Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BİRDÜNYAUMUT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    17
  • Katılım

  • Son Ziyaret

BİRDÜNYAUMUT - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İçerik Başlatan
  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. HOCAM 38 Yaşında 10 yıllık dm tip 2 hastasıyım. Günlük 1 Mg – 4 Mg arasında değişen miktarlarda ameryl kullandım. Bitkisel çaylarla takviye ettim. Orta bir diyet uyguladım. Zaman zaman ölçüyü kaçırdığım oldu. Ancak ameryl tedavisi 10 yıldır bana diyabetimi kontrolde yetti. Böbrek, Göz ve Diğer kontrollerim normal. Diyabetle birlikte; LABİL HT tanısı konulmuştu. Son zamanlarda 14/9 civarında yüksek tansiyona dönüştü. Birkaç ay geceleri taşikardi meydana geldi. Göğüs ağrılarım, sol kolda uyuşma ve yemeklerden sonra bıçak saplanması şeklinde ağrılar ortaya çıkmaya başladı. 22 yıllık sigara tiryakiliğinden sonra 5 aralık 2007 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde anjiyo oldum. Ailemde kalp geçmişi yok. Akrabalarımda şeker geçmişi var. SONUÇ: Sol Ventrikül Duvar Hareketleri : Normal Mitral Yetersizliği EF : %60 Sol Ventrikül Basıncı 160/20 mmhg Aort Basıncı 160/80 mmhg Sol Ana Koroner Arter : Normal Sol ön inen arter : Orta kesimde %30 darlık, 1. Diagonel Arter ostialde %30 darlık Sirkumfleks arter : Normal Sağ Koroner Arter : Normal Sonuç:Kritik Düzeyte Olmayan Koroner Arter Hastalığı. ÖNERİ : Medikal Tedavi Anjiyografiden hemen önce yapılan testlerde HbA1C : 6.20 HDL : 24 LDL : 132 Kolestrol : 185 Trigliserid : 145 Üre : 19 Kreatinin : 0.9 Sodyum : 140 Potasyum : 3.9 ALT : 24 AST : 20 Anjiyodan sonra ilk olarak sigarayı kesin olarak bıraktım.Sonra 4 mg Ameryle ilaveten önceden bir iki kez verilen tensinor adlı ilaç sağlık karnemde yazılı olduğu için beni muayene eden doktor tensinor 100 Mg.a devam et dedi. Yanına Ecopirin, Lipitor isimli ilaçları ekledi. Bir ay bunları kullandım. İnternette bulduğum bir tarif üzerine 2 kilo limon suyuna 40 diş sarımsak ezip 25 gün beklettim. Günde aç karına yarım çay bardağı içtim. Buna ilaveten alıç yaprağı kaynatıp çay yerine içtim. Bir ay sonra yapılan tahlillerde HbA1C : 6.11 HDL :33 LDL : 71 Kolestrol : 129 Trigliserid : 125 Üre : 30 Kreatinin : 0.8 ALT : 35 AST : 27 24 Saat İdrarda Protein : 114 Protein SP :6 Açlık Glukoz : 146 Tokluk Glukoz : 238 Devlet hastanesinin yoğun gündeminden ve doktorların ilgisizliğinden dolayı, çok okumak ve araştırmak , bilhassa kronik hastalıklarda ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Çünkü hayat benim hayatım. 38 Yaşındayım ve iki çocuk babasıyım. Tensinor 100 Mg. Kullanmaya başladıktan sonra tansiyon ve nabız aşırı düşmeye başladı. İlk zamanlar önemsemedim. İş yoğunluğu kendimle ilgilenmemi geciktirdi. Gece çarpıntıları, göğüs ağrıları eşlik etmeye başladı. Tansiyon cihazı ile ölçmeye başladım. 112/67 Nabız: 56, 123/57 Nb. 62 vb. Sonuçlar çoğunlukta idi. İktidarsızlık, kaşıntı ve bacaklarımda yanmalar başladı ve günden güne şiddetlendi. Açlık şekerinin yanında tokluk şekeri de dikkatimi çekmeye başladı. Yeni aldığım hassas cihazla sonuçlar anlam kazandı. Açlık şekeri normal, tokluk şekeri 250-300 arasında. Doktora danışarak tensinoru 50 mg.a düşürdüm. Kayıtsız bir tavırla olabilir dedi. Biz onu kalbi korusun diye veriyoruz! Dedi. Ama benim şikayetlerim bitmedi. Aynı şikayetler devam etti. Limon, bitki çayı vb. kullanarak tehlikelerini göze alarak Tensinoru 25 mg.a düşürdüm. Ancak şekerimi düşüremedim. En son 29 Şubat Günü 2 Mg. Ameryl içtikten sonra kahvaltı yaptım. Yarım kepek ekmeği(150gr), peynir(bir dilim), maydanoz. Üzerine bir simit yedim. Tokluk şekeri : 317 Çıktı. Hemen aile dostumuz olan bir eczacıya danıştım. Bana Dropia 45 mg. Ve Glukofen 850 Mg. İlaçlarını aynı anda verdi. Daha sonra şekerim hızla düşmeye başladı. Ben de takviye olsun diye 3-4 bardak kekik çayı içtim. 12.00 de eve gittim. Hafif bir yemek yedim. Dışarı çıktım. Tansiyon ilacımı bırakmaya çalıştığım için akşamdan almamıştım. Birden tansiyonum ve nabzım fırlamaya başladı. 26/12 Nb.120 24 / 11 Nb.160 26/12 Nb.150 kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Servis otobüsü ile nasıl geldiğimi anlayamadım. Kuvvetlice birkaç kere öksürdüm. Derin derin nefes aldım. Yanımda bulunan tensinordan 50 mg yuttum. Hastaneye koştum. Kalp ağrıları içinde, korku ve telaşla biraz da ben yükselttim. Doktora durumu anlattım. Hemen tansiyon, şeker ve eko ölçümü yaptı. Tensinor etkisini göstermey başlamış diyerek beni gönderdi. Delix 5 Mg. İsimli bir ilaç yazdı. Yanlış vermişler. Tensinor değil bu ilacı kullanmalısın dedi. Ben bir saat sonra normale döndüm. Eczacı tanıdığım Dilatrend isimli bir ilaç vererek bunun yan etkilerinin en aza indirgenmiş olduğunu söyledi. 12.5 mg dilatrendi ilaç mümessilinin tavsiyesi ile yarıya kırarak içmeye başladım. Cumartesi gününü tensinor 50 mg ile geçirip 02.03.2008 Pazar günü 0.625 mg. Dilatrend içtim. Çeyrek dozla rahat bir şekilde günümü geçirdim. Bu arada bir adet te dropia içtim. Şekerim açlık/tokluk/normal saatlerde 140/160 arasında idi. 03.03.2008 Pazartesi sabahı açlık şekerim 155 idi. Kahvaltıda bir tane dropia içtim. Yarım doz dilatrend içtim. Yarım kepek ekmeği, bir dilim peynir, üç dört tane az tuzlu zeytin ve maydonozdan oluşan kahvaltımı yaptım. İki saat sonra tokluk şekerimi ölçtüm. Sonuç:376 Yine eczacı arkadaşıma gittim. Aynı işlemi yaptı. Glukofen verdi. Dilatrend isimli ilacı da sabah akşam almam gerektiğini söyledi. Sabah akşam glukofen, öğlen dropia içerek mükemmel bir denge sağlayabileceğimi söyledi. Bunu denememizi önerdi. Bir saat sonra şekerim 200’e düştü. 12.00 da öğlen açlık şekerim 125’ e düştü. Bir çorba ve bir dilim ekmek yedim. Tansiyonum akşam üstü 17.00 a kadar 130/ 90 ile 140/90 arasında gidip geliyordu. Şekerim ise 120 ye kadar düştü ve sabit kaldı. 17.00 de hafif bir yemek yiyip göreve çıkacağım için azaltma işlemini daha sonraya erteleyerek dilatrand isimli ilacın son yarım (0.625 mg) ölçeğini de içerek işe gittim. 17.30 dan sonra kademeli olarak tansiyonum yükselmeye, nabzım hızlanmaya ve yüzüm kızarmaya başladı. Daha önceden başıma gemdiği için paniğe kapılmadım. Dilatrand aldığım için şükrettim. İki saat boyunca 160/110 , 160/100 tansiyon ve 105 nabızla ve yoğun göğüs ağrısı ile kıvrandım. Bir büyük limonu kabuğu ile yedim. Kademeli olarak tansiyonum düştü ve 110/75 seviyesine, nabız da 75 seviyesine indi. Şekerim de 23.30 itibarı ile 166. SONUÇ: Kafam karışmış durumda ve en kötüsü hayattan ümidimi kesmek üzereyim. Şeker dengem bozuldu, hayatıma bırakamadığım, bıraktığım anda hayatıma kastetmeye azmetmiş Beta Bloker Eklendi. Ne kullanmalıyım ya da ne kullanmamalıyım bilmiyorum. Dilatrend şimdilik Tensinordan masum gözüküyor. Ace İnhibibitörü köşede bekliyor. Dropia ve glukofen şekeri güzel dengeliyor ama kalbime zarar veriyor. Ameryl 4 Mg. Yetmiyor. Hepsi dengelense bu kadar ilacın böbreklerime, karaciğerime vereceği zararla yine sakatlanmadan kaç sene yaşarım? İşte benim sağlığım ve sorunlarıma çözüm bulamayan sağlık sistemim!!! Ne olur bana yardım edin.
