Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

berker18

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    216
  • Katılım

  • Son Ziyaret

berker18 - Başarıları

Ortak

Ortak (7/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. berker18

    Araplar bizi arkadan vurmadı

    Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı kimin işine yarıyor. Türklerin mi, Arapların mı... Onlarla ayrı kalmamız, birleşmememiz kimin işine yarıyor. Aslında sorulacak soru Araplar bir birlik oluştursaydı bugünkü gibi bir kuşatmayla karşı karşıya olabilir miydik. Bir araya gelememeleri sadece kendilerinin suçu değil, bir araya getirtmemek için yapılan uluslararası faaliyetler göz önündedir... Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatına itibar eden adamlar aşağıdaki yazıyı cesaret edip okuyabilecekler midir? Araplar bizi tam olarak arkamızın neresinden vurmuştur. Namusumuz cidden elden gitmiş midir? Kaç tane arap üstümüzden geçmiştir. Çanakkale savaşında Osmanlılarla beraber gavura kurşun atan arap var mıdır? Yavuz niye gidip bir arap devletini savaşarak ortadan kaldırmıştır. Acaba biz de arapları bir taraflarından vurmuş muyuzdur? Bu insanlarla aynı coğrafyada yaşıyoruz. Dertlerimiz aynı dertler. Başımıza çorap örmek isteyen güç aynı güç. Düşman aynı, dert aynı. Arapların bizi arkamızdan mıhlamaları da bizim onlardan halifeliği gasp etmemizde üzerinden onlarca yıl geçmiş hadiselerdir. Şimdi birleşme zamanıdır. Neden bir Birlik kurmuyoruz...Neyse, alıntı aşağıda...Anlaşılacak kadar açık, MÜSLÜMANLARIN BİRLİĞİNE ÖZLEM DUYANLAR LÜTFEN OKUSUN… 1. Dünya Savaşı ile birlikte, psikolojik duvarlar da örüldü. Orada “Türler Arapları sömürdü”, burada “Araplar Türkleri arkadan vurdu” argümanları ekildi. Oysa bizim 1100 yıl öncesine dayanan bir yoldaşlığımız var. Savaş meydanlarında ve aile ocaklarında kanlarımız birbirine karışmış, akraba olmuş; din kardeşliğinin yanı sıra kan kardeşi olmuşuz. 80-100 yılda bu kadim mutlu aile tablosu karşılıklı bize unutturuldu. Aramızda Fırat suyu sebebiyle süren gayri resmi savaş, 1998’de resmi bir ilan-ı harbe dönüşmek üzereyken sağduyu galip geldi ve Adana Mutabakatı imzalandı. Şimdi bu mutabakatın çok ilerisindeyiz. 1915’te Şerif Hüseyin komutasındaki birkaç kabile, İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’ya karşı savaştı. Bunu bütün Araplara teşmil edip ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ demek büyük bir insafsızlıktır. Kudüs’ü savunan orduda, Süveyş Kanal Harekatı’nda, Çanakkale’de Şam’dan, Halep’ten sayısız şehit vardı. “Bizi arkadan vuran Türk düşmanı Araplara güvenemeyiz”, “Laik devletle molla rejimi uzlaşamaz”, veya “Cumhuriyeti kuran aydınlanmacı kadro bize yön olarak Batı’yı gösterdi” gibi gerekçelerle Ortadoğu’ya sırt çevirmek vahim bir hatadır. Ülke çıkarlarından başka bir şey düşünmeyenler dahî Türkiye’nin mutlu yarınlarını Ortadoğu’da, Ortadoğu İslam Birliği’nde aramak zorundalar. Zira bölge ülkelerinin ortak çıkarları gözetilmeden hiçbir bölge ülkesinin çıkarlarının korunamayacağı açık seçik ortadadır. Birlik davasına dört elle sarılmazsak, mevcut bölünmüşlüğümüzü bile hasretle anacağımız korkunç bir fitneye sürükleniriz. Mezhep mezhep, kabile kabile, sokak sokak ayırırlar, bölerler, parçalarlar bizi. Irak’ta sahneye konulan oyun ortada. Kimsenin şüphesi olmasın ki, Irak’tan sonra sıra İran’a, Suriye’ye, Türkiye’ye gelecektir. “Süper güç” Amerika Birleşik Devletleri, Alaska yüzünden Kanada ile birleşmeyi elzem kabul ediyor. