Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Trabzonlu-CH

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    13
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Trabzonlu-CH Hakkında

  • Doğum Günü 23-08-1981

Diğer Bilgiler

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    İsviçre

Trabzonlu-CH - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Çok iyi bir haber... PKKlılar ve Peşmergeler kaçacak delik arayacaksınız... PKK Yılanın sadece kuyruğudur Gövdesi ve Başı Peşmerge lakaplı kürttür... ****** ************ *********** *********** Peşmerge etkisiz hale getirilmelidir bunun için Kuzey Irak kesinlikle aşılmalıdır... !
  2. 1.)Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı’nın da Yaratan’a ilham veren ‘’Ak Ana ‘’ adında ki kadındır. 2.)Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan,diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır. 3.)Bilge Kağan kitabesinde Kağan ‘’ Sizler Anam Katun,Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim..’’ sözleri ile hitabına başlar. 4.)Eski Türk inancına göre ‘’Han ile Katun’’ gök ve yerin evlatlarıdır.Kadının yeri yedinci kat göktür. 5.)Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır.Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi. 6.)Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen,iyi savaşan,iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler. Örnek olarak Korkut Ata’nın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun’u verebiliriz. 7.)Eski bir Türk atasözü; ‘’Birinci zenginlik sağlık,ikinci zenginlik iyi bir kadın.’’ 8.)Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı. 9.)Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi. Arap gezgini Ahmed bin Fadlan,Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir. 10.)Yine Arap gezgini olan İbn’i Batuta şöyle der ‘’ "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür." 11.) Kağanın buyrukları yalnız "Kağan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. 12.) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han'ın Katunu imzalamıştır. 13.) Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır. 14.) Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek yaşatılmıştır. 15.)Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı. 16.)Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi,kadında kocasını boşayabilirdi. Şimdide diğer toplumların kadına bakışına bir göz atalım. 1.) İngiltere'de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil'e el süremiyordu. Kadınlar İncil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. 2.) İngiliz piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilise'sinde vaaz verirken söyledikleri ; "Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi." 3.) Çin'de , boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. 4.) Budizm'in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. 5.) Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. 6.) Çin'de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. 7.) İran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle Mazdeizm’in popüler olduğu dönemde.) 8.) Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak onursuzluk sayılmıştır.
  3. Yeşil’le kendisini cepheleştirip birbirine kırdırmak istediklerini belirten Sedat Peker “Eğer onun suçu varsa, devlet onunla muhatap olsun. Benim bir suçum varsa benimle. Devletin içinde yetkili gibi görünüp de aslında yetkili olmayan insanlar var. Bunlar bir kişiyi vurduralım, ortalığı karıştıralım diyor. Demokrasilerde böyle şeyler olmaz” diyor Sedat Peker, 32 yaşında bir Türk vatandaşı. Cürüm işlemek için çete kurmak iddiasıyla defalarca tutuklandı. Gençlik yıllarında ismi, uyuşturucu satıcılarıyla mücadele eden kişi olarak geçti. Sonra Susurluk Raporu’nda yer aldı. Kontr—gerilla, yeraltı dünyasının ünlü ismi, mafya babası sıfatlarıyla anıldı. Şimdilerde kendini işadamı olarak tanıtıyor. Geçtiğimiz yıl, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı bir raporda, ‘Bazı mafya babalarının işadamı kisvesiyle kendilerini legalleştirmek istedikleri’ maddesi de vardı. Peker, bu iddiaların hepsini reddediyor. Amacının, inandığı doğruları savunan insanların ezilmesini engelleyecek kadar çok para kazanmak olduğunu söylüyor. Yazılan ve söylenenlerin dışına çıkarsak, Sedat Peker, kendisini nasıl tanımlıyor? Çocukluğumda ve gençliğimin ilk yıllarında akrabalarımız, benim için ‘Ne kadar sakin bir çocuk’ der, abimler için de ‘Çok hırçın’ diye yakınırlardı. Sonra hayatın bize yüklediği misyona baktığımızda, roller tamamen değişti. Ben şiddet yanlısı, onlar normal tutum içerisinde oldu. O sakin çocuk, nasıl korku veren biri haline geldi.? Çocukken meltem rüzgarı ve Latin müziği eşliğinde, bir hamağın üzerinde ağızlıkla soğuk bir içecek içmeyi hayal ederdim. Fakat meltem rüzgarlarını hayal ederken; hayat