  2. 2003 / 2006 Yılları Arası Türkiye Eğitim ve Sevgi Seferberliği Resimlerle Ana Sayfada. www.birdunyaumut.org
  3. Fetih size neyi anlatır? Toprak paylaşımı mı, cihangirlik arzuları mı, fani dünyaya taht kurma özlemlerini mi? Hele bir de konu İstanbul olunca... Fetih özlemdir, sabırdır, sevgidir, ümittir, aşktır.Çölde susuz kalıp çarnaçar ölümünü bekleyen biçareye yetişen bir yudum can suyudur. "Bizim davamız kuru bir cihangirlik davası değildir. Bizim davamız İslamı dünyaya hakim kılma davasıdır." diyen ecdadımızın dilinde tesbih olmuş bir yeniden doğuş vakasıdır. Ortaçağ diktalarının, tiranlarının elinde inleyen yahudi, hristiyan ve nice kavimlerin Osmanlı gelse de kurtarsa bizi diye bekleştikleri o kutsal ve anlamlı günün gelip çatmasıdır. Ezilen kitlelerin başına konan bir talih kuşudur. İstanbul! asırlardan beri süregelen bir deyiştir halkın özünde... "İstanbulu Fetheden Kumandan Ne güzel Kumandandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir" peygamber sözüne nail oluşun ve dünyaya yepyeni bir kapı açışın destanıdır. Üç tekbirle Kabeyi karşısında gören bir sultan ve Eyyüp Sultanın kabrini bulan bir alimin, bir parmağıyla Ayasofyayı kıbleye çeviren Hızır Aleyhisselamın hediyesidir İstanbul ve Fetih. Öğünmek, sevinmek, düşünmek ve ağlamak vaktidir bu vakit... Onlar yaptılar biz yıktık, onlar dirilttiler biz öldürdük, onlar imar ettiler biz tahrip ettik. Hal böyle iken ecdadın kemiklerini sızlatırcasına fetih gününü bile unuttuk. Birbirimizi tebrik etmemeye başladık. Onun için hepinizin huzurunda haykırıyorum. Bu gün İstanbulun Fethi Günüdür. Kutlu olsun tüm İslam Alemine! Türküm türk oğluyum, zerrelerime kadar osmanlıyım. Ecdadıma layık olamadım. Emanete sahip çıkamadım. Ama sevinçliyim çünkü İstanbul hala bizim!... Fetih Gününüz Kutlu Olsun. Sevgilerimle.
  4. Sevgili Dostlar Sitemizde sevgi, yardımlaşma, eğitim, istihdam, rehberlik, dostluk, dayanışma, sohbet... Kısacası BİR DÜNYA UMUT olacak. Çocuklar, gençler ve kaf dağının ardındaki iyilikler şehrine adım atmak isteyen herkesi kabul edecek ve imkanı nispetinde görevlendirecek bir site ile karşınızda olacağız. Suçlu Çocuk Yoktur Onu Suça İten Sebepler Vardır Türkiye Eğitim ve Sevgi Seferberliği Temsilcileri olarak bu duygularla yola çıktık, sokaktaki bizim çocuklarımızı tüm toplum olarak kucaklama, sahip çıkma, sevgi ile bağrımıza basma adına işbirliği projesini başlattık. Bu projenin tüm ülkeye yayılması, her insanın bir çocuğu manevi evlat edinmesi, bir şeyleri paylaşması en büyük hedefimizdir. Onlar için çalışmaya, yorulmaya, üzülmeye razıyız; yeterki bataklıktan bir can daha kurtulsun! Yeter ki bir gül daha temiz ve beyaz kalsın!... Bir İnsanı Kurtarmak Dünyayı Kurtarmaktır. Sevgilerimle
  5. KÜRESELLEŞME TARTIŞMALARI EŞLİĞİNDE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İNSAN HAKLARI, ADALET SİSTEMİ VE BEŞERİ İLİŞKİLERDE SİVİL TOPLUMUN YERİ VE ÖNEMİ Tarih boyunca yönetim biçimleri, yönetim elemanları ve bunların kullandıkları argümanlar, sosyal hayatın ve toplumların kültür, yaşam düzeyi, beklentileri ve güç dengesi gibi etkenlerin etkisiyle tümden merkezi yönetim veya merkeze yerel katkının güçlendirilmesi arasında sürekli bir değişim göstermiştir. İslam öncesi Türk Topluluklarında önemli yer tutan sivil toplum olgusu, İslamla birlikte gelişerek devam etmiş ve dünya çapında zirveye çıkmıştır. Tarihten gelen bu eşsiz medeniyet ve kültür anlayışında yerel birimlerin, bu günkü adıyla Sivil Toplum Kuruluşlarının etkisi, önemi ve toplumda sosyal adaletin teşekkülünde üstlendiği misyon büyük yer tutmaktadır. Daha açık bir deyişle sivil toplum İslam ve Türk tarihinde merkezi yönetime katkıda, sosyal dengeyi sağlamada kilit sayılabilecek bir konum arz etmektedir. Sivil toplum ve yerel unsurların tarih boyunca kuruluş, örgütlenme ve gelişim aşamalarını irdelediğimizde daha da ileri bir seviye ile bu ilişkinin birbirini tamamladığı, birbirine destek olduğu, insan unsurunu fert ve toplum bazında ön plana çıkardığı ve doğal bir kontrol mekanizmasını dünya kültür ve yönetim hayatına hediye ettiği bir manzara ile karşılaşırız. İslam öncesi Türk Boylarında göze çarpan en büyük özellik, gerek boy, klan, kabile aşamasında, gerekse devlet teşekkülünde sürekli bir elbirliğidir. Hatta göçebe kültürde bile imece türü bir hayat tarzı mevcuttur.Bu anlayış yerleşik yaşama geçildiğinde ve ilk Türk Devletleri ortaya çıktığında bütün saflığı ile kurumsal alana taşınmış ve günümüze kadar gerek resmi gerek sivil unsurlarda özünü korumuştur.İslamın yönetim, kültür ve toplum anlayışı da Türk Kavimlerinin özündeki birlik ve yardımlaşma olgusu ile paralellik arz etmiş ve bu özellik İslamın kabulünden sonra Türklerde daha da gelişerek bizi dünya tarihinde en büyük sivil örgütlenmenin öncüsü yapmıştır. Tarih boyunca süregelen sivil toplum anlayışında gözlerden kaçan bir nokta vardır.O da merkez ile sivil örgütlenmenin iki ayrı kutup ya da rakip değil birbirini tamamlayıcı, destekleyici bir gelişim göstermesidir. İslamın en kutsal argümanlarından olan devlet malının korunması anlayışı merkezi idarenin sınırlarını çizmedeki en büyük etken olurken, sivil toplum bu kaynağı ferdi ve toplumsal alanda insan unsuruna en mükemmel bir şekilde paylaştırmanın yollarını araştırmış ve örgütlenmesini bu yönde geliştirmiştir.Konu resmi ve sivil unsurları ile “Bütün Toplum” olunca örgütlenme boyutu ve şekli de ona göre olmuş ve mükemmel kavramını ifade edebileceğimiz bir teşkilatlanma yardımlaşma ve destek unsurlarıyla ülke çapında sosyal adaleti teşekkül ettiren bir sivil toplum örgütlenmesinin kurulması ve geliştirilmesi ile milletçe iftihar edebiliriz. Merkezi unsur da öncelikle devlet malının önemini ve sorumluluğunu azami ölçüde özümsemiş olarak, kıtaların öbür ucundaki bir köylüye verilecek yük hayvanını o zamanki bakanlar kurulunda görüşecek kadar mükemmel bir yönetim hassasiyeti ve anlayışı ile üzerine düşeni ifa etmiştir. Daha 1700’ lü yılların sonlarında Avrupa ülkelerinde ve dünyanın diğer bölgelerinde yeni yeni yerel yönetim ve sivil toplum söylemleri başlatılırken ve Avrupa; sistem arayışları içinde iken biz asırlardan beri süregelen mükemmel toplum ve sosyal adalet anlayışının zirvesinde yaşama konumunda idik. Her zirvenin bir inişi ve her inişin de bir zirvesi vardır peygamber sözünün gereği olarak biz son birkaç asır içinde öz dinamiklerimizi, üstün özelliklerimizi kalbimizin derinliklerine gömdük ve alçak gönüllükten öte aşağılık duygusuna