-
İçerik Sayısı
48 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf Kritikleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm Kritikleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
İletiler gönderen: Baumann
-
-
Hangi şiire başlasam suskunum sana
Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun
Güneşte kavrulan bir kum tanesi
Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
Yağmura suskun yaşamaya suskun
Haykırabilsem
Belki bir nehir köpürebilir sesimde
Silinebilir kuraklığın bütün izleri
Upuzun çöller vadileşebilir içimde
Hangi güzelliği özlesem suskunum sana
Yürek boşluğunda bir of kadar suskun
Özlüyorum seni masmavi
Koşuyorum sana bembeyaz
Ve kahroluyorum bir anda kapkara
Ah oluyorum
Of oluyorum
Ve susuyorum
Oysa haykırabilsem
Işık yumağı bir pınar olur soluğum
Hangi türküye uzansam suskunum sana
Ağıt ağıt, özlem özlem suskun
Tut ki vurulmuşum
Aşktan ve kandan bir damla olmuşum
Bir saçlarının rüzgarına
Bir de ağzının kıyılarına konmuşum
Hangi dalga silebilir beni senden
Hangi kasırga koparabilir
Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum
Coşkuların her şahlanışında
Sana deprem deprem susmuşum
Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum
Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası
Sözlerinde baskı yasası yeter
Hangi kavgayı özlesem suskunum sana
Zafer sabahlarında gece kadar
Bayram sabahlarında yas kadar suskun
Böyle güzelliklere de
Böyle suskunluklara da lanet olsun
Al bu suskunluğumu al artık
Al ki
Bütün gürültüler kahrolsun
Adnan YÜCEL...
-
Yatar gül harmanı gibi
Canımın dermanı gibi
Her yanında çiçek açmış
Binboğa ormanı gibi
Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine
Canım sese mi geldin
Kadem basa mı geldin
Sağ olsam gelmez idin
Öldüm yasa mı geldin
Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine
Saçın yüzüne perde
Yüreğim düştü derde
Ayak üstü duramam
Seni gördüğüm yerde
Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine
Zülfü LİVANELİ...
-
Sus söyleme
Bir şey söyleme artık
Sus söyleme
Her şey gereksiz artık
Bana düşen dönüp de gitmek
Sonunda elimde kalan
Bir avuç hüzün ve keder
Yeter yeter söyleme artık
Kelimeler kanatır yarayı
Gözlerin anlatıyor
Mutlu aşk yoktur
Oysa ben sana neler adamıştım
İçli şarkılar, kırık ezgiler
Yüreğimdem süzülüp gelen
Bırakıp gittin beni
Bir gün yollarda
Yeter yeter söyleme artık
Kelimeler kanatır yarayı
Gözlerin anlatıyor
Mutlu aşk yoktur
Sus söyleme her şey ortada artık
Zülfü LİVANELİ...
-
Ne zaman yağmur yağsa
Bir buluşma yeri olurdun
İstanbul'da rüzgâr soluklara
Mavisi yasaklanmış deniz
Kızıl tufanı yaratmadan daha
Ne zaman yağmur yağsa
Tarihin şiir tanığı olurdun
Yağmurdan sonra
Toprak kokusu bakışlılara
Tam otuz yıl nasıl kıydım sana
Bin zehirli duman arasında
Islığınla besteledim hep
En pembe çocuk düşlerini
Pan'ın flütünden mi kalma
Babam'ın dilsiz kavalından mı
Hep rüzgârla bir tuttum seni
Hani yolu yakın
Aşkı sonsuz kılan rüzgârla bir
Ey can içre cankörüğüm
Hangi kentin temiz havası
Yetmez oldu ki soluğuna
Çıkardın kendini ölüm doruğuna
Ölmek kolay değil cankörüğüm
Kalbimde sevinç gözesi pınarlar
Kalbimde yaşamak aşkı çınarlar
Ve bir nice coşkular coşkular
Sende onlar gibi yaşayacaksın
Akıp ırmaklara karışacaksın
Sırılsıklam bütün sevişmeleri
Yine soluğunla kurutacaksın
Adnan YÜCEL...
-
"Berlin'de düzen hüküm sürüyor!"
Sizi budala zaptiyeler
Kum üzerine kurulu “düzeniniz”
Devrim daha yarın olmadan,
Zincir şakırtısı içinde yeniden doğacaktır!
Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri
arasında şunu bildirecektir:
“Vardım, Varım, Varolacağım”
Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik..
Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir,
yürek ve can demektir.
Proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir.
Çünkü Spartaküs zafer özlemini,
sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir.
Bunlar elde edildiği zaman biz ister yaşayalım ister yaşamayalım
Programımız yaşayacaktır
ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır;
herşeye rağmen.
