Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

lapseki

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    6
  • Katılım

  • Son Ziyaret

lapseki - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. lapseki

    sicim teorisi

    Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor. Şu sırada, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır. İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesör olarak görev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir. Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti. Hawking'in geliştirdiği formül, makroskobik evreni ve temel parçacıkların mikroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor? Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti. Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışın da dahil hiçbir şey çekim alanından kurtulamıyor. Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikâyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar. Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. Stephan Hawking Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"yle geçerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir bütün olarak düşünüyordu. Bütün kütleler, ister dev gökadalar ister küçücük asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Önce Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Büyük Patlama'nın gerçek olduğunu ispatladıktan sonra, çekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler. Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor), "güçlü kuvvet" (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parçalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan kütle çekimi, bir türlü "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başaramıyorlardı. "Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu. 80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (üzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi. Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece, geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut. MTeorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor. Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor. Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz? Hawking'e göre bu soruların yanıtı evet! Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız. Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor. Dünyamız eğer bir hologram ise, bütün bilgiler, yine Dünya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kâhinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır. Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hâlâ yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor. Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00151/
  2. lapseki

    Zulüm 25 Yaşında

    EMRE KONGAR'IN YAZISI, TÜRBAN KİMİN YA DA NEYİN SİMGESİ? Türban, neyin ya da kimlerin simgesi? AKP iktidarı her türlü yasal yolun kapalı olmasına karşın niçin üniversitelerde "türban özgürlüğü" istemekten vaz geçmiyor? Bu isteği neden bazı çevrelerde büyük bir olumsuz hassasiyet yaratıyor? Bu soruların yanıtları, türban sorunun ülkemizdeki tarihsel, toplumsal ve siyasal öyküsü bilinmeden verilemez. Üniversitelerdeki türbanlı öğrenciler 1960'lı yılların sonunda sınıflarda görünmeye başladılar. Aynı yıllar, İmam Hatip okullarının yaygınlaşma yıllarıydı. Soğuk Savaş bağlamında, komünizmle savaşmak için dinciliği ve milliyetçiliği eğitim yoluyla da yaygınlaştırma siyaseti bu yıllarda özel bir hız kazanmıştı. "Dinci" siyaset güden çevrelerin yoz bir demokrasi anlayışını yansıtan propagandaları, "Ne yapalım, Anadolu halkı İmam Hatip okulu istiyor" biçimindeydi. Yine aynı çevreler, İmam olamamalarına karşın, kızların da İmam Hatip okullarına yollanmalarını, ve hatta kızlar için özel İmam Hatip okulları açılmasını "Ne yapalım, halkımız kız çocuklarını ancak İmam Hatip okulu olursa, okula yolluyor" biçiminde desteklediler. Kızların başlarının kapatılması uygulaması, İmam Hatip okullarında, esas özelliği anti komünizm olan devlet desteğiyle başladı. Önce sadece Kuran derslerinde başlayan bu uygulamanın adı o zamanlar "türban" değildi; bildiğimiz "başörtüsü" deniliyordu. Daha sonra, devlet eliyle üretilen bu gençler, üniversiteye gelince, orada da başlarını kapatmak istediler ve kapattılar da. Önceleri hiçbir sorun yaşanmadı. Daha sonra "dinci" siyaset, istismar etmeye başlayınca, üniversitelerde "başörtüsü" yasaklandı. Derken YÖK Başkanı İhsan Doğramacı "Çağgerisi başörtüsü yasaklanabilir ama çağdaş bir biçimde bağlanmış türbanla öğrenciler üniversitelere girebilirler" deyince konu hem "türban" adını aldı hem de yeniden alevlendi. Sonunda yasak, ulusal ve uluslar arası yargı kararlarıyla onaylandı. Bu arada dört gelişme yaşandı: Feodal/dinsel/erkek egemen yapıda ikinci sınıf vatandaş kabul edilen ve bu ikinci sınıflığın simgesi olarak büluğ çağına geldiğinde başı örtülen genç kızlarımıza uygulanan aile baskısı, siyasallaştı ve böylece zaten toplumsal tabanı olan bir uygulama siyasal destek buldu ve yeniden hayat kazandı. Bu uygulama uluslar arası radikal İslamcı hareket ile bütünleşti ve böylece sorun, evrenselleşti. Türkiye'deki bir takım "liberal" yazarlar, olayın kadın haklarına, demokrasiye ve laik düzene karşı oluşturduğu iç ve dış destekli tehdidi görmezden gelerek, "özgürlükler" adına "türbana" destek verdi. Türban olayını destekleyen dinci siyasal görüş Türkiye'de seçmenlerin dörtte birinin, oy kullananların üçte birinin (yani azınlığın) desteğiyle Meclis'te üçte iki sandalye (yani nitelikli çoğunluk) kazandı ve iktidar oldu; böylece "türban" konusu "iktidarın bir vaadi" niteliğiyle, rejime ve "türban" takmayan vatandaşların günlük yaşam biçimlerine karşı "yakın ve açık tehdit oluşturan" bir nitelik kazandı. Sorun da tam buradan kaynaklanmaktadır: Türkiye'nin henüz çağdaşlaşamamış yarı feodal, yarı dinsel, erkek egemen toplumsal yapısının gelenekleri, dış güçlerin desteği ve siyasal iktidarın bu olayı benimsemiş olması, "türban" uygulamasının, her an hayata geçirilme olasılığı olan bir tehdit niteliği kazanmasına yol açmıştır. Peki buradaki tehdit nerededir? Tehdit, insanların günlük yaşam biçimlerinedir: Bir an için türbanın üniversitelerde serbest bırakıldığını tasavvur edelim; mademki türban dindarlığın, ahlakın, iffetin, namusun bir simgesidir, o halde türban takmayan kızlarımızın durumu ve özellikle türbandan yana olan erkeklerin onlara karşı davranışları nasıl olacaktır? Düşünmek bile istemiyorum.
  3. lapseki