kapılarak kendisini arayan Avrupa, Rusya ve ABD’ nin peşine takıldık. Onların üç yüz yıldan beri sancılı ve eksik özelliklerle inşa ederek günümüze taşıdıkları sivil toplum anlayışını ve argümanlarını kendi mükemmelimizin yerine geçirdik. Bir çok yerli ve yabancı bilim adamının tespiti üzere; bu süreç titiz bir analize tabi tutulmak ve kültürel bütünlüğümüze, değerlerimize uygun bir şekilde ayrıştırılmak suretiyle geçirilmeli idi.Avrupadan ve diğerlerinden edebiyat, kültür, ilim, teknoloji, sanat ve felsefe ile diğer bütün alanlarda bir şeyler almalı, aldıklarımızı öz kültürümüzle yeniden yapılandırarak geri bildirime çevirebilmeli idik. Geçmişten gelen birikimi dünya kültürüne yeni versiyonu ile hediye edebilmeli idik. Onlar bizden aldıkları mükemmel toplum, sosyal adalet anlayışını tahlil ederek doğruya doğru güçsüzce bir adım yaklaştılar, biz ise bu bir adımın yansıması olan bir yudum lezzetin aldatıcı cezbesine kapılıp kendi elimizdeki hazineyi reddettik, küçümsedik. Daha sonra bizzat Avrupa, ABD ve diğerleri tarafından mükemmel topluma giden yolda atılan bu adım da geri çekildi ve tarihin yeni bir kırılma noktasına kadar sürecek bir kısır döngüye dönüştü. Hem de eski dönemin aksine vahşete medenilik, kıyama insan hakları, korku, acı ve nefrete sevgi denilerek…! Yüzyılın sonunda aynı eşsiz hazinenin bir tecellisi olarak tekrar şahlandık. Canımıza, hürriyetimize ve namusumuza göz dikenlere karşı tek vücut olduk.Atamızın dediği gibi “Makus Talihimizi Yendik!” sonra tekrar aşama aşama kabuğumuza çekilerek aşağılık kompleksine büründük.Çünkü aynı hedef ve plan sahiplerinin uzun soluklu ve taktik değiştiren bir oyunu ile karşı karşıya idik.Artık yüzler maskeli, düşman gizli ve tehlikeli idi. Bu gün üçüncü rauntta yine birlikteyiz. Hesaplar ve planlar aynı, taktik ve maskeler değişik.Biz ise hala aynı saflık ve teslimiyetle kurtuluşun onların her dediğini harfiyen uygulamakta olduğunu sayıklıyoruz. Bizim önümüze sundukları kriterlerin milyon kat daha mükemmelini bir zamanlar bizim anayasamıza uyguladığımızı ve halkımızın ruhunda yaşattığımızı hatırladığımız zaman büyüyeceğiz. Hazinelerimizi ortaya çıkarıp tüm dünyaya örnek teşkil edecek bir hayat tarzı ile modern topluma adapte ettiğimiz zaman eğri – doğru ortaya çıkacak, onlar da yaptıklarından utanacaklardır. Bu tarihi değerlendirmeler ışığında sivil örgütlenme, yerel yönetimin merkeze olan konumu ile ilgili gelişmelere göz atacak olursak; Avrupada gelişen yerel yönetim ve sivil örgütlenme aşamalarına paralel olarak bizde de aynı yönde gelişmeler yaşandı. Ancak Avrupa ve ABD’ nin sivil örgütlenme anlayışı, kökten gelen isyan, başkaldırı ve mücadele anlayışının yansıması olarak merkezi devlet ile sivil toplumun iki kutup olmasını, mücadele etmesini, ayrışmasını gerekli kıldı.Duygudan, sevgiden, ruh dinginliğinden, huzurdan asırlar boyu uzak kalmış bir toplumlar bloğunun ortaya koyduğu etik kurallar zinciri de kadük kaldı. Anneler günü, babalar günü, çocuklar günü, insan hakları haftası, çevre haftası türü günler ve haftalar icad ederek bir ömür ihmal ettiği ve gücendirdiği değerleri bir günde hatırlamayı ve hataları telafi etmeyi ümit eden bir insanlık anlayışı ile dağ fare doğurdu. Tarihin realitesine tamamen zıt bir eğilimle bu yanlış, üzerine maske geçirilerek şirinleştirildi. Avrupa, ABD, Siyonizm ve hatta Rusya’ nın açık denizlere inme hayal ve hegamonyalarına kadar inen “Biz ve Ötekiler” adlı klasik bakış açısı şekil, renk ve yöntem değiştirerek yoluna devam etti. Hem de daha şiddetli, daha yıkıcıbir şekilde. İnsan hakları dediler hiç kimsenin yapmadığı zulüm ve haksızlığı bir çok millete reva gördüler. Küreselleşme sloganı ile savaşsız sömürü, hakka karşı el birliği yöntemi ile tarihin en büyük ve en yıkıcı sömürü devrini başlattılar.Bir anlamda sömürüyü otomatiğe bağladılar. Bilim, kültür, felsefe, edebiyat, teknoloji ve bir çok alanda Türk, İslam ve bir çok medeniyetten sayısız intikaller ve hırsızlıklar yaparak hem kendilerini geliştirdiler, hem de uzun geçmişten gelen bir “Ütopya Medeniyeti” oldukları hissini yayarak, sömürdükleri halkların ve ülkelerin; onların yenilmez, aşılmaz birer efendi oldukları hissine kapılarak uzun seneler sadakatle hizmet etmeye devam etmelerini temin etmek istediler. Siyasi ve beşeri alanda dönülen vaatler, yalandan verilen sözler, unutulan değerler ve zulüm çizmeleri altında ezilen insanlara ve ülkelere uygulanan çifte standart hiç değişmeden edebiyat, bilim, kültür alanında da uygulandı. Nobel ödülünden en şaşaalı bilimsel tez yarışlarına kadar her alanda iyi, faydalı, mükemmel olan değil öncelikle Batı aleminin çıkarlarına en uygun olan kazandı, ödüle layık görüldü, bilimsel ilan edildi. Biz ve ötekiler anlayışı dünyayı ekonomide de aynı kısır döngüye soktu. İslam ve Türk medeniyetinin “Allah’ ın nimetleri sınırsızdır.Bu nimetlerin israfa yol açmadan adaletle paylaştırılması gerekir.” Anlayışı batı toplumunda ve onun etkisiyle dünyada yerini; “Doğanın kaynakları kıttır. Kıt kaynakları etkin bir şekilde kullanmalıyız” anlayışına ve bunun doğal bir sonucu olarak insanların iç dünyasında da Kıt olan kaynaklar benim olmalı” anlayışına, tüketim çılgınlığına ve global bazda sömürüye bıraktı. Bütün bu hengamenin içerisinde iç hazinelerini bir kenara bırakarak AB ve diğerlerinin süslü söz, fikir ve propagandalarına inanan, özgüvenini yitiren toplumlar, sihirli bir değnekle dokunularak nötr hale getirilmiş ya da hipnotize edilmiş bir şekilde yeni diye önüne konan her şeyi araştırma eve analize tabi tutma cesaretinden bile yoksun bir halde uygulamaya koymakla aynı kısır döngüye hizmet etmişlerdir. Ancak zulümle hiçbir yer ve ülke abat olmaz gerçekliğinin tecellisi olarak bu acı süreç te tükenmiş ve batı aleminin gerçek yüzü tüm ızdırabı ile ortaya çıkmaya başlamıştır. Takke düşmüş kel görünmüştür. Bu acı gerçek batı alemince yalnız ötekiler addedilen, sömürülen, aldatılan toplumlar ve devletler için değil, kendi toplumları ve fertleri için de önü alınamaz bir kimlik arayışına dönüşmüştür.Değerler, bakış açıları, eğilimler bir bir sorgulanmaya başlamış, yüzyıllar öncesinin mükemmel toplumunun en belirgin özelliği ve dünya çapındaki etik kurallar zincirinin anayasası sayılabilecek nitelikte; “Yalan Söylememe, Sözünde Durma, Emanete Hıyanet Etmeme, Düşmanla Dahi Yapılan anlaşma ve ahde bağlı kalma ve ifa etme” gibi dört basit kural gibi gözüken evrensel kurallar zincirine doğru dönüş başlamıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi analiz, araştırma ve özümsemeden yoksun bir şekilde toplumsal bünyelere dayatılan sistemler karşısında en acıklı ve haksız bedeli batının ötekiler addettiği ve küreselleşme safsataları ile bir nevi beyinlerini yıkadığı, köleleştirdiği toplumlar ve devletler ödemiştir.Dört bir yandan ekonomik ve teknolojik kuşatma, öz benliğin paralanması, dejenerasyon olgularının yanı sıra, geçmişe yönelik intikal ve kültür hırsızlığı ile kendine mal etme faaliyetlerinin yanı sıra, biçare ülkelerin kendi kısıtlı imkanları ile yetiştirdikleri beyinleri aynı süfli süfli amaç ve idealleri doğrultusunda kullanmak üzere parlak istikbal vaadiyle tekellerine alma yolunu seçen batının gelebildiği son nokta yalanlarının ifşa olması, gerçeklerin apaçık ortaya çıkması ve kendi toplumları da dahil olmak üzere bütün sistemleri, araçlarıyla iflas ettiğinin yüzüne çarpılmasıdır. Bu gün dünyanın dört bir yanında cereyan eden savaşlar, ayaklanmalar, icra edilen zulümler bu sona gelindiğinin en güzel göstergesidir. İnsanlık küreselleşme adıyla önüne sunulan zulüm, iki yüzlülük, yalan ve sömürü malzemeleri ile pişirilen yemeğin kendisine yarar değil zarar veren bir zehir olduğunu anlamıştır. Bir anda bütün hamasi sözlerin, reklamların ve hayal mahsulü propaganda araçlarının silinip, cephe gerisine çekilip yerini savaş, bomba, acı, kan, zulüm ve nefretin almasının yegane sebebi budur.İki üç asırlık maske düşmüş ve bu düşüşün sancıları yaşanmaktadır. Batı alemi, kendi oluşturduğu kısır döngünün devamı için direnmektedir. Ancak bu döngü salt menfaat zinciri çerçevesinde oluşturulduğu için kendi toplumları da bu döngünün kırılma noktasında yer almaktadır.Bu gün dünyanın ve batı aleminin önünde büyük bir sınav vardır. Geçmişi analiz etmek, acısıyla tatlısıyla hatadan dönüp yola devam etmek, bu yönde bir birlik oluşturmak ve geçmişi telafiye çalışmak ya da bu kırılma noktasını doğal sürecine terk ederek zulüm, sömürü, aldatma ve aldanma çarkının içinde ardında sadece nefret ve gözyaşı bırakarak tarih sahnesinden çekilip gitmektir. Görünüş odur ki, asırlardır adalet, sevgi, birlik, merhamet olgularında birliği sağlayamayan batı alemi ikinci seçeneği uygulamaya koyavaktır. Tolga Tigin Şengür www.birdunyaumut.org Bir Dünya Umut Saçmaya Devam Edeceğiz. Esen Kalın
  6. Nerde Yanlış Yaptık?(3.Bölüm) EĞİTİM, REHABİLİTE, İSTİHDAM ANA PRENSİPLERİ 1) Acilen toplanılarak konu ile ilgili kanun, tüzük ve yönetmelikler taranmalı ve çocuklar yararına olan bütün maddelere işlerlik kazandırılmalıdır. 2) Belediyeler, Kamu kurum ve kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri yapabilecekleri her şeyi ortaya koymalıdır çözüme tüm toplumun katılımı sağlanmalıdır. 3) Yapılması öngörülen kurumlaşma ve çözüm yöntemlerini hızlandırmak için çalışmalar ilk önce fiilen uygulamaya konulmalıdır. Bir kuruluş kurulacaksa kuruluş için prosedür beklenmeden çocuklar için faaliyete geçilmelidir. Çünkü konu prosedür için çok geç kalmış bir konudur. 4) Başlatılan hareket tüm imkânlarla, basın, yayın ve internet aracılığı ile kamuoyuna duyurulmalı ve yayılması için çaba sarf edilmelidir. 5) İlk olarak sokakta yaşayan çocuklar acilen koruma altına alınmalıdır. Daha sonra sokakta çalıştırılan, istismar edilen çocuklar ele alınmalıdır. Yapılan bütün çalışma ve planlamalar aynı anda başlatılmalı ve eş zamanlı olarak yürütülmelidir. Yani sokakta yaşayan çocuklar, satıcı çocuklar, maddi durumu iyi olmayan çocuklar, okullarda risk grubunu teşkil eden çocuklar ve diğerleri aynı anda kendileri için başlatılan büyük hareketin farkına varmalıdır. Bu eş zamanlılık çocuklar arasındaki etkileşim çarkını bir anda tersine döndürecek bir güce sahiptir. Birbirini suça yönlendiren çocuklar bu kez suçtan kurtulmaya yönlendirecek, iç hesaplaşmaya gireceklerdir. 6) Resmi olsun, sivil olsun çocukların rehabilitesi, eğitimi, takibi için görev alacak tüm kesimlerin en mükemmel kriterlerde seçilmesi ve en mükemmel ölçülerde eğitime tabi tutulması şarttır. Çocuk Polisi Uygulaması, diğer kanun ve yönetmelikler artık ülkemizde klasik “Karakol Polisi” uygulamasının tam aksine adli işlemlerin yanında önleyici ve rehabiliteye yönelik çalışmaların ağırlıklı olarak işletilmesini ve hatta ön plana çıkmasını gerekli kılmaktadır. 7) Rehabilite edilmesi gereken bir çocuğun bir iki ayda, hatta bir iki yılda düzelmesi beklenmemelidir. Tüm ihtiyaçları karşılanmadan, sosyal hayatı takip ve eğitim altına alınmadan, çocuk iç ve dış dünyasında etkileşim ve hesaplaşma sürecine tabi tutulmadan çocuk hakkında ön yargılı davranışlardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Son olarak çocuklara sağlanan imkânlar çocuğun rehabilite aşamasında asla ve asla yüzüne vurulmamalı, “Ben sana neler yaptım neler, sen hala suç işliyorsun!” şeklinde diyaloglara girilmemelidir. Unutulmamalıdır ki çocuk sokaklarda, arkadaş grubunda; bizlerden bulamadığı sevgi ve dayanışmayı bulmaktadır. Bu onun için trilyon değerindeki hazinelerden daha kıymetlidir. İnsanlığın değeri madde ile ölçülemez! Bizim yapılan yardımları yüzüne vurduğumuz ilk anda her şeyi bırakıp sokaklara dönmeğe hazırdır çocuk! Yapmamız gereken en önemli şey: Kendi çocuğumuza davranışımız nasılsa onlara da öyle davranmakla onları kazanabiliriz inancını kalbimize yerleştirmektir. Kendi çocuğumuzu yeri gelir azarlarız. Ama çocuğumuz o azarı neden yediğinin bilincindedir. Kendisini sevdiğimizi bilir. İşte bir çocuğu kazanmak ve eğitmek için sevginin gücünü kullanmak zorundayız. Bu sebeple önce içimizdeki kötü çocuğu eğitmeliyiz. İnsan sevgisiyle yoğurmalıyız. Bu duyguları bire bir yaşayabilmeliyiz. Kalp doğru olmadıktan sonra psikoloji profesörü olsak olumlu bir sonuç almamız mümkün değildir. 8) Sorun çok kapsamlı, tamamen bilimsel ve kalıcı yöntemlerle çözülmesi gereken bir sorundur. Bu noktada halkın duyarlılığının arttırılması ve eğitilmesi de şarttır. İstanbul’da kapkaç olayları ve cinayetler arttı diye Umut Çocukları Derneğine yapılan yardımlar bir anda kesilmiş. Büyük çalışmalar yapan dernek kapanma noktasına gelmiş. Bu nedir? Pire yüzünden yorgan yakmaktır. Çocuklar kötülük yaptı diye çocukları kötülükten kurtarmaya uğraşan bir müessesenin kapanmasını sağlamak düpedüz toplumsal bir intihardır. Yani hasta acısından azarladı diye tedaviyi kesen doktora benzer. Toplumumuza çocuklar için yapılan çalışmaların onları kötülükten men etmek amacını taşıdığını anlatmak ve kabullendirmek zorundayız. Kamu kurumlarında, hatta sosyal hizmete yönelik kuruluşlarda bile bir çocuk iki kere suç işleyip geldi mi o çocuğa haddini bildirme eğilimi vardır. Hemen yapılan yardımlar başa kakılır, çocuğa bir daha bu karakolun kapısından içeri adım atmayacaksın denir. Zaten çocuk o kurumdan içeri adım atmak, o dershanede okumak, o işte çalışmak istemiyor. Seve seve kabul ediyor sokaklara dönmeyi! Bu sebeple çok geniş kapsamlı olan bu olayı anlık ve gündelik çözüm yöntemleri ile geçiştirmek, basına malzeme yapmak vatana ihanet derecesinde bir hatadır. 