Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

suheda

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.291
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Blog Başlıkları gönderen: suheda

  1. suheda
    Benim onlarca kuzenden bir tanesi Serhat..
    Bir şeye canınızmı sıkkın moraliniz çokmu bozuk takmayın kafanıza Serhat'la bir beş dakika yeter,moral dopingi veriyor sanki, zekice ve tam yerinde espirileri ile en kötü anımda bile gülmek krizine çok sokmuşluğu vardır beni..
    Son derece yakışıklı ve girişken yapısı ile yapamıycağı iş yoktur,mesela siz yoğun bakım kapısında hastanızı bir dakika görebilmek için saatlerce beklersiniz o elini kolunu sallayarak içeri girer sonrasındada gelip bilgi verir..
    Dünyada en çok keyf aldığı iki şey vardır,yemek yemek ve uyumak..
    Bana misafirliğe gelmeden önce mutlaka arayıp yemekte ne olduğunu sorar mönü hoşuna gitmezse siparişlerini verir hazır olduğu zaman gelir..
    Bir akşam evde en sevdiğim diziyi izlerken arayıp"menemen yap geliyorum"demesine "hiç kusura bakma evde yemek var dizi izliyorum"deyip onun tam kapıyı çaldığı anda ilginç bir tesadüfle tv görüntüsünün gidişini "oğlum bir yemek için anten kablosunumu kestin"diye soruşuma "Allah her zaman doğrudan yanadır"diye cevap verişi ve benim söylene söylene menemen pişirişimi..
    Birgün gelip..
    "Mehmet Ağar'la tanıştım adam bana iltifatlar dizerken bir tanıdığın "bu uşak iyidir hoşturda bir fakülteyi kaç yıldır bitiremedi"sözü ile sanki onu soruyorlardı tüm siyasi kariyerim başlamadan bitti" diye anlatışı hala gülme nedenlerimizden biridir..
    Galatasaray-Trabzonspor maçı girişinde yaşadığımız izdihamda"Serhat sakın elimi bırakma"deyişimi"o tuttuğun benim parmağım değil"diye haince cevap verişini
    Sinemada koku filmini izlerken tüm film boyunca beni koklayıp yaptığı yorumlarla beni gülme krizine sokup dikkatimi dağıtışını..
    Her gördüğü yerde bana"çılgın bakire"diye seslenişini doğum günlerimde evde ki kitaplardan birini paket yapıp bana hediye edişini
    Uzungöl gezimizde mandıradaki son kalan kaymak kavonozunu benden önce alıp tüm gün boyunca yürütürüm korkusu ile kucağında taşıyışını...
    Kilo verme gayretinin sebebi sorulduğunda"askere gideceğim bu göbekle teröristlerden kaçamam"diye açıklayışını..
    Babasının bürokrat olmasından her şekilde istifade edişini..(bazen bende kullanmıyor değilim hani)
    Birgün yemek yerken elindeki ketçabın son kullanma tarihinin o gün olduğunu görüp tüm ketçabı bitsin diye tabaklarımıza dolduruşunu..
    Her gittiğimiz yerde hesabı ablası ile bana ödetişini..
    Rus erkek işçilerle yaptığım muhabbeti görünce gözlerini gerip bana"bunlar aylardır kadın görmüyor kaybol"diye kıskançlıkla mırıldanışı..
    Parktaki amerikalı turist olayına hiç girmeyeceğim bile aslında o kadar çok şey varki anlatılacak..
    Gördüğünüz gibi Serhat bizim evimizin neşe kaynağıdır,olmazsa olmazımız,şeytan tüylümüz..
    Yaşanan hadiseleri kendine özgü müthiş yorumu ile bize aktarırken aldığımız keyf anlatılmaz bir şey....her olayda mutlaka bir espiri malzemesi çıkartır,kimse onun sinirli halini bilmez..
     
     
    Canıımm ablan seni çok seviyor (her ne kadar sana kendime abla dedirtemesemde)
     
    Buraya uyurken çekilmiş bir resmini ekleyecektim ama senden izinsiz yapmak istemedim..
  2. suheda
    RÜZGAR
     
    Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
    Koştum ama yetişemedim.
    Nerelerde gezmiş tozmuş
    Öğrenemedim.
     
    Besbelli denizden çıkıp
    Kıyılar boyunca gitmiştir.
    Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
    Yüreğini allak bullak etmiştir.
     
    Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
    Bulutları koyun gibi gütmüştür,
    Okşayıp otları yaylalarda
    Büyütmüştür.
     
    Köylere de uğradıysa eğer
    Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
    Güneş altında çalışanlara
    İmdat eylemiştir.
     
    Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
    Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
    Kıraçlarda mavi dikenler...
    Toz toprak gözlerine gitmiştir.
     
    Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
    Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
    Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
    Alıp gitmiştir.
     
    Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
    Koştum ama yetişemedim.
    Soraydım söylerdi herhalde
    Soramadım.


    Cahit KÜLEBİ


  3. suheda
    Uzun yorucu bir yolculuktan soluksuz dönmüş gibi bir halim var..Epey bir süredir üzerime çökmüş olan kaostan sıyrıldığımı hissediyorum yavaş, yavaş,baharın gelişindenmidir nedendir bilmiyorum ama garip tatlı bir huzur var içimde..
    Bir kaç günlüğünede olsa bir tatil fırsatı kollluyorum ya İstanbul'a kaçıp kafamı dinleyeceğim yada her zaman yaptığım gibi bir kafile ile tur gezisine çıkacağım..
    Gerçi ikincisi daha cazip geliyor bana İstanbul bildiğim tanıdığım bir yer ne zaman istesem giderim..ama turlarla hiç görmediğim yerleri görüyorum..
    Geçenlerde bir Suriye teklifi gelmişti bana fakat yurt dışındaki ablamın gelişi ile çakıştığı için gidememiştim..
    Birde Suriye Hatay sınırı, nasılsa her yıl Hatay'a gidiyorum orada bulunduğum bir zaman Suriyeye geçebilirim çok şey kaybetmedim yani..
    Türkiye içerisinde karış karış gezilmedik yer bırakmıycağım bu gidişle ondan sonra dünyaya açılıcağım
    Sırf bu yüzden para biriktirmeyi bile düşünüyorum (bunu annem duysa nasıl sevinirdi ben ve para biriktirmek) kazandığımı çarçur etmektense dünyayı görürüm ve en çokta Mısır'ı Tur-i Sinayı görmek istiyorum, orada güneşin doğuşunu seyretmek..
    Canım müthiş bir şekilde sıcak bir iklimde olmak istiyor sıcak taşlar üzerinde yalın ayak dolaşmak güneşi içime çekmek..
    Yok bakmayın öyle ben normal biri değilimdir...
    Her şeye rağmen tüm bunlar bende hala hayat belirtileri olduğunu gösteriyor.
    Her ne kadar kendimi hüzne mahkum etmiş olsamda arada değişiklik iyidir.Seyehat etmek bende oldukça olumlu etkiler yapıyor bir süre sonra geçsede bazen ruhumu mutlu edip şımartıyorum böyle..
    Hep derim ben yanlış bir zamanda dünyaya geldim benim ruhum bu dönemi sevmiyor ben çok eski zamanlarda doğmalıydım..
    Ya büyük sutunları olan şatolarda yaşamalıydım yada bir çöl ortasındaki vaha kıyısında,ya Tanrı dağı eteklerinde bir çadırda Metehan'ın sevgilisi olmalıydım Yada Anadoluda gözleri yollarda sefere giden atlı bir akıncıyı beklemeliydim..
    Belki bu yüzdendir eski tarihi mekanlara duyduğum müthiş ilgi,dolaşırken hep orada bir zamanlar yaşamış olanları tahayyul ederim ve kendimi hemen oranın o eski sahibesi yerine koyarım...
    Gelişmiş çağa ayak uydurmuş kalabalık modern şehirler hiç bana göre değil ben eski tarih kokan yerleri seviyorum.Binlerce yıl önce birilerinin yaşadığı yerler olmalı..Bizim gibi hayalleri olmayan,bizim gibi sıkıntıları olmayan ve bizim gibi aşık olmayan..
     
    Hatay'ın şehir merkezi Antakya'da bir mozaik müzesi var bilen bilir dünyaca ünlüdür.Sümerlilerden Hititlerden kalma eserler sergilenir orda düşünsenize binlerce yıl önce yaşamış insanların sanat eserleri (bir sürü kendi çektiğim fotoğraf var orada bir ara hatırlatın foruma ekleyeyim) o sanat eserlerine bakarken hep eserden çok onu işleyeni düşünmüşümdür,kimdi?nasıl bir ruh hali ile o sanat eserini yapmıştı,mutlumuydu?Üzgünmüydü?Nasıl bir evde yaşardı?v.s v.s ...
    Tamam kabul, normal olmadığım gibi birazda çatlağım..
     