bize devamlı fırtına gibi esti. Ben de bütün hayallerimi kasırgaya, fırtınaya göre ayarladım. Sizi kasırganın önüne sürükleyen neydi? Hiç kimsenin adına kurtarıcı değilim. Belki kendimi bile kurtarmaktan acizim. Ama öyle bir toplum düşünün ki, beşikten mezara kadar hep korkuyla yaşıyor. Türk toplumunun korkaklaştırıldığına ve yalaklaştırıldığına inanıyorum. Siz hiç korkmadınız mı? Ben hiçbir şeyden korkmuyorum. Yüce Allah’tan dahi! Çünkü Yüce Allah’ı çok seviyorum. Insan sevdiğinden korkmamalı. Korkuyu hayatımdan sildim. Insan, korkmaktan korkmalı. Çocukluğunuz Almanya’da mı geçti? Buna hiçbir zaman anlam veremedim. Devletin raporlarında 1983 senesinde Almanya’da ülkücü faaliyetlerde bulundu deniyor. Ben 1970 senesinin Aralık ayında doğdum. 12 yaşımda, koskaca Almanya’nın siyasi faaliyetlerini nasıl yönlendirebilirim? Açık ve kapalı kaynaklar bunu söylüyor... Birilerinin istediği şekilde yapılan yorumların kaynağı ne kadar doğru olabilir? Hayatımda ilk defa 1996 yılında Almanya’ya gittim. Eşim ve çocuğumu görmek için. Adapazarı’nda doğdum ve 5 yaşımda Istanbul’a geldim. İsminiz, çok genç yaşta yeraltı dünyasıyla anıldı. Şimdi de bir işadamı portresi çiziyorsunuz. Genelde kontr—gerilla veya devletin iç bünyesinde, devlet adına eylemlere karışmış kişi olarak sunuldum. Susurluk raporlarında çete lideri diye, isminiz geçiyor... Bir papazın po*no dergisinde isminin geçmesi ne kadar mantıklıysa, benim ismimin de bu raporlarda geçmesini o kadar mantıklı görürüm. Size yöneltilenlerin hiçbiri mi doğru değil? Ben dedikleri kadar siyah değilim. Ama kendimi savunmak adına, beyazım da diyemeyeceğim. Yaşadığımız toplum o kadar kirli ki, ister istemez, o kirliliğe bulaşıyorsunuz. Fakat pisliğe daha az bulaştığımı söylüyorum. Mecbur kalınarak oluşmuş bir ehven—i şer. Hayatta ve ayakta kalabilmek için. Şiddetin iyi birşey olmadığını şimdi de savunuyorum ama toplum beni 90 derece değiştirdi. Nasıl bir işadamısınız? Madem ki kapitalizm dünyada tüm ağırlığını hissettiriyor, o halde çok para kazanacaksın. Geçmişte, yapmak istediklerimi çaresiz kalınca şiddete başvurarak anlatmak istedim. Şimdi kapitalizm çağı olduğunu anladım. Yapılabilecek şey, para kazanmak... Kendimi işadamı gibi görmek istemiyorum. Çünkü ben işadamı olmaya çalışıp sanki birşeylerden kaçıyormuşum gibi yorumlandı. Şu an ne iş yapıyorsunuz? Bir çok iş yapmak istedik, ama rahat bırakılmadık. Kolejlerim, dersanelerim vardı. Peker’in okullarında çeteci yetiştiriliyor diye karikatürler çizildi. Ilişkimizi kesmek zorunda kaldık. Benimle telefonda görüşen işadamı arkadaşların şirketleri incelemeye alınıp, fütursuzca cezalar kesiliyor. Tanıdıklarımın her biri emniyete getirilmiştir. Allah razı olsun, bu sefer onlar da daha çok bedel ödeyici tavır aldılar. Çocuklarını, ailelerini de getirip tanıştırdılar. Peki, kazancınız nereden? Bulgaristan’da kereste üretimi yapıyorum. Türkiye’de reklam işine ağırlık verdik. En hızlı büyüyen iş kollarına girmeyi düşünüyorum. Şu an reklamcılık böyle. Ayrıca arsa, emlak danışmanlığı ofisi kurduk. Bükülecek bilekleri parayla mı bükeceksiniz? Inandığım doğruları savunan insanların ezilmesini engelleyecek kadar paraya ihtiyacım var. Türkiye’de belli aileler var. Acaba bir tane vergi denetleyicisi gidip, bunlara muhasebe kayıtlarınızı incelemek istiyorum diyebiliyor mu? Türkiye belli ailelerin egemenliği altına girmiş, özgürlüğünü kaybetmiş, belli güçlere boyun eğmiş. Bu şekilde kaç aile var? Dokunulmazlar diye bir mafya filmi seyretmiştim. Maliye ajanı, mafya babasını yakalayabilmek için çok komik durumlara düşüyor. Bir yaşlı adama danışıyor. Yaşlı diyor ki, ‘Komik duruma düşüyorsun. Mafyanın nerede olduğunu, viskinin nerede içildiğini bu ülkede herkes biliyor.’ Sonra 5 yıldızlı bir otelin deposuna iniyorlar. Her taraf viski dolu. Kanada sınırlarında aranan içki kaçakçılığı, zaten 5 yıldızlı otellerde bakanların, milletvekillerinin, çok zenginlerin gittiği yerde. Türkiye’de de bu aileleri herkes biliyor. Bankası, televizyonu, radyosu, koruma şirketi, sanayii var. Bu artık bir aile değil devlet. Servet düşmanı değilim. Ama eldeki imkanlar yönetime karşı baskı olarak kullanılıyorsa, burada bir sorun var. Viski şişeleri 5 yıldızlı otelde değil de neden bile bile mahallenin bakkalında aranıyor? Birilerini Hacivat—Karagöz gibi ortaya çıkarıp, halkın dikkatini o yöne yöneltirken, bakkalları, marketleri soyuyorlar. Suç, marketini bırakıp Karagöz seyretmeye gidende! Beni seyredeceğinize papyonlu, smokinli hırsızları görün. Beni günah keçisi seçtiler. Bu şekilde gazetelere çıkmaktan benim gibi isyan etmeyecekler var, gidin onları seçin. Kimsenin benden korkmasına gerek yok. Size ‘Kabadayı’ da deniyor, ‘Mafya babası’ da. Hangisi size uygun? Yeniçeri Ocağı dağıtıldığında, gruplar halinde, mahallelerdeki esnaflara dadanıp, namuslarına göz diktiler. Gönüllü gençler bunlarla