Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sedat sencan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    221
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sedat sencan Hakkında

  • Doğum Günü 13-01-1950

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    İSTANBUL

sedat sencan - Başarıları

Yetkin

Yetkin (10/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

3

İçerik İtibarınız

  1. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  2. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  3. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  4. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  5. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  6. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  7. sedat sencan doğum gününüz kutlu olsun!

  8. Evrim teorisini algılamaktaki en büyük sorun zaman sürecidir. Bazı kişiler yaşadıkları süre içinde evrimleşmeyi gözlemlemediklerini ileri sürerler. Oysa evrimleşme süreci geçmiş zamanın aklımızı zorlayacak kadar uzun olması ile ilgilidir. 757 milyon yıl öncesinden başlayarak dünyamızın her yıl tek bir resim olmak üzere devamlı fotoğraflarının çekildiğini varsayalım. Bu fotoğrafları yan yana getirip bir sinema filmi oluşturduğumuzu, 757 milyon film karesini seyretmenin bir yıl sürdüğünü düşünelim. Film gösteriminin 1 ocakta başladığını kabul edersek ocak,şubat ve mart ayları boyunca hiçbir canlı görülmeyecektir. Nisan ayının başlarından itibaren tek hücreliler,ay sonunda ise çok hücreliler ortaya çıkar. Mayıs ayının sonlarında ilk omurgalıların sularda yaşamaya başladığını görürüz. Ağustos sonlarında ilk amfibiler sulardan karalara çıkacaklardır. Sürüngenleri izleyebilmek için eylül ortalarına kadar beklemek gerekir. Ekim ayında ve kısmen kasım ayında dinozorları izleyebiliriz. İlk memelilerin ortaya çıkışı aralık ayına denk gelir. Yılın son günü,yani 31 aralıkta öğlene doğru ilk insanlar görülmeye başlar. Gece yarısına bir saat kala atalarımız mağara duvarlarına resimler yapmaktadır. Saat 23.55 te ilk uygarlıklar kurulmuştur. Yılın tamamlanmasına 1 dakika 17 saniye kala İsa doğar. Filmin bitmesine yarım saniye kala insanoğlu Ay’a ayak basacaktır.
  9. Bir saniye içinde başlayıp biten olayları şimdiki zaman içinde ifade etmek pratik olarak olanaksızdır. Bir şimşek çaktığı anda ‘şimdi şimşek çakıyor’ dediğimizde şimşeğin çakma eylemi bitmiş ve geçmiş zamanda yer almıştır. Aynı şekilde,iki cismin birbiri ile çarpışması anında ‘şu anda iki cisim çarpışıyor’ dediğimizde çarpışma eylemi bitmiş ve geçmiş zamanda yer almıştır. Bu örneklerde tek bir olayı ele alıyoruz,benzer olaylar dizisi için sorun yoktur.’Şu anda şimşekler çakıyor’ dediğimizde şimdiki zamanı ifade edebiliriz. * Bir saniye içinde başlayıp biten olayları şimdiki zaman içinde ifade edemeyişimiz,zamanın,birbirlerinin yerini alan oluşumların varoluş zincirlenişi ile ilgili olmasındandır. Gece-gündüz,doğum-ölüm gibi. Evrendeki oluşum zincirlenişini geçmiş,şimdi ve gelecek gibi ayırımda düşünmemiz,bu oluşumları sıraya koyma işlemimizdir. İki oluşum arasında bir ilişki kurmamız ile zamanın ölçüsünü belirlemiş oluruz. Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesinin belli bir yerini ölçü alıp dönüşüne o noktadan itibaren devam etmesi bizim için bir zaman ölçüsüdür. Zaman tek boyutludur,geriye çevrilemez. Bir topu A noktasından fırlattığımızda bu top B noktasına ulaşmışsa,A noktası artık geçmişte kalmıştır. B noktasından A noktasına zaman geriye gitmez. Zamandan ayrı düşünemeyeceğimiz bir diğer olgu da harekettir. Hareketin olmadığı bir yerde zaman da olamaz. Dünya üzerinde veya uzayda en azıdan iki hareketli cisim olmadan zaman kavramını düşünemeyiz. Tek bir cisim için zaman yoktur. Zaman kavramı için cisimlerin birbirlerine göre hareketlerini karşılaştırmamız gerekmektedir. * Bütün bunlara rağmen çoğumuz bir saniye içinde başlayıp biten olayları şimdiki zaman içinde ifade ederiz ve bu zamana ait takıları kullanırız. Gene de birisi ‘şimdi şimşek çakıyor’ dediğinde şimşeğin çakma eyleminin bitmiş ve geçmiş zamanda yer almış olduğunu anlarız.
  10. Alman meteorolog Alfred Wegener’in geliştirdiği ‘Kıtaların Kayması’ teorisine katkı sağlamak isteyen bazı bilimadamları,açıklayamadıkları olgular için birtakım çareler ürettiler. Bill Bryson ‘Hemen Herşeyin Kısa Tarihi’ kitabında bu olayı anlatır. Bazı bilimadamları,fosillerin dağılımı konusuna açıklık getirmek için bir takım kara kütlelerini,eskiden olan ama şimdi olmayan kara köprüleri ile birbirine bağladılar.Bu kara köprülerinin ne sayıda olduğu da belirsizdi.Örneğin,Hipparion soyundan eski bir at türünün aynı zamanda hem Fransa’da hem de Florida’da yaşamış olduğu anlaşılınca Atlantik’in iki yakası arasına bir tane konduruverdiler. Nedense aynı soydan türler farklı yerlerde bulgulandıkça daha önce öngörülmeyen yeni kara köprüleri ortaya çıkıyordu.Çok geçmeden eski tapir soylarının aynı anda hem Güney Amerika’da hem de Güneydoğu Asya’da yaşamış olduğu anlaşılınca,oraya da bir kara köprüsü çekildi. Kısa zaman içinde tarih öncesindeki denizlerin haritaları dünyanın her tarafında bir yerden diğerine uzanan varsayımsal kara köprüleriyle dolmuştu. Bu birleştirici yollar,sadece bir canlıyı bir kara kütlesinden diğerine taşımak gerektiğinde haritalarda ansızın ortaya çıktığı gibi, bazen de önceki varlıkları siliniyordu. Bu işlerin hiçbirinde somut kanıt yoktu.Buna rağmen bütün bu varsayımlar 50 yıl boyunca bilim dünyasında yer aldı. İşin ilginç tarafı,kara köprüleri bile bazı açıklamalarda yetersiz kalıyordu. Avrupa’da bulgulanan bir tribolit türü Newfoundland’de de bulgulanmıştı,ama yalnızca bir tarafında.3.000 km. uzanan okyanusu aşabilen bu yaratık,300 km.genişliğindeki bir adada sıkışmış gibiydi. Avrupa’da ve Amerika’nın kuzey batısında bulunan,ama arada kalan bölgede hiçbir izine rastlanmayan bir diğer tribolit türünün durumunu açıklamak için ise kara köprülerinin yerine sanki üstgeçit gerektiği ortaya çıkıyordu.
  11. Şehir dışında yürüyüş yapan ve belirlediği yere ulaşmak isteyen birisinin karşısına oldukça yüksek bir tepe çıkıyor. Bundan sonra o kişinin davranışları şunlardan biridir: 1- Tepeyi aşmayı gözüne kestirir ve tırmanmaya başlar. 2- Tepeyi aşmayı gözüne kestiremediği için geri döner. 3- Yolu uzatmayı ve zaman kaybetmeyi kabullenerek tepenin etrafına dolanır. * Bu tepeyi,yaşantımız boyunca karşılaştığımız zorluklara benzetebiliriz. Veya gerçekler aşılması gereken yüksek tepeler gibidir. 1-Bazıları bu tepeyi aşar.Bu kişiler gerçekleri kabullenmiş ve onlarla mücadele etmeyi göze almışlardır. 2-Bazıları geri döner. Bunlar,ya sorunları yok varsayan,ya da gerçekleri unutmak için bütün enerji ve vakitlerini harcayan kişilerdir. 3-Bazıları tepeyi dolanır.Böyleleri hayatın sorunları karşısında,o sorunları çözme yerine oyalanmayı tercih ederler. * Birinci durum dışındaki iki şık için insanlarda değişik davranışlar göze çarpar. Örneğin sorunların çözümünü göze alamayanlar çok sayıda bahane üretirler. Veya tepeyi aşmayı göze alamayan birisinin tepenin yüksekliğini iki misli arttırma eğilimi gibi,yaşamdaki zorlukların içeriğini abartırlar. Bir sorunun olumsuz yönlerini olduğundan küçük görme isteği,mücadele yeteneklerinin alabildiğine azaldığını düşünmek,ya da sürekli fikir değiştirmek diğer kaçış şekilleridir.