Lenin tarafından O bir kartaldı diye anılan Rosa Luxemburg ve beraber Spartakist Birliği oluşturdukları Karl Liebnecht, 15 Ocak 1919'da Berlin Ayaklanması'nı bastırmak için azgınca saldıran askerlerce katledildiler.
"VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ"
-
Nice yıllar, nice aylar, nice günler arasında
Bu acılar, bu yaralar, bu hüzünler arasında
Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa
Bu umutlar, bu mahpuslar, bu sürgünler arasında
Senin sevdan güç verir bana
Sevdan
Yürürken yan yana
Işığı getirir bana
Yürürken yan yana
Nice dostlar, nice canlar, nice kanlar arasında
Bu dikenler, bu çalılar, bu zeytinler arasında
Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa
Bu çakallar, bu şahinler, güvercinler arasında
Senin sevdan güç verir bana
Sevdan
Yürürken yan yana
Işığı getirir bana
Yürürken yan yana
Mikis THEODORAKIS...
-
gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi
yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim
bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm.hüznümle süsler
bir damın üstüne oturturum
damımın üstüne oturturum
-sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi
yıldızlar sayılmaz :hasret uzakta
abimin acıyla yontulu yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuşlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana
-çocuğum üşütme yüreğini
şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen
ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım
mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annemde yoksa yanımda
mesela, şimşekte çakıyorsa ben çok korkarım , ağlarım
-ana bana kurşun dök.oku üfle
ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana
yalnızım.bunu hep söylüyorum
yalnızım.bunu hep söylüyorum
geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum.biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız
yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız
-ana bana bir hal oldu.hep böyle titriyorum
ana çok üşüyorum.ıhlamur ısıt bana
yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta
ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek.hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz.ben kendimi öpüyorum
cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı.sevişme daha da erselikleşir
-hü’yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
size bir gün mutlaka hü’yü anlatmalıyım
geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin
suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini
güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
dayayıp sırtını gecenin duvarına
bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz
yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta
ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla
çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramayan yargıçlarını
ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığın yanlış yargılayıcıları
suçum:nefreti öksüz bırakmak
savunmam:sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim.kadını öpmesini bilirim
sizi de sizi de öpmesini bilirim
-ana ben çok yalnızım.benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü
kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizikötem doğa üstüm yanlışlığım
aşkım.sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin
kalbim
birgün elbette sana hükmedeceğim
elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatacağım
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım
ve bir gün elbette yıldızları sayacağım
-gelin kucaklayın beni.yıldızları sayamıyorum.
Arkadaş Zekai ÖZGER...
-
Nice yıllar, nice aylar, nice günler arasında
Bu acılar, bu yaralar, bu hüzünler arasında
Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa
Bu umutlar, bu mahpuslar, bu sürgünler arasında
Senin sevdan güç verir bana
Sevdan
Yürürken yan yana
Işığı getirir bana
Yürürken yan yana
Nice dostlar, nice canlar, nice kanlar arasında
Bu dikenler, bu çalılar, bu zeytinler arasında
Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa
Bu çakallar, bu şahinler, güvercinler arasında
Senin sevdan güç verir bana
Sevdan
Yürürken yan yana
Işığı getirir bana
Yürürken yan yana
Mikis THEODORAKIS...
-
Bil ki
üzgün bırakıp ayrılırken
caddeler
kaldırım taşlarıyla örtülmüş uçurumlardır.
Bilinçsizce mırıldanışta ansızın hatırlanan
bir şarkı gibidir dönüşündeki haz
Uzun uzun ağlamak için güdülen hasret
bazen nelere değmez
subaşından ürkütülmüş ceylanın
sekerek kaçarken ırmağa saldığı kader
sanki süzülüp kalbine gelir
Yanıp sönen solgun
ve kararsız ışıkları sehrin
topraklarda ışıldasa da yıldızlar kadar
gözlerimde yoğunlaşan anlamsız bakış
takılıp gölgesine derinliklerin
uzaklaşır.
Oysa tayların körpecik kuyruğuna
parlak yelesine bağlanan kurdela
huylarını gizlice dizginlemek içindir
Ve bilmediğim acılar
yemişine kuşların konmadığı ağaçlar
sarmaşıklar altında
Seni birazdan ay batarken anacağım
fakat unutma ki yaşamak
sonsuz bir tadla onarıyor
hırçın bir çocuğun ısırdığı elmayı
Nihat BEHRAM...
-
Güneş kaç zamandır yüzünü göstermemişti. Belki de bu yüzden kaç zamandır hırçın ve huzursuzdu deniz. Köpürüyor; salyalarını, kıyılarını bir dudak gibi çizen şehrin üzerine savuruyordu.
