Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

mavis034

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavis034 - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. sana tek diyeceğim ****** ****** nasıl müslümansınız ki Allah inancınız kalmamış.Bende idda ediyorum evreni ve dünyayı yaratan bir tek Allah'tır.Bunu ayetlerle bile ispatlarım sana!!
  2. 3. Kur’an Delili Said Nursî Kur’an’ı, Allah’ın varlığına delalet eden üçüncü delil olarak zikretmektedir. Said Nursî, dünyaya ait hükümleri ve gayba uzanan hakikatleriyle tevhidin temel taşi olan ve şuur sahibi insanlari mevcudata kendileri için degil, o mevcudata vücud veren Yaraticilarini tanitmak için bakmaya davet eden Kur’an’da, Allah’in varligini ispat eden delilleri “Inayet ve gaye delili”, “hüdus ve ihtira delili” ve “imkân delili” olmak üzere üç başlik halinde mütalaa etmektedir. Bu üç delili kelamcilarin ve filozoflarin da kullandigini ifade eden müellif, bu delilleri farklı bir yaklaşımla “kâinat” başlığı altında değil de “Kur’an” başlığı altında değerlendirmektedir. a. İnâyet ve Gaye Delili Said Nursî, risalelerinde Allah’ın varlığı konusunda daha çok inayet ve gaye delili üzerinde durmuş ve Kur’an’ın da önem verdiği bu delile yönelmek gerektiğini ısrarla vurgulamıştır ki, çağdaş düşünürlerin de aynı yöneliş içinde olduğu görülmektedir. Bu delilin özeti, kâinatın mükemmel nizamının gösterdiği üzere, yaratılışta kusursuz bir sanat sergilenmiş ve hikmetli faydalar gözetilmiş olmasıdır. Bu ise kâinatın Saniinin kasd ve hikmetini ispat etmekte; tesadüfen yaratılmış olma vehmini kesinlikle reddetmektedir. Çünkü, mükemmellik ve kasd, irade ve ihtiyarsız olamaz. Kâinatın bütününde ve ayrıca her bir parçasında bulunan inayet ve gaye, bu düzeni onlarda düzenleyen varlığa, her varlıkta görülen hikmetli işler ve güzellikler bunları yaratan bir Zât’a açıkça işaret etmektedir. Bu varlığın üstün sıfatlara, sınırsız ilme, sonsuz kudrete sahip olması gerekir ki kâinatta hüküm süren hayret verici intizam ve hikmet dolu işler makul bir şekilde açıklanabilsin. Üstün nitelikleri bulunan bir yaratıcıyı inkar etmek, kâinattaki düzeni, insanı hayrette bırakan engin sanatı, varlıklardaki gaye ve hikmeti inkar etmek anlamına gelir ki, bu mümkün değildir. Diğer İslam düşünürleri gibi Said Nursî de, inayet ve gaye delilini takrir ederken güneş, ay ve yıldızların belli bir yörüngede dönmelerine, çekim gücüyle birbirlerine bağlı bulunmalarına, dünyanın her bakımdan insan hayatının yanısıra, bitki ve hayvanların yaşaması için elverişli bir mekan oluşuna dikkat çekerek bunun Allah’ın varlığına dair çok açık bir delil teşkil ettiğini göstermeye çalışmıştır. Said Nursî, kainatta böylesine muhteşem bir nizam oldugu halde niçin insanlarin bu nizami görmeyip Allah’in varligini inkar ettikleri mevzuunda güneş örnegini vermektedir. Zira güneşin varligi o kadar açik ve belirgindir ki, bu açiklik onun görünmesine mani olmaktadir. O, kainata hikmet gözüyle bakilmasi gerektigini ifade etmekte ve bu şekilde kainatta görülen nizamin bir nizam koyucunun varligina delil teşkil edecegini belirtmektedir. b. Hüdûs ve İhtira Delili Said Nursî, hüdûs delilini asrın aklına uygun bir üslup çerçevesinde ele almış ve insanların Cenab-ı Hakk’ın marifetine ulaşabilmesi için delil-i mahsus (maddi deliller) seviyesine indirgemiştir. Hüdûs konusunda kelam âlimleri özetle şunu söylemektedir: Âlemin degişken oldugu apaçik ortadadir. Bir şey, degişken ise, ayni zamanda hâdistir; yani sonradan vücut bulmuştur. Bir