    Her neyse demem odur ki benim ruhum bunlardan mutlu oluyor, kendini ait hissettiği dönemlerden...O yüzden tarihi yolculuklarla onu şımartmalıyım..
    Tüm bunların üzerine eski bir şarkı dinleyelim...Bize göre eski aslında çokta eski değil...
     
    bDif9mMitJ4
     
     
    Sahi şu elmayı yıkamadan peçete ile silip yesem üzerindeki kimyasallar temizlenirmi?Çünkü üşeniyorum lavaboya gitmeye yazdıklarımızı çocuklar okumuyor değilmi?
  4. suheda
    Çok yorgunum..
    Öyle yoğun öyle hızlı tempoda bir hafta geçirdim ki pestilim çıktı, yarın kimse ilişmesede bütün gün yatsam..
    Yurtdışından ablam geldi onunla daha fazla vakit geçirebilmek için bir kaç gün izin aldım işyerinden,kısacık zamana çok şey sığdırmaya çalıştık,sığdırdıkta ama canımız çıktı..
    Zaman az olunca aynı günün içerisine bir kaç program sıkıştırdık,yorulduk ama çokda güzel vakit geçirdik..
    Deli gibi alışveriş yaptım bir sürü kılık kıyafet aldım stres atmak istiyorsanız kendinize alışveriş yapın bu taktik bende hep işe yaramıştır..
    Tabi ay sonundaki kredi kartı ekstrenizi hesaba katmazsanız
    Bu sabah erkenden uçtu ablam, üzüldüm sanki boşluğa düştüm,uzak memleket canın istediği an gidemiyorsunki yada o hemen atlayıp gelemiyor ki..
    İnsanın kendi memleketinde yaşamasının bir kötü yanıda bu, geride kalan hep kendiniz oluyorsunuz,gelen gidiyor siz aynı yerde karşılamalar ve uğurlamalarla..
    Son bir haftada bir şeyi daha fark ettim işyerini hiç özlemedim,bu sabah yine zırlayarak geldim,hoş geldimde elimi bir şeye sürdümmü?Hayır, P.tesi yaparım artık canım istemiyor hem söyledim ya "çok yorgunum"
     
    Çok yorgunum beni bekleme kaptan
    Seyir defterini başkası yazsın...
  5. suheda
    Bugün benim doğum günüm,koca bir yıl daha tükettim ömrümden....
    Geçen yılda yaşadığım korkuların kaygılarını içimde taşıya rak giriyorum yeni bir yaşa ve yıla.Artık hiç birşeye toz pembe bakamıyorum, hayatın endişelerini yaşım ilerledikçe daha iyi idrak edebiliyorum, ve herşey çok güzel olacak gibi çocukça hayaller kurmuyorum.Daha bir ciddi bakıyorum hayata bir çok şeyi önceden hesaplamaya çalışıp tedbirler almaya çalışıyorum.
    Olgunlaşmak dedikleri şey bu olsa gerek...
    Keşke çocuk olsaydım küçücük bir kız,akşama gelecek olan babamı ve getireceği şekerleri bekleseydim, dizinde oturup hiç kalkmasaydım.
    Ne ölümün yıkıcılığını öğrenseydim nede hastalıkların sıkıntılı bekleyişlerini..
    Her işimi yine annem görseydi, akşama ne yemek pişireceğimi, gelen misafirlerimi, temizlik,alışveriş ve iş yeri sorumluluğum olmasaydı..
    Şimdi tam ortasında olduğum büyüklerin muhabbetlerine uzak olsaydım hani çocukken hep merak ettiğimiz..
    Aşkı hiç tanımasaydım mesela,ihanetin ne olduğunu bilmeseydim,siyasi düşüncelerim olmasaydı.Tek sıkıntım beş taş oyununda kıracağım rekor olsaydı.
    Armut ağacının dalında asılı olan salıncağımız, kavgalarımız, küslüklerimiz ama hep bir arada olduğumuz kuzenlerimle olsaydım gene...
    Ağaca tımanamadığım için onlar bana kiraz toplayıp atsalardı,ben ağacın altında beklerken...
    Kağıttan rulo yapıp taklit ettiğimiz sigara sadece oyunlarda kalsaydı..
    Büyümek zor, büyümek meşakkatli iş ben daha fazla büyümek istemiyorum.
     
    Ama bir şeyi daha biliyorum yaşım kaç olursa olsun ben hep evin küçük, huysuz,şımarık kızıyım...
    Doğum günüm kutlu olsun..
  6. suheda
    Denize aşık herkes gibi onun olmadığı bir yerde yaşamayı düşünemiyorum..
    Hoş zaten deniz olmayan yerde yönümüde bulmakta zoruluk çekerim,hatta bu özelliğim yüzünden alay konusu bile olduğum olmuştur..
    Çokmu sinirlisiniz?yada canınızmı yanıyor?geçin deniz kıyısına oturun, oturun ve seyredin ,biraz sonra nasıl sakinleştiğinize kendiniz bile şaşıracaksınız..
    Dalgaların sesi ile uyudunuzmu hiç?Orda olduğunu haber verir size,siz uykuya geçmeden önce çok eskilerden kalma tanıdık bir dost gibi..
    Ve sabahları tuzlu yosun kokusunu içinize çekmek..
    Peki ya deniz fenerlerini bilirmisiniz?Hani şu her bakışta insana yalnızlık çağrıştıran?Yürüyün birgün ona,etrafında dolanın denize sıfır olan yerine gidip bir ada üzerindeymiş gibi tek başınalığın güzelliğini yaşayın sigaranızın dumanını savura savura..
     

     
    Bu üstteki fotoğrafı çalıştığım işyerinin penceresinde çektim geçenlerde biraz hırçın tabi ee mevsim kış henüz,camdakilerin kar taneleri olduğunu söylememe gerek yok sanırım..Hele siz onun birde güzel bir yaz yağmurundan sonraki halini görün yeşille mavi arası olur rengi sakin uslu bir çocuk gibi şırıltılı şırıltılı gelip gider kıyılara..
    Tıpkı böyle..

    Bu resmide yemek yediğimiz bir kıyı lokantasında çekmiştim,hem biliyormusunuz?buranın bir diğer özelliğide dünyada çam ağaçlarının denize sıfır noktada olduğu ikinci yer olmasıymış,bir diğeri Japonya'daymış..Bu kadar nadir bir şey yani..
     
    Ben en çok denizi eylül ekim aylarında seviyorum rengi pırıl pırıl olur ve genelde sakin,çoşup hırçınlaşacağı kışa enerji toplar gibi dinlenmeye çekilmiştir..
    Denize aşık insanları sakın yadırgamayın,denize sıfır yerlerde doğmuş büyümüş insanlar tutkuyla bağlı olurlar ona...Benim gibi ve eminim bir çoğunuz gibi...
  7. suheda
    İnsanları hayatından benim kadar çabuk silip atabilen biri daha varmıdır acaba?
    Müthiş değer veririm bir insana seversem,ama bir yanlışını göreyim,kalbimden beynimden tüm hafızamdan pat diye silip atabiliyorum.Arada çok hainsin diye tepki aldığımda oluyor ama iyide düşmanlık beslemiyorumki tamamen kayıtsız kalıyorum..
    Bazen bu huyum yüzünden kızdığım zamanlar oluyordu kendime,aslında ne kadar gerekli ne kadar güzel bir huymuş bu
    İşin güzel yanı biri bana yanlış yapınca ondan nefret etmiyorum,sevmiyorumda nötr kalıyorum ve asla eskisi gibi olamıyorum.
    Ne kadar özür dilerse dilesin araya kimi koyarsa koysun kişi hiç bir anlam ifade etmiyor.
    Cep telefonumdan numarasını msn de adresini silip atıyorum ve bunu yaptıktan sonra sırtımdan bir yük kalkmış gibi tuhaf bir şekilde mutlu oluyorum.
    Üstelik ne yaşamışsam yaşayayım ne paylaşmışsam paylaşayım hiç önemli değil,bunu öyle kolay yapıyorum ki kendi kendime şaşıyorum.
    Bence Allah bana vermiş olduğu hassas kırılgan yapıma bu silahı eklemiş çok zarar görmeyeyim diye..
    Bu hafta sonu msn de iki kişiyi daha silip attım,hiç düşünmedim,tereddüt etmedim,dönüp bakmadım bile işin ilginç yanı iki kişi daha ekledim listeme gidenin yeri ne çabuk doluyor...
    Şimdimi?Uzun zamandır olmadığım kadar mutlu ve huzurlu hissediyorum.
    Ve uzun süredir ilk kez bu gece severek tad alarak kafamda başka düşünceler olmadan kitap okudum ve deliksiz bir uyku çektim.
    Böyle giderse yakında kendimi hapsetmiş olduğum Araf'tanda çıkacağım..
    Hayat gerçekten herşeye rağmen güzelmiş..
  8. suheda
    La ilahe illa ente sübhaneke, inni küntü minez-zalimin
     
    Rabbim.........
     