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Almanya, geleceğini teminat altına almak için Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri ile birleşmeye çalışıyor. Afrika’nın en zengin ülkesi Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika Birliği’nin bayraktarlığını yapıyor. Venezüella ve Brezilya, ille de Güney Amerika birliği diyor. Birlik, birlik, birlik. Aklı olan, komşularıyla birleşerek güçlenmeye, gücünü pekiştirmeye, gücünü artırmaya çalışıyor. Aklını peynir ekmekle yiyenler ise, komşularının yüzüne bakmadıkları gibi, aynı evi paylaştıkları insanlara bile surat asıyorlar; yuvalarını dağıtmaya, evlerini ayırmaya çalışıyorlar; güçlerini bölüyorlar, zaafa düşüyorlar. Afrika’da, Avrupa’da, Kuzey ve Güney Amerika’da birlik rüzgârları, Ortadoğu’da ayrılık rüzgârları esiyor. Etnik milliyetçilik virüsü, içtimai bünyemizi mahvu perişan ediyor. 70 milyon nüfuslu kocaman Türkiye, 1000 yıllık devlet geleneğine rağmen uluslar arası sistemin bir acentası olmaktan kurtulamazken, birileri, Anglo-Amerika ve İsrail’in kucağında kurulacak beş-on milyon nüfuslu mezhep ve ırk devletleriyle “bağımsızlığa” kavuşabileceğini zannediyor. Başka birileri de bu dalgayı ‘Kodum mu oturturum’ edasıyla kırabileceğini zannediyor. O edayla kırılmaz o dalga. Bu saatten sonra “ulus devlet” çerçevesi dahilinde söylenecek kardeşlik türküleriyle de kırılmaz. Gerek Türkiye’nin ve gerekse Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın etnik (ırkî, mezhebî) bölünme potansiyeli ancak İslam Birliği formülüyle yok edilebilir. Ne zaman Araplarla yakınlaşma gündeme gelse, bazı çevreler hemen “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” edebiyatını canlandırırlar. Bağdat bombalanırken, hatta Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa taciz edilirken bile, “Arapların bizi arkadan vurduğu”nu hatırlatarak, bu “hain”lerin başına gelen felaketlere seyirci kalmamızı isteyenler, hatta onlara bir darbe de bizim vurmamız gerektiğini söyleyenler olmuştur. Muteber bir tarihçimiz, Ramallah’ın acımasızca bombalandığı günlerde, İsrail’in zulmüne ve Filistinlilerin mazlumiyetine dair bir şeyler söylemesi için davet edildiği bir konferansta, “Zamanında Osmanlı’ya baş kaldırıp ihanet eden Filistin, bugün bu ihanetini canıyla ve malıyla ödemektedir.” demişti. Türklerle Araplar arasındaki fitneyi büyütmekten ve dolayısıyla emperyalistlerin Ortadoğu’daki konumlarını güçlendirmekten başka bir işe yaramayan “Araplar bizi arkadan vurdu” edebiyatı, ne hazindir ki, en değerli münevverlerimizin bile iltifatına mazhar olabiliyor! Evvelâ şunu tesbit edelim: Irak veya Filistin’de bir bedel ödeniyorsa, bu bedeli hepimiz ödüyoruz. Müslümanların kardeşliğine vurgu yapan âyetler ve hadisler, Müslüman Araplara sıkılan kurşunları kendi bedenlerimizde hissetmemizi icap ettirir. “Elhamdülillah Müslüman’ım” diyen herkes Irak’ı, Filistin’i kendi meselesi olarak görmeye mecburdur. “İhanetlerinin bedelini ödüyorlar” diye kestirip atamayız çünkü “onlar” diye bir şey yok, vurulan biziz. Bunun altını kalın çizgilerle çizdikten sonra Osmanlı’ya ihanet meselesine gelelim: Tarih kitapları Şerif Hüseyn’e bağlı birliklerin Gazze cephesinde İngilizlerin yardımına koştuklarını yazıyor ama Filistin isyanı diye bir şeyden bahsetmiyor. Bahsettiğini farz etsek bile, Filistinli çocukların İsrailli teröristler tarafından kurşuna dizildiği günlerde “Zamanında Osmanlı’ya baş kaldırıp ihanet eden Filistin”den dem vurmak ahlaki