Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kanlı Baykuş

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    20
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Kanlı Baykuş - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Kanlı Baykuş

    Salvador Dali

    Dali insan doğasını iyi anlayan ender görülen bir dahi.
  2. Kanlı Baykuş

    KURBAN KESİLMELİ Mİ?

    Kurban kesme en güzel geleneklerden biridir. Ailece buna katılmak özellikle önemli. İnsanların içindeki kan korkusuna yani hematofobiye en etkili tedavidir. İnsanın içindeki bu kan korkusu genlerimizden gelen bir mirastır. Bazı kişilerde bu kan damlası görür görmez bayılmaya varan bir bozukluktur. Her fobi gibi kandan ürkmek, korkmak, çocukluktan edinsel bir durumdur. Fobilerin tedavisi ise üstüne gitmektir. İnsan karnivor özelliğe de sahip olduğuna göre, kendi doğasına uygun davranmalıdır. Hemen herkes et yemekte, ancak kendi doğasıyla barışık olmayan bir kısım hematofobik insan kendini et yediği için öldürülen hayvanlardan soyutlayıp, bu işlemi kendisinin yapmasını veya yapılırken görülmesini yanlış bulmaktadır. Bu kısmen leoparın yemek için öldürdüğü hayvanın kanını görüp bayılması kadar trajiktir. Çocuk yaştan kan korkusunu aşılamak yerine kurban kanı sürülmesi ve izlenmesi adetleri, insanın ölümü ve kanın doğallığını kavramasına yol açar ve fobik bir bozukluğun oluşumunu baştan önler.
  3. Kanlı Baykuş

    Et pişirmek

    Türkler et pişirmeyi bilmiyorlar. Bizim kültürümüzde etleri çok pişirmek makbul. Uzun dinlenmiş etler ise fazla piştiğinde ziyan olur ve sertleşir. Hangi etin ne kadar pişirilmesi konusunda bilgimiz yok. Genellikle fazla pişmiş et tercih ediyoruz. İnsan evlenirken de yemek yerken de hep kökenine bakar. Bizim kökenimizde de hep çok pişmiş etler var. Zaten tencere yemeklerinde etin az pişme ihtimali yok. En çok yediğimiz etlerin başında kuzu pirzola geliyor ki o da pişmekten en çok nasiplenen et. Türklere az pişmiş et yedirmek çok zor. Ben kan görmeye dayanamam diye etleri geri yollarız genellikle. Oysa bizim örf ve adetlerimizde et kesilirken tüm kan dışarı çıkar. Yani kırmızılık aslında kan değil etin suyudur. Tıpkı ıspanağın yeşil suyu olduğu gibi. Kırmızı gözüken şey etin suyudur ve bu da lezzetli olması için gereklidir. Ette kan göremem diye diretenlerin yapacağı en iyi şey ise; etini ince ince dilimleyip ateşe göstermek. Kırmızı renk kaybolur ancak etin yumuşaklığı ve pişme derecesi aynı kalır, böylece lezzeti de kaybolmaz. Afiyet olsun.
  4. Kanlı Baykuş

    Kan İçen Seri Katiller

    Peter Kurten , "Düsseldorf Vampiri" 26 Mayıs 1883'de Almanya’nın Mülheim kentinde 13 çocuklu bir ailede doğan ve daha 5 yaşında iken iki arkadaşını katleden Peter Kurten’in , 10 yaşındayken bir arkadaşını Rhine nehrinde boğduğu da söylenir. Peter Kurten , "Düsseldorf Vampiri" olarak da bilinir. Peter Kurten küçüklüğünde babasının hareketlerini taklit ederdi ve babası kızına tecavüz ederken yakalandığı zaman , o da aynı şeyi tekrarlamaya çalışmıştı. Babasının hareketlerini kafasına işleyerek büyüyen katil , babası hapishanedeyken onun yerine kiracı olarak gelen bir köpek yakalama görevlisinden köpeklere mastürbasyon yapmayı ve onlara işkence çektirmeyi öğrenmişti. Kanın tadına ilk kez 9 yaşında bakmıştı. O yaşta kuğuların kafalarını kesip , kanını içerdi. Bu öğrendikleri onun küçüklüğündeki vahşet tecrübeleri olmuştu. Cinayet kariyerine başlamadan önce bir fabrikada sendikacı olarak çalışan , sık sık kiliseye giden Peter Kurten evliydi ve çok hoşgörülü bir karısı vardı.Yaptıklarını itiraf edene kadar her şeyi karısından uzun süre gizli tutmuştu. İlk kurbanı (5 yaşında öldürdüğü iki arkadaşı dışında) 1913 yılında öldürdüğü 8 yaşındaki Christine Klein adında bir kızdı. Kız birçok yerinden bıçaklanmıştı ve tecavüze de uğramıştı. Bunun dışında kız bölüm bölüm yakılmıştı. Bu cinayetle birlikte Peter Kurten'in seri cinayetleri başlamış oldu. Aşağıda Peter Kurten'in öldürdüğü ve kimliği belirlenmiş kişileri görebiliriz: -Christine Klein ( ; Cinsel tacize uğrayıp , daha sonra boğazı kesildi. -Rudolf Scheer (45) ; Birahaneden evine önerken kafasından ve boynundan ardarda bıçaklanarak öldürüldü. (13 Şubat 1929) -Rosa Ohliger ( ; Katil tarafından bir çitin arkasına çekilerek 13 kere bıçaklandı.Daha sonra olay yerine dönen katil , cesedi yaktı.