Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

bencil

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    20
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bencil Hakkında

  • Doğum Günü 21-04-1949

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://www.objektivist.net
  • ICQ
    172225048

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Belirtmemiş
  • Yer
    ATLANTİS
  • İlgi Alanları
    felsefe,psikoloji,politika

bencil - Başarıları

Araştırmacı

Araştırmacı (4/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  2. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  3. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  4. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  5. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  6. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  7. bencil doğum gününüz kutlu olsun!

  8. 22 TEMMUZ'da: LİDER VEKİLLERİNE OY YOK..! Doğru tercih:YANLIŞLARI seçmemektir. Memleket güzel lakin siyaset ve bürokrasi rezalet. Çünkü potansiyel tehlike, adi bir mafya çetesi değil: Devletçi zihniyetlerdir..! Hangi mafya çetesi doları 5 liradan 15 liraya çıkarıp 10 lira zarara sokabilir milleti? Hangi hırsız, yeşil alanları keyfince imar alanlarına çeviriverebilir? Hangi haydut, çete üyelerini milletvekili olarak seçtirebilir...? Lider sultalarının seçtikleri,kendi robotlarına oy vermekmidir demokrasi? İlkesiz ittifakları kabullenmekmidir seçim? İşte yine, yeni bir seçim arifesinde bizden YANLIŞLAR arasında bir tercih yapmamız isteniyor. Üstelik bunu da vatandaşlık görevi olarak ilan ederek...! Yanlışlardan birisi ni seçmekmidir görevimiz? Aksine yanlışlara HAYIR demekdir,bizce VATANDAŞLIK GÖREVİMİZ..
  9. Hadi bre ordan ******* ********; Birincisi bu nasıl objektivistlik? İkincisi felsefe ve mantığın:Irkı-mırkı-dini-MİNİ-falan,filan olurmu hiç?
  10. HSNKLC Bu olay:"BANA NECİ FELSEFE"nin doğal bir SONUCUDUR.. Vatanı için şehit olabilecek cesarete sahip bir insan: Nasıl ve neden, gündelik sorunlar da acizleşmekte,"Bana ne'ci" olmaktadır? Yetenekli, üretici, potansiyel zekaya ve masumane acımasız dürüstlüğe sahip bir insan neden korkar? ("Ben kimim ki bunu bileceğim?" / " Kimi gücendiririm? ") kuşkuları ile neden "sus-pus" olur? Fiziksel ve beşeri bilimler arasındaki uçurum neden? Bilim güneş sisteminin ötesini keşfetmeye hazırken, beşeri bilimler neden iflas içinde? Maddi dünyayı feth eden bilim ve aklın kazanımlarının harcanacağı amaçları, neden inanç belirlesin? "Maddi dünyanın gerçek dışı / realitenin bilinemez olduğu ve bilimin olgulara değil, 'inşa' larla uğraştığı" iddiaları: Nasıl böylesine yaygın ve etkin olabilmekte? Böylesi korkulardan dolayı, zihnini körelterek pes edenlerin sayısı asla bilinemez. Çünkü akıldışı düzen onların varlığının tanınmamasını ve fikirlerinin herhangi bir şekilde dikkate alınmamasını dayatmaktadır. Bu ilkel ve vahşi zinciri kırmayı her zaman, bazı yetenekli insanlar bir büyük bedel ödeyerek başarabilir ancak. Bu bedeli ödeyerek sonuna kadar mücadele edebilen dahiler veya yetenekli insanlardır. Fakat ortalama bir insan bunu yapmaz, yapamaz. Çünkü bilincin gelişmesi zeka derecesi ne olursa olsun iradidir. Bu da bireyin kendi tercihini gerektirir. Bu tercihi yapamayan insan, son tahlilde bilincine isyan eden çaresiz bir mahluk olmaya mahkum olur. Zeka insanın en değerli yeteneğidir. Fakat zeka: bilincin üstünlüğü ile yönetilmeyen bir toplumda hiçbir değere sahip değildir. Bu nedenle, zekanın tanınmadığı, ödüllendirilmediği aksine köreltildiği bir toplumda:Akıl, Ahlak ve Özgürlükden bahsedilemez. İşte bu nedenle insan, bir tür felsefe, yani bilinçli bir hayat görüşü