Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Liderler

  1. Radya

    Radya

    Φ Süper Üye


    • Puanlar

      1.553

    • İçerik Sayısı

      12.250


  2. İNTERLOCK

    İNTERLOCK

    Φ Üyeler


    • Puanlar

      948

    • İçerik Sayısı

      4.060


  3. gloria

    gloria

    Φ Süper Üye


    • Puanlar

      934

    • İçerik Sayısı

      10.252


  4. simin

    simin

    Φ Üyeler


    • Puanlar

      546

    • İçerik Sayısı

      1.449


Popüler İçerikler

27-03-2012 bütün bölümler gününden beri en yüksek saygınlığı olan içerik fgösteriliyor

  1. merhabalar.. merhabalar efenim... şu sıralar içime "hamide" kaçtı böylee yat gelip yanlarım uyuşana kadar yatasım var... bu hamide bizim gelin olur kendisi. aynı zamandada annemin köylüsü ama annemler muhacir mahallesi diye ayrı bir mevkiye konuşlanmışlar 1956 yılında göçmen olarak geldiklerinde türkiyeye.... bu köyün genetik özelliği hepsi pasaklıdır kadınları ellrinden hiç bir iş gelmez... yata yata çürümüş haldedir içleri... bizim muhacir mahalle harici köy almış başını yürümüştür çünkü kimse kimseden farklı değildir örnek alıp temizlik yapma gereği duymazlar. yıllardır bu gelinlede bizim başımız dertte.. ben evine girmek zorunda kaldığımda asla hiç birşey yeyip içmem hep tokumdur.. suyum çantamdadır ve hiç tuvaletim gelmez. asla yatıya kalıcak vaktimde olmaz.. ve çok çok kızarlar hiiç bişi yemiyorsun diyee ama yiyememmmm yiyememm işteee... sigara içer bu hatun yan gelip yatarken kirden yosunlaşmış henüz yeni alınan koltuk örtüleri kirlenmesi 2-3 haftadır ve yıkanmaz kirlenirse atılır çöpee o yosunlaşmış koltuklarda yan gelip sigara içerken sigarası bitince avucuna tükürür bu hamide sigarayı onda söndürür kalkar balkondan atar elini eteğine siler sıvazlar gider bir neskafe yapayım der meselaa misafireeee... ben nasılllllll yer içerim ayyyyy öyyyyyyyyyyy böööğğğğğ 28 yıllık ailemizde gelin olmuş birkere dayım güzelliğine vurulup kaçırmıştır bu hamideyi.. ama 28 yıldır her hafta dayım kırar döker ortalığı kavga eder evi temizlesin yada eve getirilen sebzeden bir yemek yapsın diye ama yok yani içine kaçan o şey neyse bir türlü çıkmaz hamideden kaldırıp kendini hiçbir iş yapmaz. hiç çıkmadığı bir " verin yeeealim, örtün uyuluuum" modunda.. yöresel şiveyi açıklarsak "verin yiyelim, örtün uyuyalım " okadar hazırcı bir karekterdir kendisi. yan gelip yatmaktan bel fıtığı, obezite v.s gibi rahatsızlıklarıda vardır hergün dizleri ağrır hep hastadır ama bir insan nasıl yerinden kalkmadan tüm gün yatar televizyon karşısında ben anlamadım arkadaş. işte bende şu son zamanlarda işe gitmiyeyim, tüm gün yatağımdan çıkmayayım, arayayım yemek dışardan gelsin, çamaşırlar yıkanmadan kirlenince çöpe atılsın yenisi alınsın... çamaşır suyuda neymiş diyebilsem keşke... sürekli ellerimi yıkama krizlerim olmasa. kaşınmasam bir gece duş almadan yatsam... bütün bunları obsesif kompülsif biri olarak yapabilmeyi, içime hamide kaçmasını çoook istiyorumm en azından 2 günlüğüne.. tanrı bir güzellik yaparmıki bana... umutsuzum....
    6 puan
  2. Şimdi artık neden o telefonlarıma cevap vermediğini biliyorum, meğer sen yokmuşsun, gitmişsin, bir elveda bile demeden gidivermişsin, kıymışsın o güzel cana… Oysa o can benim huzur arayışımdı, benim huzur kelimesiyle tanımladığım, benim yanında huzuru bulduğum bir insan kendi içinde nasıl bu kadar huzursuz olabilirdi ki… Biz seninle her şeyi konuşuyorduk, gurur yapıp kendi kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri bile birbirimize itiraf ediyorduk. Biz birbirimizin farkındaydık, biz birbirimizi gölgelerimizle sevmiştik, sen benim gölgelerimi gören tek kişiydin ve ben de senin bütün gölgelerinden haberdardım. Ne çok şey var seninle ilgili hayatımın içinde… Saatlerdir o şeyler beynimde birbirini kovalayıp duruyor, bir arkadaşım mektup yaz dedi, veda et dedi, veda etmeye çalışıyorum şu anda sana… Hem yazıyorum hem konuşuyorum, konuştuğum her şeyi yazmaya çalışıyorum, yetiştiremiyorum… Anılar… Offf çok fazla… Çok canımı acıtıyor şu anda… Hani bir şişe tekila alırdık, kusana kadar içerdik, en çok da ben kusardım ve sen her defasında temizleyen olurdun, benden miden bile bulanmazdı. Yemekler yapardın bana, benden bir saat önce kalkar kahvaltı hazırlardın. Ara sıra küserdin bana, aramazdın, açmazdın telefonlarımı… Ama ama ben yine öyle sandım, küstün sandım bana, açmadın telefonlarımı, açılmadı o telefon bir daha da… Sabırla bekledim, nasılsa arayacak dedim, aramadın. Aramayacakmışsın bir daha da… Ben şimdi nerede bulacağım o huzuru? Film izlerdik sabahlara kadar, filmler bitene kadar, sonra biterdi, sen Beşiktaş’a giderdin, beni arardın, almak istediğin filmleri sayardın, seç bir tanesini derdin, seçerdim, alırdın, sonra onları izlerdik. Sonra yine küserdin bana, ben hiç küsmedim ama sana… Küstüğünü bilirdim sana gelirdim, hemen barışırdın, görünce barışırdın. Bu sefer gelmedim, bu sefer de ben gelmeni bekledim. Ama gelmeyecekmişsin, bekledin mi yoksa? Biz seninle hiç gülmedik, hiç komik şeyler yaşamadık, biz hep hüzündük seninle birlikteyken, yazardık, okurduk, ağlardık ama hiç gülmezdik, hiç öyle kahkahalarla güldüğümüzü hatırlayamıyorum. Biz çünkü herkesten gizlediğimiz hüznümüzü apaçık gösterirdik birbirimize… Hiç öyle maskelerimizle dolaşmadık birlikteyken, biz çırılçıplaktık birbirimize karşı. Korunmasız, savunmasızdık. Zaten neden koruyup, neden savunacaktık ki kendimizi birbirimizden.. Sabrettim, sabrediyordum, sabredeceğim de artık… İçimde şimdi senin açtığın bir yara var, orada öyle duracak, kimi zaman seni hatırlatacak, kimi zaman susacak… Nasıl yaptın kendine bunu, ne oldu ha ne oldu da yaptın? Soru yok, huzur istedin belki de, biz veremedik o huzuru sana belli ki, yükün ağırdı, taşıyamadın belki, yardım edemedik taşımana, sen de bıraktın öyle bir kenara onları ve gittin ha? Benden hayatımdan, hayatından, hayatlarımızdan öylece çekip gittin? Bitiyor cümlelerim, seni affetmek isterim, seni affediyorum. Yazıyorum çünkü okursun, yazdığım her şeyi okuyordun, hatta onları bir kenarda saklıyordun, bunu da okursun… Oku ve affettiğimi bil, çekip gitmeni affediyorum. Huzur bul artık… Huzur içinde uyu… Ve hep bana dediğin gibi, bir çiçek ol… Seni seviyorum… Umay Umay dinleyelim hadi, hep sevdin sen onu... Bak şimdi senin için çalıyorum...
    5 puan
  3. İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar: "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..." Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diğer elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?" Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der. Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar. Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir: "Eğer 20 TL lik alırsam oyun biter."
    5 puan
  4. DAN BROWN - BAŞLANGIÇ KİTABINDAKİ TÜM RESİMLER, GÖRSELLER ve SANAT ESERLERİ Yıllar önce Dan Brown'ın Cehennem kitabı için böyle bir sayfa açmıştım. Kitapta geçen bütün görsellerin fotograflarını metinleriyle birlikte buraya yüklemiştik. Gelen yorumlardan anladığım gayet işe yaramıştı diye düşünüyorum. Şimdi Dan Brown, Başlangıç adlı yeni kitabını çıkardı. Ben de tabii hemen alıp okumaya başladım. Yine aynı sıkıntı, yine aynı merak, daha birinci sayfadan acaba bu bahsettiği yer nasıl bir yer diye merak etmeye başladım. Eeee baktım zamanı gelmiş, açalım yeni sayfamızı. Bu arada bazen yavaş yavaş okuyorum, hızlı olamıyorum, o yüzden resi yükleme konusunda gerinizde kalabilirim. O zaman hemen üye olun diyorum, hem tanışmış oluruz hem de bana yardımcı olursunuz, kaldığım yerden resimleri yüklemenizde hiçbir sorun yok, maksat işe yarasın. Eğer Dan Brown'ın Cehennem kitabına arıyorsanız aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz....
    4 puan
  5. Pansiyon: Çingenem Yer: Karaöz / Kumluca / Antalya Yıl: 2006 Zakkum çiçekleriyle kaplıydı. Salaş mı salaş fakat bir o kadarda sevimli sahipleri vardı. Alçak gönüllü sevecen ve çok güzel insanlardı. Koca bir dağın yamacında sanki kendince ben buradayım diye haykıran bir pansiyondu. Pansiyondan denize veya denizden pansiyona gitmek oldukça çetrefilli bir yürüyüş gerektiriyordu ama çok neşeli bir yürüyüş... Acaba hala orada mı? merak ediyorum. Oraya yolu düşen birisi lütfen yazsın...
    3 puan
