Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

RA'NIN RUH SESİ

  • başlık
    203
  • yorum
    1.016
  • görüntü
    381.385

İLK HEYECAN-İLK İÇ ÇEKİŞ


Radya

1.688 görüntü

blog-0605617001446053790.jpg

Küçücük 6 yaşında bir yürek aşk ile çarpar mı...? Ne tür heyecanlar duyar ve asıl önemlisi acı çeker mi...?

 

Bu sorunun cevabını bulabilmek için hafızamı zorladım bugün.Yıllar öncesine bir yolculuğa çıktım...İlkokul birinci sınıfımın kapısından girdiğimde tenefüs zili çalmıştı, sınıf boştu...Sadece en ön sırada Gültekin vardı sınıfta. Sırada oturmuş ellerini başının arasına almıştı...

 

-"Senin neyin var...?"

 

-"Başım ağrıyor"

 

Ufacık aklımla içinden nasıl çıkacağını bilmediğim bir dehlize girmiştim.Nasıl geçerdi bu ağrı, o anda beynime gelen tek komut, "şevkatinle sarmala" idi...O yaşın en saf haliyle uzanıp öptüm onu yanağından.

 

Tenefüslerde birlikte oyun oynarken yüzümdeki kocaman gülümsemeyi hatırladım şimdi.Ve hazırladığımız piyeste onun kraliçesi olamadığım için duyduğum üzüntüyü. Öğretmenimiz kraliçe olarak beni değilde Aylini seçerek beni üzdüğünü nereden bilebilirdi tabi ki..

 

Bir annenin çocuğu için endişeleri hiç bitmez, hatta katlanarak o büyüdükçe endişelerde büyür...Ya düşerse, ya şaşarsa, ya hasta olursalarla büyütürsünüz onları...

 

Benim yeni endişemin adı KARYA..

 

Geçenlerde okul yolunda ilerlerken, heyecanla itiraf edildi bana Karya..Bana! Bu dünyada senden güzeli yok dediği bana...:D

 

-"Anne sınıfta bir kız var çok güzel yaaaaaa"

 

-"Ne!"..

 

-" Yanına oturtmuyor ama beni, bana kötü davranıyor!"...

 

Üstümden şaşkınlığımı atmaya çalışarak ;

 

-"Sen de çok üzerine düşme, daha yeni yeni tanışıyorsunuz ancak arkadaş olacaksınız"

 

-"Ha ha Anne sende amma komiksin,üstüne düşersem canı yanar"

 

 

 

Ve bugün okul yolunda;

 

-" Annee ben en iyisi Karya'ya şarkı söyleyeyim, belki beni o zaman sever...

 

-"Ah tatlı romeo'm benimmmm"...

 

Elimdeki çopleri konteynar'a atarken bir de baktım benim ki bir apartmanın bahçe duvarına uzanmış yasemin koparıyor..."Ay ince ruhlu oğlum bak görüyormusun bana çicek verecek" diye içimden konuşurken;

 

-" Karya için topladım bunları ,belki ona çicek verirsem beni sever...

 

-" Ühü ühü ühüü"

 

Okula yaklaşırken çiçekleri arkasında saklaya saklaya gidiyor...

 

-"Neden saklıyorsun çiçekleri" ?

 

-"Eee sürpriz yapıcam ya"!

 

Nihayet sınıfa giriyoruz, bana gösteriyor Karya'yı. Gidiyor yanına veriyor çiçekleri,ama kız hiç oralı olmuyor...Ben o anda sanki Alp salıncaktan düşmüşte canı yanmış gibi bir sızı duyuyorum içimde...

 

Ama biliyorum tıpkı düşe kalka yürümeyi öğrendiği gibi öğrenecek...Reddedilmenin dayanılmaz ağırlığını, sevilmenin hazzını, özlem duymayı, kavuşmayı hepsini öğrenecek.

 

Birkaç hafta önce gazete okurken bir röportajda şöyle bir soru vardı...

 

Öldükten sonra yakılsanız küllerinizi nereye savursunlar istersiniz...? Hemen iki şey geldi aklıma...Bir film ve bir şiir...