(9 Mart 1929) -Luise Lenzen (13) & Gertrud Hamacher (5) ; Luise Lenzen boğularak ve birçok yerinden bıçaklanarak ,Gertrud Hamacher ise boğazı kesilerek bir çayırda öldürüldü. (24 Ağustos 1929) -Maria Hahn (20) ; Ren nehri kıyılarında 20 kez bıçaklanarak öldürüldü ve cesedi aynı yılın kışında bulundu.(1929 sonları) -Ida Reuter (31) ; Dusseldorf'un dışında kafasına inen baltayla hayata gözlerini yuman ve öldürülmeden önce tecavüze uğrayan hizmetçi kız. (Eylül 1929) -Gertrud Alberman (5) ; Katil tarafından boğularak ve 36 kere makas saplanarak öldürüldü. (7 Kasım 1929) -Maria Budlies / Budlick ; Peter Kurten'in son vakası. Peter Kurten tarafından kaçmasına izin verildi. Peter Kurten , 1. Dünya Savaşının tamamını hapiste geçirdi. 1921’de tahliye edildi ve 1925’te bir hayat kadınıyla evlenerek Düsseldorf’un merkezinde bir apartmana taşındı. 1929’da detektifler , bir seri katilin sokaklarda gezdiğini anlamışlardı. İşlenen 46 suçun aynı kişi tarafından işlendiğine kanaat getirmişlerdi. Ebeveynler çocuklarını sokağa çıkarmamaya başlamış , bir süre sonra halkın büyük bir bölümü korkusundan evlerinden ayrılmamaya başlamışlardı. 1930’da Maria Budlies adında bir kadına tecavüz etmiş ve kaçmasına izin vermişti. Maria , bundan asla polise bahsetmedi , ama Köln’deki bir arkadaşına yolladığı mektupta olayları anlattı. Mektup asla Maria’nın arkadaşına ulaşmadı , ama bir gün postanede mektup açılınca polisler Maria’ya ulaştı. Maria , Peter Kurten’in evini polislere bildirdi. Peter Kurten bu olaydan sonra yakalandı, artık sona yaklaşmıştı. Kimse onun neden bu son kurbanı olan kadını bıraktığını bilmiyordu. Cinayetlerinde genellikle bir makas veya bıçak yardımıyla kurbanlarının boğazlarını kesiyor , kafataslarını parçalıyor ve kanlarını emiyordu. Aslında tüm kurbanlarını kadınlardan seçmiyordu ve bu da onun bu işi her zaman kendi cinsel doyumluluğu için yapmadığını gösteriyordu. Masum görünüşü altında vahşilik yatan Peter Kurten'in ismi , kriminoloji tarihindeki yerini "bir psikiyatrist tarafından sorgulanan ilk seri katil" olarak almıştır. 2 Temmuz 1931'de , ölüme mahkum edilen Peter Kurten , Klingelputz hapishanesinde giyotinle idam edildi. Son arzusu kendi kafası kesilirkenki kan sesini duymaktı... "Pişman değilim.Yaptığım bütün işler beni utandırsa da,size anlatmalıyım. Geriye dönüp baktığımda bütün detaylar hiç de kötü,can sıkıcı değildi.Tersine bundan hoşlanıyordum.’’ (Peter Kurten'in kendisini sorgulayan psikiyatriste soyledigi sozler) ELIZABETH BATHORY Elizabeth Bathory 1560 yılında Macaristan'da, Vlad (Dracula) öldükten 100 sene sonra doğdu. Ailesi yaşadıkları yerin en köklü, saygın ve zengin topluluğuydu. Ama buna rağmen, çok tuhaf yönleri vardı. Elizabeth Bathory'nin amcalarnıdan biri "Şeytanın elçisi" olarak bilinirken, diğer aile üyeleri ya aklını kaçırmış, ya da psikopatlardı. Elizabeth Bathory 15 yaşına geldiğinde 25 yaşındaki Kont Ferencz Nadasdy ile evlenerek Csejthe kalesine yerleşti. Kont Ferencz Nadasdy çok cesur ve başarılı bir savaşçıydı, çoğunluğu Türk'lere karşı olan savaşlardaki cesaretinden dolayı "Macaristan'ın Kara Kahramanı" ünvanını aldı. 25 yıllık evlilikleri boyunca Kont Ferencz Nadasdy'in savaşlara olan tutkusu bitmediğinden dolayı Elizabeth sürekli yanlız başına kalıyor, hayatı iyice sıkıcı hale geliyordu. Aynada kendi güzelliğini saatlerce seyretmekten başka eğlence için kendine genç sevgililer buldu, hatta biriyle kaçmaya bile kalkıştı. Daha sonra kendi ayaklarıyla döndü ve kocası onu affetti. Bu olaydan sonra Elizabeth tabi ki boş durmadı ve biseksüel olan teyzesi Klara Bathory ile görüşmeye başladı. Büyük şatosunda Dorothea Szentes, bir diğer adıyla Dorka isimli yaşlı bir hizmetçi vardı. Gerçekten cadı olan Dorka, Elizabeth'e kara büyü ve cadılığı öğretti, şeytani eğilimşeri için onu zorladı. Bununla beraber alttaki mahzende Elizabeth hizmetçilerinin yaptıkları küçük hatalardan dolayı cezalandırmaya başladı. Yaşlı hemşiresi Iloona Joo, hizmetçisi Johannes Ujvary ve genç bir kız olan Anna Darvula'nın da yardımıyla işkencelerini sürdürdü. Kurbanlarını çırılçıplak soydurup ön tarafını kamçılatıyordu. Arka taraftan daha çok acı vermesinin yanı sıra, hoşuna giden şey kurbanın o sırada acı çeken yüzünü seyretmesiydi. Bir başka şeyse, kurbanlarına en çok hassas yerlerine, tırnak altları gibi , iğne batırmayı sevmesiydi. 