olmaksızın, varolamaz. Bilinçli olmaktan kaçındığı oranda, duygusal bilgisayarının programlanmasını, tesadüfi etkiler yapar: Rasgele izlenimler, çağrışımlar, taklitler, çevreden kapılan hazmedilmemiş sloganlar, klişeler, kültürel ozmos... Eğer; kaçma ve atalet, bir insanın zihni işleyişinin hakim yöntemiyse; varacağı sonuç: Korkunun hakim olduğu bir hayat hissidir. Bu ruh hali, her yönde basılmış ayak izleriyle dolu şekilsiz bir kile benzer. (Böyle bir insan, hayatının sonraki yıllarında, kimlik duygusunu da kaybettiğinden yakınır; gerçekte, bir kimlik duygusuna zaten hiç sahip olmamıştır...!) İnsan, -tabiatı itibariyle- genelleme yapmaktan kendini alamaz; bağlamsız olarak, geçmişsiz veya geleceksiz olarak " an-be-an " yaşayamaz; bütünleştirme kapasitesini -kavramsal kapasitesini- elimine edip, bilincini bir hayvanın algısal menziline hapsedemez. Nasıl ki, bir hayvanın bilinci zorlanıp soyutlamalarla uğraşır hale getirilemezse; benzer şekilde, insan bilinci, o anki somutluklardan başka hiçbir şeyle uğraşmaz hale getirilerek daraltılamaz. İnsan bilincinin o müthiş güçlü bütünleştirme mekanizması, doğuştan oradadır; insanın sahip olduğu tek seçenek, onu yönetmek veya onun tarafından yönetilmektir.Bu mekanizmayı, bilgisel bir amaçla kullanmak için bir irade eylemi -bir düşünce süreci gerektiğinden; insan, bu gayreti göstermekten kaçabilir. Fakat, kaçarsa; tesadüfler, idareyi ele geçirir: mekanizma, söförü içinde olmadan harekete geçen bir vasıta gibi, kendiliğinden çalışır; bütünleştirmeğe devam eder; fakat, bu işi, körce, el yordamıyla, rasgele, tutarsızca, uyumsuzca yapar; bir bilgilenme aleti olarak değil, -o aletin sahibi olan, ama onu kullanmaktan sarfınazar eden o insanın bilincini yıkmaya girişmiş- bir çarpıtma, yanıltma ve terör aleti olarak çalışır... Realitenin olgularından kaçmak mümkün değildir. Bir realite olgusu olan insanın; tabiatından veya bu tabiatça belirlenen insana-özgü hayatta kalma tarzından da hiçbir kaçışı mümkün değildir. Haberdarlık yeteneği olan her canlı varlık, sadece bilincinin rehberliğinde hayatta kalabilir; canlı bir varlıkta, bilincin rolü ve fonksiyonu, budur. Bir insan,sahip olduğu özel tip bilincin şeklini kabul etmezse; mesela, düşünmenin, aşırı gayret gerektirdiğine karar verirse; mesela, faaliyetlerini yönlendirecek değerlerin seçiminin çok ürkütücü bir sorumluluk olduğuna karar verirse; o zaman, eğer hala hayatta kalmak istiyorsa, bu işi, ancak başkalarının bilinci aracıyla yapabilir.Başkalarının anlayışları, başkalarının yargıları, başkalarının değerleri; yani, bu insan, kendinin değil başkalarının algılamakta olduğu bir dünyada yaşar. Böylece; ruhunu, başka hiçbir canlı türü için düşünülemeyecek bir parazit haline getirir. Bir beden paraziti değil, bir bilinç paraziti.. Kendine-saygı-ve-güvenli ve hükümran bilinçli bir insan; realiteyle, tabiatla, olgulardan oluşmuş objektif bir evrenle alışverişte bulunur; zihninin, hayatta tek kalma aracı olduğunu bilir ve düşünme yeteneğini geliştirir. Fakat, zihnini terkeden bir insan; bir olgular evreninde değil, bir insanlar evreninde yaşar; olgular değil, insanlar onun realitesidir.Çünkü onun,hayatta kalma aracı aklı değil, insanlardır artık. Alışverişte bulunacağı evren, onlardır; bilinci, onlar üzerinde odaklanır. Nasıl ki, rasyonel bir insan, kendine-saygı-ve-güvenini, objektif realiteyle alışveriş yeteneğine dayandırırsa:; benzer şekilde, irrasyonel olan bu insan, kendi-değerini, başkalarıyla alışveriş yeteneğiyle tayin eder. İşte bu neden le, " Vatanı için şehit olabilecek cesarete sahip bir insan " bile: Güncel sorunlar da acizleşmekte," Bana ne'ci " olmakta ve başkalarının kucağına oturmak zorun da kalmaktadır.