9) Çözüm ancak meselenin tüm yönleri ile ele alınmasında ve topyekun bir hareketin başlatılmasında yatmaktadır. Türkiye’de yaşayan herkesin başını ellerinin arasına alıp ta düşünmesi gereken bir konudur. Onlar bizim geleceğimizdir. Geleceğimizi karanlık sokaklara terk etmek, açlığa, sevgisizliğe mahkûm etmek, yakın gelecekte çöküşümüze zemin hazırlamakla eşdeğerdir. SONUÇ : Sorun iki noktada düğümlenmektedir. Gruplaşan ve toplumun el birliği ile toplum dışına itilen çocuklara ait çarkı tersine çevirmek, alınacak tedbirlerle yeni katılımların önüne geçmek. Sokakta yaşayan çocukların sosyal hayatı tehdit eden bir negatif grup haline gelmesi toplumun ve devletin bilinçsiz, plansız ve duyarsız davranışları sonucu oluşmuştur. Bu çarkı ters yönde işletmek planlı, programlı, top yekun tüm imkânların aynı anda seferber edilerek harekete geçirilmesi ile mümkündür. Sokakta yaşayan, ailelerini kaybetmiş, bütün aile bağlarını koparmış çocuklar öncelikle ele alınarak; yetiştirme yurtları, koruyucu aileler, özel kuruluşlar bünyesinde eğitim altına alınmalı, aileleri araştırılmalıdır. Ara çözüm olarak gönüllü işyerleri yanında istihdam ve bu çocuklar için kurulacak iş merkezleri, rehabilite merkezleri aracılığı ile de sorun halledilebilir. Ama bu işlerin toplum ve devletin el birliği içinde halli şarttır. Bir ya da birkaç kurumun, vakfın, derneğin çalışmaları yetmemektedir. Sokakta çalıştırılan, dilendirilen, istismar edilen çocuklar için de yetiştirme yurtları, koruyucu aileler yanında çocuğun ailesinin maddi olarak desteklenmesi, çocuğun eğitiminin teminat altına alınması sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayacaktır. Öğrenci sıfatıyla suç işleyen, suça meyleden, sorunlu öğrenciler grubunu teşkil eden çocuklar da okul idaresi ve polis iş birliği ile eğitim ve rehabilite çalışmaları ile kolaylıkla iyiye, güzele doğru yönlendirilebilirler. Ekonomik yönden eğitimine devam edemeyecek durumdaki çocukların, yardım kampanyaları, gönüllü kurum ve kuruluşlar ve devlet desteği ile eğitimlerini tamamlamaları sağlanabilir. Toplumun modern hayatın olumsuz yönü olan bireyselleşme eğilimi, iç bünyedeki hazinelerin ortaya çıkarılması ile toplumsal bir seferberliğe, bir sevgi seline dönüştürülebilir.
  7. HEDEF KİTLELERİMİZ VE ÖZELLİKLERİ Sosyal hayat bir bütündür. Çocuklar hakkında kitlesel çözüm arayışları bu bütünlüğü bozmaya yönelik çabalar olduğundan çalışmaları kısır döngüye sokar. Çocukların sosyal ihtiyaçları vardır. Çevrelerinde tanınmak, sevilmek, önemsenmek isterler. Fiziki ihtiyaçları vardır, en güzeli giymek, en güzeli yemek ve en güzel yerlerde yaşamak isterler. Hayalleri vardır, özlemleri vardır, hedefleri vardır. Yani her insan gibi! Onları rehabilite ederken bu özelliklerini göz ardı etmemeliyiz ve asla bir anda düzelmelerini beklememeliyiz. Bu mesele zamana karşı yarışan zorlu bir süreçtir. Sabır, sevgi ve kararlılık bu süreci olumsuzdan olumluya doğru iletecektir.Çocuklar ve gençler bir etkileşim içindedirler. Bu etkileşimi olumlu ya da olumsuz yöne çevirmek mümkündür. Problem; “Sokak Çocuğu” olgusuna dönüşünceye kadar süregelen bu etkileşimin içinde aile, toplum, devlet üçlüsü önemli bir rol oynar. Her çocuğun bir ailesi vardır. Çeşitli problemler, sosyal ya da maddi sebepler ailelerin parçalanmasına, ya da çocuğun evden kaçmayı ve sokak yaşamını seçmeyi kurtuluş olarak görmesine yol açan en büyük faktörlerdir. - Sosyal hayat bir bütündür.Ayrılamaz. - Sokak Çocuğu sınıflandırması, çocuklara kitle gözü ile bakılması, kitlesel çözümler aranması sosyal hayatı ayrıştırmaya yönelik bir girişimdir. - İnsan da sosyal hayatı içinde toplamış bir bütündür.Bir yönüyle yaklaşmak her zaman yanlıştır. - Her çocuğun bir aileye ya da aile yerini tutacak en az bir insana ihtiyacı vardır. - Her çocuğun yeme, içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarının karşılanmasına ihtiyacı vardır. - Her çocuğun yaşıtları ile bir tutulmaya, kişilik kazandırılmaya, önemsenmeye ihtiyacı vardır. - Her çocuğun sevgi, ilgi, yönlendirme ile güven dolu bir ortamda geleceğe bakış açısının şekillendirilmesine ihtiyacı vardır. - Her çocuğun yeteneklerinin ortaya çıkarılmasına, sorumluluk verilmesine ve kendisine güvenilmesine ihtiyacı vardır. - Bütün bu ihtiyaçların karşılanarak çocuklara ve gençlere sokakların alternatifi sunulduğu zaman kesin ve kalıcı çözümden söz etmek mümkündür. Günümüzde çocuklar ve gençler: 1. Sokakta Yaşayan, suç işleyen, madde bağımlılığı olan 2. Sokakta çalıştırılan, dilendirilen, aileleri ve akrabaları tarafından istismar edilen 3. Sık sık evden, okuldan, ait olduğu kurumdan kaçmayı alışkanlık haline getiren 4. Okula giden ve suç işleyen 5. Aile ve okul çevrelerinde risk grubunu teşkil eden 6. Hiç suç işlememiş ancak suç işlemeye meyilli 7. Sosyal ve ekonomik yönden tahsilini devam ettirebilmeyi imkânsız kılacak ölçüde yetersiz olan 8. Orta halli fakat herhangi bir sosyal aktivite imkânı bulamayan 9. Maddi durum haricinde ailesine karşı vahim derecede itaatsizlik içinde bulunan ve arkadaş çevrelerinin etkisine kapılan 10. Maddi durumu yeterli, sosyal aktivite imkânı bulabilen çocuklar olmak üzere on grupta irdelenebilir. Sokak Çocuğu kavramını yukarıdaki gruplardan sadece birinci grup karşılamakta olup, tamamen medyatik ve zararlı bir kavramdır. Sokakta yaşayan çocuk uzaydan gelmemiştir. Bizim çocuğumuzdur. Vefasızlığımızın, merhametsizliğimizin, duyarsızlığımızın bir göstergesidir. O da bizim gibi yiyip içmekte, hayal kurmakta, ağlayıp gülmektedir. Bizim çocuğumuz sokağa çıktığında yeri gelip onunla temasa geçmekte, belki acıyıp cebindeki harçlığını paylaşmakta, belki arkadaşlık edip, onunla oynamaktadır. O halde ona sokak çocuğu deyip hor görmek sosyal iletişim açısından bir fayda sağlamaz, aksine zarar verir. Modern toplumda kitlesel arayışlar, duyarsızlıklar bu çocukların günden güne sayılarının artmasına ve tehlike oluşturacak gruplaşmalara sebebiyet vermiştir.