1600 yılında kocasının ölümüyle beraber Elizabeth terör estirmeye başladı. İlk olarak nefret ettiği koca tarafından akrabalarını göndertti. Farkettiği korkunç gerçek ise, Elizabeth artık 40 yaşına gelmişti ve artık güzelliğini kaybetmekle karşı karşıyaydı. Kozmetik ürünleri gözlerinin altındaki halkaları örtmeye bir derece yetiyordu. Ve birgün genç bir hizmetçi kız Elizabeth'in saçını tararken yanlışlıkla çekti. O kızgınlıkla Kontes hizmetçi kızın yüzünü o kadar hızlı tokatladı ki, burnundan fışkıran kan kendi ellerine bulaştı. Farketti ki, elleri 10 sene öncesine dönmüşçesine gencecik ve yumuşaktı. Hemen Johannes Ujvary ve Dorka'ya kızı soymalarını söyledi. Zavallı hizmetçiyi kollarından tutarak damarlarını kestiler. Kanlarını küvete koydular ve kontes içine girerek banyo yaptı. Emindi artık; güzelliğin sırrını bulmuştu, kan yaşam demekti. Bundan sonraki 10 yıl boyunca Elizabeth'in sadıkyardımcıları ona şatonun hizmetçisi olacakları vaadiylebir sürü genç kız getirdiler. Şatoya getirilen kızlar sakatbırakılıp öldürülüyor bu sayede Elizabeth kanbanyosunu yapabiliyordu. Bazen, genç kurbanların içgüzelliklerini kazanmak için kanlarını bile içiyordu. Amafark etti ki, basit köylü kızlarının kanının güzelliğinde etkisi kısa sürüyordu. Bunun üzerine kendi gibi asil, kraliyet kızlarını seçmeye başladı. Sorunsa Elizabeth'in artık çok umursamaz ve dikkatsiz davranışlarıydı. Onlarca genç kızın kayıp olması üzerine kasabalı dedikodulara başlamıştı bile. Sonunda Cstejthe şatosu hakkındaki kötü söylentiler Macaristan kralına kadar ulaştı. Kral Elizabeth'in öz kuzeni Kont Cuyorgy Thurzo'yu şatoya sefer düzenlemesi için görevlendirdi. 1600 yılında Csejthe şatosuna giren askerler dehşete düştüler. Kanı son damlasına kadar akmış ölü bir kız şatonun girişinde yatıyor, başka biriyse her yerine halkalar geçirilmiş olarak canlı duruyordu. Şatonun altındaki zindanda bazıları işkence edilmiş kızlar bekletiliyordu. Burda 50 kızın cesetini buldular. 1611 yılında mahkemesi yapıldı ve 650 kadar kurban ceseti şatoda bulundu. Elizabeth'in dört yardımcısı ölüme mahkum edildi. Kendisi ise kraliyet üyelerinden olduğu için hayatının sonuna kadar hapis cezasına çarptırıldı. Kendi kalesinin üst katını betonlarla çevirip yemek vermek için küçük bir boşluk bıraktılar. Elizabeth hayatının geri kalan kısmını bu küçük yerde geçirmek zorundaydı. 1614 yılında, hapisanesindeki 4. senesinde Elizabeth'in yemeğinin hiç dokunulmamış olduğun gördüler. İçeri baktıklarında cansız bedeni ile karşılaştılar.Kanlı kontes öldüğünde 54 yaşındaydı.. 21 Ağustos 1614 Hapsedildiği kale günümüzde Slovakya sınırları içerisinde bulunmaktadır...
  5. Webster Sözlüğü´nü açtığınızda Vampir sözcüğünün karşısında şu yazar;" Ölü bir insanın canlanmasına veya geceleri mezardan çıkmasına inanmak; vampirler uyuyan insanların kanlarını emerler." Vampirolog Rosemary Guiley, sondaki uyuyan insanların kanlarının emilmesi bölümünün saçma olduğunu söylüyor ve ekliyor; "Aslında tümü saçma, herkes vampir tanımını aynen yapamaz, genelde filmlerden ve kitaplardan etkilenilir. Ortada hep ölümsüz, fiziksel ve seksüel yönden çok güçlü, yapmacık, geceleri yaşayan ve doğaüstü güçlere sahip bir yaratığın olduğu sanılır. Bu saçma inançlara göre bir vampir, kötülük doludur çünkü yaşayan insanların kanlarını emerek yaşamını sürdürür, oysa bu doğaüstülük ve ölümsüzlük için işe yaramaz. Sonuç olarak bütün bunlar vampir folklöründen kaynaklanırlar ve gerçekten uzaktırlar." Gerçekten de vampir inancı Slav Folklörü´nden doğmuştur; mezardan çıkan ölüler, kötü ruhlar, şeytani yaratıklar, kan içen doğaüstü güce sahip insanlar, kurt adamlar veya cadılar veya hayvani şekillere dönüşmeler; daha ne ararsanız arayın; tümünü Slav folklöründe bulabilirsiniz. Ama Guiley, böyle standart özelliklere sahip iddia edilen biçimde bir vampirin olmadığını söylüyor. Aksine vampirler doğal ortama kendilerini uydurmaya muktedirdirler ve gelişimleri sürekli aldatıcı görünüşler halindedir; amaç kollektif insan bilincini yanıltmaktır. Bu tanım, aslında Vampir Realitesi´nin arzuladığı tanımlamanın doğrultusundadır ve bilinçlidir. Vampirimsi vampirler! Vampir araştırmacısı Guiley, yıllarca süren araştırması sırasında, ne Bram Stoker´ın