    Zulüm 25 Yaşında

    marmara depreminden sonra, marmara üniversitesi önünde türban protestosunda "7.4 yetmedi mi" diye pankart açabilecek kadar ***** düşünceye sahipse bu insanlar tabi ki de bani rahatsız eder.
  4. lapseki

    Zulüm 25 Yaşında

    türban artık örtünme biçiminden daha çok bir siyasi simge, ucuz bir siyaset aracı haline gelmiştir. bu yasak niçin geçmişte de uygulanmıyordu da sonradan çıktı. ayrıca demokrasiyi işlerine geldiği gibi anlayan bu kesim, ellerine fırsat geçince antidemokratik birçok yasak ve sansürü uygulamaktan çekinmeyecektir.
  5. başbakanımızı ben de pek bir samimi bulmaktayım. "ananı al git burdan" "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" şehit ailelerine, "bunları mı dinleyeceğim?.." "ben ulkemi pazarlamakla mukellefim" çiftçilere hitaben, "gozunuzu toprak doyursun" cumhuriyet gazetesi bombalamasi icin, "ne olacak bizim partiye de bomba atiyorlar..." zira rte nin gaf diye nitelendirilen bu açıklamaları, bütünüyle onun samimiyetinden yaptığı açıklamalardır. Düşündüklerini gayet samimi bir şekilde söylüyor. Ne güzel, ne kadar da dürüst bir başbakanımız var. Bu samimiyeti ve dürüstlüğü yanında ayrıca çok da hatırnazdır kendileri. Bir de, onun bu çevresindeki insanları hoş tutma çabasına kadrolaşma demiyolarmı ne kadar da ayıp... eti-bor genel müdürü m.ahmet dere (akp balıkesir milletvekili turan çömez'in eniştesi) erdemir başkan vekili abdullah şener (başkan yardımcısı abdullatif şener'in kardeşi) şeker fabrikalari genel müdürü mehmet azmi aksu (içişleri bakanı abdulkadir aksu'nun kardeşi) tcdd genel müdürü süleyman karaman (tayip erdoğan'ın yakın dostu,iett eski genel müdür yrd.,ulaştırma bakanı binali yildirim'ın halasının oğlu) oki başkan vekili erdoğan bayraktar (tayip erdoğan 'ın istanbul büyükşehir belediyesindeki ekibinden) sağlık bakanlığı müsteşar yrd.cihanser erel (maliye bakanı kemal unakitan'ın kayınbiraderi) sağlık bakanlığı personel genel müdürü muhittin bal (akp milletvekili adayı) sağlık bakanlığı hudut ve sahiller sağlık genel müdür vekili orhan fevzi gümrükçüoğlu (erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde yolsuzluk iddası ile yargılanan mustafa albayrak'a sahte işkence raporu verdiği gerekçesiyle yargılandı) kültür bakanlığı müsteşarı mustafa isen (imam hatip lisesi çıkışlı , dini yayınlar yapan akça yayınevinin danışmanı, gazi üniversitesi edebiyat fakültesinin eski dekanı) kültür bakanlığı müsteşar yrd.ibrahim atalay (devlet bakanı bekir atalay'ın yeğeni) tarım bakanlığı makam şoförü mehmet oğuz (tarım bakanı sami güçlü' nün bacanağı) tarımsal araştırmalar genel müdürlüğüne atanan doç.dr.hasan ekiz (tarım bakanı sami güçlü'nün teyzesinin oğlu) dış ticaret müsteşar yrd.