  8. Bundan 8, bilemediniz 10 sene önce bir lisede ya da ortaokulda iki öğrenci kavga etse birbirlerini yaralasa Türkiye ayağa kalkardı. Okul önlerinde, çevresinde gençlere tek tek sigara satanlara kıyasıya karşı çıkan, emniyet güçlerini uyaran, gereğinde kendini ortaya atarak kavga eden büyüklerimiz vardı. Eğitimi sabah sekiz akşam üstü onbeş saatleri ile sınırlı görmeyen ve liseyi bitirinceye kadar ana babalarımızla birlikte bizleri kollayan, bizleri kardeşi, evladı, bacısı gibi gören öğretmenlerimiz vardı. Öğrenci olmanın gerektirdiği sorumluluk, davranış ve etik kurallarını okuldanönce ailede, sokakta, sosyal çevrede öğrenen çocuklarımız vardı.Onları bu yaşam biçimini öğrenmeye ve yaşamaya zorlayan, bir nevi sözlü anayasa gibi dayatan bir toplumumuz vardı. Okula giden çocuğun en ufak bir olumsuzluk teşebbüsü; “Bir de öğrenci olacaksın, öğrenci böyle mi davranır?” türü sözlerle bertaraf edilir, çocuk öğrenci olmayı, “ÖRNEK İNSAN OLMAKLA” bağdaştırarak gelişimini tamamlardı.Televizyon da hayatımıza bu günkü kadar damgasını vurmamıştı. Basınımız aynı değerler bütününü kucaklama ve çocuklarımızın geleceğini şekillendirici haber ve yazılara öncelik verme eğiliminde idi. Bu gün, her gün gazetelerde, televizyonlarda çocuklarımızın çeteler kurduklarını, birbirlerini kıyasıya dövdüklerini, haraç topladıklarını, bıçakladıklarını, öldürdüklerini okuyoruz. Silah taşıyan gençleri duyuyoruz. Bırakın sigarayı, esrar, eroin, uçucu madde bağımlısı öğrencilerin yaş ortalamasının 9 lara kadar düştüğüne tanık oluyoruz. Bu bir patlama noktasıdır.Gençliğin feryadıdır! her şeyi bir kenara bırakıp top yekün harekete geçmemizi gerektiren acil durum çağrısıdır. Son günlerdeki olayların ardından herkes suçlu aramaya, sebep devşirmeye başladı. Herkes iyi bilmelidir ki bu işin suçlusu hepimiziz. Bu işe yol açan sebep’ de toplumsal duyarsızlığımız, vefasızlığımız ve bencilliğimizdir. Resmi ya da sivil bütün unsurlarıyla… Eğer bizler çok değil 10 yıl önceki duyarlılığımızı muhafaza edebilseydik, çocuklarımızı ve gençlerimizi duygusuz, ruhsuz, ayrıntılarla dolu, müfredatı ezberleme esasına dayalı bir eğitim sistemine mahkum etmeseydik, az da olsa çocuklarımızı, öğrenci olmakla “ÖRNEK İNSAN OLMAK” çizgisinde sabit kılabilseydik bu gün suçlu ve sebep arama makamında olmayacaktık. Bu sebeple toplum olarak, suçlu ve sebep arama yerine; “Ne Yapabiliriz?” sorusuna cevap aramalıyız diye düşünüyorum. Aydınıyla, düşünürüyle, ilim çevreleriyle bir çok ülkeye nazaran hatırı sayılır bir kültür seviyesine sahip oluşumuzun avantajını kullanarak topyekun bir eğitim, kültür ve sevgi seferberliği başlatmak ve meseleyi kökünden halletmek için geç kalmış sayılmayız. Değerli Dostlar. Son günlerde ülke gündemini sürekli meşgul eden bu en hassas sorunun çözümüne yönelik olarak birkaç gününüzü almak suretiyle bu konuyu bölümler halinde değerlendirmelerinize sunmak istiyorum. Bu vesile ile şimdiden kıymetli vakitlerinizden çalmak zorunda kaldığım için affınıza sığınıyorum. Çözüm noktasında çok duyarlı, sistemli, planlı ve kalıcı uygulamalar başlatılmalıdır. Öteden beri uygulanagelmiş yöntemlerin irdelenmesi, masaya yatırılması ve yeni çözüm arayışlarına girişilmesi gerekmektedir. Bu durumu örneklendirecek olursak; - Okul Önlerinde Güvenlik Güçlerinin Tedbir Alması. Görünüşte caydırıcı bir unsur gibi görülmekle birlikte, iç bünyedeki şiddet unsurunun okul dışına, ara sokaklara kaymasına yol açar.Güvenlik güçlerinin, okul idareleri, psikolojik danışman öğretmenler, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları, aileler ve gönüllü vatandaşlar ile birlikte birebir tespit yaparak her okul çevresinde veri tabanı oluşturmaları, öğrencilerle birebir irtibat kurmaları, olayların ardındaki kişi ve topluluklara ulaşıp onların öğrencilerle irtibatını kesmek için çaba sarfetmeleri kalıcı çözüm için bir başlangıç teşkil edecektir. - Öğrencilere Konferanslar, Seminerler Verilmesi, Filmler İzletilmesi. Bu tür konferanslar ve seminerler bu güne kadar, hatalı uygulamalar sonucu ya sıkıcı ve bir an önce bitmesi beklenen uzun sunumlar ya da izletilen yayınlarla farkında olmadan bilinç altında çocukları özendirici etkiye sebep olan materyallere dönüşmüştür. Geçici olarak olumlu gözükse de pratikte öğrenciye kazandıracakları oldukça sınırlıdır. Konferans ve seminerlerin, öğretmenlerin ve ilgili kişilerin gözetiminde öğrenciler tarafından hazırlanması, kendi sorunlarına çözümler üretme, sosyal hayata etkin olarak katılma açısından daha olumlu sonular alınmasını sağlayacaktır. Ayrıca çocukların kendi yaşıtlarının girişimleri ile güdülenmesi ve bir nevi rekabet halinde olumsuzdan olumluya doğru bir iletişim başlamasına vesile olacaktır. - Ailelere Konferanslar Verilmesi, Eğitim Programları Düzenlenmesi. Bir önceki maddedeki gibi, ailelerin %60’ ının yoğun iş ve gücünü bahane ederek öngörülen etkinliklere katılmaması, katılanlarında ilgisiz kalması sonucunu doğuracaktır. Bu süreçte ailelerin birebir evlerinde, işyerlerinde ziyaret edilmesi, çocukların eğitim, rehabilite ve yetişmesinde görev ve sorumluluk yüklenmesi çok daha verimli sonuçlar doğuracaktır. Çocukların ve gençlerin kendi derneklerini kurması, kurumlar nezdinde sorunlarına çözüm aramalarının sağlanması, özgüvenlerinin arttırılması, enerjilerinin yasal yollarla harcama eğilimlerinin gelişmesine katkı sağlayacaktır. - Basın ve Yayın Organlarında Eğitime Yönelik Yayınlar Yapılması ve Kötü Alışkanlıklar, Zararlı Eğilimler Hakkında Bilgilendirme Yapılması. Çocukların ve gençlerin eğitimi, rehabilitesi, kötü alışkanlıklara ve eğilimlerine karşı tedbir alınması noktasında; yapılan etkinliğin teşhirinden çok içeriğin yansıtılması basın mensuplarının vicdanında kural haline gelmelidir. Bu suretle bir takım istismarların önüne geçilmesi de sağlanmış olacaktır. Belki geçici bir süre günü birlik flaş haberlerin, eğitim, rehabilite ve tedbirler noktasında önü kesilmiş olacaktır.Ama bu kadarcık bir fedakarlık, toplum vicdanına geleceğimizin aynası, temeli olan çocuklarımızın ve gençlerimizle ilgili kalıcı çözümlerin yerleşmesine vesile olacaktır. Örneğin bir okulda düzenlenen konferansın yayınlanması ve boy boy resimlerin çekilmesi kamu oyunda ne ifade eder? Zihinlerde ne kadar yer kaplar? Sıradan bir düğün ya da törenin uyandırdığı ilgiden ne farkı vardır? Ancak bir çocuğun hayatının kurtarılması için yapılan planlamalar ve rehabilite süreci, bütün katkı sahibi kişi ve kurumlarla birlikte yazılı ve görsel iletişim organlarında mercek altına alınsa ve uzmanlarca incelenip defaatle geri bildirimlere dönüştürülse ve bu şekilde kamuoyuna sunulsa; halkımızın sadece bu çalışmadan alacağı ders yıllar boyu unutulmaz. - Üniversite Çevrelerinin Sorunun Çözümüne İlişkin Tezler Hazırlamaları, Lise ve Ortaokullarda Ders Kitaplarına Konu ile İlgili Dersler Konması. Sorunun çözümünde bir nebze katkı sağlasa da bu girişime ek olarak, üniversite öğrencilerinin; gönüllülük esası, dönem ödevi, tez ödevi gibi vesilelerle sosyal sorunlara ve çözüm arayışlarına yönlendirilmeleri, üniversiteler arası iletişimin maksimum düzeye çıkarılması, gerek öğretim üyesi, gerekse öğrencilerin platformlar oluşturmaları