Sahilde bankın üzerinde oturan siyah paltolu, kasketli adam, yırtık pantolonlu küçük çocuk yanına yaklaştığında bir kaplumbağa gibi içine gömüldüğü paltosundan kafasını uzattı, çocuğun elindeki boya sandığına baktı bir süre.
Çocuk, “Boya ister misin amca?” dedi.
Gülümsedi adam, belki de uzun zamandır ilk defa. “Hava soğuk, sahil bomboş, bir benim için mi burdasın?”
Adamın uyarısıyla havanın buza kesen ayazını farketmişçesine titredi çocuk, “Güneşli havada herkes iş bulur amca. Mühim olan böyle havalarda iş çıkartmak. Yoksa okul harçlığı yok. Evde ekmek de yok…”
Sakince gülümseyen adam paltosunun içine sıkıştırdığı kitabı çıkarttığında kapağındaki “Evrim Teorisi” yazısını fark etti çocuk. Kasketinin altından bakan deli gözlere takıldı. Adam sayfaları karıştırıyordu, “Dert etme” dedi. Sonra denizin üzerinde uzayıp giden ufka baktı. Tarihin derinliklerini araştırırmış gibi bir hali vardı. Gözleriyle uzakları işaret etti, “Bak açacak hava, güneş yüzümüzü ısıtacak, yeryüzünün bütün şifreleri de çözülecek.”
Oralı olmadı çocuk. Kafasını paltosunun içine çeken adama seslendi yine, “Boya ister misin amca?”
….
-
Gözlerin hep derinlerde
Kayıp giden bir yıldız gibi
Gözlerin bir hüzün sarkısı
Bir masal kuşu konar düşlerine
Açılır kapısı çocuk yalnızlığıdır
Kendini dinlemekten yorgun düşmüş
İnsanlar
Kendi izini arayan umarsız bir dünya
Bak nasıl da sancılı
Bak nasıl da çözülüyor
Bak nasıl da fırtınalı
Yeniden ulaşmak için kendine<<<
Metin Kemal KAHRAMAN...
-
Geceleyin karanlıkta
Suya attım ben sesimi
Türkü oldu birdenbire
Denizinden geçen gemi
Geceleyin karanlıkta
Gülümsedim buluta ben
Saçlarına düşen yağmur
Gökkuşağı oldu birden
Geceleyin karanlıkta
Yıldız tuttum gök içinde
Işığını sana vurdu
Bir gül açtı yüreğinde
Ülkü TAMER
-
Uyuyup uyandığımda , eline dolandığım
Ateş olup yandığımda
Ateş olup yandığım
Yandığım yandığım off
Türkülerin vurulduğu zamandır şimdi
Zamandır şimdi
Zamandır şimdi off
Dost diye bildiğimde yalvar yakar olduğum
Yollarına öldüğümde
Yollarına öldüğüm
Öldüğüm öldüğüm off
Kuşların vurulduğu zamandır şimdi
Zamandır şimdi
Zamandır şimdi off
Geçmişi geleceği kurdun kuşun böceğin
Tuz ile ekmeğinde
Tuz ile ekmeğin
Ekmeğin ekmeğin off
Harman olup yorulduğu zamandır şimdi
Zamandır şimdi
Zamandır şimdi off
Zülfü LİVANELİ...
-
Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın
solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana
çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim
üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar
Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni
Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum
Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma
kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben
öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu
Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız
sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...
Arkadaş Zekai ÖZGER... (seni kucaklayarak sayıyoruz/
Yıldızları
-
"1) Siyasi parti faaliyetleri yasaklanmıştır. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alınacaktır.
2) Kamu düzeni ve genel asayiş gereği olarak DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durdurulmuştur. Bu kuruluşların yöneticileri Türk Silahlı Kuvvetlerinin güvencesi altına alınmıştır.
3) Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç diğer bütün derneklerin faaliyetleri durdurulmuştur.
4) Bu hafta sonu yapılacak bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca spor faaliyetlerine bilahare izin verilecektir.
5) Bankaların faaliyetleri ikinci bir emre kadar durdurulmuştur. Güvenlikleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca sağlanacaktır.
…….
Org. Kenan EVREN
Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı"
Evet bütün bu yasaklamaları ve daha nicelerini yaptılar. 650 bin insanı gözaltına alıp işkence tezgahlarından geçildiler. 1.5 milyondan fazla insan fişlendi. Faili meçhullar, kayıplar vs... Ama bir şeyi engelleyemediler! Yeniden doğumları. Yeşil kuytuda da olsa boy vermeyi sürdürdü.
Tarihin derinliklerine gömülen, biten bir şey yok. Şarkımız sürüyor!
-
-
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde
susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar
diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla
yüreklerinin.
Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza,
sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine
yuvarlanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş
ışıksız lekeleri.
Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,
suskun çamuru küremek için kentin gölgeli
sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne
birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın.
Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek
sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa
ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler,
toplandılar o anıtın çevresine.
Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları
çocukları ve alkışlarıyla, yoğurt mayalar gibi geldiler,
pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.
Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda
ve adını değiştirdiler ülkenin.
Kemal ÖZER
(Zonguldak'ın kaçak madenlerinde çalıştırılan, kaçak köle çocukların ölümünün ardından, bir rapor dahi yazılmayan Zonguldak' ın Yaşsız Emekçilerine...)
-
Kuş gribinde ölümlerin suçlusu tavuk-yumurta piyasasının selameti için gerekli tedbirleri almayıp, meclis lokantasının menüsünden tavuğu çıkartan, televizyon ekranlarından "Gönül rahatlığı ile tavuk yiyebilirsiniz" deyip kendileri aynı ekranda önlerine konulan tavuğa el sürmeyen sermaye uşaklarıdır. Patronların ortak kasası olan hazineden bölge halkına tavuklarını teslim etmeleri için ikna edici bir ödeme yapılsa idi, kimse tavuğunu saklamaz, teslim etmek için sıra oluşturulurdu. Koçyiğit kardeşlerin katili patronlar ve kuklalarıdır. Ölümlerin suçlusu defalarca salgın yaşanmasına rağmen üç kuruşluk maskeyi bile depolamayanlardır.
Erdoğan insanların gözünün içine baka baka "Öğretim üyesi arkadaşlarımız da açıkladılar. Orada bir gecikmenin olmadığını hepsi de söylüyorlar. Hepsi anında olaylara müdahil olduklarını söylüyorlar” diyor ama 3. ölümün gerçekleştiği Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesine 40 kilometre uzaklıktaki Güllüce Köyü'ndeki kuş gribi şüphesi duyulan çocuklara ulaşmak, devletin tam 7 saatini aldı.
çürümüş düzen/çürütür...
-
Geleceğim bazen, uykudayken sen
Beklenmedik uzak bir konuk gibi
Sokakta bir başıma koyma beni
Kapıyı sürgüleme üstümden.
Usulca girecek bir yere ilişeceğim
Bir zaman, karanlıkta, bakacağım yüzüne
Görüntün doyasıya dolunca gözlerime
Seni kucaklayacak ve çıkıp gideceğim...
Nikola VAPTSAROV...
-
Radikal veya liberal bütün eğilimleriyle Türkiye’de sol hareket, toplumsal-siyasal yaşamdaki ağırlığı ve prestij bakımından bugün son 40 yılın en etkisiz ve itibarsız dönemini yaşıyor.
Siyasal bir körlükle gerçeğe gözlerini kapatarak kendilerini avutmayı sürdürenler hala var belki ama, devrimcisiyle de liberaliyle de sol bugün Türkiye’de “marjinalleşmiş” durumda. Öyle ki, devletin resmi belgelerinde bile, ciddi bir tehlike ve tehdit olarak görülmüyor artık.
Üstelik sistemin ve rejimin derin bir kriz içerisinde debelendiği, sınıf çelişkileri ve toplumsal kutuplaşmanın keskinleştiği, orta sınıflar içerisinde dahi çıkışsızlık duygusu ve alternatif arayışlarının arttığı bir tarihsel kesitte yaşanıyor bu olgu.
Tarihin ironisine bakın ki, “marjinallik” suçlamasını bir zamanlar devrimci radikal güçlere karşı bir küçümseme ve saldırı vesilesi yapan ÖDP ve EMEP gibi liberaller de aynı pejmürde haldeler. 12 Eylül sonrası birinci tasfiyecilik dalgasının başını çeken bu liberal dönekler takımı, bugün inkarın da inkarını yaşıyorlar ama nafile.
Devrimci sol güçler açısından ise işin asıl acı ve sarsıcı olması gereken tarafı, bu sonucun asıl olarak solun kendisinden kaynaklı olması. 12 Eylül döneminden farklı olarak sol bugün, burjuvazi ve gericiliğin çok yönlü saldırılarının kendisini aşan sonuçlarından dolayı değil, bundan da önce ve asıl üzerinde durulması gereken nokta olarak kendi akıl almaz hatalarının, aymazlık ölçüsündeki dargörüşlülüğünün, siyaset yapma tarzından örgütlenme ve mücadele biçimlerine kadar her konuda esiri haline geldiği tutuculuğun... fakat asıl olarak ‘sol’ kimliğini ve kişiliğini kaybetmesinin sonucu kendi kendini “marjinalleştirdi”.
Turkiye’de sol hareket, her şeyden önce, kendisini başkalarından ‘farklı’ kılan ve ‘sol’ yapan sosyalizm idealini ve sosyalist idealizmini kaybetti. Bu kimlik ve kişilik kaybı, kapitalist sistemde ve ona bağlı olarak ülkedeki ‘değişimi’ görememekle de birleşerek başka bozulmaları da beraberinde getirdi.