  12. Türk Dil Kurumu,telkini genel olarak ‘bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama’ruh bilimi açısından da ‘bilinç dışı bir sürecin aracılığıyla, kişinin ruhsal veya fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi’ olarak açıklıyor. Telkin,öyle bir fikir aktarılmasıdır ki,sonunda fikrin aktarıldığı kişi,mantıklı bir sebebi olmadan ve inançla kendisine aktarılmış olan fikri kabul eder. Herbirimizin önyargılardan uzaklaşması ve gerçekten tarafsız bir gözle kendi fikirlerimizi analiz etmesi mümkün olsaydı, herhangi bir mantık sonucu değil,sadece başkasından veya dış kaynaktan gelen telkinlerin sonucu türlü türlü inanç ve düşünce sahibi olduğumuzu görürdük.Ama birçok insan,örneğin kullandığı parfüm markasının en iyisi olduğu kanısının bir dost veya reklam sonucu olmayıp,kendi kararı olduğunu düşünür. İçinde yaşadığımız toplumun ekonomik sisteminde tüketim eğilimi fazla olduğu için reklamcılar telkinin gücünü etkin bir biçimde kullanırlar. Ben de dahil olmak üzere reklamların etkisinde kalmadığını iddia eden kişiler gerçekten de öyle midirler?Örneğin herhangi basit bir malın reklamını okuduğu ciddi bir gazetede gören kişinin söylenenleri kabul etme eğilimi yok mudur?Yapılan kampanyalarda sevinç,hoşgörü,haz, umut veya iyimserlik gibi yaşamın olumlu yönleri ile kamufle ederek tanıttıkları ve telkin yönyemlerini ustaca kullanarak mallarını sunan kişilerin etkisinde kalmamak gerçekten çok zor.
  13. Hangi kaynaktan okuduğumu anımsayamadığım bir yazıdaki örnek şöyle idi: Cetvelle çizilmiş gibi dümdüz uzanan inişli-çıkışlı bir yol var. İniş ve çıkış mesafelerinin çok farklı olduğunu varsayalım. Örneğin 500 metre iniş,900 metre yokuş,sonra 1000 metre iniş,1500 metre yokuş...gibi. Bu yolda bir otomobil sabit hızla,diyelim ki 100 km. hızla ilerliyor. Yolun herhangi bir noktasında 90 derece olmak üzere yükselen balondaki bir kişi,yeterli yükseklikte iniş-çıkışları fark edemez ve yolu çizgi halinde görür. Bu balondaki bir gözlemci,yolun inişli-çıkışlı olduğunu biliyorsa sorun yok. Ama arazi yapısını bilmiyorsa otomobil sabit hızla ilerlediği halde ona ilk önce yavaşlayıp hızlanıyormuş gibi gelir. Kendisine otomobilin sabit hızla gittiği söylendiğinde arazinin inişli-çıkışlı olduğunu hemen anlayacaktır. Şimdi aşırı bir varsayım yaparak tüm dünyası dosya kağıdı gibi dümdüz olan başka gözlemciyi ele alalım. Bu kişiye otomobilin sabit hızla gittiği kolay kolay anlatılamaz. Bizim için evrenin hem mekan hem de zaman açısından yapısı son gözlemci gibi değil midir? Hepimiz evreni yerküremizin koşulları içinde anlamaya çalışıyoruz. Üstelk her türlü bilgimiz henüz çok yeni sayılır. İlk yaşam belirtilerinin başladığı günlerden bugüne kadar olan süreyi 4 ay kabul edersek,ortaçağdan günümüze olan süreyi ancak bir saniyeye sığdırabiliriz. Bu durumda bilgi seviyemizin henüz nerelerde olduğunu kolaylıkla kavrayabiliriz.