kalıcı çözümler için hayati önem taşımaktadır. Tarafımızca Türkiye Eğitim ve Sevgi Seferberliği Projesinde “Her Üniversite Öğrencisine Bir Çocuk” projesinde öngörüldüğü gibi gençlik etkin bir şekilde araştırmaya yönlendirilmelidir. Sonuç Olarak; Kişisel benliklerimizden başlayarak, kurumsal benliklerimize kadar sorunun çözümü uğruna bir takım fedakarlıklarda bulunmadıkça ilerleme kaydedemeyiz.Sadece çözüme odaklanarak; yardan, anadan, serden geçmek ilk sınavımız olmalıdır. Daha hayatının ilkbaharında toprağa düşen körpecik fidanların damarlarından akacak ilk damla yüreklerimizi delip geçmedikçe hepimiz koskoca birer yalancıyız! Yine; yarınlara aday, geleceğe yürümekte olan küçücük ellere vurulan kelepçenin soğuk demirini kendi bileklerimizde hissetmedikçe hepimiz koskoca birer sahtekarız! Ve en can alıcı nokta; bu milletin bir ferdi olarak,karanlık sokaklarda kaybolan her çocuğu kendi çocuğumuzmuş gibi hayal edip; “Evladına, ailesine kendini siper etmeyen ata, baba nağmerttir” düsturuyla dertlenmediğimiz müddetçe hepimiz suçluyuz! Vatan tüm fertleriyle ana, bacı, kardeş olmuş insanların oluşturduğu devasa bir ailedir.Aile olmanın gereği bir vücudun organları gibi dertlere, acılara ortak olmak ve hep birlikte problemin çözümüne katkıda bulunmaktır. Bizler de babayız, anayız; bizlerin de vatanı, evladı, kardeşi, bacısı bu ülkedir! Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış TÜRKİYEDİR. Sevgilerimle… Tolga Tigin Şengür
  9. Sevgili Arkadaşlar Yaklaşık iki senedir yaptığımız çalışmalar yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı. Çocuk Şubeden başladık, Özel Korunmaya Muhtaç Çocuklar Derneği olduk. Eğitim, istihdam, yardımlaşma dedik "Soğuk Şehrin Sıcak Çocukları Eğitim ve Sevgi Seferberliği" isimli koskoca bir projenin altına birlikte imza attık. Bu günden itibaren www.birdunyaumut.org isimli sitemizle karşınızda olacağız. Sitemizde sevgi, yardımlaşma, eğitim, istihdam, rehberlik, dostluk, dayanışma, sohbet... Kısacası BİR DÜNYA UMUT olacak.Çocuklar, gençler ve kaf dağının ardındaki iyilikler şehrine adım atmak isteyen herkesi kabul edecek ve imkanı nispetinde görevlendirecek bir site ile karşınızda olacağız. Sitemiz şu anda yapım aşamasındadır.İki üç güne kadar hizmetinizde olacağız. Proje Genel Koordinatörü Tolga Tigin Şengür Dernek Genel Başkanı Eşe ŞENGÜR İnternet Kom.Bşk. Osman Çelik Sevgilerimizle. www.birdunyaumut.org
  10. Sevgili Arkadaşlar. Güzel Yurdun dört bir yanında Türkiye Eğitim ve Sevgi Seferberliğinin tohumlarını atmak ve yeşertmek isteyen, ruhunu, kalbini, gönlünü bu anlamlı faaliyete feda etmek isteyen arkadaşlar ile iletişim bilgilerim: Tolga Tigin Şengür Erzurum Emniyet Müdürlüğü Gürcükapı Pol.Mrk.A. Gürcükapı / Erzurum Mail: [email protected] Tel: 0505 218 29 16 0532 393 50 76 0442 327 45 86 Gelin, arayın, destek olun, yardımlaşalım ve Türkiyede ağlayan çocuk kalmasın. Sevgi, samimiyet, vefa, kardeşlik, dayanışma, merhamet, yardımlaşma, sabır, azim, kararlılık gibi gönül hazinelerimizi el birliği ile modernize edelim.y Sevgilerimle.
  11. Sevgili Forum Üyeleri Mail veya başka yollarla; Erzurum’da başlatılan: "Soğuk Şehrin Sıcak Çocukları Eğitim ve Sevgi Seferberliği" projesi sizlere de ulaşmıştır sanırım. 2004 yılının nisan ayında Milliyet gazetesinde yayınlanan: "Şark Görevine Gitti 600 Çocuğu Kurtardı" başlıklı haber de bu çalışmanın bir yansımasıdır. İsmim Tolga Tigin Şengür. 9 senelik polis memuruyum. Meslek hayatım boyunca Halka hizmetin hakka hizmet olduğunun bilinci içinde en küçüğünden en büyüğüne kadar her alanda içinden yetiştiğim halkıma, devletime her alanda hizmet etmek için uğraştım. 8 Senedir, Sokak Çocuğu ismiyle damgalanmış, sosyal, kültürel, psikolojik, ailevi ve ekonomik özellikleri ile suç işleme durumlarına göre en az 20 kategoriye ayrılarak incelenmesi ve her kategori için ayrı ayrı çözüm yolları üretilmesi gereken ÖZEL KORUNMAYA İHTİYACI OLAN ÇOCUKLAR hakkında Türkiye’ye örnek olabilecek projeler ürettim. Adından da anlaşılacağı üzere çalışmamın ana fikri, bu meselenin tüm yönleriyle ele alınarak, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin ve gönüllü bütün vatandaşların el birliği ile çözüme kavuşturulabilmesidir. İstihdamdan, eğitime, imar ve iskandan, sosyal aktivite merkezlerine, sağlıktan çevre sorunlarına kadar, çocukların ve gençlerin şahsında sosyal yaşamı ilgilendiren bütün ihtiyaçlarımızın toplumsal mutabakat ile çözülebileceğini ispat ile, tarihin derinliklerine gömülmüş olan; yardımlaşma, işbirliği, dayanışma gibi dinamiklerimizin modernize edilmesi ve günümüz şartlarına uyarlanması ile büyük çaplı bir sevgi ve eğitim seferberliğinin başlatılmasıdır. Erzurum' da bu ideale hizmet etmek ve fiilen bu seferberliği başlatmak için ilk olarak "Çocukları ve Gençleri Toplumun El Birliği İle Suçtan ve Suça İten Sebeplerden Kurtarma, Eğitme ve Topluma Kazandırma Projesi" isimli bir proje hazırladım ve 26.12.2003 tarih ve 30901 sayı ile Erzurum Emniyeti adına Valilik Makamına onaylattım. Bu ilk proje, kanun ve yönetmeliğin yanında bana bir nevi il kanunu olarak bütün kamu kurum ve kuruluşları ile bu bağlamda işbirliği yapmamı, yazışmalarda ilgi tutmamı sağladı. Daha sonra çocukların ve gençlerle ilgili ilk proje olan "Her okul kendi öğrencisine sahip çıkmalıdır." prensibini geliştirdim. Buna göre öğrenci olup ta suç işleyenlerin, madde bağımlılığı olan ya da sokakta çalıştırılanların; ailevi, sosyal, psikolojik, ekonomik yönlerden araştırma, takip ve rehabilitesi okullarındaki rehber öğretmenler tarafından yapılacak, polis, aile ve okul işbirliği ile çocukların ihtiyaçları tespit edilerek SYDF, Sosyal Hizmetler, İl Gençlik ve Spor, İl Sağlık, İl Özel İdare Müdürlüğü ve tüm sivil toplum örgütlerinden destek talep edilecek. Erzurum Barosu düzelme gösteren öğrencilerin eskiden kalma ceza davalarına rehber öğretmenlerinin katılımı ve görüş bildirmesi yönünde mahkeme heyetinden talepte bulunacak. Bu suretle çocuğun tüm ihtiyaçları karşılanmış ve çocuklar kendi hayatları için olumlu kararlar alabilme yönünde eğitilmiş olacaktır. Bu proje kapsamında ilimizdeki 135 ilk ve orta dereceli okul ziyaret edilmiş, 2004 nisan ayında bütün okullardaki rehberlik psikolojik danışmanlar ile toplantı yapılmış ve karar alınmıştır. Yine Türkiye’de ilk olarak Erzurum Çocuk Şube Müdürlüğünde 5 tane psikolojik danışman görevlendirilmiş ve okullarla irtibat, çocuklarla ilk görüşmeyi yapma, ailelerle irtibat kurma görevini üstlenmişlerdir. Halen Erzurum Emniyet Çocuk Şube Müdürlüğünde 5 psikolojik danışman görev yapmaktadır. 