  11. Cevabi yazımız neden kontrolsüz yayımlanmıyor?
  12. KAYNAK ESER: Rasyonel İnsanın Felsefesi - S.SAKMAN KAYNAĞIN WEB ADRESİ:OBJEKTİF IŞIK Bu adresten eserin tamamını indirmeniz de mümkün... (Bu arada ne islamcısı..? Biz objektivistler,ateist kampta yer alıyoruz..!!) Rüştümüzü de her zaman ve de her platformda ispatlamaya hazırız. Yukarıdaki dileklerinizi de,aynen size de tavsiye eder,saygılar sunarım...
  13. TERÖR:"Akildisiligin ve Kendini Feda Ahlakinin": EN ILKEL, EN ********** ve EN **** SONUCUDUR... "Akil, Mantik ve Bilim" disi her " INANÇ ", Eninde Sonunda: Silaha Sarilmak Zorunda Kalmaya Mahkum, Bir Bas Belasidir.Bir teori, amaç edindigini iddia ettigi seylerin tam tersinden baska hiçbir sey gerçeklestiremiyor, ama savunuculari hala ona bagli kalabiliyorsa; emin olabilirsiniz ki; karsinizdaki sey, bir kanaat veya bir "ideal" degil, bir AKILDISILIKDIR..." Inanç ile Akil " arasindaki tercih; Ölüm veya Yasam- Özgürlük veya Kölelik- Ilerleme veya Duragan ilkellik arasindaki tercihdir. Bu anlam da akildisiligin devam etmesi, fiziki sebeplerden degil, psikolojik sebeplerdendir. Çünkü, hiçbir " Benlik duygusu ve Kisilik degeri " gelistiremeyenlere : " Kendini feda" küçültücü gelmez. Neyi " Feda Etmeleri " gerektigini bilemeyenler: Entellektüel bütünlük, Gerçek sevgisi, Kisisel olarak seçilmis degerler ve Rasyonel fikirler gibi seylerden bile haberdar olamayanlardir... Bu yüzden" Rasyonel-Egoizm" diye birsey duyduklarinda: Akillarina ilk gelen imaj, aciktiklarinda kendi " kabiledasini" yiyen bir yamyam olacaktir....Bu neden le akildisi ahlak: insana, akla; yeryüzünde elde edilebilecek insani mutluluk ve basarilarin her sekline ve hayata karsi, derin bir nefretin ifadesidir... " Ya Kendini-Ya da Baskasini Feda " yi Seçenler: Akildisi Psikopatlardir. "Hem kendini, Hem de Baskasini Feda" yi seçen teröristler ise: Akildisiligin en ilkel, en **********, en tehlikeli ve en **** sonucudurlar...Dünyamizi yikan tüm felaketler: "A=A'dir" gerçeginden kaçinmamizin sonucudur.Içimizde var olan ve yüzlesmekden korktugumuz bütün gizli kötülük de: "A=A'dir" kavramindan kaçinmaya çalismamizin sonucudur. Bize ondan kaçinmayi ögretenlerin amaci: Insan'in INSAN oldugunu bize unutturmaktir...oysa her an ve her konu da temel ahlaki seçimimiz su olmalidir: A mi, yoksa A degil mi; Kimlik mi, yoksa SIFIR'mi?... Çünkü mantik disini kendi standart degerimiz; imkansiz olani kendi " iyi eylem " kavramimiz haline getirirsek: Hak etmedigimiz " ödüllerin- servetlerin- sevgilerin " pesine düser, sebep-sonuç iliskisinde bir gedik arar, kendi kaprisimize göre A olmakdan çikacak bir A arariz.... Var olmanin karsitini tercih: Hayatin bir çaresizlik oldugunu, mutlulugun insan için mümkün olmadigini haykirarak AGLAMAKTIR....Çünkü, A'nin yine de A olarak kalacagi gerçeginden kimse kurtulamaz...Insan aklini, bebek akli düzeyinde durduran, " A'nin A oldugu ", gerçekliginin GERÇEK oldugunu kavramamis olan birisi: VAHSI'dir...." insan-alti " bir mahluktur...... Yüzyillar boyunca ahlak savasi hep, hayatimizin: " Tanri'ya " ya da " Komsularimiza " ait oldugunu söyleyenler arasinda yer aldi... Oysa, kendimizi: " ne cennetteki hayaletler ne de, dünyadaki beceriksizler " için feda etmek zorunda degiliz.... Çünkü bu hayat BIZIM ve en iyisi de onu YASAMAK..