    Ben günahkarım;
    Çünkü,dünyevi sıkıntıların peşine düşüp seni ihmal ettim..
    Ben günahkarım;
    İbadetlerimi sırf alışageldiği için yerine getirdim...
    Ben günahkarım;
    Sana dua ederken kalbimden değil dilimin ucuyla hissisce istedim istediklerimi..
    Ben günahkarım;
    Sana bu denli inanıp ve seni bu denli severken gaflete düştüm..
    Ben günahkarım;
    Herşeyin senden geldiğini bile bile nedenler,niçinler aradım..
    Ben günahkarım;
    Her sıkıntıda bir hayr olabileceği ihtimalini unuttum..
     
    Ben günahkar olduğum kadarda acizim,zayıfım sana karşı,şimdi merhamet diliyorum senden bu kaçıncı kezdir bilmiyorum ama bir kez daha yalvarıyorum beni affet..
    Oysaki ben senden herşeyin hayırlısını isteyen biriydim sende bilirsin dua ederken ölümün bile hayırlısını dilemişimdir hep..
    Bu demektir ki sen bana hayırsız olanı nasip etmezsin..
    Dualarımı hep kabul ettin,ne zaman ki nefsime yenilmeye başladım beni şefkat tokatınla uyardın,bunu bildiğim halde anlamadım beni affet..
    Ruhumu kuşatan bu kaostan çıkmama senden başkası yardım edemez biliyorum,bana yardım et.
    Sığınılacak,güvenilecek,her daim sevilecek olan tek senin..
    En yakın dost sensin,en sevgili sensin..Rabbim bir anlıkta olsa bunun idrağını yitirdimse beni affet,affet ve beni her zamanki gibi sevginle kuşat..
    Ne gelirse senden gelir aldığım her nefesin sahibi sensin,huzurda sensin,aşkta sen...
    Sen benim içimide dışımıda bilensin ve buna güvenerek...Beni affet..
    Başım eğik huzurundayım merhametinin ve rahmetinin sınırsızlığına sığınarak,ben suçumu kabul ediyorum ve içimden gelen haykırışla sana yalvarıyorum beni affet...
    Beni sevdiklerinden ayırma..
     
    Bir anlıkta olsa düştüğüm çıkmazda bildiğim yolu kaybetmiş bocalarken bana bu gerçeği hatırlatıp önümü görmemde yardımcı olan Ra_dya'ya teşekkür ediyorum,Allah seninde her daim yar ve yardımcın olsun..
  9. suheda
    Hayatı Araf'ta yaşayan tek kişi benim herhalde,ince bir çizgi üzerinde duruyorum,bir yanım cehennem bir yanım cennet...
    İkisi arasında kalakalmışım öylece..
    Meramımı kimseye anlatamıyorum,yada anlayamıyor kimse bende ki bu nadir ruh halini..
    Önümde akıp giden yaşamlara bakıyorum herkesin idealleri amaçları var benim yok,ne gelecekle ilgili planlarım var nede hayallerim..hepsini tükettim.Biraz erken ama hepsi tükendi,şimdi Araf'tayım öylece duruyorum orda..
    Boş gözlerle seyrediyorum hayatı kendi penceremden,ucuz endişelerin peşindeki insanlara acıyarak bakıyorum.Geleceği için çırpınıp duranlara ise buruk bir tebessüm gönderiyorum..
    Hayatı benim kadar erken tüketen biri daha yoktur herhalde,tıpkı sevgilerimi tükettiğim gibi...
    Birazda bilerek yapıyorum bunu,bu kendime acı çektirme huyum sonunda bana kötü bir akıbet hazırladı işte..İşte böyle Araf'ta kalakaldım..
    Her sabah aynı şekilde yataktan kalkıyorum,ve hiç bozmadan aynı şeyleri yaparak günü bitiriyorum (Pavlov'un köpeği gibiyim).O kadar uzun zamandır aynı suyun içerisindeyim ki ne sıcaklığını nede soğukluğunu hissedebiliyorum kıpırdarsam ne olduğunu anlayacağım ama kıpırdamak istemiyorum..Anne karnında cenin misali gün tüketiyorum sadece..
    Uzattığım elim istediğim kimseler tarafından tutulmadı,belkide bu yüzden bu kendi içime dönüşü seçtim,çünkü başka insanların elimi tutmasını istemedim..
    Aslında kimseyi suçlamak istemiyorum sorun bende biliyorum,tüm suçu kabul ediyorum..bu benim tercihim ben hayatı Araf'ta yaşamayı tercih ettim..
    Şimdi ne kimseden gelecek bir habere sevinebilirim nede kendimi mutlu etmeye çalışabilirim,herşeyi boş verdim bıraktım kendi akışına hayatımı,beni nereye götürürse götürsün bunun için hiç bir çaba sarf etmeyeceğim öylece bekliyorum,amaçsız,umarsız ne gelirse gelsin razıyım ister şer ister hayr ben burdayım Araf'ta
  10. suheda
    Koşarak acil servis kapısında içeri girdim hiç tanımadığım bir şehirde hayatımda ilk kez gördüğüm yüzler meraklı bir şekilde bana baktı "acil bir hasta geliyor"dedim gencecik bir delikanlı ayağa kalktı "nesi var"...Diye sordu doktormuş..
    Bilmiyorum kalple ilgili bir sorun galiba ..dedim
    Herkeste bir telaş sedye uzatılan ve sedyeden daha uzun boyu olan kişi,ağabeyim..
    Tetkikler,tahliller ekg çırpınıp duran genç doktor..
    Sizi Erzincana göndermek zorundayız ekg de bulgu görüldü,kardiyolojinin mutlaka görmesi lazım bu şekilde yola devam edemezsiniz...
    Ne gerekiyorsa yapılsın,dedik
    Sonra ambulans,ambulansın arkasında biz arabayla 140 km süratle ıpıssız yollar ve sanki rabbim bize aydınlık versin diye elimi uzatsam dokunabileceğim yakınlıkta her yeri aydınlatan kocaman bir lamba gibi dolunayı göndermiş..
    Yine acil servis yine bir telaş,yabancı bir şehirde kimseyi tanımadığım bir hastenede yabancı ve yolcu olduğumuzu öğrenen insanların acıyan yüz ifadeleri....
    Hanımefendi eşinizin yatış işlemlerini yaptırın...
    Eşim değil ağabeyim ama açıklama gereği duymadım o anda bunu düşünecek halim yoktu..
    Koşturuyorum benden başka güçlü yok üzülünce migren krizine giren ablam eli ayağına dolanmış teyzemkızı ve yüksek tansiyon hastası aynı gün annesini kaybetmiş annem...
    Yoğun bakım...kardiyolog açıklama yapıyor bize hastanızın durumu ciddi ağır bir kalp krizi geçiriyor..Hepimiz donduk sanki..
    Verin hastamızı bize sevk edin ambulansla Trabzon tıp fakültesine götürelim..
    Şuan mümkün değil 48 saat kırpırdatamayız ölebilir...
    Ölebilir gencecik bir insan daha 20 dakika öncesi hiç birşeyi yoktu nasıl olur,nasıl olur?
    Ölebilir dilde ne kolay söyleniyor oysaki ne kadar ağır ve kabullenmesi ne kadar zor bir kelime..
    Yanına giremiyoruz koroner yoğun bakım servisinin kapısı önünde bekliyoruz aynı aileden dört bayan yanımızda bulunan tek erkek şuan içerde hayatta kalma savaşı veriyor..
    Hepimize yabancı bu şehirde birbirimizden destek alıyoruz...Haber vermek lazım hem gideceğimiz yere (hatay)çünkü bekleniyoruz hemde memleketimize Trabzona..
    ...Ve telefon trafiği başlıyor bir kaç kişiye biz haber veriyoruz ve sonra hiç susmamacasına çalan cep telefonlarımız duyan bir diğerine haber veriyor bir kez daha kalabalık ve birbirine bağlı bir aileye mensup olduğum için şükrediyorum duyar duymaz yola çıkanlar bir telefonla yanımıza insanlar gönderenler bizi alıp evlerine götürmek isteyen yabancı şehrin hiç tanımadığımız sımsıcak insanları..
    Bizim dört saatte kat ettiğimiz yolu iki saatte kat edip gelen akrabalar..
    Hastane kantininde toplanıyoruz ne yapalım bir gurup burda kalsın diğer bir gurup Hataya cenaze evine doğru yola çıksın..
    Beni yola çıkanlar yanlarında istiyor çünkü annem gidiyor annesinin cenazesine...
    Arabaya biniyorum gözüm hastanede ya kötü birşey olursa..başım arabanın camına dayalı sürekli dua ediyorum.
    O beni evde yalnız bırakmayıp yanına almıştı yola çıkarken,üstelik istemediğim halde "bana arkadaş olursun" demişti,şimdi ben onu burda bırakıp onunla çıktığım yola onsuz devam ediyorum...
    Ertesi sabah erkenden varıyoruz hataya yol boyunca kimse gözünü kırpmamış cenaze defnediliyor ve ertesi gün yine yoldayız iki günde 2500 km yol dile kolay,
    Aynı gün Erzincan'dan bir ambulans Trabzona doğru yola çıkıyor gece yine hastane kantininde bu sefer çok daha kalabalık buluşuyoruz herşeyini tanıdığımız evimiz şehrimizdeyiz daha bir güçlüyüz...
    Hepsi birbirinde harika doktorlar tüm sorularımıza sabırla cevap verip yarım saate bir bilgi almak isteyişimizi hoş görü ile karşılayıp sürekli moralimizi yüksek tutmaya çalışmaları gerçekten takdir edilecek bir durumdu..
    Taburcu ev,halen devam eden ziyaretci akını,ne çok dostumuz ne çok sevenimiz varmış hepsinden Allah razı olsun..
    Ne kadar güçlü olursam olayım yaşadığım stres ve yorgunluğa bedenim ilk tepkiyi verdi tüm vucudum ateşli bir şekilde kabardı her yerim yüzüm gözüm şişti kocaman kıpkırmızı kabarcıklar,kurdeşen dökmüşüm dedi doktor şuana kadar ne olduğunu hiç bilmediğim ama bizzat yaşayarak öğrendiğim bir hastalık neyseki geçiciymiş...
    Şimdi evden arıyorlar beni "nasılsın"diye gülüyorum geçer,geçer diyorum biz neler geçirmedikki...
    Bir şeyi bir kez daha idrak ettim kardeş hiç bir şeye benzemiyor ne kadar kızarsak kızalım onun sevgisini Allah yüreğimizin içine yerleştirmiş insanın yüreğinin tam ortasına bir kor düşüyor anlatılmaz bir şey bu,yaklaşık on beş gündür psikolojik olarak benimde kalbim ağrıyor yani onun ağrısını hissediyorum...
     
