Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

UMUDA TÜRKÜ

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    17
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://

Profil Bilgileri

  • İlgi Alanları
    İnsana ve Yaşama Dair Ne Varsa...

UMUDA TÜRKÜ - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

2

İçerik İtibarınız

  1. YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR : Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana... ATAOL BEHRAMOĞLU
  2. YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR : Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana... ATAOL BEHRAMOĞLU
  3. Aynı evi, aynı işyerini, aynı okulu, aynı sosyal çevreyi, aynı ortamı paylaşan insanlar arasındaki en büyük mesafedir; İLETİŞİMSİZLİK. İletişimsizliğin en önemli nedenleri ise; Eğitimsizlik, bencillik, güvensizlik, sevgisizlik, düşünce tembelliği hoşgörü ve saygı eksikliğidir.
  4. Öğrenmek; Öğrenmenin bir çok aracı ve bir çok çeşidi vardır. En genel öğrenme yöntemi olarak, okuyarak öğrenmek bilinmektir. Oysa sayfalarca, hatta ciltlerce okunan kitapların, anlattığı veya öğrettiği şeyleri, sadece zihinde tutmanın yada ezberlemenin salt öğrenmek olmadığı açıktır. Öğrenmek ancak ve ancak, bu okunan kitap, mecmua vs. içerisinde anlatılanları, gerçek yaşamla olan bağının kurulması, ilgi ve tutarlılığının sınanması, mantık süzgecinden geçirilerek neticasinde zihinde pekiştirilmesidir. Bu açıdan pek çok şey okumak, bunları teorik bilgi olarak zihinde tutmak, tek başına öğrenmeye yetmemektedir. Gerçek bir öğrenme süreci, enformasyonun mantık süzgecinden geçirilerek özümsenmesi, teorinin pratikle buluşması, sentezlenmesidir. YAŞAMDAN ÖĞRENMEK: Bu gerçeğin ışığında, Ataol BEHRAMOĞLU'nun aşağıdaki şiiri yaşama dair çok şeyi ifade ettiği gibi, "yaşamdan öğrenmek" konusunda da bizlere çok şey anlatmaktadır.
  5. SEVMEKTEN VE YAŞAMAKTAN KORKMAK! Insanlarin çogu kaybetmekten korktugu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layik görmedigi için. Düsünmekten korkuyor, sorumluluk getirecegi için. Konusmaktan korkuyor, elestirilmekten korktugu için. Duygularini ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktugu için. Yaslanmaktan korkuyor, gençliginin kiymetini bilmedigi için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birsey vermedigi için. Ve ölmekten korkuyor aslinda yasamayi bilmedigi için. W.SHAKESPEARE
  6. Nicedir hayatımızda sevgiye yer bulamadığımızı düşündüm. Bize sevgiyi anlatan bir olayı haber yapamıyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir kişiyi dinlemiyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir duyguyu görmüyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir yazı yazmıyoruz, böyle bir yazıyı okumuyoruz. Bir Polanya filminde Nazi dönemi anlatılıyordu.Nazi komutanı güzel bir evi komutanlık merkezi yapmıştı.Evin güzel sahibesi üst kata çıkmıştı ve az görünüyordu.Komutan bu kadına âşık olduğunu anladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti: - Madam, aşkımız beni zayıf düşürüyor. - Hayır komutan, sevginiz sizi insan yapıyor.İnsan ruhu da doğanın bir parçasıdır ve doğa gibi boşluk kabul etmez. İçinde sevgiyi barındıramayan insan nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır. Nefret etmeden birine kötülük yapamazsınız. Nefret etmeden birini öldüremezsiniz. Nefreti içinde barındırmak isteyen insan önce kendisinden nefret etmek zorundadır. İçinde nefreti yaşatan insan yüreğindeki sevgiyi kovmuştur. Artık onu bulması çok zordur ve bunun ağır bedelini ödeyecektir. Sevgisizlik ağır bir yüktür ve insan bundan kurtulmak için çok kötü şeyler yapar.