  6. Dilinin sürekli olarak kırık dişinin üzerine gitmesi gibi yaralarımızla oynayıp durmamız. İyileşmek, iyi hissetmek gibi bir kaygımız görünürde olsa da içten içe o acıyı, ağrıyı çekerken kendimizi önemli sandığımız için mi, iyileşmesine izin vermiyoruz. Sanki o yara iyileşirse yaşadıklarımız da o yarayla birlikte kaybolup gidecek. İnsan geçmişte yaşadıklarını unutmaya başladığında nasıl bir insan olabilir ki? Geleneksel anlayışa sahip toplumlarda değişimlere karşı direnç göstermek sanki doğuştan verilen bir yetenek gibidir insana. Bilincin ötesinde bir refleks gibi değiştiğini hissettiği anda karşı koyar. Çoğu zaman bunun farkında bile olmadan, karşı koyuyor gibi değil de, kendini koruyor gibidir. Oysa tek yaptığı kafasını toprağa gömmektir. Bunu fark etmemek için daha çok kapatır kendini. Bir süre sonra kopar gerçeklikten. Başka, başkasının gerçeklerine sahip çıkmaya savunmaya başlar. Çünkü başkasının sahip olduklarını savunmak kendi sahip olduklarını savunmaktan her zaman daha kolaydır. Kaybetse bile zarar görmeyeceğini bildiği için rahattır. En fazla başka bir gerçeklik bulup ona sığınır. Başkalarının parasıyla kumar oynayıp sürekli kazanan ama beş kuruşu olmayan bir kumarbaz tanıdım. Neden diye sordum. Neden kendin için oynayıp kazanmıyorsun ve bu sefaletten kurtarmıyorsun kendini? Oynadığını söyledi eskiden. Herşeyini kaybettiğini. Kaybetme ve sonrasında bu kaybetme duygusuyla karşı karşıya kalma korkusunun tüm benliğini ele geçirdiğini, doğru zaman da doğru riskleri alamadığını ve bu yüzden kaybetmeye mahküm olduğunu. Çok yetenekli ve akıllı olsalar da çalıştıkları iş yerlerinde yükselip mevki sahibi olmak yerine daha az kazanmaya tamah edip hayatları boyunca yerlerinde sayan, hesaplayamadıkları bir felaket başlarına geldiğinde ise kaybolup giden insanların da açıklaması çok farklı olmayacaktır. Bir gün tamamen yıkılıncaya dek almadıkları risklerin rehaveti ve rahatlığıyla oldukları yerde saymayı tercih ederler. Kaybetmek istemezler. Çünkü oynadığın kumarda orataya koyduklarının büyüklüğü, sonrasında olacakları düşündüğünde başına gelecek felaketin de büyüklüğünü gösterir insana. Tüm elindeki yetenekleri aklı ve tecrübeyi başkalarının kazanması için harcar dururlar. Kaybedecekleri en fazla standart bir iştir ve bu işi her yerde bulabileceklerini düşündükleri için algıları korkuyla gölgelenmez. Bu yüzden başarılıdırlar ama bu başarı diğerlerine hizmet eder. İnsanın ruhundaki yaralarla elindekileri kaybetme korkusu aşağı yukarı benzer şekillerde hayatlarını olumsuz etkiler. Birey bunun farkında olsa bile az önce bahsettiğim nedenlerden dolayı ikisinden de vazgeçemez. Bir kadının yetişkin olana kadar babasından şiddet ve baskı görmesi onu ne kadar olumsuz etkilese de o kadınların aşık olduğu adamların da babalarına benzedikleri, kimi zaman bunun farkında olarak kimi zaman farkında olmadan o adamları seçmeleri de bu şekilde açıklanabilir. Gelenekçi ve ataerkil bir toplumda yaşıyor olmamız, kocasından ya da sevgilisinden şiddet gördüğü halde yine de ondan vazgeçmeyen kadınların bu davranışını açıklamaya yeterli değil görüşündeyim. Bastırılmış kişilik, özgür bir birey olmanın risklerini almak ve kendi kararlarını vermek yerine, hayatlarını çekilmez kılan erkekleri tercih etmeleri, o erkeklerden gördükleri zararı kendi sorumluluklarının sonucunda kaybettiklerinin vereceği zararla karşılaştırıp bilineni tercih etmeleri, yetenekli ve akıllı odluğu halde mevki sahibi olmak yerine ait olduğu yerde sebat edenlerle, geçmişinden gelen yaraların kapanmasına izin vermeyip o yaranın bilindik acısına sahip çıkıp iyileşmesine izin vermeyenlerle aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Bilinen acı, bilinmeyen acıya tercih edilir. Çünkü yetiştirilirken olasılıkların en kötüsüne hazırlıklı yetiştiriliyoruz. Daha çocukluktan itibaren, terli terli su içme hasta olursun, evden uzağa gitme kaybolursun, annenin elini bırakma seni çingeneler çalar, yalan söyleme Allah baba seni çarpar.... vb. gibi hep olumsuzluk içeren örneklerle kişiliğimiz baskı altında büyütüldük. Elbette ki bu uyarılar doğru ve yerinde uyarılar ama bize bunları yapma dedikten sonra şunları yapabilirsin böyle daha iyi olur diye seçenekler sunulmadı. Bu yüzden biz ne zaman sokağa çıksak ya hasta oluyoruz, ya kayboluyoruz ya da çingeneler bizi çalacak diye korku içinde yaşıyoruz. Büyümüş olmamız bu örnekleri çeşitlendirerek arttırdı sadece bu.
    3 puan
  7. Daha Özgür ve Otantik Bir Yaşam İçin Maskeni Çıkar “Gerçekten kim olduğunuzu bulmak cesaret ister.” ~ E.e Cummings Bu huzursuz edici bir fikir: Çoğumuz olduğumuzu düşündüğümüz kişi değiliz. Çalıştığımız insanlar biz değiliz, ebeveynlerimize ve çocuklarımıza gösterdiğimiz insanlar değiliz ve bazen arkadaşlarımızı gösterdiğimiz insanlar bile değiliz. Çoğumuz yaşamımızı bir dizi maskenin arkasında geçiriyoruz. Farklı amaçlar ve durumlar için farklı maskelerimiz var. Her zaman güçlü, olumlu ve birlikte olan birinin “mükemmel” maskesi; bugünkü toplantı için profesyonel maske; Öğretirken veya tavsiyede bulunduğumuz uzman maske; becerilerimizi sattığımızda ya da mallarımızı tanıtırken ortaya koyabileceğimiz enerjik ve enerjik olanı. Maskelerimiz o kadar rahat ki, çoğu zaman onları taktığımızın farkında bile olmuyoruz. Ama unutmayın maskenin ön yüzündeki kişi siz veya ben değilim. Kendimizi korumak için giydiğimiz maskeler yüzünden yok olduğumuza inanıyoruz çünkü yumuşak konuşulan, giden ya da güçlü olan bu maskeler bizi yansıtmıyor. Maskelerimizin altında gerçek, duyarlı insanlar, fikir ve tutkuları olan insanlar, kızgın ve sabırsız olan insanlar; derin empatik ve şefkatli olabilen insanlar var ama biz değiliz. Gerçek hayatta, sansürsüz bir insanın neye benzediğini hatırlatmak istersek, bir bebekle biraz zaman geçirin. Bu küçük melekler bütün bedenleriyle gülüyorlar ve sık sık ve yüksek sesle yapıyorlar. Eğer zaten konuşuyorlarsa, fikirlerini açıkça ve dürüst bir şekilde dile getiriyorlar. “Beğenme. Daha fazla istemek. Hayır, gitme. ” Soruları, dürüstlükleri ve dünyayı deneyimlemenin tamamıyla bitmemiş bir yolu nedeniyle güzel ve derindir. En önemlisi, bu küçük insanları izlerken, nerede olurlarsa olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar. Bu gerçekliği ve mevcut olma yeteneğini geri kazanmak için tüm yaşamlarımızı çalışıyoruz. Gelişmemiz için biraz zaman geçtikçe trajik bir şey oluyor. Belki ilk kez, kıskanç olmanın uygun olmadığını, acı çektiğimizde ağlamanın dramatik olduğunu veya yüksek sesle sinir bozucu olduğunu gösteren sinyaller verilir. Davranış biçimimizin etrafımızdaki yetişkinleri mutlu etmediğini gösteren sinyaller alıyoruz. Azıcık, biraz da olsa, bir dizi maskeye dönüşen sosyal olarak kabul edilebilir davranışları, yüz ifadelerini, ses hacimlerini ve kabul edilebilir fikirleri benimsiyoruz. Herhangi bir anda, gerçekler, giydiğimiz maskelerin altında, bazen oksijen için çığlık atıyor. Gerçeğimizi aşağıya çekmeye, uyum sağlamaya, daha katı sosyal kabul edilebilirlik kurallarına uymaya zorluyoruz. Kendimizi dünyada ifade etmek için otantik olmalıyız. İç sesimizi indirmeye çalıştığımızda ya da var olmadığını iddia ettiğimizde, savaşır. Vücudumuzun içinde doldurulan, bastırılmış duygular depresyona, uykusuzluğa, fiziksel acıya ve devam edersek kansere ve kalp hastalığına yol açabilir. Bu gerçek. Doğuştan gelenlik bizi hasta ediyor. Neyse ki, otantik benliklerimiz muazzam bir güce sahiptir. Neyse ki, başa çıkma mekanizmalarımızın bu aksaklıkları bizi, kendimizle ilgili en büyük kavrayışlarımıza yönlendirdiği için söylüyorum. Tamamen ve otantik olarak kendileri olduğunu bilenler, dünyayı sarsan bir krizle, olayları nefes almayı ve yaşamı tam olarak yaşamaları altındaki insanları ortaya çıkarmak için yeterince uzun bir süre gevşetmiş olan içgörüler tarafından zorlu olayların ötesine geçtiler. Bu kesinlikle benim deneyimim oldu. Boşanmam bir kriz noktasıydı. On yıl önce bitmiş olmasına rağmen, hayatımın en dönüştürücü tek olayı olmaya devam ediyor. Bir anda, eski hayatımın yarattığı herhangi bir fikir, paramparça edildi. Göz kamaştırıcı netlikle, evlendiğim kişinin nasıl bir rol oynadığını gördüm. Yıllar boyunca davranışlarımı ve hayallerimi, olması gereken şeyi düşündüğüm noktaya sığdırıyordum. O kişinin kim olduğundan bile emin değildim, ama onun daha sabırlı olduğunu ve enerjisinin daha küçük olduğunu ve insanların ezilmediğini biliyordum. Daha da kötüsü, kim olduğumu bile bilmediğimi anlamaya başladım. Olimpiyat atletinin, halkın, eşinin ve annenin maskesini o kadar uzun süredir giyiyordum ki, hala orada olup olmadığımı merak ettim. Evliliğim patladığı zaman, yenilenmiş enerjiye sahip oldum. Bu, kocamın beni başının altında tutmuş olan çürük bir adam olduğu için değildi; Bunun sebebi, acı, kargaşa, olanın şoku, maskemdeki bir şokun kırılmasına neden oldu. Bir hayat krizi beni gerçekliğimi keşfetme yoluna koydu. Tüm bunlar size küçük bir hokey gibi geliyorsa, sevdiğiniz birinin kaybı, iş kaybı, birincil ilişkinin sonu gibi gerçekten zor bir şey üzerinde düşünün. Çoğunlukla bu aşırı kriz dönemlerinde, başkalarıyla derin bağlantılar kuruyoruz - bizi destekleyen arkadaşlar, bir ebeveynin ölüm yatağıyla elimizi tutan kız kardeş. Krizde, insanlar maskelerini bırakabilir ve insandan insana, birbiri için ulaşabilirler. Bu bağlantı hakkında o kadar büyülü ve ferahlatıcı bir şey var ki, pek çok insan, daha sonra asla maske takmalarına geri dönmeyecek. Hayatın yeni bir anlamı vardır ve bağlanma ve yaşama arzusu, gerçek anlamda yaşam için bir slogan haline gelir. Giydiğim maskeleri parçaladığımda, kendimi yaratıcı enerjiyle dolu buldum. Bu, tüm o davranışın oldukça yorucu olduğu ortaya çıkıyor. Olduğumu sandığım kişi olmaya çalışmayı bıraktığımda, ruhumu elektrik akımı enerjisine takmış gibiydim. Kitap yazmaya, ders almaya, resim yapmaya, yoga eğitimi vermeye ve yapmak istediğimi bilinçli olarak bilmediğim her tür şeyi yapmaya başladım. Ayaklanma ve kayıp ağrısından, kendimi yıllardır benim özgünlüğümün üzerine oturtduğum kişiliklerden kurtardım. Gerçekliğimle yeniden bağlantı kurmak, yeni ve heyecan verici bir maceraydı. Zihinsel ve fiziksel sağlığım açısından, eve gelmenin hayatımı kurtardığına inanıyorum. Seninkini kurtarabilir. Gerçekten ne hissettiğini söyle. Gerçekten yapmak istediğiniz seçenekleri yapın. Kim olduğunu düşündüğünüzü unutun ve olduğun gibi ol. En azından, kendi içinizde kendinizle yeniden bağlantı kurma cesaretini bulmak, hayatınızın en özgürleştirici eylemi olabilir. Makale: Silken Laumann Çeviri: Google Translate