mücadele etti. Soylu ailelerin çocuklarıydı. O dönem ‘Külhanbeyi’, gönüllü zaptiye memuru anlamında, onurlu bir kavramdı. Mafya babalığını ve kabadayılığı asla kabul etmem. Anlattığım manasıyla, külhanbeyi kavramını kendime yakıştırırım. — Kabul etmiyorsunuz, ama size neden ‘mafya babası’ deniyor? Bana demiyorlar mesala. Mahalle karakolunun komiserinin canı sıkılsa, koluma kelepçe takıp, götürebiliyor. Bu nasıl bir mafya yapılanması ki bir komiser kelepçe takıp götürüyor. Peki size hâlâ ‘Sedat Abi şu işimizi hallediver’ diye geliyorlar mı? Yaptığım hiçbir şeyden utanmadım ve sizin tahmin ettiğinizden çok daha fazlasını yaptım. Birisi gelip ağlayıp gözyaşı döktüğü zaman, önceden hissiyatla davranıp sert bir şekilde feveran ediyordum. Şimdi bunun sistemle değişeceğine inanıyorum. Büyük gazetelere ilan vermiştim; ‘Savcılıklara şikayet edin. Devletin kurumları artık kendilerini toparlamak üzere, eskisi gibi boşluk yok’ diye. Devlet artık hakkını aramaya başlamıştır. Tırnağını taktığı an, şu an komple koparamasa bile, hiç değilse unutulmayacak çizikler bırakıyor. Sık sık gözaltına alınıp sonra ya polisten ya da mahkemeden hemen bırakılıyorsunuz. Bunun sebebi devlet içinde bir dayanağınız olmasından mı? Ben öcülere hiç inanmadım. Sadece onuruma inandım. Söylenmemesi gerekli şeyleri söyleyip yapılmaması gerekli şeyleri yaptım. Bugüne kadar PKK’lılara dahi yapılmayan işkenceler bana yapıldı. Işkenceden iki kez ameliyat oldum. Doktor raporlarıyla sabit. Sadece mensubu olduğum milletin devleti kötü duruma düşmesin diye, hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Ayrıca devletin içerisinden birilerinden güç alarak birşey yapacak kadar zavallı olmadım. Ben birşey yaparsam, adam gibi yaparım. Eğer bedel ödeme zevkim olmasaydı, bugüne kadar hiçbir bedel ödemezdim. Öyleyse siz, devlet içerisinde bir gruplaşmadan dolayı mı işkence gördünüz ve sık sık alındınız? Niçin işkence gördüm diye hiçbir zaman düşünmedim. Ama bir emniyet müdürü, öldürülmüş olan bir kumarhane patronu ve uyuşturucu kaçakçısından bana işkence yapması karşılığında para aldı. Sonra cezaevine girdi. Ismi Sedat Demir. Şimdi dışarıda. 6 sene geçtikten sonra mahkeme kararıyla görevine iade edildi. Bunlar benim neden işkence gördüğümü açıklamaya yeterlidir. Birilerinden yardım görmek gibi bir lüksüm olmadı. Ben zorların adamıyım. Öyle olmasaydım, zor bir hayatı seçmezdim. Yaşadığımız hayat zorluğun ötesinde *********! Çünkü yaşamış olduğumuz kulvarda muhatap olduğumuz insanlar, yüreklerini kaburgalarının arkasında saklıyorlar. Medyanın sizi tanımlamasını nasıl buluyorsunuz? Bu ülkenin nüfusu 70 milyon. Gazete tirajları 2.5 milyon. Insanlar gazetelere inansalar, alır okurlardı. Sizde bir kusur yoksa, medya neden sizi kötü göstermek istesin ki? Geçen sene evden alındım. Ben gözaltındayken, yatak odama mikro gizli kamera konulmuş. Çıktıktan sonra evi dedektörlerle tararken bulduk. Aşağıda toplantı yaptığım oturma odamda da aynısı. Bunları avukatlarım kameralarla tesbit etti. Emniyete ve Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığına şikayet dilekçesi verdim. Yatak odasında benim aleyhime kullanılabilecek delil nedir? Bu sistemi polis mi kurdu? Bu konuyla ilgili tahkikat yapılmadı. Hangi insan hakları buna onay verir? Benim ailem o haldeyken ya da o halde başka bir görüntü çekilseydi, bunun benim suçlanmam için ne faydası olacaktı? Demek ki bu ülkede suçlamak için delilden çok şantaj yöntemi kullanılıyor. Susurluk Raporu’nda ifade edildiği gibi Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım’ı tanıyor musunuz? Birebir ne telefonla ne yüz yüze görüşmem oldu. Görüşsem söylerim. Yeşil denen insanla şu an düşman değilim. Ama çok eskiden aramızda sorun vardı. Gıyaben tanıştık. Bir aracı vasıtasıyla. Onun söyledikleriyle benim söylediklerimi karşılaştırdık. Böylece aramızdaki sorunu hallettik. Ben sözde kendisi ve ailesi hakkında küfretmişim. “Küfretmek tarzım değildir. Insanlarla düşman olup savaşmayı severim ama asla ailelerine dil uzatmam. Bu şerefsizlik olur” dedim. Kendisi de benim hakkımda söylediği ileri sürülen şeyleri söylemediğini söyledi. Sonra baktık ki bir oyun oynanıyor. Karşılıklı cepheleşip bizi birbirimize kırdırmak istemişler. Eğer onun suçu varsa, devlet onunla muhatap olsun. Benim bir suçum varsa benimle. Devletin içinde yetkili gibi görünüp de aslında yetkili olmayan insanlar var. Bunlar bir kişiyi vurduralım, ortalığı karıştıralım diyor. Demokrasilerde böyle şeyler olmaz. Veli Küçük Paşa’yla ilginiz nedir? Kendisiyle düğün, dernek gibi cemiyetlerde karşılaştım. Elini sıktım. Tanımaktan da onur duydum. Illegal ya da herhangi bir çalışmamız olmadı. Ama onun Türki cumhuriyetler konusunda hassasiyetlerini biliyorum. Korkut Eken, sizinle ilgili ‘Bazı insanlar gibi görevde ayrı, emekliyken ayrı davranışlarda bulunmamış, aksine çok daha duyarlı