  7. En Uzak Mesafe En Uzak mesafe ne Afrika'dir Ne Cin, Ne Hindistan, Ne Seyyareler, Ne yildizlar geceleri isildayan... En uzak mesafe iki kafa arasindaki mesafedir birbirini anlamayan..... CAN YÜCEL , Yanıbaşımızda Yaşayıp Uzağımızda Kalanlar Şair Can Yücel’in dizelerinde anlatmış olduğu gibi, birbirlerine fiziksel olarak dokunup, değecek kadar yakın mesafede oldukları halde, aralarında iki kıta arasındaki mesafeden daha uzak mesafe oluşturmaz mı bazı insanlar? Anlaşmak, birbirini anlamak demektir. Birbiriyle anlaşan insanlar birbirlerine “yakın”dır. Onlar birbirlerini anlar, dinlerler. Birbirlerinin farklı düşünmesini, farklı zevklerini, farklı bakış açılarını, farklı öğrenme biçimlerini, farklı sevgi dillerini takdir ederler. Ortaya çıkan sorunlarını çözmeye odaklanırlar. Karşıdakinin duygularını anlamaya çalışır, içinde bulunduğu koşulları ve bu koşullar altındaki davranışın nedenlerini kavrayabilirler. Oysa birbirlerine fizikselliğin dışında “Yakın” olmayanlar birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramaz, yeterice konuşmaz, birbirlerine karşı düşünce ve duygularını ifade edemezler . Anlatamazlar kendilerini. Ya da anlatmaya çalışırlar ama dinlemez karşıdaki. İşitir de, duyduklarına kendine göre anlam verir. Kendince verdiği anlam, karşısındakinin söylemek istediğinden bambaşkadır belki de. Bunu yansıttığında, karşısındaki yanlış anlaşılmış olmaktan dolayı üzüntü duyar, alınganlık gösterir. Hayal kırıklığı yaşar. İçinde yaşadığı bu duygular elbette ses tonuna, seçtiği sözlere, beden diline varana kadar yansır. İşte birkaç şanssız deneyimden sonra insanlar yanlış anlaşılmaktan korkarak konuşmamayı ve kendini ifade etmemeyi öğrenirler. Bu ilişkide en iyisi hiç konuşmamak, der ve suskunluğu seçerler. Aradaki mesafe sustukça açılır, gittikçe daha da uzaklaşır insanlar birbirinden. Tıpkı iki kıta arasındaki mesafe gibi olur yan yana iki insan arasındaki mesafe. Bilinçli ve sağlıklı bir seçim yapmadan kurulan evliliklerde bu durum, ne çok yaşanır. Yıllardır aynı evde yaşayıp, bir yastığa baş koyan, ama hiçbir ortak yönü, ortak beğeni ve zevkleri bulunmayan, birbirini anlamayan, sevgiyi, mutluluğu hiç tatmamış iki insan arasındaki o mesafeyi düşünüyorum da... İşte en uzak mesafe, bu olsa gerek.
  8. Merhaba Arkadaşlar. Hoşbulduk diloş. Anlamlı sözlerle yaptığınız katkı için ise teşekkür ederim. EN UZAK MESAFE HANGİSİDİR? En Uzak Mesafe En Uzak mesafe ne Afrika'dir Ne Cin, Ne Hindistan, Ne Seyyareler, Ne yildizlar geceleri isildayan... En uzak mesafe iki kafa arasindaki mesafedir birbirini anlamayan..... CAN YÜCEL
  9. Yıllarca bütün kaynaklarını borç faiz ödemelerine ayıran, çalışan emekçisine, emeklisine, sağlığına, eğitimine bütçe ayırmaktan yoksunlaşmış, bütün iktisadi politikalarını borçlandığı IMF’nin belirlemekte olduğu, dış politikası bu kuruluşun hakim durumundaki ABD’nin belirlediği ülke böylesi bir tablodan nasıl övünç duyabilir ki? Türkiye’ye “övgüde” bulunan IMF, Arjantin ve Brezilya’yı örnek almasını önlemek için “siz onlara bakmayın, iyi yoldasınız devam edin” imasında bulunarak, fırsatlar ülkesi olma görevini sürdürmesini telkin etmektedir. Tekelci sermaye için fırsatlar ülkesi haline getirilmek istenen Türkiye, elindeki bütün Kamu İktisadi Teşekkülleri’ni (KİT) yağmalamakta, sosyal güvenlik sistemini değiştirmekte vergi indirimlerini sürdürerek bu bağlılığını kanıtlamaktadır! Peki Türkiye IMF’ye olan borcunu erken kapatabilir mi? Erken kapatmak bir yana, bu bağlılığını sürdüreceğini kanıtlamak ve yeni borç almak için IMF’ye mektup üzerine mektup vermektedir. 