    3 puan
  8. 6 Hafta önce ilk Kombucha çayımı yaptım... Oldukça zahmetli fakat bir o kadar lezzetli ve yararlı bir şey.... Size nasıl yaptığımı ve neler kullandığımı anlatayım. Öncelikle başlamadan önce Kombucha yapmada kullanacağınız eşyaları / araçları tedarik etmeniz gerekiyor. Benim aldıklarım şöyle: Büyük Kavanoz (8 litrelik) Scoby (Kombucha mantarı) İçinden içeceğiniz şişeler Şişeler doldurmak için kullanacağınız bir huni Şişeleriniz temizlemek için şişe fırçası Kahverengi Organik Toz Şeker İlk yapımda kullanılmak üzere önceden yapılmış bir miktar Kombucha veya sirke Organik Siyah Çay Sevdiğiniz bütün organik meyvelerden bir kaç tane Malzemeleri tedarik ettikten sonra, sırasıyla şunları yaptım. Bir tencerede 6 Litre su kaynattım ve içine 12 paket çay attım. Oda sıcaklığına kadar soğumasını bekledim ve soğuyan çayı tencereden kavanoza aktardım. Daha önce yaptığım Kombucha'dan bir miktar bu kavanoza koydum Daha sonra yavaşça Scoby'i (Kombucha mantarı) kavanoza koydum **************** KESİNLİKE METAL KAŞIK VEYA METAL OLAN HİÇ BİR ŞEY KULLANMAYIN************** 7-9 Gün bekledikten sonra Scoby'i kavanozdan aldım ve küçük bir kavanozda bir sonraki işlem için Kombucha içinde buzdolabında sakladım Geriye kalan çayı bir güzel filtreledim Önce sevdiğim meyvelerden çok küçük parçaları önceden temizlediğim şişelere attım Daha sonra üstlerine huni kullanarak çayı döktüm Şişeleri tam doldurmamaya özen gösterin (Asit oranı yükseleceğinden açma esnasında zorluk yaşamayın) Bütün şişeleri doldurduktan sonra şişelerin plastik tapalarını kapatarak buzdolabına yerleştirin 7 ila 10 sonra içime hazır olacaklardır... İşte şu anda mutfağımda hemen hemen hazır duruma gelen Kombucha kavanozunun resmi
    3 puan
  9. -- Poseidon; Cyber bir Gemidir.. Açık denizlerde başı-bozuk dolanır Şellâfe deniz cıbıldak kızlarıynan oynaşır Bu arada gördüğünü-yediğini hep yazar notlar tutarmış.. Bu vessel ne mene bişise çok çekici/cazibeli ve Mülevves cinler.. cinnîler ile yakın ilişki kurmuş Onlardan aldığı gizli hem meş'um bilgileri uğradığı limanların pis meyhanelerinde kafaladığı korsan adamlarına şarap karşılığı satadururmuş.. Neticesinde bu durum; an impure condition indicating the presence of undesirable matter in the deep ocean'dur.. Peki; Bu matter ne mene bişidir? Cerehat ya iltihabî midir? Yoksa atıklar mıdır? Residue Filmi seyredin Belki Poseidon görünmez emme Sediment kayaç görürsünüz de İlminiz artar benim canım kuzucuklarım Fanlarım.. By
    3 puan
  10. Yaaaaaa bu sayfa yine çok güzel oluyor. Umarım kitabı okuyan herkes bir şekilde bu sayfayı bulur. Çünkü kitabı gerçekten bu fotograflarla birlikte okumak çok daha etkileyici.
    3 puan
  11. Bugünümü sana ayırıyorum, sadece sana. Senin için şarkılar dinleyip seni anlatanı bulmak, yüreğimi seninle doldurup sonra da onları kağıda dökmek ve sana yüreğimde yeniden yeniden yerler açmak için. Her yerim sen olsun istiyorum, çepeçevre seninle sarılmak, havanın ısıtamadığını seni düşünerek ısıtmak, içtiğim çayda tadını bulmak, tadını buluncaya kadar içmek. Biliyorum bunları seni bilmeden yapmak çok zor. Ben, seni bilmek istiyorum! Sana bakmayı seviyorum, yüzündeki her izi, her hareketi ezberlemek, sustuğunda dahi konuşmak seninle, anlamak aklından geçenleri, gülümsediğini görmek... Öyle yavaş yavaş başlayan ardından tüm yüzüne yayılan o gülümsemen var ya, o var ya içime güneş doğduruyor, gece bitiyor gün oluyor, gün aydın oluyor. Benim “günaydın”ım senin gülümsemen. Bana gülümsemen biterse bir gün, o zaman gecem başlayacak sanki. Hani diyor ya şarkının sözlerinde, “Eksik bir şey mi var Anlayamam Bak çayım sigaram her şeyim tamam,” diye. Çayım da var, sigaram da var, çoğu zaman her şeyim de bunlar. Ama hani olur ya bazen, bir şey unutmuş gibi hissedersin, işte öyleyim aynen, bir şey unutmuş gibiyim sanki. Eksik gibi... İlk defa kendimi yarım kalmış hissediyorum, bu zamana kadar hiç fark etmemiştim bunu. Meğer kendimi bütün zannediyormuşum ben, kimseye ihtiyacım yokmuş gibi. O yüzden çekip gitmelerine izin vermişim insanların, o yüzden çekip gitmişim hayatlarından. Tamamdım ben çünkü, tastamam. Oysa şimdi içimde derin bir boşluk var, sanki bir yanım bomboş. Gelip tamamla lütfen beni, doldur tüm boşluklarımı, tastamam yap beni. Var ya, tam şu anda, yani eksik olduğumu fark ettiğimde içimde inanılmaz bir feryat koptu, şimdi daha da çok korktum bu aşktan, ya gidersen ya beni tamamladıktan sonra terk edersen, o zaman o boşluğu neyle dolduracağım ben? Nasıl tamamlayacağım kendimi? Korkmamayı öğret bana, senden, ki sen aşksın, aşktan korkmamayı öğret. Ölmeyi öğret, sensiz kalırsam ölmeyi değil, seninle birlikte ölmeyi öğret. Lakin sensiz kalırsam zaten ölürüm, seninle birlikte ölmek istiyorum ben. Birimiz korkmasın olur mu? Birimiz cesur olsun, diğeri korktuğunda, “Korkma ben yanındayım,” desin. “Korkma yanındayım de,” bana. Kaçma sakın benden. Kaçmazsan sana aşkların en güzelini vadedeceğim. Benim kadar sevmediğini mi düşündüm şu an, bu aşkı nasıl karşılayacağını bilemediğini mi? “Hoş geldin” de o zaman, böyle karşıla, aç yüreğini, gireyim içeri. Başlayalım.
    3 puan
  12. Kaşıntı bombası diye bir silah üretilip, kitleler çıldırtılabilir o bombayla.. kitlelerden ne istiyosam:)))) Benim gibi barışçıl bir insan bunu neden düşündü bilmem.Ama acı anında galiba bencilleşiyoruz. Öyle ki az önce balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırarak; uyumayın ülennn kalkın kaşının hepiniz diyesim geldi. Çıktım da.. İyi ki de çıkmışım.Sonbahar'ı seviyorum. Gecenin o tatlı serinliği kollarına aldı beni. Sonra gökyüzüne baktım.Yıldızları tek tek sayabileceğim berraklığa daldım.Uzayın ucu bucağı belli olmayan büyüklüğüne dalıverince küçüldüm, kendimle bir acım da küçüldü, sakinleştim. Kullandığım antibiyotiklerin neticesinde ürtiker olmuşum.Yani kurdeşen.. Doktor bana derdimin ne olduğunu anlatmaya çalışırken sabırsızlıkla sözünü kestim: -ne olduğunu değil, nasıl biteceğini bilmek istiyorum, nolur bu kaşıntıyı durdurun! Kaşıdıkça daha da azıyor bu meret.Onun için başladığından beri dizilerle, filmlerle zihnimi oyalamaya çalışıyorum. Salem adında bu yıl başlamış bir dizinin tüm sezonunu iki günde bitirdim.Bir bölümde kendi durumuma uygun bir replik vardı: -Dünyanın en büyük zevkini biliyor musun? -Acının durduğu andır! Dertler paylaştıkça azalır derler ya, ben de paylaştım işte.. Kaşıntı bombası falan olmasın Allah rahatlık versin herkeslere Tüm iyi duygularımla..
    3 puan
  13. "Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez" "Gönlünü, ne kadar büyük olursa olsun, O görünmez nesneyle doldur. Yüreğin mutluluktan dolup taşınca, Ona istediğin adı ver; Mutluluk, Sevgi, Gönül, Işık, Tanrı… İsim gürültüden başka birşey değildir. Göklerin ihtişamını bizden gizleyen bir sistir…" Johann Wolfgang von Goethe
    3 puan
  14. Kızım hep der ki; "Anne lütfen sırrını bana da söyler misin" Verdiğim cevap kısa ve nettir! "Yaydığım enerji" "Peki o enerjinin kaynağı?
    3 puan
  15. "Ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, hakkında twitter mesajları nedeniyle "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçlamasıyla 1.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame mahkemece kabul edildi." Hayırlı uğurlu olsun.. Fazıl Say aşağıda yazılı 'tweet' leri için İslam dinine, bu dine mensup müslümanlara yönelik ağır hakaretler ederek dini değerleri alenen aşağıladığı iddiasıyla yargılanacakmış : "Tanrı, uğruna yaşayacağın bir şey mi, öleceğin bir şey mi yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi? Bunu da düşün" "Rakı cennette varsa ve cehennemde yoksa ama chivasregal cehennemde var cennette yoksa? o zaman ne olacak? Asıl önemli soru bu !!!" "Bilmem farkettiniz mi nerde yavşak,adi,magazinci,hırsız,şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?" "Müezzin 22 saniyede okudu akşam ezanını yahu.Prestissimmo con fuca!