değildir. Anlamlı da değildir. Komşuları arasında iki büyük Arap devleti bulunan Türkiye’nin idarecileri ve münevverleri, İslam kardeşliğine inansalar da inanmasalar da, Arap âlemiyle iyi münasebetler geliştirmeye mecburdurlar. Arap şehirlerinin bombalanması “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” yarasını kaşımaya değil kapatmaya vesile edilmeli ve Türk kamuoyunda Araplara sempati uyandıracak tavırlar sergilenmeli. Her fırsatta 1. Dünya Savaşı’ndaki çatışmalara gönderme yapmak, üstelik bu çatışmaların boyutunu abartmak, iyi niyetle izah edilemez. "Araplar" Osmanlı'yı Arkadan Vurdu mu? Her Türk genci "Araplar'ın I. Dünya Savaşı'nda bize ihanet ettiğini" öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. I. Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı'ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin'in "Araplar"ın tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, "Arapların ihaneti" söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor: "Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicaz'da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun 'askeri açıdan' tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği 'bağımsızlık vaadi' ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani 'asıl cephenin gerisi'nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur. 'Asıl cephe', önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi'nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin'de kurulmuştur. Filistin'de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da Türk kuvvetlerini 'arkadan vuran' herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır... Arabistan Yarımadası'nın Hicaz bölümünden Akabe'ye kadar olan 'cephe gerisi' dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur."(1) Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor: "O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George'un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu'na isyan eden] Faysal'ın Arabistan'daki taraftarları, bir istisnaydı." Araplar'ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun'un ifadesiyle, "I. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir." (2) Arap Milliyetçiliğinin Öncüsü Hıristiyan Araplardı Üstteki hakikati teslim etmekle birlikte, Arap milliyetçiliğinin Osmanlı'da Türk milliyetçiliğinden daha önce geliştiğini belirtmek gerekir. Arap milliyetçiliği, 1860'larda, Suriyeli Arap entellektüeller arasında doğmuştu. Osmanlı İmparatorluğu'na ve yönetimindeki "Türklere" karşı ciddi bir antipati besleyen bu entellektüellerin dikkat çekici bir yönü ise, çoğunun Hıristiyan oluşuydu. Butros El-Bustani, Faris Şadyak, Nakkaş, Corci Zeydan gibi Hıristiyan Arapların öncülüğünde başlayan bu harekete katılan Müslüman Araplar ise, çoğunlukla Batılı fikirleri benimsemiş seküler aydınlardı. Arap milliyetçiliğini geliştirirken "Arapların İslam öncesi tarihlerine" ilgi duymaları, bundan kaynaklanıyordu. Buna karşılık muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı'ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye'deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı'ya ve Hilafet'e bağlılık duygusu vardı. (3) Bu konuda büyük bir otorite olan Prof. Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hariç, aslında en son noktaya kadar "ayrılıkçı" olmadığına dikkat çekerek şöyle demektedir: “Görülüyor ki Arapların 'milli' hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.