davranmıştır’ diyor. Görevdeyken ayrı, emekliyken ayrı ne demek? Hepimiz bir vatandaş olarak devletimize, milletimize karşı görevliyiz. Bu da böyle bir görev. —Eken bir devlet memuruydu. Siz sivilsiniz. Bahsettiği başka bir görev olmalı... Ben hayatım boyunca memuriyet yapmadım. Zaten memurluk yapmak benim yapıma uygun değil. Sizin dediğiniz manada bir memuriyetim söz konusu değil. Sanırım karşılıklı olarak ne demek istediğimizi anlıyoruz. Ama bunları kelimelere mi dökmek istemiyorsunuz? Kelimelere dökülecek çok birşey yok. Insanların hayatında yaşananlar vardır. Benim hayatımda yakılacak hiçbir şey yaşanmadı. Herkesten çok hata yapmış olabilirim. Ama utanacağım birşey yapmadım. Külhanbeyiyim, diyorsunuz. Eken’le devlet adına irtibatınız bu kavram kapsamında mı oldu? Normal yapılması gerekli olan vatandaşlık görevlerimi yaptım. Size ‘baba’ denilince ne düşünüyorsunuz? Çocuklarım baba dediği zaman hoşuma gidiyor. Köroğlu lakabınız nereden geldi? Mesela ortaokul ve lisedeyken de ‘General’ derlerdi. O zaman general değildim. Sonra Köroğlu denildi, o da değilim. Beni tanıyan insanlar hayat maceramın hep böyle çilelerle geçtiğini bildikleri için böyle bir yakıştırma yapmışlar. Eşiniz, sizin yaşadığınız bu âlemden ve hakkınızda çıkan haberlerden rahatsız mı? Benim başıma gelenlerden sonra televizyon seyretmez, gazete okumaz. Sadece internette istediği haber sitelerini takip eder. Eşim, bu dünyaya benimle aynı bakıyor. Ama yaşadığım dünyanın ne uzağından, ne yakınından, içinde değil. Siz MHP’li ve ülkücü müsünüz? Ben MHP’li değilim. Ülkücü de değilim. Pantürkistim. Eski adıyla Turan. Kendi beynimde sembolize ettiğim ismiyle yeni kurulacak olan Birleşik Türk Devletleri. Liberal Demokrat Parti’ye oy vereceğim, dediğiniz doğru mu? Rizeli olduğumdan, bir dönem Mesut Yılmaz’ın yakını dediler. Onun yönetiminde, üstüme gelinmesi için, zannediyorum ki yakınları tarafından yetkililere emir verildi. Bir ara gazeteler Çiller Özel Örgütü diye birşey yazdı. Çiller iktidarı varken, bu ülkede eziyet gördüm. LDP’ye oy vereceğim dememdeki sebep, aslında bir kara mizah yapmaktır. Bunun sebebi, birine daha yakın diye yazarlar, Allah korusun o da iktidar olur da bir de ona düşman olurum diyedir. Ben kimseye oy vermeyeceğim. Ama şunu da söyleyeyim, Besim Tibuk’un delikanlı çıkışları var. Bu kadar doğruyu söyleyen bir insanın iktidar olmayacağını bilecek kadar, zeki olduğumu sanıyorum. Hayatınız da sizi çok etkileyen birileri oldu mu? Size komik gelecektir... Bunu hiçbir zaman söylemedim. Belki güçlü iken söylesem, yalakalık yapılıyor gibi düşünülürdü. Beni çocukken en çok Saadettin Tantan etkiledi. Elinde otomatik silahla, kadın satılan yerlere yaptığı baskınlar beni çok etkiledi. Ne kendisine ne de başkalarına söyledim. Ama beni etkileyen, belki de beni azmettirici olan, sonradan Içişleri Bakanı olan Tantan’dır! Polislik görevindeyken yaptıklarından çok etkilendim. Kötülerin korkulu rüyası, elinde bir silah, tekmeyle kapıları kırarak içeriye giriyor... Futbolda bir şike çetesi ortaya çıktı. Çetenin ele başının da Ali Fevzi Bir olduğu iddia ediliyor. Çeteler futbola kadar girdi mi? Ben şike ve kumar işinden anlamam. Bilgi sahibi olmadığım için şike vardır ya da yoktur diyemeyeceğim. Ama benim adım bu konu içerisinde basında geçtiği için şunu söylüyorum. Kardeşim Rizespor’un ikinci başkanıdır. Fenerbahçe’ye yakınlığım söyleniyor. Böyle birşey de söz konusu değil. Ne kulüp yönetimini ne de bazı gazetelerde söylendiği gibi o kulübün alt yapısını organize ettiğim doğru değildir. Kulüp başkanıyla sorunu olanlar direkt onunla uğraşmalı. Beni bahane ederek ona yaptırım uygulamaya çalışmalarını doğru bulmuyorum. Aziz Yıldırım’la atla deve kadar büyütülecek bir dostluğum olmadı. Yurtdışına futbolcu almaya geldiklerinde karşılaştık. El sıkıştık. Oradaki heyetle çay, kahve içtik. Şu an ona düşmanlığım da yok. Mecnur Odyakmaz diye bir arkadaşımı kulübün alt yapı sorumlusu yapmak istemişim. Hepsi hikaye. Odyakmaz akrabam ve Fenerbahçe’nin üyesi. Geçen yıl yayımlanan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir raporunda, bazı mafya babalarının, çete liderlerinin kendilerini kamufle edebilmek için işadamı kisvesi giydikleri vurgulanıyor. Siz de bunu mu yapıyorsunuz? Koskoca Emniyet Genel Müdürlüğü böyle birşey söylemişse, yalan söylemiştir diyemem. Ama bunun muhatabı ben değilim. Muhatabı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün balolarına, davetlerine giden; papyon takmış insanlardır. Bazılarının bu davetli listelerini incelemesinde fayda vardır, diye düşünüyorum. Aksiyon Dergisi - Birol Aydın
  4. **************** Türkiye'de asli unsur TÜRK'lerdir etnik milliyetçilik yapanlar şiddetli bir şekilde cezalandırılmalıdır. DTP meclise girse rejim karşıtı söylemlerde bulunursa TSK gerekeni yapar. AB bile kurtaramaz sizi. Bu ülkeyi sahipsiz sanmayın.