Bu ülkede sol artık etkili bir muhalefet dahi olamayacak ölçüde ‘iktidarsızlaştı’; ‘yenilenmenin öncüsü’ olmaktan çıkarak ‘tutuculaştı’; ‘dünyayı değiştirme’ iddiasına uygun bir enerjinin sahibi ve temsilcisi olmaktan çıkarak kendini dahi değiştiremeyecek ölçüde ‘mecalsizleşti’; toplumdan en başta da asli sosyal tabanını oluşturan işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlardan koparak ‘cemaatleşti’, daha da kötüsü kimi bölükleri, kimi yönleri ve kimi özellikleriyle düpedüz ‘lumpenleşti’.
Devrimci hareket asıl kan kaybını ‘90’lı yılların başlarından itibaren yaşadı. Hareketin sosyal dokusu, siyaset anlayışı ve kültürü asıl olarak bu yıllardan sonra deforme ve dejenere oldu. Hareketin son 40 yıllık tarihinin hiçbir döneminde rastlanmayan akıl almaz tutumlar ve politikalara, “devrimcilik” adına bu yıllarda tanık olundu. Devrimciliğin doğasına olduğu kadar etik değerlerine de taban tabana zıt yöntemler ve uygulamalar, bulaşıcı bir hastalık gibi bu yıllarda yayıldı. Ve bunlar her ne kadar devrimci hareketin sadece bazı bileşenlerine ait, tekil veya istisnai örnekler olsalar dahi toplum tarafından faturası hareketin geneline kesildi; çünkü oportünist bir siniklik ve sinizmle hareket eden diğerleri tarafından da bunlara karşı net ve ilkeli bir tavır alınmadı.
Geçmişte maddi güç bakımından en cılız olduğu dönemlerde dahi bu ülkede sol’un sayısal gücünün kat kat üzerinde bir manevi-entelektüel ağırlığı ve saygınlığı vardı. Sol bugün asıl bu manevi otorite ve saygınlığını yitirmiş durumda. ) Yani sorun salt maddi bir güç olamama, devrimci literatürdeki yerleşik tanımıyla ‘kitlesellik’ sorunu, bu noktada yaşanan bir yetersizlik ve tıkanma sorunu değil.
Gerçi bu da bir vakıa ve sol hareketin bugünkü etkisizliğinin temel bileşenlerinden biri. Fakat toplumsal-siyasal yaşamda ağırlığını hissettiren bağımsız ‘politik bir güç’ olabilmenin zorunlu gereklerinden biri olarak bu konudaki zayıflık dahi, tartıştığımız olgu açısından neden değil bir sonuç. Arayış halindeki bir toplumun ezilen emekçi yığınlarının bile görüş alanı içerisine giremeyen, eskiden beri sol hareketin tabanını oluşturan toplumsal kesimlerin dahi saygı ve güvenini kaybetmiş bir hareketin, kitlelerle büyük ölçeklerde, yaygın ve kalıcı bağlar kurabilmesi de elbette olanaksızdır.
Kaldı ki devrimci açıdan siyasette ‘güç olmak’, salt kafa sayısının azlığı veya çokluğuna bağlı bir ‘nicelik’ sorunu değil, ondan da önce bir ‘nitelik’ sorunudur. Devrimci bakış açısıyla siyaset, Lenin’in benzetmesiyle “Aritmetikten çok cebire benzer”. Sayıların önüne gelen bir eksi, görünüşteki büyüklükleri bile değersizleştirir. Peşinden sürükleyebildiği güçler itibariyle de hali ortada olan devrimci hareketin asıl kaybı, gücünün önüne kendi elleriyle çektiği bu eksiden kaynaklıdır.
Türkiye devrimci hareketi bugün içinde bulunduğu etkisiz ve itibarsız durumdan çıkabilmek için, önce kendini aldatmaktan vazgeçerek gerçeği kabullenme cesaretini göstermeli; sonra da hiçbir kaçamağa başvurmadan bu sonucu doğuran nedenleri doğru tespit ederek bunların üzerine gitme konusunda daha büyük bir cesaret sergilemelidir.
Aksi bir tutumda ısrar da sürdürülebilir elbette. Fakat bunun sonucu, politik-tarihsel bakımdan sancılı bir tükeniş ve silinip gitmekten başka bir şey olamaz. Bu arada büyük fedakarlıklar ve acılar pahasına yaratılıp yaşatılmaya çalışılan devrimci değerler ve güçlerin sorumsuzca harcanmasının tarihsel sorumluluğu da büyümüş olur.