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?" "ateistim ve bunu bu kadar rahat söyleyebildiğim için gururluyum" "Ben ateistim, diğer yarısını bilmem" "Sanki; memleketin yarısı harbi ateist, diğer yarısı travmatik ateist!" "Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her mümine 2 huri vereceğim diyorsun, cenneti ala kerhane midir?" "Bu akşam çok kişi ateist olmuştur, sağolsunlar" Evet Fazıl say bunları söyleyerek İslam dinine ve müslümanlara ağır hakaretler etmişmiş.. Cumhuriyet savcısı, Fazıl Say'ın Allah, cennet cehennem gibi kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazdığı kanaatine varmış. Mahkeme de iddianameyi incelemiş ve kabul etmiş. Yukarıdaki ifadeleri "hakaret kastı olabilecek ne olabilir" diye tekrar tekrar okudum. Belki en fazla zorlarsanız "Bilmem farkettiniz mi" ile başlayan cümle biraz kafa kurcalayabilir.. Ama orada da "Allahçıların hepsi yavşak,adi, hırsız ve şaklabandır" demiyor ki... Bu saydıklarının Allahçı olduğunu söylüyor. E işinize gelince "halkın %99 u müslüman" diyordunuz ya.. Öyleyse yavşak, adi, hırsız ve şaklabanların da %99'u müslüman olmuyor mu? Yahu ateist olduğunu ifade etmek ne zamandan beri dini değerlere hakaret unsuru taşır oldu? Bu ifadelerin iddianamede ne işi var? Ha, bu ifadelerin söylenmesi ile Fazıl Say'ın ateist kişiliği arasında bağlantı kurulmak isteniyorsa ne diye suç unsuru taşıdığı iddia edilen ifadelerin içerisinde yer alıyor? Ateist olduğunu söylemek suç mudur? Şaka gibi ama suç unsuru teşkil ettiği iddia edilen ifadelerin arasında Ömer Hayyam'dan dizeler de var. Demek ki Ömer Hayyam'ın kitaplarının da aynı gerekçelerle toplatılması yakındır. Şimdi asıl zurnanın zırt dediği yere gelelim.. Yahu her gün Türkiye'de sayısız insan İslam ve kutsal kabul ettikleri Kur'an üzerinden bilinçli veya bilinçsiz bana ve inanmayanlara hakaretler yağdırıyorlar. Hakaret mi istiyorsun? Al sana hakaret : 16/105- Yalanı, ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. (Sırf inanmadığım için bana yalancı deniliyor) 16/60- Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. (Sırf inanmadığım için bana kötü sıfatlar yükleniyor) 31/32- ...... Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder. (Sırf inanmadığım için bana kaypak ve nankör deniliyor) 8/22 Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.(Bana hayvan deniliyor) 25/44 ...... Onlar hayvan gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar. (Bak hala hayvan deniliyor) E bunlar ne? Sen her gün 5 vakit bana hakaretler yağdır, sonra utanmadan kalk "filanca kişi benim inancıma hakaret etti" diye dava aç.. (Sözlüklerin popüler jargonundan gelsin : Ya ben lan neyse bir şey demiyorum) Buradan cumhuriyet savcılarımıza suç duyurusunda bulunmak istiyorum: Türkiye'de her gün insanlar inancım (inançsızlığım) bahanesiyle bana hakaretler yağdırıyorlar. Bunu da kutsal kabul ettikleri kitaplar vasıtasıyla yapıyorlar. Kur'an'da geçen ilgili ifadeler açıkça halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçunu barındırdığından, adı geçen kitabın toplatılmasını ve toplu ibadet alanlarından ilgili ayetler vasıtasıyla şahsıma hakaretler edilmesini önlemek amacıyla gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
    3 puan
  16. Sevgi neydi, sevgi iyilikti, dostluktu… Sevgi emekti. - Durursam bi daha kurtulamam. + Ziyanı yok gülüşü yeter bize. - Yüreğim kaydıysa günah mı ? + Çamura saplansam yardıma gelir misin ? - Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elimdeymiş gibi… + Elinden tutuversem benimle gelir mi ? - Seninim işte, alıp götürsene beni. + Elveda Asya, elveda selvi boylum, al yazmalım, elveda, bitmemiş türküm benim. Sevgi neydi? Sevgi emekti, sevgi dostça uzanan insan eliydi.
    3 puan
  17. Bir Allah dostu, düşünce ve ilham denizine dalmış, cezbeye tutulmuştu. Hayret denizinden akıl ve bilinç kıyısına çıkınca, bir arkadaşı, “gittiğin bahçeden” dedi, “neler getirdin bize?” Derviş hülyalı gözlerle bakarak arkadaşına; “Gül ağacına erişip eteğimi gülle doldurmak ve dostlarıma armağan olarak getirmek istedim. Lâkin ne çare! Gül kokusu öylesine büyüledi, o denli sarhoş etti ki beni, ne irâde kaldı ne düşünce…” diye cevap verdi. Ey güzel ötüşlü Bülbül! Aşkı ateşe koşan pervaneden öğren. Yanarak denedi her şeyi. Allah’ın yoluna katılma iddiası olanlar, ondaki tutkuyu anlayamadılar. Gerçeği bilen yitip gitti, bir haber geri gelmedi ondan. Ey hayâl, kıyas, sanı, kuruntu ve tahminden edindiğimiz bilgilerden yüce olan Allah’ım! Ömür gelip geçti, oysa hâlâ senin bilginin başlangıcındayız.
    3 puan
  18. Bir kaç gündür bunu düşünüyorum. Yani sarılmayı. Dünyanın en güzel, en içten şeyidir aslında ve ne az yer kaplar hayatlarımızda. Sevdiğiniz bir insana ya da bir hayvana sarıldığınızda, bir kaç saniye gözlerinizi kapadığınızda bir enerji dalgasının iki beden arasında nasıl dolaştığını hissedersiniz. O an, dünya yavaşlar, zaman yavaşlar, garip bir huzur kaplar içimizi. Fakat, gittikçe birbirinden uzaklaşan, araya türlü mesafeler koyan insanlık, çeşitli bahanelerle, sarılmayı ihmal eder olduk. Zaten birbirimizden korkar olduk. Dünya da insanlar etkinlikler yapıyorlar, sarılmak bedava yazılı pankartlarla sokak ortasında hiç tanımadıkları insanlara sarılıyorlar. Bu çoğumuza tuhaf ve anlamsız geliyor belki. Oysa en insanca en masum en ilerici ve en güzel eylem bu belkide. Sarılmak güvenmektir aslında. Benden sana zarar gelmez demektir. Aramızda ne fiziki ne ruhsal ne de duygusal bir engel yok demektir. Sana güveniyorum demektir. Bana güven demektir. Kelimeleri kifayetsiz kılıp, gerçek enerji diliyle konuşmaktır. Tabuları yıkmaktır sarılmak. Bize canlı olduğumuzu ve geçip giden zaman nehri içinde bir'an durup insan olduğumuzu anımsatmaktır. Doğumu, yaşamı, sevgiyi, zamanı, anı ve ölümü hatırlamaktır. Metafizik bir şeydir. Başka dilde konuşmaktır. Sıcaktır, samimidir, doğaldır. Ama pek az yaptığımız şeydir. Çünkü artık biz birbirimize mesafeler koyduk, önce şüphe etmeyi, sonra duvar örmeyi öğrendik. Sınırlar çizdik, mayınlar döşedik, güvenli bölgeler aradık. Hiç sorduk mu kendimize biz aslında en çok neden korktuk? Her birimiz bir diğerinden ayrı bir gezegenden mi gelmişti? Neydi aramıza girip çocuğumuzla, eşimizle, dostumuzla veya yeni tanıştığımızla sarılmamıza engel olan? Kimden korkuyorduk? Bizi kim canavarlaştırdı böyle? Ne korkunç, ne ürkütücü bir şeydi bu korku. Sonu gelmeyen mesafeler yaratmıştık. Bunu ne zaman başarmıştık? Gülümseme bulaşıcıdır ya hani, sarılmakta öyle, siz bir insana en insani ve samimi duygularınızla sarıldığınızda onunla aranızdaki bütün düşmanlıklara son vermiş oluyorsunuz ama elbette anlamışsınızdır ben öyle resmi, soğuk, güvensiz, duygusuz ve kuşkulu bir sarılmadan söz etmiyorum. Ve aslında bu sarılmaların sadece bedenle olmadığını da düşünüyorum. Bazen uzaklarda birini, yazdığı bir mesaj, bir şiir, söylediği bir söz ile kucaklarsınız, o an, madde ortadan kalkar ve ruhlarınız kucaklaşır. Size ihtiyacı olan birine samimiyetle bir mesaj yazarsınız o an, ona sarılmışsınızdır. Öyle. Yani aslında zamanımız yok, hayat dediğimiz şey kuruntu yapmaya değmeyecek kadar kısa. O yüzden her gün mutlaka sarılın çocuklarınıza, arkadaşlarınıza, annenize, babanıza, dostunuza, arkadaşınıza. Sarılın ve gözlerinizi bir'an kapatın. Bırakın dünya o an sizi izlesin ve zaman yavaşlasın. Sardunyam
    3 puan
  19. Cihanı görmek bir kum tanesinde Ya da cenneti bir yaban çiçeğinde Sonsuzluğu avucunda tutmak ve Sığdırmak ebediyeti bir saate *William Blake
    3 puan
  20. 3 puan
  21. Pınarım! Kuruma sakın, Çölün susuzluğunda yanmış bir ciğer var. Yastığım! Seni kaldırmasınlar sakın, Hasta bir baş var. Yatağım! Seni toplamasınlar sakın, Ateşli bir vücut var. Yuvam! Yıkılma sakın, Barksız barınaksız kalmış biri var. Yeniden bulduğum! Kaybolma sakın, Cehennemde oturan bir ruhun yeniden bulmuş olduğu cennetsin. Bedenim! Başı dönmüş ruhunu geri çağır. Ben dudaklarımı senin ağzına dayayıp seni canlandırmak için kendimi senin içine üfleyeceğim. Ruhum! Bedenini ara, Dudaklarını ağzıma daya ve beni canlandırmak için kendini içime üfle. Çünkü biz birbirimizin bedeni,birbirimizin ruhuyuz,birbirimizin yaratıcısı,birbirimizin tanrısıyız,dünyanın bütün nüfusu biziz, herkes biziz, biz hepimiziz, bizim yerimiz yeryüzü değil, biz bu memlekette yabancıyız,kimsesiziz,yalnızız,yabancıyız... A.Şeriati
    3 puan
  22. Keşke… Hepimizin hayatından öylesine geçip gidiveren, sonradan hatırladığında yeniden içinde oluvermek isteyeceği, özlediği anlar vardır. Bazen mutluluk, bazen hüzün veren, bazen iç burkan bazense gülümseten, ama geçen uzun yıllara rağmen tazeliğini koruyan... Bazen bir şarkıyla, bir kokuyla, bazen bir sesle kendini yeniden hatırlatan, geçmişten tatları aklımıza getiren keşkeli anlar! Bazen de bir fotoğrafla gerçeğinizden kopup hiç farkında olmadan ‘’keşke’’ diye geçirirsiniz içinizden. Tıpkı benim gibi! Keşke zamanı geri alma yetim olsa, bir süreliğine Bergama’ da olsam, altı yedi yaşlarımda… Keşke, Yumak yine saçlarımı karıştırarak, patilerini yüzüme sürerek uyandırsa! Neşeyle açsam gözlerimi; tasasız, hayat denilen hengameden uzak! Mutfaktan çörek kokularıyla birlikte tıkırtıları gelse annemin. Her zamanki gibi erkenden uyanıp yakmış olsa kuzineyi, ısınsa mutfak. Biraz da kıvrılıp kuzinenin ısıttığı minderde yatsak Yumak’la. Annemi seyretsem mutlu mutlu... Az sonra kuzineye koyacağı hamurdan bir parçacık da bana verse. Tulumundan çıkarıp zeytinyağında beklettiği peynirlerin en güzeli, Bergama tulumunun o canım kokusu karanfilli sakızlı ekmek kokusuna karışsa… Canım okula gitmek istemese, ama bunu anneme söyleyemesem. Misafirliğe gitsek keşke! O hazırlanırken gözünü, dudağını boyayışını, güzelliğini izlesem hayran hayran... ‘’Sinemacılar’’ ın ılık çay getiren gelinine çok bozulsam ve içmesem. Eve dönerken yine kumrular ötüşse. Arada bir geri kalıp annemin toprak yolda bıraktığı topuk izlerini seyretsem özenerek… Koşup annemin elini yeniden tutarken yüreğim büyük gelse yerine. Ve o an dünyanın geri kalanı siliniverse! Okul çıkışında ya annem karşılasa beni ya da arap sabunun temizlik kokusu… Bir sürpriz yapıp anneannem gelmiş olsa ve ben deli gibi sevinsem. Bir kase dolusu sakızlı, karanfilli leblebiyle sokak kapısının merdiveninde oturuyor olsam