Mem İle Zin
Ahmed-i Hani
Çeviren-Yenidenyazan
Sadık Yalsızuçanlar
'AH MİNE'L-AŞK'
Mem ile Zin'in öyküsü tanıdık bir macera.
Leyla ile Kays'ın, Yusuf İle Züleyha'nın, Arzu İle Kamber'in, aşk ateşiyle birbirini yakan Kerem İle Aslı'nın, Romeo İle Juliette'in, Genç Werther ile Lotte'nin, Kafka İle Milena'nın öyküsü gibi tanıdık ve trajik.
Mezopotamya'nın bu kadim efsanesinde karşımıza çıkan olay da, Nietzsche'nin 'her aşk trajiktir' yargısını doğrular.
Mem İle Zin, şairin,
'ah mine'l-aşki ve'l halatihi/ahraka kalbi bi hararatihi'dizelerindeki gibi yakıcı bir öyküdür.
Burada da Mem, Zin aracılığı ile kemale erer ve 'aşk'ın aşkınlaştırıcı işlevi bir kez daha kendisini gösterir.
Botan havzasında(bugünkü Cizre) evvelbaharın başlangıcı olan Nevruz'da başlayan macera, kabirde son bulur.
İki sevgili ıstırap dolu bir yaşamı, mezarda birleşerek noktalar.
Mem, 'kıl gibi incecik belli, zarif sevgili'sini, Bey kabre indirdikten sonra sarar ve 'murad'ına erişir.
Cefa dolu bir ömrün ödülü, tıpkı Kays ile Leyla'da olduğu gibi ötedünyada kavuşmaktır.
Doğulu batılı her aşk öyküsü aynı yolu izleyerek aynı sona ulaşır.
Sevgili, aşk ve tutku objesi olduğu kadar, bir 'geçiş nesnesi'dir de.
Asıl Sevgili'ye yükselen yolda bir 'geçit'tir.
Şark öykülerinde erkek de kadın da 'ten'iyle pek yer almaz.
Daha çok bir im bir işaret, bir imge olarak görünür.
Erkek kadını bir av kendisini de avcı olarak görür.
Kadının dileği, 'peşinden koşulmak', erkeğinde erimek ve giderek onu sahiplenmektir.
Kadınla erkeğin ilişkisinde bir 'oluş/karşıoluş'diyalektiği işler durur.
'Nirvana'ya ulaşma yolunda çile çeken mürid gibi erkek cefayı yüklenir, kadın cefakara yoldaşlık eder.
Ve herşey yavaş yavaş yok olarak gerçek ortaya çıkar.
Elinizdeki kitap binlerce kez anlatılmış olan o ezeli macerayı yeniden anlatmayı deniyor.
Mem İle Zin'in, ünlü kürt bilgesi Ahmed-i Hani'nin kaleminden çıkan bu versiyonu, bir 'yazma' nüshadan hareketle yayımlanmış osmanlıcasını kaynak alıyor.
Hınıs ve Varto medreselerinde geleneksel eğitim almış olan kayınpederim Muhammed Said'in kitaplığından 'gasbettiğim' yazma eserler arasında rastladığım nüsha, osmanlıca çevirisi idi ve yüzonaltı sahifeden oluşuyordu.
Derkenarlarından öğrendiğime göre, eser, Molla Ahmet'ten kendisine intikal etmiş ve O'nun altı aylık bir İstanbul ziyareti esnasında eline geçmiş.
Öteki nüshalardan birkaç gazel ve özel isimlerdeki farklılık dışında en çok, Ahmed Faik'e isnad edilen yazmaya benziyor.
Görülen o ki, hikayeye zamanla bazı eklentiler yapılmış, kimi değişiklikler olmuş.
Aslı kürtçe olan bir eserin türkçe çevirisini okuma zahmetinde bulunanlar görecekler ki, modern zamanların milliyetçi hassasiyetleriyle herhangi bir yakınlığı yok eserin.
Kürt dilinde yazılan çağdaş romanlarda yapılan göndermeler modern bir zihin durumuyla tasavvufi imgelere yaklaşıldığında nasıl bir sonuç ortaya koyduğunu bize yeterince gösterebiliyor.
Öyküden hareketle yapılan filmde de aynı sorun gözleniyordu.
Eseri, çocukken babaannesinden defalarca dinlemiş olan eşim Firdevs hanımın bilhassa kürtçe deyimlerle ilgili katkılarını anmak isterim.
Kusurlar bizden, güzellikler O'ndandır.