ülker güzel (hasan celal güzel'in eşi) köy hizmetleri genel müdür vekili ali altintaş (tarım bakanı sami güçlü'nün konyadan hemşehrisi) enerji bakanı başdanışmanı yasin kalem (refahyol enerji bakanı recai kutan'ın öz.klm.müd.) enerji bakanı bakan danışmanı osman ilter (enerji bakanı hilmi güler'in kayınbiraderi) maliye bakanlığı danışmanı hasan gül (refahyol döneminde bütçe daire başkanlığı görevi yaptı) maliye bakanlığı danışmanı ömer duman (refahyol döneminde ankara defterdar yardımcılığı yaptı) başbakanlık müsteşarı fikret üçcan (kültür bakanlığı eski müsteşarı, şeriat eğitimi veren el ehzer mezunu hüsnü özer'in atama belgesinde imzası bulunuyor) başbakanlık müsteşar yrd.ahmet şirin (refahyol hükümeti dönemi maliye bakanlığı müsteşar yrd.) karayolları genel müdürlüğüne atanan sabri erbakan (kapatılan rp'nin başkanı necmettin erbakan'ın yeğeni,feyizoğlu'nun kardeşi) başbakanlık müsteşar yrd. mustafa esen (28 şubat sürecinde soruşturma geçirmiş eski gümüşhane valisi) büyükelçi ahmet davutoğlu ( başbakan abdullah gül'ün danışmanı) istanbul sağlık müdür vekili dr.mustafa bakar (haseki hastanesi başhekim yrd.) ulaştırma bakanlığı müsteşar yrd. kemal albayrak (akp eski milletvekili) tüpraş yönetim kurulu başkanı kahraman emmioğlu (tayip erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde genel sekreteri) tbmm başkanlığı başdanışmanı haluk akşit (turizm bakanı güldal akşit'in eşi) başbakanlık idari ve mali işler daire başkanı mehmet gürbüz (başbakan abdullah gül'ün hemşehrisi,başbakanlık müfettişi) bingöl valisi hüseyin avni coş (istanbul büyükşehir belediyesi'ne bağlı bit'lerde yolsuzluk soruşturmalarında (akbil) görev alan ve işlem yapılmasına gerek görmeyen mülkiye başmüfettişi) izmir valisi yusuf ziya göksu (içişleri bakanı abdulkadir aksu'nun yakın akrabası) rize valisi enver salihoğlu (istanbul büyükşehir belediyesi'ne bağlı bit'lerde yolsuzluk (akbil) başmüfettişi) batman valisi efkan ala (milli eğitim bakanı erkan mumcu'nun danışmanı) dsi genel müdürü veysel eroğlu (tayip erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde iski genel müdürü) aycell yönetim kurulu üyesi osman yildirim coşkun (sanayi ve ticaret bakanı ali coşkun'un oğlu) aycell yönetim kurulu üyesi erkan topal (akp istanbul il başkan yrd.) aycell yönetim kurulu üyesi osman d.ilgin (akp konya milletvekili adayı) aycell yönetim kurulu üyesi cahit paksoy (türktel türkiye genel müdürü ve telekom genel müdürü üyesi)
  6. Gerçektende şuanda Türkiye pek saygı görülen bir ülke değil. Özellikle yabancı forumlarda Türkiye ve Türklerle ilgili yorumlara göz atıyorum ve maalesef olumlu hiçbir şey yok. Bir milletten bu kadar mı nefret edilir çok ilginç. Bunların dışında Türkiyenin dünya siyasetinde söz sahibi olamaması ve hep yaptırımlara maruz kalması çok daha acı. Ama ben bunun hep böyle devam edeceğini sanmıyorum.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.