Dracula´sına, ne de Anne Rice´in Lestat´ına veya Armand´ına raslamadığını belirtiyor. Bunlar gerçekten birer kurgu-fantazi, bu tür tiplemeler aslında arzulanan istenen vampir tiplemeleri yani toplumun bilinçaltı atamaları; güncel sinemada bu daha belirgindir; artık vampirler Klaus Kinski, Christopher Lee veya Bela Lugosi gibi çirkin değil, Gary Oldman, Antonio Banderas veya Tom Cruise gibi yakışıklı ve seksidirler, seyirci onların kazanmasını açık açık ister ve taraflarını tutar. Guiley´in ideal vampirin elbette doğaüstü olacağını ama bunun alternatif realite gereği anlamına geldiğini söylüyor; asıl gizem eğer dikkat edilirse buradadır ve vampirin doğaüstülüğü buradadır yani alternatif olmasında... Gerçek vampirler herşeyden evvel, genelde kan fetişisti değiller. Bireysel olarak bazıları insan veya hayvan kanını şiddetle arzu ediyorlar. Bu arzu kan tadını sevmek veya biraz seksüel ya da majikal bir ritüel sonucunda oluşabilir, bazıları sağlık, uzun ömür ve majikal güç sağlamak gibi nedenleri ortaya koyuyorlar. Birçok kan içici, basit ve saf insanlar, vampir inançlarıyla ya da doğaüstü güçlerle hiç ilgilenmiyorlar. En iyisi, onları "vampir gibi" diye tanımlamak çünkü gerçekten geleneksel veya kurgusal vampir gibiler; kan tüketiyorlar. Bazı kan içme olaylarının içeriğinde kurbanların kanını içme faktörü kıskançlıktan veya kinden kaynaklanıyor. Bunlar gerçek vampir değiller, sadece vahşi bir biçimde öldürüyorlar. Anemi hastalığana tutulmuş olanları hariç tutabiliriz; kan hastalıklarının kan içme tutkusuna neden olduğu görülmüştür ama biz bu olayları vampirlik saymıyoruz. Jung ve vampirlerin kaynağı... Psikiyatrinin babası Carl Gustav Jung, Kollektif Bilinç Alanı kuramını geliştirirken tüm İnsanlığın ortak bir ruh alanında veya frekansında bir bütün olduğunu veya iletişimde olduğunu savunuyordu, bu alanda kollektif anılar ve bastırılmış materyal bulunuyordu. Kollektif Bilinçaltı zamanın başlangıcından beri, İnsanlık tarafından paylaşılmakta, bu depoda ilkel anılar ve örnek tavırlar yani Arşetipler bulunuyor. İşte bu örnekler, bizleri çeşitli biçimlerde etkiliyorlar; imajinatif olarak rüyalarda, dini inançlarda, mitlerde, sanatta ve folklörde belirginleşiyorlar. Jung´a göre, Şeytan kötülüğün arşetipi olarak tanımlanıyor, Toprak Ana inancı, doğumun, ölümün ve yeniden doğumun arşetipi ve vampirler, onlar da kollektif bilinç altında varlar. Bu yaklaşım bilimseldir ama hiç kimse tüm bilinmeyenin bireysel veya kollektif bilinçaltından kaynaklandığı kesin iddia edemez. Zıt bir teze göre ise, kayda değer olaylar vardır çünkü dışsal ve alternatif olaylar oluşmaktadırlar. Vampirizm de bu çerçevenin içinde yer alır. Gerçek ise, herhalde iki kuramın arasında bir yerdedir... İkisi de diyoruz çünkü kollektif bilinçaltı kuramı günümüzde reddedilemeyecek bir gelişme içindedir, filmler, kitaplar, reklamcılık ve pop-kültür kıtalararası boyutta büyük bir güç oluşturmaktadır. Guiley´in Vampir tiplemeleri içinde görülür ki, aynı ilgi alanı iki vampirin buluşmalarını sağlamaktadır ama bu ilgi buluşması bilinç düzeyinde nadir olur, buluşma daha çok bilinçaltında gerçekleşmektedir. Yıldırım aşkı gibi... Ve artık Kont Dracula geliyor... Yolunuz Romanya´ya düşerse ve tabii vampirlere meraklıysanız eğer, Wallachia bölgesinde yani ünlü Transilvanya´da, Arges Irmağı´nın kaynağına doğru gidin ve sorun; size tarif edilen yerde bir şato yıkıntısı bulacaksınız; işte orası Kont Dracula´nın ya da asıl adıyla Vlad Tepes´in şatosudur. 1456´da Vlad, buraya hakimdi, şatonun stratejik uygunluğu çok işine yarıyordu, sarp kayaların tepesinde ulaşılmaz bir yerdeydi. Vlad´ın amacı Boyarlar´ı kölelikten kurtarmaktı. O dönemde, Wallachia´da iki sınıf vardı; köleler ve Boyarlar yani aristokrat sınıf. Osmanlılar´ın baskısı ve etkisi nefes aldırmıyordu; Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmet vardı ve Bizans´ı yok eden genç Sultan´ın gözü Balkanlar´daldı. Boyarlar´ın silahlanmasına ve ordu kurmalarına izin vermiyordu. Tepes, bazı Boyarlar´ın Türklerle iyi geçinmelerine kızıyor, gizli gizli örgütleniyordu. 