-
seni bileklerim uçarıyken sevmiştim
mağrur bir edayla bakıyordun dağlardan
köpükler saçarak dövünen ırmak
dudaklarında pembeleşen kabarcıklarla
taze çayırlara karışırken
ve toprak
serin bir rüzğarı emerken her sabah
arkadaş olmuştum ateşli duygularla
ey hayat
seni bileklerim uçarıyken sevmiştim
üzümü mayhoşken koklamak isteyen çocuklar gibi...
-
dört duvar dört dönerim
kaç gecedir yoksun oğul
bıçak bilenir etimde
başında toprak beton mu oğul?
bin yıl yatarım sevdana
onurumsun susmam oğul
yüreğim kopmuş geliyor
devrime kadar düşmem oğul
yere göğe koymazdım seni
çaldılar dalımdan oğul
ecelin önü alınmış
olanca canım sana aksın oğul
-
SON İSTEK
Bitki olacaksam
Çayır çimen olayım
Aman baldıran değil
Yol altında kalacaksam
Gelin arabaları geçsin üstümden
Çelik paletler değil
Üstümde çocuklar koşuşsun
Ne kaçan ne kovalayan
Askerler değil
Kerpiç yapacaksanız beni
Okullarda kullanın
Cezaevlerinde değil
Soluğum tükenmez de kalırsa
Islık öttürsünler
Aman ha düdük değil
Kalem yapın beni kalem
Şiirler yazan sevi üstüne
Ölüm kararı değil
Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında
Sakın ola ki
Silahlarla değil
Aziz NESİN... (Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum-uz senin gibi)
-
KARGALARIN SEÇTİĞİ PADİŞAH
Bir varmış, bir yokmuş... Eski çağlarda, ülkenin birinde bir zavallı kişi varmış. Günlük yiyeceğinin bile yoksunu, çulsuzun biriymiş. Ama kötü yürekli de değilmiş hani... Bütün isteği başkalanna iyilik etmekmiş. İyilik etmek istermiş istemesine ama, bunun nasıl yapılacağını da pek bilmezmiş. Sıksık,
- Aaah ah, dermiş, bir gücüm yetse de şu insanlara hep iyilik etsem... Bu sözleri duyanlar sorarlarmış:
- Peki, nasıl iyilik edeceksin? 0 da,
- İyilik işte, dermiş, herkese iyilik edeceğim... Hele o günler bir gelsin, ben bilirim nasıl iyilik edeceğimi...
Günlerden bigün dağ başında, «Tanrım bana yardım etse de, ben de insanoğluna iyilik edebilsem.» diye mınl mınl mınldanırken, arkadan gelen bir yolcu, yaklaştıkça adamın bu sözlerini duymuş.
- Merhaba oğul!.. demiş.
İyilik yapmak isteyen adam başını çevirince, ak sakalı göbeğine kadar uzanmış bir yolcu görmüş.
- Merhaba baba... demiş.
- Nedir öyle kendi kendine konuşuyorsun, Tanrıdan bişeyler istiyorsun? Adam derdini, insanlara iyilik etmek için nasıl içinin yandığını dilinin döndüğü kadar anlatmış.
Ak sakallı adam,
- Senin gibi çok kişi başkalarına iyilik yapmak istemiştir çimdiyedek. Bu iyiliğin nasıl yapılacağımı bilseydin, bu kadar çok iyilik yapmak istemezdin. İnsanlara iyilik yapmak, kötülük yapmaktan daha zordur. Dünya kuruldu kurulalı bunu becerebilen çok az kişi çıkmıştır... diye adama akıl vermişse de, o dinlemez,
- Ah, demiş, ben başkalarına benzemem. Hele bir öyle yere geçsem, bütün kötülükleri kaldıracağım yeryüzünden. Aç, susuz kalmayacak. Çıplak, çulsuz kalmayacak. Kavga dövüş kalmayacak... Bütün işleri yoluna koyacağım.
Ak sakallı,
- Çok istiyorsun ama, demiş, yapmak istediğin işin nasıl yapılacağını bilmiyorsun. Senden önce de senin gibi yapmak istedikleri işi bilmeyenler çok geldi geçti. Öbürü,
- İyilik yapmaktan kolay ne var yeryüzünde... demiş.
Sakallı da,
- Eh, demiş, demek o kadar çok istiyorsun iyilik yapmasını, öyleyse buralarda durma. Durmadan gez dolaş... Öyle bir yer gelir, öyle bir zaman gelir, sen de istediğin yere yükselirsin...
İyilik yapmak isteyen kişi, ak sakallının yalnız son sözlerini dinlemiş, almış başını yürümüş... Orası senin, burası benim, yıllar yılı gezimş dolaşmış. Her gittiği yerde, insanoğluna iyilik yapmak için, nasıl içinin yanıp tutuştuğunu anlatmış.