  14. bencil

    Politika nedir?

    POLİTİKA ve FELSEFE:Politika nedir? Ahlak, bir yandan insanın kendi karakterinin ne olması gerektiğini belirlerken, diğer yandan onun başka insanlara nasıl davranacağının kurallarını ortaya koyar ve politika isimli felsefe disiplinine yol verir. Politika, insana-özgü bir toplumsal sistemin temel prensiplerini belirleyen felsefe dalıdır. Bir ülkenin pratik politikasının amaçlarını ve seyir çizgisini belirleyen, politik felsefedir (politikadır). Fakat, politik felsefenin temel işi, özel politik problemleri çözmek değildir. Politik felsefe: olayların eğilimini belirleyen, bu eğilimin sebeplerini bulup, sonuçlarını kestiren; temel toplumsal problemleri teşhis edip çözüm öneren soyut bir teoridir. Mesela, politik felsefe, "Siyasi yönetimler hangi malların fiyatını hangi yöntemlerle tesbit etmelidir?" gibi sorulara cevap aramaz; siyasi yönetimlerin böyle bir hakka sahip olup olmadıkları sorusunu cevaplandırır. Politika, başka üç felsefe disiplini üzerinde bina olur: mevcudiyetin doğru bir tablosunu metafizikten, insana-özgü bir hayatın tanımını ahlaktan ve bilgi elde edip sağlamak için gerekli aletleri epistemolojiden alır. Tutarlı bir politik teorinin formüle edilip pratiğe geçirilmesi, ancak böyle bir temel üzerinde mümkündür. İnsana-özgü bir toplumsal sistemin temel politik prensibi, ahlak felsefesi tarafından belirlenmiştir: Hiçbir insan -veya gurup veya toplum veya siyasi yönetim- bir kriminal rolüne bürünüp, başka herhangi bir insana karşı fiziki zor kullanımını başlatma hakkına sahip değildir; fiziki zor kullanma hakkı, sadece mukabele olarak ve sadece fiziki zoru fiilen başlatana karşı kullanılabilir. Ahlak felsefesince tanımlanan hayatın mümkün olduğu bir toplumsal sistem, ancak bu politik prensibin tatbikata geçirilmesiyle yaşatılabilir. İki veçheli bu tatbikatın birinci veçhesi: ahlaktan politikaya yapılan bir bağlantı olan, yani bir insanın ahlak sistemiyle, bir toplumun hukuk sistemi arasında kurulan bir köprü olan İnsan (Birey) Haklarıdır. İkinci veçhe ise, insan haklarını objektif bir kurallar sistemi çerçevesinde koruyacak bir kurum olan Siyasi Yönetim'dir. BİREY HAKLARI "Haklar," kökeni itibarı ile bir ahlak kavramıdır; fakat, hayata geçirilmesi açısından bir politika kavramıdır. "Haklar" kavramı, bir bireyin kendi eylemlerine rehberlik eden prensiplerden, onun başkalarıyla ilişkisine rehberlik eden prensiplere doğru mantıki geçişi ifade eder. "Haklar" kavramı, bireyin ahlaka uygun yaşamını, toplumsal bir bağlamda korur. Birey hakları, bütün toplumu ahlaka tabi kılmanın aracıdır. Her politik sistem, belirli bir ahlak sistemi üzerine bina olur. İnsanlık tarihinin baskın ahlak sistemi, altrüist-kollektivist doktrinin çeşitlemelerinden ibaret olmuştur; yani, bireyi, ya mistik ya da sosyal karakterli bir üst otoriteye tabi kılmıştır. Bunun sonucu olarak politik sistemlerin çoğu, aynı devletçi tiranlığın -derecede farklı, temel prensipte aynı- çeşitlemeleri halindedir. Bu tiranlıkların birey üzerindeki gücünü sınırlayan tek şey, tesadüfler olmuştur: ya bireye bir takım alanlarda sınırlı bir saygı gösteren kimi