1457 yılında Vlad Tepes bir darbe hazırladı, bir gece yarısı Osmanlı taraflısı Boyarlar´ın şatolarını tek tek basarak tümünü aileleriyle beraber esir aldı ve vahşet o gece başladı. Esirlerini aylar boyunca dolaştırarak birer birer öldürdü. İnanılmaz işkenceler yapıyordu, kadın çocuk dinlemiyor; anadan doğma soyuyor, uçurumlardan atıyor, derilerini yüzüyor, açlıktan öldürüyor, buzlu sularda boğduruyordu. Sonunda haberler Fatih´e ulaştı, ardından Osmanlı birlikleri bölgeye girdiler. Tepes, önce birkaç çatışmayı kazandı ve esir ettiği Türkleri feci şekilde öldürttü; çoğunun kavuklarını başlarına çivilettmiş ve sonra da kazığa oturtmuştu. Tam anlamıyla çıldırmıştı; yağ kazanları kaynatıyor, insanları içine canlı canlı atıyor, kesik başlardan kuleler yapıp karsısında oturup şarap içiyordu. işte Kazıklı Voyvoda ünvanını o zaman kazandı çünkü esirlerini canlı canlı yağlanmış kazıklara oturtuyordu. Böyle bir ölüm günlerce sürüyordu... Sonunda Osmanlı ordusu, Tepes´i şatosunda sıkıştırdı ama şatoyu almak çok zordu; beş kulesi vardı, konumları ve sarp kayalar top ateşini engelliyor, Türkler sürekli çapraz ateş altında kalıyorlardı. Efsaneye göre, şatoda uzaklara açılan gizli geçitler vardı, Osmanlı askerleri canla başla savaşırlarken, çevreden Tepes´in başka yerde olduğu haberlerini alıyorlar ve moralleri bozuluyordu ve sonunda Voyvoda´nın orada olmadığından emin olarak geri çekildiler ama savaş bitmemişti. Sürekli Türklerle savaşan Tepes,1462´de kaça kaça gerilediği Poenari´de kuşatıldı, karısı kuleden ırmağa atlayarak intihar etti. Ama Tepes yine kaçmayı başararak yeniden örgütlenmeye başlamıştı ki, öldürüldü, söylentilere göre bir suikaste uğramıştı. Efsaneye göre, başı kesilerek, bedeni kayalardan aşağı atıldı, cesedi toplayan rahipler bir Snagov Manastırı´nın gizli bir mahzenine gömdüler. Ama 1931´de yapılan kazılarda birşey bulunamadı. Türkler sonunda şatoyu da ele geçirerek yakıp, yıktılar, öç alınmıştı. Kalıntılar 1940´daki bir depremde sonra iyice kayboldu. 1960´a kadar şatonun yeri bilinmiyordu; Raymond T.McNally ve Radu R.Florescu şatoyu bulduklarını iddia ettiler. Şato restore edildi ve Romanya için önemli bir gelir kaynağı oldu. Bu iki araştırmacı aynı zamanda da, efsanevi Kont Dracula´nın tarihi tiplemesini de yaratmış oldular; Florescu bulduğu bir belgede, Tepes´in kurbanlarının kanını içtiğini ve ölümsüzlük peşinde olduğunun yazılı olduğunu açıkladı. Bram Stoker´ın Dracula´sı da aynı çizgide olduğu için, artık Dracula efsanesi tamamlanarak sağlam temellere oturtulmuştu. Öte yandan bugün Romanya´da bir tarihçiye göre Tapes´in şatosu bulunan şato değildir. Yani öylesine bir şatodur ama işlevini yerine getiriyor. İşlev ne mi? Elbette ki turizm... Stoker´in Dracula´sı 1897´de yazıldı; ortada kesin kanıtlar olmasa da, Stoker´ın Vlad Tepes´le ilgili tarihi kaynakları bir şekilde ele geçirdiği sanılıyor. Tepes, Stoker´ın Dracula´sının prototipiydi. Dracula "Şeytanın Oğlu" veya "Ejderhanın Oğlu" anlamındadır; Tepes´i daha prensken babası "Dracul" adıyla çağırıyordu; vampir ve şeytan tanımları sonradan eşleştirildi; Dracula´nın vampirlerle bağlantısı ise Stoker´ın kitabıyla başladı. Stoker, bir vampir romanı yazmak istemişti, o dönemde bu tür romanlar yazmak biraz da modaydı. Shelley de, "Frankestein"ı o dönemde yazmıştı. Mekan olarak Transilvanya´yı tercih etti; kütüphanelerde yaptığı uzun çalışmalarda Vlad´ın ve Dracula Şatosu´nun tarihini bulmuş ve oradan yola çıkmış olmalı ama Transilvanya´ya hiç gitmemişti ve işin garibi bir sinema ve korku edebiyatı mitosu yaratacağı aklına gelmemişti...
  6. ÇİÇEKLER ÖLÜRKEN Lawrence Block un yazdığı Oğlak Yayıncılıktan basılmış bu kitap çok heyecanlı tavsiye ederim. Konusu: Mektup açacağı ile yarayı genişletiyor, başını eğip kanı emiyor, kan ağzını doldurup boğazından aşağı akıyor. Kan tadına bayılıyor, kan içme fikrine bayılıyor. Vampir miti güçlü bir mit, bütün mitler gibi de saçma. Ancak kanın verdiği tatmin ve yarar, mitleri aşıyor sanki. Sahibinin yaşam gücünü taşıyan bu araçtan besleyici ne olabilir? Onu yutanı gençleştirir elbette. Başka türlüsü olabilir mi? Yumuşak eti ısırma güdüsüne karşı koyarak oburcasına emiyor. Bu dolgun memede diş izi kalmayacak. Kadın bağlarını çekiştiriyor, ağzını örten bandın ardından bağırmaya çalışıyor. Boşuna elbette. Yapabileceği bir şey yok. Bir kabus geri geliyor, çünkü zeki, vahşi ve sabırlı bir canavarın büyük şehirde bitmemiş bir işi var. Bir de ancak Matthew Scudder ve sevdiği kadının can çekişerek ölmeleriyle tatmin olacağı açlığı...