Yine böyle gezip, dolaşıp dururken, bütün gün, sonra bütün bir gece yürümüş, gökbitimi ışırken, uzakta bir kent görünmüş. Bu kent çepçevre kale duvanyla çevriliymiş. Kente girilecek kapıyı bulmuş, içeri yönelmiş. Kapıdan kentin alanına girince şaşırmış kalmış. Nası şaşırmasın... Alan insanla dolu... Ben diyeyim yüzbin kişi, sen de üçyüzbin kişi... İnsan yığınının ucu bucağı görünmüyor. 0 da kalabalığın içine dalmış. Her kafadan bir ses çıkıyormuş. Adam, konuşulanlara kulak vermiş. Şöyle diyorlarmış:
- Yurttaşlar! Ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Beni padişah yapması için kargalara söyleyin. Kargalar beni padişah yapsınlar. Göreceksiniz. sizlere çok iyilikler edeceğim. Bu kentin ırmaklarından şerbetler akacak, kaldırım taşları altından olacak. Yağmur yerine gökten şurup yağdırtacagım. Bir eliniz yağda, bir eliniz balda olacak. Her Tanrının günü baklava börek yemekten artık bıkıp usanacaksınız. Öyle rahat edeceksiniz ki, rahat sizi rahatsız etmeye başlayacak. Sayın yurttaşlarım! Söyleyin kargalara, beni padişah yapsınlar.
Bütün ağızlardan hep bu sözleri duyan adam şaşırmış. Bir de yanındakine bakmış ki, yıllarca önce kendisiyle bir dağ başında karşılaştığı ak sakallı göbeğindeki yaşlı adam değil mi...
- Merhaba baba... demiş. Sakallı da,
- Merhaba oğul... demiş.
- Görüyorum,bu kentte herkes bitürlü konuşuyor. Öyleyse neden bağınp çağırıyorlar?.. diye ak sakallıya sormuş. Ak sakallı,
- Herkes salt kendisinin iyilik yapabileceğini sanıyor, ama bu iyiliği nasıl yapacağını bilmiyor da ondan... demiş.
- Bu insanlar hep böyle bağırışırlar mı?
- Hayır. Seçimden seçime bağırırlar. Burada yılda bir seçim olur. Seçim zamanı gelince herkes kendisinin seçilmesini ister.
- Neden?
- Çünkü herkes salt kendisinin iyilik yapacağını sanır. Hepsi de iyilik yapmak ister. Kötülük yapmak isteyen hiç yoktur.
- Ne seçilir burada?
- Padişah seçilir... Bu ülke başka ülkelere benzemez. Başka ülkelerdeki gibi, burada padişahlık babadan oğula kalmaz. Her yıl halkın içinden yeni bir padişah seçilir. Seçilen padişah, söz verdiği gibi halka iyilik yaparsa padişah kalır, yapamazsa ertesi yıl yeni seçim yapılır. Şimdiyedek bir yıldan çok padişahlık eden çıkmadı.
- Peki, neden «karga, karga!» diye bağırıyorlar?
- Bu ülkede padişahları kargalar seçer de ondan böyle bağırıyorlar.
Derken hava birden kararmış; Gökyüzünü bir karga bulutudur kaplamış. Karga bulutlarından güneş görünmez olmuş. Kargalar insanların tepesinde uçuşup gak gaaak diye bağırışırlarken, insanlar da,
- Karga kardeş, karga kardeş, aman beni seç!. diye onlara yalvarırlarmış. Kargalar böylecene bağıra, uçuşa dursun, içlerinden iri bir karga yere doğru süzülmüş, iyilik yapmak için dağ bayır dolaşan adamın başının üstünde dönmeye başlamış. Dönmüş, dönmüş, en sonunda gak diye pislemiş. Sonra yine göklere yükselmiş.
- Üçte bir padişah oldun, üçte bir padişah oldun! diye adama ünlemeye başlamışlar.
Neye uğradığını şaşıran adam da, yanındaki Aksakal'a,
- Nedir, ne oluyor?.. demiş. Aksakal,
- Burada padişah seçimi işte böyle olur, demiş. Bir karga, birinin başına üç kere pislerse o kişi bu ülkeye padişah seçilir. Sen şimdi üçte bir padişah oldun, demektir. Dua et de, karga yine senin başını seçsin.
Demeye kalmamış, karga yine fır dönüp o adamın başına bir daha etmiş. Alanı dolduranlar,
- Üçte iki padişah oldun, üçte iki padişah oldun!.. diye bağırmışlar.
Karganın üçüncü işini de yine o adamın başına yapmaması için, herkes kendi başını açip,
- Karga kardeş buraya, karga kardeş buraya!. diye seslenerek kargaya yalvarıyormuş.