Sadık Yalsızuçanlar
Mem İle Zin
DİCLE'NİN SULADIĞI TOPRAK
Kaynağı cennette olan ırmakların en nazlısı Dicle'ye Botan çayının kavuştuğu yerde, Cizre'de geçiyor öykümüz.
Kendi hali kendi melalinde bir halktı Botan halkı.
Başlarında asil ve yiğitler yiğidi bir Bey vardı.
Eliaçıklıkta üstadı Hatem-i Tai idi.
Yoksulların, düşkünlerin ve çaresizlerin sığınağıydı eşiği.
Çınar gibi kadim bir soy ağacı idi nesli.
Nice korkusuz yiğitlere, nice gönül acılı güzellere tanıklık etmiş bir soy...
Amcası oğlu üç yiğit buyruğundaydı, 'öl dese ölecek' kadar kendisine bağlı, özü sözü bir üç ceren.
Çaker, Arif ve Tacdin.
Mezopotamya'nın dört bir yanına nam salmışlardı cesaretleri ve savaşçılıklarıyla.
Her biri bir bölük erin başında, bir sancağın altındaydı.
Bilekleri bir, yürekleri bir, dilekleri birdi.
Tacdin'in yiğitlikte menendi yoktu.
Kılıcını kuşanmayagörsün, en azılı düşmanları çil yavrusu gibi dağılırdı.
Akıllı, bilgili, güzel huylu ve insaflı bir delikanlı olan Mem'le Tacdin arkadaş idiler.
Okuduğu aşıkane gazeller dinleyenin yüreğini titretir, ruhunu nesim-i nevbahar gibi okşardı.
Tacdin'le kader birliği edip sözleştiler.
Anca beraber kanca beraber.
Artık yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu.
Aynı meclisin müdavimi, aynı yolun yolcusu oldular.
Hiçbir zaman birbirine ihanet etmedi, birbirinin yoluna tuzak kurmadılar.
Bey'in konağında içi de dışı gibi kara, fitnelerin binbir türüne aşina, işi gücü fesat dolu biri vardı, adına Beko derlerdi.
Konağın eşiğinden sorumlu kapıcıbaşılıktı görevi.
Haremini melekmisal güzeller süslüyordu.
Usta bir ressamın fırçasından çıkmış gibi biçimli ve çekiciydiler.
Sitti ve Zin adlı kardeşleri sanki ışıktan yaratılmış, Firdevs cennetinden çıkıp gelmiş, ruhlarında ölümsüzlük iksirini taşıyan varlıklardı.
Simsiyah, örgülü saçları yılana, sürmeli kirpikleri ise hançere benziyordu.
Dolunay çehresindeki benler dünyayı fitne ateşinde yakardı.
Kaşları yay, dudakları mercan, dişleri inciden güzeldi.
Nergis gözleri bir kez bakmayagörsün en güçlü büyücünün sihrinden daha etkili olurdu.
Semanın iki meczubu güneş ve ay güzelliklerini kıskanırdı Sitti ile Zin'in.
Güneşten daha parlak, aydan daha ışıltılı idiler.
Yaşadıkları yörenin ve toplumun gözdesi, yegane sevgilisiydiler.
Güzelin bahtı güzel olmazmış.
Sitti, dünyada muradına erişecekti ama Zin'in talihi yaver gitmeyecek; kaderin tecellileri onu çile dergahına sürükleyecekti.
2.Bölüm
ŞİİRİN TUZAĞI
Ey şarap sunucu, lale renkli içeceği sun artık
Bu bahtı karayı bir kez olsun şad et
Ruhumuz şenlensin, şiirler söyleyelim
Şiirler söyleyelim ruh soframız zenginleşsin
Botan'lılar, Nevruz erişip de evvelbahar yeryüzünü yeşile boyayınca
kırlara düşer, bayram sevinci yaşarlardı
Tabiatla birlikte ruhlar da uyanır, ağırlıklarından kurtularak kanatlanırdı
Güzeller, tabiatı yaldızlayan laleler sümbüller güller gibi açılır
Botan'ın tepelerinde bölük bölük gezinirdi
Nevruzla birlikte Cizre'de evler boşalır, herkes yeşilin coşkusuna bırakırdı kendisini
Bir Allah'ın kulu kalmazdı evlerde
Herkes tabiatın çağrısına katılırdı
Yine sene devroldu
Yine tabiatın yeşil dili kabardı
Kış uykusundan uyandı herşey
Gül ile lale kana boyanmakta birbiriyle yarıştı
Ağaçlar yeşil çehresiyle tebessüme durdular
Beyaz bir örtünün altında aylarca uyuyan böcekler uyandı
Kuşlar bir zamanlar terkettiği iklime, uyanış çağrısına uyarak geri döndüler
Sevgililer de katıldı çağrıya
Baharla birlikte kalplerde sevgi ırmağı taştı
Aşk denizi kabardı
Sedefinden çıktı inci
Zin ile Sitti de güzelliklerini taşımayı dilediler Nevruz şenliğine
Kırları bayırları dağları gezmek istediler
Rüzgar kanatlı küheylanlara binerek
Yükseklerde şahin gibi uçmak için bir yol geldi akıllarına :
Erkek kılığına girmek
Birer erkek giysisi buldular
Kılış kuşandı mızrak takındılar
Yaylarını omuzlarına aldılar
Arap atlarına binerek kırlara koşturdular
(...)