gelenekler; ya da, kanlı çekişme ve çöküş dönemlerindeki kaosun doğurduğu kontrolsuzluk. Böyle bütün sistemlerde ahlak, bireye tatbik edilen, fakat o mistik veya sosyal kaynaklı üst otoritenin muaf tutulduğu bir kavramdır. Mesela, o otoritelerden biri olarak sunulan "toplum" ahlak kanunlarının dışında tutulmuştur; çünkü, toplum, ahlakın kaynağı, yorumlayıcısı, amacı olarak kabul edilmiştir. "Toplum" diye bir varlık olmadığı için, (yani, toplum sadece birden fazla birey insana işaret eden bir soyutlamadan ibaret olduğu için) toplumun ahlak kanunlarına tabi olmaması demek, pratikte, toplumun yöneticilerinin ahlak kurallarından muaf olması anlamına geldi. Politik otoritenin ahlak-dışı kalması olgusu, mistik veya sosyal kaynaklı hangi altrüist-kollektivist ahlaka sahip olursa olsun, bütün devletçi sistemler için geçerli oldu. "Hükümdarların Kutsal Hakları" nosyonu, mistik ahlakların politik teorisini; "Vox populi, vox dei" ("Halkın sesi, tanrının sesi") nosyonu, sosyal ahlakların politik teorisini ifade eder. İnsanlık tarihinin en büyük devrimi, toplumu ahlak kanunlarına tabi kılmak olmuştur. Toplumu ahlak kanunlarına tabi kılmak, birey haklarının kabulü ve hayata geçmesiyle mümkün oldu; böylece, devletin gücü sınırlanabildi; bireyin (insanın) başkalarının (kollektifin) kaba kuvvetine karşı korunması mümkün oldu; pazunun, haklıya, doğruya, akla karşı geleneksel üstünlüğü sona erdirildi. Bu devrimin ilk gerçekleştiği yer Amerika Birleşik Devletleri'dir. Tarihin en devrimci belgesi olan 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisinin ikinci paragrafı şöyle başlar: "Şu hakikatları aşikar adderiz: Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır; yaratıcıları tarafından bir takım vazgeçilmez haklarla donatılmışlardır; bu haklar arasında hayat, özgürlük ve kendi-başına-mutluluğu-aramak vardır; bu hakları emniyete almak için insanlar arasında siyasi yönetimler teşkil edilir ve bu yönetimlerin iktidarlarının meşruiyeti, ancak yönetilenlerin mutabakatından doğar." Vazgeçilmez insan haklarının Amerika Birleşik Devletleri cumhuriyeti içinde hayata geçmesi, insanlık tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Daha önceki bütün politik sistemler; insanı, başkalarının amaçlarına bir araç olarak görürken, toplumu başlı-başına bir amaç olarak gördü. Amerika'nın kuruluş felsefesi ise; insanı, başlı-başına bir amaç; toplumu ise, bireylerin barışcı, dirlikli, gönüllü beraberliklerinin bir aracı olarak görür. Daha önceki bütün politik sistemler; insan hayatının topluma ait olduğu, toplumun onu istediği şekilde kullanabileceği; bireyin yararlanabileceği herhangi bir özgürlüğün, tabii bir hak olarak değil, sadece toplumun ona bir lutfu olarak verildiği, bu özgürlüğü sadece toplumun izni ile kullanabileceği ve bu özgürlüğün her an geri alınabileceği prensibi üzerine kurulmuştu. Amerika Birleşik Devletleri ise; bir insanın hayatının bir hak olarak (yani, insan tabiatının gerekli kıldığı bir ahlaki prensip olarak) o insanın kendisine ait olduğu; bir hakkın bireye ait bir hususiyet olduğu, toplumun bu anlamda hiçbir hakkının olmadığı; bir siyasi yönetimin tek