     
    Şükürler olsun sana rabbim verdiğin ve vermediğin her şey için binlerce kez şükürler olsun..
  11. suheda
    İznim bitti dolayısı ile tatilde...Dün iş başı yaptım rutin hayata tekrar merhaba kaldığımız yerden devam...
    İznimin son 10 gününü evde geçirdim asıl tatil o zaman yaptım ev hanımı olmak büyük lüks,maalesef çalıştığımız için bunun farkında değiliz...
    Ev hanımlarının "bütün gün evde iş yapmaktan canım çıkıyor" sözlerinin aslında bir yalandan ve kendini işe yarar gösterme dürtüsünden ibaret olduğunu keşfettim..
    Düşünsenize sizin her akşam iki-üç saate sığdırmaya çalıştığınız tüm işleri ev hanımları tam bir güne yayarak yapıyorlar..
    En güzel yanıda ne biliyormusunuz?istediğiniz saatte yatıp istediğiniz saatte kalkıyorsunuz gece yarılarına kadar tv,dvd izleyebiliyorsunuz?eş,dost,akraba ziyaretlerine istediğiniz kadar zaman ayırıp arkadaşlarınızla programlar yapıp canınız istediği saatte eve dönebiliyorsunuz...
    Haa çalışırken bunları yapmıyormuyuz?Tabi ki yapıyoruz amaaa belli bir çizelge içerisinde yalnızca akşamları ve hafta sonlarına sığdırmak zorundasınız tüm planlarınızı,artı evde bekleyen işleri ve erken uyanmak zorunda olduğunuzu hesaba katarak..
    Şimdi bu yazıyı okuyan tanıdıkların birde çocuk bahanesi olacak inanın bana oda abartılıyor ben eve döndüğüm gün bizim küçük canavar yeğenler sevinç çığlıkları ile eve üşüştü ve hafta sonunu benimle geçirdiler bir manilerini görmedim..
    Sabah canım istediği saatte uyandıktan sonra birazda tv karşısında zaman geçirip sonrasında sırasıyla günlük temizliğim ve yemeğim üstelik canın ne çekmişse onu pişiriyorsun,oohhh sonrası keyfine kalmış...
    Neymiş çalışmak iyiymiş ekonomik özgürlükmüş bak seeennn,diğer taraftan tüm özgürlüklerin elinden gidiyor haberin yok...
    Zengin biri ile evli olup yada ailesi zengin olup çalışan kadının aklına ne diyeyim.....
    Zaman üretim zamanıymış banane yahuu
    Ben kararımı verdim maddi durumu iyi biri ile izdivaç yapıp evimin kadını olucağım evet çok ciddiyim karısını bakamıycak adam evlenmesin kardeşim...
  12. suheda
    Son beş gündür yağmur yağıyor,sonbahar yağmurları,soğuk ve esintili hiç dinmeyen bir yağmur..
    Çalıştığım dairenin pencere önünde bir çam ağacı var dışarı bakınca garip bir şekilde güzel geliyor bana manzara..
    İnadına yemyeşil bir ağaç...ne sonbahar yağmurlarından etkileniyor nede kışın fırtınasından öyle dimdik ve yemyeşil..
    Bir çam ağacı kadar hükmümüz yok,bizim ruhumuzda ki sonbaharlar yerle bir ediyor bizi hele birde yüreğimize kar yağmaya görsün...
    Doğadaki en güçsüz canlılar insanlar galiba..kışın sararıp solan bitkiler bile baharla birlikte yeniden tutunuyor yaşama bizse hep bir şeyleri kaybederek geçmişe uğurlayarak devam ediyoruz yola..
    İnsan acı çekerek olgunlaşırmış....hikaye..kendimizi avutmak için uydurduğumuz bir söz başka bir şey değil..
    Olgunluk dediğin yaşlılığın diğer ifade şekli,yaşlanmayı kabullenmeyenler için teselli amacı ile uydurulmuş bir söz..
    Sadece bize kar kalan tecrübelerimiz yaşlandıktan sonra ne işimize yarayacaklarsa....
    Biraz erken başladım bu yaşlılık sendromlarına,erken bunamamı geçiriyorum nedir??
    Zaten düşüncelerimin yoğunluğundan bir unutkanlık peyda olmuş bana ki evlerden uzak evde bir odadan diğerine birşey almak için gidiyorum sonra ayakta dikilip ben ne için gelmiştim diye düşünüyorum..
    Akşam yatmadan önce ertesi gün ne giyeceğimi planlıyorum sabah giyisi dolabının kapısını açıp ne giysem diye düşünüyorum!!
    Neyseki anlattığım arkadaşların hepsi aynı dertten muzdarip,buda bir teselli benim için tek değilmişim yani..
    Anlayacağınız sonbahar yağmurları benim ruh bahçeme erken düşmüş şimdi sıra çam ağacı gibi olabilmekte..Nasıl olcaksa o iş...
  13. suheda
    Yarın uzunca bir seyehate çıkıyorum,çok uzak bir şehirde bambaşka insanlarla çok güzel olacağına inandığım bir aylık tatil programım var..
    Döndüğümde şayet ölmezsem ve sizlerde hala burdaysanız görüşürüz..
    Kendinize iyi bakın Allah'a emanet olun.
    Hoşçakalın..........
  14. suheda
    Kitap okuyamıyorum
     
    Benim en büyük zevklerimden biridir kitap okumak,özellikle her gece yatağa girip bir saat kadar okurum,gün içerisinde yaşadığım stres ve sıkıntıları bu şekilde def edip huzurlu bir şekilde zihnimde sadece okuduklarımla ilgili düşüncelerle uykuya dalarım...
     
    Gel gör ki son zamanlarda kitap okuyamıyorum,elime alıyorum vaz geçip bırakıyorum,yada okuyorum,okuyorum bir bakıyorum ki 30-40 sayfa okumuşum ne okuduğumun farkında değilim tek bir kelimesi bir aklımda yok haydaaa al başa..
     
    Kitap değiştireyim dedim,dün gece Soner Yalçın'ın Efendi 2 sine başladım adamın uslubuna hayranım okumuyorsunuzda sanki bire bir karşılıklı sohbet ediyormuşsunuz gibi hissettiriyor,ama gel gör ki gene okuyamadım,daha doğrusu okudumda okuduklarımı algılayamadım şu Sebatayistlermi çok karmaşık benimmi kafam basmadı,hoş onlarla ilgili okuduğum ilk kitabta bu değil ki velhasıl yine sıkıldım kitabı masanın üzerine fırlattım..
     