12.Bölüm
MUM İLE PERVANE
Gönlünün sahibinin zindana kapatıldığını gören Zin
Matem giysilerini giyindi
Yüreği paramparça oldu
Kanlı gözyaşları ırmak gibi aktı
Felekten adalet diledi
Dehrden merhamet istedi
İçler acısı halini gören dostları gelerek
Onu teselliye çalıştı
Öğütlerde bulundular
'Niçin bu ateşte yakıyorsun kendini? Ey ay yüzlü güzel neden böyle ağlayıp inliyorsun?O nergis gözlerine, o gül yanağına, o yanağındaki siyah bene acımıyor musun? Gençsin, güzelsin, feleğin bu cevr ü cefası altında niçin eziliyorsun?'
Zin, bu kabil sözlerin hiçbirine kulak vermedi.
Dostları çaresiz dağıldılar.
Yalnızlığı kederini artırıyordu Zin'in.
Akşam oldu, yeryüzü yine siyah örtüsüne büründü.
Yine konakta şamdanlar kuruldu, mumlar, kandiller yakıldı.
Yalnız, mutsuz ve çaresiz bir haldeydi Zin.
Yanıbaşında yanan muma baktı
Yanıyor ve ışıtıyordu
Lakin içinde simsiyah bir fitil vardı
Derin bir düşüncenin kollarında daldı gitti
İçi simsiyah olduğu halde dışı niçin böyle parlıyor? diye geçirdi aklından
Zin mumun halini düşünürken
Bir zaman hayret içinde kalakaldı
Neden sonra şöyle düşündü,
'benim halimi gerçekten anlayacak bir dost buldum sonunda. Çünkü böyle içten içe, sessizce ancak çılgın aşıklar yanabilir.'
Mum'a yaklaşarak,
'senin böyle yanıp yakılmana sebep nedir? Kimdir seni böylesine ateşlere salan güzel? Hangi sırrın sarhoşusun sen? İçini kızgın yaralarla kim doldurdu, dışın neyin özlemiyle yanıyor?'
Şafağa dek söyleşti mum ile
Günün ilk ışıkları çıkıncaya değin yandı mum
Nihayet gün açıldı
Zin bu kez kendi kendine dertlenerek
Şiir söyledi
Sevdanın değerini bilenler
Hiç dünyanın süsüne kapılır mı?
Aşk ülkesinin sultanı olanlar
Hiç beyden paşadan korkar mı?
Aşk ateşiyle yanan mumu kınama sakın ey gönül
Aşkın yüceliğinden habersiz olanlar
Aşıkları ayıplar ancak
Gönül ehlinin yaptığı semayı
Gökteki hangi yıldız yapabilir?
Aşk bahçesini bir kez ateş sarmayagörsün
Artık orada çer çöp kalmaz
Diken bulunmaz
Gönül dağına aşk kazmasını vuran Ferhat'a
Kaya değil çelik olsa dayanmazdı
Aşk ateşiyle mum gibi yanan gönül
Kıyamete değin sönmez
Aşkın gizlerini anlayan bir kalp için
Artık gam ve keder kalmamıştır
13.Bölüm
GERÇEK SEVGİLİYE DOĞRU
Yeryüzüne sığmayan gönlüyle
Dört duvar arasına hapsedilen Mem
Derin bir mutsuzluk kuyusuna düşmüştü
Orada günlerce haftalarca aylarca
Umutsuz bir halde kalınca
Anladı İbrahim(as) gibi
batınca kaybolan sevgiliye gönül vermemek gerektiğini
acısı o denli büyüdü
o denli büyüdü ki
artık küçücük bir keder hissetmemeye başladı
Samed'in aynası olan Kalb'i gittikçe saflaştı
Arındı
Ve nihayet Gerçek Sevgili'ye çevirdi yüzünü
Sadece Allah'ı zikirle meşgul olmaya başladı
Gönüller ülkesinde anka gibi uçuyordu
Can pervanesi gerçek ışığı bulmuş ve sadece ona yönelmişti
Lakin nefsin hoşuna gitmemişti bu
Gerçek mumun ışığına yönelmiş olan can pervanesine,
'sakın' dedi, 'aşk rüzgarına uyup da başını ırmaklar gibi taştan taşa vurarak gezme. Akıllı iken deliye çıkarma adını.'