keşke! Uzaklardan bir simitçinin ya da eskicinin bağırışı duyulsa. Hava bozsa aniden, yağmur başlasa, üşüsem, gidip anneme sarılsam sıcacık… Sonra yağmuru seyretsem pencereden, kaygısız, huzurlu ve tüm sorumluluklardan uzak… Kucağımda Yumak, pencere önündeki begonyalar ve minik cam biblolarla birlikte. Her şey o leblebiler kadar taze olsa keşke! Annemin elleri, yüzü… Eski olan, yaşlı olan hiç bir şey; kaybettiğim, eksik olan hiç kimse olmasa hayatımda. Günün en sevdiğim zamanı gelse, perdeler kapansa. Akşam yemeğini hazırlarken bir yandan da şarkı söylese annem, bazı sözlerini yanlış hatırladığı… Kuzinede ısınan yemek kokularına salata için ovduğu soğanın kokusu karışıp doldursa evi. Az sonra babam gelse okuldan. Koşup sarılsam. O burnumdan hiç gitmeyecek atölye kokusunu duyumsayarak... Kapkara olmuş ellerine, her daim kuzinenin üzerinde duran çaydanlıktan su döksem keşke! Bir zamanlar torna bıçağına kaptırdığı başparmağının ucuna ilişse bir ara gözüm. Ve o sırada top koşturmaktan kıpkırmızı olmuş güzel suratıyla ağabeyim gelse ve tamamlansak. Babam ajansı dinlese, o sıra hepimiz sussak. Yemek masasından tabağımız bitmeden kalkamasak. Keşke anılara karışmış o güzel zamanlar bu kadar çabuk geçip gitmiş olmasa! Yaşam endişesi olmayan, sonsuz güvenli, yıllar geçtikçe de yeni anlamlar yükleyeceğim zamanlar! Gürül gürül yanan sobadan yanaklarımız, ellerimiz, beraber olmaktan kalbimiz sıcacık... Sobanın üzerinde bir de çay yapsa annem, kokusu çıkmasın diye yine demliğin ağzını kıvırdığı kağıtla tıkayarak. Günlük telaş ve koşuşturmaların ardından dünyayı kapının arkasında bırakmanın, birlikte olmanın huzuruyla çay kaşıklarının sesleri, sıcacık odamızda radyonun sesine karışsa karışşa…
    3 puan
  23. “Sen her şeyden değerlisin ve hiçbir şey, özellikle canını acıtan hiçbir şey senden daha değerli değildir.” Bunu bu zamana kadar birçok arkadaşımdan, dostumdan ya da çevremdeki herhangi bir kimseden defalarca duymuşumdur. Sizlere de söylemişlerdir eminim. Ama hayatta bazen kendinizi başkaları yüzünden değersiz hissettiğiniz ve bu sözlerin size hiçbir anlam ifade etmediği öyle anlar oluyor ki; “canınızı acıtan o şey her neyse” sizden daha değerli sanıyorsunuz. Oysa ki unutmamak gerekir bazı şeyler bu dünyada gerçekten de sırf siz var olduğunuz için vardır. Eğer siz olmasaydınız onların hiçbiri olmazdı! Dün akşam çok düşündüm; ben olduğum için bu dünyada var olan şeyleri düşündüm. Örneğin şu içime çektiğim hava, eğer ben olmasaydım belki de olmayacaktı. Ya da bu klavye, klavyeye dokunan bu eller, dokundukça dile gelen şu cümlelerin hiçbiri olmazdı. Ben olmasaydım saçlarım olmazdı, çocukken saçlarıma geçen bitler bile olmazdı. Oynadığım oyuncaklar olmazdı, yattığım yatak, kafamı koyduğum yastık, evim, evimdeki bu eşyalar, şu içtiğim sigara ile çay ve izlediğim filmler de olmazdı… Ben olmasaydım çocukluğum, gençliğim olmazdı, aşklarım olmazdı, aşık olduklarım ise hiç olamazdı. Yaşadığım anlar, anılar, bir geçmiş, bugün ya da gelecek dahi olmazdı. Diktiğim ağaç, kokladığım çiçek, tuttuğum yıldız, gördüğüm manzara diye bir şey olmazdı. Çektiğim fotoğraf olmazdı. Söylediğim sözcükler, sarf ettiğim enerji, kapladığım bir alan olmazdı. Ben bu hayata, hayatımdaki her şeye ve her bir kimseye “var olarak” bir anlam kattım, tüm bunları doğru, yanlış, güzel, çirkin, acı, tatlı vb. bir şekilde anlamlandıran da yine bendim. Tabii ki her şeyin yolunda olduğu zamanlarım olacak ama olmadığı zamanlarım da olacak. Kederlerim olacak mesela, terk edilişlerim, sorunlarım vs… Ama hatırlamalıyım ki iyi veya kötü tüm bunları hayatımın içine dahil eden bendim, dolayısıyla onları hayatımda tutacak ya da hayatımdan çıkaracak olan da yine ben olacağım. Aslında sırf ben izin verdiğim için hayatıma dahil olmuş olan tüm bu şeyler yine benim izin verdiğim kadar hayatımın içinde kalmaya devam edecekler. Şimdi düşünme sırası size geldi; düşünün bakalım, sırf siz varsınız diye hayatta var olmuş şeyleri düşünün ve sonra bu cümleleri kendinize tekrarlayın; “Aslında onların varlık nedeni benim. Bu nedenle ben gerçekten de hayatımdaki her şeyden daha değerliyim ve hiçbir şey, özellikle de canımı acıtan hiçbir şey benden daha değerli değil. Hayatımıza dahil ettiğim sorunlar ya benim tarafımdan çözülür ya da benim tarafımdan sorun olarak hayatımda tutulmaya devam edilir. Buna karar verecek olan kişi “bu hayata sahip olan kişidir”, “bu hayata sahip olan tarafından var edilen kişiler” değil... Onlar yok çünkü!
    3 puan
  24. Başını kaldırdı ve gözlerini kapattı sonra soluğunu tutarak yavaşça bıraktı. gözleri hala kapalıydı,birden uzun zamandır konuşmadığı tanrısıyla konuşmaya karar verdi. o ne zaman konuşmak istese ordaydı,ama gerçekte var mıydı? bir türlü emin olamamak çıldırtıyordu onu.. ama niye inansındı ki ne zaman yardım istese görmezden gelmişti sözde tanrısı onu.. şimdi niye ona cevap verecekti ki? hoş, iyi bir dinleyiciydi onun tanrısı ona sessiz tanrı diyordu kendi içinde korkmuyordu ondan,ona kendini anlatmaktan.. çünkü ne zaman insanlara anlatsa sonucu kırılmak olmuştu,çok terkedilmişti belki de hiç sevilmemişti. ama kafasında oluşan sesler ona hep iyi gelmişti. gerçek huzuru kendi içinde bulanlardı.. huzuru birinde arayacaksan eğer diyordu her zaman için kendinde ara uzaklara gittiğinde kendinden de uzaklaşıyorsun. korkar olmuştu kendini teslim etmekten teslim olacak kimse kalmamıştı. tekrar soluğunu tuttu sanki her soluğunu tutuşunda zaman duruyor,bıraktığında zaman akmaya devam ediyordu. birden hiç aklında yokken çok keskin bir anı saplandı gözlerine bir kaç cümle,gözlerini elleriyle kapadı ağlamak istemiyordu. ne ağlamak ne üzülmek istemiyordu onun için. o gitmişti,onu yüz üstü bırakmıştı. kimse onu böyle küçük hissettirmemişti. olduğu yere oturdu öylece gözlerini tavana dikti bu sefer kulaklarında göz yaşlarını tutmanın basıncını hissedebiliyordu. günlerce saatlerce ağlamak istiyordu. acı hiç mi dinmez? dedi seslice odasında yalnızdı. eliyle kendi elini tuttu. kimsesizliği o an yine anladı. o duyguyu hatırladı boynunda hissetti o acıyı. neden bilmiyordu ne zaman o duygu gelse acıyı en çok boynunda hissederdi acı orada kitlenir kalırdı saatlerce yaşanmışlıkları fazla yoktu. ama diğerlerinden farkı bu sefer güvenmiş olmasıydı. onda kendini görmüştü o da ona bunu söylemişti yalan mıydı? yalanı hiç sevmezdi, özellikle onu etkileyen yalanları durdu hareket etmeyi kesti, başını yere koyup uzandı gözlerini kapattı,beni duyuyorsan ve varsan onu bana geri getir dedi senden tek istediğim bu. "sana inanmayı istiyorum onu bana geri getir." sessiz sessiz bu cümleyi tekrarladı yerinden kalktı sevdiği koltuğa oturdu pencereden geçenleri izlemeye başladı kafasındaki karışıklığı bütünüyle ellerinde görebiliyordu. ellerini seyre daldı bu sefer. hiç kavrayamadığı ellerini düşündü onun hafızası silikti. ama az çok hatırlayabiliyordu hala. ne zaman hatırlasa ellerini ellerinde hayal ederdi köşesine çekilir o oradaymış yanındaymış gibi davranırdı deliceydi bu ama onu rahatlatırdı. Birlikteyken kendini rahat hissederdi bu yüzden o olmadığından beri kendini sakinleştirebilmek için yanındaymış gibi davranır, içinde bu sefer onu rahatsız eden sesleri sustururdu. o onu iyileştiriyordu belki de o yüzden kendini bu kadar muhtaç hissediyordu birbirlerine iyi geliyorlardı en azından o öyle olduğunu düşünüyordu. gittiğinden beri o varken ne kaybolmuşsa geri gelmişti hastaydı, mutsuzluk hastası. yorgundu yatağından kalmak istemiyordu. ona mutluluğu o vermişti o mutluluğu hep ondan istiyordu başka kimsenin onu mutlu edeceğine inanmıyordu. bir daha öyle hissedememe ihtimali onu daha çok hasta ediyordu. gülemez olmuştu. aklından onu çıkartamaz olmuştu. yanında onu taşımadığı an yoktu. solunda taşıyordu onu, sol yanında. minik bir ağırlık.. istediği zaman sesini duyabilecek kadar yakınındaydı. sesi öylesine huzurluydu ki, ona güven duymasını sağlayan oydu. gözlerini hatırlamak istemiyordu. gözleri içten bakardı ve bu onu utandırırdı. güven duymamak imkansızdı o gözlere yenilmemek için hep gözlerini kaçırırdı. ikisi de korkmuşlardı. dengesizlik ikisinde de vardı. böyle bir benzerlik onları dengeleyememişti. hep kendini telkin etmekten yorulmuştu. bitap düşmüştü artık,her gün zorla kalkıp güne başladığında onu anlayan birini istiyordu o ona onu anladığını bir kaç kere dile getirmişti. herhalde en mutlu hissettiği anlarıydı. çünkü daha önce kimse seni anlıyorum dememişti yani anlamayıp anlıyorum diyenler olmuştu bu onu hep hayrete düşürürdü anladıklarını söylerler sonra da aksini öne sürerlerdi ona muhalefet olur,yaptıklarının yanlış olduğunu ona kabul ettirmeye çalışırlardı o yüzden anlaşılma çabasını çoktan geçmişti çünkü her insan ona hayal kırıklığı olmaya başlamıştı daha fazla bunu kaldıramazdı zaten yeterince mutsuzdu onu ilk gördüğünde bir şey hissetmişti içinde ne olduğunu bilmiyordu hala da çözememişti. içinden gülümsemek gelmişti ona,konuşmak zorunda değilken onunla konuşurken bulmuştu kendini daha ilk tanıştıklarında yakın gelmişti ona çok ve henüz neden olduğunu bile bilmiyordu onu tanımaya başladıkça parçaları birleştirmişti hiç aklında yoktu birini bu kadar sevmek henüz azıcık tanıdığı birini hatta kendine yakıştıramıyordu bile yine kalbini kaptırıyorsun