ahlaki amacının birey haklarını korumaktan ibaret olduğu prensibi üzerinde kuruldu. Bir "hak," bir insanın davranma özgürlüğünü, toplumsal bir bağlamda tanımlayan ve kutsayan bir ahlak prensibidir. Temel bir tek hak vardır (diğer bütün haklar onun sonucu ve parelelidir): bir insanın kendi hayatı üzerindeki hakkı. İnsan hayatı, insanın kendisi tarafından sürdürülebilen bir faaliyetler sürecidir. Hayat hakkı, insanın kendi gayretiyle sürdüreceği faaliyetlere girişme hakkıdır; yani, rasyonel bir varlık olmasıyla belirlenen tabiatının dikte ettiği bir tarzda, kendi hayatını sağlamak, geliştirmek, anlamlı ve zevkli kılmak için girişeceği bütün eylemleri yapabilme özgürlüğüdür. (Hayat, özgürlük ve kendi-başına-mutluluğu-aramak hakları, bu anlama gelir.) Bir "hak" kavramı, sadece faaliyete ilişkindir; yani, faaliyet gösterme özgürlüğüne ilişkindir. Başka insanların fiziki baskı, zorlama ve müdahalelerinden özgür olmak anlamına gelir. Yani, her birey için, bir hak, bir pozitifin ahlaken kutsanmasıdır; bu pozitif, bireyin, kendi yargısına uygun olarak, kendi amaçları için, kendi gönüllü, zorlamasız seçimleriyle davranabilmesi özgürlüğüdür. Bir bireyin hakları, başka bireylere -bir negatif dışında- hiçbir yükümlülük getirmez; bu negatif, başka bireylerin, o bireyin haklarını ihlal etmekten geri durmasıdır. Hayat hakkı, bütün hakların kaynağıdır; ve mülkiyet hakkı, hakların pratiğe geçirilmesinin tek yoludur; yani, mülkiyet hakkı olmaksızın hiçbir hak mümkün değildir. İnsan, hayatını kendi gayretiyle sürdürmek zorundadır: insana gerekli herşey, insan aklınca keşfedilir ve insan gayretiyle üretilir; yani, insanın iki temel işi: düşünmek ve üretmektir. Birbiriyle ilişkin bu iki temel iş, özgürlüğü (yani, fiziki baskı ve zorlama yokluğunu) gerekli kılar: her birey, özgürce düşünerek kendi yargısını oluşturabilmek ve bu yargısına uygun davranabilmek hakkına sahiptir; yani, özgürdür. Özgürlüğün üretimdeki ifadesi mülkiyet prensibidir: her birey, kendi düşünme ve çalışma gücünün onu getirdiği düzeylerde, kendi seçtiği araç ve yöntemlerle üretmek ve bu üretimle doğan sonucu (ürün, ücret, kar, zarar vs.) kendi tüketmek hakkına sahiptir; yani, kendi ahlaki faaliyetleriyle elde ettiği üretim araçlarının ve ürünlerin özel mülkiyetine sahiptir. Kendi hayatındaki gayretlerde kullanacağı araçlar veya bu gayretlerin sonucu doğan değerler üzerinde hakka sahip olmayan bir insan, kendi hayatı üzerinde hakka sahip değil demektir; yani, mülkiyet hakkının ihlali, bireyin hayat hakkının ihlalidir. Bir nesne üzerindeki mülkiyet hakkı, onun üretilmesi ile doğar; ve bu hak üreticinindir. Kullanımı üzerinde kendisinin değil, başkalarının yetkisi olan nesneleri üreten bir insan, bir köledir. Fakat, şu husus unutulmamalıdır: bütün haklar gibi, mülkiyet hakkı da bir faaliyet gösterme hakkıdır; yani, mülkiyet hakkı, bir nesneyi üretme konusunda hiçbir faaliyet göstermeksizin o nesneye sahip olmak hakkı olmayıp, o nesneyi üretmek veya kazanmak için gerekli faaliyeti yapmak ve bu eylemin sonuçlarını tasarruf etmek hakkıdır. Mülkiyet hakkı, bir insanın herhangi bir mülkiyet kazanacağının bir garantisi