  7. Türklerdeki vampir inanışları Türk folklorunda sık karşılaşılmasada Batı’nın literatürlerine girmiş kayıtlar mevcuttur (Vampir-cadı bağlantısı ve kriminoloji kayıtlarına girmiş olan 1970’li yıllarda Cihangir vampiri gibi olaylarda yaşanmıştır) 1884’te Budapeşte Üniversitesi öğretim üyelerinden ve şarkiyat akademisinin kurucusu Profesör Arminius Vambery’nin yayınladığı özyaşamsal kitabı “Arminius Vambery : Yaşamı ve maceraları” ‘nda Türklerdeki bazı vampir inanışlarınada değinmektedir. Macar dilinin köklerini araştırmak amacı ile Orta Asya’ya kadar derviş kılığında yolculuk eden Vambery’e göre : “ Osmanlılar’da yaygın bir inanışa göre vampirler ağaç kovuklarında gizlenirler ve oralarda avlanırlarmış. Ele geçirilen vampirler kelleleri kesildikten sonra bir çuvala konup denize atılırmış” “Cadılar hortlayan ölülerdir” diye açıklar Prof. Pertev Naili Boratav ve ekler “Çokluk kadınların cadı olduğuna inanılır , ama erkeklerden de cadılaşanların bulunduğuna tanıt belgeler vardır. Türk geleneğindeki cadı aşağı yukarı Batı inanışlarındaki vampiri karşılar . Cadılar mezardaki taze ölüleri çıkartıp ciğerlerini yerlermiş. Bir Rumeli anlatmasından öğrendiğimize göre eskiden cadıları zararsız hale sokan uzman cadıcılar olurmuş.” Borotav’ın vurguladığı cadı vampir ilişkisini ve cadıcıları kanıtlayan ilginç bir belgeyi Mehmet Seyda sunmaktadır: Aşağıdaki yazı 1833 yılında Tırnava kadısı Ahmet Şükrü Efendi tarafından hükümet merkezine gönderilmiş ve Takvim-i Vekayi gazetesinin 69. sayısında yayınlanmıştır: “Tırnavada cadılar türedi . Gün battıktan sonra evlere dadanmaya başladı.Zaire’ye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve bazen içlerine toprak karıştırır. Yüklüklerde bulduğu yastık , yorgan , şilte ve bohçaları didikler , açar , dağıtır insanların üzerine taş , toprak , çanak ve çömlek atar hiç kimse bir şey göremez. Birkaç kadın ve erkeğin üzerine saldırmış. Bunlar çağırıldı , soruldu : “ üzerimize sanki manda çökmüş sandık “ dediler. Bu yüzden mahalle halkı evlerini başka yana taşımışlardır. Kasaba halkı bunların cadı denilen habis ruhların eseri olduğunda ittifak etti. İslimye kasabasında cadıcılık ile tanınmış Nicola adındaki adam getirildi ve kendisiyle 800 kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider , tahtayı parmağının üzerinde çevirir resim hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki habis ruh imiş. Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi. Resimli tahtayı parmağında çevirmeye başlayınca resim sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalarından Tekinoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki şakinin mezarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. Cesetler yarım misli büyümüş , kılları ve tırnakları da üçer dörder uzamış bulundu. Gözlerini kan bürümüş , gayet korkunç idi. Mezarlıktaki bütün kalabalık bunu gördü. Bu adamlar sağlıklarında her türlü pis çirkin işi yapmış , ırza , namusa , mala saldırmış , adam öldürmüş Yeniçeri ocakları kaldırıldığı zaman her nasılsa yaşlarına bakılarak cellada verilmemiş ecelleri ile ölmüş kişilerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetmezmiş gibi şimdi de halka habis ruh olarak tebelleş olmuşlardı. Cadıcı Nicola’nın tanımına göre , bu gibi habis ruhları defetmek için cesetlerin göbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar su ile haşlanırmış. Ali Alemdar ile Apti Alemdar’ın cesetleri mezardan çıkarıldı. Göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı “bu cesetleri yakmak gerek” dedi. Bu hususda şer’an da izin verildi ve iki yeniçerinin mezardan çıkarılan cesetleri mezarlıkta yakıldı. Çok şükür kasabamızda cadı şerrinden kurtuldu” Tırnava valisinin naklettiği olay türün literatürüne uygun bir vampir olayıdır. Arada nüans farkları olsada klasik cadıcılık yöntemlerini izlemektedir.Örneğin kazık göbeğe değilde kalbin hizasına çakılır yürekleri kaynatmak kadar cesetlerin kellelerini uçurmak da geleneğe göre etkin bir çaredir. Daha yakın bir kaynak ise istanbulda yaşayan özel bir kan bankasını işleten gerçek kont Drakula’yı ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Kaynak 1965 tarihli Fate (yazgı) adlı Amerikan dergisidir.Olayı kaleme alan ve Drakula’yı İstanbul’da ziyaret eden Leo Heiman adlı bir yazardır. Yıllar yılı konusunu araştıranlar tarafından güvenilir bir kaynak olarak bakılan ve Kazıklı Voyvoda ’nın soyundan olan Kont Alexander cepesi Romanyalı olup 1947 yılında eşi Olga ile birlikte İstanbul’a yerleşiyor. Bir özel kan bankası kuruyor. Kişilerden kan ve plazma satın alıyor ve Türk hastaneleri ile Kızılay’a pazarlıyor. Yazar Heiman Kont Cepesi ile İstanbul Hilton’un barında buluşuyor ve söyleyişiyi kont’a ait bir yelkenlinin de barındığı İstanbul Yat Kulübü ’nde sürdürüyor. Kont doğal olarak bir vampir uzmanı Boğaziçi’ne bakan beş odalı bir daire’de eşi , iki kızı , iki kedisi ve bir papağanı ile birlikte yaşıyor. Kızlarından biri Fransız bir cerrahla diğeri Türk bir bankacıyla evli. Sohbet boyunca Yassıada şarabını yudumlayan kont Kazıklı Voyvodanın hikayesini uzun uzun anlatıyor ve Vlad Dracul’un soyunun tek vampiri olduğunu söylüyor. Leo Heiman’ın yazısı 1980 yılında tekrar gündeme geldiğinde Amerikalı araştırmacı Fern S. Miller yazarın kimliğini çözmeye çalışsada onunla ilgili bir iz bulamaz. Yazıyı yayınlamış olan Fate dergisi Heiman’ın adresine sahip olmadığını söylüyor. İsrail Hayfa’da bir Leo Heiman adresi bulunuyor ama adrese gönderilen mektup cevapsız kalıyor.Sonuçta 1980’den bu yana ne yazar Heiman ne de ropörtaj yaptığı kişi hakkında bilgi alınamadığından kaynak düzmece olarak raflara kaldırılıyor. 1960’lı yıllarda İstanbul basınını meşgul eden Yeni Akşam gazetesinde manşet konusu olan vampirler vardır. Ancak bu haber tümden uydurma ve Edouvard Roditi’nin kara mizah türündeki “ İstanbul vampirleri : çağdaş iletişim yöntemleri konusunda inceleme” ( The vampires of İstanbul: a study in modern communication met hods) adlı öykünün kahramanlarıdır.