(4) İngiliz tarihçi Peter Mansfield'e göre, Osmanlı'daki Arap milliyetçiliğinin sınırlı kalmasının iki nedeni vardı: "Birincisi, bu Avrupa kökenli milliyetçilik fikirlerinin bu yerlere (henüz) işlememiş olması; ikincisi de, Sultan II. Abdülhamid'in İmparatorluğun elinde kalanını bir arada tutmak için uyguladığı başarılı ve kurnazca yöntemlerdi."(5) Tarihçi Zekeriya Kurşun da "Abdülhamid'in saltanatı boyunca Arap milliyetçiliğinin... önceki hızını kaybettiğine" dikkat çeker ve "Abdülhamid, Arap milliyetçiliğinin harekete geçmesini geciktirmiştir" yorumunu yapar.(6) Sultan Abdülhamid'in politikasının temeli, 19. yüzyılda hâlâ devam eden dini bağlılık ve geleneksel siyasi sadakat faktörünü canlandırarak Osmanlı devletini ve ülke bütünlüğünü kurtarmaktı. Kürtler arasında kurulan Hamidiye Alayları bu büyük siyasetin uygulamalarından biriydi. Sultan, alaylar yoluyla "Kürtlerin babası" olarak anıldığı gibi, Arapların da hamisi oldu. Abdülhamid, uyruğundaki Arapların kalbini kazanmak için Arap ülkelerindeki dinsel kuruluşlara, tarihi camilerin onarım ve süsleme işlerine önemli bir fon ayırmış... çevresindeki danışmanları arasında Arap düşünürlerine her zaman iyi davranmış, değer vermişti. Bedevi Şeyhlerinin çocuklarını eğitmek için özel okullar açmış, bu yolla onlara Osmanlılık bilinci aşılamıştı. Bu politikanın siyasi meyvelerini de almıştı. Örneğin Peter Mansfield'a göre: "1904'te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır'ın çıkarlarını savunan Lord Cromer'in karşısında yer almıştır." (7) Kurtuluş Savaşı'nda da ne kitlesel bir "Arap ihaneti" ne de "Kürt ihaneti" yaşandı. Aksine Kürtler, Kurtuluş Savaşı'nı canla başla desteklediler. Mustafa Kemal Paşa, "Müslüman kardeşliği" temasına dayalı propagandasıyla onları kazandı. Murat Bardakçı'nın sözünü ettiği Şeyh Said isyanı ise, ancak Kurtuluş Savaşı'nın bitmesi ve "Müslüman kardeşliği" temasının hızla yok olup, yerine "herkes Türk'tür" anlayışının belirmeye başlamasından sonra patlak verdi... Kısacası yakın tarihimiz, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" anlayışını doğrulayacak şekilde gelişmedi. Hadi alıntı yaptığımız yerdeki dipnotlarıda verelim de tam olsun… 1)Cengiz Çandar, "Sharon'cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları", Yeni Şafak, 5 Nisan 2002 2) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul. 1992, s. 153 3) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 379 4) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, s. 594 5) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 30 6) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, s. 30 7) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 29; Peter Mansfield, The British in Egypt, Londra, 1971, s. 164-165
  2. başka ülkelerden gelen kişilerin okunan şeyin o günlerde moda olan bir şarkı değil, ezan olduğunu anlamaları için ortak bir dilde ezanın söylenmesi gerekir. o da arapçadır.. çünkü ezanın en yatkın olduğu dil doğal olarak doğduğu dil olan arapçadır. türkçe söylenmesinin dublajlı bir filmden farkı yoktur. dublajlı film hiçbirzaman orjinaline benzemez.... ahkam kesenler, süleymaniyede arapça ezan tekrar okunmaya başladığında süleymaniyenin önünde 10 bin insanın oturup gözyaşlarına boğulduğunu, ezanın o güzelim sesine nasıl hasret kaldıklarını nasıl unuttunuz... bir ülkenin gelişim aşamaları: din-bilim-bürokrasi-maliye-askeriye dir. bunu hala anlamamış olan kişiler anca laf salataları yaparlar yukarda görüldüğü gibi neyin ne olduğunu herkes bilior.. kimin de kim olduğunu...