    Ruhsal bir sorunumu yaşıyorum acaba,yada taktikmi değiştirmeliyim..
     
    Bugün kendime Kerime Nadir yada Barbara Cartlant kitapları almayı düşünüyorum 15 yaşındayken ilgi duymadığım kitapları şimdi alıp okuycağım.
    Şöyle romatik aşk kitabı bildiğiniz varsa tavsiye edebilirsiniz...
     
    Uzun bir süre kendime politik,tarih,psikoloji,biyografi,deneme,kitabı okumayı yasaklıyorum...Psikoloji dedimde sahi neden Peyami Safa okumuyorum ki ne çok kitabını okumuşumdur bayılırım ben ona Türk edebiyatcıları içerisinde en çok beğendiğim roman yazarlarından biridir...
     
    Hele o "Yalnızız"vardı ya oofff yıllar önce okumuştum içinde kendimi bulduğum bir kitaptır,sonra "dokuzuncu hariciye koğuşu" vardır o ne süper bir psikoloji kitabıdır öyle..
     
    Neyse konumuz Peyamı Safa değil...
     
    Konu benim tekrar eski şekilde kitablarıma dönebilmem sahi şu romatik aşk kitabları işe yararmı dersiniz?
  15. suheda
    Dün akşam Fethullah Gülen cemaatine bağlı bir dershanenin gecesine gittim özel konuk Reha Yeprem'di,hani şu meşhur sırlar dünyasının sunucusu.
    İşten eve gittim gece saat 18:00 de başlıycak "hep öyle derler geç başlar dedim" o yüzden rahat,rahat yemeğimi yedim oyalandım süslendim gittik,gittik ki ne göreyim iğne atılsa yere düşmez nasıl kalabalık,ayakta oturacak yer bakınırken bir bey geldi yer ayarladı oturduk neyse sahneye yakınız...
    Program başladı ve Reha Yeprem sahneye müthiş bir slayt gösterisi ve fon müziği eşliğinde bir şiirle çıktı M.Akif şiiri yer yerinden oynadı liseli kızlar yıktı çığlıktan ortalığı sanki sahneye konuşmacı değilde Tarkan çıkmış,gerçi çığlık atılmayacak gibide değil adam bir yakışıklı bir yakışıklı hani derler ya Allah özenipte yaratmış.
    Şiirler okudu kısa anektodlar anlattı Çanakkale mektupları okudu bazen kahkahadan koptuk bazen gözyaşına boğulduk,gerçi adamı izlemekten anlattığı şeylerede kendimi çok fazla veremedim ama çok güzel bir geceydi.
    Çıkışta bundan "bir tanede ben istiyorum"dedim "neyden?" dediler Reha Yepremden dedim
    Kim ne derse desin ben bu nurcuları çok seviyorum mükemmel bir hitabetleri var bunun için özel dersmi alıyorlar nedir bilmem tanıdıklarımın hepsi böyle konuşurken ruhunuza hitap ediyorlar.
    Bu yüzden turla gezi söz konusu oldumu onların organizasyonlarını tercih ediyorum artık rehberleri yüzünden rehberin ne kadar önemli olduğunu onlarla katıldığım gezilerde anladım,mesela alıyor rehber götürüyor sizi bir yere tarihinden bahsediyor kim yapmış kimin zamanında yapılmış falan,onlar öyle değil,işin özüne manevi duyguları ekleyip anlatıyorlar öyle ince detayları anlatıyorlar ki şaşkınlığa uğruyorsunuz daha önce gittiğiniz yerleri sanki yeniden keşfediyorsunuz ve ilk kez görmüş gibi oluyorsunuz.
    Saat 21:30 gibi evdeydim hemen mutfak tabi çayı koydum bir-iki arkadaşı aradım çaya davet ettim hem sohbet ettik hemde çayımızı içtik bir tanesi bu nurcuların adını bile duymaya tahammul edemiyor ne misyonerlikleri kaldı ne Fethullah Gülen'in CIA elemanı olduğu sessizce dinledim sözünü bitirince"peki bunlara kanıtın nedir"dedim"herkes yazıp çiziyor bizde okuyoruz "dedi."Yazıp çizme ile olmaz o iddiaları ortaya atanlar bu ülkenin mahkemelerinin üstünde ki adamlarmı bak adam tüm suçlarından beraat etti" sessizlik......
    Ortamı yumuşatmak için "yaa şu adamdan bir tane klonlanmazmı acaba?"diye sordum koptu herkes gülmekten....
  16. suheda
    <object width="425" height="350"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/watch?v=9Dxt2mlF3wQ"></param><param'>http://www.youtube.com/watch?v=9Dxt2mlF3wQ"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/watch?v=9Dxt2mlF3wQ" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="350"></embed></object><br><br>
     
     
    Gittin......<br>
    Ansızın kaçak gibi tasını tarağını topladın başka bir şehre gidip yerleştin,sahi giderken benim ne hissedeceğimi hiç düşündünmü?<br>
    Düşünmedin,düşünseydin bu gidişin beni nasıl yıkacağını bilirdin ve gitmezdin..<br>
    İnsan bu kadar ferdi nasıl yaşar?Sırf kendini düşünerek,sorumsuzca......<br>
    Şimdi geceleri ayrı gökyüzüne bakıyoruz,ayrı şehirlerde uyanıyoruz,ayrı yollarda yürüyoruz.Senin şimdi yürüdüğün yolları ben hiç tanımıyorum,akşamları gittiğin cafeleri,alışveriş ettiğin mağzaları,selamlaştığın insanları....<br>
    Keşke senide hiç tanımasaydım....<br>
    Bu gidişin sonu yok biliyorum artık içimde zerre ümit kırıntısı kalmadı..<br>
    Aynı şarkıyı başa alıp,alıp dinliyorum hani sende severdin ya Ebru Gündeş söylüyor kaçak...<br><br>
     
    Bu şehirde buldum buğday ellerini<br>
    Bu şehirde sevdim badem dillerini<br>
    Senle unuttum bütün ezberlerimi<br><br>
     
    Pişman değilim ama göçtüm kederden<br>
    Düşman değilim ama çöktüm erkenden<br><br>
     
    Bir daha bu yolları aynı hevesle yürürmüyüm<br>
    Kim bilir ne bekliyor kalırmıyım ölürmüyüm<br>
    Ne malum dünya gözüyle bir daha görürmüyüm<br><br>
     
    Tuhaf buluyorlar bu kaçak halimi<br>
    Seninle doldurdum yasak ihlalimi<br>
    Seninle kapattım aşk defterlerimi<br>
    Pişman değilim ama göçtüm kederden<br>
    Düşman değilim ama çöktüm erkenden<br>
  17. suheda
    Bu mektup güneydoğuda gazi olmus bir askerimizin ''mukremin'' atlı bir şahsın terör örgütü pkk'dan bir mektupla merhamet dileği için ona hitaben yazılmıstır.
    Lütfen sonuna kadar okuyunuz.
    Allah Türkü Daim Muzaffer Kılsın
     