  5. İstiklal savaşımız yıllarında kürtlerin nüfusu sadece 300,000 kadardı. Bu nüfusun büyük çoğunlugu Güney doğuda 'sarp dağ köylerinde' yaşıyordu. Sadece azlık bir kısmı birkaç şehirde bulunuyordu. Kurtuluş savaşımıza hiç bir katkıda bulunmadıkları gibi çıkardıkları isyanlar ve kurdukları cemiyetlerle Kuvayı Milliye ordularına ve Ankara Hükümetine ayak bağı olmuşlardır. Seferberlik emri çıktığında kürtlerin istisnasız tamamı askere katılmamak için dağlara kaçmıştır. Fakat bir kısmı inzibatlar tarafindan yakalanarak kısa bir süre hapiste yatırıldıktan sonra silah altına alınmıştır. Savaşa zoraki katılan bu kürtler en ufak bir işe yaramamış, bir kısmı tek kurşun bile sıkmadan karşılarına çıkan ilk düşman birliğine teslim olurken, diğer bir kısmı da cepheden firar etmiştir. Düşmana teslim olmaya veya cepheden firar etmeye fırsat bulamadan bir kaza kurşununa denk gelenlerin ise adı "şehit" olmuştur. Bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. İstiklal savaşımızda Türk ırkının evlatları yaşlı - genç, kadın - erkek demeden cepheye koşarken kürtlerin bir kısmı Kuvay-ı Milliye ordularına karşı isyan ediyor, bir kısmı savaşmamak için dağların doruklarına saklanıyor, okuması yazması olan kısmıda İngiliz parasıyla kurdukları cemiyetlerle Türk milletine zarar veriyorlardı. Kürtlerin KURTULUŞ SAVAŞIMIZ sırasında çıkardıkları önemli isyanlar: 1- ALİ BATI İSYANI: (11 mayıs-18 ağustos 1919) Ali Batı isimli kürt, Midyat'ın güneyinde hayatlarını sürdüren bir aşiretin başına geçer ve İngilizlerden yardım alarak isyan eder. Amacı burada bir kürdistan devleti kurmaktır. Yaklaşık bir ay süren ve çevre yerleşimlere de yayılan bu kürt isyanı Yüzbaşı Yusuf Ziya ve emrindeki askerler tarafından bitirilir ve Ali Batı öldürülür. 2- CEMİL ÇETO İSYANI: (7 haziran 1920) Bahtiyar aşireti reisi Cemil Çeto tarafından Fransız ve İngiliz yardımıyla çıkarılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti'nin vasıtasıyla Doğuda bir kürdistan kurulması amaçlanmıştır. Cemil Çeto denen kürt, kısa sürede yakalanmış ve öldürülmüştür. 3- KOÇGİRİ İSYANI: (6 mart-17 nisan 1921) Türkler İstiklal savaşı verirken, kürt eşkiyalar 1920 sonlarında Erzincan, Tunceli, Sivas ve çevresinde pislik saçıyorlardı. Koçgiri aşireti reisi Haydar Bey Kürt Teali Cemiyeti'nin bir şubesini İmranlı'ya açmış ve merkezi yönetime karşı geliyordu. Biraz palazlandıklarında bölgede asker kaçaklarını arayan Türk ordusuna savaş açtılar ve bölgenin kürdistan olmasını istediler. Görüşmeler ile bir sonuç alınamayacağını anlayan Ankara hükümeti bu isyanı bastırdı ve isyancılar teslim oldu. 4- MİLLİ AŞİRET İSYANI: (24 ağustos-8 eylül 1920) Urfa'da Milli Aşiret tarafından çıkarılan ayaklanmadır. Milli Aşiret'in reisi İsmail ile birlikte Halil, Bahur, Abdurrahman ve Mahmut adlı elebaşıları, Doğu'da bir Kürdistan Devleti kurmak düşüncesi ile ayaklanmışlardır. Büyük bir kuvvetle harekete geçen asiler, Viranşehir'i aldıktan sonra Karakeçi Aşireti'ne mensup olanları öldürmüşler, fakat daha sonra yapılan çatışmada, büyük çoğunluğu ortadan kaldırılmıştır. Bunlar yalnızca kürtlerin Kurtuluş Savaşımızda ki isyanlarıdır. Kürtler son 150 yılda otoriteye karşı 38 defa isyan ederek adeta bir rekor kırmışlardır. Bu gün Musul, Kerkük sınırlarımız dahilinde değilse bunun sorumlusu 1925 yılında devlete karşı ayaklanan Şeyh Said ve çevresidir. Görülüyor ki kürtlerin Kurtuluş savaşımızda Türk ırkına en ufak bir yardımı olmadığı gibi çıkardıkları isyanlar ve kurdukları cemiyetlerle (Kürt teali cemiyeti, Teali islam cemiyeti vs.) bizi sırtımızdan vurmuşlardır. Hala Kurtuluş Savaşımızda kürtlerin yardımı var diye iddia eden varsa onlara yarım milyona yakın can kaybımızın olduğu Kurtuluş savaşımızda bazı şehirlerimizin şehit sayısını yazmak istiyorum. Van 36 Tunceli 30 Mus 8 Mardin 7 Kars 2 Adiyaman 12 Bitlis 63 Bingöl 8 Siirt 40 Diyarbakir 49 Bu şehirlerimizin o yıllarda nüfusunun büyük bölümünün Türk olduğunu da unutmayalım. Türkiye'de yaşayan kürtlerin PKK propagandasının etkisinde kalarak isyan etmelerini istemeyen Devlet'in ilgili birimleri, 1980'li yılların sonlarında Çanakkale Şehitliği'ne kürt isimleri ilave etmiştir. Amaç kürtlerin beynine "Türk ile kürt kardeştir, bakın biz beraberce savaşarak bu vatanı kurtarıp cumhuriyeti kurduk, bu ülke hepimizindir" fikrini sokarak uslu durmalarını sağlamaktı. Fakat uğraş ters tepmiş, hiç bir işe yaramaması bir yana kürtçülerin tezlerinede kaynak olmuştur. KURTULUŞ SAVAŞIMIZ DA DİĞER ZAFERLERİMİZ GİBİ TÜRK MİLLETİNİN ZAFERİDİR. BU SAVAŞ KÜRTLERLE BİRLİKTE DEĞİL, KÜRTLERE RAĞMEN KAZANILMIŞTIR... Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşları yerinden oynamaya başladı. Şeriatçılar bir yandan saldırıyor, kürtler diğer yandan... İki büyük başbelasından ibaret olan Avrupa Birliği ile Amerika'nın desteğini arkalarına almışlar; vuruyorlar kazmayı Ata emaneti Cumhuriyetimizin beline... Şeriatçılar ve kürtler... Zaten bu iki unsur iç içe geçmiş durumda... Ortak çalışıyorlar... Tek taraflı kardeşlik nutukları Türkleri afyonlayarak uyutmaktan başka bir işe yaramıyor. Kürtler kimseyi kardeş görmüyor, sadece birbirlerini destekliyorlar ve bu sayede giderek güçleniyorlar. Türk'ün uyuması, kürdün meydanı boş bulup dilediği gibi at koşturmasını sağlıyor. Kardeşlik edebiyatıyla Türkleri uyutmaya çalışanlar kürt çıkarlarına hizmet ediyorlar. Biz kim miyiz?.. BU ÜLKENİN ASLİ UNSURU OLAN TÜRKLERİZ !