2005 Şubat ayında Erzurum Barosu, Milli Eğitim Rehberlik Araştırma Merkezi ve Çocuk Şube Müdürlüğünden oluşan bir toplantı ile ikinci aşama olan düzelme gösteren öğrencinin kendi rehber öğretmeni tarafından mahkemede dinlenmesinin sağlanması yönünde prensip kararı alınmıştır. İkinci olarak15 Yaş üzeri okulunu terk etmiş gençler için “Her iş adamına bir çocuk” projesi başlatılmış, ilimizdeki bütün meslek kuruluşları, Ticaret ve Sanayi odası, Esnaf ve Sanatkarlar odası, Organize Sanayi Müdürlüğü ile anlaşmalar yapılarak 15 yaş üzeri, okulunu terk etmiş çocukların ve gençlerin istihdam edilerek, her türlü ihtiyaçlarının karşılanması, sigortalarının yatırılması ve eğitimlerinin AİÖO ve AÖL ile tamamlanmasının sağlanması.Bu iş adamlarının da yanlarına aldıkları çocuklar sebebi ile kamu kurum ve kuruluşlar ile fikir alışverişinde bulunmaları ve taleplerini iletmeleri planlanmaktadır. Üçüncü olarak iki sivil girişimcinin katkılarıyla, suça karışmış, bazıları madde bağımlısı çocuklar için bütün psikolojik danışmanlık, sosyal aktivite, sağlık ve iş kollarının bulunduğu komple bir tesis projesi hazırlanmıştır. Dördüncü olarak “1000 üniversite öğrencisine 1000 çocuk” projesi geliştirilmiş, bu çerçevede özellikle öğretmen adaylarına yönelik olmak üzere üniversite öğrencilerine tez hazırlama, dönem ödevi gibi yükümlülüklerle her öğrenci bir çocuk alacak ve bu çocukların sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel özelliklerini inceleme, araştırma ve raporlar hazırlayacaktır. Bu raporlara göre çocukların ihtiyaçları tespit edilecek, aynı rehber öğretmenler gibi üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri de valilik ve sosyal hizmete yönelik kuruluşlar nezdinde çözüm yolları ve taleplerde bulunacaklardır. Öğretim görevlilerinin de katkılarıyla aileleri, öğretmenlere, çocuklara yönelik konferanslar verilecek, 4 ayda en az 25.000 kişiye ulaşılması sağlanacaktır. Beşinci olarak “Özel Korunmaya Muhtaç Çocuklar Derneği” kurulmuş, bunun da amacı bütün bu çalışmaları bir çatı altında toplamak ve topyekün bir seferberliğin başlatılmasına katkıda bulunmaktır. Altıncı olarak Türkiyedeki ilk çocuk derneğinin kuruluş çalışmaları tamamlanmıştır.İsmi, projenin isminden hareketle “Soğuk Şehrin Sıcak Çocukları” dır.Bu yöntemle çocukların karar alma, yönetme, seçme, seçilme, araştırma yapma, kurum ve kuruluşları tanıma, özgüvenlerinin arttırılması ve kendi yaşlarındaki fakir, eğitimini zorluklarla devam ettirebilen ya da okul yüzü görmemiş arkadaşlarını desteklemek, kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri nezdinde taleplerde bulunmak suretiyle büyük projenin tamamlayıcı ögesi olması amaçlanmaktadır. Sonuç olarak dört bir yandan kitleler halinde çocukların ekonomik, sosyal, ailevi, kültürel, psikolojik durumlarını tespit etme, ihtiyaçlarını belirleme, özümler üretme ve bütün kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinden taleplerde bulunmak suretiyle belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek kadar etkin bir sivil toplum hareketi oluşacak. Bu planlamalar çerçevesinde çocuk şube müdürlüğünde bir oda açtık. Suç işleyen çocuklara suçlarının türüne göre belli günlerde şubeye gelme cezası verilmeye başlandı. Bu ceza günlerinde çocuğa kitap okuma, kompozisyon yazma vb. etkinliklerle eğitilmesi, kendinden daha aşağı seviyedeki yaşıtlarını görerek ibret alması sağlanmaya başladı. Yine suçunun türüne göre çocuğun ailesi ve okulundan çağrılan rehber öğretmen aracılığı ile çocuk hakkında karar alınıp takip eğitim ve rehabilitesine “Suç İşlendiği anda” başlanmaktadır. Kararlı ve samimi çalışmalarım neticesi Erzurum Çocuk Şubesi , bir eğitim ve sevgi yuvası haline geldi. Aileler çocuklarını daha suç işlemeden, benim çocuğum kötü yola düşebilir. Siz şimdiden tedbir alın, suç işlemeden getirdim. Deyip bize veriyorlardı. O ocuklara da anında cezası kesiliyor ve kitap okumaya başlatılıyordu. Internet aracılığı ile binlerce kişiye mailler gönderildi.İstanbul’da bulunan Curcuna çocuk Tiyatrosu, faaliyetlerimize destek amacıyla Erzurum’ a geldi. Yaklaşık 7000 çocuğa tiyatro sergiledi. Bu faaliyetin adını da : “İstanbul Erzurum Arası Umut Köprüsü” koyduk. Yine aynı şekilde İstanbul’ da Sevgili Göktürk Kadıoğlu ile tanıştık. Kendisi proje koordinatörü olup, çocuklarla ilgili projelerimizi AB yetkililerine özet halinde sundu. Çalışmaları İstanbula yaymaya çalışıyor. 2004 Nisan ayında Hürriyet, Milliyet, Posta vb. Gazetelerde projelerimiz “Şark Görevine Gitti 600 ocuğu kurtardı” başlığı ile yayınlandı. Eylül Ayında Sabah Gazetesinde “Artık Onlarında Bir Geleceği Var” başlığı ile bir haber yayınlandı.Yerel Gazetelerde onlarca kere yazılar Çıktı. 2004 Yaz döneminde Valilik, Milli Eğitim, İl Gençlik Spor, Müftülük, Emniyet Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi, Kazım Karabekir Belediyesi, Dadaş Öğrenci Yurdu, Erzurum Dersaneleri, Doğal Afet Gönüllüleri Derneği ve gönüllü 30 eğitimcinin katkıları ile 250 çocuğa yaz okulu açıldı. Çocuklar iki ay boyunca hem derslerini tekrar ettiler, hem öğlen yemeklerini yediler, haftada iki gün yüzme havuzuna gittiler, bir gün spor salonu tahsis edildi. Yaz sonunda sertifika verildi. Bu güne kadar bu tür faaliyetlere katılan ve halen eğitim, rehabilite çalışmaları devam eden çocuk sayısı 1800 civarındadır. Buradaki ince nokta bütün faaliyetlerin aynı anda harekete geçirilmesi ve eldeki kalifiye personel ve malzemenin etkin bir şekilde kullanımıdır. Topyekün bir seferberliktir. Bundan sonra projelerin ortak ismi Türkiye Eğitim ve Sevgi Seferberliğidir. Bu isim altında aynı faaliyetleri bulunduğu yerde faaliyete geçirmek isteyen idealist arkadaşlara yardımcı olabilirim. Yeter ki bu tablo ve hareket bütün ülkeye yayılsın. Sevgilerimle.
  12. Arkadaşlar E _ posta yanında normal mektup da yollayabilirsiniz. E- Postalar yayınlanmadan siliniyor.
  13. Arkadaşlar. Sisler gibi duyarlı onlarca gönül insanının değerli katkıları ile Erzurum' un şahsında Türkiyede bulunan yüzbinlerce çocuk ve gence ulaşma, onları eğitme, rehabilite etme fırsatı doğacaktır. Toplum olarak yitirdiğimiz, kalplerimizin derinliklerine gömdüğümüz sevgi, yardımlaşma, dostluk, dayanışma gibi birçok hazinelerimiz açığa çıkmış olacak. O zaman haydi ekran başına! Herkes en samimi üç tanıdığına bu mektubu göndersin. Türkiyenin dörtbir yanından başbakanlığa, içişlerine, Erzurum Valiliğine mektuplar, mailler gittikçe bu projenin bütün ülkeyi kapsayacak bir sevgi seli olduğu anlaşılacak. Şimdiden müjde vereyim, projeler ülke çapında uygulanmak için zemin araştırmasına tabi tutulmakta. Bu süreci hızlandırırsanız çok iyi olacak. Sevgiler.
  14. ARKAMDAN AĞLAMA Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma Bana ağlama, yazık yazık; vah vah deme Şeytanın tuzağına düşersen vahvahın sırası o zamandır. "Yazık yazık" asıl ozaman denir Cenazemi gördüğün zaman, el firak el firak deme, Benim buluşmam asıl o zamandır Beni mezara koyunca Elveda demeye kalkışma. Mezar cennet topluluğunun perdesidir. Mezar hapis görünür amma! Aslında canın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya doğmayı da seyret. Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batma görünür amma, Aslında o doğmadır, parlamadır. Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi? Neden insan tohumu için Bitmeyecek Yetişmeyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salındı da dolu olarak çekilmedi? Can Yusuf' un kuyuya düşünce niye ağlarsın? Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç! Çünkü artık hay huy' un; Mekansızlık Aleminin boşluğundadır. Mevlana Celaleddin-i Rumi
  15. Arkadaşlar mektubun yanında Erzurum Emniyet adresindeki ziyaretçi defterine mesaj atabilirsiniz. İlgilenenlere teşekkürler.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.