  14. İnsanın en önemli özelliği, kendi eyleminin bilincinde oluşudur.Diğer canlılar sadece eylemde bulunur,insan ise kendi eylemleri üzerinde düşünür. Buna ilave olarak her bireyin,bebeklik evresinden sonra kendi kendisinin bilincinde olması,yani kendi varlığını kavraması gibi bir yeteneği vardır. Her insanın kendi bilinci olduğuna göre,her birey,hiç kimsede olmayan bilince sahip demektir.Bir kişi bir diğeri veya bir çokları ile aynı fikirleri taşıyabilir.Belirli olaylar karşısındaki duygusal tepkileri de benzerlik gösterebilir.Ama bir kişinin kendi bilincinde olma tarzının diğerleri ile ortak olduğunu ileri süremeyiz.Zira benim dış dünyayı algılamamın ve kendim ile çevrem arasındaki ilişkiyi kurmamın bir başkası ile tıpatıp aynı olduğunu ileri sürmem olası değildir. Buna rağmen herhangi iki kişinin veya bir kişi ile birçok kişinin kendi bilincine varma eyleminin ortak noktalar içerdiğini ama ayrıntıların farklı olduğunu söyleyebiliriz.Ancak bu kadarı bile her insanın ayrı ve tek birey olması için yeterlidir. * İnsanların tek tek kendi kendinin bilincine varma gerçeği,toplumun mutlak olarak aynı düşüncenin tek tek bireylerin düşünce toplamı olmasını engeller.Başka bir ifade ile,toplum düşüncesi,tek tek bireylerin düşünce toplamını yansıtan matematiksel bir işlem değildir. Ama belli bir evreden sonra tek tek bireylerin düşüncelerinin toplumun tümü tarafından irdelendiğini biliyoruz.Bir kişinin kendiliğinden ve içinden geldiği gibi davranması,diğer insanlar tarafından yadırganmasına neden olur.Örneğin yas tutulan bir ortamda birisinin içinden gülme isteği geçse ve bunu gerçekleştirse toplumda nasıl tepki uyanacağını hepimiz biliriz.Bunun gibi, kendi bireysel çıkarları doğrultusunda davranan bir kişi başkaları tarafından suçlanacağını bilir.Ya da kendi kendine suçluluk duygusuna kapılır. Her iki durum da kendi kendinin bilincinde olmanın toplum tarafından denetlenmesi anlamına gelir.Şu halde,insanı öteki canlılardan ayıran kendini bilme özelliği,hem ahlak kurallarını hem de öteki canlılar için söz konusu olmayan suçluluk duygusunu doğurur.Buna rağmen insanın kendini tek olarak görebilme ve öteki insanlardan ayırabilme yeteneği sosyal bağlar kurmasına engel değildir.Ama bu yetenek bazen doğal olması gereken duygusallık bağlarını aşan aşırı davranışlara neden olur.Felsefenin ele aldığı konuların bir tanesi de budur. İnsanın bir zamanlar masum,suç işleme yeteneğinden yoksun ve aldatmacadan habersiz olduğu söylenir.Ayrıca insanın,gelecekte yücelmiş bir konuma erişeceğini,bilincinin bencillikten arınacağını da söyleyenler vardır. Hatta geçmişe veya geleceğe bakmaya gerek te yoktur.Çocukluğun en büyük mutluluğuna gerekçe bilgi eksikliğidir.Bu durum,henüz kendi kendinin bilincinde olmama evresiyle ilgilidir. Buna rağmen salt bilimsellik uğruna yaşamın bütün gerçeklerini görmezden gelmemeliyiz.İnsan,çevresini bilir,onu denetler.Üstelik bu bilme ve denetleme olgusu kendine özgü,kendinin ve çevresindeki dünya ile ilişkisinin bilincinde olması şeklindedir.Ayrıca konu bu kadarıyla da sınırlı değildir.En önemlisi,insan ayrıca kendi bireysel varlığının geçici olduğunun da bilincindedir,yani ölümlü olduğunu bilir. * İnsanın,kendi dışındaki dünyayı bilmesi ve onu denetlemesi,kendisi ile çevresi arasındaki ilişkinin bilincinde oluşu,diğer taraftan ölümlü olduğunu da anlaması,hem kendi geçmişine hem de kendi geleceğine ilgi duymasına neden olur.Böyle bir tanım ilk bakışta biraz anlamsız görünür. Ama kendimizi, şimdiki zamanda yaşayan ben olarak görmenin yanı sıra en azından kendi atalarımızın devam eden bir ferdi olarak düşünürsek ister istemez geçmişle bağlantı kurmuş oluruz.Mitoloji ve tarih hep geçmişle olan ilgimizi yansıtır. Ölümlü olmamızın bilincini taşımamız,bizleri ölümümüzden sonra anımsanmamızı sağlayacak olgular üretmeye zorlar. En basit hatıra eşyasından başlayarak anıtlara saraylara ve hatta piramitlere kadar genişleyen objeler örneği