  6. MHP'nin başında ki adam ülkücü harekete ihanet etmiştir. Yinede sığınacak başka bir partimiz yok Tanrı'dan dileğim eski ülkücülerin MHP'ye geri dönmesidir. TTK
  7. TYTYTYTYTYTY KEMENÇE GETİRDİM SİZE HAYDE BAKAYM HORON'A TYTYTYTYTYTYTYTYTY
  8. Trabzonlu-CH

    GAYR-İ ULUSAL BASIN

    Bu ulusal (!) basın ve bu ulusal(!) basının mensupları, Türkiye'yi SSCB'nin sömürgesi yapmak için çırpınmış, bunun için Türk çocuklarının kanını dökmekten çekinmemiş komünist sokak teröristlerinin, güler yüzlü bir eda takınıp, ***** insanımıza sevimli görünmeye çalışarak, insanımızı etkisizleştirmeye, tepkisizleştirmeye ve milli refkleslerini köreltmeye çalışan elleri kalem tutan sürümleridir. 12 Eylül İhtilali'nden sonra bunların çoğu Türkiye'yi terk etmişlerdir. Fakat Özal döneminden sonra bunlar, birer birer ülkeye dönerek basın gücünü komple ellerine geçirmişlerdir. Bugün Atatürk yaşamış olsaydı, bunların topu ya sallandırılırdı ya da vatandaşlıktan çıkarılırdı. Bunların demokrasi anlayışı, Türklüğe zarar veren her konuyu kapsamaktadır. Terörden tutun, Türkiye'ye ve Türklüğe zararlı kim ve hangi düşünce varsa, bu mütareke basınının "demokrasi" sınırları içerisinde yer alır. Bu, dünün kızıl, bugünün ise liboş ve satılmış basını, milli ve manevi değerleri birer saçmalık olarak değerlendirdikleri için, bilhassa özel televizyonlar döneminin başlamasıyla birlikte; Türklüğe, Türk aile yapısına, kültürüne, töresine kısaca Türk'e dair kutsal ve önemli olan ne varsa, onları yıkıma uğratma amaçlı yayınlara ağırlık vermeye başladılar. Çünkü bu basın ve bu basının mensupları, Türklüğü yok etmeye, Türkleri Orta Asya'ya sürmeye yeminli olan dış güçlerin kalemlerini ve haysiyetlerini satın aldıkları, yerli işbirlikçileridir. Bunlar fikir özgürlüğünü ancak kendi çıkarları doğrultusunda savunurlar. Bir pekakalı terörist bunların yayın organlarında, "insaniyet" maskesi ardında Türklük ve Türkiye düşmanlığı yapabilir ve bu basın mensuplarının hiçbirisi bundan rahatsızlık duymazlar. Ama Türklüğe, Türkiye'ye, Atatürk'e, laik cumhuriyete, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne kısaca Türk'ün dokunulamaz tüm kutsal değerlerine düşmanlık eden kansızlara düşman olan ve bu hoşgörülü, iyi niyetli, namuslu ulu milleti uyandırmaktan başka bir gayesi olmayan biz Türkçülere sıra geldiğinde, bu gibilerin düşünce özgürlüğünün sınırları birden daralır. Buradan, yıllarca bu milletin ve ülkenin mahvedilmesine çanak tutan basına sesleniyorum. Fikirlerinize, altyapınıza güveniyor ve korkmuyorsanız, yayın organlarınızda biz Türkçülere de yer verin. Yer verin ki; millet gerçekleri, sahte güler yüzlü yılanları ve gerçekte üstün, özel, namuslu ve iyi niyetli olan insanları görsün. Her zaman sözde karşı çıktığınız "sansür" kavramının biz Türkçülere uygulanmasını istemeniz, sizlerin iki yüzlülüğünü ve birer nalıncı keseri olduğunuzu gözler önüne sermeye yetmektedir. Hadi bugün, yayın organlarınızda, Türklüğün ve Türkiye'nin aleyhine olan konulara yer vermeyi bırakmaya var mısınız? Var olmadığınızı biz çok iyi biliyoruz. O yüzden bizler olmasa da, yeni kuşaklar, artan bir ivmeyle ırkçı olarak yetişmeye devam edeceklerdir. O sığ beyinlerinizi biraz zorlayın, Kuvayi Milliye hareketi İnternet'te değil, dağlarda vücut bulmuştur. Sizin için hayırlı olanı bizlerin İnternet'te kalmasıdır. ************* Sözün özü; Ya siz ulusallaşacaksınız ya da sizi bir gün, birileri ulusallaştıracaktır.. ULU TANRI TÜRK'Ü KORUR..