şey hâdis ise, onun bir muhdisi, yani mucidi vardir. Öyle ise bu kâinatin kadîm bir Mucidinin olmasi mantikî bir zorunluluktur. Kelam âlimlerinin geliştirdigi; kâinatin bir yoktan var edicisinin olmasi gerektigini mantiken izah eden bu usul için, Said Nursî şu degerlendirmede bulunmaktadir: “...sebepleri, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vâcibü’l-Vücud’un vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor.” Bu noktada, Said Nursî, ayrıca önemli bir hatırlatmada daha bulunmaktadır: Kâinatın bir Yaratıcısının olması gerektiği hükmüne mantıken ulaşıp, “Allah’ın varlığını bilmek” tam bir marifetullaha ulaştırmamaktadır. Allah’ın varlığını bilmenin yanında, “Allah’ı bilmek” gerekir. Bunun için ise imanı yalnızca ilimden ibaret bırakmamak lazımdır. Çünkü insan yalnızca akıldan ibaret değildir. İnsandaki ruh, kalb, sır, nefis gibi pek çok şeylerin de hissesini alması gerekmektedir. Nursî’ye göre insan, “şimdi” ve “burada” yaşamaktadir. Onun sinirsiz duygu ve kabiliyetleri vardir ve gözü önünde, akil, kalb, dil, göz gibi kabiliyet ve duygulariyla muhatap oldugu eşşiz bir âlem uzanmaktadir. Bu eşşiz âlemin her bir mevcudu, kendi varligiyla, insana birşeyler söylemektedir. Kâinat tarafsiz ve isteyenin istedigi gibi yorumlayabilecegi bir alan degildir. Insan ya kâinatin her bir mevcudunun hal diliyle söyledigini işitecek veyahut kendi vehmince bir yoruma kalkişacaktir. Gözlemledigi şu mevcudat âlemi, bakip da görebilen her insana, her bir mevcudun yoktan var edilişini anlatmakta ve üzerinde görünen özelliklerle onu var edeni tanitmaktadir. Yine ona göre, kâinattaki bütün varlıkların değişken oluşu onların ezelî değil hâdis olduklarını göstermektedir. Zira her varlık ya hareket veya sükun halinde bulunmaktdır. Hareket ve sükun birer araz olup hâdistir, her hâdisin de bir yaratıcısı olması gerekir ki o da Vâcibü’l-Vücud olduğundan kadim olan ve tegayyür ve tebeddülü mümkün olmayan Allah’tır. İhtira deliline gelince, Said Nursî’ye göre, şuursuz, camid, basit olan sebeplerin, bütün insanları hayrette bırakan, her biri bir kudret mucizesi, harika bir sanat eseri olan mevcudatın mucidi olmaları mümkün değildir. Kendileri de yaratılmış olan sebepler, mevcudatı yeniden icad ederek yaratamazlar. Mutlak kudret sahibi Allah, her bir mahluğun kabiliyetlerine uygun ve yalnızca o cinse has müstakil bir vücud vermiş; böylece onu kendi Zatına mahsus bir delil kılmıştır. Ayrıca sebeplerin yaratıcı olabilmeleri için onların her birinin hayat sahibi ve şuurlu olmaları ve küçük bir zerreyi yaratabilmeleri için hepsinin de aynı noktada birleşmeleri gerekmektedir ki, bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü sebepler basit ve aciz olup onların herhangi birşeyi yaratmaları imkânsızdır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bütün sebeplerin yaratıcısı olan bir zat vardır ki o da Allah’tır. c. İmkân Delili Kaniattaki varlıklardan her birinin zat ve sıfat itibariyle sonsuz sayıdaki alternatiflerden sadece birine uygun halde bulunması onların mümkin olduklarını göstermektedir. Ölenin öldüreni, sanatın sanatkarı ve çocuğun babayı gerektirdiği gibi kâinatın mümkin oluşu onun vacib bir varlığın eseri olduğunu göstermektedir. Daha çok hüdûs ve nizam delilini andıran bir şekilde takrir ettiği delile imkân delili adını veren Said Nursî, devir ve teselsülün iptal edilmesine dayandığından kelamcıların imkân delilini beğenmeyip ona farklı bir açıklama getirmeye çalışmıştır. Ancak imkân delili denilince bundan, “varlıkların