  3. ben seni hiç mrk etmedim,çünkü senin gibilerden çok gördüm.. ben sana 40 kere söyledim ama anlamadın..fethullahın onlarca hatassı olabilir..ama desteksiz iddialar atıyorsun Gülatay denen bir adamın 20 paragraflık kişisel görüşlerini yazdığın zamanı unutmadık ben kendimi yüceltme tenezzülünde bulunmam.. nasıl abd düşmanım olduğum seni hiç ilgilendirmez..ve ben abd düşmanı olduğumu sen O OKULLARDA HERKES ABD SEMPATİZANI YAPILIYOR dediğin için yazmıştım.. ben senden ders almam marcus ben sadece okurum politikanın verdiği kitap gibi... ben sadece okurum senin gibi ahkam kesmem
  4. ramazan geldiğine bu kadar sevinemezdim sabah namazı kıldıktan sonra tekrar uyuyunca sabah saat 8-9 gibi tekrar kalkınca üzerimize gelen inanılmaz ferahlığı-mutluluğu-huzuru -----yemin ederim o duyguyu anlatacak kelime bulamıyorum---- o hiissiyatı yaşayamazdım korktuğum zamanlarda ezan okuyamaz kendimi rahatlatamazdım hayatımın anlamını kavrayamamış olduğum için kendime olan saygımı kaybedebilirdim bunları tüm içtenliğimle samimiyetimle yazdım
  5. ortak biryerlerde buluşabilmek gerçekten hoş sizede hayırlı ramazanlar
  6. arkadaşım.. SENİN ARABANIN veya O ARABANIN kelimelerindeki SENİN ve O kelimeleri sıfat değildir.. isim tamlamaları olmuştur.. sizin de dediğiniz gibi arabanın kime ait olduğu belirsizdir ve yine sizin dediğiniz gibi A şıkkındaki arkadaşın kime ait olduğu da belirsizdir... ama anlatım bozukluğu olması için cümlenin kulağımıza en azından bir garip gelmesi lazım, bu cümleler Türkçenin zayıflığından böyle olmuştur,ama anlatım bozukluğu yoktur ben bu tarz çok soru çözdüm, sizin dediğiniz doğru,bir anlam belirsizliği var ama ANLATIM BOZUKLUĞU YOK.. adı üstünde sevgili netman ANLATIM BOZUKLUĞU..yani bir şeyi bozuk-yanlış şekilde anlatmak.. oysa cümle gayet saf-duru-temiz..sadece eksik bilgi var diyebiliriz.. saygılarımla
  7. sayın politika o kitabı okuyacağım.. bu foruma kayıt olduğum ilk günden beri adamakıllı kaynak ilk defa siz sundunuz.. ben bunu istiyordum ilk günden beri ne varki çoğu kişi laf cambazlığı yapıyor.. ben fethullaha temiz biri demedim zaten.. onlarca suçu olabilir.. ben sadece kanıtsız iddia olmasın dedim.. o kitabı da okuyacağım saygılar
  8. mesela siz demiştiniz ki; SENİN arkadaşının neler anlattığını hatırlayamıyor. ONUN arkadaşının neler anlattığını hatırlayamıyor. ONLARIN arkadaşının neler anlattığını hatırlayamıyor. yani bu cümlenin başına 3 farklı kelime getirebiliyoruz ve cümlelerin anlamı değişiyor.. tıpkı benim verdiğim örnekteki gibi... SENİN ARABANIN YANINDAYIM ve O ARABANIN YANINDAYIM cümlelerinin başına da farklı 2 kelime getirebiliyoruz.. SENİN ve O kelimeleri gelebiliyor yani.. yani anlatım bozukluğu yok arkadaşım saygılar
  9. bakın sevgili frozen... siz bizim kimin hakkında oturup iddialar kaleme aldığımızı veya binlerce kanıtsız resmi olmayan belgelerle birilerini karaladığımızı gördünüz??? emin olun yarın sizin adınıza bir iddia geldiğinde o iddia %100 kanıtla belgeleninceye kadar sizi savunuruz.. ve bu düşüncenin sonuna kadar arkasındayız... bizim için frozen,fethullah,şu bu o YANİ İSİMLER ÖNEMLİ DEĞİL.. belgeler önemli..