hep anımsanma isteğinden doğan olgulardır.Hem geçmişe hem de geleceğe yönelik ilgimiz ölümlülük konusunda bizleri rahatlatmaya yarayan davranışlardır. Her bir kişinin bilinci kendisine özgü olduğundan ve bu olgu başkaları ile tümüyle paylaşılamadığına göre her insanın kendisini birey olarak algılaması,ister istemez onun yalnızlık duymasına neden olur.Burada bahsedilen,kalabalıktan uzak kalma,insanlardan ayrı durmak şeklindeki yalnızlık değildir.Kendi varlığının bilincinde olan,kendisinin diğerlerinden apayrı olduğunu bilen bir insanın toplum içinde olsa bile görünmez bir zırhla çevrelendiğini hissetmesidir.Bugün için etrafımızda birçok dostumuz olabilir.Ama günün birinde,koşulların değişmesi sonucu kendimizi, onların olmadığı bir ortam içinde bulabiliriz.İşin ilginç tarafı,bir insan,kendi bireyselliğinin bilincine ne kadar çok varırsa,yalnızlığının da o kadar farkında olur. Daha eski çağlarda,hatta o kadar uzak olmayan zamanlarda toplum-birey ilişkisi bugünküne benzemiyordu.Gerçi o dönemlerin insanları içinde oldukları durumu normal kabul ederlerdi,ama içlerinden birini günümüze getirebilseydik, aradaki farkı hemen anlayabilirdi.Nitekim eğitim ve kültürün kendi kendinin bilincinde olmayı arttırdığı,buna bağlı olarak bireyselliğin geliştiği günümüz toplumu gerçekten farklıdır. Artık toplum, geçmişte olduğu gibi organik bir bünye içinde yer alan elemanların mekanik davranışları gibi değildir.Ayrı ayrı bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu günümüz toplumlarının en belirgin özelliği,iletişim olanaklarının artmasıdır. * Birçok kişi,kendi kendinin bilincinde olduğunun tümüyle farkında değildir.Daha doğrusu bilinçlerinin benliklerinin tümünü kapsamadığını bu nedenle de eylemlerinin gizemli güçler tarafından yönetildiğini düşünürler.Öyle kişiler vardır ki, bu güçlerin benlik içinde ama bilincin uzanamadığı yerde olduğunu sanırlar.Veya onlara göre,benliğinin içindeki gizemli güçler,bilinçlerince ulaşılamaz konumdadır. Söz konusu güçler,geçmiş dönemlerde kötü ruh ya da şeytan olarak biliniyordu.Günümüz ruhbilimi ise bu güçleri,bireyi içten iten,tümüyle bilemediği veya denetleyemediği güdüler olarak tanımlıyor.İster geçmişteki tanım, ister bugünkü tanım gerçeği pek değiştirmiyor.İnsanın kendi kendinin bilincinde olma süreci bireyselliğin oluşumunda bize yabancı olan olguların etkisindedir. Bu konuda verilen bir örnekte olduğu gibi insan,tam bir bilgiye ya da denetime sahip olmadığı bir atın binicisi gibidir.Bazen binici ve at uyumlu biçimde birlikte hareket edebilir.Bazen binici,atı istemediği bir yönde gitmeye zorlayabilir.Bazen de at tarafından sürüklenir.Şu halde,kendimizi kendi benliğimizle uyum içinde hissettiğimiz zamanlar olabilir.Kendi kendimizi denetlemeyi çoğunlukla başardığımız da doğrudur.Ama sürüklendiğimiz ve gerçekten yapmak istemediğimiz eylemleri de gerçekleştirdiğimiz olur. İnsan eylemlerinin yönetimine etkin olduğu düşünülen güçler,benliğin dışında algılandıkları zaman ortaya ister istemez soyut objeler çıkar.Ama bilimsel analizimizi sürdürerek insan doğasının toplumsal ve tarihsel güçler tarafından belirlendiğini söylemeliyiz.Başka bir deyimle,bu güçler insanı ve onun yaşam biçimini dışarıdan etkiler.Aslında konu burada önemli bir yol ayırımına varıyor.İnsanın kendi içindeki güçler tarafından yönetildiğini varsayarak ruhbilimsel açıklamalara mı,dış koşullar tarafından belirlendiğini varsayarak tarihsel ve toplumsal açıklamalara mı kulak vermeliyiz? Kaynak : The Joy of Knowledge Encyclopaedia
  15. sedat sencan