yokluğu düşünülmesi halinde aklî bir imkânsızlığın doğmaması” fikrinden yola çıkılarak takrir edilen delil anlaşılmaktadır ki, Bediüzzaman’ın imkân deliline bakışı bundan oldukça farklı görünmektedir. İmkan delilini Said Nursî şöyle özetlemektedir: İmkân, “mütesâviyyü’t-tarafeyn”dir. Yani, bir şey mümkin ise, o şeyin yokluğu ve varlığı eşittir. Dolayısıyla varlığını yokluğuna tercih edecek bir tercih edici, bir tahsis edici, o şey yok iken onu yoktan icad eden bir mucid gerekir. Çünkü mümkinat, birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut, o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise vücudu mümkin değil, vâcib olan bir Vâcibü’l-Vücud vardır ki, bu zatında mümkin olan eşyayı icad etmektedir. Böylece, devrin ve teselsülün aklen muhal olduğu pek çok delillerle gösterilip, Vâcibü’l-Vücud’un mutlak var olması gerektiği ispat edilmiş olunmaktadır. Kelam âlimleri imkân delilini “Değişik yollardan deliller getirerek, her şey zatında mümkin olduğu için bunları ilk başta bir yoktan var edenin olması gerekir demek ve sebepleri âlemin nihayetinde kesmek” şeklinde izah etmektedirler. Bunun yerine, Said Nursî, her bir şeyde Vâcibü’l-Vücud’un marifetine yol açan, Hâlık-ı Külli Şey’e has işareti, delil göstermektedir. Nursî bu yolun daha kolay, daha kat’î ve Kur’an’in anlatim tarzina da uygun oldugunu ifade etmektedir. d. Vicdan Delili Said Nursî, Allah’ın varlığını ispat eden delillerden dördüncüsü olarak vicdanı zikretmektedir. Ona göre, vicdanın derinliklerinden insanı kuvvetli bir şekilde kâinatın yaratıcısına yönelten, onu huşu içinde sena ettiren bir ses yükselmektedir. Özellikle günahlardan uzak kalınıp, tefekkür yoluna girildiğinde vicdan ve şuur sahibi herkeste bu anlayış kendini gösterecektir. İşte Said Nursî, derin tecrübelere dayanarak bu hakikate yönelmiş ve bunu Allah’ın varlığına dair önemli bir delil olarak kabul etmiştir. İman hakikatlerinin aklı muhatap alarak izah ve ispatının yapıldığı her yerde, Said Nursî, bu hakikatlerin gerçekliğini insanın kendi nefsinde de hissetmesi için vicdana atıfta bulunmaktadır. İnsanın fıtratı ve vicdanı da akla bir pencere olmaktadır. Vicdanı bir ölçü birimi olarak kullanıp, gelen hakikati ona tasdik ettirdikten sonra duyguların merkezi olan kalb tatmin olacaktır. Çünkü vicdan Sâniini unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de O’nu görür, O’nu düşünür ve devamlı O’na yönelmiştir. Cenab-ı Hakk’ı tanımada çok önemli bir vazife gören vicdan, Risale-i Nur’da, gayb âlemi ile şehadet âleminin birleştiği ve bu iki âlemden birbirlerine gelen düşünce ve ilhamların buluştuğu bir geçiş yeri olarak tanımlanmaktadır. Said Nursî, vicdanı fıtrat kanunlarına benzetmektedir. Zira, fıtrat yalan söylemez. Bir avuç su donduğu zaman, fıtratındaki genişleme eğilimi onun daha fazla yer kaplamasını gerektirir. Bu su, bir demir içerisinde olsa bile genişler ve demiri parçalar. Sert demir, suyun fıtratının gereğini yapmasına engel olamaz. Mevcudattaki bu eğilimler, Allah’ın iradesiyle koyduğu yaratma ile ilgili emirlerin görüntü ve tecellileridir
  3. ben bir müslüman olarak yazdıklarınıza kesinlikle katılmıyorum.Bir kere Dinimiz insanları doğru yola götürür(okumayan bilmez tabi)ve insanları özgür bırakmıştır unutmayın ki öldükten sonra herkes dünya da yaptıkları ile tartılacaktır.Başkasının günahı veya sevabı ile değil. Ne istenirse Allah'tan istenir ve ne dileğin warsa sadece yaratandan yani yüce Allah'tan dilenir...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.