  10. ben sizin demek istediğinizi anladım ama kendi düşüncemi tam olarak anlatamadım.. örneğin; ARABANIN YANINDAYIM bu cümlede bir anlatım bozukluğu yoktur halbuki bu cümle; SENİN ARABANIN YANINDAYIM veya O ARABANIN YANINDAYIM şekillerinde algılanabilir.. ARABANIN YANINDAYIM cümlesinin bu 2 şekilde algılanmasının nedeni anlatım bozukluğu değildir... tıpkı sizin cümlenizdeki gibi... saygılarımla
  11. 1-Türkçe konuşma yarışmasına basitlik demişsin....sen kendinin ne kadar ******* bir insan olduğunu kendin gösterdin..öyle bir yarışma sen de yap ondan sonra millete ******...oturduğun yerden klavyenle ahkam kesersen böyle olursun... 2-Türkmenistan kardeş ülkedir..eğer o okullarda ABD yandaşlığı öğretilio olsaydı, Türkmenistan direk olaya el koyar,okuullar gayet rahat bir şekilde mebe devredilirdi...ben de o okulda okudum marcuss!!!!ben niye abd düşmanıyım ozaman söylesene!! 3-başbakan yardımcısıyla anakra belediye başkanını billmiyosan ne ahkam kesiyosun..o adamlar bile fethullahı övdü diyorum..sen onları tanımıyorum diyosun..ne alaka??? 4-fethullaha Allah uzun ömür versin ddiyen ben değilim marcus..ankara beld.başk. ama sen herzamanki gibi iftiraar savurr.... 5-kendi ağzınızla kendinizi ele verdiniz gene... 6-senegalde İstiklal marşımızı okuyorlar diyorum banane diyosun...vatan sevgini öğrenmiş olduk.. 7-abd sevgisi aşılanıomuş.... 100 kere söyledim ama anlamadınız..ben de Türkmenim ve o okulda okudum diyorum,ama sanki kendileri o okulun müdürüymüş gibi konuşuyorusunuzzz 8-sen de kabul ettin,fethullahın en çalışkan öğrencileri Türkiyeye getirdiklerini Türkiye aşığı yapıldıklarını ve abd düşmanı olduklarını....kendi klavyenle kendini ele verdin gene... 9-kadir has ı biraz araştır gör..ozaman fethullaha attığınız iftiralar azalır biraz belki.... 10-o kadar trilyonları geçen bağışlara rağmen neden bu paraların hepsi abilerde veya okullarda İslamiyeti yaymak adına feda ediliyor???bu soruma abiler kim diye cevap vermek anca sana yakışırdı zaten..doğru dürüst cevap gelmez sizlerden 11-sefahat içinde yaşamak....güzel bir iftira daha...adam öldü ölecek hasta yatalak diyoruz...anlamadılar yaw 12-şu foruma fethullah ismini duymamış bir kiiş gelse dedim..foruma gelip fethulllahı öğrenmemiş olan biri demedim...sorumu doğru anla ve öyle cevap ver... eeeyyy marcus...sen ve senin gibiler bu hizmeti durduramaz...s ************* ************* müslümanlığı yaymak uğruna japonyadan libyaya senegalden uruguaya giden insanlara hiç bir şey yapamadınız yapamayacaksınız!!! anca ooturduğunuz yeden ahkam kesin sizz.... millete iftirlar savurun... ama öyle kolay kabul etmeyiz biz iftiraları... niçin sevilmeyen insanların beraatiyle fethullahı bir tuttunuz... sevilen insanların beraatiyle bir tutmadınız.. işinize gelmez siizin gibilerin