Karga bu sözleri dinlememiş. Üçüncü kere de yine o adamın başını seçmiş. Bunun üzerine adamı,
- Padişah oldun!.. diye alıp sallasırt ederek, omuzlannda saraya taşımışlar. Adam padişah olunca, kendisini padişah yapan kargalann bu iyiliğini unutmamış. Bütün bostanlardaki, tarlalardaki bostan korkuluklarının kaldınlması için bir ferman çıkarmış. Kargaları taşlayan, kışlayanlan mahkemeye verip cezalandırmış. Bununla da kalmamış, her evin kargalara günde bir avuç yem atmasını buyurmuş.
Halk, mırıl mırıl mınldanmaya başlamış ama, padişahın gozü kargalardan başkasını görmüyormuş. Böylece ilk yılı geçirmişler. Yeni seçime girmişler.
O ülkenin kişileri yine kentin alanına toplanmışlar. Yine herkes kendisinin seçilmesi için kargalara yalvarmaya başlamış. Yine hepsi de insanlara iyilik yapmak istediklerini söylüyorlarmış. Kargalar bulut bulut gelmiş. Yine gök kararmış. Gak sesleri göklerde uğuldamış. Her yıl padişahı bir karga seçerken, bu yıl, padişahtan gördükleri iyiliğe teşekkür için, on karga birden gelip, eski padişahın başına üçer kere pislemişler. O adam yine padişah olunca kargaların bu iyliğini unutmamış, herkesin evinde yirmi karga beslemesini zorunlu kılmış. Kargalara, soğuktan, rüzgardan korunmaları için yuvalar yaptırmış. Kargalar beslene beslene büyüdükçe büyümüş, yağlandıkça yağlanmış. Her bir karga bir hindi kadar olmuş.
Derken yine seçim zamanı gelmiş. Padişahı hiç sevmeyen halk mınldanmış durmuş, ama neye yarar, bu seçimde hindi kadar yüz karga birden üçer kere, yine eski padişahın başını beğenmişler.
Üçüncü kere padişah olan adam,
- Kargaların üstünde hiçbir bit bulunmayacak... Bitler ayıklanıp, kargalar temizlenecek. Kargaların ayaklarını cilalayacak, gerilerini yağlayacaksınız! diye ferman çıkartmış.
Kargalar beslene, bakıla, koyun kadar olmuşlar, hem de gündengüne çoğalıyorlarmış. Bir zaman gelmiş, çoğalan, irileşen kargalar kente sığışamaz olmuş. Yine seçim zamanı gelmiş. Bu seçimde padişaha daha çok teşekkür için, beşyüz karga birden üçer kere yine eski padişahın başını beğenmiş.
Padişah da, kargalara o kadar iyi baktırmış ki, kargalardan kendilerine kentte yer kalmayan insanlar, evlerini, yurtların kargalara bırakıp, dağlara bayırlara düşmüşler. Beslenen kargalar sığır kadar irileşmişler.
Bir seçim daha olmuş. Havada sığır kadar iri kargalar uçmaya başlamış. Onların gürültüsünden kulaklar sağır oluyormuş. Kargalar, padişaha olan borçlannı ödemek için, bu sefer hep birden gelip, padişahın tepesine teşekkürlerini bırakmışlar.
İnsanlar, yeniden seçilen padişahı saraya götürmek için yaklaşınca bir de bakımışlar ki, karga tersinden bir tepe... Padişah da bu tepenin altında boğulmuş, ezilmiş. Oradaki insanlar, sevinç içinde, yeniden,
- Karga kardeş, beni seç. Karga kardeş, beni seç!.. diye bağrışmaya başlamışlar.
GÜNÜN ŞİİRİ
- Şiir Forumu
Gönderi tarihi:
Belki de sahiden bırakacaksın beni.
belki de ben bırakılması elzem
en zararlı alışkanlığım.
Belki bir hata idi benle olmak
ve hayaller kurmak.
hayallerin hepsi de
işkembe-i kübradan sallanmış şeyler
ki sırf belki de sırf
senin ellerini tutmak
ve ensene arkadan
bir öpücük kondurmak için
belki de.
belki de dünya zaten dönmüyor,
ve Pakistan'da binlerce kişi ölmedi depremde
ve donmuyor kalanları.
Şırnak'ta sevgi yok belki de,
elleri ve yüreği olan bir sevgi.
belki de küre zaten yok
ve zaten ısınmamakta yüreği,
erimemekte buzulları,
yükselmemekte denizleri.
Telef edilmiş kuşlar,
ve hatta kuş gribi yok belki de.
Belki gökyüzü bile yok.
Belki sen yoksun,
belki de ben.
Belki ve belli ki
biz yokuz sade bu dünyada,
sevgi var bizden öte
öteden beri.
Abdullah ANAR