    MEKTUP
     
    Bu bir mektuptur.
    Kuş kanadına, suya, çöl kumlarına yazılmış mektupları okuyanlara veya bu mektupları yazanlara ithaf edilmiştir.
    Vatan üzerine.
    Bayrak üzerine.
    Onur üzerine.
    Namus üzerine.
    Vicdan üzerine.
    Akıl üzerine.
    Adı fark etmeyen ve ithal edilmiş tüm meseleler üzerine.
    Kelimeler ve kelimeleri çirkinleştiren kalemler üzerine.
    Kalemleri tutan riyakâr ve kan kokulu eller üzerine.
    Kalemlerini sapladıkları şehitlerin ve kadınlarının ve çocuklarının ve kardeşlerinin ve onların analarının yürekleri üzerine yazılmıştır.
    Mayın, bomba, pusu, baskın, yazar, çizer ve ihanete alet olan her şey üzerine.
    İstemeyen okumasın.
    Kanla yazılmış bir mektuptur bu. Güvercin kanadının gücü yetmez taşımaya, karabaşlı kartal olsa nafile.
    Ağırdır; zira eskidir ve unutuldukça kanla yeniden yazılır, şehit mezarlarının taşları üzerine.
    Bu mektup binlerce yıl önce yazıldı ve binlerce yıldır yazılıyor, yeni fark edenler utansın.
    Kardeş kardeşi öldürmez, öldüren kardeş falan değildir, kalleştir olsa olsa.
    Kalleşlerin en kalleşi ise kardeşim diyerek kalleşlik yapan kalleşlerdir.
    Ve aslında en kahpesi, mayın değil onu Adil Binbaşıların, Davut çavuşların yoluna döşeyen eldir, o eli alkışlayan ve ululayıp aklayan kalemdir.
    En az o el kadar suçludur o kalem, tarihin yanılmaz vicdanında.
    O mayınlara basıp parçalanan bedenler, Edirnekapı’dadır ve bizim yüreklerimizde ve hafızalarımızda yaşarlar.
    Kemerburgaz’daki Kemer Country villalarından görünmez Edirnekapı, çok uzaktır hem de çok.
    DAĞLARDA YARIM KALDILAR VATAN İÇİN
    Ellerimizde can verdi o parçalanan bedenlerin sahipleri, bayrakları dalgalansın diye.
    Vücudunda sigara söndürülerek, tüm kemikleri kırılarak, kafa derileri yüzülerek işkence edilen, sonra da ağaçtan kazıklarla öldürülen ve çığlıkları telsizlerden dinletilen vatan evlatlarının yeri bizim yüreklerimizdedir, o çığlıkları duymayanların yanı başında durmaz onlar.
    Bir de katillerinin yanı başında dururlar, kulaklarında çınlar haykırışları eğer bir yerlerinde bir parça insanlık kalmışsa.
    Yazıklar olsun, can veren o yiğitleri hainlerle bir tutanlara.
    “Ağabey diyordu bana telefonda Astsubay Zülfikar, geçen gün kız arkadaşımla gezdim biraz ve kimse bacağımın takma olduğunu anlamadı”.
    “Ağabey diyordu, biraz daha uğraşırsam belki bisiklet bile sürebilirim”.
    Daha on dokuz yaşındaydı Zülfikar, mezun olalı tam yirmi gün olmuştu, o ***** ellerin döşediği mayınla ve bazı kalemler tarafından ululanan o hainlerin, ilk izleriyle tanışırken.
    Küskün veya kızgın değildi sesi, pişman veya aciz de değildi.
    Gururlu ve biraz pusluydu sadece, bisiklet sürebilse yeterdi.
    Koşmayı, atlamayı, denize girmeyi feda etmişti vatanı için.
    Bacağını payanda yapmıştı, Kemerburgaz’ın da üzerinde bulunan Türk egemenlik örtüsüne.
    Yazıklar olsun, çiçek toplayan küçük kızları öldürenlere ve yazıklar olsun o katilleri ululayan kalemlere.
    KAVGANIN BİR SEBEBİ VAR, İHANETİN DE
    Kavganın sebebini unutmadık, çünkü bu kavga hiç bitmedi.
    Kavganın sebebi vatandır çünkü bayraktır, onur ve namustur, vicdandır.
    Kimseye verilemeyecek olan, kimse ve hiçbir şey için vazgeçilemeyecek olan egemenlik hakkıdır.
    Atalarımdan bana kalmış olan ve benim çocuklarıma bırakmak zorunda olduğum mirasın vicdani sorumluluğudur.
    Hiçbir vicdana dayanarak reddedilemez, hiçbir çocuğun veya sevgilinin sevgisiyle değiştirilemez.
    Hiçbir aşağılık pazarlığa konu edilemez, namustur çünkü istiklal, öbür ihtimal ölümdür.
    Ben dilimle, bayrağımla, hudutlarımla yaşamak için ölmeyi kayıp veya yazık değil, şeref sayarım.
    Bu paha ne ile biçilirse biçilsin, kimseye yalvarmam durdurun diye, benim olana uzanmışsa el, ben durdururum ellerimle.
    Meğerki ölüm varmış, sevememek varmış, çiçek koklayamamak, ne gam?
    Vermek vicdansa eğer, akılsa susmak, pusmak, yerle yeksan olmuştur onur ve şeref.
    MAYINLAR NEREDE
    Mayınların yeri bilinmez, döşeyen ********in yeri bilinmedikçe.
    Ve dağlara döşenen mayından daha tehlikeli ve kahpecedir dimağlara ve bilinçlere döşenen mayınlar.
    Dağlara döşenen mayın tek kalır, tek can alır.
    Ürer her doğumda, her okunmada zihinlere döşenen mayınlar ve ihanet her doğumda bir daha artar.
    Başka zihinlere bulaşır, mayınların en tehlikelisidir bu, yayılır.
    Dağlardaki gibi otla ve toprakla gizlenmez, sevgiyle, barışla ve daha ne kadar varsa tüm süslü kelimeler alet edilir bu gizlemeye.
    İşte o anda ölür kelimeler, kahreder kaderine.
    Kullanıcısını seçme hakkı yoktur çünkü sevgi, bölen ve yıkanın ağzından, aşk yataklık edenin, sinsice zihinlere mayın döşeyenin kaleminden dökülür.
    Ölür kelimelerde sevgi.
    Ve barış artık, en fazla parayı verenin yatağını doldurur, en fazla paraya yazıp çizenin elinden.
    En pahalı kalemler pazarlar barışı, salyaları akan bölücülerin sofrasına.
    Bazen bir villanın çalışma odasında ve bazen bir gazete köşesinde dokunaklı kelimelerle süslenip öylece pazarlanır barış. Pazarlığı yapılmış ve satın alınmış bir fuhuş için.
    Bölmek ve parçalamak için yapılan hain savaş, fuhuş yapar barışla, tecavüz eder barışa hayâsızca.
    Dedim ya, bu eski ve ağır bir mektuptur, Türk nereye gittiyse obasıyla, ihanet en sondaki katırla takip eder göç kolunu.
    Soylu atlar hızlıdır, bu yüzden biraz geç gelir ihanet, yolda haram meralardan beslenerek.
    Bu eski bir hikâyedir, ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; ağırdır, kanla yazılmıştır, bir kısmı Edirnekapı’dadır, Çanakkale’de bir kısmı ve Karsta, İzmir’de, Muş ovasında, Malazgirt’tedir, Sakarya’dadır.
    Bir kısmı hala yazılmaktadır, Cudi’de, Gabar ve Körkandil’de, Masura çayında, Ali boğazında, Cehennem deresinde cehennem sıcağında yazılmaktadır, şehit Mehmetlerin kanıyla.
    Yazıklar oluyor, onur ve şerefe, bayrağa, vatana, kutsal olan ne varsa yazıklar oluyor onursuz bir hayatla değiş tokuş edilirken.
    BU YAZGIYI KİM YAZMIŞ?
    Yazıklar oluyor yazgıya, çünkü yazgı ihanet edenin suçunu taşıyamaz, can alanın, ev yakanın, çocuk öldürenin yükü yazgıya bile ağır gelir.
    Kışlaya gidenin, askerden sonra evlenip çifte çubuğa bakmanın hayalini güdenin yazgısı Allahın ise eğer, çocuk öldürenin, mayın döşeyip pusu kuranın yazgısı kimindir.
    Kim yazar bu yazgıyı ve hangi kalem bunu yazgı diye ulular, hangi akıl buna inanır ve bu nasıl vicdandır?
    Bu ağır ve eski bir hikâyedir, kanla yazılmıştır ve ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; bir kısmı Edirnekapı’dadır ve Edirnekapı çok uzaktır, Kemerburgaz’daki bir villanın çalışma odasına.
    Adil Binbaşının bastığı mayının üzerinde “made in Italy” yazıyordu İngilizce. Ama döşeyen eller İngilizce veya Latince değil Kürtçe konuşuyordu ve Kürtçe de “mayın” kelimesinin nasıl söylendiği önemli değildi, taşıdığı anlam ihanetti nasıl olsa.
     
