirler.
  22. İnan sen huukuk konusunda o kadar örneklemelerimden anlıyamadın burda benim dediklerimi nasıl anlıyacaksınız?
  23. O zaman kalk şunu bilgisayara uygula 2elma + 2armut=? ben sonucu 4 buldum bilgisayara deneyin ve açıklayınız?
  24. İskambile sizin sorduğunuzun soru aynımı.Ha bilgisayara gelince elindeki bilgisayar sadece verileri uygular kalkıp size diyemez yarışmacı böyle düşüne bilir diye soru yöneltemez.Siz bilgisayarın verilerini benim bildiklerimi bilmediğimi sanıyorsuz ben bu sorunun varsayımlara açık olduğunu diyom siz bilgisayarı kıyaslıyorsunuz.Ben bilgisayarla bozmuş değilim siz bilgisayarla bozmuşsuz.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.