değildir; fakat, o mülkiyeti kazanırsa ona sahip olacağının garantisidir. Mülkiyet hakkı, maddi değerleri kazanmak, elde tutmak, tasarruf etmek hakkıdır. Birey hakları kavramı, insanlık tarihinde o kadar yenidir ki, çoğu insan, hala anlamını kavrayamamıştır. Ahlak üzerindeki mistik ve sosyal iki irrasyonel teoriye parelel olarak; bazıları, hakları Tanrı'nın bir ihsanı, bazıları da toplumun bir ihsanı olarak kabul eder. Oysa gerçekte, hakların kaynağı, realitedir, insanın tabiatıdır. Bağımsızlık Bildirisi, bütün insanların "yaratıcıları tarafından bir takım vazgeçilmez haklarla donatılmış" olduğunu söylemişti. İnsanın kökeni konusundaki ihtilaf, yani onun bir yaratıcının mı yoksa tabiatın mı ürünü olduğu konusundaki tartışma, onun spesifik bir tür varlık olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan denen bu spesifik varlık, akıllı bir canlıdır; yani, bu spesifik varlığın, spesifik hayatta kalma tarzı, akılla davranmaktır; ve akıl, zorlamayla işlemez, özgürlüğü gerekli kılar; bu yüzden, insanın akılla davranması, yani insanın spesifik hayatta kalma tarzına uygun davranması, yani insanın insan olması, onun özgürce davranabilmesini, yani haklarının var olmasını şart kılar. Başka bir deyişle, insan haklarının kaynağı, ne ilahi kanun, ne de parlamenter kanundur. İnsan haklarının kaynağı, Kimlik Kanunudur: A, A'dır; İnsan, İnsan'dır. Haklar, insan tabiatının (kimliğinin) zorunlu kıldığı bir hayatın, yani insana-özgü bir hayatın şartlarını tanımlar ve kutsar. Eğer insan yeryüzünde yaşamak istiyorsa; aklını kullanmakta haklıdır; kendi özgür yargısına uygun davranmakta haklıdır; kendi değerleri için çalışmakta ve çalışmasının ürününü kendi tasarruf etmekte haklıdır. Eğer yeryüzündeki hayat onun amacıysa, rasyonel bir varlık olarak yaşamakta haklıdır: tabiat, irrasyonel olmayı ona yasaklamıştır. İnsan haklarını ihlal etmek, onu kendi yargılarının aksine davranmaya zorlamak demektir, onun değerlerini çalmak demektir. Hiçbir insan, değerlerini gönüllü olarak çaldırmaz. Onun değerlerini çalmanın, yani insan hakkını ihlal etmenin temelde bir tek yolu vardır: fiziki zor kullanmak. Bu anlamda, insan haklarını ihlal edebilecek iki potansiyel güç vardır: kriminaller ve siyasi yönetim. Amerika'nın büyük başarısı bu iki güç arasında bir sınır çizmek oldu: Amerikan anayasal sistemi, kriminal eylemlerin, legalize edilerek siyasi yönetimlerce yapılmasını önemli ölçüde engelledi. Böylece, siyasi yönetimin fonksiyonu, yöneticilikten hizmetkarlığa dönüştürüldü. Siyasi yönetim, insanları kriminallerden korumak üzere teşkil edildi; anayasa, insanları siyasi yönetimden korumak üzere yazıldı. Amerikan vatandaşlarının Haklar Senedi, özel şahıslara karşı değil siyasi yönetimlere karşı yöneltilmiştir; yani, birey haklarının, herhangi bir kamu otoritesinin veya sosyal otoritenin üzerinde olduğu gerçeği vurgulanmıştır. Sonuç, medeni bir topluma doğru güçlü bir yönelimin ortaya çıkması oldu. Medeni bir toplum, insan ilişkilerinde fiziki zorun yasaklanmış olduğu; siyasi yönetimin, zoru, sadece mukabele olarak ve sadece fiziki zoru fiilen başlatana karşı kullanabileceği bir toplumdur.