ama neden olduğunu bile bilmiyorsun diyordu kendine. özgürlüğüne çok düşkündü ama onun için bundan vazgeçmeye bağlanmaya hazırdı derin bir nefes aldı. anılarını hatırladıkça değiştireceğinden çok korkuyordu. aslında hiçbir saniyeyi değiştirmezdi çünkü geçirdikleri her saniye kusursuzdu. ona öyle geliyordu söylememesi gereken bir şey söylemiş gibi hissetmiyordu ne söylediysede o gittiğinde bile arkasındaydı. pişman değildi,seviyordu çabuk söylemişti ama ona hayır diyemezdi zaten birden onun yanında olduğunu sanarak onunla konuşmaya başladı bunu gün içinde sık sık yapıyordu,gördüğü bir şeyi ona anlatıyor kafasında onunla konuşuyordu. olayın seyri hiç iyi değildi belki de ama o şuan hayatının en büyük facialarından birini atlatmaya çalışıyordu o yüzden kendine bir nevi izin vermişti. onu unuttuğunda herşey eski düzenine geri dönecekti. ama onu unutamamaktan korkuyordu böyle kalmaktan korkuyordu. kimseye söylemeye cesaret edemesede bıraksalar onu şimdi arar,ilk gördüğünde boynuna atılırdı eğer bir adım atsa o ona 10 adım giderdi gururunu hiçe sayardı,ve bundan asla pişman olmazdı nasıl olsundu? onu sevdiğini varlığında hissedebiliyordu. durduk yere ismini söyledi tınısını unutmuştu nasıl söylendiğini adını çok severdi onun gibi farklıydı. onunla ilgili neredeyse herşeyi sevdiğini farketti küçük detayları bile, yüzü onun için mükemmeldi üstelik yakışıklı bile denemezdi ona onun gözünde kimse daha iyi olmamıştı. onun için yaratılmışlığın izlerini taşıyordu tüm bedeninde.. birden o çok sevdikleri şarkıyı kulaklarında duydu. mırıldanmaya başladı kafasındaki sese eşlik etti o bu şarkıyı nasıl söyler diye hayal etti onun sesinden bu şarkıyı dinlediğini düşündü ona şarkı söylemesini çok istemişti o şarkı söylemeyi çok severdi bir iki kere şarkı söyleyişini duymuştu ama o anlarda diğerleri gibi siliklerdi hatırladığı kadarıyla onun dünyasını ters yüzden eden saniylerdi şarkı söylediği zamanlar ona eşlik etmek isterdi kulağına sevdiği şarkıyı fısıldamak isterdi ne yazıkki onun sesiyle yarışamazdı ama umursamaz diye düşünüyordu. çünkü onun sesi güzel olmasaydı da onun sesini sevecekti diğer geri kalan ne varsa sevdiği gibi kimse tarafından böyle sevilmek istememişti onun sevgisini istiyordu,tek olmayı başkası olsa umrunda olmazdı ama ilk defa ait olmak istemişti onu kaybetme korkusunu aklına getirmek onu yatağa düşürüyordu onu kaybettiğinde de zaten başına gelen buydu. kendini hem sevmesine hem nefret etmesini sağlıyordu o. kendini ne zaman sevse onu da sever ondan ne zaman nefret etmek istese kendinden de nefret ederdi benzersizlerdi ama birbirlerine benzerlerdi. onun onu özlemediğinden neredeyse emindi. aklına gelmiyordu bile paranoyaları bütün gün içini kemirirdi. ama düzelemiyordu,düzelirse en büyük parçasını kaybedecekti. hem düzelmek istiyor hemde onu tamamen kaybedecek olduğu için düzelmekten korkuyordu. odasına gitti,yatağına yüz üstü uzandı. ne zaman olayların içinden çıkamayacak ve sesleri susturamayacak olsa gider yüz üstü yatardı. ve ağlayabildiği kadar ağlardı. saçları, düz akması gerekirken yüzünün üstüne yattığı için ıslanırdı. bundan nefret ederdi ama başka türlü sesinin duyulmasından korkardı. gecenin karanlığı ne zaman uğrasa odasına o da içinin karanlıklarına dönerdi gündüz olduğundan daha kötü olur ve tüm umutsuzluklarının başına üşüşünü duyardı. şimdi onu arasa belki kaçıp giderdi olduğu yerden ona hala güvenebilecek kadar seviyordu. kimse böyle yapamazdı biliyordu. ve kimse onu hala neden sevdiğini anlamıyordu,anlamayacaklardı da. işin kötüsü ne zaman anlatacak olsa içindeki kördüğüme yakalanıyordu kelimeleri karıştırıyor uykusuz kaldığında olduğu gibi dili dolanıyordu. insanlar gelip geçici bir şey olduğunu muhtemelen bir takıntı adını koyup onu onunla baş başa bırakıyolardı o da bunu istiyordu,yalnız kalmak. kafasında bile olsa onunla yalnız kalıp düşüncelerini sadece onunla paylaşmak. onun her zaman için ona söyleyecek bir şeyleri vardı sessiz kalmazlardı. ----------------------------------------------------------------------------------------------
    3 puan
  25. ‘Hayat hepimizin hevesini kırıyor... Zehiri alınmış bir vedayım, kendimle buluşmalıyım...’ dedi Kadın! Adam, ışığın gittiği yöne doğru yürüyor fakat, hep eksik ve yarım bırakılmışlık duygusu peşini bırakmıyordu... Fazla tedirgindi... ve kendini belki de hiç gerekmediği halde gerekerek yaşıyordu Adam! Şehrin anlamsız kalabalığı, gürültüsü, hesaplı ve sahte ilişkileri, geçmişte yaşadığı sıkıntılı günler çok mu yormuştu onu?.. Bunalıyordu; dinlenirken de, öfkeliyken de, sevinirken de, mutluyken de... ‘Hayat yine de çok basit...’ dedi Kadın! ‘İnsanların kafası karışık!..’ Tüyleri diken diken, yüreği, ağzında bir Adam’dı!.. Hayat onu her gün dövüyordu... Korkularını sevmiyor, korkularından ödü kopuyordu... Hayalleri olmasaydı; dünya ‘her şeye rağmen yaşanmaya değer’ olmasaydı; yaşamın ilk darbesiyle yıkılabilirdi!.. “Topallayan da yol alıyordu”... ama hem “tutuklu” hem “gardiyan” yaşamanın acısı başkaydı... ‘Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, aşkı yanına almayı unutma...’ dedi Kadın! ‘Ne kadar haklısın, her şeyi aşk sandığım için önce aşka yenildim...’ dedi Adam! “Özgün olmak için dürüst olmak yeterlidir...” dedi Wittgenstein!.. “Kendinden başka hiçbir eksiğim yok!” dedi Kafka! “Çağdaş bir ortaçağ yaşıyoruz” dedi Umberto Eco! Her şey kendi kaktüsüne dönecek kadar sahici değildi artık! Ve aşk; ateş ile su arasındaki tabiatı gördü, maziye kaçtı!.. Engin Turgut
    3 puan
  26. Çocukluğumun en güzel anılarından: Mendil Artık bir nostalji olarak belleklerimizde yer eden, çeşitli desen ve renkte... İpekli, pamuklu ama mutlaka kumaştan! Öğretmenlerimiz ‘’mendiller’’ der demez minik ellerimizi tertemiz, ütülü ve özenle katlanmış mendillerimizin üzerine nasıl da koyuverirdik, tırnaklarımızı da görsün diye… Teneffüslerde körebe, mendil kapmaca ve yağ satarım bal satarım oyununda da oyun arkadaşlığı ettiler bize. Bayram mendillerinin de büyük anlamı vardı. Bayram yaklaşırken mendiller hazırlardı büyüklerimiz. El öpmeye gittiğimizde, şekerle birlikte mendil de alırdık; içinden küçük bir harçlık, ufak bayram hediyeleri de çıkan… Ne çok mendilimiz olurdu; renk renk, desen desen, bazen de kenarları dantelli ve işlemeli küçük mendiller. Nasıl güzel uçuşurdu düğünlerde halay başının elinde, uzağa gidenlere sallanırken de! Yeni neslin belki de hiç bilmediği mendil, bir kültürdü ama zaman içinde ''Selpak'' lara kaptırdı yerini; asla anlamlı ve değerli olamayacak olan! Sonra da anlamlı pek çok değer gibi geçmişteki hüzünlü yerini aldı. Bazen oyun arkadaşımız, bazen terimizi, göz yaşlarımızı ve kanayan dizlerimizi sildiğimiz, bazen bir bahar akşamı bir hanım efendinin elinden düşüveren bazen de ‘’söz’’ amacıyla verilen bu küçük ama çok şey simgeleyen mendiller bir gün hiç hissettirmeden uçuverdiler. Nasıl, ne zaman ve nereye?… Hiç anlayamadım. Bugün çekmecemde hala mendillerim var çocukluğumdan kalma. Elime aldığımda hüzünlendiğim, gündelik hayatın önemli bir parçası olduğu zamanları ve mendil geleneği olan bayramları özlediğim...
    3 puan
  27. 3 puan
  28. 3 puan
  29. Heyyyy yazmayalı çok uzun zaman olmuş..Biraz başım dumanlı ama, idare edin artık.. Kısacık birkaç kelam edip gideceğim.. Bugün mutfakta yemek yapıyordum, tam o sıra dışarıdan hoş bir kadın kahkahası işittim..Güzeldi, gülümsedim.. Ama birazda kıskandım, içim burkuldu galiba.Çünkü en son ne zaman kahkaha attığımı bile hatırlayamadım. Neyse uzun lafın kısası.. Ben artık kahkaha atmayı özledim.. İşte öyle.. http://www.youtube.com/watch?v=FTWHDChQdGY Belki bir şarkının her sesinde Belki bir sahil meyhanesinde Belki de içtiğim sigaranın dumanısın Bir yıldız gökte kayıp giderken Islak bir yolda yalnız yürürken Bambaşka bir şeyi düşünürken aklımdasın Geçmiş değil bugün gibi yaşıyorum hala seni Sen hep benim yanımdasın Gündüzümde gecemdesin, çalınmasın söylenmesin Sen benim Şarkılarımsın Sanki hiç gitmemiş hep var gibi Bir sırrı herkesten saklar gibi Sessizce sokulup ağlar gibi yanımdasın Beni bir şeylerden aklar gibi Koparmadan çiçek koklar gibi Hiç bozulmamış yasaklar gibi aklımdasın
    3 puan
  30. İnsanlar ne anlama geldiğini bilmeseler di, idam mahkumuna infazdan hemen önce bir sigara uzatmazlardı... Ama bu tabiiki sigaranın iyi birşey olduğunu göstermez... Ama bazılarının hayatını daha katlanabilir kıldığı su götürmez bir gerçek... 'Bazı hayatlar ayık kafayla yaşanamayacak kadar ağır geliyor insana' demişti bir dostum. İnsan neden yaradılışını sorgular? Başına gelen felaketlere kendinden başka bir sorumlu bulmak için olabilir mi? İnsan yaşadığı her kötü olayın sorumlusunun sadece kendi seçimlerinin bir sonucu olduğunu bilse ve kabul etse yinede yaşamaya devam edebilirmiydi? merak ediyorum bazen... Gerçekten kötü insanlar var mı? Bile bile başka birinin kötülüğünü isteyen? Nedeni ne olursa olsun, başka birinin hayatını karartan insanlar nasıl düşünüyorlar? Gerçekten kötüler mi yoksa şartlarmı onları buna zorluyor? Basit bir örnek: Çalıştığınız işyerinde yükselmek, daha iyi bir maaş almak dolayısıyla daha iyi bir hayat sürebilmek için yanınızda çalışan arkadaşınızın üzerine basmanız gerekiyorsa bunu yaparmıydınız? Onun hayat şartlarının daha kötü olacağını bilerek, buna neden olacağınızı bilerek yinede bunu yaparmıydınız? Bu bizi gerçek anlamda kötü yapar mı? Bir de şöyle düşünün. İş arkadaşınızın hayatının düzelebilmesi için sizin hayatınızın daha kötüye gitmesi gerekiyor. Bu arkadaşınıza izin verirmiydiniz? Yada şöyle diyelim ses çıkarmazmıydınız? Belki de bizi bu yollara girmeye mecbur bırakan düzen asıl sorumludur. Arkadaşınızla birlikte çalışıp kimsenin kaybetmediği bir düzen olsa daha iyi olmazmıydı? Belki de olması gereken bize göre doğru neyse o yolda devam etmek. Sonunda kaybetsekte kazansakta kendi bildiğimiz yapmak. O halde neden işler kötü gittiğinde tanrıya dönüp soruyoruz: Neden böyle diye.... Bazen meraak ediyorum. Herkesin kazanacağı bir yol yok mu bu dünyada?