24 Kasım 2005 tarihli mektup, bu derin bağlılığı sürdürüleceğine kanıttır. Bu mektupta verilen taahhütler bildik ve endişe verici. Bir paragrafı şöyle; “2006 bütçe hedeflerine ulaşılması önemli ölçüde sosyal güvenlik sistemi açığının kontrol altına alınmasına bağlıdır. (…) Sağlık harcamalarının kontrol altına alınmasının, sağlıklı bir bütçe pozisyonun korunması açısından anahtar öneme sahip olduğu bilinmektedir…” Görüldüğü gibi kendi halkını sağlık hakkından yoksunlaştıracak kadar kararlı olan siyasi “ikitidar”, IMF’ye bağlılığın derecesini de göstermektedir. Bütçenin ve kaynakların yetmemesini, sosyal güvenlik harcamalarına bağlarken, bütçenin yaklaşık yarısını faiz ödemelerine ayrılmasına hiç değinilmemektedir. Krueger’in övgüsünü almak, ülke çıkarından ve halkın sağlık hakkından daha mı önemli? İşbirliğini sürdürenler için önemli olacak ki, sosyal güvenlik sistemi IMF’nin talepleri doğrultusunda değiştirilmek istenmektedir. Arjantin ve Brezilya’nın gösterdiği bu tutumu, IMF’ye teslim olmuş işbirlikçilerin örnek almasını beklemek safdillik olur. Ancak bu ülkenin emekçileri, işçileri, işsizleri, köylüleri, onurlu aydınları örnek alarak tepkilerini ortaya koyabilirler. Seçim tartışmalarının yaşandığı şu günlerde bu tablonun bir kez daha değerlendirilmesi, halktan ve emekten yana mücadeleci bir platformun oluşturulması ile IMF ve onun işbirlikçisi hükümetlerden kurtulmak mümkün olacaktır. YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE.
  10. EKONOMİK BAĞIMSIZLIK OLMADAN, POLİTİK BAĞIMSIZLIK OLUR MU ? Hiç kimse boşu boşuna kendini kandırmasın. Tıpkı vatanseverlik gibi Milli-ulusal Bağımsızlık öyle kuru lafla sözle olmaz. Zira bir yönetim sanatı olan politikanın, en önemli unsuru ve belirleyicisi ekonomidir. Bu gerçekten hareketle, politik bağımsızlığın en önemli unsuru da ekonomik alandaki bağımsızlıktır. Eğer ekonomik kararlarınızı ,siz değil de başkaları alıyor, uygulamalarını size dayatıyorsa, burada bağımsızlıktan söz etmek abesle iştigal ve kendini kandırmaktır. Yıllardır uygulanan IMF programları ortadayken, uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda “serbest bölgeler” ve “endüstri bölgeleri”, MAI, MIGA, tahkim vb. yasal düzenlemeler, tarım ve hayvancılığın bitirilmesine yönelik uygulamaların ekonomi üzerindeki egemenliği sürerken, yabancılara toprak satışı, şeker tütün yasaı ile tarıma derbe vurulurken, “Tütün Yasası” yeniden gündeme getirilirken, ülke ekonomisinde yaşanan sorunların ve işçi, emekçi sınıfların çalışma ve yaşam koşullarındaki sürekli kötüleşmenin sorumluluğunu hükümetle sınırlamak ya da sadece “ülkenin kötü yönetilmesi” ile açıklamak başlı başına bir kandırmacadır. Kim ne derse desin, mevcut iktidar kendisine biçilmiş rolünü gayet ustaca oynayıp, kendilerinin de bir parçası oldukları sınıfa, hizmet etmekle yükümlü olduğu sınıfa (sermaye)göre gayet iyi çalışmakta ve başarılıdırlar, Ki IMF, TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB,TİSK gibi sermaye çevreleri ve patron klupleri kendilerinden oldukça memnundurlar. EKONOMİK BAĞIMSIZLIK OLMADAN, POLİTİK BAĞIMSIZLIK DA OLMAZ. IMF uzmanları uzun süredir hükümete baskı yapıyor. İstenenler şunlar: (1) Asgari ücret yüksek. Asgari ücret aşağıya çekilsin. (2) Ülkenin her yanında aynı asgari ücret ödenmesin. Doğu'da, fakir illerde insanlar daha düşük ücretle çalıştırılsın. (3) İşçinin işten çıkarılması kolaylaştırılsın. İşveren istediğinde işçiyi tazminat ödemeden hemen işten çıkarabilsin. (4) Fakirlere, güçsüzlere yapılan sağlık yardımları ve diğer yardımlar azaltılsın. (5) Bağ-Kur, SSK üyelerinin ilaç ve hastane ödemelerine sınırlama getirilsin. (6) Faiz ödemeleri artıyor, yeni vergiler getirilsin. KDV ve