 

Filmin adı; The Bridges of Madison County...Film, Robert ( Clint Eastwood) ve Francesca'nın ( Meryl Streep) aşkını anlatır. Dört gün boyunca müthiş bir aşk yaşarlar,bedenen sadece dört gün beraber olsalarda ,ruh birliktelikleri ölene kadar sürer.Öldükten sonra onları biraraya getiren köprüde küllerinin birbirine karışmasını isteyecek kadar çok severler birbirlerini...

 

Şiirde şu ;

 

 

Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

İyisi mi, beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun

içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin...

Fedakârlığımı anlıyorsun :

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum

yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sen de ölünce

kavanozuma gelirsin.

Ve orda beraber yaşarız

külümün içinde külün,

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar...

Ama biz

o zamana kadar

o kadar

karışacağız

ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz

yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.

Ve bir gün yabani bir çiçek

bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak :

biri sen

biri de ben.

Ben

daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım.

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım, ama çok, pek çok,

ama sen de beraber.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.

Yalnız pek sevimsiz buluyorum

bizim cenaze şeklini.

Ben ölünceye kadar da

bu düzelir herhalde.

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?

İçimden bir şey :

belki diyor.

 

 

18 Şubat 1945

Piraye Nâzım Hikmet

 

İşte büyüdüklerinde çocuklarım aşkı böyle ta içlerinde hissederek yaşasın istiyorum...Birbirlerinin küllerine karışmayı isteyecek kadar sevilip sevsinler... :wub2:

6 Yorum


Önerilen Yorumlar

çok hoş bir çalışma..

kutlarım,ve devamını dilerim..

bir anne olarak çocuğunuzun kalbindeki ilk uyanışları

bize çok duru, çok yalın aktarmışssınız.

çocukların dünyası sandığımızdan

daha büyük..

size bunu çok güzel anlatan birde roman önereyim eğer okunmadıysa:

şeker portakalı-vasconcelos..

çocuk dünyasının derinliğine giren bir kısa roman..bir duygu seli..

The Bridges of Madison County filmi beni de çok etkilemişti..

bildiğiniz gibi yasak bir aşktır o,francesca nın düzeyli bir evliliği vardır aslında..

ama aşka o kadar susamıştırki francesca ,bir caretta nın doğar doğmaz

denize koşması gibi koşar sevgiye..

ama bir kez daha aşk, o güçlu tutku aşmıştır yasağı...

c.eastwood da karakter oyunculuğunun doruğundaydı o filmde..

Yoruma sekme

Piraye ve birçok kadın sevdikleri erkekleri çoğunlukla çocuklarıymış gibi sever...Şevkat ve koruyuculuk diğer kadınsı duyguların üzerine çıktığında erkeğiyle...(tıpkı çocuklarında yaptığı gibi)bir koza içerisinde yaşamak ister...

Bu sevilen erkeği uzaklaştıran bir tutumdur...(tıpkı Nazım'da olduğu gibi)

Bence doğrusu ayrı kozalar(kavanozlar) da yaşamak ve sevgiyi (aşkı)özgür bırakmaktır...Çünkü:

''Aşk özgürlüğün çocuğudur''

Saygılar....

Yoruma sekme
Piraye ve birçok kadın sevdikleri erkekleri çoğunlukla çocuklarıymış gibi sever...Şevkat ve koruyuculuk diğer kadınsı duyguların üzerine çıktığında erkeğiyle...(tıpkı çocuklarında yaptığı gibi)bir koza içerisinde yaşamak ister...

Bu sevilen erkeği uzaklaştıran bir tutumdur...(tıpkı Nazım'da olduğu gibi)

Bence doğrusu ayrı kozalar(kavanozlar) da yaşamak ve sevgiyi (aşkı)özgür bırakmaktır...Çünkü:

''Aşk özgürlüğün çocuğudur''

Saygılar....

 

Farklı bir bakış açısı tabii...

 

Ben şiirdeki kavonozu esaret olarak düşünmedim...Aşk bir esaret midir...?

 

Olsa olsa gönüllü bir esaret halidir Aşk...:)

 

Erkekler şevkat ve koruyuculuğu severler,tabi sadece şevkat olmamak kaydıyla...

 

Onlar ne kadar büyüselerde hep analarının oğulları olarak kalırlar ve bu yüzden de hep analarına benzeyen kadını ararlar...:D

 

Saygılar

Yoruma sekme
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.