  15. bencil

    Birazcik Felsefe....

    NEDEN FELSEFE? Neden gurursuz yaşadığınızı, ateşsiz sevdiğinizi, direnmeden öldüğünüzü merak mı ediyorsunuz? Neden her baktığınız yerde cevapsız kalmaya mahkum sorularla karşılaştığınızı, hayatınızın neden imkansız çelişkilerle dolduğunu, neden "ya beden ya ruh" gibi, " ya akıl ya kalp" gibi, "ya güven ya özgürlük" gibi yapay seçimlerden kaçınmak için tüm ömrünüzü mantıksız kararsızlıklarla geçirdiğinizi bilmek mi istiyorsunuz? Cevap yok diye çığlıklar mı atıyorsunuz? Algılama aletinizi, aklınızı reddetmişsiniz, ondan sonra da evrenin bir esrarengizlik yumağı olduğundan yakınıyorsunuz. Elinizdeki anahtarı fırlatıp atıyor, sonra tüm kapılar yüzüme kilitlendi diye ağlıyorsunuz. Mantıksızı izleyerek yola koyuluyor, sonra varoluş anlamlı değil diyorsunuz. Aklınızı takip etmedikçe hayatınızı bu sorulardan kaçarak geçirmeye mahkumsunuz. Tercih yapmaktan kaçındıkça başkalarının tercih ettiği bir hayata mahkum olacaksınız. Bu yüzden felsefe bir ihtiyaçtır. Felsefe; hayatı analiz etme, aklı ve mantığı kendi mutluluğunuz için kullanma aracıdır. Entellerin kafanızı karıştırmak için bir araya geldiklerinde yaptığı laf kalabalığı değildir. Her insanın bir hayat görüşü, doğru-yanlış bir felsefesi vardır. Farkında olmasa da felsefesiz insan olmaz. Herkes, yaşam tecrübelerinden, gördüğü, duyduğu, okuduğu şeylerden, iyi-kötü sonuçlar çıkararak, bir felsefe sahibi olur. Felsefe: evrenin, insanın ve insanın evrenle ilişkisinin asli tabiatını araştıran düşünce sistemidir. Felsefeye, genellikle altrüizmin (birey düşmanlığının) egemen olması, altrüizmin en acı abidelerinden biriyle: insanların kendi içlerinde kültürel olarak yarattıkları benliksizlikle sonuçlanmıştır: kendisini, bir bilinmeyen olarak görmekteki istekliliği; kendisiyle, bir yabancıyla birlikte yaşıyor gibi yaşaması ve bundan rahatsızlık duymaması; ruhunun(bilincinin), kişisel (gayri-sosyal) ihtiyaçlarını bilmezden gelmesi, göz ardı etmesi, bastırması; kendisine en gerekli olan şeyleri en az bilmesi; en derin değerlerini, sübjektifliğin iktidarsızlığına teslim ederek, hayatını kronik bir suçluluk duygusunun kasvetli zindanına çevirmesidir Mistik kahinin mesleğinin püf noktası, anlaşılmazlıktı; bugünün estetiğinde de: anlaşılmazlık, bir değer zannedilmektedir. Nasıl ki, ilkel vahşiler, tabiat fenomenlerini olduğu gibi kabul etmiş; bu fenomenleri, soruşturulmaz, analiz edilmez ve indirgenmez bir birincil zannetmiş; ve, bu fenomenlerin kaynağını: bilinmez cinlere atfetmişdilerse; benzer şekilde, bugünün epistemolojik vahşileri de, sanatı olduğu gibi kabul etmiş; onu, soruşturulmaz, analiz edilmez ve indirgenmez bir birincil zannetmiş; ve, sanatın kaynağını özel bir tür bilinmez cinlere atfetmişlerdir: hissettikleri duygular. Aralarındaki tek fark, tarih-öncesi vahşilerin hatasının masumca yapılmış olmasıydı. İnsan karakteri -sayısız potansiyelleriyle, erdemleriyle, kötülükleriyle, tutarsızlıklarıyla, çelişkileriyle- o kadar karmaşıktır ki; insan, kendi kendisinin en çetin bilmecesidir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.