ÖTV yükseltilsin..." Ekonomik yapımızın dönüştürülmek istediği model çok açık; Türkiye'deki şirketlerin sahipleri yabancı olacak. Türkler, kendi ülkelerinde onların emrinde en düşük ücretle, hiçbir temel ve sosyal hakka sahip olmadan çalışacak. Yerli halkın doğal ihtiyaçları 'faiz ödemelerinin karşılanması için' kesilecek, Türkiye yüksek açıklar veren karşılığında 83 yılda kurduğu şirketleri satan yetmediği durumda borçlanan ve bütçesinin yarısını borç ödemelerine ayıran bir ülke olacak. Dış politikamız ABD, AB ve emperyalist lobi örgütlerince belirlenirken, Ekonomik politikalarımız ise; IMF, DB, DTÖ, gibi sermaye kuruluşları tarafından yazılan reçetelerle yürütülüyorsa, Şimdi tüm bunlara rağmen milli-ulusal bağımsızlıktan söz edebilir miyiz.
  11. ÜLKE EKONOMİSİ İYİYE GİDİYORMUŞ YA ! Ne yazık ki ülkemizde başta gelir dağılımında ki korkunç çarpıklık ve adaletsizlik olmak üzere, yaşamın her alanında çok büyük haksızlıklar ve adaletsizlikler had safhaya ulaşmıştır. Bir yandan çöplerden ekmek toplayarak ailesini geçindirmeye çalışan, üç kuruş maaşla ayakta kalmaya çalışan yoksul insanlar, asgari ücretle asgari bile yaşayamayan zavallı insanlar, yüzde 4 gibi komik sadaka zamlarla gitgide borç batağına sürüklenen kamu çalışanları. Diğer yandan karları ciroları tavan yapan sermaye sahipleri, servetine servet katan patronlar. Sosyetik gece kuluplerinde Laila'da Renia'da çılgınce eğlenen, gecede milyarlık yemekler, şaraplar tüketen sosyete, zenginler, ayrıcalıklı-elit zümre. EKONOMİK BÜYÜME KALKINMA NEDEN HİÇ ÇALIŞANLARA YANSIMIYOR ? Neymiş? Ülkece kalkınıyormuşuz! Ülke ekonomisi iyiye gidiyormuş! Ekonomi iyiye mi gidiyor? Öyleyse soruyorum! -O halde, bu sözde iyiye gidiş, neden hiç bizlerin yaşantısına yansımıyor? -Neden hayat standardımız hiç yükselmiyor? -Neden alım gücümüz sürekli düşüyor? -Neden binlerce insanımız borç batağında yüzüyor? -Neden hala işsizlik yüzünden, geleceksizlik yüzünden, borç yüzünden, çaresizlik yüzünden binlerce genç hayatına kıyıyor yada hayatını mahvediyor? -Neden işsizler ordusu gün be gün artıyor? -Neden binlerce üniversite, milyonlarca lise diplamalı işsiz, ortalıklarda dolaşıyor? -Binlerce genç insan kahve köşelinde hayatlarını çürütüyorlar? -Neden açlık, yoksulluk git gide artıyor? Sokaklara düşen insan sayısı sürekli artıyor. -Neden hala hastane veya banka kuyruklarında insanlarımız bunca çile çekiyor yada ölüyorlar. -Neden ülkemizde ekonomiyi elinde tutan mafyaortadan kaldırılmıyor ? -Neden envai türlü yolsuzluklar, rüşvet, karapara, kayıtdışı ekonomi ve kayıt dışı istihdam azalmıyor ? Neden hırsızlık, gasp, kapkaç, vb. git gide artıyor? -Neden bizim ulusal bir ekonomi politikamız yok ve biz kendi politikalarımız halkımızın yararına, yine kendimiz belirliyemiyoruz? MADEM ÜLKE EKONOMİSİ İYİYE GİDİYOR DA, HANİ BÖLÜŞÜMDEKİ ADALET ? Mevcut iktidar göreve geldiğinden beri, başta emperyalist ulusötesi sermaye güçleri olmak üzere, onların işbirlikçisi olan bizdeki bu ensesi kalın kodaman tosuncuklara, yani elit-kaymak tabaka için, elinden gelenin en fazlasını yaparak çalışmaktadır. Peki en geniş kesimiyle işçisi, memuru, köylüsü, çiftçisi, işsizi için ne yaptılar? Halk için ne mi yaptı? Koca bir hiç diyecektim ama diyemiyorum. Çünkü halkın en geniş kesimini temsil eden, biz işçi, memur, çiftçi, köylü ve küçük esnafın aleyhine ne kadar yasa ve uygulama varsa hayata geçirdiler. Daha da kötülerini çıkarmak için IMF ile TÜSİAD ile elbirliği yapıp uğraşmaktalar. Biz alt gelir gruplarını oluşturan bu kesimlerin elindeki mevcut küçük haklarını da, elinden almaya uğraşarak, onları dahada kötü bir yaşam koşullarına doğru itmektedir.