  12. arkadaşım bu yargılar anlam belirsizliğidir.. anlatım bozukluğu değildir.. e şıkkı anlatım bozukluğudur... belirsizlikle bozukluğu karıştırmışsınız.. saygılar
  13. kendi ağzınla kendi klavyenle kendini ele veriyorsun.. İDDDİANAME DİYORSUN!!! YANİ SADECE İDDİA.. beyni ******** gözü *** bir insana ne yapabilirizki.. en yakın zamanda iftira atmamayı öğrenmeniz dileğiyle... kim İslamı savunuyor?? İslamı niye savunalım ki.. biz kanıtsız iftirayı savunuyoruz... cengizhanın bütün yazdıkları da sadece iddia... YA T.C. BİLE FETHULLAHI TUTUKLAYAMADI, SİZ Mİ ONUN HAKKINDA AHKAM KESECEKSİNİZ??!!!? RESMİ KAYITLARI DEVLET BİLE BULAMADI SİZ Mİ BULDUNUZ!!??!! AYRICA SORULARIMA DA CEVAP BEKLİYORUM ÇOK BİLMİŞLER.... BUYRUN 10 KERE YAZDIĞIM SORULARI 11. KEZ YAZIYORUM... AMA SİZ YİNE ARADAN SIYRILMAYA ÇALIŞCAKSINIZ... 1-Türkçe konuşma yarışmalarının en ufak bir benzerini başka kim yapabildi??? 2-madem o okullar kötüydü,niye o okullar meb e devredilmiyor??? 3-madem o kadar kötüydü bu adam,neden başbkn yard.dan ankara b. başkanına kadar herkes niye " türkiyenin milyarlarca dolar harcayarak yapamıyacağı yatırımı reklamı hoca efendi yaptı " dediler?????? 4- niye türkçe konuşma yarışmasından sonra herkes" bu eğitim ordusunu yola çıkartan büyüğümüze Allah uzun ömürler versin" dedi??????? 5-fethullah madem o kadar yobaz biri,niye Türk okullarına kız-erkek karışık okuyor??? 6-niye senegalden özbekistana kadar her okulda bütün öğrenciler canı yürekten İSTİKLAL MARŞIMIZI okuyor??? 7-fethullah madem o kadar Türkçülük düşmanı bir adamdı, niye en büyük okul yatırımlarını TÜRKİSTANA yaptı?? 8-fethullah madem o kadar ABD AJANI, niye bütün okullardan her okulun her yıl en çalışkan 10 öğrencisi (Kİ BU DA BİNLERİ AŞIYOR) istanbul izmir gibi Türkiyenin en güzide şehirlerine getiriliyor ve NEDEN BÜTÜN BU ÖĞRENCİLER TÜRKİYE AŞIĞI YAPILIYOR (örneğin ben) 9-niye örneğin kayseride en dindar adamlardan biri olarak gösterilen Kadir Has,her yıl fethullaha 10 trilyon gönderiyor??? 10-o kadar trilyonları geçen bağışlara rağmen neden bu paraların hepsi abilerde veya okullarda İslamiyeti yaymak adına feda ediliyor??? 11-niçin o kadar paragöz ilan ettiğiniz fethullahın üzerine bir kuruş bile kayıtlı değil?? 12-Şu foruma fethullah ismini hiç duymamış bir kişi geldiğinde, ona fethullah hakkında bilgi vermek isteyen bir kişinin resmi kayıt getirmesi gerekmezmi??? Sizin kişisel görüşlerinize mi inanacak o kişi??? Yoksa son 1 ay içinde sadece japonyada 40 japon askerini Müslüman yapan ve bunun gibi çalışmalarını nerdeyse tüm ülkelerde sürdüren insanın iyi biri olduğuna mı kanaat getirecek???
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.