    3 puan
  31. Uzun cümleler kuramayacak kadar yorgunum. Kardeşimin tabiriyle "dün motoru yaktım" Öte yandan babamın yanında yorgunluğumu bu şekilde dile getirsem aynen şöyle der: -"Tarlaya, tarlayaaaa" Elbet biliyorum benden çok daha zor şartlarda yaşayan kadınlar olduğunu.. Ama aynı anda hem temizlik yapıp, hem metrelerce perde ütüleyip asıp, yemek yapıp, alışverişe çıkıp, çocuğun okuluna koşup, okuldan döndüklerinde onların dertlerini dinleyip, hoş tutmaya çalışıp, kendi kafanın içindekilerle ayrıca boğuşmakta hiç kolay değil be baba..Bunların üstüne birde, bakımlı, hoş, güler yüzlü olmayı da unutmayalım lütfen..Tabii sihirbazım ya ben! Kabul senin annen gibi çamaşırları külle döve döve yıkamıyorum.Teknoloji ütüye bile çare bulacak yakında..Geçenlerde okudum.Buharlı bir dolap yapmışlar, içine çamaşırları asıyormuşsun, dolabın içindeki buharla tüm çamaşırlar kırşıksız çıkıyormuş..İyi de metrelerce tül perde girmez ki o dolaba..Yok sanmam..Hadi ütülendi diyelim, onları yine binbir cambazlıkla ben asıcam yerine.. Ev kadınları size söylüyorum bak; bugün bizimde bayramımız...
    3 puan
  32. Kişisel çıkarlarınızı, beklentilerinizi bir kenara bırakarak ilişkilerinize devam edebilir misiniz? Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum
    2 puan
  33. EKŞİ MAYA NASIL ÜRETİLİR? - EVDE EKŞİ MAYA YAPIMI Öncelikle söylemeliyim ki ekşi maya yapmak için biraz un biraz su ve biraz da ilgi, sabır, sevgi gerekiyor. Unutmayın o da tıpkı evinizdeki bir kedi, köpek gibi bir canlı, ilgiyi, sevgiyi, sabrı sonuna kadar hak ediyor. Maya için ağzı geniş cam bir kavanoz kullanın. Geniş olması önemli çünkü ilerleyen günlerde maya kabaracak, üstte kabarması için alan kalmalı. Cam kavanozu da mayanın kabarmasını izlemek için öneriyorum, ağzının geniş olması da işlemleri yaparken rahat hareket etmenizi sağlar. Tüm karıştırma işlemleri için sadece tahta kaşık kullanıyoruz, metal olmaz. Un olarak da beyaz unla birlikte tam buğday buğday unu kullanıyoruz. Su için ben içme suyu kulandım ama arıtılmış su da kullanabiliriz. Mayanın hazır hale gelmesi ortalama 15 gün sürecek ve bu 15 gün boyunca her akşam aynı saatte mayanıza bazı işlemler yapmanız gerekecek. O yüzden kesin evde olacağınız ve mayanızla ilgilenebileceğiniz bir saat seçip alarmınızı 15 gün boyunca aynı saatte çalacak şekilde kurun. 1.gün 100 gr un kullanacağız bu yemek kaşığıyla 4 kaşığa denk geliyor. 2 kaşık beyaz, 2 kaşık tam buğday ununu cam kavanozun içinde 100 ml (yarım su bardağı) oda sıcaklığında içme suyuyla karıştırıyoruz. Ağzını bir peçeteyle kapatıp açılmasın diye peçeteyi kavanozun kapağına lastikle tutturun. Evinizin rüzgar almayan bir köşesine bırakıyoruz. 2.gün Bir şey yapmamız gerekmiyor, bugün pek bir hareketlenme olmayacaktır en fazla mayanın üzeri biraz kabuklanabilir ama sorun yok ama yine de mayanızı kontrol etmeniz gerek, hava sıcak olur vs. kabarma 2. günden de başlayabilir. Eğer kabarma olmuşsa 3. gün işlemlerini bugünden yapabilirsiniz. 3.gün Kabarma halen yoksa sadece mayanızı karıştırıp bırakın. Eğer kabarma başlamışsa o zaman mayanızın üstte kalan yarısını sıyırıp atın. Kalanına 2 çorba kaşığı un ve çeyrek su bardağı su katıp karıştırın. Köşesine bırakın. 4. gün ile 10. gün arası Artı kabarma başlamış olmalı. Mayanız artık asidik olmaya kokusu da ekşimeye başladı. 3. gün yaptığımız üst yarısını atıp kalanına yine 3.gündeki gibi aynı oranda un, su eklemeye devam ediyoruz ve bunu 10. güne kadar aynen tekrarlıyoruz. 10. gün ile 15.gün arası Bu gün itibariyle artık mayanız her an olabilir. O yüzden bugünden itibaren kontrollü ilerlememiz gerek. Mayamızı her günkü gibi besliyoruz, besledikten iki saat sonra mayadan bir kaşık alıp içi su dolu bir kabın içine bırakıyoruz. Eğer maya suyun içinde havada asılı kalıyorsa ekşi mayamız artık hazır demek, suyun içinde dibe çöküyorsa o zaman henüz olmamış demektir ve ertesi gün yine aynı besleme işlemlerini yapmaya devam etmemiz gerekir. Bu arada besledikten sonra bir kaşığını suya attığımız için bu sürede un ve suyu bir miktar artırabilirsiniz. Bu beş gün içinde eğer ters bir şey yapmamışsanız, mayanızdan aldığınız ekşi koku biramsı bir kokuysa sorun yok. devam edin. benim mayamın oluşması tam 15 gün sürmüştü, sabra devam.
    2 puan
  34. sizce sosyal medyanın yararı mı daha çok yoksa zararı mı neden
    2 puan
  35. -Anne ben çocuk doktoru olayım en iyisi -neden çocuk doktoru? -Çok fazla yorulmam çocuklar en fazla grip nezle oluyor..
    2 puan
  36. ** KORİDOR'DA MED-CEZİR o öldü ardından yola çıktı üzerinde beyaz kefeni hasır'ın etkinliğinden kurtulmuşluğunca bağımsız roma'nın agorası sökmeye gelenlerle doldu taştı söz konusu heykelleri birlikte getirdikleri emaillerle benzer mit ve efsaneler üzerine döngü veya dönüşüme girdiler hazlı eylemleriyle ve akıcı ya da sürükleyici bohem seyahatlerinde hep bunu yapmaktaydılar kaygısızığa sığınarak derbeder sintinede kaçak küçük çocuk bütün gün uyumuştu minik ellerinde sımsıkı tuttuğu mavicik kurşundan askeriyle ışıl ışıl ve parlak renkli benzer efsaneler üzerine ki o bilinmez ve görünmez bir soluktur savaş uykusunda onu buharlaştırdı veya görselleştirdi görünür hale getirdi ahşaptan çarşafının kıvrımlarında sonra sicil dairesinde kayda geçirdi rüzgarı arkasına alıp ve türlü çeşit büyük küçük gemileri kattı önüne krokisinin ve göğsünden hırlıyarak fışkıran öksürüğünün önüne katarak ve üç direkli barkanın sıyırtılarında hayallerini gezdirerek bu arada sintinede andışı kalmış kaçak yolcu bi kadın vardı ve sessizce seyrediyordu çocuğun rüyalarında kayboluşunu soluklarda devinen köpüren denizi görmüyordu oysa bi yaygara hem çığlık nidalarında ve cümbüşünde rüzgarın tayfalar güvertede farklı hem çok komik anlamsızca bi başkaldırı hazırlığında idiler ki feryat kırlangıçlara özgü gemi rüzgarın önünde yürüyordu fütursuz yürüyordu orada gereksiz kargaların üzerinden uçarak boğuşuyordu dalgaların kaprisleriyle ki dalgalar ayırdında olmadığında çarpıverir hayaletleşir martılar seri atışlar yaparlar poligonda kaptanın karısı felçliydi ve tek çocuğuna nazar değmişti farkında değildi hınzimanın aşiretleşen başkaldırısının zira kaptan şepşeylerin etki alanına girmişti bilemeden uzak bi akrabadan ummadığı bi arazi kalıvermişti miras işte bu hercümercde kamarasında başı iki eli arasında martıların çığlıklarına tayfalarının cinnetine duyarsızdı mavicik kurşun askeri elinde ve buharlar arasında savaşan küçük çocuk mırıldandığı kendince şarkısıyla güverteye yürüdü andışı kalmış kadın da istençsizce küçük çocuğu takip etti dalgalar giderek yükseliyordu küçük çocuğun mırıltısıyla gökyüzü boynunu bükmüş gri kara bulutlar ile büklümlenmişti aniden bi şimşek çaktı etraf aydınlandı bir daha kararmadı masmavi bi ışık ama ıpışık tüm denizi ve gökyüzünü sarmaladı tayfalar bi anda duruverdiler hiç görmedikleri ışınımında sanki felç olmuşlardı hep birden ve kaptan işte tam bu anda lombozdan gördüğü mavi ışığı anlamak üzere güverteye çıktı birden tüm hengâme duruverdi ve edepsiz bi sessizlik içinde güçlü bi el uzandı kim varsa gemide toparladı ve geçip gitti minicik kurşun askerli küçük çocuk ardındaki andışı kaçak yolcu kadın güverteye çıktıklarında hiç kimseyi göremediler sadece üzerinde beyaz kefen olan ölü bi adamı fark ettiler kaptan köşkünde ayakta durmuş onlara bakıyor gülümsüyordu bu gemiyle yola çıkan hasırın etkinliğinden kurtulmuş bağımsız ve hürr o ölü adam **
    2 puan
  37. ?? Bir muamma bulut teslim-alınca geceyi; Gözlerin tuhaf bakar göremem gözlerini.. ??
    2 puan
  38. VE HEP BİRLİKTE BİR DAN BROWN KİTABININ DAHA SONUNA GELDİK, YENİSİNDE BULUŞMAK ÜZERE DİYORUM. KİTABI BENİMLE BİRLİKTE OKUDUĞUNUZ İÇİN ÇOK AMA ÇOK TEŞEKKÜRLER İŞTE BU DA SİZE BU ANA KADAR BENİ TAKİP ETTİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR ÇİÇEĞİM.
    2 puan
  39. Sayfa 526: Akşamüstü güneşi Sagrada Familia'nın kulelerine vuruyor, Plaça de Gaudi'ye uzun gölgeler düşürüyor ve kiliseye girmeyi bekleyen turistlere sığınak sağlıyordu.
    2 puan
  40. Aşk; Alternatifsizlik ise? Tek seçenek.. Subliminal bi anlamı olmalı diyorum.. Diyorum da.. Ne diyorum? Havada bu aralar bol hurma kokusu var da ondandır.. Yoksa akıllı-usluyumdur.. Ara-sıra böyle oluyorum.. bağışlayın aziz dostlar.. "Hüngür hüngür ağladımSenin alacağın olsunUtandı meyhanelerOyuna getirdin aşkSana da aşk olsunMuhbirmiş kelimeler.."
    2 puan
  41. Sevgili Admin'imize de bir cemile-i vesileten.. Sabah kahvesi ikramı olsun..
    2 puan
  42. Şu albümden: Sevdiğim Fotoğraflar