    Kimseyi haklı veya haksız bulmayan kalemler, hakkı yazar sonra, hak için ölenlerin inadına.
    Böylece hakkı, batıla pazarlar aynı sabıkalı eller ve kalemler, aynı hayâsız fuhuş için.
    Ne gariptir ki bu kalleş ellerin döşediği mayınlara daima anayasal yolculuklara çıkanlar basar. Onlar ki; bu yolculuğa siyasal veya mukaddes yolculuklar yapılabilsin diye çıkarlar.
    Yazıklar olsun, baktıkları kırık camlı siyasal gözlükleri ile ödenen bedellerin mukaddesatını göremeyenlere.
    Yazıklar olsun!
    DİL KAVGANIN VE İHANETİN SEBEBİ MİDİR YOKSA ARACI MI?
    Korku salan ve öfke çağrıştıran meselelerin parçaları değil, esas gerekçeleridir aslında Türkçe dışındaki başka diller.
    Dil özgür olunca, Özgürlük dil olur artık ve bütün bölünmeler böyle başlar.
    Özgürlük daima yeni sınırlar ister.
    Okul der, ayrı olsun.
    Bürokrasi der, bu dilde anlayamıyorum ayrı olsun.
    Bayrak der sonra, ayrı olsun dilim ayrı nasılsa, ben de ayrıyım ve bu da varlığımın sembolüdür.
    Toprak der arkasından, ayrı olsun birazını bana ver, nasıl olsa daha önce dilinin, özgürlüğünün birazını vermedin mi?
    Hem ne olacak, birazcık topraktan ne çıkar biz kardeş değil miyiz?
    Özgürlük paylaşılmaz oysa.
    Birinin özgür olduğu yerde, diğeri özgür olanın kurallarını ve özgürlüğünü tehdit edinceye kadar özgürdür.
    Yani dilin de kişinin de özgürlüğü esas mülk sahibinin özgürlüğünü ve geleceğini tehdit edene kadardır.
    Sonrası anarşi, sonrası terör, sonrası bölücülük, kahpelik ve ihanettir. Sonra arkadan vurmalar ve mayın döşemeler başlar yollara ve zihinlere.
    Ama her hal ve şart altında, tüm bölücülerin yardım ve yataklığa ihtiyaçları vardır. Gizli olmalıdır, yardım ve yataklık, sinsice.
    Kimse fark etmeden yapılmalıdır, Türkçe konuşmalıdır ama aslında başka dilde anlaşılmalıdır.
    Acındırmalıdır ama aslında acımadan katletmelidir, dili, egemenliği ve onun bekçilerini.
    Yardım ve yataklık yapanın da yardıma ihtiyacı vardır.
    Dışarıdan.
    Çok uzaktan, denizler ve tarihler ötesinden. Eski kinlerden ve hesaplardan ve o hesapların sahiplerinden beslenir yataklık yapan.
    Para alır, vaat alır, AFERİN alır.
     
    Bu eski ve çok ağır bir mektuptur.
    Türk bağımsızlığını koruyanların kanları ile yazılmıştır.
    Ne suya salınan bir şişenin ve nede kuşkanadının taşımaya gücü yeter; karabaşlı kartal olsa nafile.
    Başlığı binlerce yıl önce atılmıştır ve Edirnekapıda’ki şehit mezarlarının taşları üzerine yazılmaya devam etmektedir.
    Emin olun binlerce yıl daha yazılmaya devam edecektir.
    Türkçenin sahipleri yaşadıkça bu kanlı mektup yazılmaya devam edecektir çünkü Türkçenin ve onun sahiplerinin özgür yaşamasını istemeyenler, yollara ve zihinlere mayın döşemeye, parçalamak ve bölmek için çabalamaya, parçalamaya çalışanlara yardım ve yataklık etmeye devam edeceklerdir.
    Bu eski mektup bir yazıttır aslında Türk’ün var oluş destanıdır, binlerce yıldır yaşlı dünyanın bağrına saplı kaidelere ve mezar taşlarına yazılır.
    Yazanlar asla diz çökmezler ve kimseye yalvarmazlar.
    Kimsenin toprağını, dilini veya özgürlüğünü istemezler ve kendilerinin olanı da kimseye vermezler.
    Bu bir mektuptur.
    Vatan, Bayrak ve Onur üzerine yazılmıştır.
    Vatansızlar, dilsizler, hainler, bölücüler ve toprak hırsızları gibi aczi ve acınmayı anlatmaz.
    Var olduğu yerde kendinden gayri herşeyi önemsizleştiren, vatan ve bayrak aşkını anlatır.
    Onurlu ve egemen ölebilmenin, onursuzca ve esir yaşamaktan daha önemli olduğunu anlatır.
    Asla diz çökmeyeceğimizi anlatır.
    Yüreği olan varsa gelsin de çöktürsün diye, Yüreği olan varsa okusun diye yazılmıştır.
     
     
    “VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
    OKTAY YILDIRIM
    29-07-2006
  18. suheda
    İnsanın canı neden yanar sağlığı sihati yerindeyse??Aslında beden değildir acıyan ruhtur,yürektir.
    Ne zaman diner yüreğimde ki bu keskin sancı?
    Hiç birşeyi olmamalı insanın hayatta belki o zaman mutlu oluruz.
    Dostların olmamalı mesela,ailen olmamalı,sevgilin olmamalı........
    O zaman kimse için endişe etmene gerek kalmaz,kimseden beklentinde olmaz,kendi başına yaşar sadece kendin olanlarla yetinirsin,kimbilir belki o zaman daha çok mutlu olurduk....
    Olurmuyduk?
    Bilmem!!!
    Yok etrafımızda sevdiklerimiz olmalı,olmaması gereken şey fedakarlığımız.Çok fedakar oldunmu canın yanıyor,mesela çok sevdinmi birini o seni senin sevdiğin kadar sevmiyorsa canın yanar,yada çok fazla değer verip düşündünmü birini ondan aynı şeyi görmeyince yine canın yanar....
    Hep başkaları için yaşıyoruz hayatı,ya peki kendi hayatımız akıp gidiyor farkında bile değiliz.
    Kendimizle ilgili herhangi bir karar alıcağımız zaman bile başkalarının ne düşüneceğini hesap ediyoruz....
    Doğrumu yapıyoruz??

    Ne güzel demiş Üstad
    Bendedir
     
    Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,
    Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,
    Süslenmiş gemiler geçse açıktan,
    Sanırım gittiği diyar bendedir.
     
    Yaram var, havanlar dövemez merhem;
    Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
    Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem;
    Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir.


    NFK


  19. suheda
    İtiraf ediyorum ben zayıf iradeli biriyim,evet,evet öyleyim gerçi bu bana denilmişti sanıyorum haklıymış söyleyen.
    Daha önce burda bir ileti yayınladım ay sonuna kadar 6 kilo verip,efendime söyliyim sigarayı bırakacaktım iki haftaya yakın zaman oldu ne doğru dürüst diyet yapabildim nede sigarayı bırakmak için gayret sarf ettim,anlıycağınız aynı tas aynı hamam devam ediyorum.
    Şimdi tamam ben belki zayfı iradeliyim ama etrafımdakilerin benimle derdi ne????"aaaa senin sanki çok kilon varda rejim yapıyorsun delirdinmi?"yada "boşver yaa nerden çıktı bu sigarayı bırakma işi içmeyenler ölmüyormu?"gibi zaten bahane arayan beni caydıran,yıldıran tüm dost ve aile efradımı şiddetle kınıyorum (sıkıysa yüzlerine söyle)
    Neyse kendime olan saygımdan ve siz forumdaşlarımın destekleri sayesinde en azından sigarayı daha az içiyorum ve en azından ekmek olayını kaldırdım.
    Aslında bu konu ile ilgili uzun bir yazı yazacaktım ama şu akvaryumcu tüm konsantremi bozdu.....
    Bunu yazmadan geçemiyceğim az önceki satırları karalarken cep telefonum çaldı,tuhaf şiveli bir adam:
    Aloo ben akvaryumcu kurban olduğum bir tanışamadık,görüşemedik senle" (bismillah)
    Kimsiniz?
    Akvaryumcu dedimya hani aramıştın garajın orda (bir yer adı dedi ama unuttum)gelicektin gelmedin..(ufak bir şok adama randevu vermişim bakarmısınız,hemen kendimi toparladım)
    Siz nerden arıyorsunuz?
    Antalyadan (ben Türkiyenin bir ucundayım adam diğer ucunda)
    Peki benim nerde olduğumu biliyormusunuz?
    Hayır.....
    Ben Trabzondayım aradığınız numarayı yeniden kontrol edin arayın
    Sen Ümmü değilmisin?
    Hayır kardeşim
    Kusura bakmayın yanlış oldu...
    Tamam.
    Ve telefon kapanır.
    Az sonra gene çaldı telefon bilin bakalım kim???tabiki bizim akvaryumcu gene
    Az öncede arayan siz değilmiydiniz?
    Evet ama numara bu...
    Okurmusunuz bana numarayı (salak şakır,şakır okudu Ümmü'nün numarasını kimse bu Ümmü)
    Bakın yanlış işte aradığınız numara okuduğunuz numara değil ki....
    Gene özür gene kusura bakmayınlar falan kapattı,umarım bir daha aramaz bu kadar hoş görülü olacağımı sanmıyorum
    Yoksa derhal Ümmü'yü arıyorum nasılsa numarası bende "bana bak kadın diyceğim randevulaştığın akvaryumcu herif beni arayıp duruyor çöz şu işi"
     
    Hani avrupa yakasındaki Burhan diyor yaa"ben nasıl biriyim mıknatıs gibi belayı çekiyorum üzerime"
    Aynı ben nerde bir ilginçlik varsa beni bulur.....
  20. suheda
    Epeydir uğramamışım blogıma,her ne kadar yazdıklarımın başkaları tarafından okunduğunu bilsemde bu beni hiç rahatsız etmiyor,burası kendimle başbaşa kaldığım bir yer,sanki bana ait insan kendine ait olan şeyleri sever bende blogımı seviyorum,ve bana bu imkanı tanıyan Adminide seviyorum..
    Geçen hafta sonu köye gittim köy dediğim sahile 1,5 km uzaklıkta muhteşem manzarası ve doğası olan bir yer karadeniz özellikle Trabzon köylerini bilen bilir harikadır...
    Önce mangal yaptık terasta oturup çay keyfi yapıp sohbetler ettik, oldukça kalabalıktık,sonra akşam okeye oturduk sabahın 3 ne kadar kıran kırana oynadık ne hikmetse iyi bir okey oyuncusu olmama rağmen amcamı yenemiyorum deli oluyorum..
    Birkaç resim çektim evin önünden,köyün manzarasına bakın bu köyün gündüz manzarası önünüzde masmavi karadeniz,yeşille bütün.
     