Nefsin itirazına karşı, ruh;
'varlığımı aşk gibi misk ü amber kokusu kaplamışken senin sarımsak gibi pis kokun ne işe yarar ki! Boşuna nefes tüketiyorsun. Bu saçmasapan düşünceleri kendine sakla, aklın varsa
bana kulak ver'
Can, Hu lafzıyla bedeni tutuşturdu, yaktı
Nefis yağları da eridi bu ateşte
Kalp kandili yağlı fitili yakınca
Kemik ve et cam fanus oldu ona
Semadaki bütün yıldızlar
Bu ateşin ışığıyla parladı
Uğursuz baykuş anka görmüş gibi terketti evimi
Çünkü gönül gerçek sevgilinin aşkıyla doldurdu evini
14.Bölüm
ZİN MEM'İN KABRİNDE
Gözünün nurunu toprağa veren Zin eve dönünce
Bedenini bir titremedir aldı
Canın kafesi olan vücudunda bir sarsıntı oldu
Artık bu geçici dünyadan göçme anının geldiğini hissediyordu
Bey'e haber gönderdi, gelmesini diledi
Sbotan beyi kederlere boğulmuş olarak gelince,
'sevgili kardeşim' dedi, 'gayri yıldızım küsufa yüz tuttu, Mem'siz bir dünyada yaşamak bana haram kılınmıştır. Sana vasiyet ediyorum. Sakın cenazemde kimse ağlamasın. Kimsenin yüreği gamla dolmasın. Beni ilahi bir neşveyle kabristana taşımanızı istiyorum. Mem'in ayaklarının dibine gömülmek istiyorum'
Sesi gittikçe ferini yitirdi
Gözleri süzüldü
Bedeni ürperdi
Şafak sökümünde yıldızlar nasıl siliniyorsa semada
Öylece sönmeye yüz tuttu
Dilinden şu dizeler süzüldü
Ruh bülbülü senin gülistanını istiyor
Can Sevgili'ye kavuşma arzusuyla kanatlanıp uçmayı diliyor
Can dostumuz, sevgilimiz sonsuzluk iklimine taşındı
Kararsız gönül sırdaşını arıyor
Kalp onun ışığıyla parlıyordu
Tekrar nuruna kavuşmak istiyor
Denizinden ayrılan nehir yeniden sana akmayı bekliyor
Kulak semadan gelecek 'dön' buyruğunda
Bu dünyadan göçmenin
Asla kavuşmanın zamanı
Geldi
Nihayet ruh incisi ten sedefinden çıkarak varlık evini yıktı
Viraneye çevirdi
Can kuşu kanatlanmıştı artık
Gözler dünyaya kapanmalıydı
Bahçevan bağı terkedince
Ağaçlar çiçekler yapraklarını dökmez mi
Nergis gözler kapandı
Misk ü amber benler toprağa saçıldı
Yılan gibi kıvrım kıvrım saçlar ayaklar altına serildi
Gül yanağın alı çekildi
Dudakların bal suyu kurudu
Botan beyinin yüreğini uçsuz bucaksız bir acı kapladı
Ay yüzlü kardeşinin cansız bedenine kapanarak ağlayıp sızlamaya
İnleyip feryad etmeye başladı
Zin'in ölümünü duyan kopup geldi
Yıkanıp kefenlendikten sonra
Serviye benzeyen tabutu
El üstünde ağır ağır kabristana taşındı
Namazı kılındıktan sonra
Karalar giymiş olan Cizre halkı
Haklarının helal ettiler
Mem'in yanına kazılmıştı mezarı Zin'in
Botan beyi itiraz etti
'Hayır' dedi, 'onları aynı kabre koyacağım, ikisini birarada görmek istiyorum'
Mem'in kabrini açtırarak, Zin'i kendi elleriyle indirdi,
'ey gerçek aşık, ey aşıkların piri!' diye seslendi Mem'e, 'işte sevgilini getirdim sana, o artık ebediyyen senindir, seninledir'
Mem'in cesedi dile gelerek,
'hoş geldi sefalar getirdi' dedi ve Zin'in cesedini kucakladı.* * * * *Mem ile Zin Timaş Yayınları. İstanbul. 2005
1 Yorum
Önerilen Yorumlar