    Sorgulamadan alkış

    Mehmet Y.Yılmaz’ın bugünkü (25.2.2009) yazısında belirttiğine göre Başbakan,Mardin’de yaptığı konuşmasında muhalefet liderlerine seslenmiş,işsizliğe çareleri varsa açıklamalarını istemiş ve bu çözümleri yerine getireceğini söylemiş.Meydanı dolduran insanlar da bu sözleri alkışlamışlar.Yazar,bu durumu,vatandaşların işittiklerini duymadıkları şeklinde yorumluyor.Ben de yazar gibi o meydanı dolduranların içinde işsizlerin çok sayıda olduğunu tahmin ediyorum.Bu sözleri dinleyen ezici çoğunluğun,son seçim öncesinde işsizliğe çözüm bulacağı sözünü verenlerin bu kez nasıl böyle konuştuklarını sorgulamadıkları belli ki alkışlıyorlar. Futbol ile ilgilenenler ve bir takımın taraftarı olanlar bilir.İnsanların çoğu tuttukları takımın hatalarını kabul etmek istemezler veya hatalı yönleri hoşgörmek için hertürlü bahaneden yararlanmayı kollarlar. Siyasal bir partinin görüşlerini benimsemek te aynıdır. İnsanların ezici bir çoğunluğu aile,tanıdık ve önem verdikleri kişilerin kararlarını doğru olarak varsayarlar.Bu nedenle onlardan gelecek her türlü düşünceyi hemen benimserler.Doğru olsun yanlış olsun toplum birimlerinde kabul edilmiş kanıların düşünme süzgecinden geçirilmeden kabul edilmesi sosyolojik bir olgudur.Kişilere tek tek sahip oldukları kanıların yanlış olduğu kanıtlansa bile,onlar toplu olarak davrandıklarında benimsedikleri kanılara daha sıkı sarılırlar ve gösterdiğimiz kanıtları kendilerine uygun gelecek şekilde çarpıtırlar. Bütün bu olgular bilinçlenme seviyesi ile ilgilidir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.