  8. KAN İÇME AYİNİ "Et yiyin ve kan için. Yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz." (Tevrat, Hezekiel Bölümü 39/18-20) "Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla." (Tevrat, Yeremya Bölümü, 12/3) Bu sapık adet asırlardır bir kısım fanatik Yahudiler tarafından uygulanmaktadır. Bazı bağnaz Yahudi kolları, Tevrat'ın insan kanı içme ve insan boğazlama konusundaki emirleri doğrultusunda, sayısız insan kanları almak için öldürülmüşlerdir. Özellikle küçük erkek çocuklarını kaçırırlar ve 2 tür olayda kullanırlar; büyü ayininde ve Pesah (Mayasız) bayramında. Büyü ayinlerini yapmak için kan kullanırlar. Mayasız bayramında da kan kullanılır. Mayasız bayramında insanlar bir hafta boyunca mayasız ekmek yaparlar ve ekmeklerin en makbulü de kanla yapılmış olanıdır. Kan alma törenleri "İğneli Fıçı" ile gerçekleştirilir. Hahamlar küçük çocuğu iğneli fıçının içine koyarlar ve dakikalar boyunca fıçıyı yuvarlarlar. Böylece çocuğun kanı tamamıyla çekilmiş olur. Kan içme konusunu şimdiye dek en iyi açıklamış kaynaklardan biri, 1803'te Moldovyalı rahip Neophite'nin yazdığı kitaptır. Bir haham oğlu olan Neophite, Yahudilikten çıktıktan sonra Hıristiyanlığı kabul edip rahip olmuştur. Babasının inancındaki bütün kanla ilgili ayinleri açıklamıştır. Bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında "üstün" olduklarına inandıklarını anlatmıştır. İngiltere 1144 20 Mart (Musevilerin Pesah Bayramı), ilk kan içme töreni Avrupa'da görüldü. Norwichli Yahudiler ritüel cinayet, kan içme törenlerini yapmakla suçlandılar. Öldürdükleri çocuk Norwichli William (William of Norwich) idi. Zavallı çocuğu klasik çivili fıçı yöntemiyle öldürmüşler ve daha sonra da kanını içmişlerdi. Norwich halkı çocuğu kanı çekilmiş bir halde buldular. 1189 tarihinde Richard the Lionheart'ın taç giyme töreninde bir grup insan tarafından Yahudiler saldırıya uğradılar. Bu olay İngiltere'nin her yerine yayıldı. 6 Şubat 1190 tarihinde, Yahudiler, kaleye sığınan çok az Yahudi dışında, kendilerini kılıçtan geçirilmiş halde buldular. 1290 göçe zorlandılar. 1655 tarihine kadar da dönmelerine izin verilmedi. Belçika 1250 Aynı tören 1250 tarihinde Belçika'da da yapılmıştır. İngiltere 1255 1255 yılında da bu olaylar meydana gelmişti. Lioncolnlü Huge (Hugh of Lincoln) de aynı vahşi saldırıya maruz kalmıştı. Bu olayı ünlü İngiliz yazar Chaucer (1343-1400) dile getirmişti. Daha sonra da çok iyi bilinen bir olay haline gelmişti. 8 yaşında bir çocuk, adın Huge, adı Beatrice olan bir kadının çocuğu, Lincolnde 31 Temmuz günü kayboluyor. 29 Ağustos günü bulunuyor. Pisliğe bulanmış bir halde bir madende bulunuyor. Almanya 1267 Yahudiler bu yıllarda da ayinlerine devam ettiler. Pforzheimda bir balıkçı tarafından yedi yaşında bir kıza ait ceset bulundu. Küçük kızın kanı tamamen çekilmiş ve tören için kullanılmıştı. Almanya 1286 Bu inanılmaz olay Oberwesel'de tekrar yaşandı. Werner adında 11 yaşında ki bir çocuğun kanı çekilmiş cesedi bir nehrin yakınlarında bulundu. Sonuç olarak Oberwesel'de ve yakınlarda yaşayan pek çok Yahudi bu yıllarda zulme uğradı. -------------------------------------------------------------------------------- Kaynak:Jewish Encyclopedia "Blood Libel" başlığı altında.