    [Fotoğrafta, Yves Montand, Marilyn Monroe'yu izliyor, o, Arthur Miller'ı, o, Simone Signoret'i, ve o'da Yves Montand'ı izliyor.]
    2 puan
  43. "Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur "Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur. ... Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. Y. K. Beyatlı / Düşünce "Yalnız ‘şimdiyi’ anlayan, cehennemin bu olduğunu gerçekten bilir." - Jacob Wasserman
    2 puan
  44. Mutluluk dediğimiz şey ara ara geliyor insan ömrüne ama sonra hemen gidiyor. Mutsuzluk ise sadece mutluluğun geldiği zamanla, gideceği zaman arasında terkediyor bizi... Yani mutsuzluk neredeyse her an bizimle aslında, mutluluk ise geçici olan... Mutsuzluk insanı ayakta tutmaya zorluyor. Mutsuzluk, aslında bizi güçlü yapan... Mutluluk ise hayata karşı olan tüm direncimizi kırıyor. Bizi savunmasız hale getiriyor. O yüzden gittiğinde kendimizi bir anda yerde ve yerle bir buluyoruz, felç oluyoruz, tutunamıyoruz, canımız acıyor, kırılıyoruz, inciniyoruz. İşte o zaman elimizden tutan, bizi yerden kaldıran, üstümüzü başımızı silkeleyip, bize tutunacak bir dal veren yine kadim dostumuz mutsuzluk oluyor. Biraz zor olsa da tekrar kalkıyoruz işte... İlginçtir ki ben bunu bu akşam keşfettim. Önceleri yaptığım sadece bunları yaşamakmış. Yaşamak her zaman yaşadıklarının farkında olmak demek değildir zaten. Ayakta kalabilmemin, güçlü olabilmemin, hayata tutunabilmemin yolu mutsuzlukmuş. Bana kalan, artık her daim yanımda olacağını bildiğim mutsuzluğumla barışık olmayı öğrenmek... Mutluluktan ise mümkün olduğunca uzak durmak... Tabi mümkün olursa... *** Eee yazımı okuduysanız bari bir de bu klibi izleyin ki tam olsun... Daha iyisini inanın ki görmedim ben... http://www.youtube.com/watch?v=cud_k9f6tqk
    2 puan
  45. Turkcell örnek bir kampanyaya imza attı ve sokak hayvanları için İstanbul'un dört bir yanına 10,000 adet su kabı yerleştirdi. Turkcell'i tebrik ediyor ve bu kampanyayı İstanbulla sınırlı tutmayıp tüm Türkiye'ye yaymasını diliyoruz. Tabi bu davranışın başka kuruluşlara da örnek olmasını umuyoruz.
    2 puan
  46. Önceden planlanmamış tatilleri oldum olası sevmişimdir. Aniden ertesi gün için hazırlıklara başlamışsındır bile. Birde tatil sıradışı olursa deymeyin keyfine. Bundan yaklaşık 1 ay önce yengemden gelen bir telefon ile böyle bir maceralı tatil yaşadım. Abim Uluslararası sefer yapan gemi kaptanıdır (suvari). Uzun yıllar yük taşıyan gemilerde oradan oraya gider gelir. Maceramız Göcekte başladı. Yengemden gelen telefon ile ertesi gün yola çıktım. Muğlada yengemle buluşup Göceğe hareket ettik. Önceden ayarlanmış ufak bir tekne bizi yabancı bandralı olan abimin de kaptanı olan yük gemisine kaçak götürüp bıraktı. Planımız birkaç saat hasret giderip inmekti. Abim bizle birlikte yola devam etmeyi kekova da bizi bırakabileceğini ve Antalya da olan kızının da eşi ve çocuğu ile oraya gelip onları da görmek istediğini söyledi. Hadi bakalım yük gemisinde kaçak olarak sefere buyrun. Yola çıktık, hava kararınca biz kaptan köşküne çıktık.Otomatik pilotla hareket eden gemide ne ne işe yarar az çok öğrendik.Bu arada rota değiştirmesini de öğrendim Zor birşey değil düğmeyi istenen rakamın üzerine getirip okeylemek Gecenin sessizliğinde uzaktan yer yer kara ışıklarını seyredip,zaman zaman telsizden gelen konuşmaları dinleyerek ve meraklı bakışlarla o kadar çok aletin işlevlerini öğrenerek zaman geçirdik. Ertesi gün sabah kekova yakınlarındaydık. Kızı da eşi ve oğlu ile oradan gemiye geldiler. Yedik içtik sohbet gırgır şamata falan birkaç saat geçirdik. Ayrılma vakti geldiğinde biz Antalya istikametine abim de Girite doğru yola çıktı. Gemiye biniş ve inişlerde sahil güvenliğe yakalanmamak için büyük heyecan yaşadık nede olsa kaçak yolcuyuz. Sonrasında Antalya ve çiftlikte 12 günümüz güzel geçti. Gemi maceramız bu kadar da değil. Eve döndüğümün ikinci gününün geceyarısı bir telefon geldi.Yengem sabah İstanbula gitmemiz için evden izin kopardı. Yengem internetten uçak bileti ayarlanıp sabah yine yola çıktım. Yengem ve torunu ile İstanbul havalimanında öğlen buluştuk. Bizim yük gemisi Giritten İstanbula gelip yük boşaltmış ertesi gün Mısıra ve oradan Lübnana gidecek. Birkaç saatliğine gemiye girip sonra abim yoluna biz birkaç tanıdıklara uğrayacağız. Gemiye Ambarlı limanından misafir olarak girdik. Gemiye binip ardından inmek ne mümkün,kaçak yolculuğa alıştık ya abimde plan hazır. Sizi göcekte indireyim dedi. Gemlik de yük alacağımız liman Hadi bakalım,sabah yola çıktık. Gemlik limanına yük almak için girdik. 2 günde araba ve ankastre yapımında kullanılacak silindir rulolar ve plakalar gemiye yüklendi. Tabii bizim görünmememiz lazım, güverteye falan çıkamıyoruz. 2 gün kuluçkaya yatmış gibi kaptanın kamara salonundayız gelsin çaylar kahveler yemekler. Dünya tatlısı torun da olmasa ne yapardık acaba. 2 gününü sonunda sabah yola çıktık belli bir mesafeden sonra kendimizi güverteye attık. 4 gün ve gece hiç durmaksızın süren bir yolculuk yaptık. Çanakkale boğazı girişine gece geldik. İlginç bir deniz yolu trafiği ile karşılaştım. Karayolu kavşağından geçer gibi geliş istikametini geçip karşı yöne geçilecek. Telsizlerden rota belirlemeler, hesaplamalar,hız ayarları derken gidiş istikametine geçtik. Tabii bu 1 saati geçen bir sürede oldu. Sabahın erken saatlerinde gemiye tekne ile freeshop un geleceği bildirildi. Alınacaklar listelendi. Box sigaralar içkiler falan. Freeshoplar sadece havalimanlarında denk geldi. İlk defa tekne ile yanaşan freeshopa gördüm. Duyunca elbet şaşırdım,tahmin edemeyeceğim bir şeydi. Güneye kara ve adalar arasından indikçe adı sıkça duyulmuş,kimi nam yapmış kimi olay yaşanmış adaları da görme imkanım oldu.(kardak,kos).Ayrıca bazılarının yakınımızdan geçtiği gezi gemileri,transatlantikler,güneşin batarken huzur veren ve yoğun duygu seli yaşatan görüntüsü,ayak basılmamış bakir kara parçaları,geceleri Ay ın denizle bütünleşip yakamozunla denizi yıkayışı.Kısaca şiirler yazdırırcasına hayallerin yoğunlaştığı bir görsel. Göceğe sabah erken saatlerde vardık. Bizi alacak tekne yanaşırken hem heyecan hem burukluk içindeydik. Gemiden uzaklaşırken yanımızdan geçen sahil güvenliğin gemisini farkettik. 5 dk ile kurtulmuştuk. Göcekte bir tanıdığın apartında 1 gece kaldıktan sonra evlerimize dönüşe geçtik.Güzeldi..
    2 puan
  47. arkadaş gidiyon markete alışverişini yapıyon kasaya geliyosun artık ürünlerin geçiyo kasiyer poşet veriyo ulan uğraş uğraş o poşet açılmıyo anasını satim.elinle ufalıyon ufalıyon üflüyon buruşturuyon elimi dilime götürüp biraz tükmüklüyom yok olmuyo.millette bana bakıyo sırada bekleyenler.hadi bir an önce poşetine koyda git diye.biride yardım edim demiyo.cebelleşiyorum ben orda.sonra kasiyer elini bi atıyo hemen açılıyo poşet..bide sırada beklerken görüyorum genelde bayanlar yapıyo kasiyer poşeti veriyo kafasını bi saniyeliğine bi tarafa çevirir çevirmez ordaki bütün boş poşetleri alıp ürünleri koyduğu poşete atıyo.bitanesi yakalandı.evde çöp poşeti yapacakmış öyle diyo.sendde koymo o zaman o kadar poşet kasiyer alla alla.millet alıyo işte.hem poşet koyarken poşeti açıpta koy.açan var açamayan var.bu poşeti açmanın püf noktası nedir yav. </body>
    2 puan
  48. Düşünmeyin böyle şeyler. Artık kolaylıkla ampülleri değiştirebileceğiniz uzanan mekanizmalar var veya eski usül ama dayanıklı ve düşmeyen merdivenler var. Bu arada siz iyisi mi her gün buraya rapor yazın biz yazı görmezsek polisi arayalım..
    2 puan
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.