  9. Türk olmak günümüzde zor zanaat oldu. Etnik kökenlerin şımartıldığı, baştacı edildiği bir devirde Türk olmak ve bu yolda bir şeyler yapmak zor hale geldi. Türk'üm diyemeyen bazı zavallılar, ırken Türk olmayan, Türk'e kin besleyen düşmanlar, etnik döküntüler de bu uygun ortamı değerlendirip her alanda Türk'e, Türklüğe hücum ediyorlar. Türk'lerin sürüldüğü, kadro verilmediği, ikinci plana atıldığı günler yaşıyoruz. Utanılmasa anayasadan da, ders kitaplarından da 'Türk' kelimeleri bir bir çıkarılacak. Bütün bunların doğal olarak evveliyatı var. Gecikmiş, ama unutulmamış intikam hissi bugün yeryüzüne çıktı. Türk'ten intikam alınıyor. Türk, Türk-İslam sentezi ile beraber fikir hayatımıza giren 'ümmet' kavramı ile hep ikinci plana itildi. Daha önce 'Türklüğü' ile övünen beğler, şadlar, yabgular, kağanlar vardı. İslam sonrası ise bu usul değişti, yerleşen 'ümmet' anlayışıyla Türk devletlerinde öncelikle 'müslüman' olmak ve tabii ki 'arap' olmak, 'Türk' olmaktan daha üstün bir durum haline dönüştü.. Hatta o kadar ileri gidildi ki, Türk isimler terkedildi, arap, fars isimleri alındı. Güzelim Türkçe ikinci plana itildi, arapça, farsça etkin hale geldi. Yazışmalar da farsça, edebi yazılarda da arapça, farsça kullanıldı. bir müddet sonra saray dili, halk dili gibi bir kavram ortaya çıktı. Böylelikle İslam diniyle beraber şart olmayan bir unsuru yerine getirmiş, arap kültürünü de benimsemiştik. Özellikle Selçuklu (gerçi Osmanlı'ya göre daha Türk'tür), Osmanlı dönemlerinde Türklük önemsenmedi. Osmanlı'da ayrıca bir dönme, devşirme üstünlüğü de vardı. Türk dışında her grup baştacı edilmiş, Türkler köylere hapsedilmişti. Köylerde ağır vergiler altında ezilen, uzun süren savaşların yıkımını, olmsuzluklarını çeken Türkler yoksul kalmışlardı. Ara sıra bu duruma 'dur' demek istedilerse de, hepsine 'Celali' damgası vuruldu. Bu tür hareketler Türk olmayan paşalarca hep kanlı bir şekilde sonlandırıldı. Mezhep ayrımı bile yapılmış, Alevi Türkmenler Osmanlı kılıcı ile tanışmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında çok sevilen araplardan kazık yenilene kadar Türkler kimsenin aklına gelmedi. Osmanlı'da durum o kadar kötüydü ki, Türküm demek insanların yüzünü kızartan bir durum haline getirtilmişti. Yüksek kademe kendini Türk'ten ziyade Osmanlı olarak tanımlıyorlardı. Onlara göre Türk demek köylü demekti. O günlerle alakalı aklımda kalan bir hikaye var. Bir Osmanlı Türk Paşası (adını hatırlayamadım) Anadolu'da bir yerde dinlenmek için duruyor, o sırada toplanan ahaliyle sohbete başlıyor. Konu dönüp dolaşıp köken meselesine geliyor. Paşa soruyor; herkes göğsünü kabartarak 'ben kürtüm, ben şyum, ben buyum' diyor. Bir tane yaşlı amca susuyor. Üstü başı yerinde olmayan ama temiz giyimli, ak yüzlü bu ihtiyara paşa özellikle soruyor. Yaşlı amca, utana sıkıla 'ben de Türk'üm oğul' deyiveriyor. Bu utancına içerleyen paşa amca ya: " Amca, neden çekinerek söyledin, ben de Türk'üm!" Amcanın cevabı yürek parçalayan cinsten " Aa oğul Türk'ten hiç paşa olur mu?" Paşa, bu cevabı alınca gözyaşlarını tutamıyor. Osmanlı'da durum bu halde idi işte... Atatürk'le beraber yeniden Türk hakimiyetinden bahsetmeye başladık. Türkler'in adı devlet oluyordu işte.. Ne mutlu bir olay.. İlk kez Türkler'in yüzü gülüyor. Türklüğü yüceltmek için Ata neler yapıyor, neler.. Mucize gibi.. Türk ise Atası'nın verdiği heyecanla daha bir çalışıp on yılda her yaştan on milyon genç yaratıyor, yurdu demir ağlarla örüyor. Ta ki kara gün Kasım 10'una kadar.. Türk'üm diyemeyen bazı zavallıların, ırken Türk olmayanların, Türk'e kin besleyen düşmanların, etnik döküntülerin intikamını almak istedikleri dönem bu dönemdir; Atatürk dönemidir. Atatürk'ten sonra inkılaplar unutuluyor, Türklük yeniden ikinci plana atılmak isteniyor. Yeri geliyor 'Türk' diyenler taputluklara tıkılıyor. Tabutluklar derken, karşı devrimler derken bugün bu haldeyiz. Türk'ün günü yine gelecek. Ataların dediği gibi 'yiğit düştüğü yerden kalkar'. Her karanlık gecenin bir aydınlık sabahı vardır. Önemli olan Türk kalabilmek.. İnadına TÜRK'ÜZ!!! Tanrı Türk'ü Korusun... Saygılar...