  9. Bir gün Üç Vampir; Alman,Fransız ve Temel kan içme yarışması yapmaya karar vermiş. Önce Fransız gitmiş.Geldiğinde ağızı kanmış. Sormuşlar;Nerden aldın bu kanı? Cevap verir;Şu direği görüyor musunuz? -Evet -Peki direğin arkasındaki marketi görüyor musunuz? -Evet -Kanlar içinde yatan kadını görüyor musunuz? -Evet -İşte ondan aldım Alman gider gelir.Onunda ağzı kan doludur. -Sen kanı nerden aldın? -Şu direği görüyor musunuz? -Evet -Arkasındaki marketi -Evet -Onun önündeki adamı görüyor musunuz? -Evet -İşte ondan aldım. Temel gidip döner.Yüzü ,üstü her tarafı kandır. -Bu kanı nerden aldın. -Şu direği görüyor musunuz? -Evet -Ben Görmedim.
  10. Kanlı Baykuş

    Yamyamlık Dersleri

    Yamyamlık dersleri... Tatsız bir konu ama haberlere bakılırsa insanlık hallerinden biri, yamyamlık.. Bu hafta içinde epey işlendi; bir Alman, başka bir Almanı ızgarada pişirip yemişti çünkü. İnternetteki yamyamlık siteleri ise coştular. Evet.. Çağdaş uygarlığın son numarası internette yamyamlık siteleri var. Şöyle ilanlar okunuyor: 'Gel bana yiyeyim seni..' 'Beni yemek ister misiniz? vb. Galiba eskiden kalma bir alışkanlık durumu var. Ansiklopediler yamyamlığın insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylüyorlar. Ancak 50 yıl öncesine kadar Yeni Zelanda, Borneo, gibi bölgelerin ilkel toplumlarında -tepki görmeden- insan yendiği görülmüş. Haberlere bakılırsa yamyamlık hala sürüyor ama artık tepki görüyor. Yamyamlığın birkaç nedeni var. En doğalı, yiyecek sıkıntısı.. İkincisi düşmanın (rakibin) gücünü kendi gücüne ekleme bahanesi.. Üçüncüsü buzdolabının geç icat edilmesi. Et çabuk bozuluyor; dolayısıyla adamın tam karnı acıktığında ortalıkta kendi arkadaşından başka et kaynağı bulunmayabiliyor. Dünyanın en ünlü kaşiflerinden James Cook'un da Hawaii'de (18. asırda) afiyetle mideye indirildiğini duymuşsunuzdur. Üstelik Hawaii halkı, Kaptan'ı yüzyıllardır bekledikleri Tanrı sanıyorlardı. Sonradan bir grup yamyamın aralarında -**** bu ne biçim Tanrı? Yiyor, içiyor, kızların en güzellerini götürüyor. Ayrıca hindi kadar beyaz bir eti var. Hindistan cevizi birası eşliğinde iyi gider mi, gitmez mi arkadaşlar? şeklinde tartıştıkları sanılıyor. * * * Olayın daha çağdaş (!) örnekleri de görülüyor. Uçak ve gemi kazalarında çaresiz kalan insanların kazazedeleri yedikleri biliniyor. Kısacası insanlık halleri içinde, buzdolapları dolu olanların aklına bile getirmedikleri bir düşünce bazı durumlarda hala geçerli: - Sıkışırsam yerim abi.. 'Kuzuların Sessizliği' adlı yamyamlık filmine gösterilen ilgi de biraz bunu gösteriyor. (Şu sırada üçüncüsü çekiliyor) Filmin kahramanı Hannibal'in (ki 'cannibal' sözcüğü İngilizce'de yamyam demektir) cezaevi mönüsüne ara sıra gardiyan, avukat, temizlikçi gibi kişilerden lezzetli parçalar eklediği görülüyor. * * * Bize gelince.. Et sıkıntısından kaynaklanan bu durum, et sıkıntısının büyük boyutlara ulaştığı, kasapların yanına bile yaklaşılamadığı ülkemizde pek bilinmiyor. Her ne kadar Türkçe'de 'birbirimizi yediğimiz' türünden söyleyişler varsa da, işin pratiğe dökülmesine Batı ülkelerindeki kadar sık rastlanmıyor. Ancak galiba çok çok eskilerde bazı olaylar yaşanmış ki, fazla eğitim almamış, dağdan indiği gibi kente yerleşmiş bazı kişilerin, hala, karşı cinsin 'damak zevklerine uygun' bir örneğini gördüklerinde kendilerini kaybederek eski alışkanlıklarını hatırladıkları sözlerinden anlaşılıyor: - Yerim seni ben.. Alıntı: Yalçın Pekşen Yalçın Pekşenin yazısı
  11. Burada önemli olan yumurtayı çiğ ve taze yemek. Yeni doğan civcivlerin daha da az kolestol içerdiğini biliyormuydunuz.
  12. Yaşam çoğunlukla diğer yaşamları yok eder ve kendi düzensizliğini yaratır, kendi dengesini kurar.
  13. Ben her türlü silaha karşıyım. Bir silahla yapılan avcılığı da kabul etmiyorum. Ben avlanırken hiç bir zaman silah kullanmam. Bu hayvanla eşit şartlarda mücadele demek. Hayvanı sadece akıl ve fiziki gücünüzün bileşimiyle yakalamalı ve yenmelisiniz. Ben hayvanı tamamen silahsız olarak doğal ortamda takip ediyor, yakalıyor ve etkisiz hale getiriyorum. Elinizdeki silahlarla avcılıktan ne zevk aldığınızı da anlamıyorum. Çıplak elle avı deneyin ve gerçek avcılığın tadını yaşayın.
  14. Kanlı Baykuş

    IRKÇI TERANELER

    Ben Kuran da elin kesilmesinin istenmesine karşı çıkmayı hiç anlamıyorum. Nedir bu acıdan korku hali. El kesme gayet doğal bir ceza. Tek kötü yanı insanı hırsızlık yapmaya teşvik etmesi.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.