  12. Düşüncelerinizin hiçbirine katılmıyorum. Ama onları açıkça ifade edebilmeniz için sonuna kadar yanınızda olacağım...Voltaire (1694-1778) * İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar. Tecrübe, yaptığımız hataların bileşkesidir... Oscar Wilde * Adalet olmadan düzen olmaz...Albert Camus * Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden,nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil.Ne yaptığın önemlidir." Orhan Kemal * Bir ciglik bir cig meydana getirir. SOLJENITSIN * Insan olmak ve hayati hayvanlardan daha az anlamak ne hazin sey. P.ISTRATI
  13. CUMHURİYET BU ÜLKE İNSANININ ORTAK MÜCADELESİ İLE KURULDU. Kurtuluş Savaşı sürecinde kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti, bu topraklarda yaşayan halkları ortak çıkarlar etrafında birleştirdi. 82. yılı kutlanan Cumhuriyet, halkların bu temelde verdikleri mücadele sonucunda kuruldu. EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞIMIZ İLE BİRLİKTE, ULUSAL ONURUMUZ DA ELDEN GİDİYOR. “Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ulusun ne siyasi, ne askeri ne de kültürel bağımsızlığından söz edilemez.” Ne kadar doğru bir tespit. Ekonomik bağımsızlık günümüz koşullarında ancak toplumcu bir ekonomi-politikayla mümkündür. Çünkü anamalcılığın(kapitalizmin) ve emperyalizmin geldiği aşamada bizim gibi ülkelerin anamalcılarının uluslararası emperyalist sermayeyle rekabet şansı yoktur. Ancak onun yurt içindeki işbirlikçisi olarak bir süre daha ayakta durmaya çalışabilirler. Daha sonra kendileri de yem olmaya mahkûmdurlar. Uluslararası emperyalist sermayeye, bugünkü durumu ve gelecekte yapmak istedikleri açısından bakarsak, özelleştirmelerin mantığını daha iyi anlarız. Özelleştirmeler sadece ulusal ölçekte ele alınmamalı. Bunun kökü ulus ötesi faaliyetlere dayanmaktadır. Özelleştirmelerde en can alıcı noktaların başında enerji, eğitim, sağlık, haberleşme ve bilişim gibi kamusal hizmetler gelmektedir. Bu alanların her biri en az yurt savunması kadar önemlidir. Sağlık, eğitim, haberleşme gibi alanların özelleştirilmesi toplumsal çözülmeyi hızlandırırken, enerji alanındaki özelleştirmeler ise ekonomik çözülmeyi hızlandıracaktır. Bu çözülmeler giderek silahlı savunmayı çözecektir. Çünkü halkın aç açık kalması pahasına askerin milyarlarca dolar parayı silaha yatırması mümkün olamaz. Zira yeraltı ve yer üstü zenginlikleri yerli ve yabancı şirketlerin eline geçmiş bir vatanın savunulacak bir değeri kalmaz. Ve bu durum çözülmeden başka bir sonuç yaratmaz. “Ülkenin bekası için” asıl tehdit budur.
  14. HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENIN ! Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir Soruyla bile karsılaşabilirsin... İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye Cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir İddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, Şiirler yazdın. "Peki, o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası.... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
  15. Uzakdoğu'da bir Budist tapınağında geçmiş bir olayı anımsadım.Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak ya da çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı,içerdeki "bilgelik arayıcısı" kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. İçerdeki bir süre kayboldu,sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu "Yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü,aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerdeki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır. Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.