  10. Türkiye değişik bir ülke... Türkiye'de kavramlar birbirine girmiş durumda... Tam bir kavram kargaşası var. Herkes kendisine göre bir şeyleri tanımlamak gayretinde... Sorsan herkes Atatürkçü... Herkes milliyetçi... 'Atatürk kimdir?' desen soru sorduğun kişi 'Samsun'a çıkmış, ülkeyi kurtarmış'tan ötesini bilmiyor. Atatürk'ü tanımak lazım.. Atatürk, yalnız Samsun'a çıkmış bir lider değildir. O, bu milletin makus talihini değiştirmiş bir Türk başbuğudur. Atatürk'ün fikirlerini bilmek lazım, millet için harcadığı emeği, fedakarlıkları bilmek lazım. Bilmek, ancak okumakla olur. En başta eğitim kurumlarınız bunun esaslı bir eğitimini vermeli.. Aslında 'Atatürk'ü Anlamak' diye bir ders olmalı ve zorunlu kılınmalı... Veyahut Atatürk'ün ölümsüz eseri 'Nutuk' zorunlu ders haline getirilmeli.. Günümüz şartlarında Atatürk'ü anlamaya, Atatürk'ü anlayan insanlara o kadar muhtacız ki... Atamız'a, Başbuğumuz'a saldırılar başladı. Avrupa bu büyük komutandan yediği tokatı hiç bir zaman unutmadı. Unutması da mümkün değil.. Şimdi Anadolu'dan kuyruğunu kıstırıp kaçanların torunları 'birliğimize girmek istiyorsanız, Atatürk'ü unutun' diyorlar. Onu unutmak mümkün mü? O, unutulacak birisi değil, Türk evladı O'nu unutursa dünyayı Türk'e dar ederler.. Bu bilinmeli... Yalnız Avrupalı mı Atatürk'e saldırıyor? AB-ABD'nin çanağından beslenenler var. Önlerine atılan bir kemiğe vatan satanlar, Atatürk'e küfredenler var. Sebebi; Atatürk, denince Türk düşmanlarının aklına Türk geliyor, zafer geliyor, atılım geliyor, milli devlet geliyor.. Atatürk, bir direniş sembolüdür, bağımsızlık sembolüdür. Atatürk onun için yıpratılıyor. Onun için milletin gönlünden düşürülmeye çalışılıyor. Türkiye'de bir kavram kargaşası var demiştik. Atatürk'süz Atatürkçülük olduğu gibi, Atatürk'süz milliyetçilik de var. Atatürk'süz Atatürkçülük olur mu? Asıl konumuz; Atatürk'süz milliyetçilik olur mu? Atatürk'ü kabul etmeyen, Atatürk'ü anlamayan milliyetçilik olur mu? Türkiye'de Atatürk'ü anlayamayan, Atatürk'e kin besleyen milliyetçiler var. (Daha doğrusu kendisini o şekilde tanımlayanlar var.) Atatürk demek Türk demek, asil kan demek.. Atatürk'e düşman olup, yaptıkları ümmetçiliği de milliyetçilikle sentezleyenler var. Bunlar için tek vatan, tek dil önemli değil ki vatanın bölünmesi için bir yerlerini yırtanlara 'kardeş' diyorlar, kendi böğürtülerini Türkçe'nin yanına eş yapmaya çalışanlara 'kardeş' diyorlar. Her türlü ******** bunlarda, her türlü melanet bunlarda... Yine de 'kardeş, kardeş'.. Ülkeyi tehdit edecek boyuta ulaşmış, milleti afyonlamaktan öteye gitmemiş 'kardeş edebiyatını' ideoloji haline getirenlerin bu aymazlığı dünyanın hiç bir yerinde yoktur sanırım. Aşağı bir milleti, Türk'ün yanına yükseltmeye çalışıyorlar. Bunlar nerede adam yerine konmuşlar ki, burada adam yerine koyalım? kürtler Suriye'de mi adamlar, İran'da mı? ABD olmasa Irak'ta da adam yerine koyan yoktu. Dedim ya 'Türkiye garip bir ülke'.. Ben, bir arabın kendisini parçalarcasına 'kürtler kardeşimiz' diye yırtındığını ve bu yolda kendi ırkdaşlarını karşısına aldığını ne duydum, ne de gördüm. Hiç bir arap, 'arap-kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir' diye sokaklarda bağırmaz. Ne diye bağırsın? kürt'ü II. sınıf hatta III. sınıf vatandaş olark görür. Ama Türkiye'de öyle mi? Bu soysuzluk devam ederse Atatürk Türkiyesi'nde Türkler II. plana itilecek. Hatta itilmiş durumda.. Türk'ü II. plana atan, Türk'e bu durumu reva görenlere son sözümüz şudur ki; Türk ırkının laneti üstünüze olsun beyler! İnadına Türküz, Türkçüyüz.. Batıcı değil, medeniyetçi.. İnadına Atatürkçüyüz...
  11. Evet Türkiye'de beni ve tüm TÜRK'leri rahatsız eden bir Kürt istilası var. Bugün Batı'da nüfus planlaması var bizlerde bu planı uygulamak zorundayız. Öncelikle şunu belirteyim Türkiye'de asli unsur Türklerdir kürtler ve diğer etnık gruplar asli unsura saygı göstermesini bilecekler. Yüce Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Nutuk'ta belirttiği gibi bu ülkede asli unsur Türklerdir. BUNUN TERSİNİ İDDİA ETMEK ATATÜRK'ÜN EMİRLİ DOĞRULTUSUNDA YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞININ BAŞLAMASI DEMEKTİR. CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA YAZILI VE YAZILI OLMAYAN ESASLAR VARDIR ! BU ESASLARDAN VAZGEÇMEK YİNE ATATÜRK'ÜN EMİRLERİ DOĞRULTUSUNDA ASLI UNSUR OLAN BİZ TÜRKLERE MEŞRU BİR MÜDAHALE HAKKINI DOĞURUR. MECLİS, ORDU BUNU BİLİR VE UYGULAMAK ZORUNDADIR. BİZ KİMSEYE VEKALET VERMEDİK KANUNLAR ÇERÇEVESİNDE BUNU KORUMAK ZORUNDADIRLAR. TÜRKIYE'DE HALKLAR YOKTUR TÜRKLER VE MİSAFİRLER VARDIR. MİSAFİRLER TÜRKLERDEN FAZLA HAKLARA SAHİP OLDUKLARI HALDE İHANET ETME ÇABASINDALAR. ARTIK UYANMANIN ZAMANI GELMİŞTİR SAVAŞ GEREKİRSE SAVAŞIRIZ BİZİM 10 000 YILLIK BİR GEÇMİŞİMİZ VAR TÜRK OLMAK KADAR ONURLU BİRŞEY OLAMAZ. TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.