     

     
    Bu güneşin batışı iddia ediyorum böyle bir manzara nadir görülür...
     

     
    İşte benim köyüm huzurun adresi.Bir keresinde Alman turistleri gezdiriyorduk akşam üzeri onları köye çıkarttım ve yukardaki şu manzaraya gözleri ile şahit oldular resmen dondu kaldılar güzellik karşısında bir tanesi kuzenime döndü tercümanlığı kuzenim yapıyordu kılavuzluğu ben"ben dünyada çok yer gezdim ama bu kadar güzel yer görmedim"dedi..
  21. suheda
    Gezide kendi çektiğim resimler.....
     
    Burası Urfa...Hz.İbrahim'in doğduğu mağaranın girişi
     

     
    Burası mağaranın içerisi,içerde ibadet insanlar,burda resim çekmek yasak anlayın nelere katlandım..
     

     
    Aşağıda gördüğünüz mancınıklar Nemrut tarafından Hz.İbrahim'i ateşe atmak için hazırlanmış tabi o zamandan kalma değiller orjinaline sadık yapıldıkları söyleniyor..
     
     

     
    Burası ateşe fırlatıldığında göle dönüşen ve Peygamberin düştüğü yer
     

     
    Duvardaki yazı...
     

     
    Şimdilik bu kadar yeter sonra gene devam ederim ayrıca Savaş Ay'la tanıştım onunla çekildiğim resmide koyucağım....
    Az sonraaaaa
  22. suheda
    Üç günlük bir tur gezisi yaptım Adana,Antep,ve Urfa....
    Perşembe günü uçakla Adanaya uçtuk,uçaktan inince hava sıcaklığı beni şok etti müthiş güzel bir hava sımsıcak,ben kuzey çocuğuyum soğuk bölgenin sıcak insanlarından biriyim yani..
    Herneyse,Adana havaalanından otobüs bizi aldı önce bir şehir turu yaptık,hemen her yıl Hatay'a akrabalarımın yanına gittiğim için Adanayı bilirim,akrabam dediysem Hataylı falan değilim bundan uzun yıllar önce oraya devlet tarafından gönderilip yerleştirilen akrabalarım haaa pardon burası neresimi burası Trabzon..
    Sonra akşam yemeği yedik hasan ustaydı sanıyorum gelsin kebablar gitsin künefeler ooo süperdi,aynı akşam Urfaya hareket ettik Allahım git,git ne bitmez yol oysaki otoban basıp gidiceksin yollar çok güzel,fakat şöforümüz aynı gün Ankaradan bir tur getirdiği için uykusuz,sonra bizim hatun kişiler şoför uyuyor diye yaygara koparınca yerine kafiledeki beylerden biri geçti o kullandı arabayı,onada hızlı gitmemesi için uyarılar geldi milletin canı bir tatlı ki anacığım sormayın yollarda mola vere vere gittik zaten hava bizi mest etti düşünsenize buz gibi bir yerden sımsıcak bir yere gitmişsiniz..
    Gece saat 02 gibi Urfadaki otele vardık otel tertemiz mis gibi sabah sekizde restuaranta buluşalım deyip odalarımıza çıkıp kafayı vurduk.
    ...Ve sabah Urfa gezisi başladı müthiş bir yer sanki başka bir dünyaya gittim mistik bir havası var çok ilginç geldi bana,bir sürü resimler çektim sizinle daha sonra paylaşacağım,bugün net çok yavaş...
    Haa bu arada Savaş Ay'la tanıştım balıklıgölde sohbet ettik resim çekildik falan,birde Urfalı gençler bana 90 milyar başlık parası önerdiler beyaz tenli olduğum için 90 milyar edermişim"esmerler ne kadar "dedim 15-20 civarı dediler...
    Aman dedim kuzenime sakın abime söyleme valla koliye koyup gönderir beni..güldük.Daha sonra çarşılarına gittik labirent gibi bakırcılar çarşısı eski tarihi üstü kapalı yerler.
    Urfada sonradan restoranta çevrilen bir köşkte yemek yedik yerde oturarak,ardından Harrana geçtik dünyanın ilk üniversitesi Harranda kurulmuş birde şu meşhur Harran evlerini gezdik dışarısı yanıyor içeri giriyorsun serin çok güzel orda 17 yaşlarında bir çocuk rehberlik etti bize yanımdan hiç ayrılmadı anlattıklarını büyük bir ilgi ile dinlediğim için herhalde...
    Aynı gece Antepe geçtik oldukça şık bir lokantada akşam yemeği yedik gece yarısına doğru otelimize gittik.
    Sabah hayvanat bahçesine gittik çok güzel ve temiz sonra çarşıları baklavacıları (baklava çok pahalı orda)çerezcileri hepsini gezdik..
    Antep çok fazla özelliği olan bir şehir değil büyük ve gelişmiş ben Urfayı daha çok beğendim daha farklı çünkü...
    Neyse gezi notlarıma devam ediceğim şimdilik bu kadar,işim var çünkü...
    Görüşürüz.
  23. suheda
    Dün akşam yatağa girdim kendimle ilgili bir sürü radikal kararlar aldım,demekki neymiş uykun gelmeden yatmayacaksın zararlı olabiliyor mesela....
    İlk kararım bir ay içerisinde 6 kilo vericeğim gerçi biraz fazla olacak ama olsun incecik olmaya kararlıyım,şimdi beni tanıyan biri bu yazıyı okusa güler neden çünkü ben bir oburum yemek yemek benim için müthiş bir keyf helede kendi pişirdiklerimi,bir ikincisi açlıkla aram yok çünkü kan şekerim düşüveriyor başım ağrıyor ayakta durmakta zorlanıyorum,ama olsun herşeyi göze aldım ve bugün başladım kendimce diyetime,artık çok sevdiğim çayı azaltıcam onun yerine süt içiceğim çünkü süt kalsiyum yaptığı için yağlanmayı önlüyormuş,bak hele neler öğrenmişim,ekmek yemiyceğim onun yerine şu yerken karton çiğniyormuşsunuz gibi his veren yulaflı,kepekli bisküvilerden yiyeceğim kendimi teselli edişim sonunda ölüm yokya,zorlandığım yerde kesiveririm.
    Birde hepsinden önemlisi çocuk yaştan beri vazgeçemediğim alışkanlığımı bırakmak istiyorum işte bu konuda söz veremiyorum sadece denemeye niyetliyim,"nedir" diye sorduğunuzu duyar gibiyim söyleyebiliyormuyuuuuummm utanıyorum tahmin ettiğiniz gibi sigara......
    Ondan ayrılma düşüncesi bile içimi acıtıyor hala sevdiğiniz sevgilinizi terk etmek gibi birşey bu yapmadım değil biliyorum aynı böyle hissetmiştim,aklıma bir şarkı geldi kim söylüyordu acaba?severek ayrılalım........
    Bu sigara denilen meret artık hayatıma hükmetmeye başladı öyleki sigara kullanmayan insanları boş insanlar olarak görmeye başladım,bakarmısınız beni nasıl düşüncelere sevk ediyor kendi çok iyi bir şeymiş gibi,tabi tüm bu satırları karalarken bir sigara içtim bile....
    İşte burdan sizden yardım istiyorum bundan nasıl vazgeçebilirim??????????
    Diğer arkadaşların tüm önerilerini yazayım ki aynı şeyleri bana tekrar edip asabımı bozmayın
    Kimi azaltarak bırak dedi,yok böyle birşey bu şekilde bırakılmaz geçiniz...
    Kimi sakız,çerez,şeker ve buna benzer şeyler dedi asla olmaz neden diye sorarsanız ilk aldığım karara tekrar göz atın derim.
    Kimi heran içebilirim düşüncesi ile bırak zamanla unutursun dedi fena fikir değil...
    Kimi eczanelere baş vurmamı önerdi ilaç istemiyorum...
    Bunu önce beynimde bitirmem gerekiyormuş,iyi güzel,peki nasıl olacaaaakkk bu?söyleyen yok.
    Mutlaka mantıklı birşey önerecek birileri olur düşüncesi ile buraya yazdım...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.